Yaban - 08

Total number of words is 2909
Total number of unique words is 1690
35.8 of words are in the 2000 most common words
49.3 of words are in the 5000 most common words
56.4 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Fakat, başım dönüyor. Bir dev, beni kolumdan tutup aya mı fırlattı? Hakikaten burası
aydan farklı bir yer değildir. Aynı cansızlık, aynı donukluk. Her şey taş kesilmiş gibi. Ne bir
ses, ne bir hareket... Ve ben, kımıldasam, sanki her taraf çatırdayarak tuz buz olacak. Olsun,
bari... Olsun bari...
Köyde, kış hazırlıkları bitip tükenmek bilmiyor. Soğanlar kurutuldu. Dibeklerde günlerce
bulgur kırıldı. Buğdaylar öğütüldü, öğütüldü. Bunlardan deste deste yufkalar yapıldı.
Derken kuru yemişlere sıra geldi. Ama, o ne kadar ceviz! Ahırlar, damlara, damların üstüne
kadar saman yığınlarıyla dolu. Kadınlar, bir taraftan, taze tezek topaklarını duvarlara
yapıştırıyor. Zeynep Kadının evi, eski Abdülhamit ricali gibi bu tunç renkli nişanlarla baştan
başa donandı. Ve ne koku! Bütün tabiat tezek kokuyor.
Zeynep Kadın, kızları ve gelinleriyle beraber, sabahtan akşama kadar, durmaksızın
çalışıyor. Mehmet Ali'nin yavrusunu sokak kapısının eşigine bırakıp gidiyorlar. Bereket versin
ki, çalıştıkları meydanlık bizim evin önüdür. Çocuk bağırmağa başlayınca anası koşup
gelebiliyor. Çok defa, biz onunla eşikte arkadaşlık ederiz. Küçük insan yavrusu ayaklarının
ucunda, yarı toprağa karışmış, döğlek cinsinden sürüngen bir nebat gibidir.
Kımıldadıkça bir büyük solucan kümesini andırıyor. Her ne tarafından bakılsa bir ana
karnından çıkmış olmaktan ziyade topraktan bitme şeylerden biri hissini veriyor.
O kadar kişiliği yok ki daha adını bile koymadılar. İki üç defa Mehmet Ali'den sorduk. Hep
unutuyor mu nedir? Gönderdiği mektuplarda çocuğun adından hiç bahsetmiyor.
– Mahdumuma mahsus selam ederim demekle kalıyor. Ve ben, onu, adsız diye çağırıyorum.
– Adsız, Adsız.
Küçük gövdesi üstünden kocaman başını zahmetle çevirerek, bana bakıyor. Öyle mahzun,
öyle mahzun bir bakış ki, insana ağlamak isteğini veriyor. Gerçekten, Schopenhauer'in
bekarlık nazariyesi lehine bu çocuktan daha canlı bir misal bulunamaz. Bu yaratığa bakarak,
derhal dünyaya çocuk getirmenin bir cinayet olduğunu tasdik ederiz.
– Adsız, Adsız, biraz gülsene. Biraz oynasana.
Yüzü buruşur, dudakları bükülür. Hemen ağlamak üzeredir. Başkalarının kendisiyle meşgul
olmasına o kadar alışmamış ki, bunu bir işkence telakki ediyor.
Ve hemen eline bir şey tutuşturup karşıda çalışanları seyre koyuluyorum.
İnsanlar, her şeyden ziyade karıncalara benziyorlar. Ekonomi ve çalışma melekesi, her
yaratıktan fazla bu iki cinste kendini gösteriyor. Ve bu duygu, bir çeşit yarını görme, yarını
düşünme kudretiyle birleşerek onları alelade hayvanlığın üstüne çıkarıyor. Bu çirkin ve
bakımsız tabiat köşesinde, bu kaba saba insan kümesinin bana, adeta, saygıya yakın bir duygu
verişi nedendir? Bu insanlar, her gün hiçe saydığım, hor gördüğüm, hatta bazen de tiksindiğim
kimseler değil midir? Fakat, işte, uzaktan nasıl çalıştıklarını seyrederken, bana, her biri büyük
olayın kahramanı gibi gözüküyor.
Bu kadınları, ben, düğünlerde raksederken de görmüştüm. Hareketleri, hiç bu kadar
ahenkli değildi. Dibek başında bu kol sallayışlar, yalak kenarında bu eğilip kalkışlar, yük
altında bu iki büklüm oluşlar benim üzerimde, eski Mısır ve Yunan taşlarında gördüğüm
ritmik pozlar derecesinde bir etki yapıyor.
Öyle ki, Zeynep Kadın, bunlar arasından ayrılıp, bana doğru geldiği vakit, az kalsın elini
öpecektim.
Güz mevsiminin sert ve yalın rüzgarları esmeğe başladı. Issız, engin Anadolu yaylaları
üstünde ah bu rüzgarlar...
Çölde yolunu şaşırmış kervanlar, viran bir beldenin üstünde yüzlerce baykuş sürüsü, bir deniz
kazası esnasında kopan yürek parçalayıcı haykırışına, bir dağın çöküşünü, bir büyük kraterin
infilakı, bir çığın inişi, bir selin basışı, hiçbir şey, hiçbir tabii afet bu rüzgarların çıkardığı
sürekli uğultu kadar uğursuz, korkunç ve hüzün verici değildir.
Bu rüzgarlar estiği sürece, ben Dostoyevski'nin kişilerinden biri gibi oluyorum. Ya Sibirya
yollarında bir sürgünüm, ya Moskova sokaklarında aç bir serserinin, ya sınır boyunda bir han
odasında kaçmak çarelerini düşünen bir suçlunun kabı içine girerim. Derin bir azap yüreğimi
tırmalar.
Gene böyle, rüzgarlı gecelerden biri idi. Yatağın içinde, soldan sağa, sağdan sola dönüyor
bir türlü uyuyamıyordum. Derken, o uğultuya köpeklerin havlamaları da katıldı. Cehennemlik
bir konser... Acaba karanlığın içinde cinler, zebaniler de dans ediyor mu? Kalkıp camın
arkasından geceyi inceliyorum. Köpekler havlamalarını gittikçe artırıyor. Mutlaka, bir yabancı,
köye girmek üzere...
Baştan aşağıya dikkat kesilip dinliyorum. Gerçekten, bir insanın ayak sesleri var. Bu saatte,
bu gelen kim olabilir? Köpekler, sürü halinde pencerenin önüne gelmiş havlıyorlar,
havlıyorlar. Camı açıp haykırıyorum:
– Hoşt, hoşt...
Rüzgar başımı alıp götürecek bir şiddette esiyor. Nefesim tıkanarak çekiliyorum. Köpekler
susmuyorlar. Daha ziyade havlıyorlar ve bir adama saldırır gibi hırıltılar çıkarıyorlar. Biraz
evvel ayak seslerini duyduğum kimse, hissediyorum ki, yaklaşıyor. Hatta benim sesimi duyar
duymaz durdu, sanırım.
– Kim var orada?
Bir adam birşeyler mırıldanıyor. Havada, bir S harfi bir Lye çarparak dağılıyor. Tekrar
başımı dışarıya uzattım:
– Kim var orada?
Adam daha yakından:
– Ben, Süleyman... Süleyman, dedi.
Önce, bu Süleyman'ın kim olduğunu hatırlayamadım. Sonra birden aklıma geldi.
– Bu vakitte nereden çıktın böyle?
Bana cevap vermeksizin, bir gölge sessizliğiyle kendi evine doğru yöneldiğini görür gibi
oluyorum. Penceremi kapıyorum. Bu olay dalgalı bir denizin bir cesedi sahile atışına benziyor.
Sabahı güç ettim ve herkes uyandıktan sonra ilk işim ev halkına vakayı haber vermek oldu.
Zeynep Kadın, bu harikulade havadisi pek önemli bulmaz göründü.
Fakat, İsmail, derhal koşarak Süleyman'ı görmeğe gitti.
70


Süleyman'ın başından geçenler:
Bir defa, Cennet'i bulmak için haftalarca köy köy dolaşmış. Sonra, bilmem nerede, ikisine
birden rastgelmiş. Cennet, onu önce tanımaz gibi görünmüş. Ama, Süleyman ısrar edince
demiş ki:
Pekala, pekala ama, bu iş böyle olmaz. Aramızda geçeni duymayan kalmadı. Senin namusun
beş paralık oldu. Şimdi bunun bir çaresi var; sen beni bir kere boşarsın, aleme karşı namusunu
temizlersin. Ondan sonra tekrar gene evleniriz.
Süleyman peki demiş: Bucağa kadar gitmişler. Kadı'nın önünde, Süleyman, karısını talakı
selase ile boşamış. Mahkemeden çıkarken:
– Aha, istedüğünü ettim. Şimdi gel, köye gidelim, evlenelim; demiş.
Cennet kahkaha ile gülerek:
– Senin aklın şeriata da ermiyor. Sen beni üç defa boşadın. Şimdi seninle tekrar evlenmem
için hülle yapmak gerek, demiş.
Hülleci, ortada haphazır: Cennet'in aşığı, Süleyman kendi eliyle herifi, Cennet'in yanına
sokmasın mı? Eşikte, sabaha kadar beklemesin mi? Sabah olunca, tak tak kapı. Fakat açan
yok. Neden sonra herif kapıdan başını uzatmış:
– Ülen, ne istiyon?
– Cennet Hanımı göreceğim.
– Cennet Hanımı mı? Ne yapacaksın?
– O bilir. Bizim köye gideceğiz.
– Ülen o benim avradım be. Senin köyünde ne işi var?
Süleyman, biraz daha ısrar etmek, biraz daha beklemek istemiş. Fakat, herif yumruklarını
gösterip:
– Defol şuradan. Başımı belaya sokma; diye bağırınca Süleyman, hemen kapının önünden
sıvışıvermiş. Kapının önünden sıvışmış ama, haftalarca köyün etrafında dolaşmış, dolaşmış,
bir kere daha Cennet'i görüp de yüzyüze konuşabilmek için. Gündüzleri kapı kapı dilenirmiş,
geceleri gidip kırda yatarmış. Lakin o bütün bu zaman içinde Cennet'e bir defa rastgelmemiş.
Eee, sonra?
Sonrasını artık kendi de bilmiyor. Sanırım, köylüler ona artık ekmek vermez olmuşlar; o da
aç kalıp dönmüş gelmiş. Bizim köylülere, bu aç kalış; macerasının en acıklı tarafı gibi göründü.
Hemen her evden Süleyman'a yiyecekler taşınmaya başlandı. Fakat, o, gelen kapların hiçbirine
el sürmüyor, boyuna tütün istiyor, cıgara içiyordu. Gerçi, halinde bir fevkaladelik yoktu. Ama,
Cennet bahsi dışında hiçbir şey konuşmuyor ve o bahis açılınca, gözleri, bir kara akik
parlaklığı alıyordu.
Henüz kadından umudunu kesmemişti. Her sözün sonunda:
– Bir gün gelir, bana muhtaç olur; diyordu.
– Ya o zaman kabul edecek misin?
Cevap vermiyor. Dalgın dalgın önüne bakıyordu. İlk geldiği günlerde, kocaman bir sakalı
vardı, ona heybet veriyordu. Köyün berberi bunu kırpınca bizim üstümüzdeki etkisinin yarısını
kaybetti. Sonra, yavaş yavaş, hep aynı şeyleri tekrar ede ede büsbütün manasız bir adam oldu;
artık, semtine hiç kimse uğramadı. Gene, eskisi gibi, aptal Memiş'le başbaşa kaldı.
Bu kışın en önemli olayları:
Mehmet Ali, Aralık ayında bir defa, on gün izinli geldi. Alayı Eskişehir'de imiş. Rahatız.
Yiyecek, içecek bol. Subaylarımız çok iyi. Eskisi, gibi dövmek yok, sövmek yok. Ama işsizlikten
çok canımız sıkılıyor diyor. Bir kere istasyonda Mustafa Kemal Paşa'yı, birkaç kere de İsmet
Paşa'yı görmüş. Biri nasıldı? Öbürü nasıldı? Bana anlat, bana anlat, diyorum. Aha şöyle, aha
böyle diyor. Bir türlü işin içinden çıkamıyor. Mümkün olsa kendi muhayyilemi, kendi
hassasiyetimi, kendi dilimi ona vereceğim. Ta ki, vatanın karanlık göğsünde parlayan bu iki
yıldız hakkında, bana onları canlandıracak bilgi versin diye.
– Nasıl? Gözleri nasıldı? Boyu uzun muydu? Kısa mıydı? Nasıl bakıyordu? Nasıl
yürüyordu? Ne giyiyordu?
Mehmet Ali bana büsbütün başka bir cevap veriyordu:
– Biz selama durunca merhaba asker dedi.
Mustafa Kemal Paşa'nın, bu merhaba asker deyişi epeyce enteresan bir tafsilat. Fakat, o
büyük şahsiyetin muayyen ve belirli hiçbir tarafını gözönüne getirmiyor.
– Sesi kalın ve gür müydü?
– O kadarını işitemedim, gayri...
– Canım, merhaba asker dediğini işittin de, sesi kalın mıydı, ince miydi, nasıl işitmedin?
Bu tarzda konuşma, Mehmet Ali'nin canını sıkıyor. Hemen, başka konulara atlıyor.
– Yunanlılar, yakında yeni bir taarruza geçeceklermiş.
– Peki, siz hazır değil misiniz?
– Evvel Allah, hazırız beyim... Hazırız, emme...
Emmesi ne? Bunu izah etmek için genel fikirler, genel mütalaalar sahasına girmek lazım.
Mehmet Ali'nin kafası ise bu maceraya hiç alışmamıştır.
Kısaca, Mehmet Ali köyde kaldığı sürece kendisinden bir şey öğrenmek kabil olmadı ve
öylece geldiği gibi gitti. Geldiği gibi mi?
Hayır; kasaturasının tersiyle, İsmail'i, bir iyice dövüp öyle gitti. Lakin eğitimde dayağın
hiçbir rol oynamadığını belki, daima olumsuz bir etkisi olduğunu; bana, bu vaka kadar
kesinlikle ispat eden bir şey yoktur. İsmail, dayaktan sonra bir kat daha ahlaksızlaştı. Evin
içinde, köyün içinde, adeta, muzır bir yaratık halini aldı. Zaten bir kuş, bir tavşan bakışını
andıran gözlerine büsbütün hayvani bir ifade geldi. Öyle ki, arasıra benimle konuşurken, bir
büyük tarla faresi dile gelmiş sanıyorum.
Bereket versin ki, onunla pek seyrek konuşuyoruz. Bir şeyimden kuşkulandı mı, nedir?
Bana garaz bağladığını seziyorum. Varsam, kendime, bu evden başka bir yer bulsam diye
düşündüm. Bir gün niyetimi gidip Bekir Çavuş'a açtım.
– Benim bir evim var emme, viran; dedi.
– Tamir edilmez mi?
– Edilir, edilir emme, çok para lazım.
Ne kadar? diye sordum. Otuz kırk bankonot dedi. Gittik, birlikte evi gördük. Bu, köyün
hemen dışında, yüzü dağa bakar, iki oda ve bir ahırdan ibaret bir evdir. Köyün dışında... Bu,
bana derhal işe başlamak arzusunu verdi.
– Lakin bana kim bakacak?
Bekir Çavuş:
– Bizim çoluk çocuğun ne işi var? dedi.
Zeynep Kadını kararımdan üzülecek sandım. Fakat hiç de öyle olmadı. Ve bunun böyle
olmayışı bana dokundu. Mehmet Ali'nin evinden o kadar soğudum ki, bir an önce yeni evime
taşınmağa can atmağa başladım.
Yeni evim... Bu, yüzü dağa doğru, bütün köye arkasını çevirmiş bir evdir. Bekir Çavuş onu
bir depo olarak kullanıyordu. Onun içindir ki kapısı gayet muhkem ve pencereleri
parmaklıklıdır. Evin dıştan görünüşünü de hiç değiştirmedim ve altındaki ahırı muhafaza
ettim. Orada bir küçük eşek besleyeceğim. O, bana arkadaşlık edecek. Ben, yukarıki odamda
pineklerken o, aşağıdaki odasında tıpış tıpış eşinecek. Arasıra, tam, ben hazin düşüncelere
daldığım vakit, benim hüznümü sezmiş gibi en acı, en yakın naralarıyla haykıracak. O vakit,
ben yavaş yavaş merdivenlerden ineceğim.
Yavaş yavaş ona doğru gideceğim. Uzun, parlak tüylü gerdanına kolumu dolayıp derin,
siyah gözlerine bakacağım. Onunla uzun uzadıya için için konuşacağım. Ona hiç yük
taşıtmayacağım. Sırtma hiç semer vurdurmayacağım. Bir adamla, her gün, onu tımar
ettireceğim. Zira, bu, mübarek bir hayvandır. Bütün gökten inen kitaplarda bunun adı var. Ve
yüzü, küçük İsmail'in yüzünden bin kat daha şirindir.
Küçük İsmail mi? Bahsi döndürüp dolaştırıp gene ona getiriyorum. Salih Ağa bir, o iki...
Benim için bitmez tükenmez bir ıstırap kaynağıdır. Salih Ağa bir, o iki... Zeynep Kadının asık
suratına benzeyen yalçın toprağı saymıyorum.
Artık havalar soğumaya başladığı günden beri, kapısı açık kalmış ahırlarda birleşen kambur
oğlanla kör kızın kaçışıp kovalaşmalarına şaşmıyorum. Ne imamın çeşme başında aptest
alışları, ne muhtarın yüzünün kırçıl kılları arasından sırıtışları, ne de... Artık bunların hepsine
alıştım, alışmadığım yalnız Salih Ağa ile İsmail'dir.
Bu kış esnasında Süleyman'la ahbaplığımız epeyce ilerledi. Çünkü, evimin tamirine o baktı.
Memiş taşı toprağı taşıdı, o kireci kardı ve köyün tek zanaatçısı Arabacı Recep marangozluk
görevini yaptı. İşte, o vakitten beri Süleyman'ı yanımdan ayırmıyorum. Bazen birlikte
yediğimiz oluyor. Ne rahat arkadaşlık... Hiç konuşmuyoruz.
Çok defa ben yatağın üstüne uzanmış, o yerde bağdaş kurmuş, saatlerce, bir odanın içinde
karşı karşıya kalıyoruz. Ne o, ne de ben bir tek kelime söylemeğe lüzum görmeyiz. Bazı,
havanın iyi gittiği günler birlikte dolaşırız. Bir kere onu, ta Emine'nin köyüne kadar götürdüm.
Süleyman, o vakadan sonra o kadar zayıfladı, o kadar zayıfladı ki, bütün anlamıyla bir deri
bir kemik kaldı. Arasıra bir yükü yerden kaldırırken veya herhangi bir sebeple fazla bir hareket
yaparken çıt diye kırılıvereceğinden korkuyorum. Nitekim, Emine'nin köyüne kadar
yürüdüğümüz gün, kavaklığa varır varmaz öyle bir çöküşü vardı ki, bir iskeletin parçalarını
birbirine bitiştiren bağlar da çözülünce, kemikler, mutlaka, yere böyle yığılır: Bir süre nefes
nefese kaldı. O kadar çok soluyordu ki, can çekişiyor sandım.
– Bir şey yok; yüreğim tıkandı; arasıra böyle olurum. Sonra geçer. Bu bir dertmiş. Beni
askere aha, bundan almadılar.
İçimden, belki Cennet de seni bundan istememiştir, dedim. Onunla yalnız kaldığımız
zaman, bazen Cennet'in bahsini açarım. O vakit, gözleri parıldamaya başlar. Sıska vücudu bir
yay gibi gerilir.
– Nasıl hiç haber aldığın var mı?
– Heriften ayrılmış diye işittim.
– Ya şimdi ne yapıyormuş?
– Günahı söyleyenin boynuna, kötü olmuş diyeler.
Bunu duyunca ben ondan ziyade mahzun oluyorum. Fakat, o sırıtıyor.
– Ben dedim. Ben dedim. Elbet, bir gün pişman olup gelecek:
– Ya gelince kabul edecek misin?
Cevap vermeden önüne bakıyor. Kendinden emin değildir. Hangimiz kendimizden emin
olduk? Biz, erkekler, zavallı yaratıklarız.
Bu kış, muhtarın karısı ölecek diye çok beklendi. Fakat ölmedi.
Bir akşam yatsı ezanından önce, muhtar benim kapımı vurdu:
– Efendi, efendi, sana kasabadan bir (acans) getirdim. Al oku, dedi.
– Nasıl, iyi bir haber mi?
– Al oku; çok iyi diyeler. Savaşı kazanmışız.
Ellerim titreyerek, kirli buruşuk kağıt parçasını lambaya doğru uzatıyorum. İkinci İnönü
Zaferi... Yüreğim ağzıma geldi. Bir şiir parçası okuyormuşum gibi ajansın satırlarını içimde
terennüm ediyorum. Döndüm:
– Gördün mü? diyecek oldum, lakin muhtar kağıdı bırakıp namaza koşmuştu. Sevincim
içimde tıkandı kaldı. Büyük felaket anlarında olduğu gibi, büyük sevinç günlerinde de
duygularımızı başkalarıyla paylaşmak bizim için bir derin ihtiyaçtır. Umutsuzlukla, ne,
yapacağımı bilmiyerek Süleyman'a dönüyorum.
– Gördün mü? Bizimkiler düşmana bir iyi dayak atmışlar.
Süleyman, bu sözden bir şey anlamaksızın sırıtarak yüzüme bakıyor.
İşte, bir kış, koca bir kış böyle geçti. Ben bütün varlığımla hep cephede yaşadığım için bu
mevsimin ağır yeknesaklığı omuzlarım üstüne pek çökmedi. Ordunun, Anadolu ordusunun
genel bir taarruza geçeceği söylentileri günden güne kuvvet buluyor. Memleketin hemen bütün
gazetelerinde bu bekleniyor, bunun sözü oluyor.
İstanbul hükümeti erkanının bir murahhas heyet halinde Ankara'ya gelişleri, milli teşkilatın
gücünü bir kat daha ispat etti. Bu adamlar, buraya ne söylemeğe, ne istemeğe geldiler?
Mutlaka, bize itidal ve boyun eğme tavsiye etmeğe geldiler. Bunlar, bir ölüm mahkumuna, son
saatinde teselliye giden papazları andırıyorlar.
Cesaret evladım, cesaret. Bunun ötesinde başka hayata, ebedi bir hayata ereceksin. Şimdi,
söyle, söyle bakalım, son emelin nedir?
– Ölmemek!–
Papazlar irkiliyorlar. İçlerinden: Amma da aksi bir idam mahkumuna çattık diyorlar.
İşte, Anadolu'nun dediği, işte İstanbul hükümetinin söylediği... Memleketin havası bu
kadar trajedi ile yüklü olmasa, insan bu hale gülebilir. Lakin, çıplak ayaklı, çıplak göğüslü
köylüler, gülle ve kurşun taşıyan kağnıları önlerine katmış gidiyorlar.
Bu, kirli, pırtık yorgana sarılı şey ne? Bir top arabası... Ta orada, o hendeğin içinde birikmiş
insanlar ne yapıyorlar? Bunlar, bir manda leşini yüzmekle meşguldür. Ne için? Derisinden
askere, çarık olur.
Düşmanlar ise, üzerimize sağlam İngiliz kunduralarıyla yürüyorlar. Top arabalarını, etrafı
keten bezli perdelerle örtülü Berliez kamyonları içinde bir put gibi taşıyorlar.
Lakin, işte, asıl bu gördüğüm şeyler için zafere inanmalıdır. Türk askeri manda leşlerinin
derisinden çarık yapıp giyiyor. Türk köylüsü, top arabalarını kendi yorganına sarıp taşıyor,
işte, bunun için inanmalıdır. İşittim. Eskişehir'de, demiryolu raylarını söküp eriterek top
kaması yapanlar varmış. Geçen gün, yakın istasyonların birinde bir trenin kömürsüz nasıl
yürütüldüğünü gördüm: Tren durur durmaz hemen bütün yolcular inip etrafa dağılıyorlar,
rastgeldikleri ağaç dallarını kesiyorlar ve getirip lokomotifin platformuna yığıyorlardı.
Lokomotif, ray, istasyon... Sahi, yazmayı unuttum. Oysa, benim için mevsimin en büyük
hadiselerinden biri de bu olmuştu. Eğer, ıssız, ücra Anadolu yaylalarının ortasında, uzun
müddet kalmışsanız, sizi medeni merkezlerden birine ulaştırmak kudretine haiz olan
şeylerden birini görmenin, bir telgraf direğiyle, bir demiryoluyla, bir istasyon binasıyla karşı
karşıya gelmenin ne olduğunu mutlaka bileceksiniz.
Bilmeyene ise bunu anlatmak çok güçtür. Lakin, ben bütün bu yazılan bir kimseye bir şey
anlatmak için yazmıyorum. Hayır, hayır, bu hiç aklımdan geçmedi. Ben bu yazıları, kendi
kendime konuşmak için, yalnız bunun için yazıyorum. Eğer, günün birinde memleket kurtulur
da, tekrar kendi çevreme dönersem, ilk yapacağım iş bunları yakmak olacaktır. Yakmazsam,
bu defter başkalarının eline geçebilir.
O vakit, benim bu köydeki uzun gurbetimin hiçbir değeri kalmayacaktır. Bu uzun gurbet
edebiyat konusu olacaktır. Edebiyatı, sanatı başkaları yaparken hoş bulurum. Fakat, kendim
bundan çekinirim. Edebiyat ve sanat dünyasında yalnız dahiler vardır. Ondan ötesi, bir alay
zavallı taklitçi, bir alay zavallı maskaradır.
Ben bir maskara değilim ama, bir safderun olduğum, bir koca çocuk olduğum muhakkaktır.
Bundan bir türlü kurtulamıyorum. Feleğin nice cevr, nice aldanışlar, nice hayal ve umut
kırılışları beni pişirmeye yetmedi. Hala, ne çocukça sevinçlerim, ne hoş hayallerim, gönlümün
ne safça akışları var.
Üç günden beri, bir kapkara eşek sıpası ahırımda bağlı duruyor diye her sabah yüreğim
sevinçten hoplayarak uyanmaktan kurtulamıyorum. Feleğin nice ıstırabı beni çocukluğumun
bu huyundan kurtaramadı. Bana yeni bir oyuncak aldıkları vakit, günün herhangi bir saatinde,
ya dersimi okurken veya yolda yürürken oyuncak hatırıma geldi mi, içim sonsuz ve aydınlık bir
ferah denizinin dalgasıyla dolup boşalırdı. Bütün anlamıyla yüreğim ağzıma gelirdi. Etrafımda,
her şey ve herkes, bana, henüz keşfettiğim cevheri baldan tatlı, sihirli bir dünyanın şirin
sembolleri gibi görünürdü.
Hatta okuldayken, okul, hocamın önündeysem hocam, hatta her gün iki defa gele gide, gide
gele görmekten bıkıp usandığım dar, dolaşık ve rutubetli sokak, hatta bizim konağın kış
günleri bir mahzen gibi yaş ve yaz günleri bir çöl parçası kadar güneşle dolu avlusu, bana, hep
aynı cevhere bulanmış, hep aynı sihirle canlanmış görünürdü. Her rastgeldiğim şeyi veya
kimseyi kucaklayıp öpmek isterdim. Gönlüme bu harikulade şenliği veren şeyi tahlil edecek
olursanız, ne bulursunuz? Ya bir tahtadan at, ya boyalı tenekelerden bir lokomotif, ya derisi iki
üç günde delinmeye mahkum bir küçük trampet... Demek ki, bir hiç, bir zerre, bir tahta ve bir
teneke parçası benim çocuk ruhuma bu derin, sonsuz mutluluğu vermeye yetiyordu.
İşte, burada, bu mihnet ve meşakkat ocağında, bin türlü afetten arta kalan otuz üç yıllık
viran varlığımda, bir kapkara eşek sıpası, bir canlı oyuncak, bana, aynı mutluluğu vermeye
yetiyor. Demek; bu vücut viranesi içindeki ruh aynı ruhtur.
Harp cephelerinde, saçı sakalına karışmış, nice pişkin ve sert askerler gördüm ki, felaket
anında gözlerine bir ürkek çocuk bakışı geliyor ve yere düşerken, daha buluğa ermemiş bir toy

You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Yaban - 09
  • Parts
  • Yaban - 01
    Total number of words is 2653
    Total number of unique words is 1600
    24.0 of words are in the 2000 most common words
    36.1 of words are in the 5000 most common words
    43.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 02
    Total number of words is 2955
    Total number of unique words is 1746
    31.8 of words are in the 2000 most common words
    45.1 of words are in the 5000 most common words
    52.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 03
    Total number of words is 2944
    Total number of unique words is 1750
    36.0 of words are in the 2000 most common words
    50.1 of words are in the 5000 most common words
    56.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 04
    Total number of words is 2831
    Total number of unique words is 1654
    36.3 of words are in the 2000 most common words
    51.8 of words are in the 5000 most common words
    60.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 05
    Total number of words is 2895
    Total number of unique words is 1633
    37.4 of words are in the 2000 most common words
    51.9 of words are in the 5000 most common words
    59.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 06
    Total number of words is 2852
    Total number of unique words is 1658
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 07
    Total number of words is 2951
    Total number of unique words is 1671
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 08
    Total number of words is 2909
    Total number of unique words is 1690
    35.8 of words are in the 2000 most common words
    49.3 of words are in the 5000 most common words
    56.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 09
    Total number of words is 2947
    Total number of unique words is 1673
    36.5 of words are in the 2000 most common words
    50.3 of words are in the 5000 most common words
    56.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 10
    Total number of words is 2850
    Total number of unique words is 1677
    35.9 of words are in the 2000 most common words
    48.5 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 11
    Total number of words is 2843
    Total number of unique words is 1623
    35.5 of words are in the 2000 most common words
    50.0 of words are in the 5000 most common words
    57.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 12
    Total number of words is 2830
    Total number of unique words is 1611
    35.8 of words are in the 2000 most common words
    50.1 of words are in the 5000 most common words
    58.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 13
    Total number of words is 2910
    Total number of unique words is 1642
    36.4 of words are in the 2000 most common words
    50.8 of words are in the 5000 most common words
    58.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 14
    Total number of words is 2827
    Total number of unique words is 1672
    34.7 of words are in the 2000 most common words
    48.6 of words are in the 5000 most common words
    56.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 15
    Total number of words is 2766
    Total number of unique words is 1590
    35.7 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 16
    Total number of words is 2879
    Total number of unique words is 1731
    32.0 of words are in the 2000 most common words
    45.4 of words are in the 5000 most common words
    52.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 17
    Total number of words is 2909
    Total number of unique words is 1655
    27.1 of words are in the 2000 most common words
    38.9 of words are in the 5000 most common words
    46.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 18
    Total number of words is 2802
    Total number of unique words is 1690
    27.9 of words are in the 2000 most common words
    40.2 of words are in the 5000 most common words
    47.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 19
    Total number of words is 1511
    Total number of unique words is 1016
    27.6 of words are in the 2000 most common words
    39.4 of words are in the 5000 most common words
    46.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.