Değirmen, Kağnı, Ses - 02

Total number of words is 3381
Total number of unique words is 1927
27.4 of words are in the 2000 most common words
42.3 of words are in the 5000 most common words
49.5 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Ve bir ay geniş nehirlerin üzerinde kayıkla dolaştı ki, orada,
boyalı teknelerinde ağlarını temizleyen ihtiyarlar, tatlı sesli
su perilerinin toy balıkçıları bataklık sazlarının içine nasıl
çektiklerine dair acıklı türküler söylüyorlar; ve geceleri küçük
balıklar, ayın nehre avuç avuç serptiği gümüş kırıntılarını toplamak
için, suyun üstünde sıçrıyorlardı.
Ve bir ay, geceleri şehrin içinde gezerek, birbirinin göğsünde
uyuyan çiftleri, sokaklarda bir tek gölge halinde dolaşan
sevdalıları gördü. Korulardaki sık ağaçların altını ve alçak duvarlı
bahçelerde ay ışığının giremediği karanlık köşeleri gözetleyerek
sonsuz veda monologlarını veya kıskanç aşıkların yeis
dolu şikayetlerini dinledi.
Ve üç ay sonra, gümüş bir kalemle gümüş ciltli bir deftere
geçirdiği şiirleri sevgilisine yolladı.
Fakat bu defter, zehirli dikenlerle yazılmış gibi acı satırları
taşıyan bir cevapla geri geldi. Genç kız:
-Heyhat, zavallı şairim- diyordu, -şiirlerin ihtiyar ve zengin
çiftlik sahibinin kızını ağlatacak ve valinin mağrur yeğenine
önünde diz çöktürecek kadar güzeldir. Sokaktan geçtiğin zaman
kadınlar pencerelerden eskisinden daha çok sarkacaklar,
ihtimal minimini ipek mendillerini de -tabii dalgınlıkla- ayaklarının
dibine düşüreceklerdir. Fakat bütün bunlar beni sana
yaklaştırmaya kafi değil..
Gerçi gördüğün ve yazdığın şeyler fevkaladedir. Lakin ben
de seninle beraber olsaydım onları aynı şekilde görecek değil
miydim? Hangi şey bana bilmediklerimden bahsetti? Belki şiirlerin
bizzat hayat kadar tesirli ve tatlı yazılmıştı, saf ve iyilikle
doluydular; fakat söyle, Horatius senden kat kat tesirli ve tatlı
değil miydi? Vergilius, ilahi Vergilius kadar temiz ve hayır isteyici
olmak elinden geliyor mu?-
Genç şair tükenmez hıçkırıklarla minderlerin üstüne atıldı.
Yüzükoyun kapanarak ağlıyor, ağlıyordu. Hayatlarında hiç
sevmemiş olanların tahayyül edemeyecekleri bir acı onu boğuyor;
sanki gür alevli bir meşale göğsünün içerisinde dolaşarak
kaburgalarını yalıyormuş gibi kıvranıyordu.
Kendisini tutmak isteyerek, beyaz dişlerini mor kadife yastıklara
geçirdi... Göğsünü saran bir sesle kesik kesik: -Yazacağım
sevgilim- dedi, -sana istediklerini yazacağım!..-
Ve genç şair altı ay memleketin bütün büyük filozoflarını,
şairlerini dolaştı. Şehrin birinde, uzun siyah sakallı, tepeleri
çıplak filozoflar, eskimiş cübbelerinin geniş kollarını sallayarak
ona Aristoteles'ten, Epikür'den veya İbni Rüşt'ten bahsettiler.
Ve gözlerinde, başka bir aleme bakmaktan doğan, hürmete
layık bir mahmurlukla -ki genç şair bunu evvela açlıktan zannetmişti-
ruhun ölmezliğinden ve değişmelerinden; fani olan
eşyanın ebedi olan hayata ve fani olan hayatın ebedi olan eşyaya
karşı vaziyetlerinden ve -kendilerinin buldukları- ebedi hakikate
varmak felsefesinden; ezeli ve felsefi hayatın lezzet ve
feragatiyle dünya hayatının ve zevklerinin süfliliğinden -ta belediye
reisinin verdiği mükellef ziyafete geç kalmamak için bu
asil konuşmayı kesinceye kadar- coşkunca bahsettiler.
Ve diğer bir şehirde, gür beyaz kaşlı, damarlı elli meşhur
biyoloji alimleri genç şaire karıncaların öğleden sonraki yaşayışları
hakkında yeni nazariye ve tahminleri ihtiva eden yirmi
muazzam ciltlik kitaplarını hediye ettiler.
Ve çalımsız bir evde, şatafatsız bir masanın başında toplanan
beyaz ve nazik elli, ince yüzlü, parlak ve uzun saçlı, sihirli
sözlü şairler, -muhayyilenin genişlemesine pek ziyade yardım
eden- bir kağıt oyunuyla meşgul olurlarken şiirden, sanattan
ve bilhassa estetikten bahsettiler. Ve ona daha fazla alaka göstermek
isteyerek önlerindeki küçük para kümesini bitiriveren
bu kamil ölmezlerden bazıları, eve hülyalı bir loşluk veren sönük
kandilin ışığında, derin ve binbir renkli şiirlerini okudular.
Ve keskin kokulu portakal bahçelerinde, erguvan renkli
güller arasında, ay ışığının renklerini aksettiren firuze yüzükler,
opal taşından küpelerle dolaşan va küçük bir kuşa benzeyen
başlarını şairin ipek harmanisinin arasına saklayan sevgilileri
veya büyük bir gece şenliğine Lahur şalından sarıkları, zebercet
saplı asalarıyla, gümüş bilezikli zenci köleler arasında
gelen ve Firdevsi'yi imrendirecek ilahi cenk kasidelerini gülümseyerek
dinleyen uzun bıyıklı, heybetli sultanları onun taze
muhayyilesinde yaşattılar.
Ve genç şair altı ay memleketin velut (Doğurgan, çok eser veren)
ve bakir sanatkarları arasında seyahat etti. Köyün birinde, geniş
yapraklı çınarların altında, rutubet kokan hasırlara oturarak,
tepelerindeki saçları kazınmış buruşuk yüzlü ihtiyar saz şairlerini
dinledi. Ve onlar buna öyle kahramanları terennüm ettiler ki, zürafalar
gibi koşan beyaz atlarıyla bir akbaba sürüsü halinde şehre iniyorlar ve
korkudan ovalara kaçan ahali arasından ince vücutlu, pembe
topuklu kızları beygirlerinin üstüne alarak kaçırıyorlardı.
Ve öyle babayiğitlerden bahsettiler ki, ormanlarda bir kaplan
gibi hüküm sürüyorlar ve kendilerine uykuda baskın veren
yirmi tane düşmana, hiçbir silahın işlemediği dev gibi vücutlarıyla
saldırarak onları sansarın önündeki civcivler gibi dağıtıyorlardı.
Ve başka bir köyde, deniz kenarındaki isli bir kayıkçı kahvesinde
küçük boylu, seyrek bıyıklı bir aşık, elindeki minimini
kemençeyle binbir türlü korkunç ve hayret verici deniz maceralarını
haykırıyordu.
Ve genç şairin gözünün önünde, tek yelkenli bir taka ile
muazzam kalyonlara hücum eden, sahildeki kasabaları dehşet
içinde bırakan iri palalı, çıplak kollu kabadayılar; veya alçak
küpeşteli alamanalar (büyük kayık), aykırıseren cırnıklarla açık denizlere
uzanarak mücevher ve esir yüklü tüccar gemilerini soyan gözü
yılmaz korsanlar geçit resmi yapıyorlardı.
Ve o, bu basit çalgıların belki cırıltıdan fark edilemeyecek
olan nağmelerinde herhalde derin bir şeyler bulunması lazım
geldiğini hissediyordu.
Ve genç şair altı ay memleketin bütün şehirlerini dolaştı ve
orada ağlayanları ve gülenleri gördü.
Büyük bir konağın geniş salonunda raks ve kahkahadan
yorulup terleyenler serin şerbetlere, buzlu yemişlere koşarlarken,
kristal pencerelerden dışarı süzülen ışıkta, soğuktan donan
ayaklarını avuç avuç karla ovmaya çalışan ihtiyarları gördü.
Kucağında taşıdığı aç çocuğu yaşatmak için sarhoşların arkasından
koşan kadınları; ve karnında taşıdığı günahsız çocuğu
öldürmek için hekimlerin cebine beyaz alevli inci salkımları
koyan kadınları gördü.
Kardan ve rüzgardan koruyan bir dükkan kepengi altında
başını bir köpeğin sırtına dayayarak uyuyanları ve güzel ısınmış
odalarda, Çin ipeği örtülü yataklarda, nakris (Nikris olmalı. Halk
arasında damla hastalığı denir. Parmaklarda, topuklarda, eklem
yerlerinde olur. Tıpta gut adıyla geçer.) ağrılarıyla kıvranarak
uyuyamayanları gördü.
Aptalların tahakkümüne, günahsızların cezalanmasına; faziletin
susmasına ve ihtirasların gürültüsüne, hikmet ehlinin
tahrik edildiğine ve nadanların alkışlandığına şahit oldu.
Ve tam bir buçuk sene sonra, altın bir kalemle altın ciltli bir
deftere geçirdiği şiirleri sevgilisine yolladı.
..
Fakat bu defter, bir Arap hançeriyle yazılmış gibi keskin
satırları taşıyan bir cevapla geri geldi.
-Hayret, ey genç şair!- diyordu, -Öyle güzel şeyler yazıyorsun
ki, yüzyıllardan beri sahipsiz duran sanatkarlık tacı senin
başını süslemek için herhalde acele edecektir. Ve hükümdarlar,
sana bitip tükenmez şereflerin erguvan renkli maşlahını
giydirmek için saraylarının geniş bahçelerinde muhteşem ziyafetler
hazırlayacaklardır.
Halbuki ben gene senden uzak kalacağım...
Felsefelerini, ey şair, en ele avuca sığmaz kafaları bağlayacak
kadar kuvvetli ve güzel laflarla dolu olan felsefelerini senden
evvel Eflatun ve daha birçokları kandırıcı bir belagatle ve
fazlasıyla tekrar etmediler mi?
Kabadayılık ve savaş destanların o kadar tesirlidir ki,
Çin'in hiç durmadan uyuyan afyonkeşleriyle, Hind'in yıllardan
beri kımıldamayan fakirlerini, Priyamus'un kahraman milleti
veya Rüstem'in korkusuz arkadaşları gibi azgın dövüşlere, şanlı
yiğitliklere sürükleyebilir.
Fakat bu yolda Homeros'un senden daha coşkun, Firdevsi'nin
daha usta olduğunu inkar edebilir misin?
Gezdiğin yabancı yerlerin büyüleyici kokusunu ruhlarımıza
benzersiz bir ustalıkla üflüyorsun, fakat şüphesiz Byron da
seyahatlerini anlatırken güzellik ve ustalıkta senden daha aşağı
değildi.-
Ve genç şair ipek minderlere ateş gibi gözyaşları dökerek
düştü. O kadar çok seviyordu ve şimdiki ıstırabı o kadar büyüktü
ki artık hiçbir şey onu yatıştıramaz sanılırdı. Evvela iki
yumruğunu dişleriyle ısırarak ve ayaklarının ucuyla kadife sediri
parçalayarak hıçkırıyordu. Fakat biraz sonra birdenbire fırladı;
susmuştu. Gözlerinde yaş yerine alelacayip bir parıltı vardı.
Yavaş yavaş loş bir karanlığa dalan odaya alnından, gerilen
ve birdenbire daha genişlemiş görünen alnından, beyazımtırak
bir ışık yayılıyordu. Odanın aynı koyu lacivert tülle örtülmeye
başlayan renkli eşyası ortasında fildişinden bir Buda heykeline
benzeyen vücudu gittikçe büyüyor ve uzuyor gibiydi.
Geriye atılmış başından lülelerle saçlar çıplak omuzlarına
dökülüyor, bir şeyi kucaklamak ister gibi yumuşak bir hareketle
ileri ve biraz yukarı uzanan kolları bir mayıs gecesindeki hilali
andırıyordu. Gökyüzünün en uzak yerindeki birer yıldız gibi
kırpışan gözlerinin önünde kapkaranlık bir saha uzanıyordu:
Siyah, gözleri kamaştıracak kadar siyah bir boşluk... Ve bunun
ortasında ince bir yol vardı, kendi gözlerinden çıkan ve uzak,
görünmez yerleri dolaştıktan sonra yine oraya dönen ince, adeta
bir bıçakla çizilmiş gibi keskin ve beyaz bir yol, bir çizgi...
Ve anladı ki, ihtişam ve büyüklüğe, gizli hakikatlere ve ölmez
güzelliğe giden yol bu...
Oraya koşmak ister gibi atılırken, üzerlerindeki gözyaşı hala
kurumayan yastıklara düştü.
..
Ve genç şair tam iki sene hiçbir insanın giremediği hudutsuz
kum çöllerinde dolaştı.
Ayrı, her şeyden, herkesten ayrı ve uzak kalmak, yalnız
kendisini dinlemek, yalnız kendi düşünebileceği gibi düşünmek
istiyordu. Sakız gibi çiğnenmiş güzelliklerden, bir dua kadar
çok tekrar edilmiş yeni fikirlerden eser bulunmayan bu
çölde hiçlik ve... güzellik hüküm sürüyordu: Ne canlı kumları
güneşin ve ayın bakışlarından saklayan münasebetsiz bir ağaç,
ne durmadan sızan bir yara gibi etrafını kirleten bir su, ne de
üzerinde şairlerin zevzeklik edebilecekleri bir çiçek görülüyordu.
Ve işte burası güzeldi.
Çünkü burada yalnız güneş, ay ve kum vardı... Bir de rüzgar.
Ve bunlar büyük, güzel ve sarihtiler (açık, belli, belirgin).
Evet, büyüklüklerine rağmen sarih... Ne bir nebattaki karmakarışık,
anlaşılmaz değişmeler, ne bir hayvandaki içinden çıkılmaz
ve dehşetli yaşayış hareketleri, ne bir dimağdaki kökü
bilinmez hisler ve düşünceler... Burada insan ruhunun en çok
susadığı ve muhtaç olduğu bir vuzuh (açıklık) vardı ve bunu şairin
vücudundan başka hiçbir şey bozamıyordu.
Bu vuzuh, korkunç bir karışıklığın görmek kudretinden
mahrum olan gözlerimizdeki tecellisi de olabilirdi, buna rağmen
herhangi çelimsiz bir mahlukun mütecessis (meraklı) kafalarımızda
sıraladığı mızmız sorguları tekrar etmiyorlardı.
Ve o, zihni hiçbir sorgu çengeline takılmadan düşünebiliyordu.
İşte böylece bu mutlak güzelliğin içinde yıkandı, yıkandı...
Geceleri ayın ışığı altında insana kımıldıyormuş gibi gelen
kumlara yüzükoyun yatarak başını bu minimini zerrelere gömüyor
ve onlar, her nefes alışında ağzına, burnuna dolmak isterlerken,
o gözlerini içine çevirerek kendine bakıyordu. Anlıyordu
ki yazılacak şeyler, güzel ve hakiki şeyler yalnız orada
var...
Fakat o burada maddi elemlerin en acılarını tattı. Çünkü
gündüzün çöl bir maden eritme ocağına dönerdi. Birer kıvılcım
olam kumlar, derisini yırtarlar, güneşten su halinde akan alevler
sırtını yalar ve ensesini delerek beynine kadar dökülürlerdi.
Ara sıra bir hurma ağacı aramak ve su tulumunu doldurmak
için çölün kimsesizliğinden ayrılırken -ki nihayet o da bir
insandı ve yaşamaya mecburdu- ayaklarının altında kımıldayan,
kayan ve çöken bir zemin hissederdi. Ve bazan dizleri dermansızlıktan
kırılarak bu dikenli yatağa uzanır ve midesinin
dimağına kalkıp ilerlemek, uzuvlarına böylece uzanıp kalmak
için verdiği birbirine zıt emirlerin feci mücadelesine şahit olurdu.
Fakat o bunların bağırmalarını susturduktan sonra yine çöle
büyüklük ve tenhalık ülkesine dönmekte acele ederdi.
Hiçbir zaman susmayı bilmeyen kalbi hemen her gün sevgilisini,
evini, bütün bıraktığı yerleri yavaş fakat keskin bir sesle
fısıldar ve o, göğsünün içinde birbirine muvazi (paralel) birçok
bıçakların hep beraber hareket ettiklerini hissederdi.
Fakat iki sene sonra, sertleşen ve kararan bir deri, gözlerinin
kenarında derinleşen çizgilerle burayı terk ettiği zaman,
büyüklük ve güzelliği, acıyı ve hasreti yüz yüze tanıyordu.
Ve genç şair iki sene engin denizleri ve şimalin buz sahralarını
dolaştı.
Deniz... İşte bu da muazzam ve nefis bir şeydi... Kendisini
gezdiren geminin güvertesine uzanarak uzaklara, ta uzaklara
bakar ve kesik kesik nefes alan sulardan başka hiçbir şey görmezdi.
Çöl ve deniz hemen hemen aynı şeylerdi: Her ikisinde de
aynı büyüklük, aynı ağırbaşlı sessizlik veya aynı heybetli ve
derin bağırmalar... Ve denizde de, küçük, minimini, sinirlendirici
teferruat yoktu. İnsan orada yalnız renkten renge giren su
damlaları ve devlere benzeyen bir mahlukun yavruları gibi birbirleriyle
oynaşan hoyrat dalgalar görebilirdi... Sonra bitmez
tükenmez bir genişlikle karanlık ve sıkı bir derinlik... Ve bütün
bunlar onu manasız bir tecessüse değil, düşünmeye sevk ederlerdi.
Ve sonra buz sahraları...
Beyaz, temiz, günlerce uzanan bu yerlerde, gösterişsiz bir
kibarlık ve incelik vardı. Sade, şatafatsız, fakat güzel ve tatlı olmanın
sırrını ancak bu şekilsiz kar tepeleri keşfedebilmişlerdi.
Her şeyi hayattan uzaklaştıran, hiçbir zaman yenilmeyen
dehşetli bir kudretleri olduğu halde, mütevazı ve kibardılar. Ne
gururdan doğan bir süs, ne kendini beğenmeyi gösteren bir ses...
Ve işte genç şair fırtınalı denizlerden, soğuk buz sahralarından
ayrılırken, dünya hudutlarını aşan bir genişlik ve derinliği,
necip (temiz, soylu) kalplere mahsus olan bir kibarlığı ve esaslı
kıymetlerin bir tek elbisesi olan tevazuu içinde taşıyordu...
Ve genç şair iki sene dünyayı rastgele dolaştı. Bu sefer gördüğü
şeyler onu hayretten hayrete düşürüyordu. Halbuki değişen
hiçbir şey değil, sadece kendi görüşüydü.
Evvelce fazilet diye baktığı şeylerin birer merasim ve gösterişten
ibaret olduğunu ve asıl iyiliğe yalnız ahlak münakaşalarında
veya akıllı nasihatlarda rastlanabildiğini, namuslu olabilmek
için başkalarının namusuna dil uzatmanın, kirlenmeden
yükselebilmek için temiz alınlara basarak çıkmanın yeter olduğunu
ve daha buna benzer birçok şeyleri gördükçe şaşkınlığı
büsbütün artıyordu. Fakat o, böylece ahmaklık ve aciz isimli
mahluklarla, bunların çocukları, küstahlık ve riya adlı iki zavallıyı
tanımış oldu.
Ve ayrılırken kalbinde yalnız ufuksuz bir merhamet, yeis
veya hiddeti manasız bulan bir rikkat (yufkalık, incelik)
hissetti...
İşte genç şair şaheserini bilinmeyen ve bulunmayan kumaşlardan
dokumak için yaptığı bu seyahatten dönüşünde,
içinde Allahla boy ölçüşen bir kuvvet kımıldıyordu. Çünkü
şimdiye kadar yazanların ancak var olduğunu bildirdikleri şeye
o bizzat erişmişti.
Üç ay uğraşarak derin manalı, renkli kelimelerden bir elbise
giydirdiği şaheserinin her sahifesi onun çölde kavrulan ve
kutuplarda gerilen muzdarip derisinin bir parçasıydı ve bir sevinci
bağırmak, bir elemi ağlamak veya bulutlardan yüksek bir
fikre ulaşmak için durmadan kımıldayan satırlar coşkun sinirlerinden
örülmüştü. Ve o bu satırlardaki kelimeleri -vakit vakit
bir sabah yıldızının belirsiz ışığı gibi ince, felaketin gözleri kadar
keskin, yalanın dudakları kadar yumuşak ve bir çocuk rüyası
kadar tatlı sesler veren kelimeleri- gözlerinin kenarındaki
derin çizgilerden işledi.
Lazım gelen yüksek ve temiz asilliği eserine büsbütün verebilmek
için de, onu yazdığı müddetçe insanların arasına karışmadı.
Ve siyah bir kalemle, siyah meşin ciltli bir deftere yazdığı
şiirleri sevgilisine yolladı...
..
Bu sefer genç kız, gözlerinde gurur ve hayretin parıltısı,
hareketlerinde hasret ve isteğin acelesi olduğu halde bizzat geldi.
Boynuna atılarak onu öptükten sonra böyle haykırdı:
-Genç şair, genç şair, ey benim sevgilim! Artık hiç... hiç
kimse seni aşamayacak; sen peygamberleri gıptaya düşürecek
şeyleri yarattın, sen insanları yaşamaya veya öldürmeye sürükleyebilecek
şeyleri yazdın. Güneş senden daha sıcak, gökyüzü
daha geniş, ilkbahar rüzgarları daha canayakın değildir.
Ve sen bunları yalnız benim için yaptın.
Ey genç şair, ey benim sevgilim!
Artık hiçbir kadının benimle bir olmadığını hissediyorum.
Artık Leyla benim yanımda minimini ve Jülyet pek zavallıdır,
ben Beatrice'ye bile gururla bakıyorum ve bundan sonra Süleyman'ın
sevgilileri de benimle boy ölçüşemeyeceklerdir. Ebediliğe
senin kolların arasında süzüleceğim sevgilim ve yüksekte,
en yüksekte uçacağız.
Ey sevgilim, yalnız benim sevgilim!
Şimdiye kadar hep sana koşmak için çırpındığı halde yenilmez
bir gururun emirlerini dinlemeye mecbur olan kalbim bak,
içindekileri anlatmak için acele ediyor. O gururum ki, fanilerden
birine meyli olduğu için gönlümü bir ısırgan demeti gibi
dalamıştı, şimdi sana bunları söylemekte bir haz buluyor.
-Mademki uzun senelerin hasreti içimizde yaramaz bir çocuk
gibi tepinmektedir, gel, birbirimizin olalım ve sen bana aşkın
da ebedilik kadar tatlı ve güzel olduğunu anlat... Gel, beni
kollarının arasında sık...-
Fakat genç şair onu kollarının arasında sıkmadı.. Çünkü
hiçbir şey işitmemişti.
Sevgilisinin, sedirlerden birinin üzerine bıraktığı şaheseri
parmaklarıyla karıştırırken sihirli satırlar onun gözlerini, elinde
olmayarak, çekmişler ve o, derin bir hayret içinde kendinden
geçerek, bunları okumaya başlamıştı.
Yarattıkları o kadar güzeldi ve şairi o kadar kuvvetle çekiyorlardı
ki, sevgilisinin: -Beni işitmedin mi şair!- diye bağırdığını bile duymadı.
Ve ancak genç kız onu omuzlarından yakalayınca kendine
geldi. Kızın gözleri, kafasının içindeki herhangi bir ateşten kaçarak
dışarı fırlamak isitiyormuş gibi yanıyordu. Dudakları titreyerek
tekrar etti:
-Beni dinlemedin mi şair? Sana söylediklerimi işitmedin mi?-
-Ne söyledin sevgilim?- diye cevap verdi, -Beni affet, biliyorum
ki tamiri kabil olmayan bir şey yaptım. Ama bunun sebebi
senin için yazdıklarımın yine sana benzeyen güzellikleriydi.
Aşkın sesinden uzak kalan kalpleri hasretin ne hallere koyduğundan
bahseden satırlarım, beni seslerin en canayakınını
dinlemekten alıkoydu. Tekrar et sevgilim, söylediklerini benim
için tekrar et...-
Genç kız biraz düşündü. Yüzü beyaz, bir kuğunun tüyleri
kadar beyaz olmuştu. Başını ağır ağır kaldırarak sordu:
-Hiç, hiçbir şey duymadın mı?-
-Hiçbir şey sevgilim, fakat tekrar et-'
O zaman boğuk ve yeisini örtmek isteyen bir sesle tekrar
başladı:
-Kitabını okudum genç şair, yalnız harikuladeliklerle, yalnız
insanı saran güzelliklerle doluydu. Ve senin herkes gibi olmadığını
haykırıyordu.
Senden daha fazla uzak kalmak istemem ey şair!..-
Burada dudaklarını yakıcı bir gülüşle ısırdı; gözleri, donuk
ve karanlık, şaire dikildiler, dimdik baktılar. O bir kadın, baştan
aşağı bir kadındı... Dişlerini sıktı, onların arasından, keskin,
ağır bir sesle:
-Yalnız...- dedi, -Yalnız bu kitap dehanı ve kudretini bana
gösterdikten sonra aramızda lüzumsuz olmaya başlıyor... Ve
görüyorum ki o seni hemen hemen benim kadar alakadar edecek...
Hiç buna imkan var mı şair? Senin kafanda, ruhunda, hatta
en ufak bir hüceyrende (hücrende) bile benden başkasının yer almasına
tahammül edebilir miyim?
Şu halde büsbütün senin olmam için bu engelin ortadan
kalkması lazım. Ve sen benim için yazdığın bu kitabı yine benim
için yok etmekte eminim ki tereddüt etmeyeceksin, hatta
bunu ben yapacağım.-
Ve genç şairin elinden çekip aldığı şaheseri, orada, mercan
alevlerle yanan ocağa fırlattı.
Ve bir feryat, duvarları sarsan, havayı karıştıran, yüzyıllık
ağaçların fırtınada devrildikleri zaman yaptıkları gürültüye, ormana
bir yıldırım düştüğü zaman vahşi hayvanların kopardıkları
çığlıklara, ateş saçan bir yanardağın geniş çatlaklarından
fırlayan boğuk ve yırtıcı ıslıklara benzeyen bir feryat genç şairin
göğsünden fırladı...
Ve o, kendisini oraya, minimini alevlerin kitabın meşin cildini
ağlayışlı bir çıtırtıyla büktükleri ocağa doğru attı.
Fakat genç kız daha evvel koşarak ocağın önünü vücuduyla
kapatmıştı. Vahşi bir gülüşle: -Çekil!- dedi.
Erkek, ki o zamana kadar gözlerinde sonsuz bir tatlılık ve
ilahilikten başka bir şey bulunmazdı ve hareketleri devamlı bir
çekingenliğin ağırlığını taşırdı, birdenbire buğulanan bakışlar,
pençe haline giren kollarla oraya hücum etti ve her iki ağızdan
birden fırladı: -Çekil!..- ve hiçbirisi çekilmedi...
O zaman aralarında öyle korkunç bir mücadele başladı ki,
köpüren ağızlardan feci soluklar ve hırıltılar çıkıyor, duvarlara
şiddetle çarpan kafalar orada kanlı saç demetleri bırakıyordu.
Birdenbire erkek, genç kızı -gittikçe artan dermansızlığına ve
erkeğin yüzünü parçalarken dökülen tırnaklarına rağmen vücudunu
ocağın önünden ayırmayan genç kızı- boğazından yakaladı;
kendininkilere korkunç bir sebatla bakan büyük ve kanlı
gözler hareketsiz kalıncaya kadar sıktı.
Sonra, kollarının arasında yavaş yavaş gevşeyen, kanla bulaşık
olmayan yerleri ezik bir sarılık alan vücudu yere bırakarak
ocağa eğildi, gittikçe hafifleyen alevlerin arasından meşin
kitabı aldı.
Kavrulan, şeklini kaybeden bu ateşten cildi açtığı zaman
yere ancak bir avuç mavimtırak kül döküldü... Ve bunu gören
şair oraya, boylu boyunca yatan ölünün üstüne -bir kadının
elinden kurtaramadığı şaheseriyle beraber- cansız yıkılıverdi...
1929
(Atsız Mecmua, s. 17, 25.09.1932)
...
Kırlangıçlar
Şehrin kıyısında, ufacık bir derenin kenarında, dalları suya
sarkan ihtiyar bir söğüt ağacı vardır. İlkbaharın başlangıçlarında
bu söğüdün dallarına bir dişi kırlangıç gelip kondu; derenin
bir başından bir başına yıldırım gibi uçan, beyaz göğüslerini
suya dokundurarak şeffaf kanatlı küçük böcekleri yakalayan
diğer kırlangıçlara bakmaya başladı. Başını hafif hafif sallıyordu.
Derin düşüncelere daldığı belliydi.
Söğüdün dalları hışırdadı. Bir erkek kırlangıç geldi, dişinin
karşısındaki dala kondu.
Kırlangıçlar arasında pek teklif yoktur. Uzun uzadıya takdim
filan edilmeden konuşmaya başladılar ve pek az sonra da
ahbap oldular.
Evvela havadan, sudan bahsedildi. (İki kişi birbirlerini yeni
tanıdıkları zaman havadan sudan bahsetmek adettir.) Fakat biraz
sonra erkek bir iki dal ileri geldi, dişi daha az çekingen bir
hal aldı.
Muhabbeti kaynattılar.
-Olur ya!- demeyin, iki kırlangıcın ilkbaharda, herkes dört
tarafa koşup çalışırken bir söğüt dalında oturup yarenlik etmeleri
gündelik işlerden değildir.
Bizim kırlangıçların ikisi de antika mahluklardı, yani öteki
kırlangıçlara benzemiyorlardı. (Başkalarına benzemeyenlere
antika derler.) Evvela dişi kırlangıç lafı derin tarafından açtı:
-Siz hiç çalışmıyorsunuz?-
Başka bir kırlangıç olsaydı hemen: -Ya siz neden burada
oturuyorsunuz?- diye ikinci bir sorguya kalkışırdı. Fakat bizimki
derin derin içini çekti ve sustu.
Ve dişi onun söylediği şeyleri anlıyormuş gibi başını salladı
ve gözlerini aşağıda şıpırtıyla akan suya dikti.
Bir müddet daha sustular. Erkek birdenbire gözlerini dişiye
dikerek söze başladı:
-Bakınız şunlara...- Ve aşağıda birbirini çaprazlayarak
uçan ve dokuma tezgahının mekiklerine benzeyen kırlangıçları
gösterdi. -Bakınız şunlara... Sabah akşam demeden, yaz kış demeden
çalışıyorlar. Ben bunlara çok kere sordum: Neden böyle
durmadan uğraşıyorsunuz, dedim, cevap vermediler. Omuzlarını
silkip yanımdan uzaklaştılar.-
Dişi:
-Birbirimize sen diye hitap etsek nasıl olur?- dedi. Erkek
okkalı sözlerine cevap olmayan bu lafı beklememekle beraber,
bu tekliften hoşlandı ve tekrar başladı:
-Adeta utanıyorum...- dedi, -Bütün kuşları sıraya dizseler
biz herhalde sonuncu gelmeyiz. Kılığımız, kıyafetimiz düzgündür.
Aklımız, şu sabahtan akşama kadar avaz avaz bağıran bülbülden
herhalde üstündür. Kanadımızı bir vursak en hızlı güvercinden
daha çok yol alırız. Halbuki bütün kuşların en zavallısı
bizmişiz gibi hiç durmadan didiniyoruz. Şu budala serçe bile
üç günlük ömrünü keyifle geçiriyor da, biz, arasından uçtuğumuz
ağaçları bile fark etmiyoruz.
Biraz durdu, dişiye doğru yandan bir göz attı:
-Yarın öldüğümüz zaman birisi bize sorsa: 'Dünyada neler
gördünüz?' dese herhalde verecek cevap bulamayız. Koşmaktan
görmeye vaktimiz olmuyor ki...-
Dişi, gözlerinin içi buğulanarak:
-Ah- dedi, -tıpkı benim gibi düşünüyorsun.-
Erkek cevap verdi:
-Zaten seni burada tek başına görünce benim gibi düşündüğünü
anlamıştım. Doğru değil mi ama? Şu dünyayı adamakıllı
görmeden, dünyanın ne olduğunu adamakıllı anlamadan
buradan gidecek olduktan sonra ne diye buraya geldik sanki?
Yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz?-
Dişi tasdik eder gibi başını salladı:
-Etrafımıza göz gezdirince- dedi, -ben de senin gibi, dört
tarafa koşan kırlangıçlardan başka bir şey görmüyorum. Ben de
bunlardan mıyım, diyorum, sonra da bunlardan değilim galiba,
diyorum. Onlar da beni pek istemiyorlar. Ne yapayım, burada
oturup etrafa bakıyorum. Siz de, şey, sen de gelmesen böyle yapayalnız
bu yazı geçirecektim.-
Akşama doğru lafları daha derinleştirdiler... Sonra ayrıldılar.
Ve her gün buluşmaya başladılar.
Aman yarabbi, neler konuşmuyorlardı!.. Eğer kırlangıçlarda
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Değirmen, Kağnı, Ses - 03
  • Parts
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 01
    Total number of words is 3301
    Total number of unique words is 1911
    30.9 of words are in the 2000 most common words
    45.0 of words are in the 5000 most common words
    52.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 02
    Total number of words is 3381
    Total number of unique words is 1927
    27.4 of words are in the 2000 most common words
    42.3 of words are in the 5000 most common words
    49.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 03
    Total number of words is 3322
    Total number of unique words is 1876
    31.7 of words are in the 2000 most common words
    45.5 of words are in the 5000 most common words
    53.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 04
    Total number of words is 3510
    Total number of unique words is 1859
    32.9 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    54.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 05
    Total number of words is 3392
    Total number of unique words is 1930
    32.3 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 06
    Total number of words is 3291
    Total number of unique words is 1909
    32.8 of words are in the 2000 most common words
    45.9 of words are in the 5000 most common words
    52.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 07
    Total number of words is 3457
    Total number of unique words is 1970
    33.4 of words are in the 2000 most common words
    48.4 of words are in the 5000 most common words
    55.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 08
    Total number of words is 3302
    Total number of unique words is 2043
    30.0 of words are in the 2000 most common words
    44.2 of words are in the 5000 most common words
    50.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 09
    Total number of words is 3341
    Total number of unique words is 1996
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 10
    Total number of words is 3423
    Total number of unique words is 2041
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    45.3 of words are in the 5000 most common words
    53.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 11
    Total number of words is 3472
    Total number of unique words is 1944
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    47.3 of words are in the 5000 most common words
    54.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 12
    Total number of words is 3400
    Total number of unique words is 1894
    32.2 of words are in the 2000 most common words
    47.9 of words are in the 5000 most common words
    55.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 13
    Total number of words is 3526
    Total number of unique words is 1912
    35.0 of words are in the 2000 most common words
    51.0 of words are in the 5000 most common words
    58.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 14
    Total number of words is 3584
    Total number of unique words is 1895
    31.0 of words are in the 2000 most common words
    43.6 of words are in the 5000 most common words
    52.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 15
    Total number of words is 3543
    Total number of unique words is 1818
    31.7 of words are in the 2000 most common words
    44.1 of words are in the 5000 most common words
    52.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 16
    Total number of words is 3503
    Total number of unique words is 1920
    32.2 of words are in the 2000 most common words
    47.3 of words are in the 5000 most common words
    55.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 17
    Total number of words is 3435
    Total number of unique words is 1879
    36.1 of words are in the 2000 most common words
    50.7 of words are in the 5000 most common words
    58.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 18
    Total number of words is 3418
    Total number of unique words is 1855
    33.6 of words are in the 2000 most common words
    49.5 of words are in the 5000 most common words
    57.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 19
    Total number of words is 2017
    Total number of unique words is 1135
    37.4 of words are in the 2000 most common words
    51.1 of words are in the 5000 most common words
    58.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.