Yaban - 14

Total number of words is 2827
Total number of unique words is 1672
34.7 of words are in the 2000 most common words
48.6 of words are in the 5000 most common words
56.5 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
başlayan bu yeni kelime ötekiler gibi bir şehir değildir. Bu bir yeni nefese, bu bir yeni ruha
sembol olmuştur.
Düşman eski haritalar üstünde Ankara adını taşıyan kerpiçten şehire girebilir. Onu, bir iki
gülle ile tarumar edebilir. Fakat aynı adı taşıyan ruha nasıl el uzatabilir? Onu, nasıl zapteder?
O ruh bugün, burada ise, yarın orada esecektir. Obür gün bir fırtına haline girip kendisine
daha yüksek, daha yalçın bir tepe bulacaktır. Orada gürleyecektir. Eyvahlar olsun, bu gerçeği
şimdiden hissetmeyenlere. Bunlar kafalarını taştan taşa çarpacaklardır. Bunlar, sarp
yokuşlarda yollarını şaşıracaklardır.
Bu satırları Emeti Kadın'ın düşmanı tekrar beklemesine rağmen yazıyorum. Bu satırları
düşman ordusunun Sakarya'nın öbür yakasında, Ankara'ya yetmiş kilometre yakınlıkta
harbettiği bir anda yazıyorum. Salih Ağa ile İmam, gittiklerinin onuncu günü köye döndüler.
Ben, bütün tiksintime rağmen gidip onlarla görüşmekten kendimi alamadım. Yenemediğim
bir tecessüs beni, bu iki sefilin yanına kadar sürükledi. Lakin, ne onun, ne ötekinin çenesini
bıçak açıyor. Salih Ağa verdiği arpa ve samanın bedellerini koparamadığına, öbürü de –kim
bilir, belki– beş on kuruş bahşiş alamadığına müteessir. Zira, ağızlarından zorla dökülen
birkaç söz çıkarlarına ait.
– Nereye kadar gittiniz? diyorum.
Bana hiç bilmediğim bir yerin adını söylüyorlar. Sonra susuyorlar.
– Kıyamet, kıyamet. Top seslerinden durulmuyor.
– Üç gündür, gece gündüz durmadan savaşırlarmış.
– Düşmanları nasıl buluyorsunuz? Memnun gibiler miydi?
– A a. Kara kara düşünürlerdi.
Salih Ağa, İmamın sözünü kesti:
– Yok canım. O Türkçe bilen bana söyledi: Birkaç gün sonra Ankara'dayız! dedi.
– Birkaç gün sonra Ankara'dalar mı? Olamaz. Düz yolda gibi yürüye yürüye gitseler, gene
varamazlar, dedim.
Salih Ağa, yüzüme düşmanca diyebileceğim bir hışımla bakarak:
– Sen görürsün, dedi.
– Ben ne göreceğim? Sen göreceğini görmüşsün, işte. Samanını, arpanı yediler, bitirdiler.
Seni önlerine takıp günlerce yürüttüler. Eline de beş para vermediler.
Çıplak ayağını o ana kadar görmediğim bir sinirlilikte oynatmağa başladı.
– Helal olsun be. Helal olsun. Daha bir diyeceğin var mı?
Salih Ağa, ilk defa olarak bana bu tavırla hitap edebiliyor. Çünkü, bir zamanlar benim
temsil ettiğim nüfuzun bu topraklardan çekildiğini hissediyor.
Ulan, alçak herif? diye bağırdım. Şu dakikada güvendiklerin burada olsalar, gene seni
ayağımın altına alıp bir yılan gibi ezerim.
Ve üstüne doğru yürüyünce, dimdik önüme dikildi:
– Yok, dedi. O günler geçti. Otur oturduğun yerde...
Yaradana sığınıp sol kolumun bütün gücüyle kırçıl suratına bir tokat aşkettim. Sendeleyip
yere yuvarlandı. Fakat, yuvarlanmasıyla kalkması bir oldu ve eline geçirdiği kocaman bir taş
parçasını kafama fırlatmak istedi. Taş omuzumu sıyırıp geçti.
Köylüler etrafımızı almış, seyirci gibi bakıyorlardı. Derken, Bekir Çavuş geldi, bana yaklaştı:
– Haydi beyim, haydi. Bunlarla uğraşmak sana yakışmaz, dedi.
Fakat ben Salih Ağa'yı, pestili çıkıncaya kadar pataklamak hıncı içinde kendimden geçmiş
bir halde idim. Bekir Çavuş'u elimin tersiyle bir kenara itip tekrar saldırdım. Köylüler onun
etrafını sarmış, benim yaklaşmama engel oluyorlardı. İmam da durmaksızın benim aleyhime
bir şeyler mırıldanıyordu.
– Olur mu ya, bu kadar da olur mu ya? Ben şahidim. Evvela o çattı; diyordu.
Şimdi, bütün köy halkı karşımda, bir düşmanlık halkası
gibidir. Gürültüyü işiten geliyor. Çoluk çocuk, karı, kızan,
hepsi geliyor. Bütün tanıdığım yüzleri bir kabus bulutu arkasından görüyorum.
İşte, İsmail, elleri kuşağında haylaz haylaz duruyor. İşte, muhtar, aç çakal
gözleriyle bana bakıyor. İşte, biraz uzakta Zeynep Kadın'ın küçük kaya
parçasını andıran kafası. İşte, yanında kızlarından biri. Ve küçük çocuklar,
yarı giyimli, yarı çıplak, ayaklarımın dibinde kaynaşıyorlar.
Bir hamlede Salih Ağa'yı koruyan çemberi yarıp, herifle tekrar karşı karşıya geldim. Ve tıpkı
Zeynep Kadın'ın tarla davasında yaptığım gibi yakasından kavrayıp sarstım ve çürük meyva
gibi yere silktim. Fakat bununla kalmadım. Bütün manasıyla ayağımın altına alıp tekmelemeğe
başladım.
Kadınlar bağrışıyor, çocuklar ağlıyor ve erkekler homurdanıyorlardı. Ve İmamın sesi:
– Günah, günah, Allah razı olmaz.
Ve başkalarının sesleri:
– Tutuverin belinden. Tutuverin bacaklarından.
Fakat ben, taşkın ve azgın öfkemin zırhıyla kuşanmıştım. Hiçbir tarafıma, kimse el
uzatamıyor. Tam o esnada, uzaktan karanlık bir gecede tek bir yıldızın ışığı gibi teselli veren ve
okşayan bir dost, bir hemşire bir... yar bakışı. Ve kalabalığı yararak bu bakışa doğru yürüdüm.
Emine'de bana karşı, bir şeyin değiştiğini hissettiğim anın bu ilk saniyesidir. Bu cehennem
azabı günlerinde, bu saniyenin değerini ölçemiyorum. Ateşe atılmış bir adamın yüzüne akıtılan
bir damla suyun değeri nedir? Bir gece yarısı, bir çölde yolunu şaşırıp kalmış adama, uzaktan
görünen bir ışığın değeri nedir? Hasta döşeğinde müthiş sancılarla kıvrandığımız anda elimizi
sıkan elin değeri nedir? Haksız yere darağacına giden bir masum indinde, son saate yetişen
adalet hükmünün değeri nedir? Çarmıhtaki İsa'nın ayağı dibinde ağlayan Magdalanalı
Meryem'in gözyaşının değeri nedir? İşte, Emine ile göz göze gelişimizde onun tarafından bana
karşı belirlemege başladığını sezdiğim yeni duyguların her bir belirtisi, benim için bunlardaki
paha biçilmez değeri taşımaktadır.
Henüz baş başa kalıp da bir kelime konuşmadık. Henüz birbirimizin yanında bir dakika
durmadık. Ben onun önünden geçip gidiyorum. O bana karşıdan bakıyor. Fakat, her
defasında, aramızdaki sessiz anlaşma, sessiz söyleşme, bizi değme uzun, sevdalı
konuşmalarından çok birbirimize bağlıyor. Gözle görülmez ve fakat çelikten daha kuvvetli
teller ondan bana, benden ona uzanarak bizi bir ağ gibi içine alıyor.
Bir akşamüstü, alaca karanlıkta, çeşme başında ona yalnız rastgeldim. Bir gölge sessizliğiyle
yanına sokulup dedim ki:
– Sana tenhada bir şey söylemek istiyorum. Nerede? Ne zaman?
Başını eğip önüne baktı. Fakat bu baş eğip duruşta öyle bir teslimiyet, öyle bir kendini veriş
vardı ki, o anda elinden tutup çeksem, onu kolaylıkla evime götürebilirdim. Daha ziyade
sokuldum:
– Söyle, söyle! dedim.
Ve titrek ve hemen ağlamaklı bir sesle, bana cevap verdi:
– Aman etme... Görüverirler.
Bu aman etme, görüverirler yalvarışını Emine'den ilk defa işitmiyorum. Daha (...) köyü
kavaklığında, derenin kenarında henüz el dokunmamış bir körpe geyik gibi sıçrarken de onu,
her yakalamak isteyişimde elimden bu yalvarışla kurtulur giderdi.
Fakat, bu sefer işittiğim aynı ses mi? Aynı sözü, aynı ahenkle mi söylüyor? Hayır; güfte o
eski güfte, lakin, beste tamamıyla değişmiş, bin kat daha derinden, bin kat daha dokunaklı
olmuştur.
Kavaklar arasındaki aman etme, görüverirler sözünün anlamı bir çocukluk, bir şuhluk, bir
toyluktu. Şu çeşme başındaki aman etme, görüverirler ise de; Çok zayıfım. Belki dayanamam,
belki kendimi bırakıveririm. Sonra bir rezalet çıkar endişesi saklıdır ve karşımda eti dile
gelmiş bir kadının baş döndürücü musikisi vardır.
Aman etme, görüverirler. Ben isterim, ben istiyorum. Fakat, başkalarından korkuyorum.
Böyle bir söz, ancak, müşterek bir sır taşıyanlar arasında söylenebilir.
– Evet, kimseler görmesin. Kimseler işitmesin. Ben de öyle istiyorum; dedim.
Omuz başları kalkmış, boynu bükülmüş ve bir eli çoktan dolup taşmaya başlayan testide,
öbür eli kuşağında gene hiç yüzüme bakmadan söylüyor:
– İsmail, seninle konuştuğumu istemiyor. Bırak beni kuzum, bırak beni...
Oysa, kendisi bırakıp gitse de olabilir. Fakat, testi dolduğu halde yerinden kımıldamıyor.
Her şeyden önce, bana bir şeyden veya bir kimseden şikayet etmek diliyor. Testinin
boğazından su, bir hıçkırık sesiyle akıyor.
– Emine, görüyorum ki, halinden hiç memnun değilsin. Bana varsaydın, seni başım
üstünde taşırdım. Seni böyle çalıştırmazdım. Bir dediğini iki etmezdim.
Emine şaşkın şaşkın yüzüme baktı. Sonra birdenbire aklına önemli bir iş gelmişcesine,
süratle testiyi kavradı:
– Olan oldu, geçen geçti. Alnımın yazısıymış, dedi.
Ve geniş adımlarla yürüdü gitti. Ben, bir süre, uzun bir süre arkasından baka kaldım.
Köylüler, sanki, başımızdan geçen afet hafif bir sağanakmışcasına her şeyi unuttular.
Düşman kıtasının gelip geçmesiyle karışır ve dalgalanır gibi olan hava eski durgunluğunu
buldu. Bu hava içinde gene eskisi gibi pislikten pisliğe konup kalkan karasinek sürülerinin
vızıltıları işitiliyor. Arasıra benim eşeğimin yanık naraları sessizliği geniş yarıklara ayırıyor ve
bunların içinde küçük çocukların ağlamaları duyuluyor.
Bir cehennemin, bir mahşerin hemen arkasında bulunduğumuza dair ortada hiçbir belirti
yoktur. Her yıl, bu mevsimden biraz önce gelmesine alıştığımız öşürcü daha neden
görünmedi? Jandarmalar neye artık hiç asker aramaz oldlar? Ne var ki, (...) köyü Haymana
Ovası'nın ortasında ıssız bir adaya döndü?
Bunu, baştan, topraktan sormak istiyorum. Çünkü, köylüler bu halin farkında değildirler.
Farkında oldu mu, hepsi bir ağıl yaratıkları gibi baş başa verip, ses çıkarmadan adeta kafaları
ve burunlarıyla konuşuyorlar. Bana, bu yabana, bu düşmana uzaktan yan gözle bakıyorlar.
Hele, Salih Ağa'yı patakladığım günden beri, bana karşı husumetleri o kadar artmıştır ki,
her an, beni niçin linç etmediklerine şaşıyorum. Şimdiye kadar, onlar tarafından herhangi bir
tecavüze uğramadımsa, bu silahlı olduğumu bildikleri içindi. Düşman askerleri, silahlarımı
aldıkları günden itibaren, ben, onların gözünde bütün gücümü ve önemimi kaybetmiş
bulunuyorum.
Bunu, hepsinin gözlerinde ayrı ayrı okumak mümkündür.
İsmail'in, şu bücür ve çipil İsmail'in bile zaman zaman karşıma geçip öyle bir meydan okur
tavırlarla duruşu var ki, beni hayretten hayrete düşürüyor.
Felaket bile bizi birleştiremedi. Aramızdaki, benimle onlar arasındaki uçurumu belki, daha
ziyade derinleştirdi. Bir Bekir Çavuş, menfaat bağlarıyla bana bağlı kaldı. Bir Emeti Kadın,
alışkanlık yüzünden hala benim hizmetimi görmek lütfunda bulunuyor. Bir küçük Hasan
şuurunun altından gelen bir hisle benim muhabbetime cevap veriyor.
Bu çocuğa o kadar bağlandım ki, bazı günler onunla beraber bulunmak için dağ tepe davarı
gütmeye gidiyorum.
Her ikimize yetecek nevaleyle dolu bir asker çantasını sırtıma alıp, belimde koca bir su
matarası, elimde bir uzun değnek, sabah erkenden yola çıkarız. Güneş kuru otlar arasında
türlü türlü ışık oyunları yapar. Onlara baka baka bir sürü hülyalara dalarak yürürüm.
İki yoldaş, saatlerce birbirimize hiçbir söz söylemeden yan yana dolaştığımız olur. Kah düz
yol üstünde gideriz, kah, bir belden ağır ağır geçeriz. Bazen, bir derenin serinliğinde uzun
uzadıya durduğumuz ve çantamızı açıp bir kır eğlentisi yapar gibi nevalemizden yediğimiz
olur.
Hasan, yemeğini yedikten sonra çok defa yüzükoyun yere uzanıp uykuya dalar. O zaman
sürüye nezaret etmek sırası bana düşer. Oturduğum yerden hayvanların kımıldanışlarını,
birbirlerinden ayrılıp toplanışlarını, yaklaşıp uzaklaşışlarını seyrederim. Bir müddet, bütün
köylüler gibi, şu uyuyan küçük sığırtmaç gibi ben de, varlığımı çevirmiş olan ateşten çemberi
unuturum. Kaygısız ve engin tabiatın kucağında, ben de, kaygısız ve engin bir şey olurum.
Lloyd George da kimmiş, Poincare de ne oluyormuş. Çelikten dretnotların, kırk ikilik
topların, dumdum kurşunlarının, şarapnel yağmurlarının da ne hükmü varmış? Bu yalçın
enginliğin içinde düşman ordusunun bir sürü boz renkli çekirgeden farkı nedir? Çekirgeleri yel
alır, yel götürür. Burada kalacak olan gene bu taşlar, bu topraklar, bu dikenler, bu söğüt
kütükleri, bu hayvanlar, bu küçük sığırtmaç ve... benim.
Issızlığın ve başıboşluğun bana verdiği bu şuursuzluğa yakın uyuşukluğun içine dala dala
kendimden geçer giderim ve başımı koluma dayayarak toprağa uzanırım. Kah küçük sığırtmaç
uyanır, beni uykuda bulur. Kah ben uyanırım, küçük sığırtmacı uykuda bulurum. Davar, ya
gözden kaybolacak derecede uzaklaşmıştır, yahut, ta burnumuzun dibine kadar sokulup
otlamaktadır. Bir defasında, bir koyunun nemli ağzının yüzüme dokunmasıyla uyandım. Bir
başka defa, bir keçi yavrusu üstüme basıp geçti. Bu hayvanlar, etrafta, kuru otlar arasında,
yiyecek bir şey bulamadıkları vakit bizim nevalemizin artıklarını sömürmeye gelirler.
Türk köylüsünün bir avuç davarına güçlükle yiyecek veren bu topraklarda istila orduları
neyi arıyor? Ve ne bulabilir?
İşte, Hasan'la bu uzun kır gezintilerinin birinden döndüğüm bir akşamdı ki, köyün içini ve
dışını düşman askerleriyle tıklım tıklım dolmuş buldum. Hem bu asker kalabalığı geçen seferki
gibi muntazam bir kıta manzarasını göstermiyor, başıbozuk bir insan yığınını andırıyordu. Bu
karışık insan yığınına bir yokuş başında saplanıp kalmış kamyonları, tersine çevrilmiş manda
arabalarını, kendi hallerine bırakılmış katırları da ilave edin, köyü kaplayan kargaşalığın
çeşidi, belki gözönüne gelebilir.
Askerlerin hepsi, toza toprağa bulanmış, derileri güneşten paslı bakıra dönmüş, sakalları
diken diken uzamış, üst baş perişan bir haldeydi. Tam bir bozgun askeri.
Köyün havasındaki tehlike korkusuna, köylülerin yüzündeki şaşkınlık ve ürküntüye rağmen
sevinçten yüreğim ağzıma geldi. Az kalsın onlara: Yenildiniz değil mi? diye bağıracaktım.
Fakat buna vakit kalmadı. Daha ilk adımda etrafımı bir haydut çetesi sardı. Hemen hepsi
Türkçe konuşan bu adamların her biri bana, bir şey soruyordu:
– Nereden geliyorsun? Kimsin? Necisin? Bu matrayı nereden buldun? Bu çanta kimin?
Bir başka grup Hasan'ın davarının etrafını çevirdi. Bu bozgun düşman kalabalığına karışmış
köylüler bize uzaktan aldırış etmeyen ve yabancı gözlerle bakıyorlardı. Beni saran çember daha
ziyade sıkıştı. Cevaplarımı dinlemiyorlardı. Birisi sırtımdan çantamı çekti, aldı. Bir başkası,
matramı kaptı. Bir üçüncüsünün eli ceketime doğru uzanmak üzereyken kendimi toparladım:
– Ne yapıyorsunuz? Bırakın beni... diye avazım çıktığı kadar haykırdım ve insanüstü bir
hamleyle aralarından sıyrılıp çıktım.
Demin bana vahşi ve zalim gözlerle bakan bu adamlar, benim bu hareketim üzerine bir alay
yaramaz çocuk gülüşüyle gülmeye başladılar. Dönüp baktım. Bu gülüş, bana o bakışlardan
daha acı geldi. Yüreğime bir avuç barut atmışlar gibi bağrım için için tutuşarak yürüdüm
gittim.
Şurada burada yere uzanmış askerler ve ortada bırakılmış araba ve hayvanlar arasından
geçerek odama geldiğim zaman hırsımdan tir tir titriyordum. Fakat, hiçbir durum şu an kadar
insana aklı, hikmeti, hesaplılığı ve usluluğu emredemez. Düşman mağlup olmuştur. Bozgun
bir halde geri çekiliyor. Yarın, onlardan, bu topraklarda birtakım insan ve hayvan leşlerinden,
kamyon, top arabası, kundura ve kasket enkazından başka bir şey kalmayacaktır. Ve bu zafer
çelenkleriyle köylü çocuklarımız oyuncak oynayacaktır. İşte, bugünler yüzü hürmetine bir
kenara çekilip beklemekten başka yapılacak her hareketin anlamı bir çılgınlık değil midir?
Fakat, ben yerimde duramıyorum. Penceremin içindeki bir saksıyı alıp yere çarptım.
Bununla da kalmayıp yatağımın üstüne atıldım. Yatağımı yumruğumla dövmeye, dişlerimle
ısırmaya başladım. Boğazıma tıkanan hıçkırıklar beni boğacak. Fakat, ben, Türk ordusunun
zaferini gözlerimle gördüğüm şu anda ağlamayacağım.
– Yetişin, yetişin! Bizim oğlanı öldürüyorlar!..
Hemen yerimden fırladım. Emeti Kadın'la beraber koşmağa başladık. İşkence yerine
vardığımız zaman küçük Hasan'ı, artık, dövülecek ve hırpalanacak tarafı kalmamış bir halde
yolun kenarına atılmış bulduk. Bu facianın failleri, eski Truva'nın kahramanları gibi çobansız
kalmış sürüyü paylaşıyorlardı.
Ben, eğilip Hasan'ı kucağıma aldım. Emeti Kadın saçını yolarak ağlıyordu:
– Öldü mü? Öldü mü? diyordu.
Hasan'cığın ne oldugu henüz belli değildi. Ağzı burnu kan içinde, kolu kanadı kırılmış, bir
yaralı kuşu andırıyordu. Eğer, kalbinin vuruşlarını omuz başlarımda hissetmesem ben de onun
öldüğüne hükmedeceğim. Yavaşça:
– Sus, Emeti Kadın sus, ölmemiş; diye seslendim.
Fakat, kadıncağız inanmıyordu:
– Öldü, benim bir tanecik yavrum öldü! diyordu.
Eve geldiğimiz vakit, çocuğu kendi yatağımın üstüne yatırdım. Ninesi, onu kucağına almak
istiyordu.
– Sen, şöyle bir köşede rahat dur. Ben hekimim, şimdi onu iyi edeceğim. Ama, sen telaş
etmemelisin.
Ve bir leğen içinde üç havlu ıslatıp çocuğun kanlarını silmeye başladım. Soğuk suyun
temasıyla aklı başına gelir gibi oldu. Gözlerini açıp şaşkın şaşkın etrafına bakındı. Zaten bir
ürkek ceylan gözlerine benzeyen gözleri büsbütün nemlenmiş, irileşmiş, parıl parıl olmuştu.
Emeti Kadın'a;
– Gördün mü? İşte gözlerini açtı; dedim.
Ve bileklerini, şakaklarını kolonya suyuyla oğuşturmak istedim. Çocuk bu sefer dile geldi;
kuru ve hummalı bir sesle:
– İstemem bırak. Acıtıyorsun; dedi. Ve daha sonra neresine dokunsam:
– Aman aman; diye bağırmaya başladı.
Onu, bir süre kendi haline bıraktım. Emeti Kadın, şimdi, biraz sükünet bulmuş, çocuğun
başucunda sessiz sessiz ağlıyordu.
Hasan, tekrar daldı. Ben ayakta, Hasan'a, bundan sonra göreceğimiz faciaların bir küçük
başlangıcı gibi bakıyordum. Yüreğim birçok endişelerle dolup boşalıyor. Kendi kendime: –
Bunlar, hepimizi helak etmeden ve bu köyü yakıp yıkmadan çekilip gitmezler.– diyordum.
Gece, odamın pencerelerine bir uğursuzluk kuşu gibi kanat germişti. Karanlıkta, artık hiç
görülmeyen Hasan'ın kesik, düzensiz solumalarını işitiyorum. Yaralı çocuk, arada bir içini
çekiyor, küçük bir ses çıkarıyor, sonra gene kesik kesik solumaya başlıyordu. Emeti Kadın,
köşede dinmeyen bir inilti kaynağıdır. Sanki, hava dolu bir tulumun ağzını bir el sıkıp
gevşetiyor; gevşetip sıkıyor.
Derken sokaktan doğru bir gürültü, bir patırtı, bizim eve yaklaşıp durdu. Ne oluyor? diye
düşünmeye vakit kalmadan güm, güm, güm sokak kapısının vurulduğunu işittim. Bunu:
– Aç vire haydi, çabuk sesleri izledi. Açsam ne olacak? Açmasam ne olacak? İçimden:
Bırakayım, kırsınlar dedim. Çok sürmedi, kapı büyük bir çatırtıyla kırıldı ve aynı zamanda,
evin içi, sanki bir sürü başıboş hayvan istilasına uğramış gibi oldu.
Emeti Kadın, köşesinden:
– Amanın, geliyorlar. Şimdi ne yapacağız? diye seslendi.
Sus! dememe kalmadı, gürültü bir hamlede odanın içini dolduruverdi. Önce, birkaç elektrik
fenerinin muhtelif noktalara çevrilmiş ışıkları... Bunlardan biri benim yüzümü aydınlattı. Bir
tanesi dönüp dolaşıp Hasan'ı buldu. Öteki, Emeti Kadın'ı boş yere aradıktan sonra geldi benim
masamın üstüne saplandı.
Bir ses:
– Vire, kalk, lambayı yak.
Ben, yerimden kımıldamıyorum. Donmuş duruyorum.
Bir pençe, omuzumdan kavradı; beni sarstı, sarstı:
– Vire, kalk; diyorum.
Bilmem görebildi mi, bilmem göremedi mi, başımı kaldırıp herifin yüzüne öyle derin, öyle
candan gelen bir nefretle baktım ki, beni bırakıp lambayı yakmak zorunda kaldılar. Emeti
Kadın, saklı durduğu karanlık köşeden kendini tutamadı:
– De ha, lamba pencerenin içinde, dedi.
Bütün el projektörleri Emeti Kadın'ın üstüne çevrildiler. Kadın'ın gözleri kamaşıp iki eliyle
yüzünü kapadı. Düşmanlar kendilerini tutamadılar. Hep bir ağızdan, bir kahkaha kopardılar.
Emeti Kadın'ın bu hareketi, cidden o kadar tuhaf oldu ki, ben bile kendimi tutamayıp
gülecektim.
Lamba yanıp oda aydınlanınca, bizi basanların altı yedi kişi kadar olduğunu gördüm.
Bunların ikisi küçük rütbeli iki subay veya çavuştu, öbürlerinden birkaçının demin beni
soymaya kalkışan askerlerden olduğunu tanıdım.
Biri önüme dikildi:
– Silah var mı?
– Yok; sizden önce gelenler hepsini alıp götürdüler.
Emeti Kadın söze karıştı:
– Vallah, billah yok. Dedüğü gibi hepsini aldılar. Aha ben şahidim; dedi.
Aynı adam tekrar sordu:
– Paran var mı?
– Olacak. İşte, bunun içinde, dedim.
Ve masamın çekmesini gösterdim. Ve cebimden anahtarını çıkarıp önlerine attım. Bütün
param orada, bir tomar halinde duruyor. Herif çekmeyi açtı ve tomarı çıkarıp masanın üstüne
koydu. Emeti Kadın'ın gözleri yuvalarından fırlayacaktı. Bu esnada küçük Hasan da yatağın
içinde birkaç defa doğrulup kalkmaya çalıştı, muvaffak olamadı. Başı tekrar yastığa düştü.
Fakat, iri siyah ve parlak gözleri acayip bir diklikte odadakilerin üstüne saplandı kaldı.
İki subaydan veya çavuştan biri:
– Bu çocuk kim?
Emeti Kadın, hemen atıldı:
– Benim yavrumun yavrusu. Onun babası da sizin gibi askerdi. Seferberlikte şehit düştü.
Sual soran, bu cevaba pek aldırmadı. Omuzlarını silkti ve bana dönüp:
– Bu kadın kim? dedi.
– Benim işlerime bakıyor.
Bu sırada öbür askerler odanın içini araştırıyorlardı. Gene geçen seferki gibi, kitaplar altüst
olmaya, eşyalar süngülenmeye başladı. Ben bunlara, alışkın bir adam tavrıyla bakıyorum.
Yalnız, bu defter, ellerine geçsin istemiyorum. Ona her ellerini uzatışlarında yüreğim
ağzıma geliyor. Derken esvap dolabını, sandık ve bavullarımı açtılar. İçindekileri odamın
ortasına yığdılar.
Bu rahat ve telaşsız talan karşısında, Emeti Kadın hayretten hayrete düşüyor, iki dizi üstüne
doğrulup ileriye atılmak, bir şey söylemek, bir müdahalede bulunmak istiyor.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Yaban - 15
  • Parts
  • Yaban - 01
    Total number of words is 2653
    Total number of unique words is 1600
    24.0 of words are in the 2000 most common words
    36.1 of words are in the 5000 most common words
    43.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 02
    Total number of words is 2955
    Total number of unique words is 1746
    31.8 of words are in the 2000 most common words
    45.1 of words are in the 5000 most common words
    52.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 03
    Total number of words is 2944
    Total number of unique words is 1750
    36.0 of words are in the 2000 most common words
    50.1 of words are in the 5000 most common words
    56.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 04
    Total number of words is 2831
    Total number of unique words is 1654
    36.3 of words are in the 2000 most common words
    51.8 of words are in the 5000 most common words
    60.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 05
    Total number of words is 2895
    Total number of unique words is 1633
    37.4 of words are in the 2000 most common words
    51.9 of words are in the 5000 most common words
    59.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 06
    Total number of words is 2852
    Total number of unique words is 1658
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 07
    Total number of words is 2951
    Total number of unique words is 1671
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 08
    Total number of words is 2909
    Total number of unique words is 1690
    35.8 of words are in the 2000 most common words
    49.3 of words are in the 5000 most common words
    56.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 09
    Total number of words is 2947
    Total number of unique words is 1673
    36.5 of words are in the 2000 most common words
    50.3 of words are in the 5000 most common words
    56.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 10
    Total number of words is 2850
    Total number of unique words is 1677
    35.9 of words are in the 2000 most common words
    48.5 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 11
    Total number of words is 2843
    Total number of unique words is 1623
    35.5 of words are in the 2000 most common words
    50.0 of words are in the 5000 most common words
    57.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 12
    Total number of words is 2830
    Total number of unique words is 1611
    35.8 of words are in the 2000 most common words
    50.1 of words are in the 5000 most common words
    58.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 13
    Total number of words is 2910
    Total number of unique words is 1642
    36.4 of words are in the 2000 most common words
    50.8 of words are in the 5000 most common words
    58.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 14
    Total number of words is 2827
    Total number of unique words is 1672
    34.7 of words are in the 2000 most common words
    48.6 of words are in the 5000 most common words
    56.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 15
    Total number of words is 2766
    Total number of unique words is 1590
    35.7 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 16
    Total number of words is 2879
    Total number of unique words is 1731
    32.0 of words are in the 2000 most common words
    45.4 of words are in the 5000 most common words
    52.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 17
    Total number of words is 2909
    Total number of unique words is 1655
    27.1 of words are in the 2000 most common words
    38.9 of words are in the 5000 most common words
    46.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 18
    Total number of words is 2802
    Total number of unique words is 1690
    27.9 of words are in the 2000 most common words
    40.2 of words are in the 5000 most common words
    47.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 19
    Total number of words is 1511
    Total number of unique words is 1016
    27.6 of words are in the 2000 most common words
    39.4 of words are in the 5000 most common words
    46.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.