Değirmen, Kağnı, Ses - 08

Total number of words is 3302
Total number of unique words is 2043
30.0 of words are in the 2000 most common words
44.2 of words are in the 5000 most common words
50.6 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Bilir misin Güzin, bambu bastonlar olur, ben onları çok severim;
çünkü bünyelerinde değişiklik vardır, düz değildirler...
Bir de hezaren bastonlar vardır: Bunlar düz olmakla beraber
ağaçları asildir, temizdir, onun için iyidirler.
Bazan kavak ağacından da baston yaparlar... Düşün ne
berbat şeydir bunlar!.. Düz, basit, sonra da nevileri adi.
Hadi bunlara da saf oldukları için tahammül edilebileceğini
farz et!.. Ya içleri de kurtlu olursa?..
İşte burada halk adi, alelade ve çürük ruhluydu.
Anadolu'da işsizliğin doğurduğu yegane iş olan dedikodu,
almış yürümüştü. Mektep muallimi hususi muhasebe memurunu,
tapucu müddeiumumiyi (savcıyı), malmüdürü şube reisini çekiştirir,
on dakika sonra da kahvede beraberce tavla oynayıp garson
kızlara sarkıntılık etmekten sıkılmazdı.
İlkmektep müdürü müfettiş olmak için çalışırdı, çünkü alacağı
harcırahlarla, çalgılı kahve kızları uğruna girdiği borçları
ödeyecekti...
Belediye reisi mebus olmak için faaliyet gösterirdi, çünkü
şimdi diş geçiremediklerinin o zaman tepesine binecek, ahbaplarına
caka satacaktı...
..
Tabiatta da hiç değişiklik yoktu... Oh... O birbiri arkasına
uzanan nihayetsiz sıra dağlar!.. Gerçi kasabanın karşısında
-herkesin ilk vesilede methini yaptığı- bir çamlık vardı, güzeldi,
ama buraya yakışmıyordu. Bu esmer dağların ortasında,
kirli bir bakkal önlüğüne yamanmış yeşil kadifeyi andırıyordu.
Dağların üstünde ne bir ağaç, ne iri bir kaya vardı. Yalnız
ufak ufak çakıllar... Hani şose yollarına dökerler, en büyüğü
yumruk kadar taşlar olur ya, sanki onları almışlar, avuç avuç
serpmişler... Neye benziyordu biliyor musun?.. Zımpara kağıdına;
ömrümüzü, zevklerimizi törpüleyecek bir zımpara kağıdına...
Köyler, bilmem neden, dağ köşelerine, çukur vadilere yapılmıştı.
Kireçli, beyaz dağların dibine sığınan bu mamureler (bayındır,
insan bulunan yer) insana cibinlik köşelerindeki tahtakurusu
yuvalarını hatırlatıyordu.
-Konuşacak, dert yanacak bir adam!..- diye kendi kendime
haykırdım...
Yoktu... Malumat sahibi, derin, muğlak bir kimseye rast
gelmek mümkün değildi.
Müthiş surette yalnız kaldığımı hissettim. Ah!.. Bilhassa bu
kadar kalabalığın içinde yalnızlık ne acı oluyor yarabbi!..
İstanbul hasreti beni fena halde sardı. Evleri, sokakları, denizleri,
insanları gözümden gitmiyordu. Aksaray'da karpuz satan
bir külhanbeyi, bana bu Orta Anadolu kazasının en yüksek
memurundan daha cana yakın, daha tabii, daha konuşulur geliyordu.
Bir gün İstanbul'a gönderilen bir tahriratı (yazıyı) imzalatmaya
getirdikleri zaman:
-Ah!..- dedim, -Şu mübarek yerin ismini yazmak bile tatlı!..-
Yerli katibin yanında yaptığım bu hafifliğe sonra kendim
de kızdım.
Her şeyi bırakarak buraya gelmek isteyince, karşıma istikbal
hülyalarım, mektepte muhayyilemin süsleyip püsleyerek
kafama yerleştirdiği tasavvurlarım çıkıyordu. Ama öyle bir hale
geldim ki, çıldıracaktım. Düşünüyordum: Gidersem istikbalimi
kaybedecektim, fakat durursam aklımı... Yalnız kaldığım
günlerde benim yegane dostum olan aklımı... Her şeyden fazla
sevip beğendiğim akılcağızımı!
Ne kuvvetliymişim ki; bir siyah fanila bana oradan ayrılmak
çılgınlığını yaptıracak tahassüsleri (duyguları) verinceye kadar
tahammül ettim.
Kış gelmiş; kar, yerli tabirle, güdük devenin kuyruğuna
çıkmıştı. İstanbul'unki onun yanında konfetidir. Orada kar her
yerdeki gibi yumuşak, tatlı değil; dolu gibi iri, yerleri tekmeler
gibi sert yağar, biraz sonra da rüzgar onları alarak çöl kumları
gibi yüzünüze fırlatırdı... Güneşi bulutların arasından alay
eder gibi dilini çıkardığı zaman görebilirdik...
Bir sabah uyanınca gene kar yağmakta olduğunu gördüm.
Hava bazan önümüzdeki camii göstermeyecek kadar bulanıyor,
bazan da ta uzaklardaki dağlar bile görünüyordu. Sanki tabiat
büyük bir sinema makinesini net yapmaktaydı... Karşımızdaki
çamlığa yakın karlar, aktörlerin beyazlatmak için saçlarına
serptikleri pudraları andırıyordu.
Titreye titreye kalktım. Ceketi omuzuma atarak yüzümü
yıkamaya gittim...
Gelip aynanın karşısına geçince, tanımadığım birisi bana
baktı... Şaşırdım. Aynada ince bıyıklı, siyah fanilalı, ceketi
omuzunda bir külhanbeyi duruyordu. Bu... Bu... Bendim, yeni
bırakmaya başladığım bıyıklarım, dağınık saçlarım, aba ceketimle
bendim... Ama sırtımdaki siyah fanila? Nereden gelmişti
bu?.. Bu bıçkın fanilasını ne zaman giymiştim?..
Zihnimde bir şimşek çaktı: Dün bir kutu fanila alarak eve
yollamıştım, demek içlerinde bir tane de siyah varmış; ben de
gece çamaşır değiştirirken farkında olmadan giymişim!..
Birden değiştiğimi hissettim... O kadar süratle değişmiştim
ki, eski benliğimle yeni benliğim arasındaki ayırıcı çizgiyi
elimle tutabileceğimi zannediyordum...
Aynadaki adam gözleriyle bana şöyle diyordu:
-Gafil!.. Burada seni sıkan, halk, muhit değil kendi mevkiindir;
sen efendi olmak kabiliyetinde değilsin... Sen nizam, kanun
gibi kayıtlara tabi olamayacak kadar serserisin... Muayyen
bir daire, muayyen bir ikametgah seni sıkar, sana hergün değişen
bir iş, her gece değişen bir yatak lazımdır... Ne yazık ki
bunları daha şimdi anlayabiliyorsun... Artık yapacağın, mukadderin
olan yaşayışa avdettir. Bunun için de evvela başından
melon şapkayı, sırtından kolalı gömleği çıkarmalı, siyah fanilanla
tam bir uçarı olmalısın... Göreceksin ki hayatın zevki değişikliktedir...
Ama öyle elbise değiştirir kadar basit olanlarında
değil, hayatına yeni bir istikamet verecek kadar büyük tenevvülerde
(çeşitliliklerde)...

Bundan sonra aç kalmayı spor, dayak yemeyi eğlence bilecek,
kendinden kuvvetli olanlara aktör, kendinden zayıf olanlara
hakim, enayilere karşı insafsız olacaksın... Bilmelisin ki, yaptıkların
zekanın hamakate (aptallığa) galebesinden ibarettir... Artık hayatının
sahifelerinden yeisi, bedbinliği, kederi sil, çünkü kuvvetli
bir kafanın sevince çeviremeyeceği ıstırap yoktur... Hadi...
Düşünme... İstanbul'a dön... Kendi hayatına dön!..-
Aynadaki adam sustu. Dikkat ettim, eski kaymakama hiç
benzemiyordu. Vücudunda bir kıvraklık, gözlerinde hayatı anlayan
bir parıltı vardı...
Bu adam saçlarını tarar, kollarını gerdiği zaman fanilasının
altında şişkin memeleri belirirse çok güzel olacaktı... Siyah elbiselerine
aykırı düşen bıyıkları bile, şimdi dudaklarını tatlı tatlı
gölgelendirmeye başlamıştı.
İki gün sonra İstanbul'daydım. Tasavvur ettiğim hayata
kavuştum. Bana vatanperverlikten, oraların tenvire (aydınlığa,
aydınlatılmaya) ihtiyacından bahsetme! Söyleyeceklerin doğrudur,
lakin -burada sesini alçalttı- lakin bizim için, yani benim içinde
yetiştiğim gençlik için, memleket muhabbeti bir fantezi, feragat
lügatten silinen bir kelime, hodbinlik en makul seciyedir.
Benim başkalarından farkım; samimiyetim, düşüncelerimi
açıkça söyleyip yapmamdır.
Adaaam sen de, işte aç kaldığım yok. Ara sıra ahbaplara da
rastlıyorum, beni davet ediyorlar, gülüp eğleniyoruz. Ama bazıları
yol göstermeye, nasihat etmeye kalkıyorlar ki, gece yarısı
evlerini bırakıp kaçtığım oluyor.
..
Yavaşça ellerini uzatarak sandığın kayışını yakaladı.
-Uzun konuştuk, Güzin!- dedi, -Canını sıktım. Ara sıra geçerken
uğrarsan hem boyarız, hem de bir iki laf atarız... Bana müsaade...-
Kutusunu afili bir tavırla omuzuna vurarak yürüdü. Güzin
Hanım arkasından baktı, baktı, sonra dudaklarını bükerek o da
yürümeye başladı. Ve bir parça uzaklaştıktan sonra yavaşça mırıldandı:
-Kaçık!-
1927
...
Komik-i Şehir (Ünlü Komik)
İ
-Yeni bir tiyatro kumpanyası gelmiş!..-
Bu haber kasabaya seferberlik havadisleri kadar çabuk yayıldı.
Akşamüzeri bir elinde çıngırak, öteki elinde kocaman bir
levha ile eşeğe binerek sokakları dolaşan boyalı cüce, arkasında
şalvarlı çocuklardan, kahveci çıraklarından bir kuyruk sürükledi.
Çınarlı çeşmede su dolduran kadınlar, testilerin üstüne
oturarak, biri gitmeden biri gelen bu tiyatrolara beddua
ettiler.
Müddeiumumi, mugayiri ar ve haya (edep ve namusa, ahlaka aykırı)
danslara, oyunlara karşı ne gibi tedbirler alınacağını düşündü...
Kopuklar, kör Veysel'in meyhanesinde kafa kafaya vererek
daha yüzlerini görmedikleri kızların güzellikleri hakkında iddialar
yaptılar.
Münevver gençler, meydan yerindeki eczanenin önüne iskemle
atıp bu heyetin -kıymetli sanatkaranesine- dair münakaşada
bulundular.
Kırtasiyeci, dekor yapmak için mukavva alıp parasını vermeden
giden öteki kumpanyayı düşünerek birkaç küfür savurdu...
Herkes boştu, herkese iş lazımdı, herkes az çok alakadar oldu.
İİ
Candarma kaymakamlığından (eskiden yarbay karşılığı bir rütbe)
mütekait belediye mimarının eseri olan taş tiyatro binası daha
tamamlanmamıştı. Fakat içinde oyun verilebiliyordu. Memleket büyükleri
erkenden locaları doldurmuşlardı.
Birinci loca kaymakamın...
Bu, mülkiyeden yeni çıkmış, İşkodralı bir gençtir... Emsalinde
bulunan her şey kendisinde var: Ukala, kendini beğenmiş, kötücül
(kötü göz sahibi)...
Sokakta başını ileri uzatarak, bastonunu kaldırımlara sert
sert vurarak bir yürüyüşü var ki...
Akıl itibariyle herkesten üstün olduğuna kanaat etmiştir...
Kazanın doktorlarıyla bile, ders anlatan bir müderris tavrıyla
konuşur...
Hayatta namuslu adam tasavvur edemez: Ona göre bütün
kadınlar orospu, bütün erkekler buna benzer illetlerle malul,
yahut hırsızdır..
Yanında oturan da candarma kumandanı. Kaymakamın
hemşerisi... Bilseniz ne habistir... Memlekete yeni gelen memurlara
her türlü kolaylığı gösterir... Sırf onlarla ahbap olarak
gece toplanmaları yapmak, böylece aile kadınlarıyla çeşmiçerez (içli
dışlı olmak) geçinmek için...
Büyük bir hırsı da -iki kelimeyi bir araya getiremediği halde-
içtimalarda nutuk söylemektir. Her milli bayramda hükümet
meydanında masanın üstüne çıkar:
-Evet arkadaşlar... Evet... Bu memleket, evet...- diye saatlerce
öter...
Nedense kaymakamla da pek anlaştılar.
Öteki loca müddeiumuminin...
Bu da Manastır'ın Ohri kazasından bir Arnavut'tur. Domuz
itlafındaki (öldürmedeki) hizmetinden dolayı nasıl takdirname aldığını
anlatan ziraat müdürünü dinliyor, ara sıra:
-Dil mi fendım?.. Şayanı ayret!- diye kafasını sallıyor...
Diğer localar da boş değil.
Hususi muhasebe memuru, harcırahları eksik tahakkuk ettirmekteki
maharetiyle meşhurdur. Şişman göbeğini locanın kenarına
dayayarak aşağıya, iki polis refakatinde umumhaneden
gelen sermayelere bakıyor.
Gazete müdürü, yanındakilere, devlet ricaliyle nasıl içlidışlı
olduğunu, mebusların çoğunu nasıl isimleriyle çağırdığını
anlatmakla meşgul.
Belediye azaları ara sıra koridora çıkıyor, biraz sonra bıyıklarını
silip ağızlarına leblebi atarak giriyorlar... Bu kasabanın
kaçak rakıları pek enfestir...
Eşraf kızlarına süzgün süzgün bakan genç zabitler, arkadaşlarının
ensesine vurarak kibar şakalar yapan muallimler de
bu localardadır.
Aşağıda ise herkes sarhoş, kafayı çeken gelmiş... Kimisi
bol keseden kabak çekirdeği ısmarlıyor, kimisi yanındakinin
yakasından tutmuş, dili dolaşarak:
-Söyle... Yakarız değil mi... Ha?.. Ha?.. Söylesene, yakarız...
Değil mi?..- diye bağırıyor. Öteki onu dışarı çıkararak hava
aldırmaya çalışıyor.
İİİ
Perde açıldı...
Alakadarları birkaç kişiden ibaret olan kantolar oynandı.
Son açılışta herkes karşısında çarlistoncu Suzan'ı buldu.
Bir alkış koptu. Klarnet, ud, trampetten ibaret olan cazbantla
beraber dans başladı. Belli ki çok oynamış, fakat üstünden
çiftetelli edasını atamamıştı. Ayakları yumurta çalkalamak
için kullandıkları teller gibi birbirine dolaşıyor, gözlerine inen
oksijenli saçlar, kibar bir el vuruşuyla geriye atılıyordu.
El şakırtıları, tekmeler, ıslıkların gayretiyle bu numara birkaç
kere tekrar edildi.
Perde kapandığı zaman herkes coşkundu, müddeiumumi
ziraat müdürüne eğildi:
-Akiki zenatkar... Dil mi fendım?..- dedi; mutadı (alışkanlığı)
üzere başını bir daha salladı...
Bir sürü düettolar, kuvarettolar oynandı, yırtık sesli kız,
karşısındaki pazen şalvarlı cücenin karnına vurarak:
-İnandın mı hey budala hah hah ha...
Turp sıkayım aklına hah hah ha... -
Dedikçe, hususi muhasebe memurunun karnı, gülmekten
locanın kenarını yıkacak gibi sarsılıyordu...
Bunlar da bitti...
On beş dakika istirahatten sonra feci dramlar, kahkahalı
komediler başlayacaktı...
İV
Komik-i şehir Rahmi, sahnenin arka kapısından dışarı bakarak söylendi:
-Of... be, ne kar bu?..-
Sonra arkasında duran aktris Viktor'a döndü:
-Amma berbat memleket ha!..- dedi, -Üç gün evvelki hava
neydi, şimdiki hava ne!..-
Yavaş yavaş kapıları kapadı, etrafına bakındı... Kimse yoktu...
Viktor'u elinden tutarak kendine çekti, kucakladı...
Dört seneden beri beraberdiler... Rahmi bir mızıka binbaşısının
Harbiye'yi yarıda bırakarak tuluatçılığa heves eden oğlu,
Viktor İzmirli bir Yahudi zengininin kızıydı...
Babası galiba bir para meselesi yüzünden intihar edince
-herkesin kolayca tasavvur edebileceği birtakım safhalardan
sonra- bu seyyar tiyatro kumpanyalarına girmiş, Garbi Anadolu'yu
senelerce dolaşmıştı...
Bir gün, Edremit'te, yarım yamalak bir heyetle oyunlar veren
Rahmi'ye tesadüf etti...
Bu kızıl saçlı, yeşil gözlü, güzel ve biraz da delişmen komik
kendisini yanına aldı...
Seviştiler, fakat bu aşkları, nedense kumpanya değiştikçe
değişen aktris sevdalarından biri olmadı...
Rahmi artık onu kantoya falan çıkarmadı, piyeslerde, komedilerde
ufak tefek roller verdi.
Böyle olduğu halde, Viktor, boyalı aktrislerin yanında çok
göze çarpıyordu. Hatta birkaç akşam evvel birisi altın saatini:
-Var ol be!..- diyerek bağırarak dramın en heyecanlı yerinde
sahneye fırlatmıştı...
Rahmi onu bir dakika yanından ayırmıyordu... Öteki aktörlerle
konuşmasına bile razı değildi... Kendisinden başkasının
onun sarı saçlarına, güzel yüzüne bakmasına dayanamazdı...
Dolgun vücudunu kucakladığı zaman, mavi damarları belli
olacak kadar şeffaf yüzüne bakıyor, sevincinden ağlamak istiyordu.
Biliyordu ki, yaşadıkları yaşamak değildir... Fakat bu
tuluatçılık öyle bir şeydir ki, bir kere yakalanan yakasını kolay
kolay sıyıramaz... Kumar gibi, sigara gibi bir şeydir. Aç kalır,
soğuk han odalarında geceler, herkesten istihfaf (aşağılama) ve tahkir
görür, lakin onu gene bırakamazlar...
En iyi sanatlar, en kazançlı işler onun bir nüktesine, bir
sahne irticaline (doğaçtan oynanan bir sahne anlamında) feda edilir...
V
Rahmi sahneye girdi:
-E...- dedi, -hazırlandınız mı bakalım?..-
Tiran rollerini yapan Münir yanına sokuldu:
-Hazırız!..- Sonra kulağına eğilerek:
-Biliyor musun Rahmi?- dedi, -Birkaç akşamdan beri ön
tarafa oturup mariz çıkaran, patırtı yapan külhanbeyler yok
mu?.-
-Bu akşam yoklar değil mi?.. Ben göremedim...-
-Tabii göremezsin... İki üç tanesi dışarıda dolaşıyor, ötekiler
de içeride kuytu köşelere sinmişler... Bir gidip gelmeler falan
var ama... Hani biraz tetik olsak fena olmaz...-
-Dağ başında mıyız yavrum?..-
Ayrıldılar, Rahmi kuşkulandı... Fakat ehemmiyet vermemeye
çalıştı... Aldırmadı...
-Evhamlı çocuk...- diye güldü.
Oyun başladı...
Oyun epeyce ilerledi...
Rahmi sahnedeydi...
Viktor Rahmi'nin boynuna sarılmıştı...
Piyes Namık Kemal'in -Zavallı Çocuk-uydu...
Viktor söylüyordu:
-Muhabbet, Atacığım... Muhabbet...-
Birden ortalık karıştı...
Birbiri arkasına tabancalar patladı... Salondaki ve sahnedeki
lüks lambaları söndü; korkanlar, üzerlerine lambaların sıcak
gazları dökülenler bağırışıyorlardı...
Herkes birbirini çiğneyerek kaçıştı...
Rahmi paltosunun cebinde elektrik fenerini ararken bir tabanca
kabzası yedi...
Aklı başına geldiği zaman sahne, polisler, candarmalarla
dolmuştu... Ayağa kalkar kalkmaz bağırdı:
-Viktor... Nerede Viktor?..-
Müddeiumumi ifadesini almak için susturdu:
-Anlatmanız lazımdır nasıl oldu mesele... Dil mi fendım?..-

O gece sabaha kadar uyuyamadı... Ortadan kaybolanlar
Viktor'la Suzan'dı...
Halbuki Suzan biraz sonra geldi... Çok çabalandığı için herifler
bırakmışlardı: -Tırnaklarımla yüzlerini parçaladım...- diyordu...
Viktor'un baygın ve Çömlekçizade'nin kucağında olduğunu söyledi...
Rahmi sabahı zor yaptı... Şafakla beraber candarma kumandanının
dairesine gitti... Ortalığı süpüren bir neferden başka kimse yoktu...
Dışarıda, kar altında dolaştı... Kahvelere girdi çıktı... Vakit
geçmiyordu.
Meydan yerindeki büyük saat dokuzu vurdu...
Rahmi topuklarına kadar kara gömülerek dolaştı...
Saat buçuğu çaldı...
Saat onu çaldı...
Candarma kumandanı gocuğuna bürünmüş, çizmelerini
çekmiş, elinde dikenli bastonuyla göründü.
Rahmi koştu. Fakat öteki bunu görür görmez: -Gördünüz
mü akşam yaptığınızı?.. Başımıza iş açtınız!- diye azarladı..
-Biz mi beyim?..-
-Elbet siz... Hep kendi ihtiyatsızlığınız!-
-Niçin efendim?.. Ne yapabilirdik ki?..-
Cevap vermedi... Rahmi sordu:
-Yalnız... Bir takip falan çıkmadı mı daha?..-
Yürüye yürüye odaya gelmişlerdi. Dik dik baktı:
-Ne takibi?.. Bu havada mı?..-
Şaşırdı: -Nasıl... Onları bırakacak mısınız?..-
-Getirirler!..-
-Ne zaman?.. İstediklerini yaptıktan sonra, değil mi?.. Neye yarar?..-
Öteki, çizmelerini sobada kurutarak, cevap verdi:
-Pencereden dışarı bak bakalım... Bu havada sen gider misin?..-
-Giderim... Yanıma iki candarma verin, giderim!..-
-Hadi be sersem...- diye mırıldandı.
Rahmi coştu... Çıldıracaktı... Bağırdı:
-Peki ama, siz bu memleketin inzibatını temine memur değil
misiniz?.. Herkes canını ve namusunu size emanet etmedi
mi?.. Mesul olacağınızı düşünmez misiniz?.. Bu yaptığınızın
korkaklık olduğunu düşünmez misiniz?-
-Posta!-
Bir nefer girdi.
-At şunu dışarı!..-
-Baş üstüne beyim!- Rahmi'ye döndü:
-Buyurun!-
O zaman: -Yapmayın yüzbaşım!- diye yalvardı, -Allah aşkına
yapmayın... Bir tek candarma... Ben yayan yürüyeyim...
Yalnız bir tek süvari candarma verin. Beraber gidelim.-
-At dışarı!-
Nefer kolundan tuttu.
O, sallana sallana çıktı.
Vİİ
Rüyada gibiydi... Ne yapacaktı?.. Kime gidebilirdi bu yabancı yerde?..
Hükümet yok muydu?.. Başlarında kendilerinin hür, namuslarının
emniyette olduğunu söyleyen bir hükümet yok muydu?..
-Oh!- dedi, -Sahi... kaymakama çıkmadım. Ona söylerim,
yalvarırım, hatta tehdit ederim.-
Yürüdü... Hükümet konağına girdi:
-Beyim... Akşam siz de vardınız... Kadınlarımızdan birisini
kaçırdılar... Bir takip çıkarsanız.-
-Hay hay... Şimdi candarma kumandanına yazarım.-
-Efendim, ben ona gittim: Beni dışarı attı. Bu havada takip
olmaz, dedi. Yalvardım... Bağırdım... Dinlemedi...-
-Ya...-
Düşündü... Herhalde kumandanın istemeyişinde bir sebep
vardı... Pencereden baktı... Hakikaten kar çılgın gibi savruluyordu.
-Peki... Siz gidin, ben çaresine bakarım.-
-Çok teşekkür ederim beyim.-
Rahmi çıktı. Söz almış demekti... Handa biraz oturdu...
Öğleden sonra hükümete uğradı. Kaymakamın yanına girdi:
-Beyim... Takip çıktı mı?..-
-Haaa... Bak unutmuştum!-
-Oh... beyim, nasıl olur ya?..-
-Hem biliyor musun... Boşuna külfet... Nasıl olsa birkaç
güne kadar getirirler.-
-Fakat bu birkaç günde... Buna nasıl tahammül edilir?..-
-Canım herhalde kadının da gönlü vardı. Bak... Öteki nasıl
kurtulup gelmiş...-
-Baygınmış efendim...-
-Laf!..-
-Beyefendi... Boş şeyler konuşuyoruz... Vakit geçecek!..-
Öteki kızdı... Kendisine, kazanın kaymakamına bu laf söylenir miydi?..
-Boş şeyler mi konuşuyoruz?.. Biliyor musun ne dediğini?..
Bir orospu için başımıza iş mi açacaksın?-
Bu sefer Rahmi kızdı:
-Orospu... Orospu ha... Kaymakam bey... O, sizin namuslu
geçinenlerinizden bile namusludur!..-
Bu lafa da kızmak lazım geldiğini hissetti:
-Edepsiz... Takip çıkarmıyorum!..-
Nasıl?.. Takip çıkarmıyor muydu?..
Niçin kendisine hakim olamamıştı, niçin böyle münasebetsiz
laflar söylemişti?.. Bunu tamir etmeliydi:
-Beyim...- dedi, -beyciğim... Kusuruma bakmayın... Pek
perişan oldum... Aklım başımda değil... O benim için her şeydir
beyim... Ben onsuz yapamam... Siz de gençsiniz; siz de
sevmek nedir bilirsiniz... Şimdi onun ne halde olduğunu düşünmek
bile beni çıldırtıyor... Yalvarırım kaymakam bey...
Emredin de iki candarma olsun çıkarsınlar...-
-Havalar açılsın da o zamana kadar gelmezse karakollara
sordururuz...-
-Bekleyemem... O kadar bekleyemem... Muhakkak deli
olurum...-
Ellerini uzatarak yalvardı:
-Oh beyim... Onu buldurunuz, onu buldurursanız size ne
kadar dua edeceğiz... Sizi ne kadar seveceğiz... İnsanlardan
büsbütün yüksek bir kimse olarak tanıyacağız, -sözlerine bir
dram edası verdi- siz bizim aşkımızın yegane mabudu olacaksınız...
Siz bizim...-
-Amma yapışkan şeysin be!- diye bağırdı, -Odacıyı çağıracağım
şimdi...-
Bu adamı rikkate (duygulandırmaya çalışmak anlamında) getirmeye
çalışmak neticesizdi... Gözyaşlarını avuçlarına silerek çıktı...
Kaymakam koltuğunun arkasına yaslanarak derin bir oh çekti:
-İyi ki candarma kumandanına sordum... Çömlekçizadelerle
uğraşıp dertsiz başıma dert mi açacaktım?..- diye söylendi.
Vİİİ
Rahmi akşama kadar dolaştı ve bedelinin yarısını vererek
birkaç gün için bir at kiraladı... Tek başına Viktor'u aramaya gidecekti...
Atı alır almaz sabahı falan beklemeden yola çıktı...
Şehirden uzaklaşınca gece olmuştu. Hayvanını onların gittiği
söylenen Türkmen köylerine doğru sürdü. Kar kesilmiş,
bulutlar hafiflemişti, ay bunların arkasında kurşuni abajurlu bir
elektrik ampulü gibi hafif hafif parlıyordu... Yalnız soğuk bir
rüzgar vardı. Nihayetsiz ovaların karlarını yalayıp gelen bu
rüzgar sanki her mesamesine (deri üzerindeki gözle görülmeyen delikler,
gözende) kızdırılmış bir iğne sokuyordu... Muşambasına daha iyi sarıldı,
fakat ayakları fena halde üşüdüğü için attan indi, dizginleri koluna
geçirerek hızlı hızlı yürümeye başladı...
Karlar ayaklarının altında, ağızda kauçuk çiğneniyormuş
gibi sesler çıkarıyordu... En ufak bir hareket bile yoktu... Ara
sıra durarak etrafı dinlediği zaman, cebindeki saatin tıkırtısından
başka şey duyulmuyordu...
Kağnı tekerleklerinin siyah izlerini taşıyan yollar, beyaz
kar sahralarının ortasında, bir ölü elinin mor damarları gibi
kıvrıntılar yaparak uzuyordu...
-Ne bitmez yollar yarabbi!..- diye söylendi... Üç gün, tam
üç gün yürüdü... Hastalıklı köylülerden ekmek istedi. Tezek
alevinde ısınan çocuklara bir kerpicin üstüne oturarak ders anlatmaya
çalışan köy muallimlerinden yol ve haber sordu...
Üçüncü gündü. Öğleye doğru büyük bir çam ormanından
eli tabancasında, kurt sesleri dinleyerek geçerken, uzaklarda at
nallarının sesini duydu...
Biraz sonra tepeden dört beş süvari göründü. O, kenara çekilerek
bekledi, yaklaştıkları zaman gördü ki bunlar aradıklarıdır
ve birisinin kucağında Viktor yatıyor. Hemen önlerine çıktı...
Onlar bunu görür görmez filintalarını doğrultarak:
-Depreşme!..- diye bağırdılar... Yaklaşınca kendi aralarında
müzakereler oldu. Sonra birisi inerek Rahmi'nin üstünden
silahlarını aldı, tekrar atına atladı. Kucaklarında baygın duran
kadını karların üstüne bırakarak gerisingeriye dörtnala uzaklaştılar...
Siyah yamçılarının eteklerini savurarak beyaz çam dalları
arkasında gözden kayboldukları vakit Rahmi ne yapacağını
düşündü...
-Dönmeli!..- dedi.
Viktor'u kucağına alarak hayvana atladı... Ağır ağır yürüdü...
Soğuk yoktu... Hele ormandan çıktıkları zaman güneş bile
görünmeye başlamıştı. Kış günlerinin bu tatlı öğle güneşi bulutların
arasından ovaya, karların üstüne uzandıkça insan kendisini
altın sütunlu bir kubbenin altında ve bir mermer sarayda
zannediyordu.
İX
Dört gün sonra, bir gece yarısı kasabaya girdiler... Zayıflamışlar,
sararmışlar, boğazlarına kadar çamura batmışlardı...
Karlar eridikçe balçıklaşan yollar, zamklı kağıtlara yapışan sinekler
gibi onları çabalandırmıştı...
Handa, Rahmi Viktor'u kendi eliyle soydu, yatağa yatırdı...
Onun rutubetten sızlayan ayaklarını avuçlarıyla ovarak
ısıttı...
Sac sobalı ufak odaya bütün kumpanya efradı birikmiş:
-Aşkolsun be- diyorlardı, -biz seni gürültüye gitti sanmıştık...-
O anlattı... Heriflerin Viktor'u şehre kadar getirmek zahmetine
bile katlanmayarak karların ortasında nasıl bıraktıklarını;
dönüşte kalmak istedikleri köylerin kendilerini nasıl istemeyerek
kabul ettiklerini anlattı..
Kaymakamla candarma kumandanının kendisine neler
yaptığını anlattı.
X
İki gün sonraydı; öğle üzeri Rahmi yol tedarikleri yapmak
için çarşıya gitmişti. Bir candarma geldi:
-Viktor Hanım'ı kaymakam bey istiyor, bazı şeyler soracakmış!- dedi...
Başını cama dayayarak uzak dağlara bakan Viktor, duygusuz
bir makine gibi hazırlandı. Çünkü komiserlerin, candarma
kumandanlarının, kaymakamların çağırmasına alışkındı... Bu
vukuatı eksik olmayan hayatta kaç kere istintaklar (sorgular)
geçirmiş, kaç kere toprak zeminli tevkifhanelerde yatmıştı...

Kaymakam odada yalnızdı... Viktor girince:
-Geçmiş olsun- dedi, -inşallah hepsi cezalarını bulacaklar...-
Evvelce bir takip bile çıkarmayan adam şimdi alakadar
oluyor, ince ince sualler soruyordu. Bunun tek sebebi işgüzarlıktı.
Bazı kötü niyetlilerin: -Meseleyi örtbas etti!- demelerine
meydan vermemek için, hazır kadın da bulunmuşken, bir faaliyet
göstermeliydi. Nasıl olsa işin gürültülü patırtılı kısmı geçmişti...
Yalnız konuşma ilerledikçe tuhaf tuhaf bir şeyler olduğunu
hissetti... Gözlerini Viktor'un beyaz, solgun yüzünden, koyu
mavi gözlerinden ayıramıyordu. İçinden: -Amma enfes şey
be!..- diye söylendi.
Bu kadına karşı zapt edilemez bir hırs duyuyordu...
Koltuğundan kalkarak kızın yanındaki iskemleye oturdu.
Elleri iradesini dinlemeyerek, onun aşağıya doğru mecalsizlikle
sallanan uzun kollarını yakalamak istiyordu.
Niçin çekiniyordu sanki?.. Bu sapa kazanın kralı demek
değil miydi o?.. Kim hesap sorabilirdi kendisinden?.. Bilhassa
böyle bir tiyatrocu kız için!..
Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Damarlarında dolaşan kan değil,
yanardağ lavlarıydı sanki. Her uzvu geriliyor, titriyor, dudakları,
farkında olmadan, dişleri arasında parçalanıyordu. Ne söylediğini
şaşırmıştı:
-Senin bu kadar güzel olduğunu bilseydim takibe kendim
çıkardım!- diyor, müfrit hareketlerden menetmeye çalıştığı elleriyle
onun omuzlarına dokunuyordu.
Nihayet kaynayan bir çaydanlık gibi taştı... Viktor'un kollarını
sımsıkı yakaladı:
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Değirmen, Kağnı, Ses - 09
  • Parts
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 01
    Total number of words is 3301
    Total number of unique words is 1911
    30.9 of words are in the 2000 most common words
    45.0 of words are in the 5000 most common words
    52.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 02
    Total number of words is 3381
    Total number of unique words is 1927
    27.4 of words are in the 2000 most common words
    42.3 of words are in the 5000 most common words
    49.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 03
    Total number of words is 3322
    Total number of unique words is 1876
    31.7 of words are in the 2000 most common words
    45.5 of words are in the 5000 most common words
    53.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 04
    Total number of words is 3510
    Total number of unique words is 1859
    32.9 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    54.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 05
    Total number of words is 3392
    Total number of unique words is 1930
    32.3 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 06
    Total number of words is 3291
    Total number of unique words is 1909
    32.8 of words are in the 2000 most common words
    45.9 of words are in the 5000 most common words
    52.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 07
    Total number of words is 3457
    Total number of unique words is 1970
    33.4 of words are in the 2000 most common words
    48.4 of words are in the 5000 most common words
    55.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 08
    Total number of words is 3302
    Total number of unique words is 2043
    30.0 of words are in the 2000 most common words
    44.2 of words are in the 5000 most common words
    50.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 09
    Total number of words is 3341
    Total number of unique words is 1996
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 10
    Total number of words is 3423
    Total number of unique words is 2041
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    45.3 of words are in the 5000 most common words
    53.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 11
    Total number of words is 3472
    Total number of unique words is 1944
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    47.3 of words are in the 5000 most common words
    54.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 12
    Total number of words is 3400
    Total number of unique words is 1894
    32.2 of words are in the 2000 most common words
    47.9 of words are in the 5000 most common words
    55.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 13
    Total number of words is 3526
    Total number of unique words is 1912
    35.0 of words are in the 2000 most common words
    51.0 of words are in the 5000 most common words
    58.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 14
    Total number of words is 3584
    Total number of unique words is 1895
    31.0 of words are in the 2000 most common words
    43.6 of words are in the 5000 most common words
    52.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 15
    Total number of words is 3543
    Total number of unique words is 1818
    31.7 of words are in the 2000 most common words
    44.1 of words are in the 5000 most common words
    52.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 16
    Total number of words is 3503
    Total number of unique words is 1920
    32.2 of words are in the 2000 most common words
    47.3 of words are in the 5000 most common words
    55.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 17
    Total number of words is 3435
    Total number of unique words is 1879
    36.1 of words are in the 2000 most common words
    50.7 of words are in the 5000 most common words
    58.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 18
    Total number of words is 3418
    Total number of unique words is 1855
    33.6 of words are in the 2000 most common words
    49.5 of words are in the 5000 most common words
    57.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 19
    Total number of words is 2017
    Total number of unique words is 1135
    37.4 of words are in the 2000 most common words
    51.1 of words are in the 5000 most common words
    58.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.