Yaban - 06

Total number of words is 2852
Total number of unique words is 1658
35.3 of words are in the 2000 most common words
50.4 of words are in the 5000 most common words
57.9 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Bu bakımdan Don Kişot, şark mutasavvıflarına ne kadar benzer. İnsanlığın bu en büyük, en
derin idealist tipi kasabada bir köylü kızına, yıllarca gönül bağlamadı mı? Ona her rastgeldiği
yerde en kibar hanımlara yapılan muameleyi yapmadı mı?
Sanşo, efendisinin bu yanlış görüşüne hiçbir anlam veremiyordu. Prenses, şato hanımı
dediğiniz bu mu? Yok canım.
Bu pis kokan, elleri nasırlı, alelade bir köylü karısıdır, diyordu.
Don Kişot, buna rağmen, yerlere kadar eğilip Dulcine'nin elini öpüyordu. Ve Sanşo'ya
dönüp: –Oh ne güzel kokuyor. Ne ilahi varlık! diyordu.
Şu dakikada, ben de Dulcine'sine giden Don Kişot'un benzeriyim ve öyle kalmak bana bir
utanma vermiyor. Yürüyorum. Yürüdükçe, gönlümdeki coşkunluk artıyor. Ayaklarımın altında
çatırdayan, kuru toprağı bir çimenlik sanıyorum.
Ara sıra kenarlarından geçtiğim tarlalar, bana güllük gülistanlık geliyor. O biçare tarlalar ki,
üstlerindeki ekinler iki karış yükselmeden sararmış. Boynu bükük başaklar, yerin dibinden
gelen bir ıstırabı hikaye ediyor.
Ve önümde hep boz tepecikler. Toz toprak dalgaları. Lakin, benim içimdeki orkestra,
bunların hepsine hayalin erişemeyeceği kadar cazibeli birer dekor niteliği vermektedir. Biraz
sonra, Dulcine'nin yanına varacağım.
Bugün içime doğmuş. Koruluğa daha ilk adımımı atar atmaz, onunla karşı karşıya
gelmeyeyim mi? Henüz yıkadığı çamaşırları dallara asıyordu. Sıvanmış kolları, bileklerinden
itibaren bembeyazdı.
Beni görünce, gene o yabani geyik tavırları... Gene o, ağaçların arasına saklanmalar
koşmalar. Dönüp arkaya bakmalar.
Ne olursa olsun, körpe geyik; bugün seni bırakmayacağım.
– Neden kaçıyorsun? Öyle neden kaçıyorsun?
Üstüne doğru yürüyorum. Bereket köyüne kaçamayacak. Çünkü, ilk koşmaları onu köyün
aksi yönüne attı.
– Benden korkacak ne var? Dur bakalım. Ben sana kötülük edecek değilim.
Bunları söyleyerek, yürümekte devam ediyorum. Bir an geldi, durdu. Ve bir ağacın arkasına
çömeldi. Yaklaşıyorum.
– Canım benden bu kadar ürkecek ne var?
– Aman, etme, güzel gardeşim. Aman etme.
– Sana ne yapacağımı sanıyorsun? Haydi rahatına bak.
Git işini gör! Ben, şöyle bir kenarda otururum.
– Aman güzel gardeşim, olmaz. Halam görür.
– Halan ne görür?
– Olmaz, olmaz. Halam görür.
Ve o kadar hazin, yalvaran bir sesle söylüyor ki... Tıpkı ağa düşmüş bir avın sesi. Nerede ise,
ağlayacak. Biraz daha yaklaşıyorum. Öyle ki, aramızda yalnız bir ağaç var.
– Bu korkuyu bırak. Bak ben yabancı değilim. Bu, beni kaçıncı görüşün. Hiç sana benden
bir kötülük geldi mi? Hissediyorum ki, ağacın dibine büzülmüş ıslak bir kedi gibi titriyor.
Acaba heyecandan mı? Yoksa alelade bir cinsi heyecandan mı? Çünkü, gittikçe sesinin bir
miyavlamadan farkı olmuyor.
– Olmaz, olmaz. Halam görür.
Ve ben, kalbim küt küt vurarak, yanıbaşına çöküyorum.
Salih Ağa, Zeynep Kadının başına hiç yoktan bir arazi meselesi çıkardı. Bu köy ağası,
Mehmet Ali'nin ta babası zamanından ekip biçtikleri bir tarlanın kendisine ait olduğunu iddia
ediyor. Zeynep Kadın, geçen gece hüngür hüngür ağlayarak bana davayı anlattı: Oğlu askere
gittiği gün bile gözünden bir damla yaş akmayan bu kadın, şimdi bir toprak parçası elinden
gidecek diye ağlıyor. Asıl tuhafı şu ki, bu tarla kira ile benim hesabıma ekilip biçiliyor. Ve Salih
Ağa benden davacıdır:
– Korkma, ona zırnık vermem. Gerekirse mahkemeye düşeriz.
Zeynep Kadın daha çok ağlamaya başladı:
– Mahkemeye mi? Aman etme, aman etme...
– O neden?
– Ağa para yidirir. Kadı ile bir olur, üstelik öbür topraklarımızı da elimizden almağa
kalkarlar.
– Nasıl olur? Neyle ispat eder? Sizin elinizde kağıdınız koçanınız yok mu?
– Yok ya, ne bileyim ben? Yok ya!..
– O halde şahit gösteririz.
– Hepsi ondan yana çıkar, hepsi...
Zeynep Kadının neden ağladığını şimdi anlıyorum. Benim kafam da kızdı, gidip Salih Ağa
ile görüşeceğim.
Gittim. Fakat neye yarar? Salih Ağa bir otomat gibidir. Gözümün önünde canlı yaratıklara
mahsus bütün vasıfları gösteriyor, lakin ne işitiyor, ne konuşuyor, ne de sözlerimden bir şey
anlamış görünüyor. Sanki benim ağzımla onun kulağı arasındaki mesafe beş on kilometredir.
Farkına varmaksızın bağırmaya, tek elimle birtakım hareketler yapmağa başlamıştım. Bir
de baktım ki, Salih Ağa yanımdan sıvışmış gitmiş.
Arkasından koşup yakaladım. Madeni bir parıltı ile parlayan gözlerini gözlerime dikti.
Dudaklarında silik bir gülümseme ile:
– Senin nene gerek? dedi ve evinin kapısından içeri girdi.
Salih Ağa'nın, bir ayak sesi duyunca, yuvasına kaçan bir sansardan hiç farkı yok. O böyle
kaçarken, insanın bütün avcılık duyguları uyanıyor. Arkasından nişan alacağı geliyor.
Bari gidip muhtarı göreyim, dedim. Fakat kendisine evde yok dedirtti. Yenilmez bir öfke ile
dönerken, yolda imama rastladım.
– Ne dersin, İmam Efendi, şu Salih Ağa'nın ettiğine?
– Ne etmiş ki?
– Bizim zavallı Zeynep Kadının malına sahip çıkıyor.
İmam sustu. Başını önüne eğdi. Sakalını karıştırmağa başladı.
– Böyle olur mu? Vallahi Kaymakamlığa, Mutasarrıflığa, icap ederse Valiye kadar giderim.
Söyle ona. Gözünü açsın.
– Başüstüne; söylerim, diyor ve sıvışıyor.
İşte bugünden itibaren Salih Ağa ile aramızda bir mücadele başlamış oldu. Gerçi ben,
hiddetim ve şiddetimle, durmadan taarruzda ve o, susuşları, anlamazlıktan gelişleri, kaçışları,
saklanışlarıyla hep savunma durumunda görünüyor.
Fakat hissediyorum ki, her tarafımızdan çevrilmişizdir. Havada bizi tazyik eden bir gaz var.
– Korkma, Zeynep Kadın. Seni sonuna kadar koruyacağım.
O, kuşkulu bir tavırla başını sallıyor:
– İnşallah, bakalım... diyor.
– Canım ne kadar korkuyorsun? Toprağın üstündeki ürün benim değil mi? Onu, ben
biçeceğim. Ben kaldıracağım. Gelecek yıl da, ona sormadan, sürmeğe başlayacağım. Varsın o,
davacı olsun.
Bu dava sözünü duyunca, Zeynep Kadın yüzünü buruşturuyor.
Bir gece, uykumun arasında yürekler parçalayıcı feryatlarla uyanıyorum. Ne oluyor?
Yataktan fırlayıp koşuyorum.
Meğer Mehmet Ali'nin karısı doğuruyormuş. Odanın kapısı önünde, rastladığım Zeynep
Kadına sordum:
– Ebe getirdiniz mi?
– Ebe de ne olacak? İşte, tavana urganı bağladım. Ona asıla asıla kurtulur.
– Ya sonra?
– Sonrası ne olacak? Hepimiz böyle doğduk, dedi. Ve sözüne bir şey ilave etmeden, doğum
odasına girdi.
İsmail, sokak kapısının yanında, hemen yan eşik üstünde kıvrılmış yatıyor. Dünyadan
haberi yok. Beni evin ta öbür ucundan uyandırıp, ayağa kaldıran feryatlar iki adım ötede, onun
kulaklarına kadar varamıyor.
Doğuran kadının sesi, hemen hemen gayri insani diyebileceğim bir acayip bağırış halini
aldı. Bir cigara yaktım. Odamın içinde dolaşmağa başladım. İçimde, buraya ilk geldiğim gece
bile duymadığım bir perişanlık var. Yelkenleri parçalanmış bir küçücük gemide bir deniz
kazası geçirmekte olan adam gibiyim.
Kadının feryatları, boranın ıslıklarını hatırlatıyor. Şimdi batacağız. Şimdi batacağız.
Birden, bir yalçın çığlık ve sessizlik. Bir derin ıssızlık... Mutlaka kadın doğurmuş olacak.
Dünden beri, Mehmet Ali'nin bir oğlu var. Ben görmedim. Fakat, İsmail'in anlattığına göre,
o kadar küçük bir şeymiş ki, insan avucunun içinde ağırlığını duymadan onu taşıyabilirmiş.
– İsmail, mutlaka sen de doğduğun zaman, onun gibi şeydin. Bak, hala bir türlü
büyümüyorsun.
– Evlenirsem daha gelişirim.
– Evlenmek mi? Sen ha, olacak iş mi bu İsmail?
– Neden olmasın? Ben üç aydır yavukluyum bile. Bu kez ürün iyi olursa mutlaka
evleneceğim.
– Daha, bıyığın, sakalın çıkmamış. Daha on beş yaşına bile basmadın. Şu boyuna bosuna
bak.
Bana kızdığını hissediyorum. Göğsünü mısır tavuğu gibi öne doğru şişiriyor. Başını dimdik
kaldırıyor:
– Kız beni istiyor.
Gülmekten kendimi güç tutuyorum.
– Ya anası babası?
– Anası babası yok. Halasının yanında oturur. O da vermezse kaçırırım.
– Gözünü aç, sonra Süleyman gibi olursun. Başına neler geldi, kendi gözünle gördün.
Gerçekten yazmayı unuttum. Süleyman üç dört günden beri ortadan kaybolmuştu. Kimse
nereye gittiğini bilmiyor. Hatta arkadaşı Memiş bile... Meczup uzaklarda, belirsiz bir noktayı
gösteriyor:
– Deha, aha... gibi anlaşılmaz şeyler söylüyor, sonra manalı manalı sırıtıyor.
Lakin, görünen köy için kılavuza ne hacet? Bilen bilir ki, Süleyman nerededir?
Ekinler sararmağa başladı. Zavallı ekinler... En yükseği iki yaşında bir çocuk boyunu
geçmiyor. Orta Anadolu'nun topraklarındaki ıstırap sanki bunlarda en açık ifadesini bulmuş
gibidir. Akşam üstleri bütün başaklar yetim boyunlarını büküyorlar ve hazin köklerine
bakıyorlar.
Ben bu manzarayı seyrederken eski Türklerin niçin hep Rumeli'ye uzanmak istediklerinin
manasını anlıyorum. Anadolu'nun ortası, asıl anavatanın göbeği tuzlu göllerden, kireçli
topraklardan ibaret bir çorak ülkedir. Burada, Türk milleti, çölde Beni İsrail'i andırır. Şimdi ise
bir cehennem çemberi onu, her tarafından kuşatmıştır. Bütün bereketli ve zengin toprakları
çepeçevre elinden alınmıştır. İstiklal Mücadelesinin ya ölürüz, ya kurtuluruz, parolası işte,
bundan ileri geliyor.
Gerçekten, bunun, ikisi ortası olmaz. Türk milleti, ya bu çemberi yarıp geçecektir, yahut da
burada ölmeğe razı olacaktır. Ölmeğe razı olmak... Şimdiye kadar hangi milletten bu kadar
ağır bir şey istenilmiştir? Ama içimizden bunu kabule hazır insanlar çıkıyor. Geçen gün,
aldığım İstanbul gazetelerinde okudum. Sevr Muahedesi esas itibarıyla kabul edilmiş. Damat
Ferit hükümeti onu imzaya üç kişi yolluyormuş.
Bu üç kişiden biri de Rıza Tevfik'tir. O Rıza Tevfik ki bize Türk folklorunun zevkini veren ilk
adamdır. Türk halkına bu hıyaneti reva görmesinin sebebi ne? Niçin, bir yaşlı Şaman heyetine
girip bu arık topraklarda dolaşarak milletin ıstırabını terennüm etmiyor?
Yazıklar olsun, seni sevmesini bilmeyenlere; ey, gamlı ülke!.. Seni sevip, senin sessiz dramın
içinde gömülüp gitmekten korku çekenlere!.. Taşın, toprağın ne bitmez bir sabır ve
mukavemet hazinesidir! İnsan, senin göğsünde ya destani bir kahramanlığa erer ya da en ilahi
mizaçlı velilerin feragat ve mahviyet derecesine varır.
Şimdi, şu söğüt dalının altından haykırsam Yunus Emre bana ses verecektir:
– Derviş gönlü taş gerek,
Gözü dolu yaş gerek,
Koyundan yavaş gerek
Evet, pirim; evet pirim. Ben işte, burada öyle olmağa çalışıyorum. Bu bodur ve seyrek
ekinler, bu boynu bükük başaklar, bu buğulu söğüt ağacı, bu donuk ve sessiz su, hülasa, bütün
bu yoksul tabiat parçası neyin sembolüdür?
Bunlar arasında bir ruh, toprağa gömülmüş bir tohum değil midir? Ben, Yedek Subay
Ahmet Celal; Celal Paşa'nın oğlu Ahmet; Porsuk Çayı'nın kenarında böyle bir tohum haline
girdim. Bir kulaç, kara toprak içinde filizimi sürmek, dal ve budaklarımı aydınlığa doğru
uzatmak, meyvamı vermek için Allah'ın rahmetini bekliyorum. Ve gömülü olduğum toprağın
ıstırabını bedenimde hissediyorum. Her hususta ona karışıyorum.
Ben, Celal Paşa'nın oğlu Ahmet, İstanbul'un en muhteşem konaklarından birinde doğup ve
parıltılı hülya iklimlerine doğru kanat açıp uçtuktan sonra, kanatlarımın biri kırılmış olarak
buraya düştüm. Otuz iki yaşında bir emekli asker, bütün geleceği geride kalmış bir sakat
delikanlı, şimdi burada...
– Ne yapıyorsun?
Hah, hah; adam sen de...
Görüyorum ki, fikir ve hayal aleminden henüz yere inmiş değilim. Oysa, ben İstanbul'dan
çıkarken bütün ıstıraplarımın kaynağının kafamda olduğuna karar vermiştim. Ve onu orada
bırakmak istemiştim. Burada, hiçbir şeyi düşünmeyecek, metafiziğe tamamıyla veda edecek ve
bir köylü nasıl yaşarsa öyle yaşayacaktım. Tamamıyla onlara karışacaktım.
Lakin işte görüyorum ki, bir çanak suda bir damla zeytinyağı gibiyim. Ne karışıyorum, ne de
dibe çökebiliyorum. Bize, bunun için toplumun kaynağı diyorlar galiba.
Türkiye'nin aydın sınıfı, gerçekten bu toplumun kaynağı mıdır? Eğer öyle ise, bu Salih
Ağalardan, Bekir Çavuşlardan, bu İsmaillerden, bu Zeynep Kadınlardan bende bir şey
bulunması gerekmez miydi? Oysa, ben burada hayvanlara insanlardan daha yakınım. Onları,
tiksinmeden, şefkatle sevmesini biliyorum ve bu sevgim onlara geçebiliyor. Boz eşek bana
iyiden iyiye alışmış. Zira, onun başını koltuğumun altına alıp saatlerce okşarken, o tatlı tatlı
bana bakar ve bazen ben yürüyünce kendiliğinden arkama takılır.
Oysa, küçük İsmail, bana karşı hala ilk geldiğim geceki yabancılığını, uzaklığını muhafaza
etmektedir. Ona, dostluk ve sevgi göstermiyor muyum? Eski çamaşırlarımı hep ona vermiyor
muyum? Avucuna ikide bir paralar sıkıştırmıyor muyum? Yaptığım iyiliklerin hiçbiri, hiçbiri
onu bana meylettirmiyor!
Geçen gün, Zeynep Kadını, sokak kapısının önünde benden yakınırken yakalamıyayım mı?
Ben, onun bütün işlerini karıştırmışım. Salih Ağa ile aralarını bozmuşum. Zaten yanlarına
geldiğim günden beri evlerinin beti bereketi kalmamış. Mehmet Ali askere gitmiş. Başlarına bu
arazi davası çıkmış. İsmail şımarmış, kimseyi dinlemez olmuş.
Ben bunları işitmezlikten geldim. Kapıdan çıkmak üzere iken ayaklarımın ucuna basarak
ters yüzü odama döndüm. Şimdi başım iki ellerimin arasında düşünüyorum:
Onlar gibi olmak, onlar gibi giyinmek, onlar gibi yiyip içmek, onlar gibi oturup kalkmak,
onların diliyle konuşmak...
Haydi bunların hepsini yapayım. Fakat, onlar gibi nasıl düşünebilirim? Nasıl onlar gibi
hissedebilirim?
Odamı dolduran bütün bu kitapları yakmak... Bu resimleri, bu levhaları ayaklarımın altına
alıp ezmek. Neye yarar? Hepsi benim içime girdiler. Bende, silinmez, kaçınılmaz, yıkanıp
temizlenmez izlerini bıraktılar. Benim iç duvarlarım, bütün bu yabancı nakışlar, çizgiler,
işaretler, renkler ve hiyerogliflerle doludur. Dış cephem değişmiş neye yarar? Ben, asıl ben, bu
toprağın malı olmayan ve hepsi dışarıdan gelen maddeler ve unsurlarla yoğrula yoğrula adeta
sınai, adeta kimyevi bir şey halini almışım.
Geçen gün, kırlarda dolaşırken ayağım bir konserve kutusuna çarpmıştı. Durup bakmıştım.
Bu kutu Amerika'dan gelmiş bir kutu idi ve üstünde İngilizce bir şeyin adı yazılı idi. Bu kutuyu
buraya hangi yolcular bıraktı? Kimbilir ne zamandan beri kaldı, bilmiyorum. Fakat tuhaf bir
ilgiyle eğildim, elime aldım, baktım adeta bir eski aşinayı görür gibi oldum.
Ben, bu topraklarda, işte bu teneke kutunun eşiyim. Benzetiş, istiare... Benzetiş, istiare...
Fakat hayatta böyle bir şey yok. Hayat ve gerçek Salih Ağa'nın ayaklarında; hayat ve gerçek,
Zeynep Kadının buruşuklarında; hayat ve gerçek muhtarın kırçıl sakalında; hayat ve gerçek
İsmail'in yuvarlak gözlerindedir.
Kadınlı erkekli, çoluklu çocuklu köylüler tarlalarından evlerine dönerlerken dibine
oturduğum söğüt ağacının dallarından bütün hülyalar ürkerek kaçışır. Çetin çalışmaları
esnasında, balçıklaşan bu insanlar, küme küme, ikişer üçer, teker teker, kerpiçten yuvalarına
dönerlerken, ben kendimi; kendi köşemde her zamandan daha garip, daha anlayışsız, daha
manasız, daha faydasız bulurum.
Bu balçıktan insanlar, aralarında hiç konuşmadan yürürler. Kiminin sırtında bir demet çalı,
kiminin bir çuval vardır. Kimi, bir keçi yavrusunu kucağına almıştır. Kimi, bir mandayı
dürtüşleyerek önüne katmıştır. Boz eşek, İsmail'in ardından başını önüne eğmiş, küçücük
adımlarla yürür. Kadınların pek çoğunun omuzunda asılı bir torba içinde bir yavnı, başı
aşağıya sarkmış, uyuklamadadır. Yürüyebilenler, hep köyde kalmıştır ve süprüntülüklerin
içinden paytak paytak gelenlere doğru yürürler.
Bu manzara, Nuh'tan önceki ilk insan kümelerinin manzarasıdır. Lakin, bu akşam gökten,
ne ceza, ne mükafat şeklinde hiçbir belirti görünmeyecek. Her geceki mutat karanlık çökecek
ve Zeynep Kadın kızlarıyla gelininin pişirdiği bir kap yemeği, kirli bir tepsi içinde, benim
odamın kapısından içeri bırakacak.
Yattığım yerden küçük harman yığınları görünüyor. Burası köye yarım saat mesafededir. İlk
planda Bekir Çavuş'un tarlası var. Tam tarlanın ortasında kör kız tek başına oturuyor. Vakit,
bir öğle saatidir. Güneş altında kızın uzun saçları birer taze mısır püskülü gibi cilalı görünüyor.
Bu kız, henüz on iki, on üç yaşındadır ve o kadar cılızdır ki, bir gün sırtını okşarken bütün
kaburga kemiklerini saydım. Zavallıyı, niye böyle kırın ortasında, bu güneşin altında tek
başına bırakmışlar? Onu, mutlaka, unutmuş olacaklar. Ve o, tarlada herkesi henüz çalışmakta
sanıyor.
Kalkayım, onu elinden tutup evine götüreyim derken, bir de baktım ki, Salih Ağa'nın
kambur oğlu, haylaz haylaz dolaşarak ona doğru yaklaşıyor. Bu çocuk tıpkı bir sakat keçiye
benzer. Bu çocuk diyorum. Belki de o bir delikanlıdır. Çünkü konuştuğu vakit sesi herhangi bir
erkek sesinden daha kalındır.
İşte, kızın önüne geldi, durdu. Ona bir şeyler söylüyor. Kız başını kaldırmış, sanki görür gibi
onun yüzüne bakıyor. Kambur, iki elini kuşağına soktu. Etrafına bakındı, sonra yine kıza
dönüp bir şeyler mırıldandı. Kız utanmış gibi başını önüne eğdi. Kambur külahını çıkardı,
uzun bir süre tepesini kaşıdıktan sonra kızın yanına çöktü. Şimdi, ikisi de omuz omuza
oturuyorlar.
Fakat, kamburun ne eli ne ayağı rahat duruyor. Kah yerden aldığı bir diken veya saman
çöpü ile kızcağızın ensesine dokunuyor, kah parmaklarının ucu ile çıplak tabanını gıdıklamağa
çalışıyor. Kız huysuzlanıyor, kalkıp gitmeğe çabalıyor. Öbürü tekrar elinden çekip yerine
oturtuyor. Hayatımda hiç bu kadar iğrenç derecede gülünç bir manzara görmedim. Bu alelade
bir yaramaz erkek çocuğun bir uslu kız çocuğa musallat oluşu gibi değil, çok daha canavarca
bir şey... Denilebilir ki, bir yılan bir kurbağayı yutmağa çalışıyor. Denilebilir ki, dev kadar
kocaman bir örümcek bir pervanenin etrafında ağını örüyor.
Kambur, kızın canını acıtmağa başladı. İki defa bağırdığını işittim. Bari gidip işkenceye son
vereyim dedim. Ne lüzumu var! Kız kaçıyor, kambur arkasından kovalıyor. Kız önünü görür
gibi koşuyor.
O kadar ki, derenin kenarına gelince durdu. Ve ancak bu suretle tekrar avcının eline düştü.
Bu sefer kambur, onu belinden sımsıkı yakalamış bırakmıyordu. Sürükleyerek derenin içine
doğru çekti. Ben yerime otururken her şeyi anlamış bulunuyordum.
İnsan, hayvanların en iğrenç olanıdır.
Nihayet, Salih Ağa yapacağını yaptı. Benim hesabıma ekilip biçilen Zeynep Kadının
tarlasından iddia ettiği ortaklık hakkını, bir gece, hiçbirimizin haberi olmaksızın kaldırıp
götürdü. Bu vakayı duyduğum anda öfkemden beynim attı.
Ömrümde adam dövmedim, fakat Zeynep Kadın başta olmak üzere bütün ev halkı önüme
çıkıp yalvara yalvara vazgeçirmeselerdi, mutlaka gidip, o küçük köy ağasını bir iyi
pataklayacaktım.
Meğer, birkaç gün önce bu işi yapacağını haber vermiş imiş. Ben de biliyordum ki, tarlanın
asıl sahibi olmak iddiasıyla ekinden bir pay almak fikrinde idi. Fakat hayasızlığı, cüreti bu
derece ileriye götüreceğini asla tahmin edemezdim.
Neyse, olan oldu. Şimdi, ne yapmalı. Doğrusu, ben kendi hesabıma herhangi bir yürek acısı
duymuyorum. Biraz darı, biraz buğday ektirmiştim. Bu da ancak Mehmet Ali'ninkilere bir
faydam olsun fikriyle idi. Bununla beraber, onlar da bundan çok üzgün görünüyorlar. Bilakis
beni yatıştırmaya çalışıyorlar... Sen sağ ol, aman bir dırıltı çıkarmayalım diye yalvarıyorlar.
Beni öfkelendiren de, işte, onların bu korkuları, bu miskinlikleridir. Onlarda adalet duygusunu
kurcalamaya çalışıyorum. Nafile; taş gibidirler.
Bunlar, henüz bir sosyal yaratık haline bile girmemiştir. Ta yontulmamış taş devrindeki
insanlar gibi yaşıyorlar. O vakitler de, kabilenin en güçlüsü, elinde bir ağaç baltayla sizin
üstünüze yürür, ağzınızdan lokmanızı, ininizden karınızı alıp götürürdü ve bu, herkese tabii
olaylar gibi sakınılmaz, önlenmez görünürdü.
Köylüde mülkiyet duygusu her şeyin üstündedir, derler. Uzun yüzyıllardan beri devam eden
dış istilalar, iç eşkiyalıklar Türk köylüsünde bu duyguyu da köreltmiştir. Hepsinin içinde,
semavi bir afet esnasında bir koyun sürüsünün ürkekliğinden bir şey var. Neden ürküyorlar?
Bunu tarif ve tahlil etmek mümkün değildir. Onları bu hale koyan, üstünde yaşadıkları bu
sert ve haşin tabiat mıdır? Merhametsiz bir üvey ananın göğsü gibi hareketsiz bu topraklarda
ancak böyle bir öksüz çocuk ruhu dalgalanabilir.
Lakin, bütün bu felsefeler, beni, gidip Salih Ağa'ya çatmaktan alıkoyamadı. Meydanlıkta,
kahvenin çardağı altındaydı. Ağır ağır üzerine doğru yürüdüm. Beni görünce sapsarı kesildi,
başını önüne eğdi, büzüldü. Gittim, önüne dikildim:
– Bizim ürünü gece çalan sen misin?
Cevap vermiyor, yere bakıyor.
– Söyle, hırsız sen misin: Şimdi yakandan sürükleye sürükleye seni en yakın karakola
götüreceğim.
Ayağının başparmağını avucunun içine aldı.
– Söyle; diyorum. Söyle, diyorum.
Ve kendimi kaybedip yakasına yapıştım. Silkinip geriye çekilmek istedi. Sarstım. Davrandı,
ayağa kalktı ve elimden kurtulmak için çabalamaya başladı. Kahvede kimse yoktu. Kahveci de
suya gitmişti. Salih Ağa tuzağa düşmüş bir çakal gibi pençemde kıvranıyor.
Birden, herifin ağzını elimin üstünde hissettim. Bir hayvan gibi ısırmaya çalışıyordu. Kara,
seyrek dişlerinin nemini derimde duyar duymaz, bütün hiddetim bir derin tiksintiye çevrildi.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Yaban - 07
  • Parts
  • Yaban - 01
    Total number of words is 2653
    Total number of unique words is 1600
    24.0 of words are in the 2000 most common words
    36.1 of words are in the 5000 most common words
    43.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 02
    Total number of words is 2955
    Total number of unique words is 1746
    31.8 of words are in the 2000 most common words
    45.1 of words are in the 5000 most common words
    52.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 03
    Total number of words is 2944
    Total number of unique words is 1750
    36.0 of words are in the 2000 most common words
    50.1 of words are in the 5000 most common words
    56.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 04
    Total number of words is 2831
    Total number of unique words is 1654
    36.3 of words are in the 2000 most common words
    51.8 of words are in the 5000 most common words
    60.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 05
    Total number of words is 2895
    Total number of unique words is 1633
    37.4 of words are in the 2000 most common words
    51.9 of words are in the 5000 most common words
    59.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 06
    Total number of words is 2852
    Total number of unique words is 1658
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 07
    Total number of words is 2951
    Total number of unique words is 1671
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 08
    Total number of words is 2909
    Total number of unique words is 1690
    35.8 of words are in the 2000 most common words
    49.3 of words are in the 5000 most common words
    56.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 09
    Total number of words is 2947
    Total number of unique words is 1673
    36.5 of words are in the 2000 most common words
    50.3 of words are in the 5000 most common words
    56.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 10
    Total number of words is 2850
    Total number of unique words is 1677
    35.9 of words are in the 2000 most common words
    48.5 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 11
    Total number of words is 2843
    Total number of unique words is 1623
    35.5 of words are in the 2000 most common words
    50.0 of words are in the 5000 most common words
    57.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 12
    Total number of words is 2830
    Total number of unique words is 1611
    35.8 of words are in the 2000 most common words
    50.1 of words are in the 5000 most common words
    58.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 13
    Total number of words is 2910
    Total number of unique words is 1642
    36.4 of words are in the 2000 most common words
    50.8 of words are in the 5000 most common words
    58.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 14
    Total number of words is 2827
    Total number of unique words is 1672
    34.7 of words are in the 2000 most common words
    48.6 of words are in the 5000 most common words
    56.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 15
    Total number of words is 2766
    Total number of unique words is 1590
    35.7 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 16
    Total number of words is 2879
    Total number of unique words is 1731
    32.0 of words are in the 2000 most common words
    45.4 of words are in the 5000 most common words
    52.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 17
    Total number of words is 2909
    Total number of unique words is 1655
    27.1 of words are in the 2000 most common words
    38.9 of words are in the 5000 most common words
    46.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 18
    Total number of words is 2802
    Total number of unique words is 1690
    27.9 of words are in the 2000 most common words
    40.2 of words are in the 5000 most common words
    47.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 19
    Total number of words is 1511
    Total number of unique words is 1016
    27.6 of words are in the 2000 most common words
    39.4 of words are in the 5000 most common words
    46.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.