Yaban - 02

Total number of words is 2955
Total number of unique words is 1746
31.8 of words are in the 2000 most common words
45.1 of words are in the 5000 most common words
52.7 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
yabanlaşan tipik aydın... Bu nedenle ne zaman halk-aydın kopukluğu tartışılsa Yaban'ın gündeme
gelmesi bir rastlantı değil. Üstelik bildiğim kadarıyla bu, salt bize özgü bir sorunsal. Batılılaşma
serüvenine bağlı olarak elbette.
Yaban'ın bu on sekizinci basımına, Berna Moran'ın Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış adlı
yapıtının Yaban'ı konu edinen bölümünden bir parça ekledim. Ayrıca, Genel Bibliyografya
bölümü de yeni eklerle genişletildi. Bu konuda yardımını gördüğüm genç bibliyograf Hatice
Aynur'a teşekkür borçluyum.
Atilla Özkırımlı, 15 Temmuz 1984
YABAN'IN İKİNCİ BASILIŞI VESİLESİYLE
Mevcudu çoktan tükenmiş olan Yaban'ı, bu sefer, yeniden bastırmağa karar verişimin başlıca
sebebi, günden güne artan umumi bir isteği yerine getirmek zorunda kalışımdır. Böyle bir istekle
karşılaşmamış olsaydı Yaban, halkın huzuruna tekrar çıkmak lüzumunu duymayacaktı. Zira, bu
eser, yayım meydanına ilk adımlarını attığı günlerde ne kadar çok şımartıldı ise, son yıllarda; o
kadar insafsızca hücumlara uğramış, o kadar çok hırpalanmıştır. Eski Babıali mahallesinin köşe
başlarını tutan bazı sokak demagogları onun aleyhine birtakım suikastlar tertip etmiştir ve onu,
her gün üstünde dolaştıkları kaldırımların çamuruna bulamak istemişlerdir.
Bu çirkin ve iğrenç macera, yegane kuvveti, yegane meziyeti samimiyetten ibaret olan bir
eserde kafi bir tiksinti ve çekingenlik uyandırabilirdi. Fakat, Yaban, en geniş, en büyük rağbete,
asıl, bu tecavüzlerden sonra erdiği için hakimlerin en adaletlisi halkın, kimden yana olduğunu
derin bir minnettarlıkla hissetti ve işte bu minnet borcunu ödemek niyetiyledir ki, bugün tekrar,
onun karşısına çıkıyor.
Eski Latin şairi Horatius, kendi eserlerinden birine şöyle hitap eder: Haydi, git; halkın içine
karış; artık, sen, benim malım değilsin!.. Her yazar, her sanatçı, kendi eserine aynı şeyi
söyleyebilir.
Fakat, en ziyade, bir milli heyecanın mahsulü olan eserlerdir ki, meydana geldikleri andan
itibaren, artık, üstlerinde taşıdıkları isimle bütün manevi ilişkilerini keserler ve kendi talihlerini
kendileri tayin ederler.
Buna karşılık, bir yazarın, kendi eserinden ayrılıp ona yabancı kaldığı da çok vakidir. Ben
Yaban'da neler yazmış olduğumu o kadar unutmuşumdur ki, ona edilen hücumlar esnasında, ben
de bazı kimseler gibi onun masumluğundan şüpheye düşer gibi olmuş ve ancak, onu, yeni baştan,
tekrar okuyunca kendi savunmamı en açık satırlar halinde, bizzat kendinde bulmuştum.
Mesela, Yaban'a yöneltilen başlıca suç, kitabın köylü aleyhtarı bir karakter taşıması; köylünün
maddi ve manevi sefaletini bir entelektüel ağzından tezfiye kalkmış olmasıdır. Yaban'ı ikinci defa
gözden geçirdikten sonra anlıyorum ki, bu, bütün manasiyle bir iftiradır. Zira, romanın kahramanı
olan entelektüele, elinizde tuttuğunuz şu cildin bu baskıda hangi sayfaya rastlayacağını
bilmediğim bir yerinde, bundan yirmi beş yıl evvelki köyün hazin bir tablosunu çizdikten sonra
dedirtmişim ki:
Bunun sebebi, Türk aydını gene, sensin! Bu viran ülke ve bu yoksul insan kitlesi için ne yaptın?
Yıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de
gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun.
Anadolu halkının bir ruhu vardı; nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir
vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı; işletemedin. Onu, hayvani
duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün
arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi elinde orak, buraya hasada gelmişsin! Ne ektin ki, ne
biçeceksin?..
Gene Yaban'ın birinci sayfasında köylülerin cahilliğinden bahsederken Türk entelektüeli
birdenbire kendini toplar ve der ki:
Eğer bilmiyorlarsa kabahat kimin? Kabahat benimdir. Kabahat, ey bu satırları heyecanla
okuyacak arkadaş, senindir. Sen ve ben onları, yüzyıllardan beri bu yalçın tabiatın göbeğinde,
herkesten, her şeyden ve her türlü yaşamak şevkinden yoksun bir avuç kazazede halinde
bırakmışız. Açlık, hastalık ve kimsesizlik bunların etrafını çevirmiştir. Ve cehalet denilen zifiri
karanlık içinde, ruhları her yanından örtülü bir zindanda gibi mahpus kalmıştır:
Bir objektif roman tekniğine göre, yapılmaması gereken bu çeşit tiradlarla Yaban'ın hemen her
tarafı tıklım tıklım doludur. O kadar ki, sanat bakımından, bir tenkitçinin, asıl hikayeyi bölük
pörçük eden bu feryadımsı hutbelere itiraz etmesi gerekirdi. Fakat, Yaban bir objektif roman
değildir. Yaban, bir ruh sıtmasının, birdenbire acı ve korkunç bir gerçekle karşı karşıya gelmiş bir
şuurun, bir vicdanın çıkardığı yürek parçalayıcı haykırışıdır. Ve ben, Orta Anadolu viraneleri
içinde dolaşırken yüreğime düşen odun yanığını, bundan yirmi yıl evvel yazıp neşrettiğim bir
nesirde ilk defa o viraneler halkına şu hitabeyle ifadeye çalıştım:
BARBARLARIN YAKTIĞI KÖYLER AHALİSİNE
Bilmem beni hatırlıyor musunuz? Ben sizi asla unutmadım. Zira, köylerinizin viraneleri içinden
geçerken kadın, erkek, genç ihtiyar, çoluk çocuk hayran, ürkek ve mahçup çehrelerle, yumuşak
yastıklarına yaslandığımız otomobillerin etrafını aldığınız zaman hayatımın en derin, en büyük en
yüz kızartıcı utancını duymuştum. Utanç ise, kıskançlık ve haset gibi unutulmaz, silinmez bir
duygudur; geçtiği yerde ateşten izler bırakır.
Şu dakikada sizi ve köylerinizi hep birbirine karıştırıyorum. Hanginiz daha az sefil idi?
Hanginiz daha merhamete layıktı? Bilmiyorum; bildiğim bir şey varsa o da, sizin gözleriniz benim
gözlerime değdikçe, başımın önüme eğilmesi ve yüzümün kızarmış olmasıdır. Bunun için değil
midir ki, size hitabettiğim şu dakikada, hepinize karşı kalbimde kine ve öfkeye benzer bir şey
duyuyorum ve tekrar size doğru gitmek fikrine alışamıyorum; sizden korkuyorum. Bir caninin
öldürdüğü adamın cesedinden korktuğu gibi sizden korkuyorum. Üç yaşındaki çocuklarınızın
hayali bile bende cür'et ve cesaret namına hiçbir şey bırakmıyor.
Hatırlıyor musunuz, bilmem! Sonbahar mevsiminin serin günlerinde idi; hava kah kapanıyor,
kah açılıyordu ve bu durmadan değişmeler insanda hayata karşı bir güvensizlik uyandırıyor;
sebepsiz bir vesvese, bir endişe, bir büyük tehlike hissi gibi ürpertiyordu.
Arabamızın içine ne kadar gömülsek, yumuşak ve sıcak esvaplarımıza, örtülerimize ne kadar
bürünsek, zannediyorduk ki, yolumuzun sonunda bizi bekleyen şey açlık ve çıplaklıktır. İşte tam
bu sırada siz o viraneler içinden, göçmüş neslin cehennemden dönen hortlakları halinde, bizim
önümüze çıkıyor veyahut önümüzden kaçıp gidiyordunuz. Bizden niçin kaçıyordunuz? Bize
doğru niçin koşuyordunuz? Bizimle sizin aranızda müspet veya menfi bir ilgi var mıydı ki, bizden
kaçmak veya bize sokulmak ihtiyacını duyuyordunuz?
Evet, aramızda bir bağ, bir ilgi yar mıydı? Siz benim için yerin dibinden çıkmış müstehaseler ve
biz sizin için başka bir küreden inmiş mahluklar değil miydik? Sizin, altında barınacak bir tek
damınız, başınızı koyacak bir tek yastığınız yoktu. Biz ise o kadar büyük arabalar içinde ve en
yumuşak yataklardan daha yumuşak yastıklar üstünde idik.
Biraz sonra siz, yangın külleri içinde kavrulmuş buğday ve arpa tanelerini toplamaya ve onları
iki taş arasında öğütüp yemeğe giderken, biz, yolun ferahlı ve sulak bir yerinde duracaktık ve
13


güneşten daha parlak çatallarımızın ucuyla, ezilmiş etler, soğuk börekler ve taze meyveler
yiyecektik ve bunları yerken esmer harp ekmeğini biraz tatsız bulacak ve geniş zamanların bize
bahşettiği (daha mükemmel bolluğu) hatırlayacaktık. Bilseniz, biz buna benzemez ne yemekler
tattık, ne rahat yerlerde oturduk, ne ferahlı saatler geçirdik...
Dünyanın başka yerlerinde öyle memleketler vardır ki, düzenini periler kurmuş sanılır.
Bastığımz yere sanki kadifeler döşenmiş gibidir; teneffüs ettiğiniz hava insanın başını döndüren
bir kevserdir; kadınları çiçekler ve çiçekleri kadınlar gibi kokar, orada herkes, her dakika
gülümser, her dakika, herkes için düğün bayramdır ve her oturulan sofra sanki bir hükümdarın
sofrasıdır. Geceleri, sizi bekleyen yatak, kuş tüyündendir. Öyle ki vücudunuzu içine bıraktığınız
zaman kendinizi göklerde bir buluta yaslanmış sanırsınız ve tavan, başınızın üstünde yıldızlı
gecelerin kubbesinden daha süslüdür: İşte, bu altımızda tepinen gururlu, çalımlı araba da
oralardan getirilmiş bir sürat ve rahat aletidir. Hayatı, oralardaki yaşayışa göre anlayan
vücudumuzun, sizin yaptığınız kağnı arabalarına binmeye artık tahammülü yoktur; nasıl ki, bir
defacık olsun sizin yediğiniz ekmekten yiyemeyiz.
Lakin, o sıralarda ki, arabamızın etrafını sarıyordunuz. Her biriniz bir başka tavır, bir başka
şive ile başınızdan geçen faciayı anlatıyordunuz. Örtündüğünüz paçavralar arasından kuru ve
esmer kollarınızı uzatıyordunuz. Biriniz: İşte gavurun el uzattığı kız budur; ateşe kaktılardı,
ayakları kötürümdür, diye ah ediyordu.
Bir diğeriniz de: Eyvah, eyvah neyim var neyim yok hepsini aldılar, mal, davar, tohum, oğul,
koca... hepsini... diye hıçkırıyordu ve bir kadın: Dokuz çocukla bir harabenin içinde çırılçıplak
kaldım; ne yapacağım, ne diyeceğim? Aman Allahım, aman Allahım! Diye döğünüyordu. O vakit
yemin ederim ki, sizden olmadığıma, sizi dinlemeğe paçavralar içinde, yalınayak gelmediğime
nedamet ediyordum. Gözyaşlarınız arkasında bize karşı sezdiğim kin ve hınçtan korktuğum için
değil, fakat felaket ve sefalet karşısında sefahat ve rahat denilen şeylerin ne kadar kaba, ne kadar
adi olduğunu hissettiğim içindir ki, sizin aranıza karışmak, sizin aranızda kaybolmak, kendimi
sizinle beraber görmek istiyordum; o dakika zannediyorum ki, hayatın en büyük zevki, neşesi ve
en büyük şerefi sizin gibi olmak ve sizin aranıza katılmaktır.
O dakikada, Nasıralı Nebinin ruhundaki bütün esrar bana perde perde beliriyordu; onun;
cüzzamlıları neden öptüğünü, sefil ve serserilerle neden düşüp kalktığını; neden toklar
sofrasından kaçıp açlar çevresine sığındığını, neden dilencilerle beraber gezindiğini ve
meczupların sohbetini neden akıllıların meclisine tercih ettiğini anlıyordum. O demişti ki: Asıl
mutlu açlardır, zira doyunacaklar. Asıl mutlu çıplaklardır, zira giyinecekler. Asıl mutlu zulüm
görenlerdir, zira adalete kavuşacaklar.
Evet, buna inanınız! Biz ki tokuz, biz ki giyinmişiz; biz ki adalet dağıtanlar arasındayız,
ruhumuz bin türlü gamla doludur! Hiç bilmediğiniz, görmediğiniz kederler, bizi, Eyyub'un etini
kemiren kurtlar gibi kemiriyor. Bu temiz, rahat ve yumuşak örtüler altında şüphe, gurur, nahvet
ve ihtiras denilen türlü türlü illetlerle şerha şerha kanıyan bir derimiz var. Düşmanın hıncı,
vahşeti sizin üstünüzden bir kaza gibi gelip geçti; fakat biz o hıncı, o vahşeti ve o düşmanı daima
içimizde taşıyoruz. Durmadan yanıp, durmadan tutuşuyoruz; durmadan yağmaya, talana,
durmadan eza ve hakarete maruzuz; her dakika doğrulup her dakika yıkılıyoruz.
Ey, yanmış tarlası üstünde beyaz sakalını yolan ihtiyar; ey, evladının mezar taşından başına
yastık yapan ana; ey, geceleri, köpeklerle beraber uluyan aç çocuk; ey, bekareti iğrenç bir yara
halinde kanayan genç kız, Allah cümlenizi bizim düştüğümüz dertten masun eylesin!
İşte, Yaban, bu yazının yayımlanmasından on, on bir yıl sonra, aynı yürek acısını daha geniş bir
ölçüde ifade etmek için meydana geldi. Porsuk Çayı kıyılarında geçirdiğim üç dört aylık kabusu,
şuurum altı, on yıl durmaksızın yaşamakta devam etmişti.
Anlıyorsunuz ki, bu eser, benliğimin çok derinliklerinden, adeta kendi kendine sökülüp
koparak gelmiş bir şeydir. Bir şeydir, diyorum. Zira, bu, ne bütün manasiyle bir roman, ne bütün
manasiyle
bir sanat ve edebiyat işidir. Hele, politika denilen gündelik davalarla hiçbir ilgisi yoktur.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu

 

İÇİNDEKİLER

 

YABAN
Sakarya savaşından sonra düşman orduları Haymana, Mihalıççık ve Sivrihisar bölgelerini,
bize; yer yer ateş yığınlarıyla örtülü ıssız ve engin bir virane halinde bıraktı. O afetlerden arta
kalmış halkın, bu taş yığınları arasında, ilk insanlardan farkı yoktur. Bunlar, yarı çıplak bir
halde dolaşıyor; alevin kararttığı harman yerlerinde toprağa, çamura karışmış yanık buğday ve
mısır tanelerini iki taş arasında ezerek öğütmeye çalışıyor; adı bilinmez otlardan, ağaç
köklerinden kendilerine bir nevi yiyecek çıkarıyor ve bir yabancının ayak sesini duyunca her
biri bir yana kaçıp bir kovuğa saklanıyordu.
İşte, Garp Cephesi Kumandanlığının gönderdiği –Tetkiki Mezalim Heyeti– o viranelerde,
taşlar altında kömürleşmiş insan kemiklerini araştırırken, bu kitabı teşkil eden yazıları,
arasından yırtılmış ve kenarları yanmış bir defter halinde buldu. Köylülerden bunun sahibinin
ne olduğunu sordu. Kimse, onun nereye gittiğini bilmiyordu. Bununla beraber, onun iki üç yıl
hep bu köyde oturduğunu ve son felaket gününe kadar burada kaldığını söyleyen de kendileri
idi.
– Tetkiki Mezalim Heyeti– azasından biri bu kayıtsızlığa şaştı:
– Nasıl olur! dedi, nasıl olur. İnsan yıllarca beraber yaşadığı bir kimsenin nereye gittiğini,
ne olduğunu bilmez mi?
Köylüler, küskün bir tavırla omuzlarını kaldırıp uzaklaşıyorlardı. Yalnız, içlerinden biri, yaşı
belirsiz küçük ve sıska bir adam, döndü:
– Dee, sizin gibi yabanın biriydi, dedi.
Dünyadan elini eteğini çekmiş bir kimse için Anadolu'nun bu ücra köşesinden daha uygun
neresi bulunabilir? Ben, burada diri diri, bir mezara gömülmüş gibiyim. Hiçbir intihar bu
kadar şuurlu, bu kadar iradeli, bu kadar sürekli ve çetin olmamıştır.
Daha otuz beşimize basmadan her şeyin bittiğini, işin tamam olduğunu; aşkın, arzunun,
ümit ve ihtirasın artık bir daha uyanmamak üzere sönüp gittiğini kendi kendimize itiraf
etmek; kendi kendimize, bütün mutluluk ve başarı kapılarının kapandığını söylemek ve gelip,
burada bir ağaç gibi yavaş yavaş kurumağa mahkum olmak. Böyle mi olacaktı? Böyle mi
sanmıştım? Lakin, işte böyle oldu ve böyle olması lazımdı.
Mehmet Ali, bana: Gel beyim, seni bizim köye götüreyim; buralarda, yalnız başına sersebil
olursun dediği vakit, bir Anadolu köyünün ne olduğunu bilmiyor değildim.
Mehmet Ali: Gel beyim, seni bizim köye götüreyim, dediği vakit, bu köyü, kafamın içinde
olduğu gibi görmüştüm.
Hatta Mehmet Ali'nin evini, hatta bu odayı, hatta, bu delikten seyrettiğim manzarayı...
Zaten, Cihan Savaşında kolumu kaybetmezden önce bütün şiir kabiliyetimi, bütün sade
dilliliğimi kaybetmiş bulunuyordum. Korkunç, iğrenç ve yalçın gerçek parmaklarının ucundaki
kan ve alnının ortasındaki çamurla! çoktan bana görünmüştü. Biliyordum ki, toprak katı ve
tabiat zalimdir ve insan cinsi bozuk bir hayvandan başka bir şey değildir; biliyordum ki, insan
hayanların en kötüsü, en bayağısı ve en az sevimli olanıdır. Evet, bilhassa en az sevimli
olanıdır.
Bunu, eşekler, mandalar, keçiler ve tavuklar arasında yaşamağa başladığım günden beri
daha iyi anlıyorum, daha iyi görüyorum.
Bu yaratıkların sadelikleri, samimiyetleri, içgüdülerindeki doğruluk ve isabet bütün
kusurlarını unutturuyor. İnsan içgüdüsü ise bozuktur. Onun için, doğruyu eğriden, çirkini
güzelden, faydalıyı faydasızdan ayırmasını bilmez ve akıl denilen bir cehennem aletinin
hükmü altında gülünç, kaba, sersem ve patavatsız kıvranır durur. Gene onun için, hareketleri
aksaktır, sesi ahenksizdir, neşesi yavan ve iğretidir.
Gördüm, gördüm. Medeni insanların hepsi benim önümde bir geçit alayı yaptılar.
Racine'lerin, Voltaire'lerin Fransızları; Bacon'ların, Shakespeare'lerin İngilizleri; ve hünerli
İtalyalılar ve yıldırım zaptetmişlerin çocukları hep, kendilerine mahsus kılıkları, kıyafetleri,
renkleri, konuşma ve gülüşmeleriyle benim önümden geçtiler. Ne terbiye görmemiş, ne galiz,
ne iğrenç, ne çirkin bir goril sürüsü!..
Bunlar yırtıcı ve barbar bile değildiler. Gasbettikleri şeylerle avurtları şiştiği vakit ve kendi
aralarında oynaşırken bana, tarife sığmaz bir gönül bulantısı, bir ruhtan tırmalanır duygusu,
bir derin kasvet gelirdi.
Kaç defa, elime bir sopa alıp, bunları önüme katarak kendi ormanlarına doğru sürmek
arzusunu duymuşumdur. Fakat sağ kolum yoktu...
Onun için değil midir ki, ben aralarında dolaşırken kaba kaba sırıtırlardı ve sağ tarafımda
bir boş torba gibi sallanan yenimle oynamaya kalkışırlardı. Sonra, bu yeni, sallanıp durmasın
diye, ucundan bükerek cebime soktum. O gün bugündür, hala öyle dolaşırım.
Lakin, bu köyde de hiç kimse kolsuz olduğumun farkında değil... Oysa, burada, isterdim ki,
farkında olsunlar. Zira, sağ kolumu, ben, onlar için kaybettim. İstanbul'da zilletim olan şey
burada şerefimdir. Hatta, ilk günler Mehmet Ali ile köyde dolaşırken şuna buna rastgeldik mi,
hemen sağ yanımı çevirirdim. Hele, yeni yetişen delikanlılarla genç kızlara ne yapıp yapıp
mutlaka bu eksikliğimi hissettirmeye çabalardım. Bu, benim son süsüm, son gösterişim, son
çalımımdı.
Beş on gün içinde o da gitti. Sağ kolumun yokluğu kimsenin takdirini celbetmek şöyle
dursun, hatta merhametini bile uyandırmadı. Acaba niçin? Bunu sonradan anladım. Zira,
burada, sakatlık hemen herkese mahsus bir hal gibidir. Mehmet Ali'nin anası enikonu
topallıyor. Salih Ağa'nın oğullarından biri kamburdur. Bekir Çavuş'un kızı Zehra kördür. Ben
görmedim, fakat Mehmet Ali'nin söylediğine göre muhtarın karısını, adı bilinmeyen bir illet
sekiz yıldan beri öyle bir evirip kıvırmış, o kadar karmakarışık bir hale sokmuş ki, bacaklarını
kollarından, kollarını bacaklarından ayırmanın imkanı yokmuş. Bütün vücudunda canlı yalnız
bir yeri kalmış. O da gözleri imiş. Muhtar her gün bağırırmış:
– Bari oldu olacak, şunları da kapayıversene.
Bunlardan başka, köyün iki meczubu, bir cücesi vardır. Şimdi, düşünün, bu illet ve sakatlık
yuvasında ben nasıl kendimi gösterebilirim?
Gerçi, köye geldiğim ilk günden beri, daima, herkesten ayrı bir durumdaydım. Gözle
görünmez bir çember, bir nevi karantina kordonu beni aralarına karışmak istediğim bu küçük
insan kümesinden ayırıp duruyor. Ne yapsam bu çemberi yaramıyorum. Zaten, korkunç engin
bir ıssızlıkla çepeçevre çevrilmiş bir köyün içinde benim etrafımı ayrıca başka bir ıssızlık
sarmış bulunuyor.
Mehmet Ali olmasa hiç kimse benimle konuşmayacak, benim yanıma yaklaşmaktan
çekinecek; bana köyün sokaklarında dikili bir korkuluk gibi bakacak. İlk günler çocuklar
benden ürküp kaçışmıyorlar mıydı? Köpekler arkamdan havlamıyorlar mıydı? Oysa, ben ne
acayip, ne korkunçtum. Bilakis... Ve buraya yabancılardan kaçıp geldim; yabancının cevrinden
kaçıp geldim. Ta ki, kendi kanımdan, kendi canımdan bu küçük insan cemiyetinin içine
karışayım, onunla haşır neşir olayım, onda kimsesizliğimi unutayım diye... Yolda, Mehmet
Ali'ye durup durup şu sözleri tekrar ediyordum:
Anan, benim anam; kardeşlerin benim kardeşlerim olacak. Bunu iyi bil. Ve Mehmet Ali hiç
cevap vermeksizin yağız erkek çehresinin ortasındaki o çocuk tebessümü ile gülümsüyordu.
O vakitten, bunun ne kadar imkansız olduğunu düşündüğü için midir ki, öyle susup
gülümsüyordu? Kimbilir, kimbilir... Türk köylüsünün ruhu, durgun ve derin bir sudur.
Bunun dibinde ne var? Yalçın bir kaya mı, balçık yığını mı, bir yumuşak kum tabakası mı?
Keşfetmek mümkün değildir. Onlara hitap ettiğim vakit hiçbir şey anlamaz gibi bön bön
yüzüme bakarlar. Sonra kendi aralarında bir şeyler mırıldanırlar. Hissederim ki sözlerimi
anlamışlar, fakat, tasvip etmemişlerdir. Bazen bıyık altından bana güldüklerini de sezerim.
Buraya gelişimin ilk haftaları, etrafıma yalnız korku ve kuşku veriyordum. Beni, hükümet
tarafından gönderilmiş herhangi bir memur, bir tahsildar, bir öşürcü, bir jandarma, yoksa bir
askerlik şubesi başkanı mı sandılar bilmem; fakat, hepsinin yüzünde korku ve kuşku
belirtilerini açıkça görmüştüm.
Sonradan benim ne o, ne de şu olmadığım, benim bir hiçten ibaret olduğum anlaşılınca
irkinti ile buruşan alınlar yerine hayretle açılan gözler ve sinsi bir istihza ile bükülen dudaklar
görmeğe başladım. Bana bakarken herbirinin gözlerinde parlayıp sönen, sönüp parlayan bir
acayip ışık damlası beliriyordu. Şüphesiz, kökleri benim erişemeyeceğim derecede uzaklarda
bir nevi gizli ve şeytani zekanın bir sızıntısı olan bu ışık kadar beni rahatsız eden bir şey
hatırlamıyorum. O beni her yerde, her dakika izliyor, tek kurtuluş deliğim olan odama kadar
sokuluyor; yıkanırken, giyinirken, soyunurken veya traş olurken bir an yakamı bırakmıyor.
En basit, en sade, en tabii hareketlerim onlara, bir sirk ortasında, bir soytarının taklak
atışları, sıçrayışları, yuvarlanışları kadar tuhaf geliyor.
Mehmet Ali'ye soruyordum:
– Niçin her şeyim senin hemşerilerinin bu kadar tuhafına gidiyor?
Mehmet Ali önce inkar etmek istiyordu; sonra kendini tutamıyor; baklaları, birer nasihat
halinde, ağzından çıkarıyordu:
– Beyim her gün traş olmayıver.
– Beyim, bu dağın başında sabah akşam dişlerini fırçalamak neyine gerek.
– Beyim, bizde saçlarını kadınlar tarar.
– Beyim, geceleri, sabahlara dek mırıl mırıl ne okuyup duruyorsun? Seni büyü yapar
sanırlar.
Geceleri sabahlara kadar okumayayım da ne yapayım? Ben, el ayak çekildikten sonra
odamın kapısını sürmeleyip kitaplarımla başbaşa kalmak saatini dört gözle beklerim. Çünkü,
bu ömrümün bütün hazin sergüzeştini ve yaşadığım anın ağır sıkıntısını unuttuğum tek
saattir. O vakit, bu çıplak ve yalçın oda, gerçek dünyadan daha geniş, daha ferahlı bir alemin
munis, sevimli ve her biri sihir ve füsunla yoğrulmuş mahlukları ile dolmağa başlar.
Kendileri çekildikten sonra kokuları havada kalan dilber ve nadide kadınlar, sesleri bir ana
sesinden daha yakın, daha dokunaklı arkadaşlar, nur çehreli ihtiyarlar, coşkun suya benzeyen
berrak gözlü, Dante'nin Beatrice'i, Petrarka'nın Leonora'sı, Romeo'lar, Julietta'lar ve daha
birçok tatlı hayaller... Kimi yatağının üstünde yanyana, kimi bir küçük çocuk gibi benim
kucağımda, kimi bir iskemlede tek başına, kimi ayakta, kimi pencerenin kenarında dirseğine
dayanmış; kimi odanın içinde bir aşağı beş yukarı dolaşarak benimle sabahı ederler; ve sabaha

You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Yaban - 03
  • Parts
  • Yaban - 01
    Total number of words is 2653
    Total number of unique words is 1600
    24.0 of words are in the 2000 most common words
    36.1 of words are in the 5000 most common words
    43.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 02
    Total number of words is 2955
    Total number of unique words is 1746
    31.8 of words are in the 2000 most common words
    45.1 of words are in the 5000 most common words
    52.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 03
    Total number of words is 2944
    Total number of unique words is 1750
    36.0 of words are in the 2000 most common words
    50.1 of words are in the 5000 most common words
    56.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 04
    Total number of words is 2831
    Total number of unique words is 1654
    36.3 of words are in the 2000 most common words
    51.8 of words are in the 5000 most common words
    60.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 05
    Total number of words is 2895
    Total number of unique words is 1633
    37.4 of words are in the 2000 most common words
    51.9 of words are in the 5000 most common words
    59.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 06
    Total number of words is 2852
    Total number of unique words is 1658
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 07
    Total number of words is 2951
    Total number of unique words is 1671
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 08
    Total number of words is 2909
    Total number of unique words is 1690
    35.8 of words are in the 2000 most common words
    49.3 of words are in the 5000 most common words
    56.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 09
    Total number of words is 2947
    Total number of unique words is 1673
    36.5 of words are in the 2000 most common words
    50.3 of words are in the 5000 most common words
    56.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 10
    Total number of words is 2850
    Total number of unique words is 1677
    35.9 of words are in the 2000 most common words
    48.5 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 11
    Total number of words is 2843
    Total number of unique words is 1623
    35.5 of words are in the 2000 most common words
    50.0 of words are in the 5000 most common words
    57.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 12
    Total number of words is 2830
    Total number of unique words is 1611
    35.8 of words are in the 2000 most common words
    50.1 of words are in the 5000 most common words
    58.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 13
    Total number of words is 2910
    Total number of unique words is 1642
    36.4 of words are in the 2000 most common words
    50.8 of words are in the 5000 most common words
    58.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 14
    Total number of words is 2827
    Total number of unique words is 1672
    34.7 of words are in the 2000 most common words
    48.6 of words are in the 5000 most common words
    56.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 15
    Total number of words is 2766
    Total number of unique words is 1590
    35.7 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 16
    Total number of words is 2879
    Total number of unique words is 1731
    32.0 of words are in the 2000 most common words
    45.4 of words are in the 5000 most common words
    52.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 17
    Total number of words is 2909
    Total number of unique words is 1655
    27.1 of words are in the 2000 most common words
    38.9 of words are in the 5000 most common words
    46.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 18
    Total number of words is 2802
    Total number of unique words is 1690
    27.9 of words are in the 2000 most common words
    40.2 of words are in the 5000 most common words
    47.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 19
    Total number of words is 1511
    Total number of unique words is 1016
    27.6 of words are in the 2000 most common words
    39.4 of words are in the 5000 most common words
    46.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.