Yaban - 13

Total number of words is 2910
Total number of unique words is 1642
36.4 of words are in the 2000 most common words
50.8 of words are in the 5000 most common words
58.7 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Deli mi oluyordum? Nöbetim mi var? Her halde kendimde bir acayip muvazenesizliğin
şahidiyim. Kah Bekir Çavuş'un tembihine boyun eğecek kadar çaresizliğe düşüş, kah imamın
elinden okuduğu kağıdı kapıp yırtacak kadar celadet gösteriş, her halde, normal bir haleti
ruhiye alameti değildir.
Zaten, bu olaylar içinde normal olmak bir çeşit anormallik sayılmaz mı? Her devrin kendine
mahsus ölçüleri vardır.
Bir savaş zamanında barışta olduğu gibi yaşamak, bir inkılap devrinde statik devirlerin
kalıpları içinde sıkışıp kalmak bir gaflet, bir avarelik, bir sapıklık değil de nedir?
Böylece kafamın içinde birbirine zıt düşünceler, birbirini cerheder hükümler kaynaşıp
duruyor. Ömrümün son demlerinin yaklaştığını hissettiğim şu günlerde, boş yere kendi
kendimi tayin ve tesbite çalışıyorum. Fakat, bir türlü muvaffak olamıyorum. Kendi benliğim,
kendi ellerim arasında bir duman gibi uçup gidiyor. Çevremi tesbite çalışıyorum. Gene aynı
boş emek... Çevrem bana karşı ne kadar sağırsa o kadar da dilsizdir. Hele şu son günlerde öyle
kapanmış, öyle örtülmüş ki, ne tarafından bakacağımı, ne taraftan dinleyeceğimi bilemiyorum.
Sanki zaptetmek isteyen düşman benim, teslim olmayan kale burasıdır.
Bu küçük halk kümesinin dili olsa, bana; Evet düşman sensin! diyecektir. Zaten gözleri
bunu söylemiyor mu? Tavırları, hareketleri bunu söylemiyor mu? Onlar nazarında, ben yalıtız
sevimsiz bir misafir, bir şımarık sığıntı değil, aynı zamanda uğursuzun biriyim. Nerede ise
bütün bu olan işlerden beni sorumlu tutacaktır. Zira, bana karşı, öfke ve husumetlerini o
derece artmış görüyorum.
Bir gün, Bekir Çavuş fena bakarak söyledi:
– Düşman, tee İzmir'de idi, sağdan sataştılar, soldan sataştılar. Herife rahat vermediler.
Buralara kadar gelmesine sebep oldular. Ne diyeyim bilmem ki, Allah sebep olanları...
Elimin tersiyle suratına bir tokat aşketmek istedim. Fakat, kendimi tuttum. Ve ona son defa
olarak, vatanın bütünlüğü hakkında bir fikir vermeye çalıştım:
– Bir Türk için İzmir ne ise Sivas da odur. Diyarbakır ne ise Samsun da odur. İzmir
zaptolundu mu, bütün Anadolu'nun ilmiği düşmanın elinde demektir. Orası kurtulmayınca
burası kurtulamaz.
Bekir Çavuş sözümü kesti:
– Haydi be, sen de... Bu lafları sen başkasına anlat.
Kendimi tutamadım:
– Bekir Çavuş aklını başına al, yoksa kafana bir şey indiririm, dedim.
Derhal, benim subaylığım ve kendi çavuşluğu hatırına gelmiş olacak, hemen toplandı:
– Kusura bakma, biz köylüyüz. Böyle şeylere aklımız ermez, dedi ve yanımdan kalkıp
gitmek istedi. Kolundan tutup oturttum:
– Sen yalnız köylü değilsin. Sen askerlik etmiş adamsın: Sana bu sözler yakışmaz. Ayıptır,
ayıptır!
Asker! Fakat, Bekir Çavuş bir bozgun ordusunun askeridir. Kimbilir kaç dayakta
kötürümleşmiş maneviyatını ayağa kaldırıp durdurmak ne mümkün! Hele, düşmanın şu karşı
tepeleri tuttuğu bir sırada ona dasitani bir heyecan vermeye çalışmak kadar abes ve mevsimsiz
bir şey tasavvur olunamaz. Bekir Çavuş:
– Biliyorum beyim sen de onlardansın emme.
– Onlar kim?
– Aha, Kemal Paşa'dan yana olanlar...
– İnsan Türk olur da, nasıl Kemal Paşa'dan yana olmaz?
– Biz Türk değiliz ki, beyim.
– Ya nesiniz?
– Biz İslamız, elhamdülillah... O senin dediklerin Haymana'da yaşarlar.
Bekir Çavuş'la artık daha ziyade konuşmağa mecalim yok. Asılmış bir adam gibi başım
göğsüme düşüyor. Bunalıp kalıyorum.
Eğer, bize zafer nasip olsa bile kurtaracağımız şey, yalnız bu ıssız toprakla, bu yalçın
tepelerdir. Millet nerede? O henüz ortada yoktur ve onu bu Bekir Çavuşlar, bu Salih Ağalar, bu
Zeynep Kadınlar, bu İsmailler, bu Süleymanlarla yeni baştan yapmak gerekecektir.
Ben Kemal Paşa'dan yana olmam da, kimden yana olurum? Çünkü, O, yarın bu dev işini
başaracak olan serdengeçti gönüllülerin başıdır. Top seslerinin yirmi beş, otuz kiloretreden
geldiği anda bile zafere inanıyorum. Lakin onu takip edecek olan ikinci cidal devresinin sonu,
bana efsanelerde okuduğum hayaller gibi uzak ve dumanlı görünüyor.
Bekir Çavuş tekrar benden özür diledi:
– Kusura bakma. Benim aklım, şimdi hep o dolaşan tevatüre takılıp kaldı.
İstiyor ki, ben bu tevatür nedir diye sorayım. Fakat, sesimi çıkarmayınca o devam etti:
– Şu Salih Ağa'nın oğlu yok mu? Bizim kızı berbat etmiş, dedi. Şimdi: Al! diyorum. Almam,
diyor. Yok sağ kalçasında bir ur çıkmış. Yok bütün vücudu sızlarmış. Hepsi yalan. Hasta olan
adam bu işi yapar mı?
Ben ki, bu facianın ilk şahidiyim; kendimi tutamadım:
– Kızın ne diyor? diye sordum.
– Ne desin? Ben seni alırım diye kandırmış. Kaç zamandır helallısı gibi kullanıp dururmuş.
Biz de neden sonra haber aldık.
– Sakın kız gebe mi?
– Yok olamaz. Daha on iki yaşında. Bir sabah, –o sabahı hiç unutmayacağım!– penceremin
altında bir ses. İnce, keskin bir çocuk sesi:
– Geliyorlar! Geliyorlar!
Yataktan fırlayıp sese koşuyorum:
– Kim geliyor Hasan?
Küçük çoban soluk soluğadır. Benzi ya heyecandan, ya koşmaktan sapsarı kesilmiş:
– Aha onlar... Senin dediklerin... Te, karşıki belin üstünden yürüyüp geliyorlar.
Bir süre aklımı toparlayamadım. Çocuğun yüzüne bön bön bakakaldım.
Küçük çoban:
– Ben davarı yamaçta yalnız bıraktım. Daha fazla duramam; dedi ve koşarak döndü gitti.
Odamın içinde bir yangın esnasında ne yapacağını şaşırmış bir adam gibi dolaşıyorum. Kah
çizmelerimi, kah yelerimi arıyorum. Bir taraftan pijamamın düğmelerini, mütemadiyen çözüp
ilikliyorum. Nihayet, Emeti Kadın'ı imdada çağırmağa mecbur oldum.
– Emeti Kadın! Emeti Kadın!
Ses, seda yok. Dışarıya fırladım. Sofa, mutfak, damın üstü, ahır. Yok, yok. Kümese
bakıyorum yok. Bu saata kadar Emeti Kadın gelmemiş olsun... Kabil değil.
Ayağımda terlikler, pijamamla, ta evine kadar koşuyorum. Tak tak kapı. Gene kimse yok.
Köyde, sanki hiç kimse uyanmamış gibidir. Ne bir çocuk. Ne bir hayvan.
Yalnız benim tuhaf bir kıyafetle, oradan buraya seğirttiğimi gören köpekler havlıyor.
Ben artık geriye dönemiyorum. Şaşkın şaşkın hemen bütün evlerin kapısını bir defa
çalıyorum. Her ev mezar gibi.
Meydanlığa kadar gittim. Öyle bir tenhalık ki, insana dehşet veriyor. Bu meydancıktan,
küçük çobanın söylediği yol görünüyor. Bir de ne bakayım! Düşman askerleri, tozu dumana
katarak yürüyorlar. Ters yüzü koşarak eve dönüyorum.
Bir taraftan giyinmeye çalışıyorum, bir taraftan köylüleri düşünüyorum. Hepsi evlerine mi
saklandılar? Yoksa kaçıp gittiler mi? Düşmanın gelişi beni hemen hiç meşgul etmiyor.
Zihnim durmadan, bu iki suale cevap vermeye çalışıyor. Mutlaka benden gizli söz birliği
edip kaçmış olacaklar. Beni düşman önünde tek başıma bırakarak... Bu kadar hıyanete, bu
kadar namertliğe ihtimal veremiyorum.
Nereye gidebilirler? Daha dün gece hepsi burada idi. Küçük Hasan'dan önce düşmanın
geleceğinden haberleri olacak değildi ya. Yok, yok. Hiçbir yere kaçmış olamazlar. Hepsi
evlerinde kapanmış, sinsi oturuyorlardır.
Düşmanın hemen köye girmek üzere olduğunu hissediyorum. Havada, bir ağır topçu
taburunun araba ve demir şakırtıları dalgalanıyor. İnsiyaki bir hareketle gidip kapımı
kilitliyorum. Pencerelerimi kapıyorum. Niçin? Şu anda, bunu kendi kendime izahtan acizim.
Hani, düşman önüne asker elbiselerimi giyerek ve kılıcımı takarak çıkacaktım? Adam sen
de. Mademki, tek başınayım. Bütün tehlikeler, nasıl olsa karşılarında, yalnız beni bulamayacak
mı? Zulüm ve itisafı üzerime zorla kışkırtmaya ne lüzum var?
Fakat bu korunma tedbirleri! İşte ben de anlayamadım. Kapının kilidini açıyorum.
Pencerelerimi açıyorum. Nal, araba ve demir şakırtıları yaklaşıyor ve tozla karışık bir pas ve
deri kokusu burnuma kadar geldi.
O ne? Köyün havası bir acayip gürültüyle doldu. Demir, nal ve araba şakırtılarına birtakım
insan sesleri de karışmağa başladı. Tıpkı, kabuslarımda işittiğim sesler:
– Vire, İstaso, Vire, Palikari... vesaire gibi sesler.
Bu koyu Türk köyünde, Anadolu'nun bu hiç açılmamış kuytu, ıssız köşesinde, birdenbire bu
Pire limanı şamataları!.. Bir tek kelime Türkçe işitilmiyor.
Bütün vücudumu soğuk bir ter kapladı. Kulaklarım uğulduyor. Bacaklarımda kalkmağa hiç
mecal yok. Sanki bir keskin kılıçla belimin ortasından ayrılmış gibiyim.
Artık gelip beni bir kuru ağaç kütüğü gibi yaksalar...
Derken bir Türkçe ses:
– Bu köyde kimse yok mu, be yahu?
Fakat, bu öyle bir Türkçe ki, bana Galata'yı hatırlatıyor. Doğrudan doğruya Rum şivesiyle
söylenmiş bir Türkçe diyemem. Bu bağıran belki bir Ermeni, belki bir Yahudidir.
Türkçenin böyle söylenmesinde, böyle büzülüp didiklenmesinde ne hazin bir şey var! Sanki,
haşin ve patavatsız bir el vücudumuzu hırpalıyor; vücudumuzun en hassas, en nazik yerlerine
kadar sokulup oraya tırnaklarını geçiriyor zannedilir.
– Hey bir adam yok mu, be?
Ve evlerin kapıları güm güm vurulmağa başlıyor. Köylülerde gene çıt yok. Düşman askerleri
bilseler ki, ben de onlar kadar meraktayım. Ayak sesleri benim civarıma yaklaşıyor. İşte, tam
pencerenin önünde durdular, konuşuyorlar. Başımı pencereden yana çevirince birisinin içeriye
baktığını gördüm. Burma bıyıklı, tıraşı uzamış esmer bir delikanlı kafası... Bir müddet göz göze
geldik. Sonra onun gözleri hayretle odanın içini dolaştı ve kafa aşağıya doğru çekildi. Bunun
üstünden birkaç dakika geçti mi geçmedi mi, bilmiyorum, ayak seslerini bizim evin içinde
duydum.
Odamın kapısı açıldı. Demin kendisiyle göz göze geldiğimiz genç kapıdan girdi, bana doğru
yürüdü ve biraz evvel işittiğim Türkçe ile:
– Bu ne be, meydanda kimseler yok. Sen bu köyden değil misin?
Başımla; hayır! dedim.
– Pekala, nerede, ötekiler nerede, bilmiyor musun?
Başımla; hayır! dedim.
Bu sırada odama silahları tetikte birkaç asker daha girdi. Benimle konuşan onlara dönüp
Rumca bir şeyler söyledi.
Hepsi birden merak ve tecessüsle bana bakıyorlar. Hepsinin gözü mihaniki bir surette
kolsuz tarafımdan yüzüme, yüzümden bana:
– Senin dilin yok mu? Niçin söylemezsin? dedi.
– Söylerim ama keyfim istediği vakit...
Sinirli bir tavırla yanındakilere dönüp hakkımda acı bir istihzada bulunduğunu sezdim.
Tepem attı. Ayağa kalkıp dedim ki:
– Benden izin almadan ta yatak odama kadar ne hakla girdiniz? Ve beni, ne sıfatla sorguya
çekiyorsunuz?
Benimle konuşan adam arkadaşlarına yan gözle bakarak: Ben size demedim mi? Delinin
biri der gibi bir işaret yaptı.
– Deli veya akıllı olayım şimdi buradan çıkacaksınız, diye bağırdım.
Esmer delikanlı, benimle artık bir meczupla konuşur gibi konuşmağa başladı:
– Pekala çıkarız, çıkarız ama söyle bize köylüler nerede? Cevap vermeksizin ayakta dimdik
durduğumu görünce sabırsızlandı ve askerlerden bir tanesine süngü taktırıp kapımda
bıraktıktan sonra öbürleriyle birlikte çıkıp gitti.
Onlar çekilip gidince ben hiç olmazsa odamın kapısını kapatmak istedim. Fakat süngülü
asker buna mani oldu. Yerime gelip oturdum ve kendime bir poz vermek için elime bir kitap
aldım.
Dışarıda gelip gitmeler, bağrışmalar, çağrışmalar artıyor. Birkaç defa da kapı kırılmasına
benzer patırtılar duydum. İşte, bütün bunlara bizim köylülerin sesleri de karışmağa başladı.
Demek ki, korunmak için yalnız evlerine kapanmakla yetinmişler. Zavallı masum halk.
Düşmanı bu kadar basiretsiz mi sandın?
İki üç günden beri, bizim köy bir düşman kıtasının işgali altındadır. Gerçi, bütün erat köyün
içinde oturmuyor. Fakat subay ve komutan nevinden amirlerin her biri, bir ev zaptetti. Subay
ve komutan diyorum. Fakat bir tanesi müstesna, ne yüzlerini gördüm, ne rütbelerinin ne
olduğunu biliyorum.
Olandan bitenden bizim Emeti Kadın vasıtasıyla haber alıyorum. Hemen odamdan hiç
çıktığım yok.
Emeti Kadın'a:
– İlk gün nerede idiniz? dedim.
– Bizim oğlan koşarak gelip haber verince, hepimiz caminin önünde toplandık. Salih Ağa,
Bekir Çavuş: Kızlar, kadınlar, çoluk çocuk neleri var, neleri yoksa beraber alsınlar.
Köyden çıkıp derenin içinde saklansınlar. Geri kalanlarımız da evlerimizde kapanıp sesimizi
keselim. Bakalım, belki askerler, ortalıkta kimse görmeyince savuşup giderler dediler.
Biz de öyle yaptık. Emme çok geçmedi, haber geldi. Düşmanın bir zararı yokmuş.
Dönsünler diye şimdilik kimseye dokunmuyorlar. Yalnız et isterler, ekmek isterler, arpa, şeker
isterler, parasını vereceklermiş. Baksana şuna; benden süt aldılar, yumurta aldılar, yerine şu
kağıdı verdiler.
Muska biçiminde bükülmüş küçük kağıtlar çıkardı. Bana uzattı:
– Hele bir bakıver. Ne yazıyor?
Baktım, Rumca kurşun kalemiyle yazılmış birtakım satırlar.
– Anlamadım. Rumca yazıyor. Fakat, beş para etmez, dedim.
Emeti Kadın bir yutkundu:
– Ne diyon? Ben, şimdi ne ideyim?
– Vermemeli idin; Emeti Kadın.
– Vermeme olur mu? Ta evin içine kadar girerler. Kümesin yanından ayrılmazlar. Bazısı
tavuk kalkar kalkmaz, yumurtayı sıcak sıcak kapıp giderler. Arkasından yetişemem.
İlk geldikleri gün, silah arayacağız diye benim oturduğum evin altını üstüne getirdiler.
Silahları bulduktan sonra da gene aramakta devam ettiler. İki üç defa paramın bulunduğu
çekmeceyi açıp kapadılar. Süngü ucuyla yatak, minder gibi ne kadar pamuklu eşya varsa, delik
deşik ettiler. Kitaplarımı, kağıtlarımı darmadağınık odanın ortasına yığdılar.
Ben, ayakta sırtımı duvara dayayarak, aldırış etmeden seyrediyordum. İçlerinden biri,
yazmakta olduğum, şu defteri iki üç defa eline alıp baktı, yapraklarını çevirip okumağa çalıştı.
Tekrar masanın üstüne attı. Bir başkası Fransızca kitapların adlarını küçük cep defterine not
ediyordu. Nihayet her şey olup bittikten sonra beni kumandanın yanına götürmek istediler.
– Niçin gidecek mişim? Gitmem.
– Gideceksin. Yoksa seni zorla götürürüz.
Düşündüm. Beyhude inat. Önlerine düşüp yürüdüm. Sabahleyin beni ziyarete gelen ve
Türkçe konuşan çavuş yanımda yürüyor:
– Sen bir subaysın. Bu köyden değilsin. Buraya neden geldin? Burada ne işin var? Şimdi
kumandana onu anlatacaksın diyor.
Ben, başı açık, ceketsiz, gömleğimin sağ yeni, bir büyük düğüm halinde sallanarak
gidiyorum.
Yürüyorum. Sokak aralarında tek tük rastgeldiğim bildik yüzler, beni görünce çevriliyorlar.
Atlar, top katırları, mandalar o kadar çok, o kadar çok ki, aralarından geçmek için her birinin
kıçından, kafasından itmek gerekiyor.
Kumandan, kahveyi derhal bir karargah haline sokmuş, çardağın altında, bir büyük
masanın başında oturuyor. Suratı asık ve zorla heybetli görünmeğe çalışan bir yüzbaşı.
Çavuş beni gösterip bir şeyler söyleyince başını kaldırıp dikkatle yüzüme baktı ve Fransızca:
– Siz bir subaymışsınız, öyle mi? dedi.
– Evet.
– Lütfen şu iskemleyi alın. Oturun ve soracağım şeylere birer birer cevap verin.
Bütün sorgu ve cevaplardan sonra, düşman kumandanının anlamadığı şey, benim kendi
arzu ve irademle İstanbul'u bırakarak, bu köye yerleşmemdir. Bu hususta kendisine ne kadar
psikolojik sebepler gösterdim, hatta ne kadar samimi itirafta bulundumsa, hiçbiri kar etmedi.
Yüzüme şüphe ile bakmaktan vazgeçmedi. Onun nazarında halledilmez bir mesele oldum.
Nihayet, işin içinden sıyrılmak için:
– Gidin, evinizde oturun; fakat hiçbir yere çıkmayacaksınız. Hiç kimse ile temas
etmeyeceksiniz. Şimdilik bu kadar... dedi.
Odama döndükten sonra, tekrar eşyalarımı düzeltmeğe lüzum görmedim. O kargaşalığın
ortasında bir ıslanmış fare gibi yaşamağa başladım.
Sokak kapısının önünde, bir süngülü er duruyor. Bu defterin bitmesine, kimbilir kaç gün
kaldı.
Düşman gözü beni, artık yatağımın içinde bile rahat bırakmıyor. Pencereden, kapıdan her
vakit, her saat teftiş ve nezaret altındayım. Bu sıkı göz hapsi içinde, defterimi ancak gece
yarıları el ayak çekildikten ve belki de nöbetçi er uykuya daldıktan sonra yatağıma sokulup
yazabiliyorum. İhtiyaten lambamı da söndürüyorum. Ve İtalyan şairi d'Anunzio'nun
(Nocturno) yu yazdığı gibi bütün bu yazıları el yordamıyla karanlıkta karalıyorum.
Okuyabilene ne mutlu.
Oysa ben, bundan sonrası mutlaka okunsun istiyorum. Çünkü Anadolu savaşı, bağımsızlık
mücadelesi denilen büyük facianın, büyük destanının tarihe intikal etmeyecek olan tarafları
yalnız bu defterde yazılıdır. Eğer, bir hıyanet eli, bir silgi lastiği alıp kurşun kalemiyle çizilmiş
bu eğri büğrü satırlar üstünden geçecek olursa gelecek kuşaklar kendi memleketlerine ait
birçok acı gerçeklere ermek vasıtasından mahrum kalacaktır.
Artık, bu benim hikayem olmaktan çıkmıştır. Burada, kendime ait olan kısımları bile ben,
artık bir başkasının macerası gibi anlatıyorum. Farzediniz ki, ben, Ahmet Celal denilen bir
subayın, bir malul gazinin hortlağıyım ve her gece el ayak çekildikten sonra onun boş kalan
yatağına girip olanı biteni hikaye ediyorum.
Zavallı Ahmet Celal öldü ve onu, mezarında zebaniler bekliyor. Onun için kabir azabı
başladı mı, başlamadı mı, bilmiyorum. İsterseniz, zebaniler bekliyor lakırdısını o azabın bir
başlangıcı olarak telakki ediniz. Zira, o yeryüzünde iken de arafta gibi yaşadı. Hangi cinsten
Tarınya kulluk ettiğini bilmedi. Bir yabancı imparatorluk namına yıllarca döğüşüp kanını
döktü. Yıllarca, meçhul bir vatanın, bir ideal yurdun hasretiyle yanıp tutuştu. Elle tutulmaz,
gözle görülmez bir sevginin peşinden yıllarca koştu. Onun yoluna ağladı, güldü, söyledi ve
öbür dünyaya göçeceği gün bildi ki, meğer hepsi yalanmış.
Ah, işte ona her şeyden daha acı gelen bu oldu. Bütün bir ömrün boş yere akıp gittiğini
öğrenmek, bütün bir gençliğin boş emeller, boş hayaller, sakat işler peşinde heder olduğunu
görmek; giderayak, birdenbire gerçeklerin en iğrenci, en korkuncu ile karşı karşıya gelmek...
İşte, kabir azabından önce, Ahmet Celal bu ateşlerden geçti. Bu zebanilerle düşüp kalktı. Ona
asıl bunun için acıyınız.
Düşman kıtası, köyü sömürmeye devam ediyor. Meğer bu kara kuru köyün ne kadar çok
adamı ne çok zaman besleyecek özü varmış! Emeti Kadın'ın yumurtaları bitip tükenmek
bilmiyor. İşittiğime göre, düşman hayvanları, Salih Ağa'nın saman ve arpalarını yiye yiye hala
bitirememişler. Bizim Bekir Çavuşlar, Zeynep Kadınlar, ya şu ya bu karargah mutfağına
bulgur, fasulya, nohut taşıyıp dururlarmış. Sığırtmaç Hasan'ın sürüsünden, her gün bir iki baş
eksiliyormuş.
Subaylar, askerler ne alırlarsa hep parasını vereceğiz derlermiş. Emeti Kadın'ın koynu
Rumca yazılı kağıtlarla dolu ve kağıtlar çoğaldıkça kadının para almak umudu azalıyor. Bir
gün yavaşça:
– Şu halde, niye saklıyorsun? dedim.
– Ey, herkes saklar. Ben de saklarım; dedi. Belki sonunda bir şey çıkar.
– Yok canım, nafile, bu kağıtları boş yere taşıyorsun. At onları, yırt at, dedim.
Emeti Kadın, ağlar gibi suratını buruşturarak:
– Amanın, sonra bir tühmet olur. Beni döverler, dedi.
Sesimi daha ziyade yavaşlatarak:
– Döverler mi? Başkalarını dövdükleri var mı?
– Çok, ay oğul. Çok, istediklerini vermedin mi, hemen el kaldırırlar.
Sesimi artık bir fısıltı gibi hafifleterek:
– Irza, namusa da dokunuyorlar mı, Emeti Kadın?
Şimdilik pek o kadar değil. Bazı karılara sarkıntılık ederler emme, ben görmedim. Bizim
Zeynep Kadın'dan işittim.
Sesim boğazımda bir nefes, bir üfürük haline girdi:
– O nereden biliyor, o nereden? diye sordum.
– Aha, kaç defa gelinlerine, kızlarına sataşmışlar. Suya, çamaşıra çıkamaz olmuşlar.
Artık Emine için ayrı bilgi istemeye dilim varmadı. Zaten bizim yavaş sesle konuşmamız
pencereden içeriyi gözetleyen nöbetçinin dikkatini çekmeğe başladı. Sanki dudaklarımın
kımıldamasından bir mana çıkarmağa çalışırmış gibi dik dik yüzüme bakıyor.
Bu sabah... hala inanamıyorum. Ne gözlerime, ne kulaklarıma, hala inanamıyorum. Bu
sabah, bir de baktım ki, düşman askerlerinden eser kalmamış. Kalkıp gitmişler. Nereye?
Nasıl? Ortada Salih Ağa ile İmam yok. Kumandan sabahleyin erkenden köylüleri toplamış:
Bize yol göstermek için iki adam verin. Biz şöyle ileriye doğru varıp döneceğiz. Size verdiğimiz
hesap pusulalarını da iyi saklayın. Dönüşte öderiz demiş.
Bunun üzerine Salih Ağa ile İmam, hemen öne atılmışlar. Biz size yol gösteririz demişler.
Emeti Kadın bana bu havadisi verirken başını iki yana sallıyor:
– Ne açıkgöz şey, şu Salih Ağa. Belki yolda arpa, saman parası alırım diye hemen herkesi
önledi.
– Nasıl alabilirler. Mademki, dönüşte veririz demişler!
– Alır o... Kimbilir herifleri nasıl kandırır, alır o. Zaten alırsa, böylelikle alır. Sanki biz
onların tekrar döneceklerine inandık mı? Ay oğul, kim döner, kim verir? Bu hiç olacak iş mi?
– Ben sana söyledim ama, aklın şimdi başına geldi.
Emeti Kadın düşündü taşındı:
– Bundan sonra gelen olursa peşin para isterim. Başka türlü ne bir damla süt, ne de bir tane
yumurta veririm...
– İnşallah, bundan sonra ne gelen, ne isteyen olur.
Bu sözü söylerken, kendim de pek inanmıyordum. Çünkü, köylülerden aldığım bilgiye göre,
düşman kıtası geriye doğru değil, ileriye doğru yol almıştır. Bu savaşın onuncu günü. Bu kadar
zaman içinde ne olacaksa olması lazımdır. Böyle bir meydan savaşında bu ileriye
yürüyüşlerden ancak savaşın bizim aleyhimize son bulduğu anlamı çıkarılabilir.
Eğer öyleyse, varacakları ve duracakları nokta Ankara olacaktır. Ankara işgal altında? Yok
canım, bunu tasavvur etmek bile mümkün değildir. Böyle bir olay tarihi olayın mantığına zıt
bir şey olur. Çünkü, Ankara bir son değil, bir başlangıçtır.
Dünyayı dolaşan telgraf tellerinde Londra, Moskova kelimelerinin yanısıra ses çıkarmaya
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Yaban - 14
  • Parts
  • Yaban - 01
    Total number of words is 2653
    Total number of unique words is 1600
    24.0 of words are in the 2000 most common words
    36.1 of words are in the 5000 most common words
    43.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 02
    Total number of words is 2955
    Total number of unique words is 1746
    31.8 of words are in the 2000 most common words
    45.1 of words are in the 5000 most common words
    52.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 03
    Total number of words is 2944
    Total number of unique words is 1750
    36.0 of words are in the 2000 most common words
    50.1 of words are in the 5000 most common words
    56.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 04
    Total number of words is 2831
    Total number of unique words is 1654
    36.3 of words are in the 2000 most common words
    51.8 of words are in the 5000 most common words
    60.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 05
    Total number of words is 2895
    Total number of unique words is 1633
    37.4 of words are in the 2000 most common words
    51.9 of words are in the 5000 most common words
    59.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 06
    Total number of words is 2852
    Total number of unique words is 1658
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 07
    Total number of words is 2951
    Total number of unique words is 1671
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 08
    Total number of words is 2909
    Total number of unique words is 1690
    35.8 of words are in the 2000 most common words
    49.3 of words are in the 5000 most common words
    56.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 09
    Total number of words is 2947
    Total number of unique words is 1673
    36.5 of words are in the 2000 most common words
    50.3 of words are in the 5000 most common words
    56.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 10
    Total number of words is 2850
    Total number of unique words is 1677
    35.9 of words are in the 2000 most common words
    48.5 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 11
    Total number of words is 2843
    Total number of unique words is 1623
    35.5 of words are in the 2000 most common words
    50.0 of words are in the 5000 most common words
    57.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 12
    Total number of words is 2830
    Total number of unique words is 1611
    35.8 of words are in the 2000 most common words
    50.1 of words are in the 5000 most common words
    58.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 13
    Total number of words is 2910
    Total number of unique words is 1642
    36.4 of words are in the 2000 most common words
    50.8 of words are in the 5000 most common words
    58.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 14
    Total number of words is 2827
    Total number of unique words is 1672
    34.7 of words are in the 2000 most common words
    48.6 of words are in the 5000 most common words
    56.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 15
    Total number of words is 2766
    Total number of unique words is 1590
    35.7 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    57.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 16
    Total number of words is 2879
    Total number of unique words is 1731
    32.0 of words are in the 2000 most common words
    45.4 of words are in the 5000 most common words
    52.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 17
    Total number of words is 2909
    Total number of unique words is 1655
    27.1 of words are in the 2000 most common words
    38.9 of words are in the 5000 most common words
    46.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 18
    Total number of words is 2802
    Total number of unique words is 1690
    27.9 of words are in the 2000 most common words
    40.2 of words are in the 5000 most common words
    47.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Yaban - 19
    Total number of words is 1511
    Total number of unique words is 1016
    27.6 of words are in the 2000 most common words
    39.4 of words are in the 5000 most common words
    46.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.