Yaban - 09

Total number of words is 2947
Total number of unique words is 1673
36.5 of words are in the 2000 most common words
50.3 of words are in the 5000 most common words
56.8 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
oğlan sesiyle: Vay anacığım! diye bağırıyordu. Ben de, hala yüksek sıtma nöbetleri esnasında,
kolumu kesmek için kloroformla bayılttıkları vakit hep –Anne, anne! derim. O sanki,
gözlerinde derin bir endişeyle bana eğilir; elini başımın üzerinde gezdirirdi.
Niçin, şu dakikada gene onu hatırladım? Ey beyaz hayalet; senin burada ne işin var? Bu
çakılların üzerinde yürüyemezsin. Bu rendelenmemiş tahta kapıya elini dokunduramazsın. Bu
taştan sert kerevette oturamazsın. Burası, pis ve lizol kokuludur. Ocağın içinde gördüğün bu
kara yığınlar, adını yalnız darbı mesellerde işittiğin tezek denilen bir şeyin külleridir. Sana
kıyamam, benim daima temiz, titiz ve sabun kokan beyaz anneciğim! Seni burada bir saniye
alıkoyamam.
Emine, İsmail'den vaz geçip benim olsa, onu önce bir iyi yıkardım. Sonra, vücudunun bütün
çizgilerini bozan o kat kat esvaplarını çıkarıp şu ocakta yakardım. Fakat alamod bir İstanbul
kızı haline sokmak için mi? Hayır, hayır... Kızıl parıltılı saçlarını iki kalın örgü yapıp arkasına
salıverirdim. Ona, yakası daima açık ve yenleri bol bir bürümcek gömlek giydirirdim. Belden
aşağı inen, kasıktan bağlı ve bileklerinden büzmeli bir şalvar yaptırırdım. Tıpkı, büyük
ninelerimizinki gibi uçları işlemeli uçkurunu şöyle ortadan bir kocaman düğümle aşağıya
doğru sarkıtırdım. Ve onu konuşmaktan menederdim. Yalnız, sık sık gülmesine ve hayreti,
öfkeyi, inadı, şuhluğu ifade eder nidalar koyuvermesine izin verirdim. Yemeğimi, o pişirsin,
hizmetime o baksın isterdim.

Ben yerken, çalışırken veya kahvemi içerken, onun ayakta beklemesini hoş görürdüm.
Alafranga aşıktaşlığa mahsus öpme ve okşamaların hiçbirini ona göstermemekle beraber,
arasıra, bir iri Van kedisi gibi onunla oynaşmaktan haz alırdım. Van kedisinden ne farkı var? O
da bir Van kedisi gibi haşmetli ve ahenktar değil mi? Tabiata onun kadar yakın bulunmuyor
mu? Ona da bir Van kedisi gibi tabiatın canlı bir süsü denilemez mi? Emine'm, o da bir Van
kedisinden daha akıllı değildir. Bunun konuşmasının öbürünün miyavlamasından farkı ne?
Şu hayal, birdenbire, bana, o kadar munis, yapılabilmesi o kadar kolay göründü ki, hemen
yola düştüm. İlkbaharın ılık ve taze ot kokan havası da bana ayrıca umut ve cesaret veriyordu.
Yürüdüm. Yürüdükçe, hayalim bana biraz daha gerçekleşmiş görünüyordu. Kendi kendime
konuşuyordum: Doğrudan dogruya kadının evine gideceğim. Emredici ve kesin bir tavırla onu
karşıma alıp diyeceğim ki: –Benim param var, kimsem yok. Çalışmadan yaşayabiliyorum.
Emine'yi gördüm, beğendim. Onu bana ver. Sana ölünceye kadar yardım ederim. Neye
ihtiyacın olursa bakarım.
Kadın, bu teklife, önce inanmak istemeyecek, şaşıracak. Mutlaka yalan söylediğime, veya
kendisiyle eğlendiğime hükmedecek. Fakat, ben, en ciddi tavrımı takınacağım. Diyeceğim ki:
Görüyorsun, bir kolum da yok. Bana candan bakacak bir yoldaşa muhtacım. Eskiden, Zeynep
Kadının evinde otururken, onun kızları ve gelini benim yemeğimi pişirirler, çamaşırlarımı
yıkarlar, bana bakarlardı. Şimdi tek başıma oturuyorum. Süleyman isminde yarı meczup bir
zavallının elindeyim.
Kadın, o vakit, aklımı oynattığımı sanacak. İçinden: Mademki parası varmış, diyecek, bu
köylerde tek başına, böyle sığıntı gibi neden yaşarmış? Niçin, kalkıp da İstanbul'dan buraya
gelmiş? Bn gurbet elinde, bu sıkıntılara katlanmış? Emine'nin halası, bunları açıktan açığa
söylemeyecek. Fakat ben böyle düşündüğünü gözlerinden; yüzünden, halinden anlayacağım. O
vakit, ona, bütün hazin maceramı hikaye edeceğim.
Lakin o, dar, sert ve realist köylü mantığıyla bu sergüzeştin manasını anlayabilecek mi?
Beni bu ıssız yaylaların ortasına atan ıstırap ona, pek manasız ve çocukça görünmeyecek mi?
Bunun ciddiyet ve önemini ona nasıl ispat edeceğim?
Bu düşüncelerle, Emine'nin köyüne vardığım zaman, çoktan, cesaretimin yarısını
kaybetmiş, kararımda iyiden iyiye zaafa düşmüştüm. Hele, köyün içine girip de herkesin, bana
acayip acayip baktığını hisseder etmez bütün cüretim kırılıverdi. Kayıtsız ve tabii, bir süre
sokaklarda dolaştıktan sonra köyün öbür tarafından sıvıştım, kaçtım.
Lakin; her ne türlü olursa olsun; Emine'yi almak fikri aklımdan çıkmadı. Evimde yalnız
kalınca, hele geceleri yatağımdayken, bundan daha kolay, daha akla yakın bir tasavvur
görmüyorum. Fakat, dışarıya çıkıp da bunu gerçekleştirmek isterken, daha ilk adımda işin
bütün garabetini seziyorum. Her ne tarafından baksam, gülünç, manasız, gayritabii
buluyorum.
Eğer, bu köylerde bir dostum olsaydı, belki, ona açılarak, ondan akıl öğrenmek, onunla
müşterek bir teşebbüse geçmek kabil olurdu. Fakat, işte, hiç kimsem yok. Süleyman'a mı
açılayım? Zeynep Kadına mı? Bekir Çavuş'a mı?
Bekir Çavuş, Bekir Çavuş? Sahi, neden olmasın?.. Kendi kendime bu sahi, neden olmasın?
sözünü söyledikten sonra günlerce Bekir Çavuş'un etrafında dolaştım durdum. Beni
anlayabileceği bir anını kolladım. Baş başa kalır kalmaz hemen söze başlıyor, şuradan buradan
konuşuyordum; saatlerce asıl maksadımı ağzımın içinde gevelemekle kalıyordum.
Her teşebbüsümde, kendimi, yeni okula başlamış bir küçük çocuk gibi utangaç, sıkılgan ve
beceriksiz hissediyordum. Fakat, bir gün, nasıl oldu, bilmiyorum. Bekir Çavuş'un tavrı daha
ziyade mi hasbihale elverişliydi, yüzü bana daha ziyade mi munis göründü, dedim ki:
– İyi hoş ama, bu yalnızlık da canıma tak etti. İnsanın her şeyden önce bir yoldaşa ihtiyacı
oluyor. Hele benim gibi bir kimse için mutlaka candan bir bakanı olmak lazım.
Bekir Çavuş bir şey anlamadı:
– Süleyman işine yaramıyor mu? dedi.
– Süleyman... Adam sen de, o başka şey. Maksadım o değil. Ben bir kadın demek istiyorum.
Bekir Çavuş, nihayet, anlar gibi oldu.
– Evlen beyim, dedi. İstanbul'da bir tanıdığın yok mu? Yaz da sana bir kız buluversin.
– İstanbul'lu kız hiç buraya gelir mi? Doğrusu, gelse de ben istemem. İstanbul'un kızları
nazlı olur. Ben gücü, kuvveti yerinde, bana bakabilecek birini arıyorum. Ben olsa olsa burada,
bir köylü kızıyla evlenebilirim.
Bekir Çavuş, biraz şaşkın, biraz şüpheli yüzüme baktı.
– Sahi söylüyorum, bana inan, dedim, mesela (.....) köyünde Emine isminde bir yetim kız
var. O razı olsa pekala alırım.
Bekir Çavuş sordu:
– Hangi Emine o, bakayım?
– Canım, belki işitmişsindir, bizim küçük İsmail almak istiyordu. Eğer, henüz aralarında
nikah filan yoksa...
– He, he, şimdi anladım. Babasını tanırdım. Çok iyi adamdı. Emine, kızı bilmem. Babasıyla
askerlik ettik. Bir yerde şehit oldu, nerede bilmiyorum.
Böyle söyleyerek, büsbütün başka konulara geçti. Gene Şam'dan, Girit'ten, İşkodra'dan
bahsetmeye başladı.
O günden sonra, benim için her şeye yeniden başlamak gerekti. Bekir Çavuş'un yeniden
hasbihale müsait anını yakalamak, yeniden bir münasebet düşürüp meseleyi tazelemek,
yeniden...
Arada bir Emine'nin köyünün yolunu boylamaktan da vazgeçemiyordum. Belki, kendisine
doğrudan doğruya açabilmek fırsatını bulurum diye saatlerce kavaklar arasında dolaşıyor,
derenin kenarında çömelip köyü gözetliyor, fakat, aksi tesadüf Emine'den bir belirti
göremiyordum. Hatta bu serserice dolaşışların bir seferinde İsmail'e rastgeldim.. Konuşmadan
geçip gideyim, dedim. Fakat, sırnaşık çocuk yanıma sokuldu. Derdi gücü benden birkaç kalıp
sigarası almaktır.
Akıbet, Bekir Çavuş'a maksadımı anlatmaya muvaffak oldum. Bir süre düşündü, taşındı:
– Bu işi, yapsa yapsa bizimki yapabilir. Hele bir kere ona söyleyeyim.
İki gün sonra sordum:
– Ne yaptın?
Durdu. Sırıtarak ilave etti:
– Tu, aklımdan çıkıvermiş. Bu akşam inşallah, söylerim.
Nihayet bir gün:
– Söyledim, dedi, gidip karıyla konuşacak.
Ve benim için müthiş bir heyecan devresidir başladı. Yalnız heyecan değil, birdenbire
pişman da oldum. Bu teşebbüsüm işitilirse, Mehmet Ali'ninkilere karşı durumum ne fena
olacak. Zeynep Kadın, bana ne gözle bakacak? İsmail, o kadar nefret ettiğim İsmail kim bilir
bana ne yüksekten bakacak? Ve garibi şu ki, ben de kendimi savunamayacağım.
Kendime, bu işteki durumumun hiç de mertçe olmadığını itiraf edeceğim. Keşke, ne
İsmail'le, ne de Zeynep Kadın'la, Emine bahsi aramızda hiç geçmemiş olsaydı. Keşke,
bilmeksizin, rastgele İsmail'in almak istediği bir kıza talip çıkmış bir adam durumunda
kalsaydım. Fakat geçti artık; bir rezalettir oldu ve ben küçük İsmail'in önünde bile başını eğip
utanmaya mahkum bir zavallıyım.
Bu da yetmiyormuş gibi, bir de reddedilirsem. Aman Yarabbi, ben ne halt ettim? Bari,
henüz vakit varken gidip Bekir Çavuş'a vazgeçtiğimi söyleyeyim.
– Bekir Çavuş, ben o işten vaz geçtim. Senin hanıma söyle, nafile zahmet edip de oraya
kadar gitmesin.
Bekir Çavuş gözlerini yere dikti. Öyle bir süre dalgın ve hareketsiz kaldı. Sonra, bir iri kedi
bıyığını andıran ve kedi bıyığının kılları kadar sert ve seyrek sakallarını elinin tersiyle uzun
uzun sıvazladı. Fikrimi değiştirdiğim için bana kızdığına hükmettim.
– Ne yapayım, düşündüm, taşındım, işime elvermedi. Hem bizim İsmail onu almak
istiyordu. Sonra korkarım, aramızda bir söz olur. Bekir Çavuş dile geldi, ağır ağır, tane tane:
– Zaten o kız sana yaramaz, dedi. Bizimki gidip görmüş. Elin yabanına ben varmam, demiş.
Bizim köylerin kızları tuhaftır. Yabancıdan ürkerler. Eh, ne olacak. Doğmuşlar, büyümüşler,
köyden dışarı hiçbir şey görmemişler. Hepsi cahil, hepsi cahil... Ben Girit'teyken...
Bekir Çavuş, bundan öte, daha neler söyledi, bilmiyorum. Dudaklarımda bir acayip
gülümseme peyda olmuştu sanırım. Yüzümün bütün damarları çekiliyordu. Kendime karşı bir
derin acıma duygusuyla doldum. Ağlayacak mıyım, gülecek miyim, bilmiyorum.
Şaşkınlığımdan Bekir Çavuş'a üst üste tabakamı uzatıyordum. O, hiç bozmadan, her tabaka
uzatışımda bir sigaramı alıyor, bazısını kulağının arkasına yerleştiriyor, bazısını avucunun
içinde tutuyor, bazılarını da parmaklarının arasına sıkıştırıyordu. Öyle ki, aklım başıma gelip
de Bekir Çavuş'a dikkatle baktığım vakit onu, her deliğinden bir sigara fışkıran otomatik
masalardan biri halinde gördüm.
Tam kahkahalarla gülecek bir andı. Fakat, benim ağzım bir acayip kasılmayla
mühürlenmişti. Kalktım. Bekir Çavuş'a Allahaısmarladık dedim mi, bilmiyorum, sendeleye
sendeleye evime döndüm.
Çıplak tepelerin üstünde günün son ışıkları sönüyordu. Sürülerin ayak sesleri kuru toprak
üzerinde bir yağmur yağışını andırıyor. Evin içi çoktan karanlıktır. Lambamı yakmadan sedire
uzanıyorum. Bir çalılığın içine çırılçıplak düşmüş gibiyim. Her yanım öyle diken diken. Bir
dakika sonra, artık ne yapacağımı bilmiyordum.
İntihar edilen an, bu an mıdır? Bundan fena bir saat olabilir mi? Istırap çekmeyi severim.
Fakat, bu ıstırabın sevimli hiçbir tarafı yok; çünkü bu, bir felaketin mahsulü değildir. Bu, rezil
olmuş bir adamın ıstırabıdır. Utanç, bir yarasa gibi yüze yapışır ve alnımızın ortasından
kanımızı emmeye başlar.
Vücut o kadar zaafa düşer ki, adeta bir posa halini alır. Pespaye ve sefil bir şey olur. Onun
için utanmak, kendi kendinden nefret etmenin eşitidir. İnsan şöyle bir anında intihar etmez de
ne vakit eder?
Zaten, kokmuş, çürümüş gibiyizdir. Biz, ancak toprağın altında yer bulabiliriz. Bizi, ancak
toprak paklar. Toprak paklar mı?
Bu tabir de nereden aklıma geldi? Ta çocukluğumda, bu sözü bir ihtiyar kadının ağzından
işitmiştim. Kızı, babamın emireri çavuşuna kaçan bu ihtiyar kadın, annemin önünde yere
yığılmış, bir taraftan ağlıyor, bir taraftan da:
– Aman, hanımcığım, bundan sonra onun vücudunu toprak paklar, diye bağırıyordu.
O zaman manasını anlamadığım bu sözde, şimdi, yirmi beş yıl sonra, derin bir anlam
keşfediyorum. Fakat, bunu keşfetmekle beraber o kadın gözümün önüne geliyor. Gülmeye
başlıyorum. Ama, acayip bir gülüş. Tıpkı Paillasse operasında aldatılmış soytarının
hıçkırıklarla dolu gülüşü gibi...
Artık odamdan dışarıya çıkamıyorum. Yataktan kalkınca sedire uzanıyorum. Sedirden
kalkınca yatağa giriyorum. Daha fazla kımıldamaya mecalim yok. Sanki içimde beni hareket
ettiren bir zemberek kırılmış diyebilirim. Beni her şey yoruyor. En ufak bir sesten rahatsız
oluyorum. Günün aydınlığı fazla geliyor. Süleyman'ın yanıbaşımda solumasına tahammül
edemiyorum. Onu evimden kovmak istiyorum.
– Ne var, gene ne var? Bana öyle bön bön ne bakıyorsun?
– Aşağıda hiç işin yok mu? Kaskatı ne duruyorsun?
– Bir şey istemem. Ne yemek, ne su bir şey istemem. Beni rahat bırak.
İşte, Süleyman'a hitap için ağzımı açıp söylediğim sözler, hep bundan ibarettir. Hiçbir vakit
bu halimi görmemiş olan zavallı adam, hayretten hayrete düşerek kalan zekasını da kaybetti.
Büsbütün ahmaklaştı.
Bir sabah, baktım ki, başını alıp gitmiş. Akşama gelir diye bekledim, gelmedi. Ertesi güne
kadar bekledim. Gene görünmedi. Daha ertesi gün, akşam karanlığında onu, kendim aramaya
çıktım. Evine kadar gittim: Yok. Mahzun, eve dönmek üzereyken, bir duvar kenarında bir
hayalet sessizliğiyle yürüyen Memiş'e rastgeldim.
– Memiş, bizim Süleyman'ı gördün mü?
Memiş'in beni tanıması için beş altı dakika ve sözümü anlaması için de bir o kadar zaman
lazım geldi. Sonra derinden gelen bir sesle:
– Aha, mescitte... dedi.
Mescide doğru yürüdüm. Mescit, karanlıktı. İçeriye seslendim:
– Süleyman, Süleyman...
Cevap alamayınca içeri girdim. Burası, yani yapılıp bittiği günden beri, burası, yalnız
bayram, teravih namazları ve mevlüt için kullanılır olmuş. Mamafih, gerek köyün
içindekilerden, gerek gelip geçenlerden kim isterse burada yatıp kalkabilir.
Yanımda yürüyen Memiş'e bir kibrit çaktırıyorum. İşte, Süleyman mescidin ta öbür
köşesinde, bir hasırın üstüne büzülmüş yatıyor.
– Süleyman, ulan Süleyman, burada ne işin var?
Cevap alıncaya kadar kibrit söndü. Ondan yana yürüdüm. İkinci kibriti yaktırınca
Süleyman'ı, yattığı yerden bana bakar gördüm.
– Haydi kalk, haydi. Seni almaya geldim.
Küskün ve bulanık bir sesle, daima yattığı yerden:
– Beni nidecen? diye sordu.
Ona daha ziyade yaklaştım.
– Seni nideceğim, olur mu? Beni yapayalnız bıraktın. Evde her iş yüzüstü kaldı.
Memiş'e üçüncü kibriti çaktırdım. Süleyman hala kımıldamıyor. Tıpkı bir Hint fakirini
andırıyor. Onu önce bir, çocuk gibi kandırmaya çalıştım. Fakat, Süleyman inadında direnir
göründü. Sonra kesin ve emredici bir tavır takındım:
– Haydi, kalk bakayım; artık çok oluyorsun.
Gene döndü:
– Beni nidecen? dedi.
Nihayet küsme sırası bana geldi:
– Sen bilirsin, dedim; mademki gelmek istemiyorsun, ben de yanıma başkasını alırım.
Ve sert adımlarla geriye döndüm. Şimdi yalnızım, büsbütün yalnızım. Bu akşamdan
itibaren tek kolumla her işimi kendim göreceğim. Yemeğimi kendim pişireceğim. Odamı
kendim süpüreceğim. Belki günün birinde kadınlar arasında çamaşırımı yıkattıracak bir kimse
bulamayıp kendim yıkamak zorunda kalacağım. Bu ıssız, engin Anadolu bozkırının ortasında
bir ikinci Robinson Crusoe oldum. Oturduğum evin bir ıssız adadan farkı yok.
Günün birinde, bir gemi alıp beni buradan kurtaracak mı? O geminin adı olsa olsa Anadolu
ordusudur. Her gün, her saat bir mazgal deliğine benzeyen penceremden onu gözetliyorum.
Onu bekliyorum. Ufuklar, insana endişe verecek kadar boş ve sakin. Sanki, bir savaş içinde
değiliz. Sanki her şey benim vehmimden ibaret gibi. Arasıra gazetelerden aldığım bilgi beni hiç
tatmin etmiyor. Her yanda bir bekleme devresinin yürek üzüntüleri var. Barış yolunda yapılan
bazı siyasi teşebbüsler hep boşa çıktı. Londra'ya giden heyet, olumlu hiçbir sonuç elde
edemeden geri döndü. Avrupa, bize karşı, daima, o sağır duvar halini muhafaza ediyor.
Bütün bunlara rağmen, bu ıssız adanın kimsesiz sakini, mağarasının içinden dışarıya doğru
başını uzattığı vakit hiç sönmeyen bir liman fenerinin yeşil ve kızıl ışığını görüyor. Bu benim
ümidimin ışığıdır. Benim ümidim... Yağını nereden alıyor? Fitilini kimler tazeleyip yakıyor?
Bilmem, bilmem... Fakat, bu umut benim tek gıdamdır. Bu umut benim yaşama gücümün en
son parıltısıdır. O söndüğü gün... İşte, bunu tasavvur edemiyorum.
Yalnızlık dinmeyen bir sızıdır.
Eğer, bazı kimseler, bunu benliğin bir çeşit kurtuluşu gibi göstermek istemişlerse
yanılmışlardır. Bir sürü hayvanı olan insan, sürüsünden ayrı düşünce zavallı, mustarip, avare
bir yaratık oluyor. Bunu, sürüye dönmekten başka avutacak bir şey yoktur.
Fakat, benim sürüme ne oldu? Hani, çoban nerede? Çoban, Ankara'nın yalçın kayası
üstünden sesleniyor, sürüyü toplamaya çalışıyor. Sana selam, ey mübarek çoban; gazan
mübarek olsun! Fakat, günün birinde sürünü topladığın zaman ben onun içinde bulunabilecek
miyim? Bu köy, onun içinde bulunabilecek mi? Hiç sanmıyorum. Kayanın üstündeki çoban?
Bu köy, burada tek başına küflenmekte ve ben, tek başıma gözyaşlarımı içime çekmekte devam
edeceğim. Bir türlü kaynaşamayacağız.
Bu kaynaşma için bize cihanın baştan başa tutuşması yetmedi. Bu ayrılık bizi mahşer
gününde bile bir araya toplayamadı. Mütarekenin ilk günlerinde, bana bir tanıdık diyordu ki:
Ne bu zırhlılardan, ne bu ordudan, ne sokak başlarındaki bu makineli tüfeklerden
korkuyorum. Beni, korkutan şey, kendi aramızdaki anlaşmazlıklar, kendi aramızdaki
nifaklardır. Bizi asıl bu mahvedecek. Ben, içimden diyordum ki, bu adam, bu hükmü hep
İstanbul'a göre veriyor, karışık ve bulanık bir şehir halkının huyunu bütün millete mal ediyor.
Asıl vatanı, asıl milleti, Anadolu'yu hesaba katmıyor. Orası, buradaki nifaklardan ve
pisliklerden arıdır. Orası, benim gözümde, ıstırabın en özlü alevlerinde kaynayıp pişmiş bir
hayat mayasıyla yuğrula yuğrula kutsallaşmıştır:
Bu ülkede, temiz yürekli, duygulu ve candan insanlar vardı. Zenginin kapısı fakire açık ve
gurbet yolları, sonunda mutlaka bir sıcak yurda ulaşacaktı. Orada, bütün kadınlar ana, bütün
kızlar kardeş ve bütün çocuklar evlattı. Oranın taşı arkadaş, yoksulluğun derecesi bence
malumdu. Fakat, bu maddi yoksulluğun içinde bir manevi varlık bulacağımı sanıyordum.
Şimdi ne görüyorum? Anadolu... Düşmana akıl öğreten müftülerin, düşmana yol gösteren
köy ağalarının, her gelen gasıpla bir olup komşusunun malını talan eden kasaba eşrafının,
asker kaçağını koynunda saklayan zinacı kadınların, frengiden burnu çökmüş sahte sofuların,
cami avlusunda oğlan kovalayan softaların türediği yer burasıdır.
Burada, bıyıklarını makasla kırptı diye nice fikir ve ümit dolu Türk gencinin kafası taş
altında ezildi. Burada, yüzü düşmana dönük, nice vatan mücahitleri savundukları kimselerin
eliyle arkadan vuruldu. Burada, milli timsalin, milli bağımsızlık sembolünün yolu kaç defa
kesildi ve kaç defa oturduğu şehrin etrafı isyan silahlarıyla çevrildi. Burada, ben, vatan delisi
millet divanesi; burada, ben harp malulü Ahmet Celal yapayalnızım.
Bunun nedeni, Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne
yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne
attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun.
Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir
vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu, hayvani
duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün
arasında bir yabani ot gibi biti. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne
biçeceksin? Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi?
Tabii ayaklarına batacak. İşte, her yanın yarılmış bir halde kanıyor ve sen, acıdan yüzünü
buruşturuyorsun. Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi
eserindir, senin kendi eserindir.
Günler ne uzun, aylar ne kısa!.. İşte, gene yaz. Hangi yılın yazı. Dur, bakalım gazeteye...
Gazeteler, odamın içinde birer küçük piramit halini aldı. Bir üstüme yıkılacak olsalar, eminim
altlarında bunalıp kalacağım. Bunlar, ne kadar da çok toz tutuyor! Bazı günler boğulacak gibi
oluyorum. Ve bunları, demet demet fırının külhanına attırmak istiyorum. Lakin, Emeti Kadın,
bunlara el sürmekten çekiniyor. (Süleyman gideli, onun yerine Emeti Kadın isminde bir
kocakarı güya bana bakıyor.) Çünkü, bunların üstünde birtakım insan resimleri var. Gene
bunun için değil midir ki, Emeti Kadın, kaç aydır benim hizmetimde olmakla beraber bir kere
odamdan içeri ayak atmamıştır. Resimler, tablolar ve birkaç biblo bulunan bu odaya girerse
çarpılacağını sanıyor. Bana, bunlar arasında yaşadığım için hayret, korku ve biraz da
vesveseyle bakıyor! İlk geldiği günler kapının aralığından tam karşıya rastlayan dolabın
üstündeki Sokrat'ın büstünü işaret ederek:
– Gece bundan korkmayon mu hee? diye sordu.
Bu, meşe kütüğünü andıran kalın bir kadındır. Yüzü o kadar çiçek bozuğudur ki, cepheden
bakıldığı vakit karnabahar göbeğini andırır ve bu karnabahar bir kasırga esnasında, bir
bostandan henüz koparılmış gibi toprak ve çamurla bulanmıştır.
Bir gün ona sordum:
– Emeti Kadın, sen hiç yüzünü yıkamaz mısın?
– Ay oğul, hiç vaktim olmuyor ki... Sabah garanlığında çocuğu eserler püserlerim,
dağarcığına yiyeceğini goyarım. İneğin altını temizlerim, sütünü sağarım. Ocağa vurur,
kaynatırım. Sütü ateşten indirir indirmez, buraya koşar gelirim. Sen bekarsın. İneğin davarın
yok emme, işin ağırdır. Çay suyu kaynat, dersin... Akşamdan kalmış kabı kacağı ıscak suda yuğ
dersin. Her gün türlü türlü aş istersin. Senin yanında gün nasıl geçer, bilir misin? Akşam eve
vardığımda, bizim oğlan açtır, yorgundur. Sütü ısıtır, içine ekmeği doğrar, eline veririm. Bazı
canı peynirle soğan ister. Bazı bana bir bulamaç ediver, der.
Emeti Kadın, bu tarzda, öksüz torunu sığırtmaç Hasan'dan bahseder. Bu, on bir, on iki

You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Yaban - 10
  • Parts
  • Yaban - 01
    Total number of words is 2653
    Total number of unique words is 1600
    24.0 of words are in the 2000 most common words
    36.1 of words are in the 5000 most common words
    43.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 02
    Total number of words is 2955
    Total number of unique words is 1746
    31.8 of words are in the 2000 most common words
    45.1 of words are in the 5000 most common words
    52.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 03
    Total number of words is 2944
    Total number of unique words is 1750
    36.0 of words are in the 2000 most common words
    50.1 of words are in the 5000 most common words
    56.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 04
    Total number of words is 2831
    Total number of unique words is 1654
    36.3 of words are in the 2000 most common words
    51.8 of words are in the 5000 most common words
    60.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 05
    Total number of words is 2895
    Total number of unique words is 1633
    37.4 of words are in the 2000 most common words
    51.9 of words are in the 5000 most common words
    59.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 06
    Total number of words is 2852
    Total number of unique words is 1658
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 07
    Total number of words is 2951
    Total number of unique words is 1671
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 08
    Total number of words is 2909
    Total number of unique words is 1690
    35.8 of words are in the 2000 most common words
    49.3 of words are in the 5000 most common words
    56.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 09
    Total number of words is 2947
    Total number of unique words is 1673
    36.5 of words are in the 2000 most common words
    50.3 of words are in the 5000 most common words
    56.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 10
    Total number of words is 2850
    Total number of unique words is 1677
    35.9 of words are in the 2000 most common words
    48.5 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 11
    Total number of words is 2843
    Total number of unique words is 1623
    35.5 of words are in the 2000 most common words
    50.0 of words are in the 5000 most common words
    57.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 12
    Total number of words is 2830
    Total number of unique words is 1611
    35.8 of words are in the 2000 most common words
    50.1 of words are in the 5000 most common words
    58.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 13
    Total number of words is 2910
    Total number of unique words is 1642
    36.4 of words are in the 2000 most common words
    50.8 of words are in the 5000 most common words
    58.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 14
    Total number of words is 2827
    Total number of unique words is 1672
    34.7 of words are in the 2000 most common words
    48.6 of words are in the 5000 most common words
    56.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 15
    Total number of words is 2766
    Total number of unique words is 1590
    35.7 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 16
    Total number of words is 2879
    Total number of unique words is 1731
    32.0 of words are in the 2000 most common words
    45.4 of words are in the 5000 most common words
    52.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 17
    Total number of words is 2909
    Total number of unique words is 1655
    27.1 of words are in the 2000 most common words
    38.9 of words are in the 5000 most common words
    46.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 18
    Total number of words is 2802
    Total number of unique words is 1690
    27.9 of words are in the 2000 most common words
    40.2 of words are in the 5000 most common words
    47.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 19
    Total number of words is 1511
    Total number of unique words is 1016
    27.6 of words are in the 2000 most common words
    39.4 of words are in the 5000 most common words
    46.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.