Çalıkuşu - 27
Total number of words is 2788
Total number of unique words is 1572
34.4 of words are in the 2000 most common words
50.2 of words are in the 5000 most common words
57.7 of words are in the 8000 most common words
olarak bugünkü kadar, -artık saklamayınız, derdinizi anlıyorum bugünkü kadar
bedbaht değildiniz. Niçin o biçare iptidaiye hocası ömrünü sizin saadetinize
vakfetmesin?
Hasta binbaşı, tıkanmış bir sesle:
- Feride Hanım, rica ederim, beni böyle olmayacak hayallere düşürerek büsbütün
bedbaht etmeyin, dedi.
Artık, kararımı vermiştim. Ona döndüm. Başımı önüme eğdim:
- ihsan Bey, ben sizinle, evlenmeyi rica ediyorum. Beni kabul ediniz,
göreceksiniz, sizi ne kadar mesut edeceğim, ne kadar mesut olacağız...
Gözyaşlarıyla perdeli kirpiklerimin arasından binbaşının karanlık yüzünü
göremiyordum. Sadece uzattığım eli dudaklarına götürerek korka korka
parmaklarımın ucunu öptü.
Her şey bitti. Artık, bundan sonra kimse benim onu için için sevdiğimi söylemeye
cesaret edemeyecek.
Kuşadası, 26 Şubat
O günden beri, sen benim için bir yabancıydın, bir düşmandan başka bir şey
değildin KâmranL Bir daha yüz yüze gelmeyeceğimizi, bu dünyanın gözleriyle
birbirimize bakmayacağımızı, birbirimizin sesini işitmeyeceğimizi biliyordum.
Böyle olduğu halde ben, senin nişanlın olmak hissini bir türlü gönlümden
çıkaramamıştım. Ne söylesem, ne yapsam; kendime, sana ait birşey gözüyle
bakmaktan kurtulamıyordum.
Evet, niçin yalan söyleyeyim? Bütün nefretlerime, isyanlarıma, bütün o geçmiş
şeylere rağmen, ben yine bir parça senindim.
Bunu, ilk defa bir başkasının nişanlısı, bunca senenin, bunca sabahında senin
nişanlın diye uyandıktan sonra bir gün, başkasının nişanlısı diye uyanmak,
Kâmran, ben asıl bu sabah, senden ayrıldım. Hem de bir hatıra götürmeye, son bir
defa başını çevirerek, arkasında bıraktığı şeylere bakmaya hakkı olmayan bir
biçare muhacir gibi.
*
Bu sabah, ihsan Bey'le görüştükten sonra onu doktor Hayrullah Bey'in odasına
götürecek, nişanlandığımızı haber verecektim. Bu büyük vaka için her günkü
hastabakıcı gömleğim pek sade düşecek, yeni nişanlımı belki mahzun edecekti.
Bahçede cılız çiğdemler yetişmişti. Onlardan küçük bir demet yaparak göğsüme
iliştirdim.
Đhsan Bey'i, bu sabah yine giyinmiş buldum. Beni görünce bir çocuk saffetiyle
gülümsemeye başladı. Düşündüm ki, bugünden sonra onu mesut etmek benim vazifem.
Zorla gülmeye çalışarak ellerimi uzattım:
- Bonjur, Đhsan Bey, dedim.
Sonra, çiğdemlerden birkaç tanesini ayırarak üniformasının göğsüne iliştirdim:
- Bu gece rahat uyuduğunuzu tahmin ediyorum.
- Pek çok. Ya siz?
- Altı aylık bir çocuk kadar memnun, müsterih bir uyku.
- Niçin yüzünüz solgun öyleyse?
- Düşününüz ki, bahtiyarlık da insanı soldurabılir.
Bu cevap üzerine ikimiz de sustuk.
Đhsan Bey'in dudakları bembeyazdı Kısa bir sükûttan sonra ağır ağır söze
başladı. Ara sıra sesinin titremesinden korkuyor gibi susuyor, birkaç saniye
tereddüt ediyordu, dedi ki:
- Feride Hanım, size ölünceye kadar minnettarım. Bana eski bahtiyar zamanlarımda
da nasip olmamış emsalsiz bir gece geçirttiniz. Size demin hakikati söylemedim;
ben bu gece sabaha kadar uyumadım... "Ben sizinle evlenmeyi rica ediyorum" diyen
sesiniz kulağımdan gitmedi. Uyuyamadım, çünkü sizin nişanlınız olarak geçirdiğim
tek saadet gecesinin bir dakikasını ziyan etmemek lâzımdı Ömrümün sonuna kadar
size minnettar kalacağım.
- Sizi daima mesut edeceğim, dedim.
O, derin bir heyecan içindeydi. Ellerimi tutmak istiyordu. Fakat cesaret
edemedi. Bir hasta çocuğa hitap eder gibi, halim, okşayıcı bir sesle:
- Hayır, Feride Hanım, bu gecenin bir ferdası olamazdı, bunu biliyorum. Bu gece,
çok mesut oldum. Fakat, buna rağmen, ben, bugün gidiyorum, birkaç saat sonra
sizden ayrılmış olacağım.
- Niçin Đhsan Bey? Beni istemiyor musunuz? Doğru değil, bana bu kadar ümit
verdikten sonra gitmek doğru değil.
Zabit, arkasını duvara dayadı, gözlerini kapayarak, derin derin: "Ah, bu ses!"
dedi. Sonra, birdenbire silkindi, hemen hemen sert bir sesle:
- Biraz daha gayret etseniz, merhamet size, beni sevdiğinizi iddia ettirecek.
- Niçin olmasın, ihsan Bey? Mademki sizinle nişanlanmak istedim, demek ki bunda
bir sebep vardı. O, adeta acı bir istihza ile cevap verdi:
- Evet, siz mademki benimle evlenmeyi kabul ettiniz, demek ki beni seviyorsunuz.
Fakat, ben, sizin tarafınızdan bu kadar sevilmek istemiyorum. Siz, izdivaca
sahiden ihtimal verdiniz miydi, Feride Hanım?
- Feride Hanım, beni, ümitsiz bir alile karşı duyulmuş bir merhametten başka
saiki olmayan bir aşk sadakasını kabul edecek kadar düşmüş, bitmiş bir adam mı
sanıyorsunuz?
Nihayet bir mahzunlukla başımı eğdim:
- Hakkınız var. Biz iki biçare insanız, iki derdi birleştirirsek, belki mesut
oluruz diyordum, yanılmışım.
Duvarda asılı duran kılıcı göstererek ilave ettim.
- Sizin yine bir teselliniz var. Dediğiniz gibi vazifenizin başına döneceksiniz.
Ben kadınım, sizden daha biçareyim.
*
Bir donuk kış sabahına göğüslerinde birkaç cılız çiğdem, dudaklarında onlar gibi
yalancı bir tebessümle karşı karşıya gelen yeni nişanlılar on dakika sonra
gözlerinde yaşlarla bedbaht bir ağabey, kimsesiz küçük bir kız kardeş gibi
birbirlerinden ayrıldılar.
Kuşadası, 2 Nisan
Üç gün evvel, mektebi iade ettiler. Beş yıllık fasıladan sonra tekrar derse
başladık. Fakat, nemelazım, sene sonu oldu gitti. Bahar, sınıfları pırıltılı
güneş aydınlıklarıyla, ılık çiçek kokularıyla dolduruyor. Duvarlarda Akdeniz'in
yeşil hareleri
dolaşıyor, çocuk olsun, büyük olsun, kimsede çalışmaya istek yok.
Başmuallim, bir türlü Kuşadası'nda kalmak istemiyordu. Bir ay evvel başka bir
yere gönderdiler. Yerine beni tayin ettiler. Hem de unvanımı "Müdire"ye çevirmek
şartıyla. Ben bu cihetten bu işe memnun olmadım. Çünkü muallim arkadaşlarım
tuhaf bir nazarla bakmaya başladılar.
Gerçi bunlar, öyle malumatlı, meziyetli insanlar değil, fakat ne olursa olsun,
yaşlı başlı kadınlar. Maarif memurlarının dedikleri gibi her birinin on beşer,
yirmişer senelik "kıdem"le-ri var. Onların yerinde olsam, sonra, günün birinde
kendi kızımdan küçük bir çocuğu başıma getirseler, zannediyorum ki benim de
kalbim kırılır.
Mart iptidasında Hayrullah Bey'i tekaüt ettiler.
Kendisi zengin adam, maaşa muhtaç değil. Mamafih, mahzun oldu.
- Sevgili ayıcıklarımdan birçoğunun gözlerini elimle kapadım, isterdim ki, benim
gözlerimi de onlar kapasınlar, mezarıma onlar götürsünler, olmadı, dedi.
Hayrullah Bey, malumat cihetinden de çok mükemmel bir adam.
Bütün gençliğini okumakla geçirmiş. Evinde kocaman bir kütüphanesi var. Dünyada
kitaptan lüzumsuz, boş şey olmadığını söylüyor. Kitap yazanlar gibi, okuyanların
da hayatta hiçbir şey görmeden geçip giden budalalar olduğunu iddia ediyor.
Geçen gün onu kuvvetli bir itirazla mağlup etmek istedim.
- Mademki öyle siz niçin bu kadar çok okudunuz, hatta beni de buna teşvik
ediyorsunuz? dedim.
Bu, öyle itirazdı ki, akan sulan durdururdu. Fakat o, hiç bozulmadı, bilâkis,
kahkahalarla gülüp, benimle eğlenerek:
- Daha iyi dedin ya, beni budala değil diye sana kim söyledi, küçük, dedi.
Bu ihtiyar doktoru anlamıyorum ki... Her neyi severse
aleyhinde bulunuyor. Hatta öyle hissediyorum ki, beni bile azarladığı zaman her
zamankinden daha çok seviyor.
Hastaneyi bıraktığı günden beri kâh günlerce evine kapanarak kitap okuyor, kâh
askerlikten kalma çizmelerini çekiyor, sırtına jandarma gibi bir tüfek takarak
Düldül'e biniyor: (düldül, onun pek sevdiği emektar atıdır) bu kıyafetle
köylerde bakacak hasta, kendini meşgul edecek bir iş aramaya gidiyor.
Evinde seksenlik bir sütanne ile "Odabaşı" diye çağırdığı topal bir bahçıyan
var.
Üç gün evvel benimle Munise'yi evine davet etmişti. Pek keyifliydi. Ben,
kütüphaneyi karıştırırken o, Munise ile saatlerce çocuk gibi oyun oynadı.
Munise'ye öyle ciddi emirler veriyordu ki, gülmekten bayılıyordum:
- Şimdi saklambaç oynayacağız, lâkin güç yere saklanmak yok ha, parmak kadar
vücudun var. Bir yere sıkışırsın, saatlerce beni yorarsın. Sonra, beni
bulamazsan, merak etme ha, belki saklandığım yerde uyur kalırım
Munise'yi birkaç güne kadar çarşafa sokuyorum. Şöyle böyle on dördüne giriyor.
Boyu şimdi tam benim boyum kadar. Küçük çiçekler gibi açıldı, beyaz denecek
kadar açık sarı saçlarının içinde beyaz küçük yüzü, günün saatlerine göre
değişen lacivert gözleriyle güldükçe yanağında güller açan, ağladıkça
gözlerinden inciler dökülen peri kızlarına benzedi.
Hayrullah Bey, bu çarşaf meselesine çok kızıyor. Ben de onun daha pek küçük
olduğunu biliyorum ama, ne yapayım, korkuyorum. Tanıdıklardan bazıları:
- Feride Hanım, sen bunu erkekten kaçır, vakitsiz kaynana olacaksın, diyorlar.
Đçime bir heyecan düşüyor. Hem seviniyor, hem titizleniyorum. Kaynanalar için
tevekkeli titiz demezeler.
Geçen gün, mektepten geliyorduk. Karşı kaldırımda on altı, on yedi yaşlarında
güzelce bir mektepli yürüyordu. Ara sıra bize bakışı tuhafıma gitti. Peçemin
altından, belli etmeden
Munise'ye baktım. Bir de ne göreyim. Hain sarı çıyan gözünün ucuyla delikanlıya
bakarak gülmüyor mu? O kadar meraklandım ki sokağın ortasında düşüp
bayılacaktım. Canavarı bileğinden yakaladım; fena halde sıkıştırmaya başladım.
Evvela inkâr etti. Baktı ki, bende inanacak göz yok, yalandan ağlamaya başladı.
Çünkü gözyaşlarına dayanamayacağımı, benim de ağlayacağımı biliyor.
- Ben de sana yapacağım cezayı biliyorum, dedim. Çarşıda bulduğum koyu nefti
ipekliden bir çarşaf dikmeye başladım.
Bu sabah da bir elyotrop kavgası ettik. Birkaç ay evvel söz arasında elyoptropu
çok sevdiğimi söylemiştim. Hayruüah Bey, bilmem nereden bulmuş, üç dört gün
sonra bir şişe getirmesin mi? Bitmesin diye çok ihtiyatlı kullanıyorum. Sağ
olsun, yaramaz kız rahat vermiyor ki. Musallat oldu, bir parça yalnız kaldı mı,
odaya bir elyoptrop kokusudur yayılıyor. Sonra, masum masum:
- Almadım vallahi abacığım, diye yemin ediyor.
Kuşadası, 5 Mayıs
Bu sabah, Munise biraz hasta ve renksiz uyandı. Gözleri kırmızı, benzi soluktu.
Mektepte pek çok iş olduğu için evde kalmak mümkün değildi. Mamafih, doktor
Hayrullah Bey'e uğradım. Bize uğrayarak Munise'ye bakmasını rica edecektim. Aksi
olacak, o da yarım saat evvel Düldül'e binerek bilmem hangi köye gitmiş.
Eve döndüğüm vakit Munise'yi yatakta buldum, ihtiyar bir komşuya, ara sıra
çocuğu yoklamasını rica etmiştim. Eksik olmasın, hiç yanından ayrılmamış, akşama
kadar yayında çorap örmüş.
Munise'nin nezlesi artmıştı. Başı ateş gibi yanıyor, sabahkinden daha sık
öksürüyordu. Sesi kısılmış nefes alırken hafif bir tıkanıklık hissettiğini
söylüyordu. Boynunun altında tutarak ağzını açtırdım, elime sert sert bezeler
dokundu. Yüzüne yaklaştırdığım lambanın ziyası gözlerini kamaştırıyordu.
Ağzında, küçük dilinin etrafında beyaz beyaz kabarcıklar görünüyordu.
Munise, benim merakımla eğlendi:
- Öksürükten ne olur abacığım, Zeyniler'de de ben öksürük oldum, unuttun mu?
dedi.
Çocuğun hakkı var. Zeyniler'de, karların içinde onu yarı donmuş bir halde
bulduğum gece böyle değil miydi? Çocuklarda nezlenin ne ehemmiyeti olur? Yalnız
canımı sıkan şey, Hay-rullah Bey'in bulunmaması. Onbaşı deminden tekrar uğradı,
beyin bu gece köyde kaldığını söyledi, inşallah o gelinceye kadar küçüğüm
kalkmış olur.
Kuşadası, 18 Temmuz
Bu sabah hesap ettim, küçüğüm toprağa düşeli tam yetmiş üç gece olmuş.
Yavaş yavaş buna da alışmaya, bu acıyı da hazmetmeye başlıyorum, insan, neye
tahammül etmiyor ki!..
Demin, ihtiyar doktorumla deniz kenarına gitmiştik. Kumsaldan çakıllar, sedef
kabuklan topladım, sakin suların üstünde taş sektirmeye başladım.
Hayrullah Bey, çocuk gibi seviniyordu. Beyaz kirpiklerinin içinde masum mavi
gözleriyle gülerek:
- Ah, gençlik! Elhamdülillah onu da yendik. Bak, rengin gibi neşen de gelmeye
başladı, dedi. Güldüm:
- Đnsanın sizin gibi doktoru olduktan sonra tabii değil mi? dedim.
Ağır ağır başını salladı:
- Tabii değil, küçük, tabii değil, doktorluk da insanlar gibi, kitaplar gibi
doğruluk ve cefa gibi asılsız, fasılsız bir masal... Parmak kadar çocuğu
kurtaramadıktan sonra, içine tüküreyim ben böyle fennin.
- Ne yapalım, Doktor Bey, üzülmeyiniz. Allah öyle istedi, öyle oldu, dedim.
Mahzun mahzun yüzüme baktı:
- Zavallı küçük; ben sana asıl niçin acıyorum, biliyor musun? Bir derde
uğradığın vakit, asıl teselli edilecek kendin olduğunu unutuyor, başkalarını
teselliye başlıyorsun. Senin bu mazlum hallerin beni ağlatacak gibi oluyor
küçük.
Biraz sustu. Sonra, kendi kendine şikâyete başladı:
- Ben de ama ipsiz sapsız herif oluyorum ya, bunadım mı, nedir? Haydi küçük
gidelim.
Sararmış tarlaların içinden eve doğru yürümeye başlamıştık. Bütün çiftçiler,
doktoru tanıyorlar. Kocaman bir ekin yığının yanında çalışan ihtiyar bir kadınla
konuştuk. Hayrullah Bey, birkaç sene evvel bu kadının torununu tedavi etmiş.
Büyükanne çok dualar etti; sonra temmuz güneşinin altında harman döğen gürbüz
bir genci çağırdı:
- Gel buraya. Hüseyin, velinimetinin elini öp. O olmasaydı, sen şimdi bir avuç
toprak olmuştun, dedi.
ihtiyar doktor, Hüseyin'in yanık, yerli yüzünü okşadıktan sonra:
- Ben öyle kuru kuruya el öpmelerden anlamam delikanlı. Haydi bakalım bizi
düvene bindir, dedi.
Đki kuvvetli öküzün çektiği düvene bindik, hemen, beş on dakika bu saman
denizinin sarı dalgaları üstünde ağır ağır dolaştık.
Bugün artık o vakayı yazmak kuvvetini kendimde buluyorum. Defterimin son
sayfasını yazdığım gecenin son sabahı Munise'yi daha ziyade hasta buldum. Sesi
konuşamaycak derece kısılmıştı. Biçare küçük göğsü havasızlıktan bunahyordu. Ne
olursa olsun, bir başka doktor aramaya gidecektim; fakat çarşafımı giyerken
Hayrullah Bey geldi. Hastayı kısa bir muayeneden geçirdikten sonra, ehemmiyetli
bir şey olmadığını söyledi.
Mamafih, çehresi çatık, gözlen düşünceliydi. Bu çehreyi beğenmediğim korka korka
kendisine söyledim. Canı sıkılmış gibi omuzlarını silkti:
- Mızmızlanmaya lüzum yok. Tam dört saatlik yoldan geliyorum. Yorgunluktan
berbat oldum; söze hizmet ettiğimiz yetmiyor da, bir de dalkavukluk mu etmeli?
dedi.
Hayrullah Bey, ehemmiyetli hastalıklar karşısında daima böyle asabi ve kaba bir
adam oluyordu.
Yüzüme bakmaya çalışarak:
- Lüzum yok ama, ihtiyaten bir iki doktor arkadaşı çağ-racağım, kâğıt kalem bul,
çabuk, dedi.
Bugün her işim aksi gidiyordu. Sabahtan beri mektepten üç defa hademe
göndermişlerdi. Maarif Encümeni azasından iki efendi ile bir müfettiş gelmiş,
benden bazı şeyler soracak-larmış.
Üçüncü haberi getiren hademe kadını adeta hırpalayarak kovuyordum. Hayrullah
Bey, birdenbire hiddetlendi:
- Ne halt var burada? Haydi vazifenin başına. Yorgun yorgun, az işim varmış
gibi, bir de seninle mi uğraşmalı? Haydi çabuk, çarşafını giy, marş. Sen burada
durup beni şaşırtırsın. Billah çıkar giderim.
ihtiyar doktor öyle sert ve kati tavırla bu emri vermişti ki, itaat etmemek
mümkün değildi.
Bir kelime söylemeye cesaret edemedim; peçemin altıda ağlaya ağlaya mektebe
gittim.
Maarif, beni dünyanın nimetine gark etse, bugünkü fedakârlığımı ödeyemez.
Müfettişler sınıflan geziyorlar, talebeleri imtihana çekiyorlar, defterleri
görmek istiyorlar, bin türlü olmayacak şeyler soruyorlardı. Basımdaki kıyamet
içinde nasıl düşündüm, nasıl cevap verdim, bilmiyorum! Vakit ikindiye
yaklaşıyordu, onlar hâlâ gitmiyorlardı.
Nihayet aralarından bin perişanlığımı fark etti:
- Rahatsız mısınız Müdire Hanım? Çehreniz pek bozuk görünüyor, dedi.
Artık, kendimi tutamadan, merhamet ister gibi boyumu büküp, ellerimi
kavuşturarak:
- Evde çocuğum ölüyor, dedim.
Acıdılar, manasız teselli sözleri söyleyerek gitmeme müsaade ettiler.
Evimle mektebin arası nihayet beş dakikalık bir yer. Ben bu yolu yarım saat,
belki daha uzun bir zamanda yürüdüm. Sabahtan beri eve koşmak için o kadar
çırpındığım, hırçınlaştı-ğım halde, şimdi bir türlü oraya gitmek istemiyordum.
Tenha sokaklarda duvarlara dayanıyor, yorgun yolcular gibi çeşme taşlarına
oturuyordum.
Evimin açık pencereleri içinde yabancı erkek başları görünüyordu. Kapıyı bana
"onbaşı" açtı. Bir şey sormaya cesaret edemiyor, bir şey söylememesi için
gözlerimle, halimle yalva-rıyordum. Fakat o, bana ummadığım bir şey söyledi:
- Fakir çocuk hastaca.... Allah, inşallah, şifasını verir, dedi.
Birdenbire tavanlar sarsıldı, merdiven başında doktor Hayrullah Bey göründü.
Göğsü çıplak, başı açık, kollan sıvalıydı:
- Kim geldi Onbaşı? diye seslendi. Halsiz halsiz merdiven basamağına
çömelmiştim. Taşlığın karanlığında beni görünce durdu, şaşkın şaşkın:
- Sen misin, Feride? Pekâlâ kızım, pekâlâ, dedi. Sonra
ağır ağır yanıma indi; halim, her şeyi bildiğimi söylüyordu. Ellerimi tuttu,
kesik kesik:
- Kızım, gayret et, dişini sık. inşallah kurtulur. Serum yaptık, elimizden
geleni yapıyoruz. Allah büyük, ümit kesilmez, dedi.
- Doktor Bey, müsaade ediniz, onu göreyim, dedim.
- Şimdi değil, Feride bir parça sonra. Şimdi biraz dalgın, vallahi bir şey
olmadı. Yemin ediyorum sana. Dalgınlık billahi. Sakin bir inatla:
- Mutlaka göreceğim, Doktor Bey, hakkınız yok, diye sızlandım. Sonra, içimi
çekerek ilave ettim:
- Zannettiğinizden ziyade kuvvetliyim. Münasebetsiz bir şey yapmamdan korkmayın.
Hayrullah Bey, bir parça düşündü; sonra başını sallayarak razı oldu:
- Peki kızım, fakat şunu unutma ki, beyhude ah u vahlar hastayı ürkütür.
insan, ne kadar acı olursa olsun, bir mecburiyeti kabul ettikten sonra içine
sükûn ve tevekkül geliyor. Hayrullah Bey'in omzuna başımı dayayarak odaya
girerken, ne gönlümde heyecan, ne gözümde bir damla yaş vardı!
Aradan yetmiş üç yıl kadar uzun, yetmiş üç gün geçtiği halde hâlâ o odayı
gözümün önünde görüyorum.
içeride gömleklerinin yakasını ve kollarını açmış iki genç doktorla bir ihtiyar
kadın vardı. Ağaç yapraklarının içinden süzülerek giren bir ikindi güneşi odayı
parlak bir hayatla doldu-ruyordu. Dışarıda kuşlar, ağustos böcekleri ötüyor,
uzaklardan bir gramafon sesi geliyordu. Odanın içi karmakarışıktı.
Sandalyelerde, raflarda, şişeler, pamuklar, yerlerde duvarlarda Munise'ye ait
bin türlü eşya sürünüyordu. Aynanın kenarında onun doktorun bahçesindeki
çiçeklerden eliyle yaptığı bir demet, konsolun üstünde deniz kenarından
topladığı bir avuç renkli taş, sedef kabukları, sandalyelerden birinin altında
iskarpinin bir teki, duvarda B.'de evimizin içinde suluboya ile yaptığım resmi
(başında kır çiçeklerinden bir çelenk, kucağında Mazlum ile yaptığım o resini)
sonra, bin türlü boncuklar, kumaş parçaları, cam küpeler, duvaklı gelin
kartpostalları, bir kız çocuğu kalbinin bütün bu masum ve biçare sevgileri...
"Munise, artık çarşaflı bir genç kız oluyor" diye iki hafta evvel ona sarı
yaldızlı bir karyola almış, bir bebek yatağı hazırlar gibi özene, bezene
muslinlerle süslemiştim.
Küçüğüm, bu ipeklerin içinde bir başka ipek kümesi gibi bembeyaz yatıyor, başı
ağır bir rüyanın rehaveti içinde biraz yana düşüyordu. Karyolasının demirinden,
nefti çarşafının daha bitmemiş pelerini sarkıyor, başucundaki rafta B.'de satın
aldığım bebeği -küçüğümün buseleriden solmuş yüzü, iri mavi gözleriyle ona
bakıyordu. Hastalığın bütün acıları, azapları durmuştu. Yorgun bir uyku içinde
uyurken ağzının etrafında son bir hayat titriyor, gülümser gibi aralanmış
dudakları, inci dişlerini gösteriyordu. Bu zavallı güzel şeyler karanlık bir köy
mektebinde, ruhumun içine döküldükleri dakikadan bugüne kadar beni mesut
etmişlerdi.
Kuşlar, hâlâ şenlik yapıyorlar. Gramofon hâlâ çalıyordu, ikindi güneşinin ağaç
yapraklarını tarıyan ışıkları, bu renksiz çocuk yüzüne, örselenmiş kelebek
kanatlarının parmaklarında bıraktığı yaldızlı toza benzer bir renk veriyor,
alnına dökülmüş sarı perçemleriyle oynuyordu.
Ne bir feryat, ne üstüne atılmak gibi bir telaş... Kollarım ihtiyar doktorun
boynuna kilitlenmiş, başım omzunda, adeta acı bir saadetle bu güzelliği
seyrediyordum.
Ölüm, yavruma bir ay ışığı tatlılığıyla yaklaşıyor, bir ana dudağı gibi korkutup
ürkütmeden alnından, dudaklarından öpüyordu.
Doktorlar, yatağa yaklaşmışlardı. Birisinin, ipek örtüler içinden küçüğümün
çıplak kolunu çıkardığını, ona bir iğne yaklaştırdığını gördüm.
Hayrullah Bey hafifçe döndü, vücudunu gözlerime siper etti. Birisi:
- Kolonya, bir parça kolonya, diyordu.
ihtiyar doktor, başıyla raflardan birini gösterdi. Kuşlar hâlâ durmuyor,
gramofon gittikçe artan bir şenlikte çalmakta devam ediyordu.
Birdenbire odanın içine keskin bir elyotrop kokusu yayıldı. Kolonya bulamamışlar
onu kullanmışlardı. Elyotrop... Küçüğümün elinden hemen hemen zorla çekip
aldığım bu şişe... Bana verdiği bütün saadetlere mukabil ondan, sevdiği
ehemmiyetsiz bir kokuyu kıskanacak kadar mı kalpsizlik etmiştim?
- Şişeyi yatağa boşaltınız, doktor bey, küçüğüm bu koku içinde daha mesut
ölecek, dedim.
Hayrullah Bey, saçlarımı okşuyor:
- Haydi Feride, haydi evladım, artık dışarı çıkalım, diyordu.
bedbaht değildiniz. Niçin o biçare iptidaiye hocası ömrünü sizin saadetinize
vakfetmesin?
Hasta binbaşı, tıkanmış bir sesle:
- Feride Hanım, rica ederim, beni böyle olmayacak hayallere düşürerek büsbütün
bedbaht etmeyin, dedi.
Artık, kararımı vermiştim. Ona döndüm. Başımı önüme eğdim:
- ihsan Bey, ben sizinle, evlenmeyi rica ediyorum. Beni kabul ediniz,
göreceksiniz, sizi ne kadar mesut edeceğim, ne kadar mesut olacağız...
Gözyaşlarıyla perdeli kirpiklerimin arasından binbaşının karanlık yüzünü
göremiyordum. Sadece uzattığım eli dudaklarına götürerek korka korka
parmaklarımın ucunu öptü.
Her şey bitti. Artık, bundan sonra kimse benim onu için için sevdiğimi söylemeye
cesaret edemeyecek.
Kuşadası, 26 Şubat
O günden beri, sen benim için bir yabancıydın, bir düşmandan başka bir şey
değildin KâmranL Bir daha yüz yüze gelmeyeceğimizi, bu dünyanın gözleriyle
birbirimize bakmayacağımızı, birbirimizin sesini işitmeyeceğimizi biliyordum.
Böyle olduğu halde ben, senin nişanlın olmak hissini bir türlü gönlümden
çıkaramamıştım. Ne söylesem, ne yapsam; kendime, sana ait birşey gözüyle
bakmaktan kurtulamıyordum.
Evet, niçin yalan söyleyeyim? Bütün nefretlerime, isyanlarıma, bütün o geçmiş
şeylere rağmen, ben yine bir parça senindim.
Bunu, ilk defa bir başkasının nişanlısı, bunca senenin, bunca sabahında senin
nişanlın diye uyandıktan sonra bir gün, başkasının nişanlısı diye uyanmak,
Kâmran, ben asıl bu sabah, senden ayrıldım. Hem de bir hatıra götürmeye, son bir
defa başını çevirerek, arkasında bıraktığı şeylere bakmaya hakkı olmayan bir
biçare muhacir gibi.
*
Bu sabah, ihsan Bey'le görüştükten sonra onu doktor Hayrullah Bey'in odasına
götürecek, nişanlandığımızı haber verecektim. Bu büyük vaka için her günkü
hastabakıcı gömleğim pek sade düşecek, yeni nişanlımı belki mahzun edecekti.
Bahçede cılız çiğdemler yetişmişti. Onlardan küçük bir demet yaparak göğsüme
iliştirdim.
Đhsan Bey'i, bu sabah yine giyinmiş buldum. Beni görünce bir çocuk saffetiyle
gülümsemeye başladı. Düşündüm ki, bugünden sonra onu mesut etmek benim vazifem.
Zorla gülmeye çalışarak ellerimi uzattım:
- Bonjur, Đhsan Bey, dedim.
Sonra, çiğdemlerden birkaç tanesini ayırarak üniformasının göğsüne iliştirdim:
- Bu gece rahat uyuduğunuzu tahmin ediyorum.
- Pek çok. Ya siz?
- Altı aylık bir çocuk kadar memnun, müsterih bir uyku.
- Niçin yüzünüz solgun öyleyse?
- Düşününüz ki, bahtiyarlık da insanı soldurabılir.
Bu cevap üzerine ikimiz de sustuk.
Đhsan Bey'in dudakları bembeyazdı Kısa bir sükûttan sonra ağır ağır söze
başladı. Ara sıra sesinin titremesinden korkuyor gibi susuyor, birkaç saniye
tereddüt ediyordu, dedi ki:
- Feride Hanım, size ölünceye kadar minnettarım. Bana eski bahtiyar zamanlarımda
da nasip olmamış emsalsiz bir gece geçirttiniz. Size demin hakikati söylemedim;
ben bu gece sabaha kadar uyumadım... "Ben sizinle evlenmeyi rica ediyorum" diyen
sesiniz kulağımdan gitmedi. Uyuyamadım, çünkü sizin nişanlınız olarak geçirdiğim
tek saadet gecesinin bir dakikasını ziyan etmemek lâzımdı Ömrümün sonuna kadar
size minnettar kalacağım.
- Sizi daima mesut edeceğim, dedim.
O, derin bir heyecan içindeydi. Ellerimi tutmak istiyordu. Fakat cesaret
edemedi. Bir hasta çocuğa hitap eder gibi, halim, okşayıcı bir sesle:
- Hayır, Feride Hanım, bu gecenin bir ferdası olamazdı, bunu biliyorum. Bu gece,
çok mesut oldum. Fakat, buna rağmen, ben, bugün gidiyorum, birkaç saat sonra
sizden ayrılmış olacağım.
- Niçin Đhsan Bey? Beni istemiyor musunuz? Doğru değil, bana bu kadar ümit
verdikten sonra gitmek doğru değil.
Zabit, arkasını duvara dayadı, gözlerini kapayarak, derin derin: "Ah, bu ses!"
dedi. Sonra, birdenbire silkindi, hemen hemen sert bir sesle:
- Biraz daha gayret etseniz, merhamet size, beni sevdiğinizi iddia ettirecek.
- Niçin olmasın, ihsan Bey? Mademki sizinle nişanlanmak istedim, demek ki bunda
bir sebep vardı. O, adeta acı bir istihza ile cevap verdi:
- Evet, siz mademki benimle evlenmeyi kabul ettiniz, demek ki beni seviyorsunuz.
Fakat, ben, sizin tarafınızdan bu kadar sevilmek istemiyorum. Siz, izdivaca
sahiden ihtimal verdiniz miydi, Feride Hanım?
- Feride Hanım, beni, ümitsiz bir alile karşı duyulmuş bir merhametten başka
saiki olmayan bir aşk sadakasını kabul edecek kadar düşmüş, bitmiş bir adam mı
sanıyorsunuz?
Nihayet bir mahzunlukla başımı eğdim:
- Hakkınız var. Biz iki biçare insanız, iki derdi birleştirirsek, belki mesut
oluruz diyordum, yanılmışım.
Duvarda asılı duran kılıcı göstererek ilave ettim.
- Sizin yine bir teselliniz var. Dediğiniz gibi vazifenizin başına döneceksiniz.
Ben kadınım, sizden daha biçareyim.
*
Bir donuk kış sabahına göğüslerinde birkaç cılız çiğdem, dudaklarında onlar gibi
yalancı bir tebessümle karşı karşıya gelen yeni nişanlılar on dakika sonra
gözlerinde yaşlarla bedbaht bir ağabey, kimsesiz küçük bir kız kardeş gibi
birbirlerinden ayrıldılar.
Kuşadası, 2 Nisan
Üç gün evvel, mektebi iade ettiler. Beş yıllık fasıladan sonra tekrar derse
başladık. Fakat, nemelazım, sene sonu oldu gitti. Bahar, sınıfları pırıltılı
güneş aydınlıklarıyla, ılık çiçek kokularıyla dolduruyor. Duvarlarda Akdeniz'in
yeşil hareleri
dolaşıyor, çocuk olsun, büyük olsun, kimsede çalışmaya istek yok.
Başmuallim, bir türlü Kuşadası'nda kalmak istemiyordu. Bir ay evvel başka bir
yere gönderdiler. Yerine beni tayin ettiler. Hem de unvanımı "Müdire"ye çevirmek
şartıyla. Ben bu cihetten bu işe memnun olmadım. Çünkü muallim arkadaşlarım
tuhaf bir nazarla bakmaya başladılar.
Gerçi bunlar, öyle malumatlı, meziyetli insanlar değil, fakat ne olursa olsun,
yaşlı başlı kadınlar. Maarif memurlarının dedikleri gibi her birinin on beşer,
yirmişer senelik "kıdem"le-ri var. Onların yerinde olsam, sonra, günün birinde
kendi kızımdan küçük bir çocuğu başıma getirseler, zannediyorum ki benim de
kalbim kırılır.
Mart iptidasında Hayrullah Bey'i tekaüt ettiler.
Kendisi zengin adam, maaşa muhtaç değil. Mamafih, mahzun oldu.
- Sevgili ayıcıklarımdan birçoğunun gözlerini elimle kapadım, isterdim ki, benim
gözlerimi de onlar kapasınlar, mezarıma onlar götürsünler, olmadı, dedi.
Hayrullah Bey, malumat cihetinden de çok mükemmel bir adam.
Bütün gençliğini okumakla geçirmiş. Evinde kocaman bir kütüphanesi var. Dünyada
kitaptan lüzumsuz, boş şey olmadığını söylüyor. Kitap yazanlar gibi, okuyanların
da hayatta hiçbir şey görmeden geçip giden budalalar olduğunu iddia ediyor.
Geçen gün onu kuvvetli bir itirazla mağlup etmek istedim.
- Mademki öyle siz niçin bu kadar çok okudunuz, hatta beni de buna teşvik
ediyorsunuz? dedim.
Bu, öyle itirazdı ki, akan sulan durdururdu. Fakat o, hiç bozulmadı, bilâkis,
kahkahalarla gülüp, benimle eğlenerek:
- Daha iyi dedin ya, beni budala değil diye sana kim söyledi, küçük, dedi.
Bu ihtiyar doktoru anlamıyorum ki... Her neyi severse
aleyhinde bulunuyor. Hatta öyle hissediyorum ki, beni bile azarladığı zaman her
zamankinden daha çok seviyor.
Hastaneyi bıraktığı günden beri kâh günlerce evine kapanarak kitap okuyor, kâh
askerlikten kalma çizmelerini çekiyor, sırtına jandarma gibi bir tüfek takarak
Düldül'e biniyor: (düldül, onun pek sevdiği emektar atıdır) bu kıyafetle
köylerde bakacak hasta, kendini meşgul edecek bir iş aramaya gidiyor.
Evinde seksenlik bir sütanne ile "Odabaşı" diye çağırdığı topal bir bahçıyan
var.
Üç gün evvel benimle Munise'yi evine davet etmişti. Pek keyifliydi. Ben,
kütüphaneyi karıştırırken o, Munise ile saatlerce çocuk gibi oyun oynadı.
Munise'ye öyle ciddi emirler veriyordu ki, gülmekten bayılıyordum:
- Şimdi saklambaç oynayacağız, lâkin güç yere saklanmak yok ha, parmak kadar
vücudun var. Bir yere sıkışırsın, saatlerce beni yorarsın. Sonra, beni
bulamazsan, merak etme ha, belki saklandığım yerde uyur kalırım
Munise'yi birkaç güne kadar çarşafa sokuyorum. Şöyle böyle on dördüne giriyor.
Boyu şimdi tam benim boyum kadar. Küçük çiçekler gibi açıldı, beyaz denecek
kadar açık sarı saçlarının içinde beyaz küçük yüzü, günün saatlerine göre
değişen lacivert gözleriyle güldükçe yanağında güller açan, ağladıkça
gözlerinden inciler dökülen peri kızlarına benzedi.
Hayrullah Bey, bu çarşaf meselesine çok kızıyor. Ben de onun daha pek küçük
olduğunu biliyorum ama, ne yapayım, korkuyorum. Tanıdıklardan bazıları:
- Feride Hanım, sen bunu erkekten kaçır, vakitsiz kaynana olacaksın, diyorlar.
Đçime bir heyecan düşüyor. Hem seviniyor, hem titizleniyorum. Kaynanalar için
tevekkeli titiz demezeler.
Geçen gün, mektepten geliyorduk. Karşı kaldırımda on altı, on yedi yaşlarında
güzelce bir mektepli yürüyordu. Ara sıra bize bakışı tuhafıma gitti. Peçemin
altından, belli etmeden
Munise'ye baktım. Bir de ne göreyim. Hain sarı çıyan gözünün ucuyla delikanlıya
bakarak gülmüyor mu? O kadar meraklandım ki sokağın ortasında düşüp
bayılacaktım. Canavarı bileğinden yakaladım; fena halde sıkıştırmaya başladım.
Evvela inkâr etti. Baktı ki, bende inanacak göz yok, yalandan ağlamaya başladı.
Çünkü gözyaşlarına dayanamayacağımı, benim de ağlayacağımı biliyor.
- Ben de sana yapacağım cezayı biliyorum, dedim. Çarşıda bulduğum koyu nefti
ipekliden bir çarşaf dikmeye başladım.
Bu sabah da bir elyotrop kavgası ettik. Birkaç ay evvel söz arasında elyoptropu
çok sevdiğimi söylemiştim. Hayruüah Bey, bilmem nereden bulmuş, üç dört gün
sonra bir şişe getirmesin mi? Bitmesin diye çok ihtiyatlı kullanıyorum. Sağ
olsun, yaramaz kız rahat vermiyor ki. Musallat oldu, bir parça yalnız kaldı mı,
odaya bir elyoptrop kokusudur yayılıyor. Sonra, masum masum:
- Almadım vallahi abacığım, diye yemin ediyor.
Kuşadası, 5 Mayıs
Bu sabah, Munise biraz hasta ve renksiz uyandı. Gözleri kırmızı, benzi soluktu.
Mektepte pek çok iş olduğu için evde kalmak mümkün değildi. Mamafih, doktor
Hayrullah Bey'e uğradım. Bize uğrayarak Munise'ye bakmasını rica edecektim. Aksi
olacak, o da yarım saat evvel Düldül'e binerek bilmem hangi köye gitmiş.
Eve döndüğüm vakit Munise'yi yatakta buldum, ihtiyar bir komşuya, ara sıra
çocuğu yoklamasını rica etmiştim. Eksik olmasın, hiç yanından ayrılmamış, akşama
kadar yayında çorap örmüş.
Munise'nin nezlesi artmıştı. Başı ateş gibi yanıyor, sabahkinden daha sık
öksürüyordu. Sesi kısılmış nefes alırken hafif bir tıkanıklık hissettiğini
söylüyordu. Boynunun altında tutarak ağzını açtırdım, elime sert sert bezeler
dokundu. Yüzüne yaklaştırdığım lambanın ziyası gözlerini kamaştırıyordu.
Ağzında, küçük dilinin etrafında beyaz beyaz kabarcıklar görünüyordu.
Munise, benim merakımla eğlendi:
- Öksürükten ne olur abacığım, Zeyniler'de de ben öksürük oldum, unuttun mu?
dedi.
Çocuğun hakkı var. Zeyniler'de, karların içinde onu yarı donmuş bir halde
bulduğum gece böyle değil miydi? Çocuklarda nezlenin ne ehemmiyeti olur? Yalnız
canımı sıkan şey, Hay-rullah Bey'in bulunmaması. Onbaşı deminden tekrar uğradı,
beyin bu gece köyde kaldığını söyledi, inşallah o gelinceye kadar küçüğüm
kalkmış olur.
Kuşadası, 18 Temmuz
Bu sabah hesap ettim, küçüğüm toprağa düşeli tam yetmiş üç gece olmuş.
Yavaş yavaş buna da alışmaya, bu acıyı da hazmetmeye başlıyorum, insan, neye
tahammül etmiyor ki!..
Demin, ihtiyar doktorumla deniz kenarına gitmiştik. Kumsaldan çakıllar, sedef
kabuklan topladım, sakin suların üstünde taş sektirmeye başladım.
Hayrullah Bey, çocuk gibi seviniyordu. Beyaz kirpiklerinin içinde masum mavi
gözleriyle gülerek:
- Ah, gençlik! Elhamdülillah onu da yendik. Bak, rengin gibi neşen de gelmeye
başladı, dedi. Güldüm:
- Đnsanın sizin gibi doktoru olduktan sonra tabii değil mi? dedim.
Ağır ağır başını salladı:
- Tabii değil, küçük, tabii değil, doktorluk da insanlar gibi, kitaplar gibi
doğruluk ve cefa gibi asılsız, fasılsız bir masal... Parmak kadar çocuğu
kurtaramadıktan sonra, içine tüküreyim ben böyle fennin.
- Ne yapalım, Doktor Bey, üzülmeyiniz. Allah öyle istedi, öyle oldu, dedim.
Mahzun mahzun yüzüme baktı:
- Zavallı küçük; ben sana asıl niçin acıyorum, biliyor musun? Bir derde
uğradığın vakit, asıl teselli edilecek kendin olduğunu unutuyor, başkalarını
teselliye başlıyorsun. Senin bu mazlum hallerin beni ağlatacak gibi oluyor
küçük.
Biraz sustu. Sonra, kendi kendine şikâyete başladı:
- Ben de ama ipsiz sapsız herif oluyorum ya, bunadım mı, nedir? Haydi küçük
gidelim.
Sararmış tarlaların içinden eve doğru yürümeye başlamıştık. Bütün çiftçiler,
doktoru tanıyorlar. Kocaman bir ekin yığının yanında çalışan ihtiyar bir kadınla
konuştuk. Hayrullah Bey, birkaç sene evvel bu kadının torununu tedavi etmiş.
Büyükanne çok dualar etti; sonra temmuz güneşinin altında harman döğen gürbüz
bir genci çağırdı:
- Gel buraya. Hüseyin, velinimetinin elini öp. O olmasaydı, sen şimdi bir avuç
toprak olmuştun, dedi.
ihtiyar doktor, Hüseyin'in yanık, yerli yüzünü okşadıktan sonra:
- Ben öyle kuru kuruya el öpmelerden anlamam delikanlı. Haydi bakalım bizi
düvene bindir, dedi.
Đki kuvvetli öküzün çektiği düvene bindik, hemen, beş on dakika bu saman
denizinin sarı dalgaları üstünde ağır ağır dolaştık.
Bugün artık o vakayı yazmak kuvvetini kendimde buluyorum. Defterimin son
sayfasını yazdığım gecenin son sabahı Munise'yi daha ziyade hasta buldum. Sesi
konuşamaycak derece kısılmıştı. Biçare küçük göğsü havasızlıktan bunahyordu. Ne
olursa olsun, bir başka doktor aramaya gidecektim; fakat çarşafımı giyerken
Hayrullah Bey geldi. Hastayı kısa bir muayeneden geçirdikten sonra, ehemmiyetli
bir şey olmadığını söyledi.
Mamafih, çehresi çatık, gözlen düşünceliydi. Bu çehreyi beğenmediğim korka korka
kendisine söyledim. Canı sıkılmış gibi omuzlarını silkti:
- Mızmızlanmaya lüzum yok. Tam dört saatlik yoldan geliyorum. Yorgunluktan
berbat oldum; söze hizmet ettiğimiz yetmiyor da, bir de dalkavukluk mu etmeli?
dedi.
Hayrullah Bey, ehemmiyetli hastalıklar karşısında daima böyle asabi ve kaba bir
adam oluyordu.
Yüzüme bakmaya çalışarak:
- Lüzum yok ama, ihtiyaten bir iki doktor arkadaşı çağ-racağım, kâğıt kalem bul,
çabuk, dedi.
Bugün her işim aksi gidiyordu. Sabahtan beri mektepten üç defa hademe
göndermişlerdi. Maarif Encümeni azasından iki efendi ile bir müfettiş gelmiş,
benden bazı şeyler soracak-larmış.
Üçüncü haberi getiren hademe kadını adeta hırpalayarak kovuyordum. Hayrullah
Bey, birdenbire hiddetlendi:
- Ne halt var burada? Haydi vazifenin başına. Yorgun yorgun, az işim varmış
gibi, bir de seninle mi uğraşmalı? Haydi çabuk, çarşafını giy, marş. Sen burada
durup beni şaşırtırsın. Billah çıkar giderim.
ihtiyar doktor öyle sert ve kati tavırla bu emri vermişti ki, itaat etmemek
mümkün değildi.
Bir kelime söylemeye cesaret edemedim; peçemin altıda ağlaya ağlaya mektebe
gittim.
Maarif, beni dünyanın nimetine gark etse, bugünkü fedakârlığımı ödeyemez.
Müfettişler sınıflan geziyorlar, talebeleri imtihana çekiyorlar, defterleri
görmek istiyorlar, bin türlü olmayacak şeyler soruyorlardı. Basımdaki kıyamet
içinde nasıl düşündüm, nasıl cevap verdim, bilmiyorum! Vakit ikindiye
yaklaşıyordu, onlar hâlâ gitmiyorlardı.
Nihayet aralarından bin perişanlığımı fark etti:
- Rahatsız mısınız Müdire Hanım? Çehreniz pek bozuk görünüyor, dedi.
Artık, kendimi tutamadan, merhamet ister gibi boyumu büküp, ellerimi
kavuşturarak:
- Evde çocuğum ölüyor, dedim.
Acıdılar, manasız teselli sözleri söyleyerek gitmeme müsaade ettiler.
Evimle mektebin arası nihayet beş dakikalık bir yer. Ben bu yolu yarım saat,
belki daha uzun bir zamanda yürüdüm. Sabahtan beri eve koşmak için o kadar
çırpındığım, hırçınlaştı-ğım halde, şimdi bir türlü oraya gitmek istemiyordum.
Tenha sokaklarda duvarlara dayanıyor, yorgun yolcular gibi çeşme taşlarına
oturuyordum.
Evimin açık pencereleri içinde yabancı erkek başları görünüyordu. Kapıyı bana
"onbaşı" açtı. Bir şey sormaya cesaret edemiyor, bir şey söylememesi için
gözlerimle, halimle yalva-rıyordum. Fakat o, bana ummadığım bir şey söyledi:
- Fakir çocuk hastaca.... Allah, inşallah, şifasını verir, dedi.
Birdenbire tavanlar sarsıldı, merdiven başında doktor Hayrullah Bey göründü.
Göğsü çıplak, başı açık, kollan sıvalıydı:
- Kim geldi Onbaşı? diye seslendi. Halsiz halsiz merdiven basamağına
çömelmiştim. Taşlığın karanlığında beni görünce durdu, şaşkın şaşkın:
- Sen misin, Feride? Pekâlâ kızım, pekâlâ, dedi. Sonra
ağır ağır yanıma indi; halim, her şeyi bildiğimi söylüyordu. Ellerimi tuttu,
kesik kesik:
- Kızım, gayret et, dişini sık. inşallah kurtulur. Serum yaptık, elimizden
geleni yapıyoruz. Allah büyük, ümit kesilmez, dedi.
- Doktor Bey, müsaade ediniz, onu göreyim, dedim.
- Şimdi değil, Feride bir parça sonra. Şimdi biraz dalgın, vallahi bir şey
olmadı. Yemin ediyorum sana. Dalgınlık billahi. Sakin bir inatla:
- Mutlaka göreceğim, Doktor Bey, hakkınız yok, diye sızlandım. Sonra, içimi
çekerek ilave ettim:
- Zannettiğinizden ziyade kuvvetliyim. Münasebetsiz bir şey yapmamdan korkmayın.
Hayrullah Bey, bir parça düşündü; sonra başını sallayarak razı oldu:
- Peki kızım, fakat şunu unutma ki, beyhude ah u vahlar hastayı ürkütür.
insan, ne kadar acı olursa olsun, bir mecburiyeti kabul ettikten sonra içine
sükûn ve tevekkül geliyor. Hayrullah Bey'in omzuna başımı dayayarak odaya
girerken, ne gönlümde heyecan, ne gözümde bir damla yaş vardı!
Aradan yetmiş üç yıl kadar uzun, yetmiş üç gün geçtiği halde hâlâ o odayı
gözümün önünde görüyorum.
içeride gömleklerinin yakasını ve kollarını açmış iki genç doktorla bir ihtiyar
kadın vardı. Ağaç yapraklarının içinden süzülerek giren bir ikindi güneşi odayı
parlak bir hayatla doldu-ruyordu. Dışarıda kuşlar, ağustos böcekleri ötüyor,
uzaklardan bir gramafon sesi geliyordu. Odanın içi karmakarışıktı.
Sandalyelerde, raflarda, şişeler, pamuklar, yerlerde duvarlarda Munise'ye ait
bin türlü eşya sürünüyordu. Aynanın kenarında onun doktorun bahçesindeki
çiçeklerden eliyle yaptığı bir demet, konsolun üstünde deniz kenarından
topladığı bir avuç renkli taş, sedef kabukları, sandalyelerden birinin altında
iskarpinin bir teki, duvarda B.'de evimizin içinde suluboya ile yaptığım resmi
(başında kır çiçeklerinden bir çelenk, kucağında Mazlum ile yaptığım o resini)
sonra, bin türlü boncuklar, kumaş parçaları, cam küpeler, duvaklı gelin
kartpostalları, bir kız çocuğu kalbinin bütün bu masum ve biçare sevgileri...
"Munise, artık çarşaflı bir genç kız oluyor" diye iki hafta evvel ona sarı
yaldızlı bir karyola almış, bir bebek yatağı hazırlar gibi özene, bezene
muslinlerle süslemiştim.
Küçüğüm, bu ipeklerin içinde bir başka ipek kümesi gibi bembeyaz yatıyor, başı
ağır bir rüyanın rehaveti içinde biraz yana düşüyordu. Karyolasının demirinden,
nefti çarşafının daha bitmemiş pelerini sarkıyor, başucundaki rafta B.'de satın
aldığım bebeği -küçüğümün buseleriden solmuş yüzü, iri mavi gözleriyle ona
bakıyordu. Hastalığın bütün acıları, azapları durmuştu. Yorgun bir uyku içinde
uyurken ağzının etrafında son bir hayat titriyor, gülümser gibi aralanmış
dudakları, inci dişlerini gösteriyordu. Bu zavallı güzel şeyler karanlık bir köy
mektebinde, ruhumun içine döküldükleri dakikadan bugüne kadar beni mesut
etmişlerdi.
Kuşlar, hâlâ şenlik yapıyorlar. Gramofon hâlâ çalıyordu, ikindi güneşinin ağaç
yapraklarını tarıyan ışıkları, bu renksiz çocuk yüzüne, örselenmiş kelebek
kanatlarının parmaklarında bıraktığı yaldızlı toza benzer bir renk veriyor,
alnına dökülmüş sarı perçemleriyle oynuyordu.
Ne bir feryat, ne üstüne atılmak gibi bir telaş... Kollarım ihtiyar doktorun
boynuna kilitlenmiş, başım omzunda, adeta acı bir saadetle bu güzelliği
seyrediyordum.
Ölüm, yavruma bir ay ışığı tatlılığıyla yaklaşıyor, bir ana dudağı gibi korkutup
ürkütmeden alnından, dudaklarından öpüyordu.
Doktorlar, yatağa yaklaşmışlardı. Birisinin, ipek örtüler içinden küçüğümün
çıplak kolunu çıkardığını, ona bir iğne yaklaştırdığını gördüm.
Hayrullah Bey hafifçe döndü, vücudunu gözlerime siper etti. Birisi:
- Kolonya, bir parça kolonya, diyordu.
ihtiyar doktor, başıyla raflardan birini gösterdi. Kuşlar hâlâ durmuyor,
gramofon gittikçe artan bir şenlikte çalmakta devam ediyordu.
Birdenbire odanın içine keskin bir elyotrop kokusu yayıldı. Kolonya bulamamışlar
onu kullanmışlardı. Elyotrop... Küçüğümün elinden hemen hemen zorla çekip
aldığım bu şişe... Bana verdiği bütün saadetlere mukabil ondan, sevdiği
ehemmiyetsiz bir kokuyu kıskanacak kadar mı kalpsizlik etmiştim?
- Şişeyi yatağa boşaltınız, doktor bey, küçüğüm bu koku içinde daha mesut
ölecek, dedim.
Hayrullah Bey, saçlarımı okşuyor:
- Haydi Feride, haydi evladım, artık dışarı çıkalım, diyordu.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Çalıkuşu - 28
- Parts
- Çalıkuşu - 01Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2690Total number of unique words is 166629.6 of words are in the 2000 most common words42.6 of words are in the 5000 most common words51.8 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 02Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2748Total number of unique words is 169831.6 of words are in the 2000 most common words46.4 of words are in the 5000 most common words54.9 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 03Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2794Total number of unique words is 162932.2 of words are in the 2000 most common words48.0 of words are in the 5000 most common words55.6 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 04Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2894Total number of unique words is 156735.8 of words are in the 2000 most common words49.9 of words are in the 5000 most common words57.4 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 05Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2755Total number of unique words is 156632.3 of words are in the 2000 most common words48.1 of words are in the 5000 most common words55.8 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 06Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2715Total number of unique words is 155433.3 of words are in the 2000 most common words47.0 of words are in the 5000 most common words54.3 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 07Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2858Total number of unique words is 150935.3 of words are in the 2000 most common words49.4 of words are in the 5000 most common words56.1 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 08Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2809Total number of unique words is 153336.1 of words are in the 2000 most common words49.8 of words are in the 5000 most common words57.6 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 09Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2835Total number of unique words is 167033.2 of words are in the 2000 most common words47.7 of words are in the 5000 most common words55.4 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 10Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2815Total number of unique words is 161236.8 of words are in the 2000 most common words52.4 of words are in the 5000 most common words59.9 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 11Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2850Total number of unique words is 167733.6 of words are in the 2000 most common words47.8 of words are in the 5000 most common words55.4 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 12Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2881Total number of unique words is 177432.0 of words are in the 2000 most common words46.5 of words are in the 5000 most common words53.3 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 13Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2779Total number of unique words is 167333.2 of words are in the 2000 most common words48.1 of words are in the 5000 most common words56.6 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 14Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2800Total number of unique words is 164333.7 of words are in the 2000 most common words47.8 of words are in the 5000 most common words56.8 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 15Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2818Total number of unique words is 160034.1 of words are in the 2000 most common words49.9 of words are in the 5000 most common words57.3 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 16Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2830Total number of unique words is 163034.9 of words are in the 2000 most common words51.0 of words are in the 5000 most common words58.6 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 17Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2771Total number of unique words is 160735.7 of words are in the 2000 most common words51.3 of words are in the 5000 most common words59.2 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 18Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2832Total number of unique words is 159734.0 of words are in the 2000 most common words48.4 of words are in the 5000 most common words55.1 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 19Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2877Total number of unique words is 168434.9 of words are in the 2000 most common words48.8 of words are in the 5000 most common words55.8 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 20Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2785Total number of unique words is 160533.2 of words are in the 2000 most common words46.8 of words are in the 5000 most common words54.3 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 21Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2817Total number of unique words is 163934.7 of words are in the 2000 most common words49.6 of words are in the 5000 most common words57.7 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 22Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2743Total number of unique words is 158432.7 of words are in the 2000 most common words48.2 of words are in the 5000 most common words55.0 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 23Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2851Total number of unique words is 159134.4 of words are in the 2000 most common words48.9 of words are in the 5000 most common words56.4 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 24Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2799Total number of unique words is 161632.3 of words are in the 2000 most common words46.6 of words are in the 5000 most common words55.9 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 25Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2762Total number of unique words is 157634.8 of words are in the 2000 most common words49.5 of words are in the 5000 most common words56.3 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 26Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2829Total number of unique words is 152138.0 of words are in the 2000 most common words52.4 of words are in the 5000 most common words60.8 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 27Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2788Total number of unique words is 157234.4 of words are in the 2000 most common words50.2 of words are in the 5000 most common words57.7 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 28Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2820Total number of unique words is 161135.0 of words are in the 2000 most common words49.5 of words are in the 5000 most common words57.1 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 29Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2859Total number of unique words is 157533.9 of words are in the 2000 most common words48.5 of words are in the 5000 most common words55.8 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 30Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2717Total number of unique words is 146237.3 of words are in the 2000 most common words51.6 of words are in the 5000 most common words59.0 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 31Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2707Total number of unique words is 140537.5 of words are in the 2000 most common words52.7 of words are in the 5000 most common words60.3 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 32Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2851Total number of unique words is 163634.2 of words are in the 2000 most common words49.3 of words are in the 5000 most common words56.0 of words are in the 8000 most common words
- Çalıkuşu - 33Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 1234Total number of unique words is 75037.0 of words are in the 2000 most common words51.9 of words are in the 5000 most common words59.6 of words are in the 8000 most common words