Değirmen, Kağnı, Ses - 07

Total number of words is 3457
Total number of unique words is 1970
33.4 of words are in the 2000 most common words
48.4 of words are in the 5000 most common words
55.6 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Halil'im, yandın! dedi. Bir mahalleliydik ama, küçükten beri
hiç aramız barışmamıştı. Birbirimize diyivermesek bile, içten
içe hasım gibiydik. Ben, şu bildiğin karı meselesinden Süleyman'ı
vurunca, Bekir büsbütün kanıma yürür oldu. Süleyman'la
pek arkadaştılar. Bacısını da galiba rahmetliye vermek
niyetindeydi. Ben eşkıya olup dağa çıkınca köyde rahat oturamaz
oldu. İki kere de yataklarımı ihbarladı. O zaman: 'Eceline
susamadıysa edebiyle otursun, Çallı Halil'in gözüne gayrı dünya
görünmüyor!' diye haber saldım... Sesi çıkmaz olduydu.
Şimdi karşımda namlı şanlı candarma olmuş, yüzüme bakıp
bakıp sırıtıyordu. Sonra yanıma sokuldu, elini omuzuma vurdu:
'Gel bakalım hemşerim, geçmiş olsun, kasavet etme, zeybek
kısmı dayanıklı olur! dedi. 'Allah Allah, oğlan halimize acıdı!'
dedim; ama o yıvışık sırıtması hiç durmuyor, gitgide zihnimi
karıştırıyordu. Beni aldı, kendi yattığı odaya bitişik olan köyün
misafir odasına götürdü, kelepçeyi çözmeden içeri bıraktı: 'Yat
uyu bakalım da, yarın sabaha kuvvetli bulun!' dedi. Gene öyle
kötü kötü sırıttı. Ben toprak sedirdeki hasırın üstüne uzandım.
Bekir'in bu gülüşleri netameli ama, Allah hayır verir inşallah
dedim, uyudum.
Sabahleyin şafakla beraber uyandım. Odanın iki duvarındaki
ufak pencerelerin önünde kalabalık vardı. Ne oluyor ki diye
doğrulacak oldum, Bekir içeriye girdi; hep akşamki gibi gülüyordu.
Yanıma sokuldu: 'Kalk bakalım Halil Efe, seninle eski
hesapları temizleyelim. Bak ne kadar dostun varsa topladım
geldim!' dedi. Kendi kendime bir daha: 'Yandın garip Halil Efe
yandın!' dedim. Gözlerimi şöyle bir pencerelere, kapının aralığına
doğru gezdirdim. Amanın ne göreyim! Yedi köyün ayanı (ileri gelenleri)
muhtarı burada... Bekir gitmiş, bana düşman ne kadar köy varsa
hepsinin ihtiyarlarını toplamış gelmiş. Hiç renk vermedim.
Bekir yanıma sokuldu. Kelepçeye yapışıp bir asıldı, hemen
doğruldum. Çeke çeke odanın ortalık yerindeki direğe götürdü,
bir ip çıkardı, beni oraya sımsıkı bağladı. Ondan sonra bastı
sopayı...
Mahpuslukta adam dayak yemekten yılmaz. Eğer Bekir
yalnız dayak atsa, bunu da tenha bir yerde yapsa, hiç ağırıma
gitmezdi. Candarma değil mi, helbet dövecek; ama böyle yedi
köyün muhtarını başına toplayıp da envai türlü hakaret etmesi
bana pek dokundu. Beş on değnek vurduktan sonra gidiyor,
kapıdan yalak gibi ağzını açıp bakan muhtarlarla, oraya biriken
köylülerle konuşuyor, sonra dönüp yanıma gelerek soyuma sopuma
sövmeye, suratıma tükürmeye, ötemi berimi tekmelemeye
başlıyordu. O tükürünce ben elimi yüzüme götürmek istiyordum.
O zaman bağlar bileğimi acıtıyordu... Yüzümü acıdan
buruşturunca, bakanların hepsi katıla katıla gülüyorlardı...
Bizim Bekir bir saatten ziyade benimle eğlendi; her yanımı
dayaktan çürüttü, uyuz ite yapılmayacak hakareti yaptı... Ama
ben de ağzımı açıp bir of demedim. Onun meramı beni zebun
edip yalvartmaktı. O kadar adamın karşısında ölüm serilse bunu
yapamazdım; yine de yapmadım.
Bekir yorulunca yakamı bıraktı, köylülerle beraber yemek
yemeye gitti. Ben içimden: 'Ülen Bekir, sen bir elime düşmeyesin!'
dedim. Ben Çallı Halil Efe olduktan sonra kimsenin ettiğini
yanına komazdım.
Az sonra Bekir göründü. Hiç sesini çıkarmadan bağlarımı
çözdü, dışarı çıkardı, atına bindi, beni önüne kattı, Çal'a doğru
yürümeye başladık. Denizli'den beri hiç atlı candarma ile yürümemiştim;
bu da kaderde yazılıymış dedim.
Şöyle böyle iki saat kadar yürüdük. Ovanın ortasındaydık.
Bekir atını ağır ağır sürüyordu, ben de dizime kadar çıkan otların
içinde bir yürüyüp bir koşarak sol yanında gidiyordum. Bir
aralık baktım, kelepçenin ortasındaki vida sallanıyor. Ellerimi
yavaşça iki yana çevirdim, kuvvetli kuvvetli bastım, paslı kelepçenin
vidası çıt dedi, düştü. Hiç sesimi çıkarmadan daha bir
yarım saat gittik. Ondan sonra Bekir'e döndüm, ellerimi uzattım:
'Bekir Efe' dedim, 'bu kelepçenin vidası düşmüş.' Bekir aklınca
kabadayı adamdı. Elinde mavzeri, altında atı olduktan
sonra ben nereye kaçabilirdim ki? Hiç istifini bozmadı. 'Çıkar
kelepçeyi, koy cebine!' dedi... Dediğini yaptım; biraz daha yürüdük,
o zaman kuşağımdan gümüş tabakayı çıkardım, Bekir'e
uzattım: 'Al bakalım Bekir Efe, sar bir cıgara!' dedim, 'Ben Çallı
Halil, sen Çallı Bekir olduktan sonra, biz daha çok rakılar içeriz,
çok kadehler tokuştururuz...'
Yüzüme bir baktı. Durdu, durdu, ondan sonra elini uzatıp
tabakayı aldı. Elinde tuttuğu mavzeri dizlerinin üstüne yatırdı,
dirseklerini onun üstüne dayadı, tabakayı açıp cıgarayı sarmaya
başladı... Şöyle yandan bir göz attım. Hem cıgarayı sarıyor,
hem de dirseklerini sıkı sıkı mavzere basıyordu. Silahın namlusu
benden yana olduğu için hiç umut yoktu. 'Ülen Bekir, bunu
da çaktın!' diye içimden söyledim. Tam bu sırada Bekir cıgarayı,
ıslatıp yapıştırmak için, dudaklarına götürdü. Dirsekleri
mavzerin üstünden şöyle bir nefes alımı kalktı.
O, daha ne olduğunu anlamadan ben mavzeri kapınca yirmi
adım öteye fırlamıştım. Oradan bağırdım:
-İn bakalım Bekir çavuş, şimdi de biz hesap görelim!- Bekir
hemen indi, gülerek yanıma sokulmak istedi. 'Olduğun yerde
kal!' diye bağırdım, -Kelime-i şahadet getir, seni vuracağım!'
Bey, Bekir'in bu sözleri dediğim zamanki halini bir görmeliydin.
Yüzü sararıverdi, melil melil yüzüme bakmaya başladı:
'Aman Halil Efe,' dedi, 'yavuklum var, bir garip anam var,
canıma kıyma da ne yaparsan yap.'
Yüreğim acımadı değil, ne kadar aramız açık olsa, yine
hemşerilik vardı. Bir mahalle delikanlısıydık. Ama onun ettiği
hakareti kandan başka bir şey temizlemezdi. Bekir sağ kaldıkça
insan içine çıkamazdım: 'Vuracağım seni Bekir, başka yolu yok;
bir vasiyetin varsa söyle!' dedim.
Bunu dedim, mavzeri de doğrulttum. O zaman Bekir kurtuluş
olmadığını anladı. Garip garip bana baktı, sonra başını
çevirdi, öte yanda yularını sürüyüp otlayan atını bir süzdü.
Sonra başını kaldırıp gökyüzüne de bir göz attı. Tekrar bana
döndü, ağzını açtı, tam bir şey söyleyecekti, tetiğe dokandım.
Bekirceğiz oraya yıkılıverdi.
Ama sana bir şey söyleyeyim mi efendi, sen istersen gene
inanma, benim tetiğe dokunmamla, Bekir'in yere düşmesi bir oldu.
Allah bilir ya, garip oğlan kurşundan değil, korkudan öldü.
Benim kurşun ona diriyken değil, ölüp yere yıkılırken değdi.-
1934
...
Sarhoş
Kanuni Kamil, bahçe sahibinden yevmiyesini aldıktan sonra
bir saat kadar daha orada kaldı. Hanende Muhsine adamakıllı
sarhoştu, tam balta olacak sıraydı. Zaten Kamil de burnunun
ucunu görmüyordu.
Garsonlar yavaş yavaş radyom lambalarını söndürüyorlardı.
Bir bekçiyle iki polis, kenardaki salkımsöğüdün altına yıkılıp
kalan bir kunduracı çırağını kaldırmışlar, dışarı çıkarmaya
çalışıyorlardı. Gazino sahibi o tarafa koşup hesap isteyince, sarhoş
çırak bir daha yıkılır gibi oldu. Ağzını bir tarafa eğerek anlaşılmaz
laflar mırıldandı. Fakat gazinocu pek dolma yutar soyundan
değildi. Yakasına yapışıp başından kasketini alınca oğlan
ayılır gibi oldu. Pantolon cebinde bir hayli arandıktan sonra
parayı verdi, polislerin kolunda, çıkıp gitti.
Gazinocu büfeye döndü. Kamil'le Muhsine büfeden vuran
aydınlığa bir masa çekmişler, karşı karşıya oturuyorlardı. Önlerinde
ufak bir şişe rakı vardı. Kamil önüne bakıyor, kız kendi
kendine hafif şarkılar mırıldanıyor ve sonra durup dururken
gülüyordu. Bu, daha ziyade yüz sinirlerinin acayip bir gerilmesine
benzeyen bir gülüştü.
Kamil düşünüyordu:
Gazinocu, Muhsine'yi alıp otele kadar götürmeden defolmuyor;
ne yapmalı da bu akşam beraber gitmeli? Sonra asıl
mühimi: Bizimkini ne yapmalı?.. Geceyarısı sokaklara fırlar, karakolları
ayağa kaldırır. Ne şirrettir o... Sıska, sarı yüzüyle karısı
gözünün önüne geldi: Şimdi otelde oturmuş, pencereden sokağa
bakıyor, beni bekliyordur, diye düşündü. Ürktü ve elini
yüzüne götürüp gezdirerek şaşkın bir hareket yaptı.
Bu sırada gazinocu geldi. Muhsine'ye: -Hadi bakalım!- dedi.
Muhsine kalktı. Kamil de beraber... Bahçede yürüdüler. Yollar
kumluydu ve gıcırdıyordu. Kamil kolunun altında sıkı tutmaya
çalıştığı siyah kılıflı kanununu birkaç defa ağaca çarptı,
yıkılacak gibi sallandı.
Yolda beş on adım gittikten sonra bir araba geçti. Gazinocu
eliyle işaret etti, araba durdu; evvela Muhsine bindi, gazinocu,
kızın arkasından binmek isteyen Kamil'i eliyle iterek içeri atladı
ve araba yürüdü.
Kamil yolun ortasında bir müddet sallanıp durarak düşündü.
Hemen hemen her akşam bu böyle olduğu için kızdığı falan
yoktu. Yalnız, her akşam böyle arabaya ayağını atarken itilip
sokakta yalnız kalınca bir müddet düşünmek adetiydi. Sonra
sallanarak kendi oteline doğru yürüdü.
Dört katlı otelin en üst penceresinden beyaz bir gölge sarkıyordu.
Kamil ürperdi.
Yukarıdan kısık bir ses bağırdı:
-Çingene!.. Alçak Çingene!.. Bahçe dağılalı bir saat oluyor.
Gene o Muhsine dedikleri kaltağın peşindeydin değil mi?-
Kamil başını yukarı kaldırdı, muvazenesini kaybederek yere
yuvarlanıyordu, kanunu destek gibi kullandı ve ayakta kaldı.
-Ne bağırıyorsun gece yarısı be!.. Hesap görüyorduk...-
-Hesap mı? Arabanın peşinde köpek gibi dolaştın, görmedim
mi sanıyorsun? Dinsiz, imansız Çingene!..-
Yukarıdan doğru ağlayan bir çocuk sesi duyuldu. Kamil
okkalı bir küfür savurdu. Fakat kendini tutamadı, yere yuvarlandı.
Siyah torbalı kanunu yerden kaldırıp koltuğunun altına
sıkıştırırken yukarıda bütün sokağı çınlatan bir feryat koptu.
-Gelme buralara alçak... Sokmam seni içeri... Gelme!..-
Beyaz baş içeri çekilmek istedi, fakat hızla çekilirken pencereye
çarptı, pencerenin kenarındaki değnek düştü. Ağır çerçeve
bütün yüküyle kadının başına indi. Kamil yalnız bir cam
şangırtısı işitti.
Merdivenleri hızlı hızlı çıktı, otel hizmetçisi, alışkın olduğu
için, fazla ehemmiyet vermedi. Don gömlekle yatağından kalkıp
kapıyı açmıştı, tekrar yerine koştu.
Kamil söylene söylene odaya geldi. Kanunu bir duvar kenarına dayadı.
Ortada, karyolanın ayak ucundaki demirle pencere arasında,
bir salıncak sallanıyordu.
İki yaşlarında kadar bir çocuk salıncakta oturmuş katılırcasına
ağlıyordu.
Kamil cam şangırtısını unuttu. Çocuğun yanına gitti. -Sus
iki gözüm, sus anam babam!-
Salıncağın yanına diz çökerek çocuğu sallamaya başladı,
bu sırada yayvan yayvan ninni söylüyor, karmakarışık şeyler
mırıldanıyordu:
-Ah o anan olacak karı... Ah... Nereden başıma sardım bu
sıska kaltağı... Senin de başının derdi, benim de... Eeee... Uyu
bakayım... Hadi uyusana... Ninni... Ninni...- Sonra makamla
söylemeye başladı:
-Bir gün İstanbul'a gitsek, niiiinni...
Şu karıyı başımızdan savsak, niiiinni,
O zaman sen de kurtulursun ben de, niiiinni.-
Birdenbire durdu; odadaki sessizlik onu şaşırttı. Karısı bağırmıyor,
gelip saçını başını yolmuyordu... Garip bir korkuyla
yerinden doğruldu... Odada gözlerini gezdirdi. Çocuk da susmuştu...
Karısı hala pencereden dışarı bakıyordu. Kamil bunu
görünce kısık bir kahkaha attı:
-Ne bakıyorsun be?..- dedi, -Ne var dışarda?.. Mahalleyi
nasıl ayağa kaldırdığını mı seyrediyorsun?- Yarı kapalı gözlerini
açmaya çalışarak bir kahkaha daha attı. Fakat bunu yarıda
kesti. Gözleri büsbütün açıldı. Bir adım kadar ilerledi.
Karısı pencerenin önünde diz çökmüş, başı dışarıda, duruyordu.
Kamil kırılan ve aşağı düşen camın farkına varmadı. Fakat
yerde biriken kanları gördü. Bu kanlar pencerenin kenarından
başlıyor ve duvarda bir nehir gibi kıvrıntılar yaparak iniyordu.
Kamil hiç sesini çıkarmadı; yavaş yavaş geri çekildi,
içinde kirli çamaşırlar bulunan bir sepetin üstüne oturarak o tarafa
doğru uzun uzun baktı... Sabaha kadar öyle oturdu ve baktı...
1933
:::::::::::::::::
Üçüncü Kısım
Bir Cinayetin Sebebi
İ
Ağır ceza muhakeme salonunun önü hıncahınç kalabalıktı.
Efendi kılıklı adamlar, külhanbeyler, hukuk fakültesi müdavimleri,
lise talebesi hanımlar, kahvede tavla oynamaktansa
burada muhakeme seyretmeyi ekonomiye daha muvafık bulan
geçkin işsizler koridorlarda geziniyorlardı. Salon dolmuştu, iğne
atacak yer yoktu. Zaten dışarıda dolaşanlar da içeride yer
bulamayanlardı. Hiç olmazsa girerken, çıkarken suçluyu görürüz,
neticeyi de öğreniriz diye bekliyorlardı.
Kızının nafaka davası için ikinci hukuka gelen ihtiyarca bir
kadın bir orta mektep talebesine sordu:
-Evladım, burası neden kalabalık?-
-Hüsameddin'in muhakemesi de ondan!..-
-Ne yapmış bu Hüsameddin?-
Çocuk, kadının cahilliğine güldü:
-Adam öldürmüş, adam!..-
Ve izah etti:
-Bu sene muallim çıkmış, Anadolu'ya tayin etmişler, harcırahını
şurada burada yemiş, sonra da, yol parası için, tanıdığı
bir komisyoncuyu tabancayla öldürmüş...-
-Genç desene!-
-Öyle, daha çocuk bile... Dört defadır da bir bahaneyle
muhakemesini talik ettiriyor, (erteletiyor) bakalım bu sefer...-
Sözü yarım kaldı. Halk harekete gelmişti. Başlar birbirinin
omuzundan merakla uzanıyordu:
-Geliyor!-
-Geliyor!-
-Hani yahu?-
-Kör müsün be! Elleri kelepçeli, başını önüne eğmiş...-
Siyah şapkasının altında sararmış yüzü bir kat daha zayıf
görünen ince, orta boylu bir genç iki candarmanın arasında hızlı,
dolaşık adımlarla geçti. Üzerine dikilen gözlerin tesirinden
kurtulmak için etrafına bakınıyordu.
Salonun yanındaki ufak aralıkta ellerinden kelepçeyi çıkardılar.
Kendisini pencerenin yanına attı. Ayasofya'nın önündeki
ağaçlara, aşağıdaki ayran, kuru poğaça, simit satan adamlara
baktı. Gözünü etrafta bir gezdirdi. Bu açık göklere, bu gri kaldırımlara
hasret çektiği besbelliydi.
Pos bıyıklı mübaşir çağırınca şapkasını eline alarak içeri
girdi. Yerine oturuncaya kadar dinleyici sıralarını süzdü. Kendisine
bakan gözlerden azap duyduğu görülüyordu. Nefsini
zorlayarak yukarı locaları, sıraları falan bir daha gözden geçirdi,
aradığını bulamadığı anlaşılıyordu. Yumrukları sıkıldı, yüzü
buruştu, çenesi titredi. Az daha ağlayacaktı. Sonra büyük bir
gayret sarf ederek başını çevirdi ve yerine oturdu.
İİ
Reis bey, müsaade ederseniz artık her şeyi, bütün hakikati
söyleyeceğim! Ben, reis bey, komisyoncu Nuri Efendi'yi sizin
bildiğiniz, şimdiye kadar da benim söylediğim gibi, para için
öldürmedim. Ben onu, kendisiyle münasebeti bile olmayan bir
mesele yüzünden, bir aşk, bir gönül meselesi yüzünden öldürdüm.
Bunu size başlangıcından anlatayım:
Bir gün, arkadaşlarım, İstanbul liselerinden birinden bu sene
mezun olan bir hanımın benimle tanışmak istediğini söylediler.
Peki dedim, fakat pek o kadar da alakadar olmadım.
Çünkü bilirsiniz ki erkekle kadın arasında daimi bir arz ve talep
vardır: Birincisi kadın, ikincisi erkek tarafından; eğer talep
kadın tarafından olursa o kadar hoş olmuyor.
Neyse, tanıştık... Görünüşte alelade bir kızdı. Beni bizim
mektebin müsamerelerinde görmüş, rollerimi beğenmiş, onun
için konuşmak istiyormuş.
İlk günlerde o beni arıyor, ben çekingen durdukça üstüme
düşüyordu. Elimde olmayarak alaka gösterdim. Uzun uzun her
mevzudan konuştuk. O zaman anladım ki bu kız göründüğü
gibi değil: Çok zeki, her şeyi kavrıyor, her şeye aklı eriyor.
Zeki kimseler çok hoşuma gider. Ben de onu aramaya başladım.
Ve bu sefer de gördüm ki reis bey, bu kız bana çok benziyor:
Huyları, düşünceleri, hayata karşı felakkileri, itiyatları...
Hatta yüzü bile... Görenler bizi kardeş sanıyorlardı.
Bu defa da ben onun üstüne düştüm... Ve münasebetimizi
arkadaşlık hududunun dışına çıkarmak istedim... O zaman
aramızda birbirimize hissettirmeden bir mücadele başladı... Bu
mücadelede ikimiz de bütün zekamızı kullanıyorduk. Ben bu
gibi şeylerde pek acemiydim reis bey, onun için her mübahaseden
(konuşmadan) yenilerek çıkıyordum. O serseri ruhluydu, birleşmeyi, bir
bağla -velev manevi olsun- bağlanmayı havsalası almıyordu.
Ben kapalı olarak onu ne kadar iknaya çalıştımsa olmadı. Ne
cepheden hücum etmek istesem daha evvel anlıyor, cevabını
veriyordu. O çok zekiydi: İnsanın söyleyeceği şeyleri değil,
söylemek isteyebileceği şeyleri bile hissediyordu. Bir gün dedim ki:
İki kişi mücadele ederken birisi mağlubiyeti kabul ederek
diğerine dehalet etmek (sığınmak) istese ötekisi ne yapar?
-Muhtariyet (özerklik) verir!- dedi.
Benim dehaletimi bile kabul etmiyordu.
Düşünün efendim, bu kadar alıştıktan, onu bu kadar tanıdıktan,
kendime bu kadar yakın bulduktan sonra ondan nasıl
ayrılabilirdim? Bunun imkanı yoktu reis bey. Ben de artık her
şeyi bırakarak yalnız ona sahip olmak gayesine kendimi verdim...
O yavaş yavaş kendini çekti. Benimle konuşmamak için
bahaneler buluyor, bana elinden geldiği kadar az rastlamaya
çalışıyordu. Şimdi başka arkadaşları, başka ahbapları vardı.
..
Ah, reis bey, sevmek, hele benim gibi sevmek berbat bir
şeydir. Hayatımda yalnız o vardı. Gözümü kapadığım zaman
onu, açtığım zaman onu, uyuduğum zaman onu, uyandığım
zaman onu görüyordum.
Halbuki ben onun için bir hiçtim; gelmiş ve geçmiş birisi...
Nasıl anlatayım efendim, çorabının yırtığı, şapkasının kurdelesi
kadar benimle alakadar olmuyor, evlerindeki kedi kadar bile
beni sevmiyordu.
(Dinleyiciler arasında iki üç kişi güldü. O, müfrit (aşırı) jestler
yaparak, ellerini göğsüne vurarak devam etti.)
Ne yaptımsa, reis bey, fayda etmedi. Üstüne düştükçe benden
kaçtı. Her şeyi açıkça söylemek istiyor, fakat cesaret edemiyordum.
Hatta bir akşam, arkadaşların tertip ettiği bir vapur gezintisinde,
ona bir kelime, -Seni seviyorum!- kelimesini söyleyebilmek
için, içtim, yıkılıncaya kadar içtim.
Beni dinlemedi bile... Yanına gittiğim zaman kaçtı, en sonra
da: -Sarhoş olduğun zaman çok müziç (can sıkıcı, rahatsız edici)
oluyorsun!- dedi.
Artık birbirimize karşı son derece soğuk ve resmiydik.
..
Gelelim asıl vakaya reis bey:
Bir gün buna birkaç arkadaşıyla beraber yolda tesadüf ettim.
-Adliyeye gidiyoruz- dediler, -Necmi'nin muhakemesine.
Haydi bize yer bul!..-
Döndüm; ona hizmet etmek bile tatlıydı. İçeride yer bulamadık.
Fevkalade üzüldüler. Adeta büyük bir fırsatı kaçırmış gibi
telaş ediyorlar, -Ne diye az daha erken gelmedik!..- diyorlardı.
Bir han bekçisini para için keserle parçalayan bir katilin
muhakemesine bu kadar alaka göstermek bana garip geldi; bu
alelade bir merak falan değil, bir hırstı.
Uğraşa uğraşa onları yerleştirdim, kendim de aşağıda katili
beklemeye başladım. Ben de elimde olmayarak merak ediyordum.
Biraz sonra hasır şapkasıyla göründü. Yirmi beşlik, çilli
yüzlü, basit, hatta bayağı tavırlı; aşağılık bir tenasübü (burada
dış görünüşü anlamında) olan birisiydi.
O da tıpkı demin benim geldiğim gibi elleri kelepçeli, iki
tarafı candarmalı olarak geçti. Bir sirk gibi buraya toplanan
halk onu görmek için de birbirinin omuzuna çıkıyordu.
Muhakeme bittikten sonra kızların yanına gittim. Necmi'nin
mübahasesiydi. Şaşırdım: Aman yarabbi, sokakta görseler
başlarını bile çevirmeyecekleri bu adam katil olunca gözlerinde
bir ehemmiyet almıştı. Bir kahraman gibi ondan bahsediyorlar,
ağzını açışında, söz söyleyişinde, elini kaldırışında, her
hareketinde bir güzellik, bir kibarlık buluyorlardı.
Bunlar lisede okumuş, liseyi bitirmiş kızlardı. Bilhassa o en
baştaydı.
-Ah- dedi, -hiç adam öldürecek kıyafet var mı onda! Yazık
vallahi...-
-Yahu- dedim, -katil olacak surat olmasa katil olmazdı.-
O zaman hepsi birden itiraz ettiler: Erkeklerin zaten birbirlerini
beğenmediklerini, birbirlerirıi kıskandıklarını söylediler.
Kendimi araştırınca Necmi'yi sahiden kıskandığımı hissettim:
Güzelliğini; tavırlarını değil, katilliğini...
Çünkü onun bu kadar beğenilmesine sebep, yalnız katil olmasıydı.
Adam öldürünce bunların gözünde yükselmişti...
Düşündüm: O bana bu kadar alaka gösterse ben neler yapmazdım?..
Acaba, dedim, birisini öldürsem benimle bu kadar meşgul
olurlar mı?
Düşündükçe bu fikir beynimi sarmaya başladı.
Gözümün önüne, bu salonda muhakeme olunurken onun
alaka ile beni dinlemesi geldi. Kaşlarını kaldırmış, zeki, afacan
gözlerini açmış, bana bakıyor, şimdiye kadar görmediği güzellikler
keşfediyordu.
Adam öldürmek ve mahkemeye düşmek bende değişmez
bir fikir oldu.
Halbuki hoca olmuş, harcırahımı almıştım. Düşündüm, aklıma
bir fikir geldi: Bu parayı barlarda falan yer, yol parası için
de birisini öldürürdüm.
Öyle yaptım.
Kumar falan bilmiyordum. Elimdeki yüz lirayı iki gecede
yemek için çekmediğim kalmadı. Onu bitirir bitirmez, bir gece,
eskiden tanıdığım komisyoncu Nuri Bey'in evine gittim.
Hiçbir şeyden haberi olmayan zavallı adamı üç dört kurşunda
yere serdim..
Hapishanede, reis bey, muhakeme gününün heyecanıyla
yaşadım. Seyirciler arasında onun ince uzun yüzünü görüyordum.
Halbuki ilk muhakemede gelmedi. Belki haberi yoktu,
dedim, yahut işi çıkmıştır. İkincide gene yoktu. Gözlerimi bütün
localar ve sıralarda gezdirdimse de onu bulamadım. Bilseniz
reis bey, üzerinize garip bir hayvana bakar gibi merakla dikilen
yüzlerce göze bakmak ne zor şey... Ben üçüncü muhakemede,
dördüncü muhakemede hep baktım, gelmemişti. Her
bulamayışımda, muhakkak gelecek sefere gelir, diyordum.
Onun nazarında bu kadar hiç olacağımı tahayyül edemiyordum.
Hele bu sefer, evvelden gelen bir his onu herhalde içeride
bulacağımı söyledi. Dışarıda da birkaç arkadaşı gözüme ilişince,
muhakkak, dedim, gelmiştir.
Aman Allahım, reis bey!.. Ben onun için, yalnız onun için
adam öldürmüşken, bu sefer de gelmedi reis bey, bu sefer de
gelmedi..
1927
...
Bir Siyah Fanila İçin
Kadıköy vapuru bir lodos dalgası gibi şiddetle çarparak
köprüye yanaştı. Evvela bir iki cesaretli kendini iskeleye fırlattı.
Arkasından sarsıntıyla çözülüp içindekiler dağılan bir kırpıntı
bohçası gibi alacalı bulacalı bir kalabalık söküldü.
Kısa lacivert etek, beyaz bere giymiş, uzun burunlu, gözlüklü,
elindeki çantasından mektepli, hatta darülfünunlu olduğu
anlaşılan bir hanım kız İstanbul tarafına yürüdü. Tam Ada
iskelesinin yanından geçerken kulağının dibinde birisi bağırdı:
-Boyyalıııım!.. Ayna gibi... Küçük hanım tozunu alalım!..-
Mektepli kız tozdan beyazlaşan iskarpinlerine baktı, o tarafa
yürüdü, sildirdi.
Sandığın üstüne bir yüzlük atıp giderken boyacı arkasından seslendi:
-Güzin Hanım!.. Beni tanımadınız mı?..-
Güzin Hanım hayretle döndü. Bu eski püskü elbiseli, siyah
fanilalı, ince kumral bıyıklı külhanbeyini süzdü. Evet, gözleri
yabancı değildi, ama ne münasebet! Şiddetle başını salladı:
-Hayır!-
Öteki güldü:
-Azıcık gelir misiniz?..- dedi.
Güzin Hanım istemeyerek yaklaştı:
-Tanıyamadım dedim ya!-
-Düşünün bakalım!.. O kadar uzak değil canım... Söyle bir
sene evvel... Ömer... Mülkiyeli Ömer!..-
-Ömer!.. Sahi sen misin?..-
-Ha bileydin şunu!..-
-Fakat bu ne hal?..-
-İşte böyle Güzin abla, boyacılık yapıyoruz!..- Öteki hala
inanamıyor gibiydi.
-Hani seni bir yere kaymakam yapmışlardı ya?.. Neydi
oranın ismi?.. Tuhaf bir şey canım... Adana mıydı?..-
-Adana kaymakamlık değildir!..-

-Peki, nasıl oldu bu? Anlatsana!..-
-Tuhafsın be Güzin!.. Burada olur mu?.. Dur yahut, gel şuraya
girelim!..-
Beraber yürüdüler, Ada iskelesinin ikinci mevki bekleme
salonuna girdiler... Tahta kanapelerden birine yan yana oturdular.
Ara sıra kapıdan uzanıp bakanlar, sandığını yanına koymuş
genç bir boyacıyla gözlüklü bir mektepli kızın hararetle
konuştuğunu görüyorlar, acayip acayip başlarını sallayarak çekiliyorlardı.
..
Erenköy'üne gidiyormuş kadar basit ve üzüntüsüz, İstanbul'dan
ayrıldım. Öyle Pendik'i geçince içime bir gariplik falan
da çökmedi; gittiğim kazayı, staj gördüğüm vilayetin ufak bir
numunesi gibi tahayyül ediyor, -İki sene oturmaktan ne çıkar?..-
diyordum, -İnsan pişkinleşir, hayatı anlar!-
Kasaba, istasyona üç saat uzaktaydı. Ancak gece yarısı gelebilen
köhne forda binerken şoför:
-Yollar bozukçadır beyim- dedi, -birkaç yerde ineceğiz!-
Bu laf biraz zihnimi bulandırdı.
Yarım saat ancak gitmiştik, birden durduk.
-Yolu kaybettik!..- dediler.
-Şose yok mu?..-
-Var ama tamir ediliyor, otomobil geçmez!..-
-Ne yapacağız?..-
-Yolu arayacağız!..-
Gece zindan gibiydi. Otomobil karanlık bir odaya kapatılmış
bir kedi gibi alevden gözleriyle dört tarafa atılıyor, duruyor,
geriye dönerek tekrar koşuyordu. Ova düzdü. Zulmet (karanlık) göz
alabildiği kadar uzuyordu. Tam iki saat böyle kah otomobille,
kah inerek fenerle dolaştık. Nihayet yol dedikleri birkaç araba
izini bulabildik.
Sallana sallana yarım saat daha gitmiştik, arabamız gene
durdu:
-İneceksiniz beyim!..-
İndik, önümüzde yaya çıkılması bile güç bir yokuş vardı.
Kısa fakat dik bir yokuş. Otomobil evvela geriledi. Sonra avına
atılan bir tazı gibi şiddetle fırladı. Bu hız onu ancak yarıya kadar
çıkarabildi. Artık canlı bir mahluk gibi soluyor, homurdanıyor,
lakin bir adım ileri gidemiyordu. Döndü, yokuşa arkasını
verdi; böyle çıkmak istedi... Ama yalnız bir iki adım fazla yürüdü.
Şoför kan ter içinde iniyor, artık isyan eden motörün kolunu
çeviriyor, arkadan dayanıyor, bu esnada küfürlerin de binini
bir paraya savuruyordu. Nihayet bizim de yardımımızla
makine yokuşun başını buldu.
Bu şekilde birkaç kere daha inip bindikten sonra hızlı hızlı
sarsılmamızdan kasabanın kaldırımlarına geldiğimizi anladım.
Güneş uzaktaki dağların arkasında kollarını gererek uyanırken
ben belediye reisinin evinde yumuşak bir yer yatağında
uykuya sarılıyordum...
..
Birkaç hafta zarfında şehri ve civarını gezdim. Ahalisini
gözden geçirdim.
Hayatımda bu kadar inkisara uğrayacağımı tasavvur edemezdim.
Memleketin bende bıraktığı yegane intiba basitlik oldu. Burada
tabiat basit, muhit basit, halk basit, hulasa her şey basitti...
Benim gibi karmakarışık ruhlu bir adamın böyle yerlerde
ne hale gireceğini tasavvur et.
Ahali manasız ve fesattı.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Değirmen, Kağnı, Ses - 08
  • Parts
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 01
    Total number of words is 3301
    Total number of unique words is 1911
    30.9 of words are in the 2000 most common words
    45.0 of words are in the 5000 most common words
    52.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 02
    Total number of words is 3381
    Total number of unique words is 1927
    27.4 of words are in the 2000 most common words
    42.3 of words are in the 5000 most common words
    49.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 03
    Total number of words is 3322
    Total number of unique words is 1876
    31.7 of words are in the 2000 most common words
    45.5 of words are in the 5000 most common words
    53.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 04
    Total number of words is 3510
    Total number of unique words is 1859
    32.9 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    54.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 05
    Total number of words is 3392
    Total number of unique words is 1930
    32.3 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 06
    Total number of words is 3291
    Total number of unique words is 1909
    32.8 of words are in the 2000 most common words
    45.9 of words are in the 5000 most common words
    52.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 07
    Total number of words is 3457
    Total number of unique words is 1970
    33.4 of words are in the 2000 most common words
    48.4 of words are in the 5000 most common words
    55.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 08
    Total number of words is 3302
    Total number of unique words is 2043
    30.0 of words are in the 2000 most common words
    44.2 of words are in the 5000 most common words
    50.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 09
    Total number of words is 3341
    Total number of unique words is 1996
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 10
    Total number of words is 3423
    Total number of unique words is 2041
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    45.3 of words are in the 5000 most common words
    53.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 11
    Total number of words is 3472
    Total number of unique words is 1944
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    47.3 of words are in the 5000 most common words
    54.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 12
    Total number of words is 3400
    Total number of unique words is 1894
    32.2 of words are in the 2000 most common words
    47.9 of words are in the 5000 most common words
    55.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 13
    Total number of words is 3526
    Total number of unique words is 1912
    35.0 of words are in the 2000 most common words
    51.0 of words are in the 5000 most common words
    58.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 14
    Total number of words is 3584
    Total number of unique words is 1895
    31.0 of words are in the 2000 most common words
    43.6 of words are in the 5000 most common words
    52.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 15
    Total number of words is 3543
    Total number of unique words is 1818
    31.7 of words are in the 2000 most common words
    44.1 of words are in the 5000 most common words
    52.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 16
    Total number of words is 3503
    Total number of unique words is 1920
    32.2 of words are in the 2000 most common words
    47.3 of words are in the 5000 most common words
    55.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 17
    Total number of words is 3435
    Total number of unique words is 1879
    36.1 of words are in the 2000 most common words
    50.7 of words are in the 5000 most common words
    58.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 18
    Total number of words is 3418
    Total number of unique words is 1855
    33.6 of words are in the 2000 most common words
    49.5 of words are in the 5000 most common words
    57.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 19
    Total number of words is 2017
    Total number of unique words is 1135
    37.4 of words are in the 2000 most common words
    51.1 of words are in the 5000 most common words
    58.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.