Değirmen, Kağnı, Ses - 18

Total number of words is 3418
Total number of unique words is 1855
33.6 of words are in the 2000 most common words
49.5 of words are in the 5000 most common words
57.3 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Ayakları titriyor ve göğsü müthiş hırıltılar çıkararak inip kalkıyordu.
-Buracıkta ölebilirim!- diye düşündü.
Fakat sanki onda bu ümidin bir andan fazla yaşamasını istemiyorlarmış
gibi, karşı taraftan, ellerinde çıkınlarıyla birkaç
adam göründü. Hızlı hızlı konuşarak yanından geçip gittiler;
tam arkasından gelen tek atlı bir araba, bozuk kaldırımlarda
hoplayarak, süratle ilerdeki yola daldı.
Burası da tenha değildi. Buradan da gelip geçenler vardı.
Sağda, solda yükselen kalın ve harap duvarlar onu insan gözlerinden
saklayamayacaklardı. Daha tenha ve kimsenin onu rahatsız
etmeyeceği, kendisinin de kimseyi rahatsız etmeyeceği
bir yer bulması lazımdı.
Çıplak ayaklarına geçirdiği tabanları delik pabuçları ağır
birer zincir gibi sürüyerek ve öksürdükçe yırtılır gibi acıyan
göğsünü eliyle bastırarak ilerlemeye başladı.
Üç günden beri tamamen açtı ve belki üç aydır doyuncaya
kadar yemek yememişti.
Açlık aklına gelince, bir eliyle, adeta okşar gibi karnını yakaladı.
Sonra, yer yer çatlamış dudakları gerilerek, yüzünü tebessüme
benzeyen korkunç bir ifade kapladı. Karnındaki kıvrandırıcı
ağrılar dün akşamdan beri kesilmişti. Şimdi onun yerinde
tam bir hissizlik ve biraz da bulantı vardı.
Demiryolu köprüsünün altından geçtikten sonra karanlık
bir sokağa daldı. İki tarafta ahşap evler ve sokaklarda tek tük
çocuklar ve kediler vardı. Bazı pencerelerin arkasından kadın
bağırışları, küfürler, çocuk ağlamaları geliyordu. Yer yer çirkef
çukurlarıyla örtülü olan yolda, birkaç adımda bir durarak ilerledi.
Biraz daha... Ondan sonra tenha bir köşe, insansız bir yer
herhalde gelecekti. Birkaç takunyalı kız, ellerinde su tenekeleri
ile geçerlerken durup ona baktılar. Yürüyüşünü hızlandırmak
isteyince bir öksürük nöbetine tutuldu. Göğsünde tel fırçalar
dolaşıyormuş gibi kıvranıyordu. Nihayet kapısı kapalı bir evin
eşiğine çöküverdi.
Öksürük nöbeti geçtikten sonra, yaşaran gözlerini önüne
dikti. Ayaklarının arasında patlıcan ve soğan kabukları ile iki
aşık kemiği vardı. Bir aralık bunlar kayboldular ve o, tükenmez
bir yolda giden bir adamı durup durup arkasına baktıran bir
hisle, bir anda ve hızla, hafızasında geriye doğru kaydı.
Memleketinden ayrılalı beş seneyi geçmişti. Çocuk denecek
bir yaşta gurbete atılmış, her türlü işe girmiş ve birçok şeyler
öğrenmişti. Son senelerde bir küçük fabrikada motörcü yamaklığı
yapıyordu, hastalığı orada iken başladı. Daha doğrusu
küçükten beri zaman zaman kendisini yoklayan nefes darlığı,
bu fabrikanın havasız, küçük motör dairesinde boğucu bir illet
haline geldi.
Bir müddet her şeye rağmen dayanmaya çalıştı. Baş aşağı
giden bir cereyana bir kere yakasını kaptırdıktan sonra kurtuluş
olmadığını seziyordu. Fakat günden güne artan bir halsizlik
ve göğsünün içinde zaman zaman diken demetleri gibi dolaşıp
gözleri kanlanıncaya kadar onu kıvrandıran öksürük nöbetleri
mütemadiyen arttı ve şiddetlendi. Yara haline gelen nefes boruları
motör dairesinin rutubetli, boğucu havasını içeri alırken bile
sızlamaya başladı.
Bir gün sabahleyin uyandığı zaman, yerinden kımıldayamayacak
halde olduğunu gördü. Birkaç gün aç açına yattıktan
sonra güç halle doğrulup fabrikaya gidince, onu içeri bile almadılar.
Aylardan beri korktuğu yuvarlanış başladı. Bir hafta kadar
cebindeki beş on kuruşu idare etti. Sonra tekrar birkaç gün açlık...
Memleketten gelip şehirde yerleşmiş, oldukça hali vakti
yerinde bir dayısı vardı. Onu aradı ve korka korka evin iki kanatlı
kapısını çaldı.
Buna birkaç gün için taşlığın bir kenarında yatacak yer verdiler
ve önüne birkaç lokma koydular. Fakat burada da dayısının
çocuklarından rahat yoktu. En büyüğü on iki yaşında olan
bu beş oğlan, bir türlü sebebini anlayamadığı bir zulüm ihtiyacıyla
onu canından bezdiriyorlar, uyurken başına su döküyorlar,
hatta bazan öksürük nöbetiyle sarsılırken uzun değneklerle
suratını ve vücudunu dürtüyorlardı.
Celeplikten epeyce para kazanan ve eve geç vakit gelip erkenden
giden dayısı, onun bir kere bile halini sormamıştı. Yanından
geçerken anlaşılmaz bir şeyler homurdanıyor ve gözlerini
hastanın üzerinde bir an tuttuktan sonra, yoluna devam
ediyordu.
Bir sabah, erkenden sokağa çıkıyordu, yeğeninim önünde
biraz durdu, sonra:
-Üç haftadır burada yatıyorsun... Bunun sonu yok, git,
devletin bir hastanesine başvur...- diyerek yoluna devam etti.
Hemen o gün kendisini kapı dışarı ettiler. Akşama kadar
birkaç hastane dolaştı ve her birinin kapısından daha yorgun,
daha ümitsiz ayrıldı. Bir müddet de hemşerilerine yük oldu.
Her biri kendisi kadar fakir olan bu adamlar, ona ellerinden gelen
yardımı yapmaya uğraştılar. Bu da birkaç haftadan fazla
sürmedi. Yeniden bir dolaşma başladı. Bir türlü bitmeyen ve
nereye varacağı belli olmayan bu yolculuklar belki hastalıktan
da beterdi. Dolaba koşulmuş bir hayvan gibi aynı caddeden bir
günde on beş defa geçtiği oluyordu. Bazan dileniyor, bazan polislerden
kaçmak için koşuyor ve tenha bir köşede öksürük
hamleleriyle yerlere yuvarlanıyor, bazan da sokaklardan ve
mahalle aralarındaki çöp tenekelerinden ekmek parçası ve
meyve kabukları toplamaya uğraşıyordu. Hastalığı bu işte bile
onun ellerini bağlayan bir engel idi. Çöp yığınlarının başına
üşüşen sekiz on yaşlarındaki çocuklar, onu kolayca bir kenara
itiyorlar, hatta kendisinin bulduğu bir şeyi bile kolayca elinden
alıveriyorlardı. Ekşi ve yapışkan kokular neşreden bu yığınları
karıştırırken eline geçen bir kavun kabuğunu, üzerinde birkaç
çürük üzüm tanesi bulunan bir salkımı veya henüz içinde yağ
bulaşığı görünen bir sardalya kutusunu yırtık gömleğinin altı-
na telaş ve korku ile saklıyor, bir köşeye çekilip, etrafında sinekler
gibi dolaşan aç çocuklara kaptırmadan, elleri titreyerek
yemeye, sıyırmaya çalışıyordu.
Fakat üç günden beri bunu da yapamıyordu. Midesi, kim
bilir nasıl bir istiğna ile kendisine gönderilen bu çeşitli maddeleri
hemen dışarı yolluyor, hiçbir şey, hatta su bile istemiyordu.
O zaman derhal her şeyi anlar gibi oldu. Bu hal, sonun
yaklaştığına alametti. Artık ölmekten başka yapılacak şey kalmamıştı.
Bunu gayet sakin karşılıyor, mümkün olduğu kadar
sıkıntısız bir şekilde bu dünyayı bırakıp gitmek istiyordu.
Garip bir his, ona, midesinin isyanına rağmen, açlıktan değil,
asıl hastalığından, göğsünden öleceğini söylüyordu. Bunun
için karnını hemen hemen unutmuş gibiydi. İlk günlerde kaburgalarının
aşağısına doğru yayılan ince ince sızılar ve ezilmeler
artık tamamen durmuştu. Şimdi sade göğsü, öksürüğü ve
halsizliği vardı. Her adımda canının biraz daha azaldığını sanıyor,
ağzından kesik darbeler halinde çıkan nefesini, parça parça
dışarı fırlayıp havada kaybolan ruhunu görmek ister gibi, sabit
bakışlarla araştırıyordu.
Dermansızlığı arttıkça, ölecek tenha bir yer aramak ihtiyacı
da çoğaldı. Bir tek korkusu vardı: Kalabalık bir yerde, mesela
bir sokak köşesinde düşüverirse, başına üşüşürler, ifade almaya,
itip kakalamaya, götürmeye kalkarlar, onu rahat can vermeye
bırakmazlardı. Can çekişirken hırpalamaktan ödü kopuyordu.
Kendisine herhangi bir şekilde yardım edilip kurtarılabileceği
düşüncesi kafasından o kadar uzaktı ve dünyada kendisiyle
meşgul olabilecek bir insan bulunabileceği ihtimali ona öyle
yabancı idi ki, bu bitip tükenmez yürüyüşte onun kütleşen sinirlerini
ne bir ümit, ne bir hiddet kıvılcımı harekete getirebiliyordu.
Hayatında yalnızlıktan başka bir şey görmediği için, müthiş
yalnızlığının farkında bile değildi. Etrafından gelip geçenlere,
herhangi ecnebi bir maddeye, bir duvara, bir ağaca, bir köpeğe
bakar gibi düz, alakasız belki biraz çekingen nazarlar fırlatıyordu.
Ölüm ona hiçbir zaman fevkalade bir şey gibi görünmemişti.
Etrafında, küçükten beri, en çok gördüğü şey ölümdü.
Yalnız ölümün bir şekli vardı ki, düşündükçe tüylerini ürpertiyordu.
Köyde ölen sığırlara, atlara ve diğer hayvanlara, gündüz
kargaların ve gece çakalların nasıl üşüştüklerini ve ertesi gün o
leşten nasıl birkaç parça kırmızı renkli kemikten ve birkaç tutam
kıldan başka bir şey kalmadığını çok görmüştü. Farkında
olmadan şimdi onu bu korku avucuna almış bulunuyordu:
Kim olduklarını, ne olduklarını bilmediği ve kendisine bir çakal
veya bir karga kadar yabancı bulduğu bu adamların ihtimal
onu aynı şekilde dideceğini, tanınmaz hale sokacağını sanıyordu.
Oturduğu kapının önunden kalktığı zaman, adamakıllı gece
olmuş ve evlerin alt kısımlarını karanlık sarmıştı. Biraz daha
yukarılarda, çatılara doğru gitgide açılan bir aydınlık vardı.
Birkaç adım attı. Evlerden birinden bir ud sesi, birkaç sokak
öteden sarhoş naraları ile köpek havlamaları geliyordu. Başı
önunde yürüdü. Karşısına tekrar yüksek bir sur çıktı. Onun kenarını
takip ederek on beş yirmi adım daha gidince önü birdenbire açıldı.
Alnından birisi dürtmüş gibi durakladı. Başını kaldırıp ileriye
doğru bakınca, önünde, birkaç adım ilerde, alabildiğine
uzanan ve ayın ışıkları altında hafif hafif şıpırdayan denizi gördü.
Bu gece, harikulade güzel bir geceydi. Her zamankinin iki
misli kadar büyük görünen ay, yerinden fırlamış, toprağa ve
denize adamakıllı yaklaşmış gibiydi. Duvar harabelerinin ve
çöp yığınlarının üzerinde fışkıran arsız nebatlar bir masal bahçesinin
çiçekleri gibi nazlı nazlı sallanıyorlardı. Sahili ara sıra
yalayan dalgaların ıslattığı yosunlu çakıllar, türlü renk oyunları
yapan kıymetli taşlar gibiydi. Her şeyde yarı sarhoş, yarı baygın
bir hal vardı. Her şeyden, bu sessizliğe ve baygınlığa rağmen,
oluk oluk hayat fışkırıyordu.
Gözlerini bir müddet denize, bir müddet aya dikti ve sonra
birdenbire içini bir sızının kapladığını, ölmek istemediğini
anladı. İşte burası sessiz ve kimsesizdi. Bir köşeye arkası üstü
uzanır ve gözlerini tepedeki soluk yıldızlara dikerek gelecek
anı bekleyebilirdi. Buna rağmen, sızlayan göğsünün derin ve
hayat dolu bir nefes almak için kabarmak istediğini fark etti.
Gözleri yaşarmıştı. Hayatında hiç başına gelmeyen bu hal;
ona hayret verdi. Daha fazla düşünmeye vakit kalmadan göğsünü
kaplayan bir öksürük onu birkaç dakika kıvrandırdı, giderken
de, garip ve o zamana kadar alışmadığı bir hüzün bıraktı.
Öleceğine olan kanaati sarsılmamıştı, fakat bu ona yarım
bir şey gibi geliyordu. Etrafında bir eksiklik vardı, düşünmeye
çalıştı: Kafasından sis halinde birtakım şekiller geçtiler,
kimisini köyüne, kimisini anasına benzetmek istedi, fakat hiçbir
şeyi tamamıyla seçemedi. Yavaşça bir taşın üzerine oturdu.
Ne kadar sonra olduğunu pek bilmiyordu, biraz ilerisinde
bir cisim harekete geçti. Eskiden beri orada mıydı, yoksa yavaş
yavaş mı sokulmuştu? Bunu düşüneyim derken ince bir kadın
vücudu ona doğru yaklaştı, bir adım ilerisinde durarak gözlerini
erkeğin yüzüne dikti.
Erkek başını kaldırınca her şeyden evvel karşısındakinin
gözleriyle karşılaştı. Renkleri belli olmayan, fakat acayip bir
ışıkla parlayan bu küçük noktacıklar, vücudu üzerinde ağır
ağır dolaşıyorlardı.
Kadın mehtabı arkasına aldığı için, yüzü karanlıkta kalmıştı.
Gölgesi erkeğin dizinin yanına düşüyordu. İri elleri incecik
kolların ucunda ağır bir cisim gibi sallanıyordu. Çıplak ayaklarında
atkıları bağlanmamış ve topukları kırık iskarpinler, sırtında
rengi belli olmayan, yalnız göğsü kirden ve lekelerden koyulaşan
kısa bir entari vardı.
Kadın bir adım daha attı, erkeğin yanına oturdu ve kaşlarını
manalı olmak isteyen bir şekilde kaldırarak yüzünü yanındakine
çevirdi.
Erkek, şimdi ay ışığının tamamıyla aydınlattığı bu yüze
hayretle baktı.
Bu esmer ve yağlı çehrede çiçek belki en korkunç tahribatını
yapmıştı. Derin çukurlar yer yer birleşmişler ve geniş sahaları
kaplamışlardı. Dudakları ince ve beyaz iki çizgi halinde geriliyor
ve yüzündeki çukurlara birçok da kırışıklar ilave eden yılışık
ve yalancı bir gülüş, gözlerinin altına kadar uzanıyordu.
Kesik ve yorgun nefes alan ve bulunduğu yerde yıkılıp kalmamak
için elleriyle iki tarafını tutan hasta adam, kadının bu gülüşüyle
ürperdi. Etrafındaki bütün çirkinliklere, bütün kirlere
gümüş bir örtü örten ve her şeyi bir an için güzelleştiren ay, bu
çiçekbozuğu yüzü bir kat daha iğrenç yapıyordu... Yalnız bir
şey biraz tuhaftı: Yaşının kaç olduğunun tahmin edilmesine imkan
olmayan bu kadının koyu siyah gözleri, en genç parıltılarla
hareket ediyor ve insanın üzerinde duruyordu. Bunların derinlerinde,
yüzdeki korkunç tebessümle tam bir tezat teşkil eden,
bir hüzün saklı gibiydi.
Kadın biraz daha sokularak:
-Konuşsana!- dedi ve bunu çatlak bir ses ve apaçık bir
köylü şivesiyle söyledi.
O zaman biraz kendine gelmeye çalışan delikanlı, dinlene
dinlene:
-Sen nerelisin?- diye sordu.
-N'ideceksin?-
-Hiç!-
-Gel biraz, şöyle gidelim.-
-Ne diye?- Kadın fevkalade bir tabiilikle:
-Burası pek ortalık yer. Gören olur!- dedi.
Bir an için parlamış olan alakası hemen sönen erkek, ters
bir omuz silkmesiyle homurdandı:
-Hadi, sen işine gitsene!-
Kadın bu hakareti duymamış gibi güldü. Bacak bacak üstüne
atarak, pişkin bir eda ile:
-Meteliksiz misin?- dedi ve sağ elinin baş ve şehadetparmaklarıyla
para işareti yaptı.
Erkeğin yüzünde gülümsemeye benzeyen bir ifade dolaştı.
Öteki, elini hastanın omuzuna koyarak:
-On beş kuruşun da mı yok?- dedi. Sonra bu miktarın azlığını
mazur göstermek ister gibi ilave etti:
-Biz alçakgönüllüyüz...-
Erkek boğuk bir sesle:
-Hadi git be!- dedi ve eliyle şiddetli bir hareket yaptı. Fakat
bu, onu derhal eskilerinden daha berbat bir öksürük nöbetinin
içine fırlattı. Yerinden hopluyor, iki kat oluyor, dışarı fırlayan
gözlerini yardım ister gibi etrafındaki eşyaya çeviriyordu. Kadının
orada bulunduğunu unutmuş gibiydi. Belki beş dakika kadar
süren bu nöbetten sonra, biraz evvel oturduğu taşın dibine
yığılıverdi. Gözleri donuklaşmış, yüzü manasız ve sarkık bir hal
almış, dudaklarının kenarında kanlı köpükler belirmişti.
Bu müddet zarfında ayakta ve kararsız bekleyen kadın yavaşça eğildi:
-Amanın- dedi, -sen hastaymışsın ya!-
Genç adamın ifadesiz gözleri bir müddet karşısındakinin
üzerinde kaldı, sonra başı yavaşça önüne düştü.
Kadın dizleri üzerine çökerek:
-Neyin var? Ne diye önceden diyivermedin!- diye mırıldandı.
-Kalk seni şuraya götüreyim, biraz uzanıp yatarsın!-
Sonra daha yavaş bir sesle ve başını sallayarak ilave etti: -Herhalde
açsın da!-
Hasta hiçbir şey söylemeden, çok güç bir iş yapıyormuş gibi,
başını doğrulttu. Gözleri karşılaşınca birdenbire yüzünü sükunete
benzeyen bir ifade kapladı.
Bir müddet evvel kadının gözlerinde görür gibi olduğu hüzün,
şimdi onun esmer ve çiçekbozuğu yüzünü, ince ve renksiz
dudaklarını da sarmıştı. Yerinden kımıldamaya çalıştı. Kadın
onu kolundan tuttu:
-Uzak değil, şuracıkta!- dedi.
Beş on adım yürüdüler. Önlerine yanmış bir evin dört duvarı
geldi. Boş bir delikten ibaret olan kapının iki ayak merdivenini
çıkarak içeri girdiler. Üstü açık olan ve etrafındaki kocaman
taş pencerelerden deniz görünen bu duvar harabelerinin
bir köşesine, bir metre kadar yükseklikte, bir çuval gerilmişti.
Onun altında bir küçük testi, örtüye benzeyen bir paçavra yığını
ve bir miktar otun üzerine serilmiş, yer yer yırtık bir keçe
vardı. Duvarın taşları arasına sokulmuş bir tahtada ezik bir sepet
asılı duruyordu. Kadın hastayı keçenin üzerine arkası üstü
yatırdı, sepeti duvardan alarak içinden birkaç kuru ekmek parçası
çıkardı ve:
-Ye bakalım!- dedi.
Erkek kaşlarını kaldırdı.
Kadın sordu:
-Kaç günden beri bir şey yemedin?-
Erkek parmaklarıyla üç diye gösterdi.
-Dur öyleyse, sana sıcak bir şey kaynatayım.-
Duvarın mukabil köşesine giderek yongalarla bir ateş yaktı.
Kapaksız ve eğri büğrü bir çaydanlıkta biraz su kaynattı.
Sonra sepetin içini uzun müddet araştırıp bulduğu üç tane şekeri
bu suya atarak karıştırdı ve hazırladığı şekerli sıcak suyu
yudum yudum genç adama içirdi.
Göğsünden aşağı yavaşça inen bu kaynar mayi, onun kaburgaları
arasındaki yaraları sanki yakıyor ve hiç arkası kesilmeyen
batmalar her yudumda bir miktar azalıyordu.
Bunu içtikten sonra yavaşça arkası üstü kaydı, olduğu yere
uzandı. Kımıldadıkça altındaki otlar hışırdıyordu.
Kadın bir kenarda duran paçavraları onun başının altına
doğru sürdü.
Genç adam bir müddet gözleri kapalı bu halde kaldıktan
sonra kendinden geçer gibi oldu, fakat birdenbire göğsünde
yanmalar ve gırtlağını parçalayan öksürüklerle yerinden fırladı.
Kadın onun çırpınan kollarını tutmaya çalışıyor, şaşkın gözlerle
etrafına bakınıyor ve mütemadiyen:
-Amanın Yarabbi!.. Ne yapsak ki?- diye söyleniyordu.
Sabaha kadar bu şekilde birçok kere nöbetler tekrarladı.
Her defasında kadın onun savrulan başını yakalıyor, eliyle terli
alnını siliyor, hala ılıklığını muhafaza eden şekerli sudan birkaç
yudum içiriyor ve sonra, nöbet geçince, başını yavaşça paçavraların
üzerine koyuyordu.
Ay, her şeyi yalancı bir güzelliğe bürüyen örtüsünü sürüyerek
garp tarafındaki sırtlara yaklaşıyor ve karşılarındaki dağların
tepeleri hafif pembe bir ışığa gömülüyordu.
Genç hasta uzun zamandan beri arka üstü yatarak, gökyüzünde
gitgide solan ve hala sallanır gibi kımıldayan yıldızları
boş gözlerle seyretmiş ve tekrar boğazına sarılacak bir nöbeti
korkuyla beklemişti. Nihayet bu beklemeden usanmış gibi gözlerini
yumdu ve müthiş bir yorgunluğun tesiriyle içi geçer gibi oldu.
Fakat bir müddet sonra garip bir hisle kendine geldi. Evvela
gözlerini açmayarak bunun ne olduğunu anlamak istedi: Yüzüne
kısa aralıklarla damlalar düşüyordu. Hafifçe gözlerini
araladı. Bütün vücuduna o zamana kadar bilmediği tatlı bir ürperme
yayıldı. Alacakaranlıkta yüzü pek belli olmayan kadın,
üzerine eğilmiş, ses çıkarmadan ağlıyor, yalnız ara sıra, göğsünde
boğmak istediği bir hıçkırıkla sarsılıyordu.
Genç adam, başının üst tarafında bir insan kalbinin hızla
çarptığını duydu. Gözlerini büsbütün açarak yukarıya baktı.
Kadının esmer, yağlı ve çiçekbozuğu yüzü ona öpülecek kadar
güzel geldi. Bu yüzde, şimdiye kadar hiçbir insanda rastlamadığı
bir alakanın izleri, bir kardeş, bir ana, bir sevgili alakasının
ifadesi vardı. Hiç tanımadığı, ne olduğunu, kim olduğunu bilmediği
bir insanın üzerine eğilerek böyle perişan, böyle acı
gözyaşları dökebilen bu kadın ona harikulade bir mahluk gibi
görünüyordu.
Gözleri birbirine rastlayınca kadınınkiler gülümser gibi oldu,
fakat bunun arkasında yine o her zamanki genç ve mahzun
ifade vardı.
Erkek, sebebini anlayamadığı bir gevşekliğe düştüğünü
hissetti. Elleriyle kadının kemikli, iri ve sert parmaklarını tuttu,
göğsüne doğru çekti. Gözlerini kapayarak, hala yüzüne damlayan
sıcak yaşların altında, belki senelerden beri ilk defa olarak,
sakin ve tatlı bir uykuya daldı.
Tan Gaz., 16.11.1937
...
Köstence Güzellik Kraliçesi
Dört seneden beri görmediğim Berlin'e yeni gelmiştim.
Kah kerpiç evli kasabalarda, kah kızgın güneşle açık mavi denizin
kavuştuğu Akdeniz kıyısındaki şehirlerde oturarak ve bazan
da yaşlı bir at sırtında ve fundalıklı yollarda köyden köye
giderek geçirdiğim bu dört seneden sonra; Berlin bana eskiden
hiç görmediğim bir yer gibi geldi. Alacakaranlıkta indiğim istasyonun
merdivenlerinde ayaklarım ve karşıma çıkan büyük
bir gazinonun şiddetle aydınlatılmış pencerelerinde gözlerim
acemileşti. Eşyamı bir otele bırakır bırakmaz, üstümü bile değiştirmeden,
sokağa fırladım, ağır ağır yürümeye başladım.
Fakat etrafımdaki evler üstüme yıkılacak gibi canlandılar;
sokaklarda yuvarlanan tramvaylar, otobüsler, telaşlı insanlar
hep birden bana doğru koşmaya başladılar. Kaçacak bir yer
aradım. Girmek isteyerek koştuğum gazinoların içinden doğru
fışkıran kalabalık kokusu ve insan gürültüsü beni geri fırlattı.
İçlerine kadar girdiğim yerlerde gene her şeyde o canlanmayı,
bana doğru koşuşu görür gibi oldum. Dans edenler benim etrafımda
dönüyorlarmış sanıyordum. Tavandaki donuk avizeler
yaklaşıp uzaklaşıyordu. Acele ile hesap görerek dışarı fırlarken,
garsonlar durup bana bakıyorlardı.
Büyük şehir beni sarmıştı. Onun içinde, uzun zamandır alışık
olmadığım midesinde biraz daha kalırsam boğulacaktım.
İlk gelen otobüse atlayarak rastgele bir istikamete yollandım.
Hava hafif yağmurlu olduğu için, arabanın üst katında kimseler
yoktu. Oraya çıktım. Nemli muşamba kanapelere oturdum.
Biraz kendime gelir gibi oldum. İnsanlar aşağıda, yaya kaldırımında
koşuşmakta devam ediyorlardı. İki taraftaki binalar
elektrik reklamlarının arkasına saklanmışlardı. Esmer renkli evlerin
pencerelerinden fırlayan ışıklar yolun iki tarafındaki ağaçlara
yapışıp kalıyordu. Bu ağaçların başucumda sallanan ve
birbiri arkasına geçip giden dallarına elimi uzattım. Yapraklar
parmaklarımı ıslattı. Bütün vücuduma bir serinlik yayıldı. O
zaman nasıl ateş gibi yandığımı anladım.
Otobüs, gitgide tenhalaşan yollarda, yolun tenhalığı nispetinde
hızını artırarak gidiyordu. Muayyen bir hedefim yoktu;
yalnız uzaklaşmak, beni birdenbire sarhoş eden, büyük ve canlı
bir mahluk gibi pençelerine almak isteyen şehirden kurtularak
kendime gelmek istiyordum. Berlin'in merkezinden uzaklaşıp
kenar semtlere geldikçe asfalt yollar bitmiş, kaldırım başlamıştı.
Araba hafif hafif sarsılarak ilerliyordu. Bir köşe başında durduk.
Biletçi gelerek buradan ileri gidilmeyeceğini söyledi. İndim.
Etrafıma bakındım. Hiç tanımadığım yerlerdi. Şehrin şimaline
doğru geldiğimizi biliyordum, o kadar. İki tarafımda
dümdüz cepheli yüksek binalar vardı. Otobüs homurdanarak
geri dönerken ben de rastgele yürümeye başladım. Birdenbire
kulağıma uzaktan bir müzik sesi geldi.
Bu, Berlin'de her evin herhangi bir penceresinden zaman
zaman sokağa dökülen bir piyano, bir ev müziği sesi değildi.
Buralarda herhalde, içinde çalgı olan bir gazino bulunmalıydı.
İçine girmek için değil, şöyle bir önünden geçmek için gözlerimle
araştırdım, o zaman sokağın karşı tarafında ve biraz ileride
ışıkları aşağıdan doğru sokağa vuran bir yer gördüm.
Burası bir bodrumdu. Dört ayak merdivenle inildikten sonra
alçak bir kapı vardı. O anda kapıldığım bir merakla merdivenleri
indim, kapıyı iterek içeri girdim.
Yüzüme içki kokusu ve ıslak bir hava çarptı. Girintili çıkıntılı
bir salonun kenarlarına dağıtılmış masalarda kırmızı suratlı
adamlar oturuyorlar ve zaman zaman iri bira bardaklarını dikiyorlardı.
Bir köşede, yüksekçe bir yerde, dört kişilik bir müzik
takımı (bir piyano, bir viyolonsel, bir keman ve bir davul), bu
kabil müzikli yerlerin hiç değişmeyen ebedi parçalarını çalıyordu.
Kapıya yakın boş bir masaya giderek oturdum. Girerken
vestiyere benzer bir şey görmediğim için şapkamı ve elimdeki
birkaç gazeteyi bir iskemleye bıraktım. Bir bardak bira getirdiler.
Ben de etrafa göz gezdirmeye başladım.
Üzerlerinde mavi damalı örtüler bulunan masalarda, ekserisi
işçi kılıklı insanlar oturuyor ve hızlı hızlı konuşuyordu.
Müzik ara sıra altmış senelik bir vals çalmaya başlıyor, iriyarı
herifler masalarındaki sarhoş kadınlardan birini alarak zıplamaya
başlıyordu. Bu kadınlar, yüzlerinde bir bıkkınlık ve çürüklük
ifadesi taşıyarak, ayaklarına basan bu bir gecelik hovardalara
gülümsüyorlardı. Danstan sonra, viyolonsel çalan esmer
adam, piyano ile beraber sanatını gösterdi. O zaman; pek de
acemi olmayan eller, buraların en yüksek müzik seviyesini teşkil
eden parçaları birbiri arkasına sundu. Her küçük gazinoda
yüzlerce defa çalınan bu eserler: Bu Barkarol, bu Noktürn, bu
Macar Rapsodisi ve Karmen... ve bunları çalanların yüzünü
kaplayan mühim ifade beni buradan da kaçıracaktı. Fakat bu
sırada içeriye garip bir adam girdi.
Kapı evvela hafifçe aralandı ve iki açık mavi göz salonda
dolaştı. Sonra korkak adımlarla, küçük, zayıf bir vücut içeri süzüldü.
Bakışları oradakileri incitecekmiş gibi, ürkek gözlerini
etrafta gezdiriyor, bir yere oturmaya cesaret edemiyordu. Ben
yanımdaki iskemleden şapkamı ve gazetelerimi aldım. Bunu
görünce yüzünde bir teşekkür dolaştı ve yanıma oturdu.
Yakından oldukça yaşlı gibi duruyordu. Gözlerinin kenarı
buruşuklar içindeydi. İncecik boynunda ta ensesine kadar uzanan
çizgiler vardı ve kulak memeleri tüylü idi. Gözleri bana ilişince
teşekkür etmek ister gibi sırıtıyor ve ince dudaklarının
arasından sarı dişleri görünüyordu. Gazinonun iç taraflarına
dikilen gözleri bir an parladı. O tarafa baktım. Uzun boylu bir
kadın bize doğru geliyordu. Yaklaşınca Almanca selamladı:
-Hoş geldin Gravila!- dedi. Sonra anlamadığım bir dilde konuştular.
Kadın bir iskemle çekip oturdu ve konuşmasına devam
etti. Ara sıra laf bitmiş gibi duruşlarından, muayyen bir
mevzu etrafında konuşmadıklarını anlıyordum. Kadının tavrında
garip bir melankoli vardı ve bu, onun zaten güzel olan
yüzünü büsbütün cazibelendiriyordu. Fakat bu, eski ve metruk
şatoların dış manzarasına benzeyen, biraz da ürkütücü bir cazibeydi.
Gülüşleri insanda beraber gülmek değil, belki gözleri çevirmek,
hatta kaçırmak isteğini uyandırıyordu. Bu gülüşlerin
arkasında bir şey saklı gibiydi. Bütün bunlar toplu bir halde,
insanı onun mukadderatına bağlamakta gecikmiyordu. Daha
şimdiden zor zapt ettiğim bir merakla onun gideceği dakikayı
bekliyordum. Hemen yanımdakine sormaya başlayacaktım.
Halbuki o, sıska boynunu ileri uzatmış, gözleriyle karşısındaki
kadına, mümkün olsa, onu ebediyete kadar bırakmamak ister
gibi yapışmıştı. Kadının her sözünü sanki içiyor ve vücuduna
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Değirmen, Kağnı, Ses - 19
  • Parts
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 01
    Total number of words is 3301
    Total number of unique words is 1911
    30.9 of words are in the 2000 most common words
    45.0 of words are in the 5000 most common words
    52.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 02
    Total number of words is 3381
    Total number of unique words is 1927
    27.4 of words are in the 2000 most common words
    42.3 of words are in the 5000 most common words
    49.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 03
    Total number of words is 3322
    Total number of unique words is 1876
    31.7 of words are in the 2000 most common words
    45.5 of words are in the 5000 most common words
    53.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 04
    Total number of words is 3510
    Total number of unique words is 1859
    32.9 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    54.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 05
    Total number of words is 3392
    Total number of unique words is 1930
    32.3 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 06
    Total number of words is 3291
    Total number of unique words is 1909
    32.8 of words are in the 2000 most common words
    45.9 of words are in the 5000 most common words
    52.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 07
    Total number of words is 3457
    Total number of unique words is 1970
    33.4 of words are in the 2000 most common words
    48.4 of words are in the 5000 most common words
    55.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 08
    Total number of words is 3302
    Total number of unique words is 2043
    30.0 of words are in the 2000 most common words
    44.2 of words are in the 5000 most common words
    50.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 09
    Total number of words is 3341
    Total number of unique words is 1996
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 10
    Total number of words is 3423
    Total number of unique words is 2041
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    45.3 of words are in the 5000 most common words
    53.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 11
    Total number of words is 3472
    Total number of unique words is 1944
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    47.3 of words are in the 5000 most common words
    54.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 12
    Total number of words is 3400
    Total number of unique words is 1894
    32.2 of words are in the 2000 most common words
    47.9 of words are in the 5000 most common words
    55.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 13
    Total number of words is 3526
    Total number of unique words is 1912
    35.0 of words are in the 2000 most common words
    51.0 of words are in the 5000 most common words
    58.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 14
    Total number of words is 3584
    Total number of unique words is 1895
    31.0 of words are in the 2000 most common words
    43.6 of words are in the 5000 most common words
    52.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 15
    Total number of words is 3543
    Total number of unique words is 1818
    31.7 of words are in the 2000 most common words
    44.1 of words are in the 5000 most common words
    52.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 16
    Total number of words is 3503
    Total number of unique words is 1920
    32.2 of words are in the 2000 most common words
    47.3 of words are in the 5000 most common words
    55.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 17
    Total number of words is 3435
    Total number of unique words is 1879
    36.1 of words are in the 2000 most common words
    50.7 of words are in the 5000 most common words
    58.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 18
    Total number of words is 3418
    Total number of unique words is 1855
    33.6 of words are in the 2000 most common words
    49.5 of words are in the 5000 most common words
    57.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 19
    Total number of words is 2017
    Total number of unique words is 1135
    37.4 of words are in the 2000 most common words
    51.1 of words are in the 5000 most common words
    58.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.