Küçük Ağa - 30
Total number of words is 2970
Total number of unique words is 1631
34.7 of words are in the 2000 most common words
47.7 of words are in the 5000 most common words
55.1 of words are in the 8000 most common words
habarların hepsi de eyi, bizi ziyadesiyle sevindirdi. Hele ben hususiyle memnun oldum, istanbul'lu Hoca'yı.
yani Küçük Ağa'yı, beğenmek ne haddime, pek severdim. Al ah onu mil et yoluna girsin diye ikide bi dua
ederdim. Duamın tuttuğunu görmek müyesser oldu. Alla-ha bin şükür. Amaan be Reis bey, bun bittim val a,
sen deyver.
Ali Emmi gerçekten de pek bitkin görünüyordu... "Amaan be" diye isyan ederken insana dokunacak kadar
halsiz ve üzgündü, halinde de, yüzünde de duyduğu saf sevinci belli eden ufacık bir iz bile yoktu, buna takati
yetmiyordu
Salih de, şaşkın ve üzüntülü, Reis beye baktı. Bir yandan da merak içindeydi; bir türlü söyleyemedikleri
haber ne olabilirdi?
Reis bey nihayet konuştu:
— Demin anladın. Salih, biz İstanbul u Hoca'yı ta geçen bahardan beri öldü biliriz, önce İstanbul'a kaçmış
diye bir söz çıkmıştı. Fakat, galiba ikinci ayıydı, bir gün Müftü efendiye bir adam gelmiş ve bir heybe
bıraktıktan sonra "Hoca efendi bir müsademede vuruldu, ölmeden önce de eşyalarını size getirmemizi
vasiyet etti. Müftü efendi çoluğuma çocuğuma göz kulak olsun dedi" demiş. Heybede de bir hayli para ve
Hoca efendinin saati ile teşbihinden nüfus tezkeresine kadar bütün eşyası, bu meyanda da kurşunlarla de-
likdeşik olmuş, kana bulanmış çamaşırları, esvabı varmış. Kuvvacılar dahil bütün Akşehir yandı yakındı, körpe
helâli ile yüzünü görmediği oğlunu düşündükçe de büsbütün dertlendi. Ama dünya bu; sonunda anamızı,
babamızı çoluk çocuğumuzu nasıl unuttu isek onu da unuttuk. Ali Emmi bir sigara içsem.
— Buyurun Reis bey, buyurun.
— Rahatsız ederim diye korkuyordum da...
— Aman Reis bey., ben de dumanından faydalanırım.
Reis bey sigarasını yakarken Salih, lâfın can alacak yerine geldiklerini artık iyice biliyor, üstelik verilecek
haberi de sezer gibi oluyordu. Nitekim Reis bey bu sezişin yanlış olmadığını göstermekte gecikmedi.
Kışa doğruydu. Müft üefendinin hanımı ile Emine'hin teyzesi biraraya gelip, annesini de kaybettikten sonra
çocuğu ile yapayalnız kalan kadıncağızı nasıl emniyete ve rahata kavuşturabi-liriz diye konuşmuşlar, sonunda
da münasip bir izdivaçta karar kılmışlar.
— İşte böyle Salih oğlum.
Salih aptallaşmış bir halde sordu:
— Sonraaa?.. Yani?..
Ali Emmi hırsından patladı:
— Yanisi manisi Emine'yi ere verdiler. Fakat Salih bir türlü kendine gelemiyordu :
— Şinci n'olacak?
Bu soruyu kimse cevaplandıramadı.
— Ben Ağa'ya ne derin şimdi? Sessizlikten korktuğu için sormuş gibiydi bu
ikinci suali. Fakat o da işe yaramadı ve Salih getirdiği müjdenin götüreceği kara haberin içinde eriyip gittiğini
gördü.
— Kime verdiler?
Sesi ürkekti. Ali Emmi biraz canlanır gibi ol-du:
— Everdiler dediysek öylesi değel len. Koca herifin birine... Can yoldaşı olsunlar deye. Çarıkçının Hasan'ı
bildin mi?
— He.
— İşte ona.
— Onun koca iki oğlu var...
— Askere gittiler. Bi de gelinlik kızı var, onunla üçü bi evde oturup giderler işte...
Ne olursa olsun işin içinde nikâh vardı.
— Ağa'ya nasıl anlatırın ben bunu Ali Emmi? Ali Emmi:
— Doğrusu bu ya, zor... de mi Reis bey?
— öyle Ali Emmi.
— Sen ne den Hacı bey?
— Bilmen ki...
Sustular. Salih düşündü düşündü, sonunda da puflayarak:
— Yo Ali Emmi, dedi, ben Ağa'nın yüzüne bakaman gayri. Bana bir şey demedi emme, aynı odada yattığımız
günler naşı sayıkladığım ben bilirin. Gönlü hep burdaydı.
Dışarda gökyüzü kararıyor, dal an ağdıran karlar grileşiyordu. Tekke Dağı bir sis yığını ardında çoktan eriyip
gitmişti. Topyeri karşıda kapkara yükseliyordu. Odadaki ışık da iyice esmer-leşmişti, artık birbirlerinin
yüzlerini rahatça gö-remiyorlardı. Ali Emmi seslendi:
— Kız Leylâ!
Leylâ sofada beklermiş:
— Buyur dede, diye içeri girdi.
— Şavkı yakmadınız mı daha?
— Şimdi getiririn dede. Reis bey toparlandı.
— Biz kalksak Ali Emmi?
— Nasıl dilerseniz Reis bey. Küçük Hacı da:
— Eyi olur, gidelim, dedi.
Vedalaştılar. Reis bey iki küçük kızının beklediği evine giderken, "tam bir masal gibi" diye düşünüyordu.
Demek Mehmet Reşit efendi İstanbul u Hoca olarak ölmüş ve Küçük Ağa halinde dünyaya gelmişti, ölüm tam
bir ölümdü, doğum da, yeniden başlamanın bütün güçlükleri ile tam bir doğum.
Mehmet Reşit efendi, Istanbul'lu Hoca ile karısını, yüzünü görmediği oğlunu, ömrünce hazırladığı durumunu,
yaşayış düzenini ve en önemlisi mizacını ebediyete vermişti. Şimdi de Küçük Ağa ile yeni bir hayat, bir düzen
kurmanın, yeni bir mizaç ve kişilik edinmenin o zor didişmesini yapacaktı. Ve İstanbul u Hoca'dan Küçük
Ağa'-ya bir miras kırıntısı kalmıyordu.
Reis bey; "zor iş, çok zor" diye mırıldandı. Fakat Salih'in anlattıklarını da hatırlamadan yakamadı. Salih'in
haline tavrına, hele yemin teklif ederken ortaya apaçık çıkıveren sonsuz saygısına bakılırsa Küçük Ağa'yı bu
zor savaşı daha şimdiden kazanmış saymak gerekirdi. Salih'çik Küçük Ağa'da hern kahramanını, hem de
şeyhini bulmuş gibiydi.
— Peki ama, Küçük Ağa şimdi içinde bulunduğu badireden, Tevfik ve Etem macerasından bu büyük zaferini,
hatta hayatını kurtarabilecek miydi?
Reis bey elinde olmadan telâşlandığını fark
Küçük Ağa/485
etti. Salih'in kırık dökük hikâyesi bile Küçük Ağa'nm, Reis beyin gönlüne yerleşmesine yetmişti. Reis bey
Küçük Ağa'nın başına bir şey gelmesini istemiyordu. Bunun için Al aha sığındı, dua etti.
Bu sevgide ve bu sevgiden doğan duada bir bakıma da İstanbullu Hoca hesabına okunmuş fatiha hali vardı.
Hava iyiden iyiye ayaza çekmiş, karlar ayakların altında gıcırdamaya başlamıştı. Salih'e Taşoluk'un önünde:
— Haydi eyval ah, sabah konuşuruz deyip Çaykıyısındaki evine doğru yol anan Hüçük Hacı da Reis beyden
farklı bir psikolojide değildi. O da hem İstanbul u Hoca'yı hem de Küçük Ağa'yı düşünüyordu. Salih'in
hayranlığı ona Reis beyden daha kolayca ve çok daha kuvvetli işlemişti. Böylece Küçük Hacı, İstanbul u
Hoca'yı daha büyük bir müsamaha ile hatırlıyor, Küçük Ağa'yı da daha gönülden benimsiyordu. İstanbul u
Hoca'ya karşı duyduğu müsamahada sevgi vardı, şefkat vardı, merhamet vardı. Küçük Ağa'yı benimseyişine
gelince, bu da Salih'inkinden çok az farklıydı. Hemen hemen aynı hayranlık ve aynı muhabbet.
Gönül istiyordu ki, bu destanlara pek benzeyen macerayı bütün Akşehir öğrensin. Zira bu macerada
doğrultucu, diriltici, bütün güçleri tazeleyen bir şey vardı. Bu macerayı bilenin ümidi, azmi yıpranmazdı artık.
Bu maceradan insanın -altıyüz yıllık, hatta bu altıyüz yılı hazırlayan çağları ile- kanının, medeniyetinin,
yaşama iradesinin hep zafere, hep üstünlüğe yönelen akışını, milletinin hüviyetini ve ebedi kaderini
bulabilirdi.
Küçük Hacı ayazı duymadan yürüyordu. Heyecanlanmıştı ve bu tatlı, çünkü gururlu, çünkü ümit dolu
heyecan, adımlarını yaşına göre fazla hızlandırmıştı, tıpkı kalbinin vuruşlarını hızlandırdığı gibi. Küçük Hacı
cümlelerle değil, hayâl ve duygularla düşünüyordu.
Karanlık yolun karşı ucunda pırıl pırıl renkli ışık anaforları kaynayıp duruyordu. Bu, zafer-di-, bu mil etin
bayramı idi ve bayramın ana çizgilerinden birinde de Küçük Ağa ile îstanbul'lu Hoca'nın iki ebediyet ucundan
bir ışık hızı ile birbirlerine doğru uçuşları, sonra da sarmaş dolaş olup bir kişilik halini alışları vardı... Küçük
Ağa'nın İstanbullu Hoca olduğu anlaşılıyor, vur emri kaldırılıyor, Mehmet Reşit.efendi dalgalanan, şarkı
söyleyen bayrakların arasına katılıp bayraklara bir ilâve oluyordu. Selâm bayraklara!
Ama Küçük Hacı da, evine yaklaşırken tıpkı Reis beyde olduğu gibi, Küçük Ağa'nın şimdi içinde bulunduğu
netameli durumu düşünmeden yapamıyordu. Küçük Ağa, Tevfik ve Etem beylerin maceralarından hayatını
kurtarabilecek miydi?
Küçük Hacı da, tıpkı Reis bey gibi, Küçük Ağa'yı dualarıyla Allaha emanet etti. Bir farkla: Küçük Hacı'nın bu
dualarında, bu niyazında Fatiha çeşnisi yoktu, hayalleri ile duyguları, İstanbullu Hoca ile Küçük Ağa'yı güzel
geleceklerde
bir tek insan olarak görüyordu; içini çekerek tekrarladı:
«— Al ah korusun!»
Salih'in dişleri birbirine vuruyordu. Küçük Hacı:
«— Hadi eyval ah» deyip ayrıldıktan sonra karanlığı, ayazı ve en kötüsü yalnızlığının içinde ümitsizlik, acı ve
korku vardı. Korku vardı, evet, Salih çocukluğunda bıraktığı korkuyu, yıllarca sonra içinde buluyordu. Paniğe
kapılacak, darmadağın olacak gibiydi.
Birdenbire seziverdi ki, artık kendisini Küçük Ağa'nın dışında, ondan ayrı düşünemezdi. Küçük Ağa'nın halini
hem de büyümüş olarak, yaşamak artık Salih'in kaderi idi.
Fakat Reis bey ile Küçük Hacı'dan ayrı olarak Salih ön plana Kütahya'daki patladı patlayacak hale gelen
durumu değil, Akşehir'i, Küçük Ağa'nın evini alıyordu. Ona göre, aldığı haber de Kütahya'daki bir kötü sonuç
kadar önemli idi.
Küçük Ağa ha Tevfik beyin eline düşmüş, ha da evini kaybetmiş. Hatta bu daha kötü idi. Kötü de lâf mı? Bu
beterin beteri idi, olabilecek kötülüklerin en yıkıcısı idi. Son'du bu.
Adımları çatırdayan karların üzerinde geri geri gidiyordu; sanki evde Küçük Ağa ile karşılaşacaktı. O dev
adamın, bedeniyle, iradesiyle yı-ğılıverdiğini görür gibi oldu. Bu haberin Küçük Ağa'nın Küçük Ağalığını
komayacağını iyi biliyordu.
— Ben gaari yüzüne bakamam Küçük Ağa'mın» diye mırıldandı. Üstelik kendini suçlu saymaktan da
kurtulamıyordu. Veya Küçük Ağa'-nın çöküntüsü asıl ve daha önce kendi kaderiydi.
Mırıldandığı söz git gide bir karar cümlesi oluyordu. Kafası bu kadar pekiştirmek için işlemeye başladı. İçinde
en büyük kaybın hüznü vardı. Tövbe, amma Ali Emminin ölümü bile bu kadarını veremezdi hüznün,
yapamayacak, Küçük Ağa'nın karşısına çıkamayacaktı. Küçük Ağa olmadıktan sonra Salih'in ne işi vardı ve
Salih bu haberden sonra Küçük Ağa'nın kalmayacağını adı gibi biliyordu. O, ağasının yiğit tarafını tanı-mışsa,
o çocuksu duygululuğunu da o kadar iyi biliyordu. Küçük Ağa'nın ağzından çocuğu ve namahremi için bir tek
kelime dahi çıkmamıştı, ama Salih, onun zaman zaman karlı, körduman-lı sabahlarda veya sarışın yayla
ikindilerinde, tek başına, deli gibi at koşturduklarının sebebini pekâlâ biliyordu. Ha evi gitmişti, ha dünyası...
Küçük Ağa için ikisi de birdi ve Salih buna adı gibi inanırdı.
Eve gitmek istemeyen önce ayakları idi, şimdi ise Salih eve gidemeyeceğini, gitmemesi gerektiğini aklıyla da
kabul ediyordu. Kimseyi görmek istemiyordu. Anasına gelince, asıl onu görmek istemiyordu. O, şimdi ya
cephede, gözükanlı bir kavgada, Niko'nun karşısında olmalı, ustaca kaçan ve kal eşçe fırsat kol ayan Niko'nun
peşinde olmalı, yahut da bir arkadaşın, ama o çocukluk günlerindeki gibi bir Niko'nun yanında. Artık dostsuz
olmanın ağrısını bütün yıkıcılığı ile duydu.
Nereden., niçin gelmişti Akşehir'e? O ciğeri beş para etmeyen hatıralar, o pısırık özleyiş olmasa olamaz
mıydı, öfke içinde bir dalga gibi kabarıyordu, sonunda çene kemikleri kenetlendi. Küçük Ağa ile karşılaşmasa
-yoo, o kadar da değil- son aylarda beraber olmasa olmaz mıydı?
Çölde, yıllarca dayandığı sıla hasreti ne kadar da kolay depreşmiş, iki paralık başarı ile nasıl da
şımarıvermişti? Ne işti bu kader?
Sabahki bayram cümbüşü, yalnız masmavi ve sarışın gökyüzü ve pırıl pırıl karları ile değil, bütün duygulan ile
birlikte uçup gitmiş, takır takır, ayaz, zifir gibi karanlık bir geceye, ondan da beter duygulara bırakmıştı
yerini.
Kör ve kimsesiz sokakları son bir ümide koşar gibi geçti. Topal Salim'i kahvesinde bulacağını sanıyordu. Ama
kahvenin pencereleri de kapkaraydı, kördü. Ve ötelerde, uzaklarda, ama gene de aynı yurdun güneyinde,
kuzeyinde, göbeğinde bir ölüm kalım savaşı Tann'nın çoktan çizdiği, ama ortaya çıkıncaya kadar kimsenin
bilemeyeceği sonuç için ilmiklerini örüp duruyor.
Salih'in bıraktığı Akşehir
Salih Akşehir'den kaçar gibi ayrıldı. Yüzbaşı Nazım bey ona tam bir ay izin vermişti. Ama
Salih:
«— Denileni yaptım, öğreneceğimi öğrendim; daha ne kalacakmışım?» diye yarı öfkeli, yarı acılı, söylene
söylene kendini kandırdı, hemen ertesi günü yola çıkmaya razı etti. Akşehir'de ilgi-
liği, sevdiği, Özlediği ne varsa hepsi de ayrı bir yürekler acısı idi, onun da buna dayanacak hali yoktu.
Anası bir dert, Ali Emmi bir başka dertti. Kimse bir şey dememiş, bir savaşçıyı üzmemek için sözleşmiş gibi
davranmışlardı gerçi; ama herkesin yiyecek, giyecek, yakacak sıkıntısı çektiği belliydi. Ve Gâvur Mahallesi kim
bilir ne orospuluklar karıştırıyor, hiç değilse gâvurlar kim bilir nasıl davranıyorlardı kocamış adamlara, "dul
kadınlara ve artık sokağa çıkamaz hale gelen ninelerle dedeler için çarşıda nefes tüketen yetimlere. Salih
bunları aklından geçirirken ta yüreğinden gelen bir:
«— Öff... öf ki öf» çekmişti.
Ve dişlerini gıcırdatmışti: Yüreksizlik miydi, bu? Aczi kader sayış, zamandan, ilerleyen ve iz'-andan bir şeyler
bekleyen, insanın azmine kadınca rıza gösterecek olan zaman'dan kopuş muydu bu?
Tez attı bunları kafasından. Ama daha kalsaydı, ikinci, üçüncü, dördüncü, günlerde dertler üreyecekti.
Meselâ Çerkez Hamdi ve benzerleri... Meselâ askerden kaçıp dağa çıkan sütü bozuklar... Meselâ fitneciler,
kara dilliler ve benzerleri.
Topbaşların evindeki geceden bu yana geçen bir yıl içinde kötülük gerilemiş, yanılmalar gerilemiş, ihanetler
ve satılmalar gerilemiş olabilir, iyilik yetmiş gelişmiş, hak ve hakikat gürbüzleş-miş olabilirdi, ama maya
değişir miydi? İnsan değişir, Tanrının bastığı damga değişir miydi?
Sonra her karşılaştığı ondan cephe için, Ankara için haber soracak ve hepsi de ondan iyi, hatta dileğince,
hatta son zaferi müjdeleyen ha-
berler bekleyecekti. Çünkü artık kimsenin beklemeye takati yoktu. Kahvede geçen yarım saatten iyice
anlamıştı ki, millet artık ayakta durabilmek için böyle haberler bekliyordu. Böyle haberler almadıkları sürece
de onların yerini tutan söylentiler çıkaracaklar, bu yüzden de kötü olayların en küçüğü bile en ağır darbe
kadar yıkıcı olacaktı. Ve Salih'in anlayamadığı şu idi: Sanki cepheler kumandanı o imiş, sanki Ankara'yı o
çekip çeviriyormuş gibi, herşeyi bilmesi, her sorulanı cevaplandırması ve her söylentiyi doğrulaması veya
yalanlaması isteniyordu. Dayanamazdı bütün bunlara.
Trenden atladığı zaman içini saran bayram cümbüşünü olduğu gibi bırakarak, ezilmiş, bitmiş, herşeyi yeniden
yitirmiş bir halde, hemen ertesi sabah memleketinden ve memleketinin insanlarından kaçtı.
Akşehir'de de bir gün önceki bahar havası uçup gitti. Kar sabah ezanından önce başladı, ortalık kül rengi bir
ışıkla ağarırken kuşbaşına çevirdi. Öğleye doğru yakınlar uzak olmuştu, tipiden göz gözü görmüyordu.
Akşehir'de kışın en azgın devresi başlamıştı.
İkindi üzeri idi, Ali Emmi'nin biricik oğlu şehit Kâzım'ın yetim kızı Leylâ tipiyle savrula sav-rula Küçük Hacı'nın
dükkânına geldi. Dükkân açılmamıştı bile. Kızcağız dönüp Küçük Hacı'nın evine gitti. Hacı evinde de yoktu,
nereye gittiği de bilinmiyordu. Kapıyı açan yaşlı kadın sordu:
— Bi şey mi vardı kızım?
— Didem çok hasta da... Anam Hacı Emmime haber saldı.
Kadın:
— Hadi kızım, dedi, sen eve git, biz buldurur yol arız. Bi şey ilâzım mıydı?
Leylâ sadece Hacı emmisine haber versin diye yol anmıştı, eve döndü.
Küçük Hacı, Reis bey ile Doktor Minas'ı alarak Ali Emmi'nin yanına vardığı zaman yatsı kılınmıştı.
Kapıyı Leylâ'nın anası açtı. Başı kar gibi bir tülbentle örtülüydü, daha kendisi çocuk denilecek yaşta iken
ufacık bir çocukla dul, kimsesiz kalmıştı. Körpecik sesiyle:
— Çok ağırlaştı, Hacı Emmi, dedi. Yokarda... yatıyor.
Merdivenin başına bir idare lâmbası konmuştu, kendi oturdukları odada ne ışık, ne de ateş vardı; üst üste
giydikleri bir yığın yamalı, ama tertemiz hırkalarla ısınmaya bakıyorlardı.
Erkekler tam merdivene yönelecekleri sırada Reis bey tam bir tesadüfle genç kadına baktı ve onun Doktor
Ermeni Minas'ı anlatılmaz bir kin ve tiksinti ile süzdüğünü gördü.
Hastanın odasını beş numaralı bir lâmba, ümit kırıcı bir isli turuncu ışıkla aydınlatmaya çalışıyordu. Alnına ve
gözlerine konsolun gölgesi düşen Ali Emmi dalıp gitmişti. Nefesi halsiz, ama hırıltılı idi. Arada bir elini
oynatmak istiyor, bunu bile yapamıyordu. O zaman da başı belli belirsiz bir şekilde sağa sola kımıldıyordu. Ali
Emmi'nin artık o hiç bir zaman bilinmeyen ve bilinmeyecek olan tek kişilik mücadeleye, o yardım kabul etmez
ve sonucu değiştirilemez kavgaya düştüğü belliydi. Artık hiç bir dostluk, hiç bir dilek ve duygu onunla
beraber olamaz, ona ulaşamazdı. Ali Emmi, Adem ile Havva'dan beri bütün insanların tek başlarına çıktıkları
büyük yolculuğun eşiğinde idi. Bilinen ve önlenemez macera milyonlarca yıldan sonra bir kere daha bu
alacakaranlık odada tekrarlanıyordu. Ve dünyanın kesin, en çok bilinen gerçeği olduğu halde
olağanlaşamıyor, geride kalanların arasında sarsacak üç beş kişi, mıncıklayacak birkaç kalp bulabiliyordu.
Leylâ'cık sofada hıçkırıklarını boğmaya çalışıyor, ondan haber bekleyen anası aşağıda sessiz sessiz
dövünüyordu. Küçük Hacı perişan olmuştu. Reis bey üzgün ve mahzundu. Minas her-şeyden önce işini
düşünüyordu. Ama onun da dertlenmeden yapamadığı belliydi. İmparatorluğun çöküşüne rağmen, ekmeğini
yediği, emek paylaştığı bu toprakla bu insanlara bağlı kalan pek az hıristiyandan biri idi o. Bunu herkes gibi
Ali Emmi de bilir ve doktora ayrı bir yakınlık, hatta saygı duyardı. Aralarında pek açığa vurulmamış bir
dostluk vardı.
Minas nabzını tuttuğu zaman Ali Emmi'nin gözleri aralandı. O da şevklendirmeye çalıştığı yüksek bir sesle:
— Ne o koca herif, dedi. Salıvermişsin kendini, yakışır mı sana?
Ali Emmi gülümsemeye çalıştı. Doktorun işareti üzerine Reis beyle Küçük Hacı döşeğe yaklaştılar:
— Bak kimler geldi.
Hastanın onları tanıdığı anlaşıldı.
Doktor nabzı saymış, kalbi ve ciğerleri muayene etmiş, dereceyi almıştı. Bir de iğne yaptı. Pek ümitsiz olduğu
yüzünden bel iydi, bunu belli etmek de istiyordu. Dipteki ocağın yanına oturdular. Reis bey de, Küçük Hacı da
bir şey sormaya cesaret edemiyor veya buna lüzum görmüyorlardı. Ama Minas fısıldadı:
— Hiç iyi değil. Ciğerleri bitmiş. Kalp de paso demek üzere. İğne biraz kendine getirecek, belki diyeceği
bir şeyler vardır.
Küçük Hacı kendi kendine mırıldandı:
— Allanın işine karışılmaz, takdir ne ise o olur. öyle tedbirsizlik etmeseydi başına gelmezdi bu. Emme
kabahat acık da bizde, yol amayacak-tık.
Küçük Hacı on gün öncesini hatırlıyordu. Sekiz, dokuz kilometre ötedeki Bermende köyüne küçük bir eşkıya
çetesi gelip yerleşmişti. Başlarındaki adam bir vakitler Ali Emmi'nin büyük iyiliklerini görmüş, onun hatırını
sayan bir delikanlı idi. Birkaç yol kesmeden sonra Ali Emmi tutturdu, gidip konuşacağım diye. Adamı yola
getireceğine inanıyordu. Sonunda peki demek zorunda kaldılar. Ali Emmi de eşeğine binip yola çıktı.
Gerçekten de işi başarmıştı. Ama dönüşte tipiye yakalandı, yolunu şaşırdı ve adamakıllı üşüttü. Neticede de
yatağa düştü.
Üstelik Ali Emmi tavsiyelere de aldırmamış, hafif öksürükler ve ateşle başlayan hastalığı ayakta
atlatabileceğini sanmıştı. Kendini tutamayıp "sırtım çok ağrıyor len..." veya "iliklerim boşalmış gibi len oğlum"
diye şikâyet ettiği zaman "git yat, bugün çıkmasaydın" diyenlere bayağı içerliyordu.
Reis bey bu isli kızıl bir ışıkla yan aydınlanmış odada, ocaktaki alevlere dalgın dalgın bakarken içinin
burkulduğunu duyuyor, daha doğrusu içindeki bu sevgi ve acıma ile karışık burkuluş-tan başka hiç bir şey
duymuyor, hiç bir şey düşünmüyordu. Ali Emmi mistik bir direnişle, zaferden önce, zaferi görmeden önce
kendisine bir şey olmayacağını aklına koymuştu. İkide bir, "Gâvuru kovduğumuzu görmeden ölmem ben
oğlum" derdi. Bu "ölmem" kelimesi zaman zaman da, "ondan önce bana birşeycik olmaz" şeklini alırdı.
Reis bey, Topal Salim'in kahvesinde, koca heriflerin birbirlerine yaptıkları, ölümle ilgili şakaları düşünüyordu.
Şakanın adı "horata" idi, koca herifler de horatadan pek hoşlanırlardı. Hepsinin kendine göre bir tarzı vardı.
Kimi şakasını öfkelenmiş gibi yapar, kimi aptal görünmeyi daha tatlı bulur, kimi de en şakacı halinde
dünyanın en ciddi adamı gibi görünmeyi severdi. Salih gibi düzden düze nükte yapanlar iyi karşılanmazdı,
bunlara "yalak", "yılışık" veya "kendini beğenmiş" derlerdi. Fakat hangi ton ve hangi tarzda gelirse gelsin, bir
vakitler herkes gibi kendisinin de olağan saydığı, ölümle, yaşla ilgili şakalar, son zamanlarda Ali Emmi'yi iyice
sinirlendirir olmuştu. Reis bey Ali Emmi'nin en sevdiği dostu olan Küçük Hacı'ya bir gün nasıl parladığmı
hatırlıyordu. Halbuki konuşma ne kadar sade ve havadandı. Hacı bey, ayazın tükrük dondurduğu bir gün,
yakacak sıkıntısından konuşulurken, "eee Ali Emmi, biz bu kışı zor çıkarırız" demişti de, Ali Emmi sonradan
kendini çocuk gibi utandırıp pişman eden bir parlayışla, "Hacı
486/Küçük Ağa
Hacı, sen kendine bak; gâvur kovulmadan ölürsem ben cenazeme istemem seni, anladın mı?" diye
bağırmıştı.
Doktor Minas, Ali Emmi'nin yanma gitti, nabzını tuttu, Reis beyle Küçük Hacı başlarını çevirmiş Ali Emmi'nin
gölge düşen yüzüne bakıyorlardı. Alevlerden kamaşan gözleri pek bir şey görmüyordu, ama onlar en ufak bir
adale oynayışını bile kaçırmayacaklarını sanıyorlardı.
Halbuki onlar'böyle küçük bir hareket beklerken Ali Emmi'nin gözleri aralanmıştı. Minas bir çocuk sever gibi
sordu:
— Nasılsın Ali Emmi? "Eeeh..." diye hafif bir ses çıktı. Minas daha belli bir gülüşle:
— Gâvur doktoru tanımadın mı koca herif? dedi.
yani Küçük Ağa'yı, beğenmek ne haddime, pek severdim. Al ah onu mil et yoluna girsin diye ikide bi dua
ederdim. Duamın tuttuğunu görmek müyesser oldu. Alla-ha bin şükür. Amaan be Reis bey, bun bittim val a,
sen deyver.
Ali Emmi gerçekten de pek bitkin görünüyordu... "Amaan be" diye isyan ederken insana dokunacak kadar
halsiz ve üzgündü, halinde de, yüzünde de duyduğu saf sevinci belli eden ufacık bir iz bile yoktu, buna takati
yetmiyordu
Salih de, şaşkın ve üzüntülü, Reis beye baktı. Bir yandan da merak içindeydi; bir türlü söyleyemedikleri
haber ne olabilirdi?
Reis bey nihayet konuştu:
— Demin anladın. Salih, biz İstanbul u Hoca'yı ta geçen bahardan beri öldü biliriz, önce İstanbul'a kaçmış
diye bir söz çıkmıştı. Fakat, galiba ikinci ayıydı, bir gün Müftü efendiye bir adam gelmiş ve bir heybe
bıraktıktan sonra "Hoca efendi bir müsademede vuruldu, ölmeden önce de eşyalarını size getirmemizi
vasiyet etti. Müftü efendi çoluğuma çocuğuma göz kulak olsun dedi" demiş. Heybede de bir hayli para ve
Hoca efendinin saati ile teşbihinden nüfus tezkeresine kadar bütün eşyası, bu meyanda da kurşunlarla de-
likdeşik olmuş, kana bulanmış çamaşırları, esvabı varmış. Kuvvacılar dahil bütün Akşehir yandı yakındı, körpe
helâli ile yüzünü görmediği oğlunu düşündükçe de büsbütün dertlendi. Ama dünya bu; sonunda anamızı,
babamızı çoluk çocuğumuzu nasıl unuttu isek onu da unuttuk. Ali Emmi bir sigara içsem.
— Buyurun Reis bey, buyurun.
— Rahatsız ederim diye korkuyordum da...
— Aman Reis bey., ben de dumanından faydalanırım.
Reis bey sigarasını yakarken Salih, lâfın can alacak yerine geldiklerini artık iyice biliyor, üstelik verilecek
haberi de sezer gibi oluyordu. Nitekim Reis bey bu sezişin yanlış olmadığını göstermekte gecikmedi.
Kışa doğruydu. Müft üefendinin hanımı ile Emine'hin teyzesi biraraya gelip, annesini de kaybettikten sonra
çocuğu ile yapayalnız kalan kadıncağızı nasıl emniyete ve rahata kavuşturabi-liriz diye konuşmuşlar, sonunda
da münasip bir izdivaçta karar kılmışlar.
— İşte böyle Salih oğlum.
Salih aptallaşmış bir halde sordu:
— Sonraaa?.. Yani?..
Ali Emmi hırsından patladı:
— Yanisi manisi Emine'yi ere verdiler. Fakat Salih bir türlü kendine gelemiyordu :
— Şinci n'olacak?
Bu soruyu kimse cevaplandıramadı.
— Ben Ağa'ya ne derin şimdi? Sessizlikten korktuğu için sormuş gibiydi bu
ikinci suali. Fakat o da işe yaramadı ve Salih getirdiği müjdenin götüreceği kara haberin içinde eriyip gittiğini
gördü.
— Kime verdiler?
Sesi ürkekti. Ali Emmi biraz canlanır gibi ol-du:
— Everdiler dediysek öylesi değel len. Koca herifin birine... Can yoldaşı olsunlar deye. Çarıkçının Hasan'ı
bildin mi?
— He.
— İşte ona.
— Onun koca iki oğlu var...
— Askere gittiler. Bi de gelinlik kızı var, onunla üçü bi evde oturup giderler işte...
Ne olursa olsun işin içinde nikâh vardı.
— Ağa'ya nasıl anlatırın ben bunu Ali Emmi? Ali Emmi:
— Doğrusu bu ya, zor... de mi Reis bey?
— öyle Ali Emmi.
— Sen ne den Hacı bey?
— Bilmen ki...
Sustular. Salih düşündü düşündü, sonunda da puflayarak:
— Yo Ali Emmi, dedi, ben Ağa'nın yüzüne bakaman gayri. Bana bir şey demedi emme, aynı odada yattığımız
günler naşı sayıkladığım ben bilirin. Gönlü hep burdaydı.
Dışarda gökyüzü kararıyor, dal an ağdıran karlar grileşiyordu. Tekke Dağı bir sis yığını ardında çoktan eriyip
gitmişti. Topyeri karşıda kapkara yükseliyordu. Odadaki ışık da iyice esmer-leşmişti, artık birbirlerinin
yüzlerini rahatça gö-remiyorlardı. Ali Emmi seslendi:
— Kız Leylâ!
Leylâ sofada beklermiş:
— Buyur dede, diye içeri girdi.
— Şavkı yakmadınız mı daha?
— Şimdi getiririn dede. Reis bey toparlandı.
— Biz kalksak Ali Emmi?
— Nasıl dilerseniz Reis bey. Küçük Hacı da:
— Eyi olur, gidelim, dedi.
Vedalaştılar. Reis bey iki küçük kızının beklediği evine giderken, "tam bir masal gibi" diye düşünüyordu.
Demek Mehmet Reşit efendi İstanbul u Hoca olarak ölmüş ve Küçük Ağa halinde dünyaya gelmişti, ölüm tam
bir ölümdü, doğum da, yeniden başlamanın bütün güçlükleri ile tam bir doğum.
Mehmet Reşit efendi, Istanbul'lu Hoca ile karısını, yüzünü görmediği oğlunu, ömrünce hazırladığı durumunu,
yaşayış düzenini ve en önemlisi mizacını ebediyete vermişti. Şimdi de Küçük Ağa ile yeni bir hayat, bir düzen
kurmanın, yeni bir mizaç ve kişilik edinmenin o zor didişmesini yapacaktı. Ve İstanbul u Hoca'dan Küçük
Ağa'-ya bir miras kırıntısı kalmıyordu.
Reis bey; "zor iş, çok zor" diye mırıldandı. Fakat Salih'in anlattıklarını da hatırlamadan yakamadı. Salih'in
haline tavrına, hele yemin teklif ederken ortaya apaçık çıkıveren sonsuz saygısına bakılırsa Küçük Ağa'yı bu
zor savaşı daha şimdiden kazanmış saymak gerekirdi. Salih'çik Küçük Ağa'da hern kahramanını, hem de
şeyhini bulmuş gibiydi.
— Peki ama, Küçük Ağa şimdi içinde bulunduğu badireden, Tevfik ve Etem macerasından bu büyük zaferini,
hatta hayatını kurtarabilecek miydi?
Reis bey elinde olmadan telâşlandığını fark
Küçük Ağa/485
etti. Salih'in kırık dökük hikâyesi bile Küçük Ağa'nm, Reis beyin gönlüne yerleşmesine yetmişti. Reis bey
Küçük Ağa'nın başına bir şey gelmesini istemiyordu. Bunun için Al aha sığındı, dua etti.
Bu sevgide ve bu sevgiden doğan duada bir bakıma da İstanbullu Hoca hesabına okunmuş fatiha hali vardı.
Hava iyiden iyiye ayaza çekmiş, karlar ayakların altında gıcırdamaya başlamıştı. Salih'e Taşoluk'un önünde:
— Haydi eyval ah, sabah konuşuruz deyip Çaykıyısındaki evine doğru yol anan Hüçük Hacı da Reis beyden
farklı bir psikolojide değildi. O da hem İstanbul u Hoca'yı hem de Küçük Ağa'yı düşünüyordu. Salih'in
hayranlığı ona Reis beyden daha kolayca ve çok daha kuvvetli işlemişti. Böylece Küçük Hacı, İstanbul u
Hoca'yı daha büyük bir müsamaha ile hatırlıyor, Küçük Ağa'yı da daha gönülden benimsiyordu. İstanbul u
Hoca'ya karşı duyduğu müsamahada sevgi vardı, şefkat vardı, merhamet vardı. Küçük Ağa'yı benimseyişine
gelince, bu da Salih'inkinden çok az farklıydı. Hemen hemen aynı hayranlık ve aynı muhabbet.
Gönül istiyordu ki, bu destanlara pek benzeyen macerayı bütün Akşehir öğrensin. Zira bu macerada
doğrultucu, diriltici, bütün güçleri tazeleyen bir şey vardı. Bu macerayı bilenin ümidi, azmi yıpranmazdı artık.
Bu maceradan insanın -altıyüz yıllık, hatta bu altıyüz yılı hazırlayan çağları ile- kanının, medeniyetinin,
yaşama iradesinin hep zafere, hep üstünlüğe yönelen akışını, milletinin hüviyetini ve ebedi kaderini
bulabilirdi.
Küçük Hacı ayazı duymadan yürüyordu. Heyecanlanmıştı ve bu tatlı, çünkü gururlu, çünkü ümit dolu
heyecan, adımlarını yaşına göre fazla hızlandırmıştı, tıpkı kalbinin vuruşlarını hızlandırdığı gibi. Küçük Hacı
cümlelerle değil, hayâl ve duygularla düşünüyordu.
Karanlık yolun karşı ucunda pırıl pırıl renkli ışık anaforları kaynayıp duruyordu. Bu, zafer-di-, bu mil etin
bayramı idi ve bayramın ana çizgilerinden birinde de Küçük Ağa ile îstanbul'lu Hoca'nın iki ebediyet ucundan
bir ışık hızı ile birbirlerine doğru uçuşları, sonra da sarmaş dolaş olup bir kişilik halini alışları vardı... Küçük
Ağa'nın İstanbullu Hoca olduğu anlaşılıyor, vur emri kaldırılıyor, Mehmet Reşit.efendi dalgalanan, şarkı
söyleyen bayrakların arasına katılıp bayraklara bir ilâve oluyordu. Selâm bayraklara!
Ama Küçük Hacı da, evine yaklaşırken tıpkı Reis beyde olduğu gibi, Küçük Ağa'nın şimdi içinde bulunduğu
netameli durumu düşünmeden yapamıyordu. Küçük Ağa, Tevfik ve Etem beylerin maceralarından hayatını
kurtarabilecek miydi?
Küçük Hacı da, tıpkı Reis bey gibi, Küçük Ağa'yı dualarıyla Allaha emanet etti. Bir farkla: Küçük Hacı'nın bu
dualarında, bu niyazında Fatiha çeşnisi yoktu, hayalleri ile duyguları, İstanbullu Hoca ile Küçük Ağa'yı güzel
geleceklerde
bir tek insan olarak görüyordu; içini çekerek tekrarladı:
«— Al ah korusun!»
Salih'in dişleri birbirine vuruyordu. Küçük Hacı:
«— Hadi eyval ah» deyip ayrıldıktan sonra karanlığı, ayazı ve en kötüsü yalnızlığının içinde ümitsizlik, acı ve
korku vardı. Korku vardı, evet, Salih çocukluğunda bıraktığı korkuyu, yıllarca sonra içinde buluyordu. Paniğe
kapılacak, darmadağın olacak gibiydi.
Birdenbire seziverdi ki, artık kendisini Küçük Ağa'nın dışında, ondan ayrı düşünemezdi. Küçük Ağa'nın halini
hem de büyümüş olarak, yaşamak artık Salih'in kaderi idi.
Fakat Reis bey ile Küçük Hacı'dan ayrı olarak Salih ön plana Kütahya'daki patladı patlayacak hale gelen
durumu değil, Akşehir'i, Küçük Ağa'nın evini alıyordu. Ona göre, aldığı haber de Kütahya'daki bir kötü sonuç
kadar önemli idi.
Küçük Ağa ha Tevfik beyin eline düşmüş, ha da evini kaybetmiş. Hatta bu daha kötü idi. Kötü de lâf mı? Bu
beterin beteri idi, olabilecek kötülüklerin en yıkıcısı idi. Son'du bu.
Adımları çatırdayan karların üzerinde geri geri gidiyordu; sanki evde Küçük Ağa ile karşılaşacaktı. O dev
adamın, bedeniyle, iradesiyle yı-ğılıverdiğini görür gibi oldu. Bu haberin Küçük Ağa'nın Küçük Ağalığını
komayacağını iyi biliyordu.
— Ben gaari yüzüne bakamam Küçük Ağa'mın» diye mırıldandı. Üstelik kendini suçlu saymaktan da
kurtulamıyordu. Veya Küçük Ağa'-nın çöküntüsü asıl ve daha önce kendi kaderiydi.
Mırıldandığı söz git gide bir karar cümlesi oluyordu. Kafası bu kadar pekiştirmek için işlemeye başladı. İçinde
en büyük kaybın hüznü vardı. Tövbe, amma Ali Emminin ölümü bile bu kadarını veremezdi hüznün,
yapamayacak, Küçük Ağa'nın karşısına çıkamayacaktı. Küçük Ağa olmadıktan sonra Salih'in ne işi vardı ve
Salih bu haberden sonra Küçük Ağa'nın kalmayacağını adı gibi biliyordu. O, ağasının yiğit tarafını tanı-mışsa,
o çocuksu duygululuğunu da o kadar iyi biliyordu. Küçük Ağa'nın ağzından çocuğu ve namahremi için bir tek
kelime dahi çıkmamıştı, ama Salih, onun zaman zaman karlı, körduman-lı sabahlarda veya sarışın yayla
ikindilerinde, tek başına, deli gibi at koşturduklarının sebebini pekâlâ biliyordu. Ha evi gitmişti, ha dünyası...
Küçük Ağa için ikisi de birdi ve Salih buna adı gibi inanırdı.
Eve gitmek istemeyen önce ayakları idi, şimdi ise Salih eve gidemeyeceğini, gitmemesi gerektiğini aklıyla da
kabul ediyordu. Kimseyi görmek istemiyordu. Anasına gelince, asıl onu görmek istemiyordu. O, şimdi ya
cephede, gözükanlı bir kavgada, Niko'nun karşısında olmalı, ustaca kaçan ve kal eşçe fırsat kol ayan Niko'nun
peşinde olmalı, yahut da bir arkadaşın, ama o çocukluk günlerindeki gibi bir Niko'nun yanında. Artık dostsuz
olmanın ağrısını bütün yıkıcılığı ile duydu.
Nereden., niçin gelmişti Akşehir'e? O ciğeri beş para etmeyen hatıralar, o pısırık özleyiş olmasa olamaz
mıydı, öfke içinde bir dalga gibi kabarıyordu, sonunda çene kemikleri kenetlendi. Küçük Ağa ile karşılaşmasa
-yoo, o kadar da değil- son aylarda beraber olmasa olmaz mıydı?
Çölde, yıllarca dayandığı sıla hasreti ne kadar da kolay depreşmiş, iki paralık başarı ile nasıl da
şımarıvermişti? Ne işti bu kader?
Sabahki bayram cümbüşü, yalnız masmavi ve sarışın gökyüzü ve pırıl pırıl karları ile değil, bütün duygulan ile
birlikte uçup gitmiş, takır takır, ayaz, zifir gibi karanlık bir geceye, ondan da beter duygulara bırakmıştı
yerini.
Kör ve kimsesiz sokakları son bir ümide koşar gibi geçti. Topal Salim'i kahvesinde bulacağını sanıyordu. Ama
kahvenin pencereleri de kapkaraydı, kördü. Ve ötelerde, uzaklarda, ama gene de aynı yurdun güneyinde,
kuzeyinde, göbeğinde bir ölüm kalım savaşı Tann'nın çoktan çizdiği, ama ortaya çıkıncaya kadar kimsenin
bilemeyeceği sonuç için ilmiklerini örüp duruyor.
Salih'in bıraktığı Akşehir
Salih Akşehir'den kaçar gibi ayrıldı. Yüzbaşı Nazım bey ona tam bir ay izin vermişti. Ama
Salih:
«— Denileni yaptım, öğreneceğimi öğrendim; daha ne kalacakmışım?» diye yarı öfkeli, yarı acılı, söylene
söylene kendini kandırdı, hemen ertesi günü yola çıkmaya razı etti. Akşehir'de ilgi-
liği, sevdiği, Özlediği ne varsa hepsi de ayrı bir yürekler acısı idi, onun da buna dayanacak hali yoktu.
Anası bir dert, Ali Emmi bir başka dertti. Kimse bir şey dememiş, bir savaşçıyı üzmemek için sözleşmiş gibi
davranmışlardı gerçi; ama herkesin yiyecek, giyecek, yakacak sıkıntısı çektiği belliydi. Ve Gâvur Mahallesi kim
bilir ne orospuluklar karıştırıyor, hiç değilse gâvurlar kim bilir nasıl davranıyorlardı kocamış adamlara, "dul
kadınlara ve artık sokağa çıkamaz hale gelen ninelerle dedeler için çarşıda nefes tüketen yetimlere. Salih
bunları aklından geçirirken ta yüreğinden gelen bir:
«— Öff... öf ki öf» çekmişti.
Ve dişlerini gıcırdatmışti: Yüreksizlik miydi, bu? Aczi kader sayış, zamandan, ilerleyen ve iz'-andan bir şeyler
bekleyen, insanın azmine kadınca rıza gösterecek olan zaman'dan kopuş muydu bu?
Tez attı bunları kafasından. Ama daha kalsaydı, ikinci, üçüncü, dördüncü, günlerde dertler üreyecekti.
Meselâ Çerkez Hamdi ve benzerleri... Meselâ askerden kaçıp dağa çıkan sütü bozuklar... Meselâ fitneciler,
kara dilliler ve benzerleri.
Topbaşların evindeki geceden bu yana geçen bir yıl içinde kötülük gerilemiş, yanılmalar gerilemiş, ihanetler
ve satılmalar gerilemiş olabilir, iyilik yetmiş gelişmiş, hak ve hakikat gürbüzleş-miş olabilirdi, ama maya
değişir miydi? İnsan değişir, Tanrının bastığı damga değişir miydi?
Sonra her karşılaştığı ondan cephe için, Ankara için haber soracak ve hepsi de ondan iyi, hatta dileğince,
hatta son zaferi müjdeleyen ha-
berler bekleyecekti. Çünkü artık kimsenin beklemeye takati yoktu. Kahvede geçen yarım saatten iyice
anlamıştı ki, millet artık ayakta durabilmek için böyle haberler bekliyordu. Böyle haberler almadıkları sürece
de onların yerini tutan söylentiler çıkaracaklar, bu yüzden de kötü olayların en küçüğü bile en ağır darbe
kadar yıkıcı olacaktı. Ve Salih'in anlayamadığı şu idi: Sanki cepheler kumandanı o imiş, sanki Ankara'yı o
çekip çeviriyormuş gibi, herşeyi bilmesi, her sorulanı cevaplandırması ve her söylentiyi doğrulaması veya
yalanlaması isteniyordu. Dayanamazdı bütün bunlara.
Trenden atladığı zaman içini saran bayram cümbüşünü olduğu gibi bırakarak, ezilmiş, bitmiş, herşeyi yeniden
yitirmiş bir halde, hemen ertesi sabah memleketinden ve memleketinin insanlarından kaçtı.
Akşehir'de de bir gün önceki bahar havası uçup gitti. Kar sabah ezanından önce başladı, ortalık kül rengi bir
ışıkla ağarırken kuşbaşına çevirdi. Öğleye doğru yakınlar uzak olmuştu, tipiden göz gözü görmüyordu.
Akşehir'de kışın en azgın devresi başlamıştı.
İkindi üzeri idi, Ali Emmi'nin biricik oğlu şehit Kâzım'ın yetim kızı Leylâ tipiyle savrula sav-rula Küçük Hacı'nın
dükkânına geldi. Dükkân açılmamıştı bile. Kızcağız dönüp Küçük Hacı'nın evine gitti. Hacı evinde de yoktu,
nereye gittiği de bilinmiyordu. Kapıyı açan yaşlı kadın sordu:
— Bi şey mi vardı kızım?
— Didem çok hasta da... Anam Hacı Emmime haber saldı.
Kadın:
— Hadi kızım, dedi, sen eve git, biz buldurur yol arız. Bi şey ilâzım mıydı?
Leylâ sadece Hacı emmisine haber versin diye yol anmıştı, eve döndü.
Küçük Hacı, Reis bey ile Doktor Minas'ı alarak Ali Emmi'nin yanına vardığı zaman yatsı kılınmıştı.
Kapıyı Leylâ'nın anası açtı. Başı kar gibi bir tülbentle örtülüydü, daha kendisi çocuk denilecek yaşta iken
ufacık bir çocukla dul, kimsesiz kalmıştı. Körpecik sesiyle:
— Çok ağırlaştı, Hacı Emmi, dedi. Yokarda... yatıyor.
Merdivenin başına bir idare lâmbası konmuştu, kendi oturdukları odada ne ışık, ne de ateş vardı; üst üste
giydikleri bir yığın yamalı, ama tertemiz hırkalarla ısınmaya bakıyorlardı.
Erkekler tam merdivene yönelecekleri sırada Reis bey tam bir tesadüfle genç kadına baktı ve onun Doktor
Ermeni Minas'ı anlatılmaz bir kin ve tiksinti ile süzdüğünü gördü.
Hastanın odasını beş numaralı bir lâmba, ümit kırıcı bir isli turuncu ışıkla aydınlatmaya çalışıyordu. Alnına ve
gözlerine konsolun gölgesi düşen Ali Emmi dalıp gitmişti. Nefesi halsiz, ama hırıltılı idi. Arada bir elini
oynatmak istiyor, bunu bile yapamıyordu. O zaman da başı belli belirsiz bir şekilde sağa sola kımıldıyordu. Ali
Emmi'nin artık o hiç bir zaman bilinmeyen ve bilinmeyecek olan tek kişilik mücadeleye, o yardım kabul etmez
ve sonucu değiştirilemez kavgaya düştüğü belliydi. Artık hiç bir dostluk, hiç bir dilek ve duygu onunla
beraber olamaz, ona ulaşamazdı. Ali Emmi, Adem ile Havva'dan beri bütün insanların tek başlarına çıktıkları
büyük yolculuğun eşiğinde idi. Bilinen ve önlenemez macera milyonlarca yıldan sonra bir kere daha bu
alacakaranlık odada tekrarlanıyordu. Ve dünyanın kesin, en çok bilinen gerçeği olduğu halde
olağanlaşamıyor, geride kalanların arasında sarsacak üç beş kişi, mıncıklayacak birkaç kalp bulabiliyordu.
Leylâ'cık sofada hıçkırıklarını boğmaya çalışıyor, ondan haber bekleyen anası aşağıda sessiz sessiz
dövünüyordu. Küçük Hacı perişan olmuştu. Reis bey üzgün ve mahzundu. Minas her-şeyden önce işini
düşünüyordu. Ama onun da dertlenmeden yapamadığı belliydi. İmparatorluğun çöküşüne rağmen, ekmeğini
yediği, emek paylaştığı bu toprakla bu insanlara bağlı kalan pek az hıristiyandan biri idi o. Bunu herkes gibi
Ali Emmi de bilir ve doktora ayrı bir yakınlık, hatta saygı duyardı. Aralarında pek açığa vurulmamış bir
dostluk vardı.
Minas nabzını tuttuğu zaman Ali Emmi'nin gözleri aralandı. O da şevklendirmeye çalıştığı yüksek bir sesle:
— Ne o koca herif, dedi. Salıvermişsin kendini, yakışır mı sana?
Ali Emmi gülümsemeye çalıştı. Doktorun işareti üzerine Reis beyle Küçük Hacı döşeğe yaklaştılar:
— Bak kimler geldi.
Hastanın onları tanıdığı anlaşıldı.
Doktor nabzı saymış, kalbi ve ciğerleri muayene etmiş, dereceyi almıştı. Bir de iğne yaptı. Pek ümitsiz olduğu
yüzünden bel iydi, bunu belli etmek de istiyordu. Dipteki ocağın yanına oturdular. Reis bey de, Küçük Hacı da
bir şey sormaya cesaret edemiyor veya buna lüzum görmüyorlardı. Ama Minas fısıldadı:
— Hiç iyi değil. Ciğerleri bitmiş. Kalp de paso demek üzere. İğne biraz kendine getirecek, belki diyeceği
bir şeyler vardır.
Küçük Hacı kendi kendine mırıldandı:
— Allanın işine karışılmaz, takdir ne ise o olur. öyle tedbirsizlik etmeseydi başına gelmezdi bu. Emme
kabahat acık da bizde, yol amayacak-tık.
Küçük Hacı on gün öncesini hatırlıyordu. Sekiz, dokuz kilometre ötedeki Bermende köyüne küçük bir eşkıya
çetesi gelip yerleşmişti. Başlarındaki adam bir vakitler Ali Emmi'nin büyük iyiliklerini görmüş, onun hatırını
sayan bir delikanlı idi. Birkaç yol kesmeden sonra Ali Emmi tutturdu, gidip konuşacağım diye. Adamı yola
getireceğine inanıyordu. Sonunda peki demek zorunda kaldılar. Ali Emmi de eşeğine binip yola çıktı.
Gerçekten de işi başarmıştı. Ama dönüşte tipiye yakalandı, yolunu şaşırdı ve adamakıllı üşüttü. Neticede de
yatağa düştü.
Üstelik Ali Emmi tavsiyelere de aldırmamış, hafif öksürükler ve ateşle başlayan hastalığı ayakta
atlatabileceğini sanmıştı. Kendini tutamayıp "sırtım çok ağrıyor len..." veya "iliklerim boşalmış gibi len oğlum"
diye şikâyet ettiği zaman "git yat, bugün çıkmasaydın" diyenlere bayağı içerliyordu.
Reis bey bu isli kızıl bir ışıkla yan aydınlanmış odada, ocaktaki alevlere dalgın dalgın bakarken içinin
burkulduğunu duyuyor, daha doğrusu içindeki bu sevgi ve acıma ile karışık burkuluş-tan başka hiç bir şey
duymuyor, hiç bir şey düşünmüyordu. Ali Emmi mistik bir direnişle, zaferden önce, zaferi görmeden önce
kendisine bir şey olmayacağını aklına koymuştu. İkide bir, "Gâvuru kovduğumuzu görmeden ölmem ben
oğlum" derdi. Bu "ölmem" kelimesi zaman zaman da, "ondan önce bana birşeycik olmaz" şeklini alırdı.
Reis bey, Topal Salim'in kahvesinde, koca heriflerin birbirlerine yaptıkları, ölümle ilgili şakaları düşünüyordu.
Şakanın adı "horata" idi, koca herifler de horatadan pek hoşlanırlardı. Hepsinin kendine göre bir tarzı vardı.
Kimi şakasını öfkelenmiş gibi yapar, kimi aptal görünmeyi daha tatlı bulur, kimi de en şakacı halinde
dünyanın en ciddi adamı gibi görünmeyi severdi. Salih gibi düzden düze nükte yapanlar iyi karşılanmazdı,
bunlara "yalak", "yılışık" veya "kendini beğenmiş" derlerdi. Fakat hangi ton ve hangi tarzda gelirse gelsin, bir
vakitler herkes gibi kendisinin de olağan saydığı, ölümle, yaşla ilgili şakalar, son zamanlarda Ali Emmi'yi iyice
sinirlendirir olmuştu. Reis bey Ali Emmi'nin en sevdiği dostu olan Küçük Hacı'ya bir gün nasıl parladığmı
hatırlıyordu. Halbuki konuşma ne kadar sade ve havadandı. Hacı bey, ayazın tükrük dondurduğu bir gün,
yakacak sıkıntısından konuşulurken, "eee Ali Emmi, biz bu kışı zor çıkarırız" demişti de, Ali Emmi sonradan
kendini çocuk gibi utandırıp pişman eden bir parlayışla, "Hacı
486/Küçük Ağa
Hacı, sen kendine bak; gâvur kovulmadan ölürsem ben cenazeme istemem seni, anladın mı?" diye
bağırmıştı.
Doktor Minas, Ali Emmi'nin yanma gitti, nabzını tuttu, Reis beyle Küçük Hacı başlarını çevirmiş Ali Emmi'nin
gölge düşen yüzüne bakıyorlardı. Alevlerden kamaşan gözleri pek bir şey görmüyordu, ama onlar en ufak bir
adale oynayışını bile kaçırmayacaklarını sanıyorlardı.
Halbuki onlar'böyle küçük bir hareket beklerken Ali Emmi'nin gözleri aralanmıştı. Minas bir çocuk sever gibi
sordu:
— Nasılsın Ali Emmi? "Eeeh..." diye hafif bir ses çıktı. Minas daha belli bir gülüşle:
— Gâvur doktoru tanımadın mı koca herif? dedi.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Küçük Ağa - 31
- Parts
- Küçük Ağa - 01Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2952Total number of unique words is 165833.2 of words are in the 2000 most common words46.3 of words are in the 5000 most common words54.1 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 02Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2829Total number of unique words is 155736.0 of words are in the 2000 most common words48.5 of words are in the 5000 most common words55.8 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 03Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2913Total number of unique words is 155934.6 of words are in the 2000 most common words47.4 of words are in the 5000 most common words54.8 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 04Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2868Total number of unique words is 166431.2 of words are in the 2000 most common words45.0 of words are in the 5000 most common words52.5 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 05Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2898Total number of unique words is 172731.7 of words are in the 2000 most common words44.4 of words are in the 5000 most common words51.4 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 06Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2841Total number of unique words is 167234.0 of words are in the 2000 most common words48.9 of words are in the 5000 most common words56.4 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 07Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2859Total number of unique words is 170533.1 of words are in the 2000 most common words47.7 of words are in the 5000 most common words55.9 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 08Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2958Total number of unique words is 165331.5 of words are in the 2000 most common words44.6 of words are in the 5000 most common words51.5 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 09Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2887Total number of unique words is 167434.7 of words are in the 2000 most common words48.3 of words are in the 5000 most common words55.0 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 10Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2855Total number of unique words is 159436.0 of words are in the 2000 most common words50.3 of words are in the 5000 most common words57.3 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 11Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 3075Total number of unique words is 174633.5 of words are in the 2000 most common words47.3 of words are in the 5000 most common words55.4 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 12Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 3047Total number of unique words is 156336.9 of words are in the 2000 most common words50.9 of words are in the 5000 most common words58.1 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 13Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2968Total number of unique words is 171532.9 of words are in the 2000 most common words48.3 of words are in the 5000 most common words57.0 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 14Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2927Total number of unique words is 162333.4 of words are in the 2000 most common words46.4 of words are in the 5000 most common words51.9 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 15Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2988Total number of unique words is 167734.4 of words are in the 2000 most common words49.1 of words are in the 5000 most common words56.1 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 16Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2954Total number of unique words is 167435.3 of words are in the 2000 most common words49.5 of words are in the 5000 most common words56.6 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 17Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 3030Total number of unique words is 152435.7 of words are in the 2000 most common words48.6 of words are in the 5000 most common words56.0 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 18Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2877Total number of unique words is 162333.1 of words are in the 2000 most common words45.9 of words are in the 5000 most common words52.6 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 19Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2991Total number of unique words is 167133.5 of words are in the 2000 most common words47.6 of words are in the 5000 most common words55.1 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 20Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2964Total number of unique words is 159136.5 of words are in the 2000 most common words51.7 of words are in the 5000 most common words59.1 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 21Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2833Total number of unique words is 162335.0 of words are in the 2000 most common words49.0 of words are in the 5000 most common words57.2 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 22Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2988Total number of unique words is 172533.4 of words are in the 2000 most common words46.4 of words are in the 5000 most common words52.2 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 23Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 3004Total number of unique words is 171434.0 of words are in the 2000 most common words46.3 of words are in the 5000 most common words52.9 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 24Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2899Total number of unique words is 168433.1 of words are in the 2000 most common words47.0 of words are in the 5000 most common words53.9 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 25Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2965Total number of unique words is 162337.0 of words are in the 2000 most common words50.8 of words are in the 5000 most common words58.6 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 26Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 3043Total number of unique words is 167133.6 of words are in the 2000 most common words47.9 of words are in the 5000 most common words55.2 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 27Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 3032Total number of unique words is 161336.9 of words are in the 2000 most common words51.4 of words are in the 5000 most common words58.7 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 28Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2956Total number of unique words is 168633.6 of words are in the 2000 most common words46.7 of words are in the 5000 most common words53.1 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 29Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2986Total number of unique words is 157434.5 of words are in the 2000 most common words47.9 of words are in the 5000 most common words55.2 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 30Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2970Total number of unique words is 163134.7 of words are in the 2000 most common words47.7 of words are in the 5000 most common words55.1 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 31Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2943Total number of unique words is 159733.1 of words are in the 2000 most common words45.9 of words are in the 5000 most common words52.8 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 32Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2986Total number of unique words is 167831.1 of words are in the 2000 most common words44.3 of words are in the 5000 most common words51.7 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 33Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2970Total number of unique words is 161736.5 of words are in the 2000 most common words49.8 of words are in the 5000 most common words56.6 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 34Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2979Total number of unique words is 161234.7 of words are in the 2000 most common words48.6 of words are in the 5000 most common words56.8 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 35Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2935Total number of unique words is 161234.6 of words are in the 2000 most common words48.7 of words are in the 5000 most common words54.8 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 36Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2982Total number of unique words is 163534.8 of words are in the 2000 most common words48.2 of words are in the 5000 most common words55.5 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 37Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2852Total number of unique words is 152736.8 of words are in the 2000 most common words49.4 of words are in the 5000 most common words56.6 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 38Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2833Total number of unique words is 169431.2 of words are in the 2000 most common words45.0 of words are in the 5000 most common words51.7 of words are in the 8000 most common words
- Küçük Ağa - 39Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 833Total number of unique words is 57142.0 of words are in the 2000 most common words54.4 of words are in the 5000 most common words61.7 of words are in the 8000 most common words