Değirmen, Kağnı, Ses - 01

Total number of words is 3301
Total number of unique words is 1911
30.9 of words are in the 2000 most common words
45.0 of words are in the 5000 most common words
52.8 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
DEĞİRMEN
Yazarın Önsözü
Şiir ve hikayelerim arasında, yazmış olmaktan utanacağım kadar
kötüleri olduğunu biliyorum. Bunların bir kısmının çocuk denecek bir
yaşta yazılmış olmaları bence bir mazeret değildir; çünkü bu çeşit bir
yazıyı bugün herhangi bir imzanın üstünde görsem, sahibini ıslah olmaz
bir zevksizlik ve tam istidatsızlıkla suçlandırmakta tereddüt etmem.
Bunların, benim san'at hayatımın gelişmesini göstermesi bakımından,
sadece kendim için bir ehemmiyeti vardır ki, bu da onları
başkalarına okutmak için bir sebep olamaz.
Buna rağmen bu yeni baskıdan onları çıkaramadım. Çünkü, bir
kere okuyucu önüne sermiş olduğum taraflarımı sonradan örtbas etmeye
hakkım olmadığı kanaatindeyim; ama böylece belki de eski bir
hatayı devam ettirmekten başka bir şey yapmıyorum.
İyiyi kötüden ayırmak külfetini okuyucuya bıraktığım için özür
dilerim.
S.A.
Sabahattin Ali'nin Değirmen'in 1935'teki baskısının sonuna
koyduğu not:
-İkinci ve üçüncü kısımdaki Bir Orman, Kazlar, Bir Firar, Candarma Bekir,
Bir Siyah Fanila İçin, Komik-i Şehir adlı hikayelerin Osmanlı İmparatorluğu
zamanındaki Anadolu'yu anlattığı okunduğu zaman anlaşılmakta ise de, bunu
burda ayrıca tavzihe lüzum gördüm.-
S.A.
:::::::::::::::::
Birinci Kısım
Değirmen
Hiç sen bir su değirmeninin içini dolaştın mı adaşım?..
Görülecek şeydir o... Yamulmuş duvarlar, tavana yakın
ufacık pencereler ve kalın kalasların üstünde simsiyah bir çatı...
Sonra bir sürü çarklar, kocaman taşlar, miller, sıçraya sıçraya
dönen tozlu kayışlar... Ve bir köşede birbiri üstüne yığılmış
buğday, mısır, çavdar, her çeşitten ekin çuvalları. Karşıda beyaz
torbalara doldurulmuş unlar...
Taşların yanında, duman halinde, sıcak ve ince zerreler
uçuşur. Halbuki döşemedeki küçük kapağı kaldırınca aşağıdan
doğru sis halinde soğuk su damlaları insanın yüzüne yayılır...
Ya o seslere ne dersin adaşım, her köşeden ayrı ayrı makamlarda
çıkıp da kulağa hep birlikte kocaman bir dalga halinde
dolan seslere?.. Yukarıdaki tahta oluktan inen sular, kavak
ağaçlarında esen kış rüzgarı gibi uğuldar, taşların kah yükselen,
kah alçalan ağlamaklı sesleri kayışların tokat gibi şaklayışına
karışır... Ve mütemadiyen dönen tahtadan çarklar gıcırdar,
gıcırdar.
Ben çok eskiden böyle bir değirmen görmüştüm adaşım,
ama bir daha görmek istemem.
Sen aşkın ne olduğunu bilir misin adaşım, sen hiç sevdin mi?
Çoook desene! Sevgilin güzel miydi bari? Belki de seni seviyordu...
Ve onu herhalde çok kucakladın... Geceleri buluşur
ve öperdin değil mi? Bir kadını öpmek hoş şeydir, hele adam
genç olursa..
Yahut sevgilin seni sevmiyordu... O zaman ne yaptın? Geceleri
ağladın mı?.. Ona sararmış yüzünü göstermek için geçeceği
yolda bekledin, ona uzun ve acındırıcı mektuplar yazdın
değil mi?..
Fakat herhalde ikinci bir aşka atlamak, senin için o kadar
güç olmamıştır. İnsan evvela kendi kendisinden utanır gibi olur
ama, bilir misin, bizim en büyük maharetimiz nefsimizden beraat
kararı almaktır. Vicdan azabı dedikleri şey, ancak bir hafta
sürer. Ondan sonra en aşağılık katil bile yaptığı iş için kafi
mazeretler tedarik etmiştir.
Ha, sonra bir üçüncü, bir dördüncüyü sevdin ve bu böyle
gidiyor.
Peki ama, bu sevmek midir be adaşım, bir kadını öpmek,
onu istemek sevmek midir?..
Çırçıplak soyunarak şehrin sokaklarında koşabiliyor musun?
Bir bıçak alarak kolundaki ve bacağındaki adalelere saplamak
ve böylece bir nehre atılarak yüzmek elinden geliyor mu?
Bir şehrin adamlarını öldürmek cesareti sende var mı? Bir
minareye çıkarak bütün dünyaya işittirecek kadar kuvvetle
bağırabilir misin?
Aşk sana bunları yaptırabilir mi? İşte o zaman sana seviyorsun derim...
Sen sevgiline ne verebilirsin sanki? Kalbini mi? Pekala,
ikincisine? Gene mi o? Üçüncü ve dördüncüye de mi o?.. Atma
be adaşım, kaç tane kalbin var senin?.. Hem biliyor musun, bu
aptalca bir laftır. Kalbin olduğu yerde duruyor ve sen onu filana
veya falana veriyorsun... Göğsünü yararak o eti oradan çıkarır
ve sevgilinin önüne atarsan o zaman kalbini vermiş olursun...
Siz sevemezsiniz adaşım, siz şehirde yaşayanlar ve köyde
yaşayanlar; siz, birisine itaat eden ve birisine emredenler; siz,
birisinden korkan ve birisini tehdit edenler... Siz sevemezsiniz.
Sevmeyi yalnız bizler biliriz... Bizler: Batı rüzgarı kadar serbest
dolaşan ve kendimizden başka Allah tanımayan biz Çingene'ler.
Dinle adaşım, sana bir Çingene'nin aşkını anlatayım...
..
Bir gün -karların erimeye başladığı mevsimdeydi- bütün
çergi, -otuza yakın kadın, erkek ve çocuk, dört beygir ve iki defa
o kadar da eşek- Edremit tarafına doğru göçüyorduk.
Can sıkan ve bize hiç uymayan bir kıştan sonra ısıtıcı güneş
ve yeni belirmeye başlayan yeşillikler hepimize tuhaf bir
oynaklık vermişti. Sırtlarında beyaz ve kısa bir gömlekten başka
bir şeyleri olmayan küçük çocuklar hiç durmadan koşuyorlar,
bağırıyorlar ve şose yolunun kenarındaki hendeklerde yuvarlanıyorlardı.
Delikanlılar keman ve klarnet çalarak yürüyorlar, genç kızlar
parlak sesleriyle su gibi türküler söylüyorlardı.
Ben de etrafı gözden geçirerek bir köy, bir çiftlik, yanında
kalabileceğimiz bir yer araştırıyordum.
İkindiye doğru siyah zeytin ağaçlarının arasında yükselen
açık renkli çınar ve kavaklar gözüme ilişti. Burası küçük bir değirmendi.
Suyu bol bir çay küçük söğüt ağaçlarının arasından
geçtikten sonra dar ve taş bir mecraya giriyor, oradan da dört
tane tahta oluğa taksim oluyordu.
İhtiyar çınarlar çukura gömülen eski değirmenin siyah kiremitli
çatısını örtüyorlar ve ön tarafındaki geniş meydanı gölgeliyorlardı.
Ağaçların hışırtısını bastıran bir gürültüyle değirmenin altından
fıkırdayıp çıkan köpüklü sular iki sıra taze kavağın ortasından
geçip ilerideki sazlıkta kayboluyordu.
Burada çergilemek hiç de fena değildi. Yüklü eşeklerle sık
sık gelip giden köylülerden, değirmenin işlek olduğu anlaşılıyordu.
Ve bir kurşun atımı ötede beyaz minaresiyle bir köy görünüyordu.
Daha çadırları kurmadan Atmaca, klarnetini alarak, kanatlarının
biri açık duran kocaman kapıya yanaştı, çalmaya başladı.
İçeride sesi duyan köylüler, oraya birikerek dinliyorlardı.
Değirmenci de bunların arasındaydı, beyaz sakalını karıştırarak
lakayt gözlerle bakıyordu.
Bilir misin adaşım, bu köylüler tavuk ve oğlak çaldığımızı
söyleyerek bizden şikayet ettikleri halde bizi gene severler.
Aralarında bir kileye yakın buğday toplayarak Atmaca'ya
verdiler. Ve değirmenci buna iki çömlek de yoğurt ilave etti.
Biz bu güzel kabulden cesaret alarak, biraz ötedeki zeytin
ağaçlarının arasında çadırlarımızı kurduk.
..
İşler iyi gidiyordu. Kadınlar taze söğütlerden yaptıkları sepetleri
yakın köylerde satmakta güçlük çekmiyorlardı. Çalgıcılarımız
yarım gün uzaktaki köylerden bile düğüne çağırılıyorlardı.
Atmaca tabii en baştaydı...
Sen bu Atmaca gibisine daha rastlamamışsındır.
Bir kere heybetli delikanlıydı: Yağız derisi, yüzüne delice
dökülen simsiyah saçları ve koyu gözleri...
Sonra burnu... Uzun, sivri, ucu biraz aşağı kıvrık burnu...
Bunun için biz ona Atmaca derdik...
Başı, geniş omuzlarının üstünde bir arapatındaki gibi dik
dururdu ve bir arapatı ondan daha çevik değildi...
Bütün çergilerde onun cesareti, onun güzelliği, onun çalgısı
söylenirdi.
Başka Çingene'ler gibi çalmazdı o, adaşım: Bir kere nota bilirdi.
Şehir mektebini okumuş, bitirmişti; sonra içliydi... Sanırdın
ki, klarneti çalarken, havayı ciğerlerinden değil, doğrudan
doğruya yüreğinden veriyor.
Geceleri tek başına bir ağacın dibine çekilirdi. Biz de çadırların
önüne çıkıp yüzükoyun yatar, çenemizi toprağa dayayarak onu dinlerdik.
Hiçbir sevgilisi yoktu. Ne geçtiğimiz Türkmen köylerindeki
al yanaklı güzeller, ne de ince dudaklı Çingene kızları onun
bakışlarını bir andan fazla üzerlerinde alıkoyabilirlerdi...
Halbuki çalgı çalarken büyük gözlerde -oradaki kıvılcımları
söndürmek ister gibi- bir nem belirdiğini, esmer yanaklarında
-bir ateşe rastgelmiş gibi derhal kuruyan- birkaç ufak
damlacığın yuvarlanmak istediğini görmüştük.
Çok konuşmaz, konuştuğu zaman da içindekilerden bize
bir şey sezdirmezdi. Neler hisseder, neler düşünürdü? Onu bu
dünyaya bağlayan şey neydi? Hiçbirimiz bilmezdik. Acaba birisini
sevdiği için mi, yoksa hiç kimseyi sevemediği için mi, bu
kadar yanık, bu kadar derinden çalıyordu?..
Ara sıra uzun müddet kaybolur, başka çergilerde dolaştığı,
şehirlere inip büyük beylerin meclisine girdiği söylenirdi.
Kasabadaki efendiler ona akran muamelesi ederlerdi, fakat
o davarlardan bizimle beraber koyun uğrular, düğünlerde bizimle
beraber çalgı çalardı.
..
Hemen her akşam değirmenin önündeki meydanlıkta toplanıp
ahenk yapıyorduk. Şimdilik bir şey anaforlamadığımız
için değirmenci de memnundu. Kızıyla beraber büyük çınarın
altına bir hasır atıyor, bağdaş kurup oturarak bizi dinliyordu.
Değirmencinin kızı tam bir köy güzeliydi.
Yuvarlak bir yüzü, kalın dudakları, kalçalarına kadar uzanan
ince örgülü saçları vardı.
Ama yüzü hep soluktu. Etrafındaki şeylere, kendisiyle alışverişi
yokmuş gibi, dümdüz bir bakışı ve dudaklarının kenarından
dökülüyormuş gibi, isteksiz bir gülüşü vardı.
Bu kızcağız sakattı adaşım, küçükken sağ kolunu değirmenin
çarklarından birine kaptırmıştı.
Şimdi onun yerinde şalvarının beline iliştirilen boş bir yen
sallanıyordu.
Ve bu onu insanlardan ayırıyordu.
Düşünebilir misin, güzel bir kızın bir kolu olmazsa bu ne
demektir? Derenin üst başında çıpıl çıpıl yıkanan genç kızlara
karışamıyordu. Vücudunu ve ondaki ayıbı her zaman örtmeye
mecburdu.
Geceleri birbirlerinin evinde toplanıp cümbüş yapan kızlarla
da birleşemezdi, çünkü ne tef çalmak, ne de parmaklarının
arasına tahta kaşıklar alarak oynamak elinden gelirdi...
Belli ki onun bütün çocukluğu bitmez tükenmez bir hasretle
geçmiş; belli ki zeytin dallarına sincap gibi tırmanan, birbiriyle
alt alta, üst üste güreşen, değirmenin önünde erkek çocuklarla
su fışkırtmaca oynayan akranlarına bir duvara yaslanarak
istek dolu gözlerle bakmıştı.
Şimdi bütün bunlara alışmış görünüyordu. Başka insanların
yaptığı birçok şeyleri yapmak hakkının kendisinde olmadığını
biliyor ve hiçbir şey istemiyordu.
Değirmenin kapısı yanındaki taş sedire saatlerce oturup
meydanda eşelenen tavuklara, yahut kocaman çınarın kıpırdayan
yapraklarına yarı yumuk gözlerle bir bakışı vardı ki, adamı
ağlamaklı ederdi.
Geceleri babasıyla beraber gelir, onun yanında diz çöküp
oturarak bize bakardı...
..
Sözü kısa keselim adaşım, bizim mağrur ve insafsız Atmacamız,
değirmencinin bu sakat kızına vuruldu.
Tavuslara, sülünlere bakmaya tenezzül etmeyen yabani
kuş, kanadı kırık bir çulluğun, şikarı (avı) oldu.
Eyvah bana ki meselenin çok geç farkına vardım. Ben anladığım
zaman alev saçağı sarmıştı... Yoksa çoktan çergiyi toplar,
başka yere göçerdim...
Atmaca hiç kimseyle konuşmuyor, düğünlere gitmiyor,
zeytinlerin altında tek başına çalıyordu. Ama geceleri çınarın
altında adamakıllı coşar, gözlerini kıza diker, üfler, üflerdi...

Ve biz titrediğimizi, bağırmak, konuşmak, yahut yerlere
atılıp ağlamak istediğimizi hissederdik...
Onun çalışında, bir ateş yığını etrafında haykıran ateşe tapanların,
yahut batmakta olan bir gemiye çarpan dalgaların feryadı ve
inleyişi vardı.
Atmaca'nın kanatları düşmüştü adaşım. Sarardıkça sararıyordu.
Değirmencinin köye indiği günler kapının yanındaki taş
sedirde kızla beraber oturduğunu ve tırnaklarını, parçalamak
ister gibi, iki tarafındaki sert kayada gezdirdiğini görünce, bu
işin böyle gitmeyeceğini anladım...
Bir gece onu çağırdım, derenin alt başına gittik, kavak
fidanlarının arasına oturduk.
Çakıllarda acele acele seken sulardan ve uzaklardan gelen
bir kurbağa sesinden başka hiçbir şey duyulmuyordu.
Atmaca önüne bakıyor, niçin çağırdığımı, ne söyleyeceğimi
sormuyordu.
Elimi omuzuna koydum, gözlerini bana kaldırdı:
-Seviyorsun!..- dedim.

-Öyle...- dedi.
-Ne yapacaksın?..-
Bu sualin cevabını bulmak ister gibi gözlerini yukarıya, yıldızlı
göğe çevirdi; uzun uzun baktı, birdenbire:
-Sen bizim çeribaşımızsın- dedi, -gezdiğin yerler benden
çok, tecrübelerin fazla, aklın, dirayetin bütün Çingene'lerden
üstündür. Sana açılmalıyım...-
Gözlerini hiç indirmeden, sanki yıldızlara anlatıyormuş gibi,
söylemeye başladı:
-Onu seviyorum, ne yapacağımı da hiç düşünmedim. Sen
benim sevmemin nasıl olacağını bilirsin... Ben ki, arkamdan
uşaklarını koşturan konak sahibi hanımlara başımı çevirmedim;
yedi köye hükmeden eşraf bana gelip: 'Kızım senin için
yataklara düştü, Çingene olduğunu unutup seni evlat gibi sineme
basacağım, yalnız gel, gel de kızımızı kurtar!..' diye yalvardılar
da, gene cevap vermeden yoluma gittim; işte şimdi bu bir
kolu olmayan kızı seviyorum.
Onu alamam, onu kaçıramam... Halbuki o da beni seviyor.
Bunu bana evvelisi gün ağlayarak söyledi. 'Gel; dedim, 'beraber
kaçalım.' Acı acı güldü, 'Ağam,' dedi, 'ben senden noksanım,
bana sadaka mı veriyorsun?..' Onu nasıl sevdiğimi anlattım:
'Bana kolunun yerine kalbini veriyorsun,' dedim, 'bir kalp
bir koldan daha mı az değerlidir?'
-Tekrar gözyaşları boşandı: 'Olmaz' dedi, 'düşün ki, her
karşına çıktığımda senden utanacağım, başım yerde olacak, beni
böyle zelil etmek ister misin? Bırak beni, ne olduğumu bilerek
ihtiyar babamın yanında kalayım, sen de bir daha buralara
uğrama. Bana sakatlığımı unutturarak deli deli rüyalar gördürdün,
seni ömrümün sonuna kadar unutamam, ama olmayacak
şeylere beni inandırmaya kalkma, eğer sahiden beni seviyorsan
hemen buralardan git!..-
Atmaca burada bir nefes aldı ve gözlerini yere indirdi:
-Düşünüyorum, birleşirsek bu ikimiz için de sahiden azap
olacak. Aramızda anlaşılmaz, boğucu bir havanın dolaştığını
hissedeceğiz. Eğer o bana açılamaz, bana naz edemez, bana
içinden geldiği gibi sarılamazsa, gözleri her zaman: 'Ne diye
gençliğini benim için nara yaktın, sana yazık değil mi?' demek
isterse, ben ne yaparım? Her sözümden, her tavrımdan alınır;
kızsam ona dokunur, sevsem ona acıyormuş gibi gelir, kucaklasam
boş olan kolunun yerinde bir sızı duyar ve bunlar hep
böyle sürüp gider...
Ne yapacağımı, bu halin beni nereye götüreceğini sorma,
bende artık kuvvet yok, akıl yok, düşünce yok, yalnız aşk var.
Mavzer kurşunu gibi çarptığını yere seren bir aşk... Senin Atmacan
artık kanatlarını kımıldatacak halde değil!..-
Sustu, son sözler öyle acınacak bir tavırla ağzından dökülmüştü
ki, fazla bir şey sormaya, hatta teselli etmeye kalkışmadım;
ona bu halde ne söz söylenebilir, ne de o söyleneni duyardı.
Koluna girip çadıra kadar götürdüm.
İşler gittikçe sarpa sarmıştı adaşım, Atmaca'nın hali beni
korkutuyordu. Fakat yapılacak hiçbir şey yoktu. Şimdilik işi
oluruna bırakmaya karar vererek yattım. Bütün gece, büyük çınarın
altında kollarını açarak sabırsızca bekleyen Atmaca'yı ve
dudaklarının kenarında geniş bir sevinç, soluk yanaklarında
görülmemiş bir pembelikle ona doğru koşan değirmencinin kızını
gördüm. Fakat birbirinin kucağına atılacakları zaman şekli
belli olmayan tuhaf bir cisim ikisinin arasına giriyor, bir çark
gibi fırıl fırıl dönerek ve gittikçe büyüyerek onları ayırıyordu.
..
Günler, kuvvetli bir rüzgarın sürüklediği beyaz bulut kümecikleri
gibi birbiri arkasına geçip gidiyorlardı. Ve biz, bunların
sonunda muhakkak bir fırtına kopacağını seziyorduk. Herkes
müthiş bir şeyden korkuyor gibiydi. Bütün çergiyi ağır bir
durgunluk kaplamıştı.
İhtiyar ve tecrübeli Çingene karıları bildikleri afsunları
okuyorlar, bütün iyi ve fena ruhları zavallı Atmaca'nın imdadına
çağırıyorlardı. O, gittikçe çöken yanakları, nereye baktığı
belli olmayan şaşkın gözleriyle geçerken delikanlılar başlarını
yere eğiyorlar, genç kızlar ölü gibi sararan benizleri ve titreyen
dudaklarıyla arkasından bakıyorlardı.
Kadın, erkek, genç, ihtiyar hiçbir şeye karar veremeyerek
bekliyorduk. Sanki serseri bir rüzgar kafalarımızdan her düşünceyi
silip süpürüyor, bizi şaşkın ve meyus buralarda bırakıyordu.
..
Bir gün Atmaca yanıma sokuldu.
-Bu akşam değirmende ahenk yapacağım, ben ihtiyarla konuştum!..- dedi.
Hafif yağmur çiseliyordu. Akşama kuvvetli bir yaz sağanağı
gelmesi çok mümkündü. Bunu ona da söyledim.
-Değirmenin içinde çalacağım!- dedi.
-Değirmen geceleri de işliyor, o gürültüde mi?-
Tuhaf tuhaf güldü:
-Korkma!- dedi, -Klarneti o gürültüde de size duyururum.
Nefesim daha o kadar kuvvetten düşmedi.-
Yağmur akşama doğru sahiden arttı. Karşı tepedeki palamut
ormanına birbiri arkasına yıldırımlar düşüyor, iri damlalar
zeytin ağaçlarının siyah yapraklarını garip tıpırtılarla oynatıyordu.
..
Hepimiz değirmenin içine dolduk. Tavlada sallanan iki tane
gaz lambası etrafa yarım bir aydınlık serpiyordu ve çarklar,
taşlar, tozlu kayışlar dönüyorlar, dönüyorlardı.
Hepsinin birden çıkardığı yırtıcı gürültü yağmurun alçak
tavandaki kesik hıçkırığına karışıyor, birbirini kovalayan gök
gürültüleri bu korkunç ahengi tamamlıyordu.
Değirmenci ve kızı duvarın dibindeki sedire oturmuşlardı.
Sallanan lambalar genç kızın yüzünde acayip gölgeler oynatıyordu.
Bütün gürültüleri bastıran ince bir ses birdenbire yükseldi:
Kendisini değirmenin karanlık bir köşesine çeken Atmaca çalmaya
başlamıştı.
Adaşım, ben o gece dinlediğim şeyleri öldükten sonra bile
unutamam.
Dışarıda fırtına gittikçe artıyor ve rüzgar ıslak kamçısını
kerpiç duvarlarda gezdiriyordu. Yükselen sular tahta oluklardan
taşıyor, haykıra haykıra yerlere dökülüyordu.
İçeride taşlar nihayetsiz bir coşkunlukla homurdanıyor; çılgın
gibi dönen kayışlar şaklıyor; birbirine geçen tahta çarkların
dişleri ağlar gibi gıcırdıyordu. Ve bunların hepsini bastıran deli
bir ses kah yalvarıyor, kah hiddetle kıvranıyor, susacak gibi olduktan
sonra tekrar yükseliyordu.
Alacakaranlıkta Atmaca'nın siyah ve parlak gözleri hiç kıpırdamadan
genç kıza bakıyorlardı, genç kızın acınacak bir perişanlıkla
çırpınan büyümüş gözlerine...
Ve öyle şeyler çalıyordu ki adaşım, onları anlatmaya bizim
kullandığımız kelimelerin takati yoktur...
Bazan okşayan, ısıtan bir sabah güneşiydi... Fakat derhal
yüzümüzü yırtan, gözümüzü kör eden, içindeki ateşleri kum
tanesi gibi etrafa saçan bir çöl fırtınası oluyor, yahut bağrımıza
işleyen bir bıçak haline geliyordu.
..
Son ve keskin bir çığlıktan sonra Atmaca'nın ayağa kalktığını
gördüm. İki üç adım ilerledi ve klarneti bir köşeye fırlattı.
Herkes doğrulmuştu. Üzüntülü gözlerle ona bakıyorlardı.
O, yüzüne büsbütün dökülen kara saçlarını eliyle geriye attı.
Birdenbire çukura gitmiş gibi görünen gözlerle etrafını araştırdıktan
sonra onları değirmencinin kızına dikti, uzun uzun baktı...
O dakikayı ömrümde unutamam adaşım; dışarıda fırtına
arttıkça artmıştı, duvarlar sarsılıyor, tepemizdeki kiremitler
uçuyordu. Ve değirmen, azgın bir hayvan gibi homurduyor ve
dönüyordu. Ve o, lambanın sönük ışığında, olduğundan daha
büyük, adeta bir gölge gibi duruyordu. Gözleri genç kızın üzerindeydi.
Tahammül edilmez bir acı yüzünün şeklini tanınmayacak
hallere sokmuştu. Kah esmer derisini şişiren bir kan gözlerinin
kenarına kadar fırlıyor, kah dişlerinin arasında ezilen
dudakları bile bembeyaz oluyordu. O dudaklar ki, bir şey söylemek
ister gibi kıpırdıyorlardı ve kenarları ağlayacak gibi aşağıya
çekiliyordu.
Bu bakış ancak bir an kadar sürdü. Sonra gözkapakları yavaşça
düştüler ve o, yere yıkılacak gibi sallandı. Fakat hemen
kendisini topladı. Bir kere daha etrafına bakındı. Sanki bir imdat
bekliyor gibiydi: Kendisini bu kahredici; bu parçalayıcı ağrılardan
kurtaracak bir imdat... Nihayet kafasına bir şey vurulmuş
gibi inledi. Gerisingeriye dönerek değirmenin öbür başına,
çarkların ve kayışların kudurmuşçasına döndükleri köşeye
doğru atıldı.
Bir nefes alımı kadar hepimiz olduğumuz yerde kaldık,
sonra delice bağırarak arkasından koştuk...
Heyhat adaşım, çok geçti. Atmaca yerinden fırlayan ve -iş
işten geçti- demek isteyen gözlerle bize doğru geliyordu.
Sağ kolu yerinde değildi ve oradan oluk gibi kan fışkırıyordu.
Birkaç adımdan sonra sendeledi, ayaklarımızın dibine yıkıldı.
..
İşte adaşım, sana seven bir Çingene'nin hikayesi.
Çiçeklerin açtığı mevsimde, senin kollarına yaslanan ve çiçekler
kadar güzel kokan bir vücutla uzak su kenarlarında
oturmak ve öpüşmek, yoruluncaya kadar öpüşmek hoş şeydir...
Seni gördüğü zaman zalimce başını çeviren mağrur bir dilberin
kapısı önünde ve ay ışığı altında sabaha kadar dolaşmak,
bunu candan arkadaşlara ağlayarak anlatmak, -söz aramızda-
gene hoş şeydir.
Fakat sevgili bir vücutta bulunmayan bir şeyi kendisinde
taşımaya tahammül etmeyerek onu koparıp atabilmek, işte
adaşım, yalnız bu sevmektir.
1929
...
Kurtarılamayan Şaheser
Genç şair siyah meşin ciltli ufak kitabı havaya kaldırarak
bağırdı:
-Bundan daha yükseğinin bulunduğunu söyleyemez, sevgilim
benim eserimden daha güzelini okuduğunu iddia edemez ya.-
Gözlerinde, erimiş bir madenin oynak parlaklığı ve yanık
yüzünde bir ekmek kabuğunun kırmızımtırak donukluğu vardı.
Yer ayaklarının altından itiyormuş, yahut gökyüzü kendisini
çekiyormuş gibi yukarıya uzanıyor; vücudunu insanlıktan
ayıran bir buğu, hareketlerine gökyüzündekilere mahsus sarhoşluğu
veriyordu. Çimenler üzerinde uçuşan beyaz kağıtlar,
ki bunlar elindeki şaheserin müsveddeleriydi, yüzüne sisten
yaratılmış küçük kuşlar gibi dokunup geçiyorlar ve sonra bahçedeki
beyaz güllerin, kan rengi karanfillerin, bıçak gibi keskin
kokulu sardunyaların, yaşmaklı bir kadına benzeyen zambakların,
ince sapları üzerinde alevli bir meşaleyi hatırlatan lalelerin
ve renkli maskeleriyle eski Yunan aktörlerini andıran hercaimenekşelerin
üstüne konuyorlardı.
Ve genç şair gülüyordu; yüzünün hiçbir çizgisini değiştirmeyen
fakat bir nehir coşkunluğuyla dökülen bir gülüş esmer
yanaklarına yayılıyordu.
Çünkü o bugün şaheserini bitirmişti.
Siyah meşin ciltli kitabın sahifelerine bakarak haykırdı:
-Artık hiç kimse benden yüksek değildir; Homeros veya
başkası! Ben bunlara da tepeden bakıyorum. Ve sevgilim benden
daha iyi yazanları gösteremeyecek. Ancak herkesten yüksek
şeyler yaratırsam beni seveceğini söylemişti. İşte, benden
evvel gelenlerin ve benden sonra gelecek olanların yetişemeyecekleri
yüksekliğe çıktım. Ve yalnız kendisi için yazdığım bu
kitabı ona verdiğim zaman o da benim için sakladığı kalbini
verecek...-
Kitabın sahifelerinden gözlerini ayırmayarak yürüdü. Islak
çimenleri çiğneyerek ve ayağının altında ezilen menekşelere
dikkat etmeyerek, iki tarafı mermer direkli bir kapıdan evine
girdi.
Ve şaheserini sevgilisine yolladı.
Tam sekiz sene evveldi ve o zaman genç şairin şakaklarında
şimdiki gibi beyaz teller, gözlerinin kenarlarında yorgunluk
çizgileri yoktu. Yüzünün derisi beyaz bir güle, dudakları kırmızı
bir güle benzerdi. Ve memleketin kadınları onun şiirlerini
sonsuz bir baygınlık ve şehvetle okurlardı. Bu esnada gözlerinin
önüne mısraları gibi tatlı ve ince endamıyla genç şair gelirdi.
Fakat güzelliğinin derecesi insan güzelliği hudutlarını aşan
bir genç kız vardı ki bunlara istihfafla (alay) dudaklarını bükmek
acayipliğinde bulunuyordu.
Ve genç şair, yazıları karşısında kendinden geçmeyen bu
fevkalade kızı seviyordu...
-Sevgilim- dedi, -mısralarım ki Hind'in ipeklileri kadar ince
dokunmuş ve İran'ın kıymetli halıları gibi hünerli renklerle
süslenmiştir, niçin senin kalbini heyecana getiremiyorlar? Geceyi
terennüm eden şarkılarım sana kendi gözlerini; gün doğuşunu
anlatan şarkılarım sana dudaklarının rengini hatırlatmıyor
mu? Dalgalara ait şiirlerimde dağınık saçlarının tellerine rast
gelmiyor musun?-
-Belki böyle olabilir...- diye genç kız cevap verirdi, -Belki
böyle olabilir, genç şair, fakat benim seni sevmem için daha
başka şeyler yazabilmen lazımdır. Bana tanımadığım şeylerden,
saklı güzellikler ve hakikatlerden bahsedebilir misin? Ve bunları
herkesten daha güzel olarak yazacak kudreti kendinde buluyor musun?
Güzel yazıyorsun ey şair, derin ve azametlisin, fakat Fuzuli
daha derin, Goethe daha azametli değil miydi?
Söyle, ihtiras ve çılgınlıkta Shakespeare'i, istihza (üzüntü,
umutsuzluk) ve ıstırapta Dante'yi geçebilir misin?-
Ve genç şair anlıyordu ki, bu büsbütün başka bir mahluktur.
Kadınları hayran eden, çeken şeylerin buna tesiri yok. Çünkü
bu kızın gözleri baktığı şeyleri görüyordu ve sinirlerinde
hissetmek, kafasında düşünmek kabiliyeti vardı...
Ve genç şair cevap verirdi:
-İçimdeki ateş, herkesin ısınmak için bana sokulmasına kafiydi.
Ben de onu üfleyip çoğaltmak, orada bir yangın yapmak
ihtiyacını duymuyordum... Lakin, ey sevgilim, görüyorum ki
bu, kıvılcımlarını senin kalbine sıçratamayacak kadar fersizmiş.
Fakat bunu yanardağ yapacak kudret bile bende var. Sana söylediklerini
aratmayacak eserleri getireceğim, sevgilim ve o zaman
kalbini bana vereceksin...-
-Ve o zaman kalbimi sen alacaksın!..-
Ve genç şair bir ay şehrin etrafındaki ormanları dolaştı, ki
orada yerlere kadar uzanan dalların pembe dudaklı çapkın gelinciklerden,
sarışın ve hayalci papatyalardan aldığı gürültüsüz
öpücüklere, yalnız sinsi sinsi yürüyen yabankedileriyle, daima
koşan ürkek karacalar mani oluyorlardı.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Değirmen, Kağnı, Ses - 02
  • Parts
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 01
    Total number of words is 3301
    Total number of unique words is 1911
    30.9 of words are in the 2000 most common words
    45.0 of words are in the 5000 most common words
    52.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 02
    Total number of words is 3381
    Total number of unique words is 1927
    27.4 of words are in the 2000 most common words
    42.3 of words are in the 5000 most common words
    49.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 03
    Total number of words is 3322
    Total number of unique words is 1876
    31.7 of words are in the 2000 most common words
    45.5 of words are in the 5000 most common words
    53.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 04
    Total number of words is 3510
    Total number of unique words is 1859
    32.9 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    54.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 05
    Total number of words is 3392
    Total number of unique words is 1930
    32.3 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 06
    Total number of words is 3291
    Total number of unique words is 1909
    32.8 of words are in the 2000 most common words
    45.9 of words are in the 5000 most common words
    52.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 07
    Total number of words is 3457
    Total number of unique words is 1970
    33.4 of words are in the 2000 most common words
    48.4 of words are in the 5000 most common words
    55.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 08
    Total number of words is 3302
    Total number of unique words is 2043
    30.0 of words are in the 2000 most common words
    44.2 of words are in the 5000 most common words
    50.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 09
    Total number of words is 3341
    Total number of unique words is 1996
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 10
    Total number of words is 3423
    Total number of unique words is 2041
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    45.3 of words are in the 5000 most common words
    53.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 11
    Total number of words is 3472
    Total number of unique words is 1944
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    47.3 of words are in the 5000 most common words
    54.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 12
    Total number of words is 3400
    Total number of unique words is 1894
    32.2 of words are in the 2000 most common words
    47.9 of words are in the 5000 most common words
    55.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 13
    Total number of words is 3526
    Total number of unique words is 1912
    35.0 of words are in the 2000 most common words
    51.0 of words are in the 5000 most common words
    58.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 14
    Total number of words is 3584
    Total number of unique words is 1895
    31.0 of words are in the 2000 most common words
    43.6 of words are in the 5000 most common words
    52.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 15
    Total number of words is 3543
    Total number of unique words is 1818
    31.7 of words are in the 2000 most common words
    44.1 of words are in the 5000 most common words
    52.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 16
    Total number of words is 3503
    Total number of unique words is 1920
    32.2 of words are in the 2000 most common words
    47.3 of words are in the 5000 most common words
    55.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 17
    Total number of words is 3435
    Total number of unique words is 1879
    36.1 of words are in the 2000 most common words
    50.7 of words are in the 5000 most common words
    58.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 18
    Total number of words is 3418
    Total number of unique words is 1855
    33.6 of words are in the 2000 most common words
    49.5 of words are in the 5000 most common words
    57.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 19
    Total number of words is 2017
    Total number of unique words is 1135
    37.4 of words are in the 2000 most common words
    51.1 of words are in the 5000 most common words
    58.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.