Yaban - 12

Total number of words is 2830
Total number of unique words is 1611
35.8 of words are in the 2000 most common words
50.1 of words are in the 5000 most common words
58.7 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Ve Şerif Çavuş, bütün destanını bana beş on dakika içerisinde anlattı. Derken, köşenin
başından Bekir Çavuş önde, Emine arkada ve daha arkada İsmail geldiler:
Şerif Çavuş'a:
– İşte kızın geliyor, dedim.
Ve bunu söylerken herif, yerinden sıçrayıp gelenlere doğru atılacak sandım. Hiç de öyle
olmadı. Şerif Çavuş yerinden kımıldamadı bile. Ancak, başını o yana çevirdi. Ben, bu olayın
tarafsız seyircisi, oturduğum yerde heyecandan titriyordum. Fakat, vakanın asıl kahramanları,
kuru bir kucaklaşmayla yetindiler. Emine, eğilip babasının elini öptü. Sonra, iki eli kuşağında
arkada duran İsmail yaklaştı, o da öptü.
Bekir Çavuş'un ağzı kulaklarına varıyordu:
– Evde bulamadım. Tarladaymışlar; te oraya kadar gittim. Baban geldi derim inanmaz. İşte,
şimdi gördün inandın mı?
Emine susuyor. Ürkek bir dikkatle babasına bakıyor ve arasıra gözü bana kaydıkça,
başörtüsünün ucuyla yüzünün yan tarafını örtüyor. Biraz daha irileşmiş, biraz daha
toplanmıştır. Lakin, alaca donunun altından, çıplak ayakları, her şeye rağmen, uzun, narin ve
küçük görünüyor.
Bir köylü kadında bu ne ayaklar... Hiç dikkat etmemiştim. Dururken elini böğrüne dayayıp
öyle bir bel kırışı var ki... Nerede gördüm ben bu pozu? Nerede gördüm? Ha, bir gün
Bergama'da bir eski mermerin üstünde, bir kabartmada gördüm. O kadın omuzundan
düğmeli, dar ve ince bir entari giyiyordu. Bir ayağı, o pozu alırken hafif çıkıntı teşkil eden kalça
tarafında, eteğinin altından dışarıya doğru uzanıyordu. Uzun, narin ve küçücük ayaklar...
Tıpkı bununkiler gibi. Ne tuhaf; bununkiler gibi. Artık sahnenin bütün ilginç kısmı benim
için Emine'de toplandı. Ondan ötesini görmüyorum. Ve derin bir hayranlıkla, bu, henüz
topraktan çıkarılmışa benzeyen Frikya heykelini seyrediyorum. Gözlerim, tepeden tırnağa
kadar bütün vücudu yutmuş gibidir. Öyle ki, bir bakışta, hem yuvarlak omuz başlarını, hem
elinin tatlı kıvrımını, hem de belden aşağısını görebiliyorum.
Kendisine bu kadar dikkatle baktığımı hissetti, galiba! Biteviye, duruşunu değiştiriyor;
hatta yan bir poz alıyor, kah büsbütün arkasını çeviriyor, kah Bekir Çavuş'u siper alıyordu.
Zavallı çocuk, kendisine ne kadar yürekten baktığımı bilse... Bununla beraber, bütün
hareketlerinde, vücudunun ve yüzünün bütün ifadesinde bana teselli veren bir şey var! İsmail'i
hiç sever görünmüyor.
Erkeğine bağlı olan dişi, bir bakışta belli olur. Nasıl mı, diyeceksiniz? Bunu sezmek gayet
kolay, fakat, anlatmak güçtür. İşte, ben hissediyorum. Emine'nin bütün varlığından İsmail'e
karşı sızan bu kayıtsızlığın, belki, bu tiksintinin nedenini kendine sorsam, o da bana
anlatamaz. Bu bir zeka işi değildir. Ruhun derinliklerinde bizden daha içeri bir şey, kör, sağır,
dilsiz ve karanlık bir varlık; o ister, o istemez. O sever, o sevmez ve biz onun itaatli aleti oluruz.
Emine'ye sorsam ki... İşte, babasının yanına çömeldi. Bir kedi yavrusu bundan munis
olamaz. Niçin yalnız bana gelince bir av hayvanı gibi ürkek, kaçak ve yabani oluyor? Çünkü
ben yabanın biriymişim. Anadolu köylüsünde ta cinsiyete, ta içgüdüye kadar hükmeden bu
mahallilik, bu tecerrüt duygusu acaba ruhları yalnızlığa, uzlete davet eden bu ıssız yaylaların
tesiri midir?
Yoksa sosyal bir teşekkül kusurundan mı hasıl oluyor? Fikrim, şundan buna atlarken,
gözlerimle Emine'yi incelemekten de vazgeçmiyorum. Bir defasında bakışlarımız çatışır gibi
oldu. Afacan kollar arasında bir çocuğun sıyrılıp çıkmak isteyişini hatırlatan bir bakış... Fakat,
ben onu bir saniye bırakmıyorum. Daracık bir göz hapsi içinde sıkıştırıyorum, sıkıştırıyorum.
Bu kadar inat, nihayet, Emine'yi güldürmeğe başladı. Bir taraftan hep benimle meşgul
oluyordu.
Ben yalvarıyordum, o kaçıyordu. Ben tehdit ediyordum, o benimle eğleniyordu. Böyle ne
kadar zaman geçti, bilmiyorum. Şerif Çavuş birdenbire ayağa kalktı:
– Gideyim, anamın elini öpeyim, dedi.
Bizim köyle onların köyü arasındaki mesafenin Şerif Çavuş gibi bir devri alem seyyahına
göre ne hükmü var? Hemen kalkıp yürümeğe başladı. Emine de yanı sıra gidiyordu.
İsmail zoraki, arkasına takıldı. Bekir Çavuş benimle kalmıştı. Üç kişilik kafile, biraz
ilerledikten sonra durdu. Emine'nin babası bize dönmüş sesleniyordu:
– Askere, söyleyin, ben, bir saata varmaz, gelirim.
Bekir Çavuş:
– Gelemezsin, diye haykırdı.
Sonra onun cevap vermeden yürüdüğünü görünce tekrar haykırdı:
– Gecikirsen, askeri yola katayım mı?
Şerif Çavuş, dönüp: Sen bilirsin der gibi bir hareket yaptı. Beriki, gene seslendi:
– Dur be! Nereye gidecekti, bunlar?
Şerif Çavuş'un cevabını ancak işitebildik:
– Polatlı Polatlı...
Ve Şerif Çavuş, bir daha, bizim köye dönmedi. Ertesi sabah, Emine ile İsmail, askerlerin
çoktan yola çıkmış olduğunu öğrendiler. Ne biri, ne öbürü babaları hakkında tek kelime
söylemiyordu. Bekir Çavuş sinsi tebessümle sırıtarak:
– Ben bildim. Onda dönecek göz yoktu, derken ikisi birden başını eğip susuyordu.
Vatan uğrunda –velev şuursuzca olsun– on yıllık bir maceranın bu suretle bitişi bana azap
veriyordu. Kendimi tutamadım:
– Söyleyin ona, hemen taburuna iltihak etsin. Yoksa hakkında hayırlı olmaz, dedim.
Bu sırada, İsmail'le Emine ortadan kaybolmuşlardır. Yanımda kalan Bekir Çavuş:
– Adam sen de!.. Kim kime, dum duma, dedi.
Sahi, her şey o hale geldi mi? Öyleyse, Anadolu ordusu, şu dağların öte kıyısında yeni bir
meydan savaşına niçin hazırlanıyor? Askeri hayatında hiçbir bozgun görmemiş olan büyük
Türk serdarının cephede işi ne?
Gidip yakından görmek için delice bir arzuyla tutuşuyorum. Bir Kabe gibi cepheye gitmek
ve onun çadırı etrafını tavaf etmek istiyorum.
Bütün Türk aleminin bundan başka yöneleceği bir nokta var mı? Bütün Türk alemi mi?
Hayır, bütün mazlum insanların, diyecektim. Gözü doymak bilmeyen bir iki garp devletinin
zenginleri, günde dört öğün yemek yiyecek diye, fukaranın lokması elinden alındı. Nice
yuvalara kundak sokuldu, nice ev bark yıkıldı. Şimdi, Vestminster'in pembe derili lordu çatlak
tabanlı Anadolu köylüsüne karşı bir sürgün avı yaptırıyor. Neresini yiyecek, bu zavallı
yaratıkların? Hangisinin göğsünden, ona, bir bifteklik et çıkabilir? Hepsi de sade deri, sade
kemik.
Böyle düşünürken, karşıma, çoktan beri görmediğim Süleyman çıkageldi. Sanki, bütün
Anadolu köylüsünün, tasavvur ettiğim sefalette en tipik örneğiymiş gibi önümde dikili durdu.
Esvap diye taşıdığı paçavralar, vücudunu yarı yarıya örtebiliyordu. Kolları iki ince değnek ve
bunların üstünde, göz oyuklarına kor sokulmuş bir iskelet kafası.
– Oo, Süleyman neredeydin bakalım?
Onunla, yüzüne bakmadan korkarak konuşuyorum. Anlaşılmaz bir hırıltı, bana cevap
veriyor. Neymiş? Neredeymiş? Evinde, çoktan hasta mı yatıyormuş? Nesi varmış? Sıtması mı?
Çok öksürüyormuş. Geceleri, sabaha kadar durmaksızın öksürüyormuş. Bir ateş, bir ateş...
– Boğazımdan sudan gayri bir şey geçmiyor, diyor. Ve bir süre öksürdükten sonra ilave
ediyor.
– Şimdi biraz iyileştim. Azıcık sıcak çorba içsem kuvvetim daha ziyade yerine gelecek.
– Sana bir güzel tavuk haşlatayım.
Süleyman, bir acayip tebessümle sırıtıyor. Otuz iki dişi birden dışarıya fırlıyor. Ben derin bir
ıstırapla başımı önüme eğiyorum.
– Otur şuraya, Süleyman. Bana nabzını verir misin?
Elini uzatıyor, saata bakarak, nabzını dinliyorum. 110 atıyor.
– Sana bir de derece koyayım.
Tam 39,5.
– Süleyman, hemen şimdi yatacaksın. Hem burada, Emeti Kadın'ın oturduğu odada
yatacaksın.
– İstemem, bir şeyim yok.
Ben ısrar edince tekrar evine dönmeye kalkıyor.
– Pekala, evine git. Ben sana çorbayı gönderirim. Fakat, böyle ayakta dolaşma. Sonra çok
fena olursun.
Bana inanmıyor.
– Hiçbir yanım sızlamıyor ki, diyor.
Biz böyle konuşurken, Salih Ağa'nın kambur oğlu, topallaya topallaya gelip yanımıza
oturdu. Onun da yüzü safran gibi sarıdır. Gözlerinin etrafında iki kara çember ve burnu,
ağzına doğru bir kalın gaga gibi uzanmıştır.
– Asıl benim, her yanım sızlıyor, dedi ve sol kalçasını göstererek, ilave
etti:
– Aha, buramda bir dert var.
– Nasıl dertmiş o, bakayım?
Yumruğunu uzatarak:
– Böyle bir ur, dedi.
– Baban sana bir çare bulmuyor mu?
– Kaç defa söyledim. Hiç tınmadı. Anam, oraya sıcak sıcak bir şeyler koydu, daha fena oldu.
Bir eşek bulsam, kasabaya kadar gideceğim, orada kendimi hekime göstereceğim.
Maksadı, benim eşeği almaktır. Ben, anlamazlıktan geliyorum. Ne o? Gök mü gürlüyor? Yok
canım. Bu havada gök gürler mi? Başımı kaldırıp bakıyorum. Bir tek bulut parçası
görünmüyor. Bununla beraber, bazı açık havalarda şimşek çakıp gök gürlediğini hatırladım.
Durup dinliyorum. Bu, gök gürültüsüne benzemiyor.
Uzaktan uzağa, derinden derine kesik, aralıklı ve ölçülü bir gümbürtü.
Serin sabah rüzgarının içinde, kır sakin. Tarlada, herkes işiyle gücüyle meşguldür. Ben
yalnız dolaşıyorum. Köyden güneye doğru uzaklaştıkça, bana bu sağır ve belirsiz gürültüyü,
daha iyi işitiyorum gibi geliyor. Bir küçük tepenin üstüne çıkıp, bütün gücüm kulaklarımda,
dinliyorum.
Buna, adıyla sanıyla top sesleri denir. Lakin, bu sesler kaç kilometreden gelebilir? Zihnimin
içinde, harpte öğrendiğim hesapları yapıyorum. Eğer, şu kadarcık topsa, ses, bu kadar yerden,
bu kadarlıksa şu kadar yerden işitilir, diyorum. Fakat, bu hesaplara, havanın, o andaki
özelliklerini de katmak gerekir. Rüzgarın esişine göre, bütün o sayılar, ölçüler altüst olur. Her
neyse, o dakikada işittiğim bu gürültü, top sesleridir.
– Akıbet...
Bu kelime dudaklarımdan gayri ihtiyari düşüverdi. Bununla, kendi kendime, ne demek
istedim, bilmiyorum. Zihnime bir durgunluk çökmüştü. Akıbet diyorum ve acayip bir sevinçle
derin bir keder ortasında donup kalıyorum. Top sesini çok yakından işittiğim olmuştur.
Topların bizzat kendilerini görmüşümdür. Siperlerin öte yakasından, her atılışlarında kara ve
uzun boyunlarının nasıl inip kalktığını ve havada, nasıl kocaman bir patiska yırtılışı sesi
çıktığını da bilirim. Gerçi benim sağ kolumun kesilmesi bir kurşun yüzündendir. Fakat, kaç
defa top mermileri başımın üstünden aştı, sağımdan, solumdan geçti ve kaç defa, şarapnel
yağmuru altında kaldım. Ama bunların hiçbiri bana, şu uzaktan uzağa, derinden derine
işittiğim uğultular kadar dehşet ve heyecan vermedi.
Bir kayanın üstüne çöküyorum. Önümde ıssız yayla, sayısız ve hareketsiz toprak
dalgalarıyla donmuş bir boz denizi andırıyor. Ta ufuklara kadar uzanan geniş saha içinde ne
bir tek ağaç, ne bir tutam ot, ne bir su parıltısı, ne bir hayvan, ne bir bina gözüküyor.
Sanki bu yerlerden hayat ebediyen çekilmiş gibidir. Sanki sönmüş kürenin üstünde tek
başıma kalmışım. Bir defa, bir rasathane dürbünüyle aya bakmıştım. İşte şimdi, aynı
manzarayı Orta Anadolu'nun bu taşlık tepesinden görüyorum.
Ve o uzaktan gelen gürültüler, bu manzaraya korkunç bir heybet veriyor. Sanki bir
kıyametin yaklaştığına şahit olmaktayım. Tevrati efsanelerde türlü türlü tarifleri okunan ilahi
ukubetlerin, ilahi gazapların bir tanesi de, sanki şu anda vuku bulmaktadır.
Benim burada işim ne? Bu sönmüş kürenin son oturanı, son canlı yaratığı ben miyim?
Hayır... İşte. Karşı tepelerin üstünden bu sürü aşağıya doğru inmeye başladı. Bunun ardından
bizim Hasan'ın cılız silueti ufuk üzerinde bir küçük ağaç dalı gibi çiziliyor. Acayip şey. Sanki,
bu sürü ve bu çoban çocuğu bana, bir müjde getiriyorlarmış gibi yüreğim ferahladı. Ayağa
kalkıp işaretler ediyorum.
Avazım çıktığı kadar bağırıyorum.
– Hasan, bu tarafa gel. Hasan, bu tarafa...
Lakin, çocuk, henüz beni işitecek yakınlıkta değildir. Oturup bekliyorum. Sürü karşı sırttan,
yavaş yavaş iniyor. Boz toprak üstünde beyaz çizgiler yaparak sıkıntılı bir elde kocaman bir
tesbih gibi sağa sola, öne arkaya kımıldıyor. Bu hayvancağızlar bu topraklarda yiyecek ne
bulurlar? Bilmiyorum. Şu çakıllar arasındaki dikenler birer gıda mıdır?
Hasan, nihayet işitti galiba... Durdu. Dinliyor. Tekrar ayağa kalkıp işaretler ediyorum. İşte,
benden yana yöneldi. Top sesleri, belirsiz aralıklarla devam ediyor. Deminkinden daha mı
yakın, daha mı uzak? Bana, gittikçe uzaklaşır gibi geliyor. Hesaba göre böyle tahmin ediyorum.
Sanki, bir saat içinde düşman, mevziini mi değiştirdi. Eğer böyle olsaydı, düşman yeni
mevzilerini tespit edinceye kadar uzun bir süre top seslerinin kesilmesi gerekirdi. Fakat, kim
dedi ki, bu, mutlaka düşman toplarının sesidir? Belki de, sabahtan beri kulağıma gelen sesler
hep bizim cepheden aksediyor.
Ben böyle düşünürken, dalıp gitmişim. Hasan'ın, ta yanıma gelip dikildiğinin farkına bile
varmadım:
– Hasan, işitiyor musun, bu top seslerini?
– Sabahtan beri gürültü duyarım emme, top sesi mi bilmem. Ben, uzaktan yağmur yağar
sandım.
– Yok, Hasan. Bu, top sesidir.
Küçük çoban, bu sözün anlamını pek anlamıyor gibi. Top sesleri veya gök gürültüsü... Onca
her iki olayın arasındaki fark pek de büyük olmasa gerektir.
– Şu tepelerin arka tarafında savaş oluyor, Hasan...
– Savaş ne demek?
– Askerlerin kavgası...
Tam bu esnada, gökyüzünün uzak bir noktasından dört beş uçağın pervane homurtularını
duyduk. Başımızı kaldırıp havayı araştırdık. Top seslerinin geldiği noktadan, koca makine–
kuşlar, sanki o gürültüden ürkmüş de kaçıyorlarmış gibi bize doğru uçuyorlar.
Hasan:
– Vıyy, an gibi vızıldarlar, be... dedi ve ağzı açık, gözleri
havada kaldı.
Uçaklar, belirli bir yönde gidiyorlar ve gittikçe küçüldüklerine göre bizim bulunduğumuz
noktanın öbür yakasına geçtikleri tahmin edilebilir. Bu yön hep kuzey–doğuyu gösteriyor.
Uçaklar uzaklaştıkça yükseliyorlar. Artık seslerini işitmiyoruz. Neredeyse gözle görülmeyecek
kadar uzaklaşıyorlar. Şimdiden birer siyah nokta halini aldılar.
Küçük çoban:
– Bu sefer, kağıt atmadılar, dedi.
Bunu söylemesiyle, havada bir avuç kıvılcımın sönüp parladığı, parlayıp söndüğü görüldü
ve bunu bir acayip çıtırtı izledi. İki dakika sonra bir kıvılcım yağmuru daha, gene o çatırtılar.
Hasan elleri bögründe, başı yukarıda:
– Vıyy, ateş attılar, be... dedi.
Çocuğu bu manzara eğlendiriyor gibi. Çünkü, yüzünde ne bir korku, ne bir kuşku belirtisi
vardı. Ağzı hayretten açılmış ve gözleri meraktan parıl parıl parıldıyor. Sanki, hiç görmediği
bir oyunu seyrediyor.
Ben, uçakların ateş ettikleri noktanın bizim karargahımız olacağını kolaylıkla tahmin
ediyorum ve neredeyse mukabele görecekleri anı bekliyorum. Fakat, uçaklar, bombalarını
tükettikten sonra bir yarım daire çizip geriye döndüler.
Ondan sonra, arkalarından birkaç ateş edildiğini sezdim. Hasan, gittikçe daha ziyade
eğleniyor. Açık ağzının içinde vıyy, vıyylar sıklaşıyor. Ben, ona boş yere tafsilat vermeye
uğraşıyorum. Çocuk, beni dinlemiyor bile... Kimbilir, bu gerçekten daha gerçek olaya kendi
kafasınca nasıl bir masal uydurmaktadır.
O günü izleyen günlerde, top sesleri ve uçak hareketleri sıklaştıkça sıklaştı. Köylüler, bir
parça korkmaya başladılar. Fakat, ben, onlara: Haydi gidelim dedikçe hiçbiri aldırmıyor.
Birisi, bana:
– Sen ne duruyorsun? dedi.
Sahi, ben ne duruyorum? Bunu, kendi kendime izahtan acizim. Elim ayağım
kımıldamaktadır. Fakat, bunları kımıldatan irademe bir taraftan felç gelmiş gibi. Bir şeye karar
veremiyorum. Bütün basiretim bağlanmış.
İnsan, bazı, rüyalarda böyle olur. Bağırmak ister, sesi çıkmaz; koşmak ister, koşamaz.
Bekir Çavuş, bir gün bana:
– Yahu, dedi. Bu köylüleri korkutmaya gelmez. Zaten hepsinin gözü yılmış. Yüreklerine
büsbütün telaş düşerse, her biri bir yana kaçar. Şimdi, tam iş zamanıdır. Sonra pişmanlık olur.
Gerçi, yılın bütün ürünü, küçük yığınlar halinde toprağın üstüne yığılmış duruyor. Bunları
bırakıp nasıl gitmeli? Yılın bütün ürünü... ve bu, köylü için, tek hayat meselesidir. Onca
yeryüzünde bundan üstün, bundan önemli bir olay olamaz.

Bekir Çavuş'a diyorum ki:
– Hakkın var. Artık bundan sonra ağzımı açıp bir kelime söylemeyeceğim.
Bunu derken, içimde itaatli bir çocuk yüreği taşıdığımı hissediyorum. Artık, kendi
üzerimdeki ve başkaları üstündeki otoritemi tamamıyla kaybetmiş sayılırım. Bir köylü bana
itiraz edebiliyor. Bana nasihat veriyor ve ben bunun önünde başımı eğiyorum. Hakkın var
diyorum. Çünkü şu dakikada, benim bildiğim şeyler artık hiçbir işe yaramıyor. Umutlarım
boşa çıkmıştır. Tahminlerimde yanılmışımdır. Benim mantığım onların içgüdüsü, onların
sağduyusu yanında iflas etmiştir.
Hepsine ayrı bir saygı ve boyun eğme ile bakıyorum. Salih Ağa, mahut tebessümüyle bana
zekanın ta kendisi gibi geliyor ve çıplak ayaklarına bakarken, onları erişemeyeceğim kadar
yüksek bir gerçeğin belirtisi sanıyorum. Ve hiçbir şeye önem vermeyip hiç kimseyle
konuşmayarak damın üstüne tarladaki samanları taşıyıp yığmakla meşgul Zeynep Kadın, bana
insan enerjisinin hayrete değer bir timsali gibi geliyor. Asık ve çatık suratına bakmaya cesaret
edemiyorum. Kendimi, onun karşısında lüzumundan fazla hareketli ve telaşlı buluyorum.
Yanağıma bir tokat vurup: Hele sen, bir kenarda sesini kes de otur! deyiverecek sanıyorum.
Kendi elimle baktığım Süleyman, artık öbür dünyaya mensup olanların heybetini taşıyor.
Bu alemin işlerine artık metelik vermiyor. Hatta arasıra, Cennet'e dair, kalbini yokladığım
zaman onu taş kesilmiş hissediyorum. Cennet ismini söylediğim vakit artık eskisi gibi
sırıtmıyor; eskisi gibi gözleri daha ziyade parlamıyor. Sözümü anlamayan bir adam
kayıtsızlığıyla yüzüme bakıyor.
Belki Memiş burada bulunsaydı onunla anlaşmak kabil olacaktı: Fakat Memiş köyden
kaybolalı iki ay geçti. Nereye gitti. Hiç kimse bilmiyor. Etrafı saran bütün uğursuzluklar, hep
onun kayboluşuna atfediliyor. Bir zamanlar bütün olayların nedeni benim gelişimdi. Şimdi,
onun gidişi benim gelişimi unutturdu.
Bekir Çavuş'a: Hakkın var; bundan sonra ağzımı açıp bir kelime söylemeyeceğim dedim
ama, dayanılmaz bir konuşma ihtiyacı yüreğimi dağlıyor. Taşla, toprakla konuşmak istiyorum.
Lakin bu taşlarla toprakların, Zeynep Kadın'ın asık ve çatık suratından farkı ne? Onlar da, bu
köyün insanları gibi beni istiyorlar mı?
Sert ve yalçın tabiat; söylemiştim ki, sen bir üvey ananın kucağı gibisin. Bu gerçeği, şimdi
her zamandan daha fazla hissediyorum. Ne altında geçici bir huzur bulunabilecek bir gölge, ne
kıyısında serinlenecek bir suyun var! Katı yürekli toprak! Bir gün cesedim bir daha kalkmamak
üzere üstüne düştüğü vakit, kim bilir, beni bağrına ne vahşi bir huşunetle bastıracaksın.
Dün, uzaktan uzağa top sesleri duyuluyor ve arasıra gökyüzünün uzak bir noktasından
birkaç uçağın geçtiği görülüyordu. Şimdi artık, barut kokusu bütün havayı sardı. Kulaklarımız
motor seslerini, eşek anırmalarından, köpek havlamalarından daha sık işitir oldu.
Uçakların gelişi geçişi, köylüleri eğlendiriyor. Hepsi sırtlarını duvara dayayıp, ağızları bir
karış açık seyrediyorlar ve bir: Vıyy vıyy vıyy, anacığım!dır gidiyor. Görüyon mu, bu daha
büyük. Yok, yok, o daha büyük. Bu öndeki hızlı uçuyor. Öbürü daha ağır geliyor. derken bazısı
baş aşağı inecek gibi olunca, gene hepsi bir ağızdan: Aman aman, düşüyor... diye
bağırışıyorlar.
Sanki, düşecek olan babalarının oğluymuş gibi... Öyle bir kızıyorum, öyle bir kızıyorum ki,
yerimde duramıyorum. Adamakıllı bir silahım olsa köyün ortasında durup bu sırnaşık, bu
palavracıpervanelere doğru çekeceğim; fakat benim, bir çifteyle bir brovning tabancasından
başka silahım yok.
Bir gün, Bekir Çavuş'a verdigim söze rağmen, kendimi tutamadım:
– Ayıptır. Düşman böyle seyredilmez, dedim.
Kümenin içinden bir ses:
– Nolacak, bize dokunmuyor ki, dedi.
Bunun üzerine, keyifleri bozulmuş insanlar gibi homurdanarak dağıldılar. İçlerinden yalnız
Salih Ağa pabuçlarını sürükleyerek benden yana geldi. Sırıtarak ve biraz da hışmımdan
korkarak:
– Sen öyle diyon emme, bunların bize faydası oldu. Görmüyon mu, hiçbir
yanda kargalardan iz kalmadı. Harman yerinde, tahılı hep yirlerdi.
Başımı çevirip yüzüne sert sert bakınca dondu kaldı. Benden dayak yediği gündeki gibi
solumağa başladı. Yanından uzaklaştım, gittim.
Bir gün, uçaklar, gene aşağıya kağıt atmaya başladılar. Sanki havadan kudret helvası
yağıyormuş gibi kapışan kapışana... Alan, bir süre kağıdı okumağa çalışıyor, sonra
beceremeyip katlıyor, katlıyor ve bir muska gibi kuşağının içine yerleştiriyor.
Bazısı gidip imamı buluyor:
– Okuyuversene, bakalım ne diyor?
İmam hecelemeğe başlıyor:
Muhterem Anadolu ahalisi, Kemal çeteleri mahvolmuştur. Adım adım bütün şehirleri,
kasabaları zaptettik. Şimdi Ankara üzerine yürüyoruz. Sakın bize karşı düşmanca harekete
kalkışmayınız. Biz sizi, Halife tarafından kurtarmağa geliyoruz.
– Ne diyor? Ne diyor?
... Biz sizi Halife tarafından kurtarmağa geliyoruz.
Ne Halifeyi, ne de Peygamberi bildikleri var. Fakat, kurtarmağa geliyoruz sözü, bilmeksizin
pek hoşlarına gidiyor.
Kurtarmak! Sizi, kim kurtarabilir? Sizi gökten melekler inse kurtaramaz. Çünkü, sizi evvela
sizden, kendinizden kurtarmak lazımdır. İçimden böyle homurdanarak kağıdı imamın elinden
çekiyorum. Yere atıp çizmemin ökçesiyle çiğniyorum.
Hepsi hayretle bana bakıyorlar.

You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Yaban - 13
  • Parts
  • Yaban - 01
    Total number of words is 2653
    Total number of unique words is 1600
    24.0 of words are in the 2000 most common words
    36.1 of words are in the 5000 most common words
    43.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 02
    Total number of words is 2955
    Total number of unique words is 1746
    31.8 of words are in the 2000 most common words
    45.1 of words are in the 5000 most common words
    52.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 03
    Total number of words is 2944
    Total number of unique words is 1750
    36.0 of words are in the 2000 most common words
    50.1 of words are in the 5000 most common words
    56.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 04
    Total number of words is 2831
    Total number of unique words is 1654
    36.3 of words are in the 2000 most common words
    51.8 of words are in the 5000 most common words
    60.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 05
    Total number of words is 2895
    Total number of unique words is 1633
    37.4 of words are in the 2000 most common words
    51.9 of words are in the 5000 most common words
    59.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 06
    Total number of words is 2852
    Total number of unique words is 1658
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 07
    Total number of words is 2951
    Total number of unique words is 1671
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 08
    Total number of words is 2909
    Total number of unique words is 1690
    35.8 of words are in the 2000 most common words
    49.3 of words are in the 5000 most common words
    56.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 09
    Total number of words is 2947
    Total number of unique words is 1673
    36.5 of words are in the 2000 most common words
    50.3 of words are in the 5000 most common words
    56.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 10
    Total number of words is 2850
    Total number of unique words is 1677
    35.9 of words are in the 2000 most common words
    48.5 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 11
    Total number of words is 2843
    Total number of unique words is 1623
    35.5 of words are in the 2000 most common words
    50.0 of words are in the 5000 most common words
    57.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 12
    Total number of words is 2830
    Total number of unique words is 1611
    35.8 of words are in the 2000 most common words
    50.1 of words are in the 5000 most common words
    58.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 13
    Total number of words is 2910
    Total number of unique words is 1642
    36.4 of words are in the 2000 most common words
    50.8 of words are in the 5000 most common words
    58.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 14
    Total number of words is 2827
    Total number of unique words is 1672
    34.7 of words are in the 2000 most common words
    48.6 of words are in the 5000 most common words
    56.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 15
    Total number of words is 2766
    Total number of unique words is 1590
    35.7 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 16
    Total number of words is 2879
    Total number of unique words is 1731
    32.0 of words are in the 2000 most common words
    45.4 of words are in the 5000 most common words
    52.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 17
    Total number of words is 2909
    Total number of unique words is 1655
    27.1 of words are in the 2000 most common words
    38.9 of words are in the 5000 most common words
    46.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 18
    Total number of words is 2802
    Total number of unique words is 1690
    27.9 of words are in the 2000 most common words
    40.2 of words are in the 5000 most common words
    47.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 19
    Total number of words is 1511
    Total number of unique words is 1016
    27.6 of words are in the 2000 most common words
    39.4 of words are in the 5000 most common words
    46.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.