Yaban - 03

Total number of words is 2944
Total number of unique words is 1750
36.0 of words are in the 2000 most common words
50.1 of words are in the 5000 most common words
56.9 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
kadar, havada kutsal bir orkestranın yankıları dalgalanır ve yaradanlarla yaratıkların elele
verip hep birarada raksettikleri sezilir.
Buraya, bir akşamüstü, alacakaranlıkta geldikti. Mehmet Ali arabanın içinden kolunu
dışarıya uzatıp:
– Aha bizim köy...
diye bağırdığı vakit, bir süre, boş yere etrafı araştırdım, hiçbir şey görmedimdi. Neden sonra,
Mehmet Ali'nin işaret ettiği tarafta bir karaltı seçer gibi olmuştum. Tek bir ışık yoktu. Yalnız
uzaktan uzağa köpekler havlıyordu. Bu sesler, ıssız Anadolu ovalarının ortasında, tek yaşantı
belirtisidir. Biraz daha sonra saman ve tezek kokularını duyacaktım. İşte, duymağa
başlamıştım.
Mehmet Ali, artık benimle konuşmuyor. Yarı belinden öte, arabadan sarkmış, köye doğru
uzanıyor. Sakın köye girdikten sonra beni büsbütün unutmasın! Şimdiden, içimde ona karşı
bir güceniklik peyda oluyor. Onu, köyünden kıskanır gibi idim. Daha doğrusu, dört yıllık bir
ayrılıktan sonra köyüne kavuşan bu erin yanında kendimi fazla buluyordum. Buraya ne
yapmaya geldim? Kendi kendimi gurbet iline sürmekten maksadım nedir?
Gurbet ili mi? Henüz hiçbir düşman ayağının basmadığı bu arı vatan toprakları bir gurbet
ili mi? Ne kadar inkar edecek olsam gene bu hissimi saklayamayacağım: Mehmet Ali'nin
köyüne yaklaştıkça bir şeyden, aziz bir şeyden ayrıldığımı sezinliyordum. Yüreğime bir ağırlık
çöküyordu.
Arkamda ne bırakmıştım ki böyle hüzünleniyordum? Bir yurt mu? Bir ana mı? Bir sevgili
mi? Hayır, hiçbir şey, hiç kimse.
Bütün kaybettiğim şeyleri burada bulmağa geliyorum. Araba, bir taşa çarpmış gibi
sarsılarak durdu. Mehmet Ali bana hiçbir söz söylemeden, aşağıya atladı. Karanlık içinde
kaybolup gitti. Ben, bu dakikadan itibaren iradesi başkalarının iradesine tabi bir adamdım.
Arabanın içinde büzülmüş oturuyordum. Bavullarımın, çantalarımın arasında, ben de bir
bavul, bir çanta gibiydim. Arabacıya: Geldik mi? Diye sormağa cesaret edemiyordum. Lakin o
bana sordu:
– Nereye gideceğiz?
– Bilmem. Arkadaşımı bekleyelim.
Nihayet, Mehmet Ali geldi. Yanında, bir metre yirmi santim boyunda bir gölge ile. Mehmet
Ali ve bu gölge arabanın içine doğru uzanıyorlar. Sessizce, eşyaları birer birer indirmeğe
koyuluyorlar. Ben de bunlarla beraber, aynı sessizlik içinde yere iniyorum.
Mehmet Ali, beni buraya getirdiğine şimdiden pişman mı? Acaba evde anasıyla kardeşleri
onun bir konukla geldiğini haber alır almaz kendisine çıkıştılar mı? Eşyamın arkasından
acayip bir sıkılganlıkla yürüyorum. Ayaklarım kah bir çukura giriyor, kah bir taşa çarpıyor.
Kah karpuz kavun kabuklarını andıran birtakım zıypak şeyler üzerinde kayıyor. Ve köy,
bataklıkta bir uyuz manda gibi kokuyor.
Mehmet Ali:
– Gir beyim...
diye seslendiği vakit, nihayet ameliyat masasının başına getirilen bir hasta gibi teslimiyetle
eğildim, bir delikten içeriye girdim. Tabanı kaba bir hasırla örtülü bir oda; kenarda bir ihtiyar
kadın, elinde bir fenerl'e duruyor. Mehmet Ali:
– Beyim, hele şuraya bir otur, dedi ve bana, odanın köşesinde bir şilte gösterdi. Kapıdan
girdiğim zamanki teslimiyetle şiltenin üzerine çöktüm. Kadın feneri yere koyup çekildi. Yarı
aydınlık içinde, gölgesi tavana vuran Mehmet Ali'nin yüzüne bakıyorum. Memnun mu? Canı
sıkılmış gibi mi? Hayır, ne o, ne bu... Mehmet Ali, sadece dalgındı.
Demin, kendisiyle beraber eşyaları taşıyan küçük adam, on, on bir yaşlarında bir erkek
çocuğu, şimdi odanın ortasında durmuş dikkatli dikkatli bana bakıyor. Mehmet Ali,
bavullarımı sıra sıra duvarın dibine koydu ve sonra dışarıya çıktı. Çocuk, aynı noktadan gene
bana bakıyor. Bu; çocuktan ziyade bir cüceye benziyor. Bakışlarının bir büyük adam
bakışlarından farklı olmaması şöyle dursun, yüzü şimdiden yıpranmış, vücudu katılaşmış,
hareketleri ağırlaşmıştı.
Soruyorum:
– Sen Mehmet Ali'nin kardeşi misin?
Başıyla, Evet işareti yapıyor.
– Kaç yaşındasın sen bakayım?
– On dört.
– Adın ne?
– İsmail.
– Okula gidiyor musun?
Yarı öfke, yarı hayretle omuzlarını kaldırıyor:
– Ne okulu be. Ben okula gideyim de burada işe kim baksın? Hem bu köyde okul yok. Dee,
imamın evinde okurlar.
Gene gözlerini yüzüme dikip durdu. Fenerin yerden vuran aydınlığı, ona acayip bir şekil
veriyor. Bostan korkuluklarının en biçimsizine benziyor. Onu yerinden kımıldatmak için
devam ediyorum.
– Haydi bakalım, bana yardım et. Şu eşyaları açalım.
Mehmet Ali'nin bana verilen odasında yerleşmem epeyce uzun sürdü. Bu, ovaya bakan iki
küçük pencereli, kavak ağaçlarıyla tutturulmuş tavanından kuru otlar sarkan, tabanı toprak bir
hücredir. Önce yatak takımını ve seyyar karyolamı saran iki harar beziyle bu tavanı örtmek,
sonra şehirden getirdiğim tahta ve muşambalarla bu toprak zemini kaplamak, döşemek lazım
geldi. Ceviz kitap sandığımı bir masa haline soktum, kapağından da bir nevi raf yaptım.
Yatağım, İstanbul'da ne ise, gene odur. Zira, savaşlardan beri seyyar karyolamı hiç
bırakmadım. O, benim vücudumun bir parçası oldu. Daha rahat bir yatakta asla
uyuyamıyorum.
Köylülük hayatımın bir türlü katlanamadığım ve hala halledemediğim en zor tarafı temizlik
sorunudur... Burada suyu bulmak için her gün ta çaya kadar gitmek gerekiyor. Çayın suyu ise
bir akar balçıktır.
Gerçi köyün içinde su yok değildir. Fakat, gerek kuyunun, gerek çeşmenin başı, her gün
sabahtan akşama kadar doludur. Apdest alan ihtiyarlar, evlerine su taşıyan kadınlar, kızlar ve
akla sığmayacak derecede pis oyunlarla oynayan çocuklar hep oradadır. Bazı, çaya kadar
gitmekten üşenen kadınların da çamaşırlarını çeşmenin yalağında yıkadıkları olur.
Hasat mevsimlerinden sonra haftalarca her nevi hububat aynı yalakta yıkanıp ayıklanır.
Hatta çok kere, yenilecek şeylerin; çocuk bezleri, kirli don ve gömleklerle bir arada
çalkalandığı da olur. Bu pisliği onlara anlatmak bir türlü mümkün değildir.
Bu gibi iddialarımı yalnız Mehmet Ali tasdik eder görünür. Lakin, pisliğin köylülükten o
kadar ayrılmaz bir vasıf olduğuna kanidir ki, bununla uğraşmaya hiç istek göstermez.
Zaten, buraya geldiğimiz günden beri, Mehmet Ali, benim hükmümden büsbütün sıyrılmış,
tamamıyla asker olmazdan önceki haline dönmüştür.
Dünkü neferimin hüviyetinde müşahade ettiğim bu geriye doğru gelişme, ilk zamanlar, beni
çok hayrete düşürüyordu. Sonra, ben de, yavaş yavaş köylüleşmeye başlayınca, bu olayı,
çevrenin kişi üzerindeki etkisine vermekte güçlük çekmedim.
Talim, terbiye, iyi örnek, bunların hepsi geçici şeylerdir. Ve çevre değiştirmedikçe, insanın
değişmesine imkan yoktur. Bu küçük mülaliazadan, Türkiye'deki yenilik ve garpçılık
hareketlerinin, neden başarısızlığa uğradığı sorununa kadar çıkabiliriz.
Fakat ben, buraya yalnız düşman zulmünden masun kalmağa gelmedim. Kendi kafamın
cevrinden kurtulmak için de geldim.
Düşünmek; insanların, mağara devrindeki gibi henüz birtakım toprak ve taş kovukları
içinde yaşadığı ve hayvanlarla haşır neşir olduğu bu yerde düşünmek, bana bir ayıp gibi
geliyor.
Bazı, köylülerle konuşurken soyut bir fikrin ortasında dilim tutulup kalıveriyorum.
Bir gün, bir öğle üstü idi. Kahvenin çardağı altında oturuyorduk. Bizim Mehmet Ali, Bekir
Çavuş, Salih Ağa ve Muhtar, hep orada idiler. Bahis, harp üzerine ve onun akıbetlerine dairdi.
Onlara İstanbul'un dört devletin askeri işgali altında olduğunu, İzmir'in ta Bursa'ya kadar
Yunanlılar tarafından istila edildiğini, Adana'dan henüz Fransızların el çekmediğini, Urfa'da,
Antep'te kanlı olaylar cereyan etmekte olduğunu haber veriyor ve her birinin yüzüne ayrı bir
dikkatle bakıyordum. Hiçbirinde ne hayret, ne dehşet, ne de alelade bir alaka izine tesadüf
etmedim. Ateşin içinden henüz çıkmış olan Mehmet Ali bile artık bunları geçmiş zamana ait
bir masal gibi dinliyordu.
Dedim ki: İşte Mehmet Ali bilir; İstanbul'da ne padişahın, ne devletin, ne hükümetin beş
paralık itibarı kaldı. Yüzbaşı rütbesinde yabancı subaylar, sadrazamlara emir veriyor.
Padişaha, filan adamı filan yere tayin et, filanı filan yerden kaldır, diye akıl öğretiyor.
Dinlemezse, kamçısını sallayarak Mabeyin kapısına dayanıyor. Ahaliye ise, yapılmadık cevir
kalmadı. Memleketin büyüklerini, akıllı adamları alıp Malta adasına sürdüler. Kimseye ağız
açtırıp söz söyletmiyorlar. Herkesi, olur olmaz sebeplerden haraca kesiyorlar.
Şundan, tavuğu baş aşağı tuttun diye beş lira, bundan, tramvayda yüksek sesle konuştun,
diye on lira alıyorlar.
Gene yüzlerine bakıyorum. Bu işleri, tuhaf bile bulmuyorlar. Sonra hislerine dokunmak
istiyorum. Diyorum ki:
– Bunların tecavüzünden ne karılarımızın ırzı, ne çocuklarımızın canı, ne din, ne iman,
hiçbir şeyimiz kurtulamadı.
Hepsine el uzatıyorlar. Ve bunları izah eden vakalar anlatıyordum. Tam bu sırada bir de
baktım ki, muhtar uyukluyor.
Mehmet Ali elindeki çakı ile bir söğüt dalını yontuyor. Salih Ağa, ta uzakta, yamaçta,
otlayan davarlarını gözetliyor. Yalnız, Bekir Çavuş biraz dikkat eder gibi göründü:
– Efendi, tekrar savaş olacak mı? dedi.
– Olmaktadır; dedim. İşitmediniz mi? Mustafa Kemal isminde bir büyük adam, bir büyük
kumandan, İstanbul'dan çıktı, Anadolu'ya geçti. Erzurum'da, Sivas'ta, milleti başına topladı. –
Hükümet, devlet görevini yapmıyor. Biz kendi kendimizi koruyacağız. Düşmana karşı
koyacağız dedi. Şimdi, onun adamları taraf taraf Yunanlılarla, Fransızlarla döğüşüyor. Hepsi
öyle kahraman kişiler ki...
Ve destani kıssalarla onları heyecana getirmeğe çalıştım. Çanakkale'de bulunmuş olan
Mehmet Ali, Mustafa Kemal adını hatırlıyor. Ona göz ucuyla baktım. Başını yonttuğu söğüt
dalından kaldırdı. Benden tarafa döndü:
– Beyim, Allah vere de, bizi tekrar askere almasalar, dedi.
Bu, benim köydeki en hüzünlü günüm oldu.
Salih Ağa, köyün zengin adamlarından biridir. Lakin, kılık kıyafet itibarıyla bir dilenciden
hiç farkı yoktur. Kışın en soğuk günlerinde bile, onun çorap giydiğini hatırlamıyorum. Ökçesi
basık pabucunun içinde, kara ve çatlak topuklu ayakları, ellerinden ziyade ortadadır.
Denilebilir ki, rüşeymi ve yeraltı kişiliğinin bütün ifadesi bu ayaklarda toplanmıştır.
Rahat mıdır? Sinirli midir? Bir arazi meselesinde, köylülerden birine, bir oyun oynamak
üzere midir? Bir işte kazanmış mıdır? Kaybı mı vardır? Sizin hakkınızda ne düşünüyor?
Bunları anlamak için hemen ayaklarına bakınız. Eğer bunlardan birinin başparmağı
oğulmakta ise Salih Ağanın canı bir şeye sıkılmış demektir. Eğer bunlardan biri ayakkabıyı,
parmaklarının ucunda hafif hafıf oynatmakta ise, biliniz ki, keyfi yerindedir. Çıplak tabanlarını
sizin yüzünüze doğru uzatıyor ve hareketsiz duruyorsa, emin olunuz ki, yeni gasbettiği bir
lokmanın hazım devresini geçirmektedir. Fakat, sizin hakkınızda bir fesat kurmakla meşgulse,
bu ayaklar, iki büklüm, onun altında saklıdır. Sinsi sinsi, bir ava doğru yaklaşan tilkinin adım
atışlarını hiç görmedinizse, Salih Ağanın yürüyüşüne bakınız.
Salih Ağa, bütün köy halkını öyle sihir ve nüfuzu altına almıştır ki, dört yıldan beri, hep
benim emrimle hareket etmeğe alışmış olan Mehmet Ali bile, köye geldikten sonra, iktisadi
durumumu tayin için bana, bir kere gidip Salih Ağaya danışmamı tavsiye etti.
– Beyim, akıllı adamdır. Ne edeceğini sana o bildirir, dedi.
Lakin ben ona danışmaktansa hiçbir şey yapmamayı ve hazır paradan yemeği tercih
ediyorum.
İstanbul'da babamdan kalan evi sattığım vakit, bunun parasıyla, gene Anadolu köylerinden
birinde, bir bostan ortasında bir küçük ev almayı tasarlıyordum. O bostan, gelirimi temin
edecek, bu evceğizde de ömrümün son yıllarını yaşayacaktım. Lakin, bu köyde, bostana
elverişli hiçbir yer görmüyordum. Gerçi Porsuk Çayı, ta yanı başımızdan geçiyor. Ama, bunun
suyundan istifade etmek için, enikonu bir kanalizasyon ameliyesine ihtiyaç görülüyor. Bu
kıyısındaki sazlık ve bataklık toprağı kadar masraf ve emeğe bağlı iş. Zaten köy içinde,
bostancılıktan anlar tek adam yoktur.
Oysa ben, Batı Anadolu'da ne güzel, ne yeşil bostanlar görmüştüm. Ortalarında bir dolaplı
kuyu vardı. Gözleri bağlı bir hayvan, durmadan bu dolabı çevirir. Ortadaki çıkrık, kah bir
çocuk gülmesine, kah bir kadın hıçkırığına benzer sesler çıkarır. Sıra sıra demir kovalardan
sular boşanır, dolar. Vakit, bir yaz akşamıdır. Kavak ağaçlarında Ağustos böceklerinin sesi,
henüz dinmemiştir. Kuyunun dört bir tarafından, düz, uzun, küçük toprak kanallar, serin ve
berrak suyu sarışın marul tarlalarına doğru götürür.
Elinde ufak bir çapa ile, bir adam, bu kanalların çizdiği geniş dörtgenler arasında, güya, bir
tabiat mezhebinin ibadetini yapıyormuş gibi yavaşça eğilip kalkar, durur, çömelir.
Ve siz, bir asma çardağının altında, bu alemin rehavetli bir seyircisisinizdir. Hava da
sulanmış toprak kokuyordur.
İşte, son zamanlar, bu benim biricik hülyamdı.
Burada ise, yalnız gerçek; çıplak, çirkin, kaba, yalçın gerçek!.. Boz toprak dalgaları,
alabildiğine uzuyor. Yeknesak ovayı ikiye bölen Porsuk Çayı şiddetli bir zelzelenin açtığı bir
uzun, bir yılankavi yarık gibidir. Hiç suyu görünmez. Ta yanına gittiğiniz zamanda bile, o
suyun cana can katan serinliğini ve rengini bulamazsınız. Boz topraklar orada çürümüş ve
pıhtılaşmış sanılır. Elinizi bir soksanız günün hangi saatinde ve hangi mevsiminde olursa
olsun bir cerahat gibi ılıktır.
Ve tepeler... Ve tepeler, birer urdur. Ve bütün ufkun çerçevelediği alem, ancak, bu ıstırap
manzarası ile canlı görünür.
Boş ve lüzumsuz feza içinde; hiçbir kuşun geçtiğini görmedim. Allah insanları intihaba
davet için, o büyük Tufan cezasını tertip zahmetine katlanmamalı idi. Nuh'un ümmetini, böyle
bir toprak üstünde bu çıplak tepelerle çevrilmiş yere bırakmalı idi.
Her akşamüstü sanıyorum ki, artık dünyanın sonu gelmiştir. Üzerinde yaşadığım bu toprak,
ya içindeki gizli dert ile şişip çatlayacak, ya da, bir dehşetli gürültü ile yerin dibine doğru çöküp
gidecektir.
Onun içindir ki, her sabah, gözlerimi açar açmaz, derin bir hayal kırıklığına uğrarım. –
Niçin, beklediğim tabii olay vuku bulmadı? derim. Ve damlardan çıkan bütün hayvanlar,
benimle beraber bu işe hayrettedirler.
Demek bir gün daha? Ve, ne gün!..
Emeti ninenin yetimi, davarı önüne katmış her adımda, bir ihtiyar adam gibi öksüre öksüre
sırtlan tırmanıyordur. Kara mandalar, bir filden daha buruşuk, daha uyuz, iri, çapaklı gözlerini
devirerek, etrafta yiyecek bir şey aramaktadır. Köyün mezbelesinde, köpek enikleriyle insan
yavruları birbirine karışmış, oynaşıyorlar. Kah küçük çocuklardan biri, süprüntülerin
arasından kemirecek bir şey bulup çıkarır. Köpek, üzerine hücum eder, kah köpeğin ön
ayakları arasındaki bir lokmaya çocuk saldırır. Bazen de, iki taraf arasında paylaşılamayan bir
karpuz veya kavun kabuğunu, bir mandanın sömürdüğü görülür.
İşe gitmeyen eşekler, açlıktan ve sıkıntıdan, akşama kadar, acı acı anırırlar. Ah, bu eşek
anırışları! Dünyada bundan yanık, bundan elemli bir ses daha bilir misiniz? Sustukları vakit
de, tavırları, bu feryatlardan daha az hazin değildir. Kara, derin ve kadifemsi gözlerinde bir
gam uzun ve güzel kulaklarında bir titrek duygu ve kafalarında derin düşünceler taşıyan
hakimlerin şirin vakarı vardır.
Ben, bu hayvanları çok severim. Bu çirkin, galiz tabiat ortasında tatlı ve cana yakın yalnız
onlardır.
Mehmet Ali'lerin bir boz eşeği var. Bütün evin işini gören odur. Büyük şehirlerde,
Frenklerin bonne a tout faire dedikleri hizmetçi kadının görevlerini o yapar. Yalnız, yemek
pişirmesini bilmez. Çamaşır yıkamaz ve ütü ütülemez. Zaten bu işten iki tanesi pek seyrek
yapılan, bir tanesi de hiç yapılmayan şeylerdir.
Her ayda, iki üç defa kah Mehmet Ali'yi, kah anasını, kah kardeşini kasabaya götürüp
getiren de bu eşektir. Mehmet Ali'nin anası, evde yaptığı bütün iyi şeyleri, yemez, içmez, hiç
kimseye tattırmaz, alır kasabaya götürür.
Ben geldiğim günden beri gerçi, bunların bir miktarını evde alıkoyabiliyoruz. Ben yağı
olsun, yoğurdu olsun, peyniri veya sucuğu olsun, kasabadaki fiyatının iki mislini verip almağa
muvaffak olabiliyorum. Bu suretle de kadın gene memnun görünmüyor. Mırıldanıyor. Çünkü,
onca, paranın bereketlisi, pazarda kazanılandır. Onun için, çok zaman hiç kimseye haber
vermeden, sabahleyin, şafakla beraber sıvışır. Zaten, yol uzundur. Köylülere sorarsanız, De–e,
şuracıkta, derler, amma köylülerin de–e, şuracıkta'sını ben bilirim. En kısa de–e, beş altı saat
sürer.
Bunlarda zaman kavramıyla mesafe kavramından niçin eser yoktur? Gün geçtikçe, bu
sorunun karşılığını, kendi kendime buluyorum. Çünkü; bende de, buraya geldiğim günden
beri, zaman kavramı hayli zayıflamıştır. İlk aylar, günlerin adını unutuyordum. Şimdi, ayları
birbirine karıştırıyorum ve yalnız mevsimlerin değiştiğini hissediyorum.
Kaç yaşımda olduğumu ve arkamda bıraktığım geçmişi unuttuğum gün, kimbilir, ne kadar
rahat edeceğim! Lakin, bu hale vardığım vakit de, gene bu engin ve kurak ovaların korkunç
genişliğini hissetmekten kurtulamayacağım. Bu his her an yüreğimi burkuyor, başımı
döndürüyor ve irademi hurdahaş ediyor.
Lakin, bu köy, bir çöl ortasında, bir konak kadar bile yüreğime güven vermiyor. Bir konak,
mesafe içinde bir hareketi gösterir. Bugün, burada iseniz, yarın bir vahanın kenarına
erişeceksiniz. Öbür gün, bir büyük nehrin suları sizi karşılayacaktır. Oysa, Orta Anadolu'da bir
köy donmuş bir konaktır. Burada, mesafe sizi yutmuştur. Siz, mesafe içinde, dehşetten
donmuşsunuzdur.
Gerçekten, bir eski Hitit harabesine benzeyen bu köyde, insanların, toprak altından henüz
çıkarılmış kırık dökük heykellerden farkı ne?
Ara sıra, Bekir Çavuş'la, onun gezip gördüğü yerlerden bahsederiz. Bekir Çavuş, çok yer
gezip görmüş olmakla övünür. Onca, hemşerilerinin bu kadar geri kalmalarının sebebi, kendisi
gibi gezip görmemiş olmalarıdır.
– Ah, beyim, bir düşün. Yirmi üç yıl askerlik bu. Ne Urumeli kaldı, ne Şam, ne Girit...
Ve sırasıyla, bütün bulunduğu yerleri sayar. Ona göre dünya, bir uzun şerit gibidir. Bu
köyden başlar, bu köyde biter. Ve bu şerit üstünde şehirler, ülkeler, kıtalar, adalar, sıra sıra,
birer yol menzilini gösteren noktalardır.
– Girit'te, der, ben, sabun yapılırken gördüm. Zeytini, böyle bizim gibi dibekte
dövmüyorlar. Fabrikaları var: Bir yandan zeytin koyarsın, öbür yandan yağ çıkar. Çekirdekleri
bir yana, çöpü, posası bir yana gider. Buz gibi zeytinyağı. Aha, tıpkı İstanbul suyu gibi. Sabuna
gelince...
– Şam mı? Hey Allahım, hey... Orayı gördükten sonra ben, gayri dünyanın hiçbir tarafına
metelik vermem. Bir su, bir yeşillik. Tıpkı bizim imamın anlattığı Cennete benziyor. İnan
olsun, beyim tam sekiz türlü yemiş saydım. Bir karpuzu var. Halebinkiler gibi bal. Hele
Tulkerim karpuzu, beş kişi bir araya gelse yerinden kaldıramaz.
Bekir Çavuş'un başka memleketlere dair, bu basit hikayeleri muhayyilemi tatlı tatlı
okşamaktan geri kalmaz. Beni, şu bulunduğum yerden alıp götüren her söz, her hikaye, her
resim bana, adeta bir bedii heyecan veriyor. Bir gün, Bekir Çavuş, bana bilmem nerenin
suyundan, yemişinden bahsederken, sordum.
– Ya kadınlar?..
Elli yaşında adam utangaç bir çocuk gibi önüne baktı. Geniş ve sürekli bir gülümseme ile
sırıttı.
Bu vak'a, köye gelişimin yedinci veya sekizinci ayında mı ne oldu. Bu vak'a, diyorum. Zira,
dilimin ucuna, farkına varmaksızın, birdenbire gelen bu soru, bana, his hayatımın şayanı
dikkat bir merhalesine geldiğimi ispat etti.
Bu çorak yerlerde, derimi kavuran ateş, yavaş yavaş içimi sarıyor, gönlümü kavurmağa
başlıyor. Ben, yalnız sudan, gölgeden ve yeşillikten yoksun değilim. Buraya geldiğim günden
beri, kadın veya kız denilmeğe layık tek bir yaratık dahi görmedim. Oysa, ben, Mehmet Ali'nin
düğününde de bulundum.
Mehmet Ali, buraya geldiğimizin ikinci ayı civar köylerin birinden bir kız aldı. Bu, onun
üçüncü evlenmesi olmakla beraber, kendisine, bir yeni güveye yapılan şeylerin hepsi yapıldı.
Ah, ne ağır, ne sıkıntılı ve ne kadar kaba idi bu düğün! Mutlaka, Avrupa'da, bir cenaze alayı
bundan daha ferahlıdır. Üç gün, üç gece süren bu tören esnasında, bana en acıklı görünen
insan, Mehmet Ali'nin bizzat kendi oldu. Çünkü o, güveylik sıfatını takındığı günden itibaren,
artık hiçbir işe yaramaz bir şey gibi oldu. Bir köşede oturmağa ve başkalarının geliş gidişlerini,
oynayışlarını, yiyip içişlerini, giyinip kuşanışlarını kenardan seyretmeğe mahkumdu. Garibi şu
ki, gelin de ortada yoktu.
Her gün, sabah olunca, köyün ihtiyarları ve ileri gelenleriyle beraber bir duvarın dibine
oturuyoruz. Delikanlılarla genç kızlar ve bunlar arasında kırkını geçmişler, çoğunlukta idiler.
Ve hepsi birden, erkeği az dişisi çok bir küçük insan kümesinden ibaretti. Birbirinden ayrı
halkalar halinde girip karşılıklı raksediyorlar, eğleniyorlar. Bu rakıslar, sürekli zıplamalardan
ve sağa sola gidip gelmelerden husule gelen, yeknesak ve ağır birtakım danslardır.
Çatlak bir zurna ve bir davulla arap kabağı arası bir darbuka, havayı çatır–çatır çatlatıyor.
Ben, duvarın dibinde gülümsemeğe, memnun ve ilgili görünmeye çalışıyordum. Elinde
mızrak yerine değnekler ve kalkan yerine birtakım tahta parçalarıyla eski hamasi rakıslar taklit
eden bir adama, arasıra, bir lira atıyorum. Her atışımda itibarım bir parça daha artıyor...
Adeta, oynayanların hepsine birden yeni bir şevk geliyor.
İşte, köy kadınlarının, köy kızlarının hepsi gözümün önündedir ve hepsi de yeni, süslü
düğünlük esvaplarını giymişlerdir. Dizi dizi altınları başlıklarının etrafında kırk zil parçaları
gibi birbirine çarpıyor. Çoğu biçimsiz, bücür, yusyuvarlak veya lüzumundan fazla iri olmakla
beraber aralarında kat kat kumaş yığınlarına rağmen, insana narin, körpe ve tombul hissini
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Yaban - 04
  • Parts
  • Yaban - 01
    Total number of words is 2653
    Total number of unique words is 1600
    24.0 of words are in the 2000 most common words
    36.1 of words are in the 5000 most common words
    43.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 02
    Total number of words is 2955
    Total number of unique words is 1746
    31.8 of words are in the 2000 most common words
    45.1 of words are in the 5000 most common words
    52.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 03
    Total number of words is 2944
    Total number of unique words is 1750
    36.0 of words are in the 2000 most common words
    50.1 of words are in the 5000 most common words
    56.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 04
    Total number of words is 2831
    Total number of unique words is 1654
    36.3 of words are in the 2000 most common words
    51.8 of words are in the 5000 most common words
    60.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 05
    Total number of words is 2895
    Total number of unique words is 1633
    37.4 of words are in the 2000 most common words
    51.9 of words are in the 5000 most common words
    59.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 06
    Total number of words is 2852
    Total number of unique words is 1658
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 07
    Total number of words is 2951
    Total number of unique words is 1671
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 08
    Total number of words is 2909
    Total number of unique words is 1690
    35.8 of words are in the 2000 most common words
    49.3 of words are in the 5000 most common words
    56.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 09
    Total number of words is 2947
    Total number of unique words is 1673
    36.5 of words are in the 2000 most common words
    50.3 of words are in the 5000 most common words
    56.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 10
    Total number of words is 2850
    Total number of unique words is 1677
    35.9 of words are in the 2000 most common words
    48.5 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 11
    Total number of words is 2843
    Total number of unique words is 1623
    35.5 of words are in the 2000 most common words
    50.0 of words are in the 5000 most common words
    57.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 12
    Total number of words is 2830
    Total number of unique words is 1611
    35.8 of words are in the 2000 most common words
    50.1 of words are in the 5000 most common words
    58.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 13
    Total number of words is 2910
    Total number of unique words is 1642
    36.4 of words are in the 2000 most common words
    50.8 of words are in the 5000 most common words
    58.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 14
    Total number of words is 2827
    Total number of unique words is 1672
    34.7 of words are in the 2000 most common words
    48.6 of words are in the 5000 most common words
    56.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 15
    Total number of words is 2766
    Total number of unique words is 1590
    35.7 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 16
    Total number of words is 2879
    Total number of unique words is 1731
    32.0 of words are in the 2000 most common words
    45.4 of words are in the 5000 most common words
    52.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 17
    Total number of words is 2909
    Total number of unique words is 1655
    27.1 of words are in the 2000 most common words
    38.9 of words are in the 5000 most common words
    46.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 18
    Total number of words is 2802
    Total number of unique words is 1690
    27.9 of words are in the 2000 most common words
    40.2 of words are in the 5000 most common words
    47.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 19
    Total number of words is 1511
    Total number of unique words is 1016
    27.6 of words are in the 2000 most common words
    39.4 of words are in the 5000 most common words
    46.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.