Yaban - 07

Total number of words is 2951
Total number of unique words is 1671
34.9 of words are in the 2000 most common words
50.4 of words are in the 5000 most common words
57.9 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Onu nefretle geriye ittim. Lakin yere düşmesiyle toparlanıp kalkması bir oldu. Bir sıçrayışta
kahvenin peykesinden öteye atladı. Koşarak kaçtı gitti.
Bir süre, gülmekle ağlamak arasında, hasmımın yerde kalan pabuçlarına baktım.
Her şeyi bu kadar ciddiye almak, bu kadar öfkelenmek neden? Kaç gün yüreğimde bu olayın
azabını taşıdım. Gidip, Salih Ağa'nın kendisinden bizzat af dilemek istedim. Ama, o bana karşı
hiçbir kin taşımıyor gibi. Yapacağını yaptıktan, almak istediğini aldıktan sonra ötesine pek
önem vermiyor. Hatta, meselenin bu kadarcıkla kapanmış olmasına seviniyor. Belki, bununla
da kalmayıp içinden bana karşı bir küçümseme duyuyor. Beni herhangi bir delikanlı gibi ham
ve hoyrat buluyor.
Aşar memuru köye geldiği gün onu ilk karşılayanlardan biri Salih Ağa oldu. Bir süre baş
başa konuştular. Sonra yanlarına Bekir Çavuş, muhtar ve ünam geldi. Salih Ağa gayet önemli
ve işbilir bir adam tavrı takınmış; hepsine ağır ağır, yavaş yavaş bir şeyler söylüyor.
Yanlarından geçerken hepsi birden kalkıp bana selam verdiler. Baktım, Salih Ağa da kalkmış
selam veriyor. Yanlarına vardım:
– Merhaba ağalar...
Aşar memuru setre pantolonlu, kauçuk yakalıklı, yusyuvarlık bir kıranta adamdı. Dizleri ve
ayaklarının uçları birbirine bitişik oturuyor. İki laf arasında bir uyukluyor.
– Bu yıl bir uğursuzluk var emme...
– Ne diyon be, sen ne diyon?
– İyi olur inşallah.
Bu tarzda başı yok, sonu yok bir konuşmanın ortasına düştüm: Gerçi ben gelince yüzler
değişti, sözler değişti. Fakat, aşar memurunun yüzündeki uyku hali dağılmadı. Sivrihisar'dan
geliyormuş. Yola çıkalı on beş gün oluyormuş.
Onun için ne sorsam bilmediğini söylüyor. Ankara, size daha yakın diyor. Ankara bize daha
yakın... Bu sözde bilmem niçin yüreğime ferahlık veren bir şey var. Bir gün kalkıp oraya
gideceğim. Lakin bu şehir o kadar kalabalıkmış ki, gidip de açıkta kalmaktan değil ama,
faydasız bir konuk olmaktan çekiniyorum.
– İçinizde Ankara'yı gören var mı?
Bir aşar memuru görmüş.
– Sivrihisar'a tayin edilmezden önce Kalecik'teydim. Oradan geçtim. On, on beş gün kaldım.
Fena yer değil. Ama, suyu yok, yeşillik yok. Hem öyle bir pahalı, öyle bir pahalı ki...
Bekir Çavuş, geçenlerde Polatlı'ya kadar gitmiş.
– Gördüm, diyor, trenler Ankara'dan Eskişehir'e boyuna asker taşıyor ve Eskişehir'den
Ankara'ya vagon dolusu erzak gidiyordu.
Muhtar:
– Hep büyükler oraya toplanmış, dedi.
Aşar memuru kim bilir kaçıncı uykusundan baş kaldırıp:
– Büyükler mi? Öyle, öyle. Bizim müdür de orada... Ben gördüm, diye mırıldandı.
Soruyordum:
– Aylıklar, muntazam çıkıyor mu, memur efendi?
– Aylıklar, hiçbir zaman bu kadar muntazam çıkmamıştı. Ayın otuzu oldu mu hemen
bordrolar hazırlanıyor. Bir imza edip almak kalıyor.
Milli hükümetin bu başarısını duyunca sevinçten yüreğim hopluyor.
– Her şey buna göre... Ben Kalecik'ten Ankara'ya üstümde iki bin lira emanet parayla
geldim. Yolda kah yaya yürüdük, kah açıkta yattık. Elhamdülillah, kılımıza dokunan olmadı.
Her taraf güven içinde.
Yüreğim bir daha sevinçten ağırma geliyor. Güya bütün asayişi, düzeni sağlayan benmişim
gibi bir gurur ve iftihar duyuyorum. Memura köylüleri göstererek:
– Bir de bunlar, her şeyin kötüye doğru gittiğini söylerler. Hep uğursuzluktan,
bereketsizlikten bahsederler, diyorum.
Lakin, memur, bu sırada gene uykuya dalmıştı. Köylülerden biri:
– Öyle deme, beyim dedi ve eliyle ovada bir geniş daire çizerek; vakti zamanında şu
gördüğün yerler hep ağzına kadar dolu erzak kuyularıydı. Şimdi açsam diplerinde bir tane
arpa bulamazsın.
Aşar memuru, tam bu sırada gözünün bir tanesini açtı ve bana: İnanma, yalan söylüyor der
gibi bir, işaret yaptı. Anadolu köylüsünün zahire ambarları bomboş, fakat Türk entelektüeli
yedi devlete harp açmıştır. İstanbul'da Ali Kemal buna delilik diyor. Ben, bu hali ulvi ve
heyecan verici bir manzara gibi seyrediyorum.
Ankara'da Hakimiyeti Milliye gazetesi İtilaf kuvvetlerinin İstanbul'daki rezaletleri diye, bir
olaylar sütunu açmış.
Öbür tarafta, Galipler, aklınızı başınıza alın başlıklı bir makale neşrediyor. Havada Milletin
hakimiyeti sözü bir vahiy gibi dolaşıyor. Gelip, beni, bu inzivada uyandırıyor.
Türkiye'nin karanlık semasında Mustafa Kemal adı bir şafak yıldızı gibi parlıyor. Bunun
etrafında bazı peykler beliriyor. Tekrar Türk ordusundan bahsediliyor. Mehmet Ali'den
mektup geldi. Mensup olduğu alay Kütahya'daymış. Arasıra bizim taraflardan bir kafile asker
veya bir subay grubu gelip geçiyor. Bunlardan bazılarını bizim köyde konuk ediyorum.
Bunlar, artık benim bildiğim Cihan Savaşı subayları değildir. Bazılarıyla tanışmakla beraber
onlarda eski ruhtan, eski kafadan bir belirti bulamıyorum. Bunlar, bir ordunun alelade
subayları olmaktan ziyade yeni bir mezhebin öncüleri gibidir. Cihan Savaşı'nda her biri bir
şeyden şikayetçiydi.
Hepsi devletin siyasetini tenkit ederdi. Hepsi canından bezgin görünürdü. Şimdi ise
tartışma bile kabul etmiyorlar.
– Mutlaka yeneceğiz, diyorlar.
Fakat, inanılacak şey değil. Ben, savaşı istemeyenlerin arasında yaşıyorum... Bu milletin tek
güç kaynağı bu köyler, bu hastalık, yoksulluk, umutsuzluk yuvaları değil mi? Bu savaşta
subayların yönetecekleri insanlar hep bu aralarında yaşadığım kanları çekilmiş, derileri
kemiklerine yapışmış, gözlerinin feri kaçmış hayaletler değil mi?
Geçen gün bir cephanenin cepheye nasıl taşındığını gördüm. Uzun bir kağnı kafilesi... Ah,
ne hazindi, bu kağnı kafilesi... Gacır, gacır... Ve sıska mandaların kalça kemikleri o kadar
sivrilmişti ki, yer yer derilerini delmişti. Bu deliklerin üstünde sineklerin yüzlercesi kalkıp
yüzlercesi konmaktaydı.
Kafileyi yöneten insanlar ise sineklerin azmanı gibidir. Ne şekilleri insan şekline, ne
yürüyüşleri insan yürüyüşüne, ne sesleri insan sesine benzer. Bu iki direk, iki tekerlekten
ibaret arabalar sanki onların uzuvlarına bitişiktir. Bunların içinde yatarlar. Döşekleri,
yorganları, yiyecek ve içecekleri bunların içindedir. Kaplumbağanın kabuğu belki
kaplumbağadan ayrılabilir. Fakat bu arabaları o adamlardan ayırmanın imkanı yoktur.
Bitmez tükenmez Anadolu yollarında, dereler, tepeler aşarak, yokuşlar çıkıp inişler inerek,
dikenlikler ve kayalıklar arasından geçerek hazin hazin yürüyen kocaman acayip
kaplumbağalar... Siz, aynı zamanda, Türk köylüsünün yırtık pırtık eşyaları arasında, emsalsiz
bir savaş alanında birer destan eşyası da taşıyorsunuz. Onun için uzaktan uzağa bana mitolojik
hayvanlar gibi görünüyorsunuz.
Hiç şüphesiz, büyük akınlara, büyük fetihlere giden eski Türklerin arkasından da buna
benzer katarlar yol alırdı:
Atilla'nın eşyasını taşıyan arabalar da belki bunlardan farksızdı. Oğuz kolları, Anadolu üstüne,
mutlak, bunun gıcırtılarını dinleye dinleye uzandılar. Herhalde bu garip ve hazin araba tipini,
birer fosil izi halinde eski taşların böğrüne kazılmış görmek mümkündür. Fakat, bütün bu
tarihi tahayyüllere rağmen, insanın gene bunlardan destani bir şey bulmaya gücü yetmiyor.
Kağnılar geçerken, savaşın sonucundan, ben bütün köylülerle beraber umudumu
kesmiyorum. Gacır, gacır, gacır, gacır... Sanki belkemiğim bir testereyle orta yerinden kesiliyor
gibi. Ve mandaların bütün ağırlığı bir kara kabus halinde üstüme çöküyor.
Lakin, işte, subaylar mutlaka yeneceğiz diyorlar. İnönü, yeni bir devrin başlangıcı değil mi?
Türk ordusu orada yüzyıllardan beri kaybettiği geleneğine tekrar kavuşmadı mı?
Nerede okudum, bilmiyorum: Cephe artları, tiyatroların kulislerine benzermiş.
Shakespeare'nin ve Racine'nin bir trajedisi oynayacak. Sahnede, kralları, kraliçeleriyle bütün
bir saray içinin haşmet ve debdebeleri gösterilecek. Fakat bundan önce bir de kulisteki
hazırlığı görünüz: Yırtık ve ter kokulu canfes parçalarından bir yığın hırdavat ve bunların
arasında yarı aç, yarı tok birtakım zavallı insanlar gelip gidiyor, eğilip kalkıyor.
İşte, biraz sonraki muhteşem sahne bu unsurlardan teşekkül edecek. Bizim İsmail'e, artık
ben de kızar oldum. Ne bir iş gördüğü, ne yerinde durduğu var. Öyle bir haylazlaştı, öyle bir
haylazlaştı, deme gitsin. Bazen, ortadan büsbütün kayboluyor. Saatlerce, hatta günlerce nereye
gittiği bilinmiyor...
Gerçi, ilk günler evde hayli müthiş sahneler oldu. Zeynep Kadın, babası tutmuş bir zenci
karısı gibi, kaç kere çocuğun üstüne saldırdı. Fakat, kar etmedi. İsmail taze bir kuvvetle
canlanmış görünüyor. Hatta bir defasında anası üstüne doğru yürürken, o kolunu havaya
kaldırdı:
– Hele bir gel, hele bir gel... dedi.
Zeynep Kadın, şaşırdı:
– Ne diyon? Ne diyon?
– Hele bir gel, hele bir gel...
– Amanın, bana el kaldırıyor!..
O andan beri, sanki İsmail'in elini kolunu bağlayan sihir bozuldu. Kabuk yarıldı, içinden
çıkan hiçbirimizin tanımadığı yeni yaratık bir salyangoz gibi esrarlı, cıvık ve siniktir.
Bir yanından dokunulduğu vakit, sertleşir, antenlerini uzatır ve elinizin üstüne sümüğünü
bırakır.
Eskiden sigara içmezdi. Ben verdiğim zaman, bize göre değil derdi. Şimdi sabahtan akşama
kadar durmaksızın, sigaralarımdan alıyor.
Bir gün dedim ki:
– Sigara istiyorsan bana söyle, ben veririm. Bir daha haberim olmaksızın, odamdan bir şey
alma.
Sanki sözüm ona değilmiş gibi, cevap vermeden uzaklaştı. Eskiden, benim yanımda, bir
nevi terbiyeli duruşu vardı. Şimdi beni nerde görse, adam yerine saymıyor. Onu bir köşede
sıkıştırıp dövmek istiyorum.
Son zamanlarda, ne vakit, adını bilmediğim güzel köylü kızının köyüne gidecek olsam,
İsmail'e yolum üstünde rastlıyorum. Ya ben giderken o dönüyor, yahut ben dönerken o
gidiyor.
Bir defasında ben onu görmemezlikten geldim, bir defasında, o beni görmemezlikten geldi.
Nihayet, günün birinde, kavaklıkta yüzyüze karşılaşınca, durmağa mecbur olduk. Onda ve
bende acayip bir tutukluk vardı. Ne ben ona bir kelime söyleyebiliyordum, ne o bana. Suyu
çekilmiş derenin içinde, bir hayvan leşi üstüne, kargaların bir kümesi konup, bir kümesi
kalkıyor ve cıyak cıyak bağırıyorlardı.
İsmail ve ben bir süre, yanyana köye doğru yürüdük. Sonra ne yapacağını bilmeyen
kimselere mahsus bir iç sıkıntısı ile yolun ortasında durup kargaların uçuşunu seyrettik.
Tabakamı çıkardım bir cigara yaktım. Bir tane de İsmail'e uzattım:
– Bu köyde ne var, ne yok?
– Heç, karı kızan çalışırlar.
– Sen dönüyor muydun?
– Hee...
– Öyle ise beraber dönelim.
Ve tersyüzü geri döndük. Aşağı yukarı on, on beş dakika sessiz yürüdükten sonra başımı
ona doğru çevirmeksizin sordum:
– Yoksa senin nişanlın bu köyden mi?
Cevap vermedi.
– Dördüncü defadır ki sana buralarda rastgeliyorum.
Mutlak, sevdiğin kız buralı olacak.
– Dedüğün gibi, beyim.
– Hangi kız, o bakayım? Çünkü, ben burada hemen herkesi tanıyorum.
– Şabangilin Emine. O seni biliyor.
– Emine...
Yüreğim küt küt atmağa başlıyor. Dilim, ağzım içinde kupkuru oldu:
– Yanlışın var, ben Emine diye bir kız tanımıyorum.
İsmail tekrar etti:
– O seni biliyor.
Sesinde ne hiddet, ne sitem, hiçbir şey yoktu.
– Bu Emine, yeşil gözlü, uzun boylu... Hani, güldüğü vakit bembeyaz dişleri var. O mu?
Cıvık bir sırıtma ile:
– Hee, o ya... Hee, o.
Kulaklarım uğulduyor:
– Benim için ne dedi, o sana?
– Kolu yok bir herif buraya gelir. O, senin ağan mı? dedi.
– A, a dedim. Kolu yok bir herif mi? O nasıl söz?
Başını eğip, guya ilk defa görüyormuş gibi, gözlerini sağ yanıma dikiyor. Sonra, hayretle
yüzüme bakıyor. Demek istiyor ki, peki kolsuz değil misin?
Bazı heyecanlı anlarımda, kesik kolumun ağrısını duyarım. Gene, öyle oldu. Sağ tarafım
zonklamağa başladı.
Sol elimle, yaradana sığınıp, yanımdaki cüceye bir tokat aşk etmek istiyordum.
Bütün gece, sağ tarafım hep zonkladı durdu. Gözüme bir damla uyku girmedi. Yeniden, bu
köye ilk defa gelmiş gibiyim. Kendimi o kadar garip o kadar yalnız ve öksüz hissediyorum.
Tekrar, ıssız Anadolu yaylalarının kasvetli haritası beynimin içine nakşoldu. Bu engin
yoksulluğun ücra bir köşesine kendimi bir kara nokta gibi atılmış görüyorum.
Burada ben, İstanbul'daki kadar azap ve işkence içindeyim. Taş, toprak, su, insan, hayvan
burada her şey benim aleyhimdedir. Ve bende bütün bu düşman unsurlara karşı mücadele
etmek gücü yok. Durmadan eziliyorum. Durmadan eziliyorum.
Bu bakımdan İsmail benden ne kadar güçlü görünüyor. Tabiat, onu da evirmiş, kıvırmış,
onu, daha on yedi yaşına girmeden bir ihtiyar adam gibi buruşturuyor.
Fakat, bu sarp ve haşin ülkenin eşi olan ruhu, zaman zaman, bütün dış düşmanlardan öç
almasını biliyor. Cengel'in bütün özelliklerini bilen bir genç goril gibi bu havalinin en güzel, en
tatlı meyvesine pençesini atıyor ve sırıtarak, onu avucunun içinde tutup yalamasını biliyor.
Nasıl yaptı? Buna nasıl muvaffak oldu? Bir taze dişi, bu erkek kurusuna, daha on yedisine
varmadan dişleri dökülmüş, yüzü buruşmuş bu garip tabiat yaratığına nasıl tahammül
edebilir?
Karanlığın içinden Emine'nin beyaz dişleri iki sır sedef taneleri gibi parlıyor. Bunlar,
İsmail'in mi olacak? Narin ve alımlı, endamlı, bir körpe söğüt dalı gibi üzerimde salınıyor.
İsmail'in bütün vücudu, bir tırtıl gibi bu dala mı tırmanacak?
Yok, yok. İn oradan, çekil. Yarın söyleyeceğim, Emine gözünü aç. Sonra pişman olursun. Bu
cüce, sana koca olamaz. Gençliğine, güzelliğine acı, diyeceğim.
Ya, sana ne oluyor? derse... Bir köylü kıza, İstanbul usulü ilanı aşk mı edeceğim? Bu kadar
gülünç, bu kadar zavallı, bu kadar acayip bir şey olmağa katlanacak mıyım?
Haydi, canım. Ne yaparlarsa yapsınlar. İki köylü sevişip birbirlerini alacaklarmış. Bana ne?
Kendi kendime bunu söylemekle beraber, gene gözüme uyku girmiyor. Hey Allahım,
Emine'yi İsmail'den kıskanıyorum. Ben Celal Paşa'nın oğlu Ahmet, emirerim Mehmet Ali'nin
kardeşi bücür İsmail'i kıskanıyorum. Boğazını sıkıp öldüresiye kıskanıyorum.
Kaç gündür, bin türlü çare ile diş ağrısını yatıştırmağa çalışan adam gibiyim. Kah zihnimi
büyük ve önemli şeylerle işgal ederek, acımı unutmağa çalışıyorum. Kah okuyorum,
okuyorum, okuyorum. Bazen de çıkıp kırlarda, bayırlarda dolaşıyorum ve böyle dolaşırken,
hep tesadüf mü diyeyim, yoksa bir alışkanlık eseri mi, kendimi Emine'nin köyü civarında
buluyorum. O vakit, geçmiş sandığım ağrı bütün şiddeti, bütün azgınlığı ile baş gösteriyor.
Bu, benim bir kadına ilk tutuluşum değildir. Fakat, bu benim için ilk olmayacak sevgidir.
Bir dağ gülü, dikenlikler, çalılıklar arasından bir dağ gülü nasıl koparılır? Bilmiyorum. Ne
denilir? Nasıl alınır? Bilmiyorum. Kambur oğlanın, kör kızı, ardından kovalayıp yakalayışı gibi
mi? Gidip ona sormak istiyorum.
Lakin, bana, bu hususta ders verebilecek tek bir kişi var. O da İsmail'dir. Suratını görmeğe
tahammülüm olsa gidip ondan öğreneceğim. Emine'nin gönlünü çelmek için ne yaptın
diyeceğim. O bana cevap vermeksizin sırıtacaktır. Çünkü, o da ne yaptığını bilemez. Bu iş
kendiliğinden oluvermiştir. Köylerde tek delikanlı kalmadı. Kızlar, kızoğlankızlar, koca
bulamadan kocayıp gidiyordu. İsmail'in bir evlenme teklifi Emine'ye yetmiştir. Ondan daha
iyisini mi bulacaktır?
Mehmet Ali'nin ailesi epeyce de varlıklı sayılır. Yüz dönüme yakın toprakları vardır. Herkes,
Zeynep Kadının birikmiş parası olduğunu söylüyor. Emine ise dul bir halanın yanında bir
yetim kızdır. Babası, Balkan Harbinde şehit düştükten sonra anası, bir başkasıyla evlenip onu
ortada bırakıvermiş:
Emine'ye dair bu bilgiyi Zeynep Kadından alıyorum. Zeynep Kadın, İsmail'in bu kızı
almasına şiddetle aleyhtardır.
– Benim yanıma getiremez, istediği yere götürsün diyor. Ah o kızın halası olacak karı yok
mu? İşte, benim, başıma bu çorabı ören odur. Çırılçıplak yetimi boynumuza dolamak istiyor.
Zeynep Kadın, çırılçıplak derken, ben, tatlı bir ürperme geçiriyorum. Onu, bütün o kirli,
kaba esvaplarının içinden, kalın kabuklu bir yemiş soyar gibi soyuyorum. Mutlaka teninin
kuru bir beyazlığı vardır. Göğsü, kalçaları dolgun, eti ve omuz başları gevrektir. Boynunun, bir
kuğu boynu gibi uzun olduğunu biliyorum. Mutlaka beli ve karnı da buna göredir.
Zeynep Kadına diyorum ki:
– Hakkın var. Ne yapıp yapıp bu işin önüne geçmelisin.
– Dinleyor mu? Ay oğul, dinleyor mu?
Gerçekten İsmail'in, bir anasını dövmediği kalıyor. Zeynep Kadın:
– Ah, Mehmet Ali'm burada olsaydı, ben ona gösterirdim, dedi.
– Ben burada değil miyim? Sana söyledim, beni her işte Mehmet Ali'nin yerine koy diye.
Kadın, tuhaf bir şey söylemişim gibi yüzüme baktı.
Bir akşamüstü, evin damında oturuyordum. Erguvani denilecek kadar kızıl bir aydınlık
içinde, birtakım delice hülyalara dalmışım. Gelip yanıma çöktü:
– Bir cıgara verir misin?
Başımı çevirmeden paketi uzattım.
Bu, köyde, bütün hayvanların, davarların dönme saatidir. Arka tepelerden inen mandaların
ayak sesleri, katı bir satıh üzerine bir yaz yağmurunun düşüşünü andırıyor. Kuzular meliyor,
anaları, onlara cevap veriyor. Derken bir eşek anırmağa başlıyor. Yakındaki bir kümesten, bir
tüneme hazırlığının bütün küçük gıtgıdakları geliyor ve uzaktan uzağa köpekler havlıyor.
Nuh'un gemisi dolmakta... Bu, dünyanın sonu mu? Her akşam, her akşam, dünyanın sonu
geldi sanıyorum, seviniyorum. Fakat...
– Sen, benim için anama ne demişsin?
Yanımda bir ses. İsmail'in sesi. Hay, bu Tevrati akşam şerefine, seni adaşın İsmail gibi bir
taş üstüne yatırıp boğazlamak kabil olsaydı.
Sözünü işitmemezlikten geliyorum. Lakin, o, yanıbaşımda mırıldanmakta devam ediyor.
Başımı, hışımla çevirdim:
– Ne homurdanıp duruyorsun, orada?
İsmail, bu sert hareketim karşısında o kadar şaşırdı kaldı ki, az kalsın haline gülecektim.
Kalın, çatık kaşlarının altında küçücük yuvarlak gözleri birer çivi başı kadar ufalmış ve yüzü,
buruşa buruşa bir kuru incir şeklini almıştı.
Başımı tekrar öteye çevirdim. Fakat o, beni kaplayan havayı dolduruyor, bir civa ağırlığı ile
ağırlaştırıyor. Bulaşık suyu, ahır ve umumi aptesane kokularını andıran bir taaffün bu havaya
bir boğucu gaz fecaati vermekte ve beni canımdan bezdirmekte idi. Ah, bu insan, ah bu insan
denilen mahluk!
Tabiatı, ne cenabet bir zindan haline sokmuş. Yanıbaşımda, bu çocuk olmasa, bu çamurdan
yuva, bu aşağının kurt kaynaşmaları, bu yenen, içilen şeylerden sızan geriz olmasa, şu kuru
toprak dalgalarının üstünde, bu kızıl akşam aydınlığında hayat, daha ne kadar sade ve asil
olacaktı...
– Sen demişsin ki...
– Ben dedim ki, eğer sen o kızla evlenmeğe kalkışırsan kulağından tutup askere götürürüm.
İsmail'in benzi mutlaka kül gibi olmuştu. Sesi titreyerek:
– Bu yaşta, beni hiç askere alırlar mı?
– Bu yaşta, evlenebiliyorsun da neden askere gidemiyormuşsun bakalım? Evlenmesini bilen
adam, pekala askere de gidebilir. Şimdi nizam öyle...
İsmail, dayak yemiş bir kedi gibi belini kısarak sessizce aşağıya sıvıştı.
Bütün merakım şunda: Emine, İsmail'e varmağa gönülden razı mı? Bir gün, kavak
ağaçlarının arasında, onu şöyle bir kuytu yere çekip sordum:
– Sahiden İsmail'e varmak istiyor musun?
Omuzlarını silkti. Başını yana çevirdi. Güldü:
– Ne bileyim ben, ne bileyim ben...
– Sen bilmeyeceksin de, kim bilecek?
– Halam bilir.
Ve bir geyik gibi çevik, yanımdan kaçıyor. Dur demeğe kalmıyor, onu yakalayıp, belinden
kavramak istiyorum. Bu kaçışta öyle bir dişilik var ki... Yüreğim, göğsümün altında hop hop
hopluyor.
– Emine, Emine, dur biraz. Bir söyleyeceğim daha var. Bir söyleyeceğim daha var, fakat
dinleyen kim? Durup dinlese bile dilimden bir şey anlamayacak. Bunu bilerek gene arkasından
yürüyorum. Biraz hızlı, biraz koşmağa benzeyen bir yürüyüş. Ve boş yenim sağ tarafımda bir
uzun torba gibi sallanıyor. Dönüp baksa belki halime gülmekten katılacak. Durdum. Emine,
şimdi, köye giden yolun üstünde gittikçe uzaklaşan, gittikçe uzaklaşan alacalı bir gölgedir.
Derenin kenarına çöküyorum. Dede Korkutda bir tabir var: Böğür, böğür. Ben, işte böğür
böğür ağlamak istiyorum. Nereye gideyim? Benim yerim neresidir? Kimlere doğru varayım?
Beni kimler anlar? Kimler derdime deva bulur? Beni bu illetten, beni bu gurbetten kim
kurtarabilir? Hangi kardeş? Hangi hemşire? Hangi can yoldaşı? Hey, ana toprak, ne kadar
merhametsiz, ne kadar katısın? Benim ıstırabıma ne kadar yabancısın? Ben senin üvey evladın
mıyım? Yoksa sen mi benim üvey anamsın? Eğer, ben senin üvey evladın isem bu kolu kimin
yoluna feda ettim? Niçin şu anda, bu genç yaşımda bir derenin kenarında bir insan
viranesiyim?
Senin yoluna gençliğimi harcadıktan sonra, gene orada, o düşmüş şehirde, senin hasretinle
yanan ben değil miyim? İşte geldim: İşte geldim. Fakat, benim önümde, kızların kaçıyor. Bana
kızların arkalarını çeviriyor. Onlara her uzattığım el boşlukta kalıyor.
Eğer, sen bir üvey ana olsaydın, ıstırabın benim ıstırabıma bu kadar benzer miydi? Sen de
bencileyin, bu kadar garip, bu kadar yoksul... Sen de bencileyin bu kadar derdini anlatmadan
aciz olurmuydun? Benim için senin yüzün Zeynep Kadının yüzünün eşidir. O halde hepimizin
anlaşmamıza engel olan şey nedir?
Öyle düşünerek, geceye kadar derenin kıyısında çömelmiş kalmışım. Geceler, ıssız çıplak
Anadolu yaylasını daha ziyade garipleştirir. Bu ıssız, ışıksız topraklar, gökyüzünün altın
mozayıklı, muhteşem kubbesi altında ezilir, erir, yok olur. O kadar yok olur ki, bunun içinde,
siz kendinizi, çoktan ademe inmiş bir gölge farzedersiniz. Hayat denilen şey, gür, kalabalık,
pırıl pırıl yukarıdadır. Sanki arzın üstündeki medeni şehirlerden biri tersine dönüp tepeden
size bakıyor. Başım dönmese, sabaha kadar sırtüstü yatıp bu engin şehrayini seyredeceğim.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Yaban - 08
  • Parts
  • Yaban - 01
    Total number of words is 2653
    Total number of unique words is 1600
    24.0 of words are in the 2000 most common words
    36.1 of words are in the 5000 most common words
    43.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 02
    Total number of words is 2955
    Total number of unique words is 1746
    31.8 of words are in the 2000 most common words
    45.1 of words are in the 5000 most common words
    52.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 03
    Total number of words is 2944
    Total number of unique words is 1750
    36.0 of words are in the 2000 most common words
    50.1 of words are in the 5000 most common words
    56.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 04
    Total number of words is 2831
    Total number of unique words is 1654
    36.3 of words are in the 2000 most common words
    51.8 of words are in the 5000 most common words
    60.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 05
    Total number of words is 2895
    Total number of unique words is 1633
    37.4 of words are in the 2000 most common words
    51.9 of words are in the 5000 most common words
    59.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 06
    Total number of words is 2852
    Total number of unique words is 1658
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 07
    Total number of words is 2951
    Total number of unique words is 1671
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 08
    Total number of words is 2909
    Total number of unique words is 1690
    35.8 of words are in the 2000 most common words
    49.3 of words are in the 5000 most common words
    56.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 09
    Total number of words is 2947
    Total number of unique words is 1673
    36.5 of words are in the 2000 most common words
    50.3 of words are in the 5000 most common words
    56.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 10
    Total number of words is 2850
    Total number of unique words is 1677
    35.9 of words are in the 2000 most common words
    48.5 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 11
    Total number of words is 2843
    Total number of unique words is 1623
    35.5 of words are in the 2000 most common words
    50.0 of words are in the 5000 most common words
    57.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 12
    Total number of words is 2830
    Total number of unique words is 1611
    35.8 of words are in the 2000 most common words
    50.1 of words are in the 5000 most common words
    58.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 13
    Total number of words is 2910
    Total number of unique words is 1642
    36.4 of words are in the 2000 most common words
    50.8 of words are in the 5000 most common words
    58.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 14
    Total number of words is 2827
    Total number of unique words is 1672
    34.7 of words are in the 2000 most common words
    48.6 of words are in the 5000 most common words
    56.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 15
    Total number of words is 2766
    Total number of unique words is 1590
    35.7 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 16
    Total number of words is 2879
    Total number of unique words is 1731
    32.0 of words are in the 2000 most common words
    45.4 of words are in the 5000 most common words
    52.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 17
    Total number of words is 2909
    Total number of unique words is 1655
    27.1 of words are in the 2000 most common words
    38.9 of words are in the 5000 most common words
    46.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 18
    Total number of words is 2802
    Total number of unique words is 1690
    27.9 of words are in the 2000 most common words
    40.2 of words are in the 5000 most common words
    47.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 19
    Total number of words is 1511
    Total number of unique words is 1016
    27.6 of words are in the 2000 most common words
    39.4 of words are in the 5000 most common words
    46.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.