Değirmen, Kağnı, Ses - 17

Total number of words is 3435
Total number of unique words is 1879
36.1 of words are in the 2000 most common words
50.7 of words are in the 5000 most common words
58.1 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
iki liraya satıp yol parası yaptığını ve şafakla kalkan bir
kamyona binip Konya yolunu tuttuğunu söylemiş.
Her Ay, Haziran-Temmuz 1937
...
Köpek
Çok sıcak bir yaz günü idi. Vakit ikindiye yaklaştığı ve güneş
biraz yana düştüğü halde, bozkırın sarı otlarında en ufak
bir kıpırdanma bile yoktu: Her gün bu vakitlerde Koçhisar Gölü
taraflarında esmeye başlayan ve göz alabildiğine uzayan
ovayı yer yer toz bulutlarına gömen rüzgardan henüz bir eser
görünmüyordu.
Kıvırcık tüylerini, diken midir, ot mudur pek fark edilmeyen
bozkır nebatlarının üzerine sererek yan üstü uzanan tiftik
keçileri uyku sersemi gözlerini yarı kapalı tutuyorlar ve çapar
kirpiklerinin arasından, ufkun şark tarafında hareketsizce bekleyen,
avuç içi büyüklüğündeki birkaç beyaz bulutu seyrediyorlardı.
Birbirinden iri ve alacalı iki çoban köpeği uzakça ve sürüye
hakim birer tepede mevki alarak yatmışlardı. Uyur görünmelerine
rağmen ara sıra bir elektrik cereyanı geçmiş gibi kulakları
sarsılıp dikiliyor, küçük gözleri bütün sürüyü kısa bir an içinde
tarayarak tekrar kapanıyor ve yorgun başları ileri doğru uzanan
ayaklarının üzerine yavaşça düşüyordu.
Çoban daha yüksek bir sırtta oturmuş, değneğine dayanarak
uyukluyor ve iki üç yüz adım kadar uzaktan geçen Ankara-Konya
yolunun üzerinde yan yana uzanan yarımşar metre derinliğindeki
tekerlek izlerini gözleriyle ufka kadar takip ediyordu.
Bu izler on çift kadar vardı ve çok derinleşerek ortadaki kısımları
otomobillerin altına dokunmaya başlayınca terk ediliyorlar,
vazifelerini yanı başlarında birdenbire peyda olan yeni
arkadaşlarına bırakıyorlardı.
Genç çoban, yan yana ve kıvrıla kıvrıla uzanan bu olukların
zamanla ne kadar çoğalabileceğini düşünüyor, içerisi un gibi
bir toprakla dolu olan ve rüzgar esince bir anda yükselerek
ufku tozdan bir bulut şeridi halinde birbirine bağlayan bu çukurların
bir gün ovayı baştan başa kaplayıverdiğini görüyordu.
Kendi kendine:
-O zaman ağa keçileri satar herhalde!- dedi. Şimdi bile
hayvanlar saatlerce dolaşıyorlar ve bulabildikleri birkaç cılız
otu köye dönmeden eritiyorlardı. Baharda dört parmak kadar
yükselen yeşil ve seyrek otlar hemen bitiyor ve keçilere şurada
burada fırlayan ve sanki yeşermeden sararıp kuruyan birkaç
çalıyı çıtır çıtır kemirmek kalıyordu. Ama onlar bundan şikayetçi
görünmüyorlardı. Bu cılız otlara rağmen, tüyleri uzun ve
ipek gibiydi. Gözlerinde geniş bir memnunluk ve gevşeklikten
başka hiçbir ifade yoktu.
Çoban bütün ovanın tozlu otomobil yollarıyla kaplanarak
keçilere ot kalmaması ihtimalini düşünürken aklına birçok şeyler
daha geldi:
-Ağa koyunları satar, beni yolcu ederse, acaba yıllığımı
tam verir mi?- dedi.
Senede on iki lira alacaktı, ekmek ile katık da ağadandı, fakat
iki senedir on para aldığı yoktu. Ağası:
-Parayı nideceksin? Bende biriksin, toptan veririm!- diyor,
üstü başı perişan ise, eski bir pantolonla mintan vererek savıyordu.
-İki seneliğimi birden alsam iyi olur emme!- diye şüpheli
bir tavırla başını salladı.
Yaşı daha on sekiz ya var, ya yoktu. Buğday yüzlü, açık
kumral saçlı ve kahverengi gözlü idi. Biraz ileri fırlak dişleri ve
gözlerinin üzerine çökmüş kaşlarıyla kendisine pek güzel denilemezdi,
fakat duruşunda insanın hoşuna giden bir ağırbaşlılık,
bir ciddilik vardı.
-Bizim kocakarı olmasa, şehre gider, beş on kuruş yapardım-
dedi. Fakat bu da ona pek tatlı bir ihtimal gibi görünmedi.
Şehre gidip üç dört sene kaldıktan sonra daha perişan, daha
bitkin ve ümitsiz köye dönen birkaç kişiyi hatırladı. Bunlar,
orada hamallık, kara amelelikten başka bir iş bulamadıklarını,
günde yirmi beş, otuz kuruş kazandıkları zaman kendilerini
zengin saydıklarını ve kaldırımlarda gecelerken köyün sıcak
samanlıklarını çok aradıklarını anlatıyorlardı.
-Neylemeli?- dedi.
Anası tarlada çalışamaz olduğundan beri, genç çobanın aklında
hep böyle şeyler dolaşıyordu. Fakat kendinden evvel aynı
şeyi düşünüp deneyenlerin halini gördükçe ümitsizliğe düşüyordu.
Mesela, akrabalarından biri, birkaç sene evvel İzmir'e gidip
bir fabrikaya amele yazılmıştı. İlk günlerde vaziyeti kötü değilmiş
diye haberler geliyordu, fakat günün birinde tek bacakla
köye döndü. Ayağını makineye kaptırmış; eline kırk elli bangonot
sıkıştırmışlar, kapı dışarı etmişler. Konya'ya dilenmeye gitti.
Orada da belediye rahat vermiyormuş. Zavallının hali berbatmış.
Köyde kalıp bir baltaya sap olmak büsbütün imkansızdı.
Az buçuk mahsul verir bir tarla almak için on sene, bir çift
öküz sahibi olmak için ise on beş sene çalışması lazımdı ve ondan
sonra da hayatın daha tatlı bir şekil alacağı şüpheli idi. Bir
tarlası ve bir çift öküzü olanların hali kendininkinden pek farklı
değildi. Bir sene kuraklık olunca onlar da bütün köylü gibi
dağlara ot yemeye gidiyorlar, üstelik öküzlerinin açlıktan öldüğünü
veya onda bir fiyatına satıldığını görüyorlardı. Kendisi
onlara nazaran, hatta daha iyi vaziyette idi, çünkü ağa kıtlık senelerinde
de onun ekmeğini ve katığını veriyordu. Belki bir
gün parasını da verecekti? Kim bilir?
Gözlerini keçilerin üzerinde dolaştırdı. Sonra sağ tarafındaki
sırtta yatan köpeğe doğru:
-Karabaş!- diye bağırdı.
Köpek hemen başını silkip doğrularak sesin geldiği tarafa
baktı, yavaş yavaş bacaklarını gerdi, süratli adımlarla çobanın
yanına geldi.
Diğer köpek de olduğu yerde doğrulmuş, başını çobana çevirmişti.
Kendisi çağırılmadığı için acele etmiyor, tüylerine yapışan
tozları ve otları itina ile silkiyordu.
Karabaş, çobanın bir adım kadar önünde durdu. Tüylü
kuyruğunu havada ağır ağır sallamaya ve bekleyen gözlerle
karşısındakine bakmaya başladı.
Çoban elini uzatarak hayvanı ön bacağından yakaladı, kendine
doğru çekti. Üç ayağının üzerinde sekerek yaklaşan köpek,
başını delikanlının kucağına koydu ve uzandı. İri vücudu
keyfinden sarsılıyor, kuyruğu iki tarafa gidip gelirken yerin küçük
çakıllarını yuvarlıyordu.
Çoban ve köpeği hiç ses çıkarmadan birbirlerinin gözüne
bakıyorlardı. Ta içlerine; en derin yerlerine kadar anlaştıkları ve
birbirlerine en iptidai, en köklü bir sevgi ile bağlı oldukları
görülüyordu. Çobanın ileri fırlak beyaz dişlerinin arasından çıkan
müsterih bir nefes, hayvanın yüzüne yayılıyor ve onun pembe
dili bu nefesi emiyormuş gibi titriyordu.
Soldaki tepede ayakta duran ve sürüye nezaret işinin şu
anda tek başına kendisinde olduğunu derhal hisseden diğer
köpek, birdenbire olduğu yerden fırladı ve havlayarak aşağı
atıldı. Çoban ve kucağında yatan Karabaş, kafalarını o tarafa
çevirdiler.
Uzaktan, Ankara yolundan bir toz bulutu yuvarlanıp geliyordu.
Yaklaşınca bunun bir otomobil olduğu fark edildi. Şimdi
çobanın önünden fırlayan köpek de aşağı inmiş, yolun, daha
doğrusu yolların kenarına varmıştı. İkisi de başlarını ileri uzatarak
havlıyor ve müthiş bir süratle yaklaşan düşmanı bekliyorlardı.
Aradaki mesafe azalınca ona doğru koştular. Bu esnada
keçiler hayret verici bir lakaytlığı muhafaza ediyorlar, uzun
ve çok boğumlu boynuzlarında, güneşin artık epeyce alçaktan
gelen ışığını parlatıyorlardı.
Otomobil, daha köpekler yaklaşmadan durdu. Bu, bembeyaz
tozların altında da açık mavi boyası belli olan büyük ve kapalı
bir araba idi.
Köpekler havlamalarını azalttılar. Çoban, bulunduğu yerden
onları çağırdı. İkisi de ağır ağır ve ara sıra arkalarına bakarak
uzaklaştılar.
Otomobilin ön kapısı açıldı ve dışarı siyah saçlı, ince bıyıklı
bir genç atladı, eliyle çobana gelmesini işaret etti.
Bu delikanlı, tahsilini kolejde ve sonra Amerika'da yapmış
bir mühendis idi. Memlekete bir sene evvel dönmüştü. İyi mevkili
akrabaların delaletiyle kısa zamanda bilmem hangi bankanın
bilmem ne seksiyonu şefi ile alakası olmayan bu vazifeden
şikayetçi değildi. Üzeri kristal masasının bir kenarında duran
ve içini birtakım riyazi (matematikle ilgili) formüller, işaretler
dolduran üç dört kitap; onun bir fen adamı olduğunu ispat eden ebedi
şahitler gibi el sürmeden yerlerini muhafaza ediyorlardı ve o, ne olduğunu
pek anlayamadığı halde hiç hatasız yaptığı birtakım kırtasiye
işlerini birkaç saatte bitirince, zamanını, İngilizce birkaç magazini
-belki üçüncü defa- gözden geçirmek suretiyle öldürüyordu.
Altı ay kadar evvel bankanın mühim erkanından birinin
kızıyla nişanlandıktan sonra boş zamanlarını daha iyi şekilde
geçirmenin de mümkün olabileceğini anladı.
O zaman satın aldığı ve nişanlısıyla günlük gezintilerini
yaptığı otomobili Ankara'da bir tane idi. Bir sokak köşesinden
sessizce belirip iri gövdesinde tatlı parıltılar yaparak bir köşede
kayboluşuna veya düz bulvarda uçar gibi süzülüşüne, gelen
geçen muhakkak bir kere durup bakıyorlardı.
Bugün de Konya'ya, kendisi gibi Amerika'da okumuş bir
mühendis arkadaşını ziyarete gidiyordu.
Nişanlısı ve onu yalnızca göndermeyi pek münasip bulmayan
kaynanası da beraberdi. Genç kadın bu değişiklikten memnun,
mütemadiyen gülümsüyor, anası ise tozdan ve sarsıntıdan
harap bir halde somurtuyordu.
Mühendis yere atlayıp çobanı çağırdıktan sonra ayaklarını
sallayıp dolaşarak uyuşukluğunu gidermeye çalıştı.
Sırtına gri İskoç kumaşından bir spor elbise ve başına aynı
renkte bir kasket giymişti. Golf pantolonunun altında, belki yirmi
beş renkli, kareli çoraplar; yuvarlak burunlu ve derisi tüylü
kalın iskarpinler vardı. Hususi otomobili olan ve işin lüksünü
tam yapmak isteyen herkes gibi onun da iskarpinleri benzin ve
makine yağıyla kirlenmiş ve sağ tekinin tabanı gaza basmaktan
delinmişti.
İki tarafa gidip gelirken otomobilin yanında durdu ve kollarını
yan kapının açık duran penceresine dayayarak, nişanlısına:
-Nereden aklına esti çobanla konuşmak!- dedi.
Genç kız, omuzlarını, kollarını, gözlerini oynatarak:
-Merak ediyorum ayol, ben hiç köylü görmedim ki!- dedi.
Yanında oturan annesi başını çevirmeden:
-Ne münasebet!- dedi. -Ankara'da pazarlarda, yollarda
hiç görmedin mi?-
-Aa! Onlar köylü mü, amele... Hem ben böyle çobanları falan
görmek isterim. Sonra yavru keçileri de okşayacağım.-
Mühendis:
-Burada yavru keçi yok ki, hepsi kocaman şeyler!- dedi.
Her söz söyleyişinde, her hareketinde, hatta her bakışında
muhakkak vücudunun birçok kısımları oynamaya başlayan ve
yarısı isteyerek yapılıyorsa, yarısı da sinir bozukluğundan gelen
bu cilveli kıpırdayışlarla, gülünç bir oyuncağı andıran genç
kız, infial ile silkindi ve incecik sesiyle:
-Aman, ne olmuş duralım dediysem? Canım öyle isteyiverdi
işte! Keçilerin yatışı hoşuma gitti.-
Bu sırada çoban yaklaşmış ve köpekler yerlerine dönüp sürüyü
gözlerinin himayesine almıştı.
Genç mühendis, biraz ileride durup bekleyen çobana:
-Yaklaşsana!- dedi. -Sen nerelisin?-
Çoban eliyle ovanın şimal tarafındaki bir köyü gösterdi:
-Buralıyım!-
-Bu keçiler senin mi?-
-Yok, ağanın!-
-Her gün buraya mı gelir otlatırsın?-
Çoban gözlerini bir an karşısındakinin üzerinde gezdirip
bu sualin ne münasebetle sorulduğunu anlamak istedi ve
omuzlarını silkerek:
-Neresi olursa olsun, gideriz; belli olmaz!- diye mırıldandı.
Mühendisin bu neviden daha birçok suallerine cevap vermek
mecburiyetinde kalan ve:
-Ne üstüne vazife de soruyorsun? Hadi işine gitsene!- diyemediği
için büsbütün canı sıkılan çoban, ikide birde başını
çevirip sürüye bakıyor ve ara sıra da otomobilin içine göz kaydırıyordu.
Bu sırada içerdekiler kapıyı açtılar. Genç kız beyaz keten
tayyörü ve alçak ökçeli iskarpinleriyle yere atladı. Annesi arkasından
ağır ağır iki tarafa tutunarak indi. İhtiyar kadının yüzü
büsbütün asıktı. -Ne diye burada vakit geçiriyoruz? Ne manasız
çocuklar şunlar!- diye düşünüyordu.
Genç kız, nişanlısının yanına gelip iki elini birbirine kenetleyerek
onun omuzuna asıldı, sonra dudaklarını öne doğru uzatarak:
-Baksana bana çoban- dedi. -Senin yavuklun var mı?-
Bu kelimeyi birkaç sene evvel okuduğu birkaç hikayede
görmüş bellemişti. Çoban hayretle sordu:
-O da ne ki?-
Kız, mühendise baktı. O izah etti:
-Canım, yavuklun işte... Yani nişanlın. Şöyle bir al yanaklı
dilber. Şöyle işte...-
Ve çenesini omuzuna dayamış bulunan nişanlısının yanağını sıktı.
Çoban, içi ekşimiş gibi yüzünü buruşturduktan sonra:
-Ne gezer, beyim- dedi. -Karnımızı zor doyuruyoruz.-
-Zengince bir kız bul... Bir ağa kızı falan.-
Çoban cevap vermedi. Gözlerini açmış, hayretle kayınvalide
hanıma bakıyordu. Boyalı sarı saçlarının sahte kıvrıntıları altında
salkım salkım küpeler sarkan, gözlerinin etrafı mora, yanakları
vişneçürüğüne yakın boyalarla örtülen bu kat kat gerdanlı
ve dallı emprime elbiseli kadın onu birdenbire fevkalade
alakadar etmişti. Bakıyor, bakıyor ve gözlerini başka tarafa
çeviremiyordu.
Suallerinin birçoğunun cevapsız kaldığını gören ve içini
yavaş yavaş, -halkla, köylü ile temas- cazibesi saran, daha doğrusu,
çobanın kendinden emin tavrından ve ağırlığından sinirlendiği
için, onu sıkıştırmak isteyen mühendis, kendisine hakim
olmaya çalışan bir eda ile, fakat asikar bir sitemle karşısındakine:
-Ne diye cevap vermiyorsun?- dedi. -Bak biz seninle nasıl
alakadar oluyoruz. Sen bizim köylü kardeşimizsin. Biz de sizdeniz!-
Çoban alaka ile sordu:
-Kimlerdensiniz?-
Mühendis evvela anlayamadı, sonra:
-Yok canım, öyle değil- dedi. -Biz de sizin gibi köylüyüz,
aslımız köylüdür. Hepimiz biriz demek istiyorum.-
Çoban gözlerini karşısındaki üç kişinin üzerinde bir müddet
gezdirdikten sonra garip bir çekingenlikle:
-Bilemedim beyim!- dedi ve tekrar valide hanımı seyre
başladı.
Mühendis artık açık bir iğbirar (gücenme) ile:
-Nereye bakıyorsun öyle?- dedi.
Hanımefendi arkadan cevap verdi:
-Nereye bakacak, gözlerini yiyecek gibi bana dikmiş duruyor.
Vahşi midir, nedir?-
Çobanın gözleri büsbütün büyüdü.
İhtiyar kadının ağzı açılınca meydana bir sürü kauçuk,
porselen, altın ve birkaç tane de sarı uzun diş çıkmıştı.
Mühendis, elinde olmadan güldü. Çoban başını çevirerek
arkasına baktı. Artık bu konuşmadan sıkıldığı anlaşılıyordu. O
zaman mühendis, halka hitap etmek ve ona doğru yolu göstermek
gibi içtimai bir vazifesi olduğunu hatırlayarak söze başladı:
-Beni dinle, çoban kardeş- dedi. -Siz daha çok gerisiniz.
Bak! Biz, yerimizden, yurdumuzdan kalkıp sizinle konuşmak,
derdinizi dinlemek için buralara geliyoruz; siz gözünüzü, kulağınızı
dört açıp istifade edeceğiniz yerde, etrafınıza bakınıyorsunuz.
Senin ihtiyaçların nedir? Sıkıntıların nedir? Bunları öğrenmek
istiyorum, bana bütün kalbini açmalısın. Ben senin kardeşinim.
Ha, öyle değil mi?-
Çoban kıpkırmızı olmuştu. Bütün bu sözlerden bir şey anlamıyor,
yalnız karşısındakini herhangi bir şekilde gücendirdiğini
hissederek üzülüyordu.
Mühendis tekrar lafa başladı:
-Ben mühendisim, senin için çalışıyorum; sen köylüsün,
benim için çalışıyorsun. Birbirimizle anlaşmazsak olur mu
ya?..-
Daha bir şeyler söylemek, uzun uzun anlatmak istiyordu.
Sahiden müteessir olmuştu. Bu anda karşısındakiyle anlaşmak
ihtiyacını duyuyordu; fakat onun anlayacağı dili pek tayin edemeyişi,
hatta alelumum (genel olarak) Türkçesinin biraz kıt oluşu, sözlerini
yarıda bıraktırıyordu.
Çoban eliyle birkaç kere kısa ve ret manasına gelmek isteyen
işaretler yaptı ve kekeledi:
-Ben bir şey demedim, bey... Kötü bir şey mi yaptım ki, bey?-
Mühendisin nişanlısı birdenbire değişen bu mükalemeden
bir şey anlamamış ve sıkılmaya başlamıştı. Annesiyle bir göz
işaretinden sonra genç erkeğin kolundan çekti ve:
-Hadi cicim, gidelim!..- dedi.
Mühendis birkaç şey daha söylemek için ağzını açtı. Kelime
bulamadı. Arabasına atlayarak motörü işletti ve otomobil
biraz kımıldadıktan sonra tozlar içinde hızla ileri atıldı.
Çoban bu kısa an içinde o zamana kadar duymadığı bir teessürle
şaşkına dönmüştü. Karşısındakine belki bir haksızlık
yaptığını, onu kızdırdığını müphem bir şekilde fark ediyor ve:
-Pek mi yabani durdum ki?- diye düşünüyordu.
Mühendis ise birdenbire müthiş bir hiddete kapılmıştı. Adi
bir çobanın karşısında yalvarır gibi sözler söylemiş olmak, ona
tahammül edilmez bir izzetinefis yarası gibi görünüyordu. Biraz
evvelki sözlerinde ileri sürdüğü kardeşliğe rağmen, çobanla
kendisi arasındaki büyük farkı vazıh (açık, belirgin) olarak görüyor,
dişlerinin arasından:
-Adam olmaz bu sersemler!- diye mırıldanıyordu.
Nişanlısının bir çığlığı ile silkindi ve başını yana çevirince
otomobilin iki tarafında havlayıp sıçrayan köpekleri fark etti.
Eli hemen arka cebine gitti. Sonra durdu. Düşündü. Farkında
olmadan yapmak istediği bu hareket, ona şimdi en lüzumlu bir
şeymiş gibi görünüyordu. Diğer birtakım düşünceler olmasa,
bu anda silahını ihtimal çobana karşı bile kullanacaktı. Küçük
ve babasından kalma mavzer tabancasını pencerenin yana doğru
açılan sürgülü camından dışarı uzatarak alacalı köpeğin açık
ağzına doğru ateş etti; sonra gaza basarak arabasıyla beraber
bir toz bulutunun içine gömüldü.
Karabaş uzun tüyleriyle yolun kenarına yuvarlanmış ve
derhal hareketsiz kalmıştı. Diğer köpek, Karabaş'ın yanında;
ayaklarını, daha ileri gitmesine mani olmak istiyormuş gibi, ileri
uzatmış, bekliyordu. Çoban koşarak oraya geldi. Diz çökerek
sevgili arkadaşının başını okşadı. Deminki teessürünün yerini
daha hakiki, daha yerinde bır acı almıştı. Gidenlere hiçbir alakası,
hiçbir yakınlığı olmadığını, bilakis onların kendisini en
sevdiği bir şeyden ayırdıklarını apaçık görüyor ve yaşaran gözleriyle
ölü köpeği okşuyordu.
Öteki köpek de eğilmiş, arkadaşının yüzünü kokluyordu.
Şimdi hepsi yerlerinden kalkmış bulunan beyaz, uzun tüylü,
masum gözlü tiftik keçileri, ufukta yuvarlanıp giden bir toz kümesine
hayretle bakıyorlar ve sırtlarında güneşin kırmızı ışığını
oynatarak, ağır ağır ölü köpeğin etrafına toplanıyorlardı.
Yedigün, 23.06.1937
...
Sıcak Su
İki candarma alacakaranlıkta köyün kenarına varınca, atlarından
indiler ve dizginleri karşıdan koşup gelen kahveci çırağına
vererek, bacaklarını gere gere yürümeye başladılar.
Köyün sokaklarında kimse yoktu. Uzaktan yanık bir inek
böğürmesi işitiliyordu. Rüzgar söğüt ağaçlarının dallarında hafif
mırıltılarla dolaşıyordu. Köyün batı tarafırtdaki sırtları kaplayan
orman, oraya çökmüş bir bulut yığını gibi kımıldıyordu.
Candarmalar kahveye girip kahveci ile yavaş sesle birkaç
kelime konuştuktan sonra dışarı çıkarak köye doğru yürüdüler.
Evler büsbütün karanlığa dalmıştı...
Tam köyün öbür ucunda, ormanın başladığı yerdeki ufak
bir eve yaklaştılar. Ses çıkarmak istemedikleri anlaşılıyordu.
Evin etrafını saran çite gelince, ayaklarının ucunda yükselerek
evin ışık görünen penceresine baktılar. İçeride bir kadın diz
çökmüş, çorba içiyordu. Birçok örgülere ayrılmış saçları arkasına
bırakılmıştı. İkide birde pencereden dışarıya da kaçamak bir
göz atıyordu.
Candarmalardan biri:
-Bire domuzun karısı, nasıl da haberi yokmuş gibi yapar
ya!..- diye söylendi. Öteki:
-Bu dördüncü gelişimiz. Hiçbirinde kıstıramadık. Bu sefer
de İsmail yok gibi ama, bakalım!- dedi.
Çitin kapısını iterek girdiler. Bir candarma, bahçenin arkasına
dolandı. Ötekisi kapıyı vurdu.
İçerde hiç bir telaş eseri görülmedi. Yalnız yerinden kalkan
kadının üç etekli entarisinin yaklaşan hışırtısı duyuldu. Sonra
kapının arkasından taze bir ses:
-Kim o?- diye sordu.
-Aç... İsmail'i arıyoruz!-
Bir sürgü çekildi, kadın kapıyı açarak:
-Buyurun arayın, İsmail evde yok. Geçen sefer geldiğinizde
söyledim: Bahardan beri İsmail gelmiyor. Dört ay mı oldu ki
ne!..-
Candarma bağırdı:
-Sus, iki gündür buradaymış, bize haber geldi!-
Kadın yumuşak bir sesle:
-Yalan ağacığım, yalan! İsmail vukuatı yaptıktan sonra bu
yakalarda görunmedi bile. Kim bilir ne yanlara gitti? Belki de
dağlarda öldü kaldı!-
Candarma, yükü açtı, yatakları devirdi, sonra etrafına bakındı.
Ev bu bir tek odadan, bir de aralıktan, ibaretti. Aralıkta
bir zeytinyağı testisi ile bir ekmek tahtası ve ne oldukları pek
belli olmayan birtakım şeyler daha duruyordu. Biraz genişçe
olan odanın bir kenarında bir minder uzanıyor, onun bir köşesinde
de, açık bir mushaf duruyordu.
Candarma, evvela güzellikle işe başlamak isteyerek kadına
sokuldu:
-Bana bak, Emine- dedi, -inkarı bırak. Bu oğlandan gayrı
sana hayır gelmeyeceğini anladın. Devlet onu sana bırakmaz.
Ondan sorulacak hesabı var. Nesine acırsın yabanın katilinin?
Ama diyeceksin ki, o keyfinden adam vurmadı, canını kurtarmak
için vurdu. Peki, ne diye dağa çıktı öyleyse? Devletin mahkemesi
yok mu? Vurduğu uşak, ağa çocuğu diye onu yiyecek
değiller a! Hakkı ne ise o kadar yatıp çıkacaktı. Dedim ya, bırak
sen onun arkasını da, nerede olduğunu, bu akşam nereye kaçtığını
bize söyle. Bak gençliğin var. Kendine yazık etme... Hadi
Emine, deyiver bakayım, İsmail biraz evvel buradaydı değil
mi? Kim haber verdi bizim geldiğimizi?-
-Söyledim ya, ne diye üstelersiniz! Dört aydan beri İsmail'i
görmedim!..-
-Emine, bunun sonu kötü olacak. Biz de buraya keyfimizden
gelmiyoruz, yüzbaşı söylemedik laf komuyor; bu sefer de
yakalamadan gidersek, iflahımızı keser. Kim bilir hangi dağ başındaki
karakola gönderir.-
Kadın önüne bakıp susuyordu.
Candarmalar birbirlerine baktılar. Svnra yan yana gelip
birkaç kelime fısıldaştılar. Birisi:
-İhbar sahi miydi acaba?- dedi.
Öbürü kurnaz bir gülüşle:
-Şimdi anlarız!..- diye cevap verdi ve bu işlerin kurdu olduğunu
göstermek ister gibi elini salladı. Sonra kadına dönüp:
-Aç şurayı!..- diye bağırdı ve eliyle odanın bir köşesindeki
küçük tahta kapıyı gösterdi.
Kadın bir dakika tereddüt ettikten sonra, o tarafa giderek
tahta mandalı çevirdi ve kapı kendiliğinden açılıverdi. Burası
küçük bir gusülhaneydi.
İçerde kimse yoktu. Öbür candarma sorucu gözlerle arkadaşına baktı:
-Hani ya?- diye mırıldandı.
-Sus!-
İçinde isli bir teneke ile küçük bir tahta iskemle görünen
gusülhaneye yaklaşarak elini tenekenin içine soktu. Sonra parmakları
yanmış gibi hızla geri çekti:
-Bu sıcak su ne olacak?- dedi.
-Hiç!..-
-Hiç olur mu?- ve anlayışlı bir sırıtma dudaklarına yayıldı.
Kadın kızararak mırıldandı:
-Su dökünecektim...-
-Allah'ın gündüzü kalmadı mı? Kime yutturuyorsun? Kocan
burada değil de, gece vakti ne diye sıcak su hazır edersin?-
Sonra arkadaşına dönerek:
-Bu en sağlam usuldür!- dedi. -Bir kaçağın evini ararken
evvela gusülhaneye bakarım!..-
Birdenbire kadını kolundan yakalayıp çekerek bağırdı:
-Artık inkar para etmez! Söyle bakalım, İsmail nerede? Su
adamakıllı sıcak olduğuna göre, herhalde yeni kaçmış. Buralardan
uzak değildir. Söylemezsen kendin bilirsin!-
Kadın, benzi sapsarı kesilmiş bir halde, kolunu kurtarmaya
çalıştı, sesi titreyerek: -Bilmiyorum!..- dedi.
O zaman candarma, kadının kolunu hızla bırakarak odada
dolaşmaya başladı. Arkadaşı bir duvara dayanmış duruyor ve
kadının süratle inip kalkan göğsüne bakıyordu.
Dolaşan candarma birdenbire durdu, arkadaşını eliyle çağırarak
yavaş, fakat kadının duyabileceği bir sesle:
-İsmail herhalde uzakta değildir, bize teslim olmaya gelmezse,
karısının ırzını kurtarmaya da gelmez mi?..- dedi, sonra
daha yavaş bir sesle ilave etti:
-Ben şimdi Emine'yi yakalayıp mindere atarım, bağırırsa,
nasıl olsa İsmail dayanamaz, neredeyse çıkar gelir. O zaman
kapının yanında bekler, ya ölüsünü, ya dirisini yakalarsın... Bağırmazsa...
Eh, ne yapalım... Bir kere de sen denersin!..-
Kadın sapsarı kesilmişti ve titriyordu. Alt dudaklarını kanatacak
kadar ısırıyordu. İki tarafına bakındı. Dört duvardan
ve iki candarmadan başka bir şey yoktu.
Biraz evvel sıcak suya bakan candarma, gözleri parlayarak
kadını bileğinden yakaladı ve odanın kenarına sürükledi. Öbür
candarma silahını eline alarak dışarı çıktı.
Fakat ne öteki, ne de bu, kadının ağzından bir kelime bile
alamadılar... O, her şeye rağmen bir kere bile bağırmadı, yardıma
kimseyi çağırmadı.
Bir müddet sonra candarmalar silahlarını omuzlarına vurup
yüzlerinde tatlı bir yorgunluk ve içlerinde hafif bir endişe
ile evi terk ederlerken, Emine de yavaşça arkalarından dışarı
süzüldü. Çitin kenarlarına sine sine ormana daldı.
Sabaha kadar uzaktaki çalıların arasında bekleyen İsmail,
ortalık ağardığı halde hala evde ışık yandığını görünce sürüne
sürüne sokuldu ve yarı açık kapıdan garip bir üzüntü ile içeri
girdi.
Oda darmadağındı. Yağı bitmeye yüz tutan lamba, cızırtılarla
yanmaya çabalıyordu. Ortada kimseler yoktu.
Kapının önüne çıkarak bir ıslık çaldı. Köy tarafından on
dört yaşlarında bir çocuk göründü. Koşarak ve etrafına bakınarak
geldi. İsmail onu hemen aşağıya, kahve tarafına yolladı.
-Candarmalar Emine'yi götürdülerse n'eylemeli?- diye düşünüyordu.
Fakat yarım saate varmadan dönen oğlan, candarmaların
gece yarısına doğru atlarına binip kasabaya yollandıklarını
ve kimseyi götürmediklerini söyledi.
O zaman köyden gelen daha birkaç kişi ile beraber Emine'yi
aradılar. Her eve sordular, ormanda dolaşıp:
-Kız Emine... Nerdesin?- diye bağırdılar. Fakat ne o gün,
ne de ondan sonra, hiçbir yerden Emine'ye dair bir haber çıkmadı.
Ayda Bir, 01.07.1937
...
Mehtaplı Bir Gece
Yüksek ve üzerinde yer yer otlar fışkıran bir duvara dayanıp
yarı kapalı gözlerini yukarı kaldırınca etrafa alacakaranlığın
çökmüş olduğunu gördü. Gideceği yere yaklaşmış biri gibi
derin bir nefes aldı. Önünde, üzerinden demiryolu geçen bir
köprü vardı. Bunun altına doğru, duvarlara tutunarak yürüdü.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Değirmen, Kağnı, Ses - 18
  • Parts
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 01
    Total number of words is 3301
    Total number of unique words is 1911
    30.9 of words are in the 2000 most common words
    45.0 of words are in the 5000 most common words
    52.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 02
    Total number of words is 3381
    Total number of unique words is 1927
    27.4 of words are in the 2000 most common words
    42.3 of words are in the 5000 most common words
    49.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 03
    Total number of words is 3322
    Total number of unique words is 1876
    31.7 of words are in the 2000 most common words
    45.5 of words are in the 5000 most common words
    53.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 04
    Total number of words is 3510
    Total number of unique words is 1859
    32.9 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    54.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 05
    Total number of words is 3392
    Total number of unique words is 1930
    32.3 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 06
    Total number of words is 3291
    Total number of unique words is 1909
    32.8 of words are in the 2000 most common words
    45.9 of words are in the 5000 most common words
    52.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 07
    Total number of words is 3457
    Total number of unique words is 1970
    33.4 of words are in the 2000 most common words
    48.4 of words are in the 5000 most common words
    55.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 08
    Total number of words is 3302
    Total number of unique words is 2043
    30.0 of words are in the 2000 most common words
    44.2 of words are in the 5000 most common words
    50.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 09
    Total number of words is 3341
    Total number of unique words is 1996
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 10
    Total number of words is 3423
    Total number of unique words is 2041
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    45.3 of words are in the 5000 most common words
    53.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 11
    Total number of words is 3472
    Total number of unique words is 1944
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    47.3 of words are in the 5000 most common words
    54.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 12
    Total number of words is 3400
    Total number of unique words is 1894
    32.2 of words are in the 2000 most common words
    47.9 of words are in the 5000 most common words
    55.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 13
    Total number of words is 3526
    Total number of unique words is 1912
    35.0 of words are in the 2000 most common words
    51.0 of words are in the 5000 most common words
    58.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 14
    Total number of words is 3584
    Total number of unique words is 1895
    31.0 of words are in the 2000 most common words
    43.6 of words are in the 5000 most common words
    52.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 15
    Total number of words is 3543
    Total number of unique words is 1818
    31.7 of words are in the 2000 most common words
    44.1 of words are in the 5000 most common words
    52.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 16
    Total number of words is 3503
    Total number of unique words is 1920
    32.2 of words are in the 2000 most common words
    47.3 of words are in the 5000 most common words
    55.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 17
    Total number of words is 3435
    Total number of unique words is 1879
    36.1 of words are in the 2000 most common words
    50.7 of words are in the 5000 most common words
    58.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 18
    Total number of words is 3418
    Total number of unique words is 1855
    33.6 of words are in the 2000 most common words
    49.5 of words are in the 5000 most common words
    57.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 19
    Total number of words is 2017
    Total number of unique words is 1135
    37.4 of words are in the 2000 most common words
    51.1 of words are in the 5000 most common words
    58.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.