Yaban - 05

Total number of words is 2895
Total number of unique words is 1633
37.4 of words are in the 2000 most common words
51.9 of words are in the 5000 most common words
59.2 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
– O ne bilir; dedi, Şeyh Yusuf Efendi kim, o kim?
– Öyle ise sen anlat bana, Zeynep Kadın.
– Nasıl anlatayım ki...
O da işin içinden çıkamıyor. Nihayet, Şeyh Yusuf Efendi'ye yalvarıp onu bu eve getirmeğe
karar veriyoruz.
Bu işi, bin bela, Mehmet Ali üstüne aldı. Muhtarın evine gitti. Fakat, gitmesi ile gelmesi bir
oldu. Muhtar O sizin ayağınıza gider mi? Siz onun ayağına gelin demiş. Bunun üzerine hep
birlikte kalktık; gitmeğe mecbur olduk. Muhtarın evinde, Şeyh Yusuf'un oturduğu oda tıkabasa
insanla dolu. O, köşede bir hasır üstünde bağdaş kurmuş oturuyor. Sırtında eskiden yeşil
olduğu belli bir cüppe var. Üstü başı, sakalı o kadar kirli ki, –yanına yaklaşmağa hacet yok–
kapıdan itibaren bir teke gibi kokuyor.
Beni görünce küçük kalabalık, kendiliğinden dağıldı. Mehmet Ali ile anası arkamda, içeri
girdik.
– Merhaba Şeyh Efendi.
Rahatı kaçmış bir adam huzursuzluğuyla başını kaldırdı. Beni, uzun uzadıya süzdükten
sonra dişsiz ağzının içinde bir homurtu halini alan şu sözleri geveledi:
– Merhaba, merhametten gelir. Sen kim oluyorsun ki, bana merhamet edeceksin?
Hemen, Muhtar söze karıştı:
– Kusura bakma; yabanın biridir, dedi.
Ben, tek elimin yumruğunu, bir anda, hem Şeyh'in, hem Muhtar'ın suratına savurmak
ihtiyacını güç zaptediyordum. Yarı gülümseyerek, yarı dişlerimi sıkarak dedim ki:
– Sen yalnız merhamete değil, terbiyeye de muhtaçsın.
Dişsiz ihtiyar teke, bu sözüm üzerine, insana hayret veren bir çeviklikle yerinden fırladı.
Kapının bir kenarında duran pabuçlarını koltuğunun altına almasıyla dışarıya uğraması bir
oldu.
Herkes, arkasından koşuyor. Hatta Mehmet Ali bile. Ben, biraz şaşkın, biraz mahçup,
oturduğum yerden kalkıyorum. Gerçi sonradan, bu olayın şu son safhasını hatırladıkça, çok
defa, gülmekten katılmışımdır. Fakat, o gün, düştüğüm hüzün sonsuzdu. Yalnızlığımı,
kimsesizliğimi ve yabancılığımı o günkü kadar şiddetli hissettiğim olmamıştır.
Benim için, bu bunak Türk şeyhinin, İstanbul'daki İngiliz subayından farkı nedir? Her
ikisinin ruhu ile benim ruhum arasındaki uçurum, aynı derecede derin ve karanlıktır.
Bu da onun gibi, beni kamçı ile dövecek ya da, etimi bir zindanda çürütmekten zevk
duyacak.
Şu anda, burada bulunacağıma, Londra'da bir mutaassıp Protestan rahibinin evinde
olsaydım, aynı istiskali görmeyecek mi idim? Aynı hüzünü, aynı elemi, aynı yabancılık ve
kimsesizlik hissini duymayacak mı idim?
Şeyh Yusuf, benim yüzümden, bu yıl köyü çabuk terketti. Fakat, giderken gördüm.
Köylülerden aldığı hediyelerin yükü altında, hem kendisinin, hem eşeğinin beli bükülmek
raddesine gelmişti. Her ikisi de, birbirinin ardı sırası, sendeleye sendeleye gidiyorlardı.
Şeyh Yusuf gitti. Fakat, zehirini köyde bıraktı. Hava bir süre, bir uzun süre, onun nefesiyle
dolu kaldı.
Köylüler artık benden nefret etmeğe, bana kızmağa bile lüzum görmüyorlar. Bana, yalnız
acıyorlar. Bana bir mahkum, bir idam mahkumu bir ukubete çarpılmış lanetleme adam gibi
bakıyorlar.
Şeyhin gazabına uğrayan, şu zavallının hali ne olacak? Hepsinin dudaklarında, benim
hakkımda, bu sorunun çizildiğini görüyorum. Ve ben, bu dikenlerin arasından, geçen gün
keşfettiğim vahaya kaçıyorum. Ancak burada kendimi buluyor, başımı dinliyorum.
Burada kavaklar daha serin. Dere daha berrak. Fakat, artık, korunun rüstai perisinden eser
görmüyorum. Kendi kendime: Acaba, o gün, bana görünen bir hayal miydi? diyorum. Ve onu,
muhayyelemde tekrar canlandırmaya çalışıyorum.
Bir gün, köyüne kadar gittim. Sokakları dolaştım. Birkaç köylü ile hoşbeş ettim. Hatta
çamaşırdan dönen kadınları gördüm. Fakat ona, bir türlü rastlayamadım. Nihayet, bir defa...
Nihayet bir defa, gene dereden köye doğru giderken onunla karşı karşıya gelmeyeyim mi!..
Kendinden daha kabaca bir kızla, içerisi kirli mintan, çakşır, gömlek ve yazma dolu bir uzun
tahta tekneyi taşıyordu. Teknenin bir ucunu, ön tarafından, o tutuyordu. Beni görünce boştaki
eliyle başörtüsünün uçlarını yüzüne götürdü.
Ve başını, öbür tarafa çevirdi. Sezinledim ki, örtünün altından sedef dişleri parlıyor.
Köye doğru, beş on adım atıp döndüm. Bu hareketimle, aklıma, İstanbul mesirelerindeki
kadın takipleri geliyor. Kendimi Kuşdili Çayırı'nda, Yoğurtçu Deresi'nin kenarında sanıyorum.
Bu köylü kızının, oradaki mahalle kızlarından farkı ne? Endamı, onlar kadar ince, yürüyüşü,
onların yürüyüşü gibi ahenkli ve onlar kadar işvebaz değil mi? Hiç şüphesiz, bunun ayakları
çıplak ve belki topukları da çatlaktır. Fakat, vücudunu saran kabasaba kumaşların altında,
kusursuz taze bir bedenin bütün cazibesini hissediyorum.
Bir de dönüp arkasına bakmasın mı? Artık kalbim hızlı hızlı çarpmağa başladı. Arkadaşına
veya kızkardeşine benim için bir şey söylemiş olacak ki, o da dönüp baktı. Şimdi ikisi birden
gülmekten kırılıyorlar. Ta yanlarına kadar sokuluyorum. O vakit, gene ikisi birden arkalarını
dönüyorlar. Taş kesilmiş gibi kaskatı duruyorlar. Öyle bir duruş ki, hemen uzaklaşmağa
mecbur oluyorum.
Bu, insan dişisinde yeni gördüğüm bir haldir. Herhangi bir genç erkek. isteği ve sıcak ilgisi
karşısında, yumuşayıp eriyen, yahut, cinsi güreşe davet eden bir öfke ile irkilip gerilen kadın
vücudu, burada ilk defa olarak bütün manasıyla donuyor. Bir kadın çelikten burç gibi meydan
okur bir mukavemet timsali haline geliyor.
Bekaret burada bir zırh gibidir.
Lakin, neden biçare Süleyman'ın karısı, bunlar arasında, bir istisna teşkil etmiş? Ha sahi
siz, bu hikayeyi biliyor musunuz?
Bizim köyde, bir Süleyman vardır. Mehmet Ali'den biraz sonra, o da civar köylerin birinden
bir kız almıştı. İşte, bu kız temiz çıkmamış, Süleyman: Sana kim dokundu? Diye sormuş. Kız,
Ağam demiş, küçükten tarlada oynaşıyorduk. Beni omuzlarımdan yakaladı. Altına aldı. Sıktı,
sıktı. İşte ne olduysa, o zaman oldu.
Süleyman: –Kaza, desene demiş. Susmuş. Fakat, köylüler susar mı? Kızcağızı, bir taşa
tutmadıkları kaldı. Sonra, yavaş yavaş, onlar da uğraşmaktan vazgeçtiler.
Yalnız, Cennet, –bu genç kadının adıdır– altı ay geçmedi, bir gece, bir ağıl duvarının
dibinde bir yabancı adamla yakalandı. Bütün köy halkı sopalar, çapalar, övendirelerle, bu açık
hava zinacılarının üstüne hücum etti. Cennet'le aşığı, ağılın duvarını kendilerine siper yapıp
hücum edenlerin üzerine, öyle bir taş yağdırdılar, öyle bir taş yağdırdılar ki, herkes dağıldı.
Kaçışmaya mecbur kaldı. Ve Cennet, Homeros devrindeki esir kızlar gibi, kale duvarının
üstüne çıkıp:
– Ben, yalnız kocama teslim olurum! diye bağırdı ve kocası gitti; onu elinden tutup evine
getirdi. Kadının söylediğine göre, meğer bu kadar tevatüre sebep olacak bir şey yokmuş. O
adam emmioğlu imiş; yoldan geçerken ağılın önünde rastgelmiş, şöyle duvarın dibinde biraz
konuşmuşlar...
Süleyman'ın karısını, bu zaferden sonra artık büsbütün serbest bıraktılar. Çünkü, o köyün
içinde bir nevi kuvvetin, bir nevi hakimiyetin timsali oldu.
Cennet, levent, gelgelli, kahkahası bol ve keskin bakışlı bir kadındır. Kaşlarına rastık çeker
ve ellerine kına yakar. Başka kadınlar gibi erkekten ürküp kaçmaz. Herkesin içinde, hatta
benim bulunduğum yerlerde bile elini kolunu sallayarak, göğsünü gere gere dolaşır. Tarlada
çapa çapalarken, evde yemek pişirirken, derede çamaşır yıkarken durmaksızın şarkı çağırır.
Karısının yanında Süleyman, boynu bükük ve hep sırıtan bir çocuktur. Derler ki, Cennet'in
arasıra ona, iki tokat attığı da olurmuş. Süleyman bütün manasıyla, Türk masallarındaki
Keloğlan tipidir. İtaatli, kılıbık ve biraz da filozoftur, ruhunun sonsuz derinliği vardır. Yerine
göre Aşık Garip, yerine göre Yunus Emre'dir. Nasreddin Hoca bu döldendir. Zümrüdüanka
masalı bunun için çıkmıştır. Çobanla peri padişahının kızı masalındaki kahraman da odur.
Onda bitmez tükenmez yolculukların yarattığı sabır, kuşlar ve kurtlarla düşüp kalkmanın
verdiği sadelik, bir yüksek yaşantı ilkesi haline girmiştir.
Macerasını öğrendiğim günden beri, onun candan dostuyum. Fakat, bir defa nasip olup da,
başbaşa dertleşemedik.
Süleyman, insan yadırgar bir yaratıktır. Son olaylar onu büsbütün çekingen ve vahşi etti.
Ancak, küçük çocuklarla bir arada oturabiliyor. Onun en samimi dostlarından biri de
Memiş'tir. Eski bir mescit viranesinin içinde, saatlerce yanyana kaldıkları oluyor.
Süleyman yarım saatte bir kelime söyler. Memiş, cevap vermeksizin gülümser, yahut başını
iki tarafa sallamakla yetinir. Sonra bir sigara yakarlar. Tütün dumanları, başlarının üstünde,
havaya göre, kah kalın ve ağır halkalar teşkil ederek boşlukta sallanır. Kah bir buhurdandan
çıkan tütsü gibi boğum boğum yukarıya doğru çıkar.
Cennet, kocasını, çok defa bu halde gelip yakalar. Ve viranenin taşlarından biri üstüne
dikilip iki elini böğrüne dayar:
– Hele şu mıymıntıya bakın. Hele şu mıymıntıya bakın!
Süleyman, karısının sesini işitince bir ok gibi yerinden fırlar. Titrek, ince ve yavaş bir sesle
mırıldanarak karısına doğru yürür.
– Aha geliyorum; aha geliyorum.
– Hani bugün kasabaya gidecektin?
– İnşallah, yarın giderim. Bugün gidemedim.
– Gidemedin mi? Ne ettin ki gidemedin?
– Su taşıdım. Damın yıkılan tarafını yaptım.
– Bu da iş mi?
– Çocuklar, derenin üstündeki kavak kütüğünü devirmişler. Onu yerine koydum.
Böylece konuşarak eve girerler. Fakat Cennet'in girmesiyle çıkması bir olur. Soluğu çeşme
başında alır. Kulaklarında küpeleri vardır. Boynunda küçük Mahmudiye altınları dizi dizi
parlıyordur. Göğsünün birkaç düğmesini, mahsus açık bırakmıştır. Ağzı, çeşme başındaki
kadınlara bir şeyler anlatırken, gözleri gelip geçen erkekleri süzmektedir.
İncil'de bahsi geçen Samire'li kadın, bundan başka bir şey mi idi? Biz, bu gönül işleriyle
meşgul olduğumuz sırada, zavallı Mehmet Ali'nin korktuğu başına geldi. Askere çağrıldı.
Bundan, bir sabah, uluyan bir kadın sesiyle haberdar oldum. Öyle bir uluma öyle bir uluma ki,
sanki evde birisi ölmüş gibi.
Odamdan dışarı fırladım.
– Mehmet Ali; Mehmet Ali...
Ses yok.
– Zeynep Kadın... İsmail...
Gene ses yok. Ulumanın geldiği tarafa doğru gidiyordum.
– Ne var, ne oluyor?
Bu, Mehmet Ali'nin karısının sesidir. Mehmet Ali'nin, bana bir Allahaısmarladık demeden
gitmiş olmasına ihtimal veremiyorum.
Muhtar, jandarmalar, Mehmet Ali ve kendisiyle çağrılan bir iki kişi kapının önünde
toplanmış duruyorlar. Mehmet Ali'nin yüzü bembeyazdı. Bana bakıyor, fakat hiç tanımıyor
gibi.
Nihayet ta yanına yaklaşıp neler olduğunu sorunca,
mahzun ve küskün önüne baktı:
– Ben sana dimedim mi idim? İşte... diye, mırıldandı ve elinin tersiyle bana jandarmaları,
muhtarı gösterdi. Muhtar, iki jandarmanın ortasında, artık köylülükten çıkmış, bir hükümet
memuru gibi duruyor. Kendisine verilen damgalı ve matbu kağıtları dikkatle gözden geçiriyor.
Hepsini, birer birer inceliyor.
Beni görünce, merasimle ayağa kalktı ve jandarmalara kalkmalarını işaret etti. Ben de
onların sırasında bir sandalye alıp oturdum. Jandarmalar, daha yirmi iki köy dolaşacaklarmış.
Mehmet Ali ile arkadaşlarının yirmi dört saate kadar behemehal Eskişehir'de olmaları
gerekiyor.
Mehmet Ali kolunu benden tarafa uzatarak:
– Hiç yetişilir mi? İşte beye sorun, dedi.
Mehmet Ali'nin asi bir hali var. Onun bu tarafını görmemiştim. Muhtar, bütün resmi
otoritesini takındı.
– Nasıl yetişemezmişsiniz? Pekala yetişirsiniz, dedi.
Mehmet Ali, burnundan soluyordu.
Tam bu sırada, nereden çıktı bilmiyorum. Zeynep Kadını, dimdik karşımda gördüm.
Herkese, sert sert bakıyordu. Yavrusunu savunmaya hazırlanmış bir dişi kurt gibiydi.
Yavaş, yavaş kadınlar, bir iken iki, iki iken beş oldu. Grup büyüdükçe büyüdü. Sanki
aralarında bir şeyler mırıldanıyorlar. Sanki, bir teşebbüse hazırlanır gibi bir halleri var.
Mehmet Ali'ye dedim ki:
– Memleketin, senin gibi usta askere çok ihtiyacı var. Bugün gidip cephede vuruşmazsan,
yarın burada, kapının önünde vuruşmağa mecbur kalırsın. Her vakit söylüyorum.
Düşman şuracığa geldi. Hem bu şimdiki askerlik senin bildiğin gibi değil. Millet, kendisi
savaşıyor. Angarya yok. Sonra emin ol, çok uzun sürmez. Bir çarpışmada herşey hallolacaktır.
Zeynep Kadın atıldı:
– Öyle ama, şimdi tam iş zamanı. Hep öyle yaparlar. Bebelerimizi tam iş zamanında alırlar.
– Merak etme. Kendim işe yaramazsam bile, sana bir adam tutar, bütün hizmetlerini
gördürürüm, dedim.
Zeynep Kadın, saçma bir laf söylemişim gibi, omuzlarını silkti. Lakin, Mehmet Ali üzerinde
sözlerim, biraz etki yapmış görünüyor. Şevkli bir savaşçı kesilmediyse bile tevekküllü bir asker
tavrını aldı. Onun bu halinde şimdiden eski erimi buluyordum. Bana biraz önce olduğundan
daha sevimli, daha munis geliyor ve içimdeki subay uyanıyor.

 

– Keşke alsalar da ben de gitsem, dedim. Bu sözü, o kadar candan söyledim ki, önümde
Mehmet Ali ile gidecek olanların gözleri parladı.
İçlerinden birisi:
– Evvel Allah, biz düşmanın hakkından geliriz ama, silahımız, cephanemiz yok, diyorlar,
dedi.
Anadolu köylüsünde olumlu ve realist duygu hemen bütün diğer duygulara galebe çalmıştır.
Arasıra uyanan lirizmi, bir saniye içinde parlayıp sönüverir. Heyecanlı adamın, onun indinde
bir deliden farkı yoktur. Onun güvenini kazanmak için sessiz, ağır ve hiç gülmez görünmek
gerekir.
Ben de kendimi topladım.
Mehmet Ali gitti. O giderken, bütün ev sarsılacak sandım. Fakat, tahminim kadar olmadı.
Hatta ayrılırken, sarılıp öpüşmediler bile. Kızkardeşleri, sessiz sessiz ağlıyordu. Karısı bir iki
defa hıçkırayım dedi, fakat, Mehmet Ali öyle bir ters ters baktı ki; kadın bütün hıçkırıklarını
katı lokmalar yutar gibi içine çekti.
Zeynep Kadın, duvara dayanmış duruyordu. Yanında İsmail, iki elini kuşağına sokmuş
bakıyordu. Mehmet Ali, bana doğru egildi, elimi öptü. Bir şey söylemek istedi ve torbacığı
omuzunda, yürüdü, gitti.
Bu çocuk, belki bir daha dönmeyecek. Yüreğimde derin bir kasvetle arkasından yürüyorum.
Yolda rastgeldikleriyle durup helallaşıyor...
Gözlerinde yaş var mıydı? Gözleri yaşlı mıydı? Bilmiyorum. Aramızdaki bütün
anlaşmazlıklara rağmen yeryüzünde, o benim tek dostumdu. Yarı yerinden bölünmüş
yaşantıma yeni bir yön vermek için bana yardım eden tek adam o değil midir? Hangi fikir, sınıf
ve meslek arkadaşımdan hayır gördüm? Hepsi, kendi başının derdine düşmüştü. Yalnız
Mehmet Ali bana elini uzatıp:
– Gel seni köyüme götüreyim. Burada yalnız sersebil olursun, demişti.
Bu sözü hatırıma gelince burnumun direği sızladı. Hemen orada bir çakal gibi avazım
çıktığı kadar ulumak ihtiyacını duydum.
Mehmet Ali yokuştan indi. Dereyi geçti. Tarlaların içinden yürüyerek yola doğru ilerliyor.
Dört arkadaştılar. Bir defa dönüp arkalarına bakmıyorlar. Belki bakmayı erlik saymıyorlar.
Bunlar belki, yarınki Türk zaferinin isimsiz kahramanları olacaklar. Belki de... Ne olursa
olsunlar şu dakikada uzaklaştıkça küçülen, uzaklaştıkça küçülen bu dört siluetin, sabahleyin
okullarına giden dört çocuktan farkı yok.
Mehmet Ali gittiği günden beri Zeynep Kadının ağzını bıçak açmıyor. Yüzü bir maske gibi
hareketsizleşti. Gözleri hep sabit bir noktaya dalıp kalıyor. Ona laf söylemekten korkuyorum.
Lakin bir gün o bana söyledi:
– Benim bebemi aldılar, ama kazık gibi herif karının koynunda saklanmış yatıyor.
Kimden bahsettiğini sordum.
– De... aha, Cennet'in nedir o su, dedi. Hem de yabanın biri kimse nereden geldiğini
bilmiyor. Asker kaçağı imiş. On gündür Süleyman'ın evinde saklı. Karı kendi eliyle ona yemek
pişirip verirmiş. Gece de yatağına alırmış?
– Süleyman'ın gözü önünde mi?
– He ya, biri sağ böğründe, öbürü sol böğründe...
Gülmekten kendimi tutamadım. Zeynep Kadın işin bu tarafına önem vermez görünüyordu.
– Gidip haber verecem, bize bir kötülük gelir diye korkarım.
Mehmet Ali'nin anası gerçi böyle konuşmuyor. En koyu Anadolu ağzıyla söylüyor,
Cümleler; boğazından birer tutam çalı gibi sert ve dikenli çıkıyor.
Çoktan, benim bütün merak ve ilgim Süleyman'a doğru gitti. Muhayyelem, Zeynep Kadının
bana anlatmadığı zina dramını en küçük teferruatına kadar gözümün önünde canlandırıyor.
Dişi ve erkek arasındaki ezeli mücadelenin bundan daha müthiş bir safhasını hatırlamak
mümkün değildir. Kadın, burada, bütün vahşi insan içgüdüleri ayakta, bir yırtıcı yaratık
gibidir. Bunun bir tarafında koca, kanı emilip posası bir kenara atılmış bir avı andırıyor. Öbür
tarafında, aşık, tabiatın yenilmez, değişmez kör ve sakar güçlerinden bir parçadır.
Zavallı Süleyman her başını kaldırmak isteyişte ya bir kaya gibi rakibinin önünde dikildiğini
görüyor, ya da karısının bir dişi kaplan kükreyişinden daha korkunç kahkahasıyla karşılaşıyor.
Gerçi, sonradan işittiğim şeylerle bu tasavvurumun ne kadar doğru olduğunu anladım.
Süleyman önce betelemek istemiş. Haydi be sen de demişler. Bir başka defa herif, şöyle bir
dirsek kakmasıyla onu yere oturtuvermiş. Karının üstüne yürümeğe kalkmış. Karı ellerini
böğrüne dayayarak göğsünü ileriye doğru itmiş: Hele dokun, hele bir dokun, vallahi bir gün
kalmam giderim diye bağırmış.
Bu giderim tehdidi... Süleyman o günden beri, geceleri yorganın altına büzülüp zari zari
ağlamaktan başka bir şey yapmıyormuş.
Lakin, işte köylüler buna tahammül edemiyorlar. Bir gün Bekir Çavuş, Cennet'e çeşme
başında rastgeldi. Dişlerini gıcırdatarak üstüne yürüdü: Ya o herifi deflersin, yahut karışmam
diye homurdandı. Kadın, taştan Diana tavrını aldı:
– Ne idermişin, bakalım? Ne idermişin, bakalım? Diye haykırdı. Herkes sandı ki, Bekir
Çavuş Cennet'e sulanıyor. Adamcağız, başını sallayarak uzaklaştı.
Başka bir gün muhtar da Süleyman'ın kapısına kadar gitmiş:
– Söyleyin o kerataya buradan defolsun, emrini vermiş.
Fakat dinleyen olmadı. Kadın: –Beni boşasın, öyle gideriz, demiş. Lakin Süleyman hiç de
karısını boşamak fikrinde değildi. İşte bu yüzden, köylüler, bu rezalete bir son vermek için tek
çareyi baskında buluyorlar. Hocaya sordular: Gözümüzle görürsek şer'an boş düşer mi? diye.
Hoca;
– Elbet demiş.
Bunun üstüne, bir gece, yatsı namazından sonra, köyün belli başlı adamları hep bir araya
gelip Süleyman'ın evini bastılar. Köyün imamı da beraberlerinde idi. Hiçbir gürültü olmadı.
Hatta Mehmet Ali'nin kardeşi küçük İsmail soluk soluğa koşup gelerek bizi, olan bitenden
haberdar etmeseydi hepimizin haberi olmayacaktı.
– Sudan gelirdim, dedi; Bir de baktım ki, camiden çıkanlar hep bir yana yöneldiler. Ben de
aralarına katılıverdim.
Süleyman'ın kapısı önüne gelince durdular. İmam Efendi elindeki çomakla üç defa vurdu.
Ses çıkmadı. Bekir Çavuş:
– Ülen Süleyman, biz geldik, aç kapıyı; diye ünledi. Gene ses yok. Azıcık beklediler. Sonra
Memiş'in ağası aha şöyle omuzunla kapıya dokunuverdi. Hep birden içeriye daldılar. Ben de
daldım. Odada bir bağrışma çığrışma oldu. Aha, o vakit, elimden testi düşüverdi. Cennet
Hanım, bize dinsiz, imansızlar. İmam: Dinsiz de sensin, imansız da sensin. Haydi çık burdan.
Gayri şer'an Süleyman'ın yanında kalamazsın, dedi. İşte o vakit Süleyman'ın sesini duydum.
Amanın itmeyin; amanın itmeyin, diye bağırdı. Ondan öte, n'oldu, bilmirim. Başıma bir
kötülük gelir diye sıvıştım.
İsmail'i hiç bu kadar heyecanlı görmemiştim. Hatta anasından dayak yediği gün bile bu
kadar solumuyordu. Benzi de bu kadar atmamıştı. Dudakları bu kadar titremiyordu.
Lakin Zeynep Kadın:
– Ülen, testiyi neden attın? diye üstüne yürüyünce aklı başına geldi.
Ertesi gün, Cennet'le herif, sabahleyin erkenden köyü terkettiler. İşte Süleyman
karasevdaya o günden sonra tutuldu. Bu, önce, ta yüreğinin derinliklerinden gelen bir ağlama
sesi halinde başladı. Süleyman'ın gözlerinden bir damla yaş akmıyor, fakat hıçkıra hıçkıra,
hüngür hüngür ağlıyordu. Sonra karanlık bir sessizliğe düştü. Ne yiyor, ne içiyor, ne de
söylüyordu. Gözlerini bir noktaya dikiyor. Öyle saatlerce kalıyordu.
Zavallının yakınlarından da kimse yoktu ki, onu teselli etsin. Yalnız, Memiş, yanıbaşından
ayrılmıyordu. Bu iki meczubun, hiç konuşmaksızın, birbirlerini anlayan ve birbirine uzun,
önemli ve samimi şeyler nakleden bir halleri vardı.
Onların, bu sessiz ve esrarengiz hasbıhallerini bilmek isterdim. Ben de, onlar gibi,
meczubun biri değil miyim?
Bu gönül faciası, bendeki sevdalı tahayyüllere yeni bir renk verdi. İki günde bir, Dulcine'nin
köyünün yolunu boyluyordum. Bu sıcak yaz günlerinde iki köy arasındaki gidip gelmeler
epeyce yordu.
Bazı günler, bu gezinti bir çöl yolculuğu kadar zahmetli oluyor. Toprak, ayaklarımın altında,
bir volkanın fışkırmaları gibi sert ve sıcak. Güneş denilen ağır ve büyük ateş küresini,
omuzlarım üzerinde, tek başıma, ben taşıyormuşum gibi gökyüzünün bütün yaz ağırlığını
sırtıma abanmış hissediyorum.
– Bu zahmet, bu meşakkat ne için? diyorum. Bir hayal için, bir yabani çiçeğin gölgesi için.
Bari, güzel kokuyor mu? Bari, dokusu dudaklara hoş mu?
Adam sen de. Her sevgili, bizim muhayyilemizin yaratıp süslediği yaratıktan başka bir şey
midir? Bu, ister bir şehirli hanım, ister bir köylü kız olsun, ona, bir taneciğim diyen biziz.
Sanıyorum ki, birkaç defa sevdim ve her defasında, aynı tarzda sevmekle beraber,
sevdiklerim birbirinin aynı değildi. Şu halde, gönlümüz her çiçekten bal alan bir arı gibidir.
Tevekkeli, Eşrefoğlu: Arı biziz bal bizdedir, dememiş. Bu söz, şairlerin maşuka adını verdikleri
yaratığı, derhal ortadan kaldırıyor.

You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Yaban - 06
  • Parts
  • Yaban - 01
    Total number of words is 2653
    Total number of unique words is 1600
    24.0 of words are in the 2000 most common words
    36.1 of words are in the 5000 most common words
    43.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 02
    Total number of words is 2955
    Total number of unique words is 1746
    31.8 of words are in the 2000 most common words
    45.1 of words are in the 5000 most common words
    52.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 03
    Total number of words is 2944
    Total number of unique words is 1750
    36.0 of words are in the 2000 most common words
    50.1 of words are in the 5000 most common words
    56.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 04
    Total number of words is 2831
    Total number of unique words is 1654
    36.3 of words are in the 2000 most common words
    51.8 of words are in the 5000 most common words
    60.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 05
    Total number of words is 2895
    Total number of unique words is 1633
    37.4 of words are in the 2000 most common words
    51.9 of words are in the 5000 most common words
    59.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 06
    Total number of words is 2852
    Total number of unique words is 1658
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 07
    Total number of words is 2951
    Total number of unique words is 1671
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 08
    Total number of words is 2909
    Total number of unique words is 1690
    35.8 of words are in the 2000 most common words
    49.3 of words are in the 5000 most common words
    56.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 09
    Total number of words is 2947
    Total number of unique words is 1673
    36.5 of words are in the 2000 most common words
    50.3 of words are in the 5000 most common words
    56.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 10
    Total number of words is 2850
    Total number of unique words is 1677
    35.9 of words are in the 2000 most common words
    48.5 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 11
    Total number of words is 2843
    Total number of unique words is 1623
    35.5 of words are in the 2000 most common words
    50.0 of words are in the 5000 most common words
    57.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 12
    Total number of words is 2830
    Total number of unique words is 1611
    35.8 of words are in the 2000 most common words
    50.1 of words are in the 5000 most common words
    58.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 13
    Total number of words is 2910
    Total number of unique words is 1642
    36.4 of words are in the 2000 most common words
    50.8 of words are in the 5000 most common words
    58.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 14
    Total number of words is 2827
    Total number of unique words is 1672
    34.7 of words are in the 2000 most common words
    48.6 of words are in the 5000 most common words
    56.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 15
    Total number of words is 2766
    Total number of unique words is 1590
    35.7 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 16
    Total number of words is 2879
    Total number of unique words is 1731
    32.0 of words are in the 2000 most common words
    45.4 of words are in the 5000 most common words
    52.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 17
    Total number of words is 2909
    Total number of unique words is 1655
    27.1 of words are in the 2000 most common words
    38.9 of words are in the 5000 most common words
    46.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 18
    Total number of words is 2802
    Total number of unique words is 1690
    27.9 of words are in the 2000 most common words
    40.2 of words are in the 5000 most common words
    47.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 19
    Total number of words is 1511
    Total number of unique words is 1016
    27.6 of words are in the 2000 most common words
    39.4 of words are in the 5000 most common words
    46.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.