Değirmen, Kağnı, Ses - 04

Total number of words is 3510
Total number of unique words is 1859
32.9 of words are in the 2000 most common words
47.1 of words are in the 5000 most common words
54.4 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
ötekilerin büsbütün aksine olarak, çok güzel döşenmişti. Karanlık
duvar kenarlarında muhteşem koltukların gölgeleri belli
oluyordu.
Tam camekanlı kubbenin altında, yani odanın ortasında,
yuvarlak bir masa üzerinde hareket etmeyen bir alevle hafif hafif
yanan bir yağ kandili vardı: Aynen içinde bulunduğumuz
binanın şeklinde bir kandil...
Uzaktaki köşede, içerisinde biri yatıyormuş gibi kabarık
duran bir yatak vardı, bana nazaran eğri olduğu için, kimin
yattığını göremiyordum. Dayanılmaz bir merakın dürtmesiyle
yaklaştım ve orada yatanı gördüm. Gördüm... Ve boğazına şişler
sokulan bir hayvan gibi acı bir çığlık kopardım: Orada bir
iskelet yatıyordu. Kurumuş ve siyahlaşmış etleri yanak kemiklerine
yapışmış ve sarı saçları çürük bir yastığı küme küme yığılmış
bir kadın iskeleti..
Bu anda, kırılan bir camın şangırtısını andıran bir kahkaha
kulaklarımın dibinde patladı, siyah elbiseli adam:
-Pek mi korktun?- diyordu. -Niçin, niçin korkuyorsun?
Senden, yani hayattan büsbütün ayrı bir şey diye mi? Fakat bu
aptallıktır. Onun bizden farkı, bizim ondan farkımız nedir ki?
Hiç... Bak, eğil de bak... Bu dişler yok mu, bu muntazam dişler,
onların arasından, şimdi bizim konuştuğumuz şeylere benzemeyen
ne tatlı sözler çıkardı bilsen... Düşünüyor musun ki,
bakmaya tiksindiğin bu dişleri görebilmek için onun tebessüm
etmesi nasıl sabırsızlıkla beklenirdi!.. Tahmin edebilir misin ki,
boğazına dolanarak seni boğacakmış gibi korktuğun bu saçların
güneş altında ne hayat dolu parlayışları vardı.
Hem bu kadın benimdi. Şu ellerim, şu sana laf söyleyen ağzım
nasıl benimse, o da öyle benimdi. Fakat biliyor musun, kollarımın
arasından sıyrılıvermesi ne kolay oldu... Onunla aramızda
hiçbir mesafe yoktur. Bizim onun haline geçivermemiz
için bir sebep bile lazım değil; ve bu iskelet bize o kadar yakındır
ki, ondan korkmak için ancak bir insan kadar kör ve düşüncesiz
olmalıdır.-
Şimdi sesi pirinç bir havan gibi ötüyordu. Sanki bu adamın
boğazında bir perde vardı ve bazan içinden gelen şiddetli sesler
bunu kaldırarak kulakları çınlatıyor, sonra şiddet azalınca
perde tekrar düşerek sesler, bir duvar arkasından söyleniyormuş
gibi, kısılıyordu.
Verecek cevap bulamamaktan doğan bir ürkeklikle sordum:
-Sizi bu kadar sarsan, fakat hakikate yaklaştıran bu ölümün
sebebi neydi?- dedim. -Nesi vardı?-
-Hiç!- diye cevap verdi. -Hiçbir şeyi yoktu. Senin kadar
hayata bağlı, bu taş bina kadar sağlam -eliyle camekan kubbeyi
işaret etti- ve şu yıldızlar kadar nurlu ve zarifti.
Saadeti aramızda bir alev gibi hissediyor, bu alevden ısınıyor
ve aydınlanıyorduk... Fakat...-
Ses yine uzaktan geliyormuş gibi yavaşladı:
-Fakat biliyor musun, o kuvvet ki, hiçbir şeyi eksik olmayan
yağ kandillerinin alevini gelip alarak onları birdenbire karartır!-
Ne demek istediğini anlamayarak yüzüne baktım.
-Gel- dedi, -seninle birdenbire sönen kandilin hikayesini
okuyalım. O zaman bu kadını hangi ölünün götürdüğünü anlayacaksın.-
Orta yerdeki masaya doğru yürüyerek orada, kandilin
önünde açık duran siyah kadife kaplı ince bir kitabı aldı.
-Bunu, yanımızdaki kadının yüzlerce sene evvelki cetlerinden
biri yazmış- dedi.
Geniş bir kanapeyi masanın kenarına sürükledi. Üzerine
yan yana oturduk. Ve ben, kurumuş yapraklar rengindeki sarı
ve kalın sahifelerde eski, fakat keskin bir el yazısını, gözlerimi
ara sıra uzaktaki iskelete çevirerek ve yanımda, başına vuran
kırmızı ışıkla, akşamı seyreden bir sfenks gibi duran adama bakarak
merak ve sonra hayretle okudum:
-Yüzlerce eser yazdım. Her eserime kalbimin veya dimağımın
bir parçasını koyuyordum. Ve bunlar, hakikate çok yakın
şeylerdi. Fakat hiçbir yazımda bizzat hakikatin bulunmadığını
biliyordum. Her güzel yazan gibiydim: Konuştuğum
şeyler benden evvel yüzlerce defa tekrar edilen lafların değiştirilmiş
şekliydi. Halbuki ben, kulaklara bilmedikleri şeyleri
söylemek, göz hudutlarının arkasına geçmek istiyordum. Ve
bunun için çenemi avuçlarıma ve kollarımı dizlerime dayar,
gözümü yere veya ufka çevirerek gördüklerimin daha ötesindeki
şeyleri de bilmek isterdim. Fakat toprağın alaycı bir susuşu,
ufkun lakayt bir kaçışı vardı. Bana, 'Senin gözlerin,' diyorlardı,
'açık bıraktığımız şeyleri görmek için bile çok küçük
ve zayıftırlar. Sakladığımız hakikatleri nasıl bir cesaretle anlatmak
istiyorsun?..' Fakat ben arıyor, mütemadiyen arıyordum.
Yine bir gün odamda, masamın başında çenemi defterlerime
dayamıştım, beyaz kağıdın üzerine yayılan sakallarımın kıvırcıklarına
bakıyordum. İstiyordum ki, bu beyaz tellerin her
biri ince bir kalem olup bu yaprakları bütün bilmediğim şeylerle
doldursunlar ve ben onları hiç durmadan okuyayım, okuyayım.
Fakat birdenbire kağıtlar ve sakallarım görünmez oldu.
Odam ansızın kararıvermişti. Başımı kaldırınca, önümde senelerden
beri aynı intizamla yanan kandilimin sönmüş olduğunu
gördüm. Hiçbir rüzgar veya hareket olmadığına göre, yağının
bitmiş olması lazımdı. Lakin elime alıp bakınca, yağının dolu,
fitilinin kusursuz olduğunu gördüm; haznesinde bir delik, boğazında
bir sakatlık yoktu.
Benim farkına varamadığım bir rüzgara hamlederek (yorarak) tekrar
yakmak istedim... Fakat hayret: Yanmıyordu. Yaklaştırdığım
ateşler yalnız fitili kızartıyor ve oradan hoş olmayan kokular
çıkarıyordu. Alev, senelerden beri devam eden kırmızımtırak
alev artık yoktu.
Hangi sebebin bu ihtiyar şamdanı kararttığını düşünürken,
kaybolan aleve benzeyen bir ışığın kafamın içinde parlamaya
başladığını hissettim. Ve karşımdaki kandilin arkasında, ona
benzeyen sayısı bellisiz kandiller sıralandığını gördüm. Kimisi
benimki gibi sönmüştü ve kimisi hala kırmızı ve değişmez bir
alevle parlıyordu. Fakat ara sıra bunlardan biri, hiçbir rüzgar,
hiçbir üfleyen olmadığı halde, yavaşça kararıveriyordu. Ve bu
sönük kandillerin bir daha aydınlanması da mümkün değildi.
-Silkindim, bunu kendime bir ihtar telakki ettim. Artık bulmak
istediğim hakikati burada arayacaktım:
Yağları çok, fitilleri kusursuz ve her şeyleri tamam olan
kandillerin sebepsiz yere niçin söndüklerini ve kaybolan alevlerin
nereye çekilip gittiklerini bulmalıydım.
Bunun için, aynen kandilimin şeklinde bir bina yaptırarak
oraya yerleştim. Etrafımda dolaştığını hissettiğim büyük hakikate
burada kavuşacağımı biliyordum. Şimdi, en yakınlarımı
bile sokmadığım bu odada, gözlerimi tepedeki camlardan geçirerek
yukarılara bakıyor, orada birdenbire sönen kandillerin
alevlerini arıyorum...-
Kitabın intizamsız aralıklarla yazılan diğer kısımları, bir
kazana hapsedilen buhar gibi kenarlarını sıkıştıran bir kafanın,
görünmeyen, işitilmeyen ve dokunulmayan bir hayaleti takip
ediyormuş gibi etrafına nasıl hamleler yaptığını gösteriyordu.
Bataklık kenarlarındaki çürük sazların rutubetli ve ekşi kokusunu
dağıtan kalın yapraklar parmaklarının altından bahtiyar
bir günün saatleri gibi çabucak geçiyorlardı.
Ve sebepsiz yere sönen yağ kandillerinin hazin hikayelerini,
bir İbrani peygamber gibi, içim sarsılarak okuyordum:
-Beraber yanmak için yapılmış iki tane kandil vardı. Alevlerini,
birleşmek istiyor gibi, birbirlerine eğerlerdi ve birisinin
yetişemediği yeri öteki aydınlatırdı..
Aralarında ipek kumaşlar gibi kıvrılan ve parlayan ışık
huzmeleri gidip gelirdi... O kadar benzer ışıklarla yanarlardı
ki, etrafa dağıttıkları aydınlığın ayrı yerlerden geldiğine ihtimal
vermek mümkün değildi... Fakat bir gün, yağı çok, fitili yolunda,
haznesi sağlam olan bu kandillerin biri, en beklenmedik zamanda,
yavaşça kararıverdi. Titrek bir ışıkla yas tutmak isteyen
diğeri ise, onun arkasında gitmekte gecikmedi.
Ve ben, dört beş tanesi bir arada birçok kandiller daha gördüm.
İçlerinde savaştan çıkmış bir kılıç gibi parlayan yenileri
olduğu gibi, mahzenlerdeki yosunlu küplere benzeyen eskileri
de vardı. Ve büyük kandillerin yanında civciv gibi duran küçükler,
oynak alevlerle kıpırdıyorlardı. Ve bunlar, adeta ses çıkaran
bir şetaretle (sevinçle) beraberce yanarlarken aynı hissedilmeyen
rüzgar, hiçbir benzerlik sırasına bakmayarak, hepsini birer birer
söndürüverdi.
Yağları daha bitmemişti yarabbi, daha uzun müddet yanabilirlerdi.
Ben, artık anlamak istiyorum, bu alevleri alıp götüren
hangi sarsılmaz kudret, hangi dayanılmaz sebep, hangi yaradılış
mantığıdır?..
Ve ben, altından yapılmış yeni ve çok güzel bir kandil gördüm.
Usta bir kuyumcu elinden çıktığı, kenarlarını süsleyen
göz alıcı ziynetlerden belliydi.
O kadar tatlı bir ışığı vardı ki, kandilin parlak madenine su
halinde akan bu ışık, çıplak omuzlara dökülen kumral saçları
andırıyordu.
Ve alevi o kadar beyaz, o kadar hayat doluydu ki, yanacağı
müddeti sonsuzlukla ifade etmek, onun ömrünü kısaltmak olurdu.
Fakat bu da, gözkapakları açıldığı zaman kaybolan bir rüya
gibi, kendisine iştiyakla (özlemle) bakanların önünden çekiliverdi.
Ah... Yanmak isteyen kandilleri sebepsiz yere ve birdenbire
söndürülen kuvvetin, bu alevi saklayacak kadar güzel yerleri
var mıydı acaba?..-
Artık sonlarına yaklaştığım kitabı avuçlarımın arasında sıkıyor,
isyandan ve kızmaktan vazgeçerek bir iman ve tevekkül
ifade etmeye başlayan satırları kandilin kızıl ışığına tutarak
okuyordum:
-İsteklerime varabilmek için dış dünya ile bağlarımı azaltmak
lazım geldiğini seziyordum. Vücudumdaki her yıkılış, kafamda
yeni bir parlaklığa yol açıyor. Ellerimin titremesi arttı,
fakat ben baktığım şeyleri daha sebatlı ve ihtizamlı görmeye
başladım. Ah, ey peşinde koştuğum hakikat, nihayet seni yakalayacağım.-
Diğer sahifeler gittikçe karışan bir yazıyla şöyle devam ediyordu:
-Görüyorum... Parlak alevlerin üzerine uzanarak onları alıp
götüren siyah eli artık fark etmeye başladım. Yazdığım yazıları
seçmekte güçlük çeken gözlerim, bu alevleri çok uzaklara kadar
kovalayabiliyor. Belki yakında onların nereye saklandıklarını
söyleyebileceğim. Hiçbir şeyleri eksik olmadığı halde, birdenbire
sönüveren kandilleri hangi kuvvetin kararttığını ve alevlerin nereye
gittiklerini öğrenmek üzereyim. Ey her tarafımdan yavaş
yavaş çekilen hayat, yalnız kafama ve gözlerime birik!-
Son sahifeye gelmiştim. Burada yazı artık okunmaz bir şekil
alıyordu. Deliliğe yakın bir merakla gözlerimi büsbütün
yaklaştırdım ve devam ettim:
-Gerçi ellerim kımıldamakta güçlük çekiyor ve gözlerim
yazdıklarımı görmüyor, fakat ne ehemmiyeti var? Artık hakikatin
pek yakınındayım.
Konacağı dalın etrafında uçan bir kuş gibi başımın üzerinde
kanat çırpışlarını duyuyorum.
Önümde sıralanmış birçok kandiller var... Parlak ışıkları
birdenbire yok olan zavallı kandiller...
Onların üstüne doğru uzanan siyah ve büyük bir hayalet
görüyorum. Ve alevler titreşerek hep bu istikamete uçuyorlar.
Fakat nereye gidiyorlar, Yarabbi: Ve o hayaletin aslı nedir?
Bazan açılır gibi olduğu halde gözlerimin üzerine tekrar
düşen bu perde ne zaman büsbütün kalkacak? .
Lakin artık bir hakikat dünyasını görmek üzere olduğum
muhakkak. Gittikçe kuvveti artan bir ışık, bana yaklaşıyor,
yaklaşıyor... Etrafım gittikçe daha aydınlandı... Ah...
İşte... İşte o kandilleri birdenbire söndüren kuvvet...-
Eyvah... Kitap burada bitmişti. Okuduğum müddetçe hiç
ses çıkarmadan yanımda oturan adama çılgın gıbı sarıldım:
-Söyleyiniz- dedim, -kitap niçin burada bitiverdi? Söyleyiniz,
kandilleri birdenbire söndüren hangi kuvvettir?.. Söyleyiniz,
bu adam niçin yazmamış, niçin devam etmemiş?..-
Siyah elbiseli adam yavaşça ayağa kalktı, hafiften gelen sesiyle:
-Bir gün- dedi, -onu elinde kalemiyle bu masada ve bu kitabın
başında ölü bulmuşlar...-
Birdenbire tepemizdeki camları sarsan bir kahkaha attı:
-Fakat- dedi, -yağları çok, fitilleri mükemmel, hazneleri
kusursuz olan kandilleri birdenbire ve sebepsiz yere söndüren
kuvvet, o adaletli ve şefkatli kuvvet, bu adamın emeklerine acıdı;
ancak son dakikada bulduğu, fakat ifade edemediği büyük
sırrın kaybolup gitmesini istemeyerek, bu hakikati onun çocuklarında
hiç şaşmadan devam ettirdi!-
Kolumdan tutarak yatağa doğru yürüdü. Orada; yarım
kalmış bir şikayete devam etmek istiyormuş gibi, ağzı aralık
duran iskeleti gösterdi. Sonra, kurumuş dalların rüzgarda çıkardıkları
iniltiye benzeyen bir sesle:
-İşte- dedi, -o zamandan beri, bu adamın neslinden gelen
herkes, hiçbir sebep olmadan, en parlak zamanlarında, böylece
sönüverdiler...-
İskelet halindeki başının neresinden çıktığına şaştığım iki
damla yaş, gözlerinin derin çukurlarından aşağıya doğru yuvarlanıyordu...
Kemikten ibaret kolunu onları silmek için kaldırırken oda
birdenbire karardı.
Masanın üzerindeki kandilin kırmızı alevi, hiç küçülmeden
ve titremeden, yavaşça yok oluvermişti.
1929
(Atsız Mecmua, s. 1, 15.05.1931)
:::::::::::::::::
İkinci Kısım
Bir Delikanlının Hikayesi
Öyle zamanlarım olur ki, beni sessizce bekleyen odama giderken,
bu her akşamki yürüyüş beni sıkar, boğar ve ben caddeyi
örten kalın kar tabakasının üstüne uzanarak orayı nefesimle
eritmek, ta toprağa kadar bir delik açmak isterim. Evin
kapısını her akşamki gibi anahtarla açmak, sonra kapamak, karanlık
koridorda yavaşça ilerlemek, merdiven basamaklarını
ayaklarımın ucuyla aramak, -ki onları saymış ve ezberlemiştim
ve dönemeç yerlerinin kaçıncı ayaktan sonra geldiğini gayet iyi
bilirdim- nihayet odama girmek... Bütün bunlar beni deli eder.
Bir kere de başka şeyler yapabilmek için mesela balkona tırmanmak,
pencerenin camlarını kırarak içeri girmek ihtirasını duyarım.
Odamda beni kitaplarım bekler. Bu yegane tesellidir. Her
eşyasını ayrı ayrı ve gayet iyi tanıdığım bu odada yalnız onlar
her zaman için yeni bir koku taşırlar. Her zaman söyleyecek
birçok lafları vardır. Mesela, masanın kenarındaki ucu kırık
mermer tütün tablasını belki yüz defa üstten, alttan, sağdan,
soldan tetkik etmiş, elime alarak saatlerce kırık yerdeki ince damarları
ve pürüzleri seyretmişimdir. O, bana artık kendi sesim
kadar bildiktir. Halbuki en çok okuduğum bir kitabın en çok
okuduğum bir satırı bile bana bazan başka şeyler söyleyebilir.
Yalnız onların böyle en mahrem taraflarını bile görebilmek için
uzun bir beraberlik lazımdır. Kitaplar yeni tanıdıklarına karşı
çok ketum olurlar. Bir kere de onlarla laubali oldunuz mu size
malik oldukları her şeyi verirler ve onlar bizim isteyebileceğimiz
her şeye fazlasıyla maliktirler. Kitapları bir kadın gibi sevenler,
yalnız bekar odalarının azabını daha az duyarlar. Ellerinde
bir kitapla beraber yattıkları, başuçlarındaki lambayı yaktıkları
zaman, bahtiyar bir evlilik hayatının daima tekrar edilen
saadetini hissederler: Kitaplarla zifafa girmesini bilen adam,
beşerliğinden kurtulmaya başlamıştır. Ve biz daima, daima beşeriz.
Kadını hiçbir zaman inkar etmedim. Hatta geceleri beni
odama o kadar karışık bir halde yollayan, ekseriye bir kadın
muvaffakiyetsizliğidir. Ve ben, bilmiyorum neden, hiçbir kadından
aşk iltifatı görmüş değilimdir. Kadınlar benden hoşlanıyorlar,
fakat beni sevmiyorlar. Ben onlarda herhalde ya pek çocuk;
ya pek ukala bir tesir yapıyorum. Gayet iyi bilirim ki, en
münevver ve zeki kadın bile, mesela bir -Balzac romanlarının
kıymeti- bahsini ancak yirmi dakika dinleyebilir. Halbuki ben
en güzel bir kadını bile bir -Balzac romanlarının kıymeti- musahabesine
(sohbetine) feda edebilirim. Ve bende, onların asıl bayıldıkları
gurur ve teenniden (yavaşlık, dikkatli davranma), ağırlıktan eser
yoktur.
Bütün bunlara rağmen kadın gene benim en zayıf tarafımdır.
Fena bir zamanımda bana her haltı ettirebilir. Kadın benim
etimin, kemiğimin, kanımın ve muhayyilemin müthiş bir ihtiyacıdır.
Buna mağlup olmak bir hayvanlık, bunu inkar etmek
daha büyük bir hayvanlıktır. Onlarla beraber olduğum zaman
donuk, ihtirassız, adeta cinsi hislerimden uzaklaşmış bir adam
oluyorum. Ve kadın muvaffakiyetsizliklerimin en büyük sebebi
de, zannediyorum ki, budur. Bilmem bunun sebebi bir utanma
veya bir korku mu? Fakat dimağımın, içimde kabarmak isteyen
bu ihtiyacı bana adi, pis ve gülünç göstererek beni susturduğunu
biliyorum. Ama yalnız ve kadından uzak kaldığım zamanlar...
O zaman dimağım da beni yalnız bırakıyor: Yahut bana
hükmünü geçiremiyor ve ben feci bir hırs ve imkansızlık içinde
çırpınıyorum. Öyle zamanlarım olur ki, -bunun için de mesela
bir kitabın çok masum bir cümlesi veya sokaktan gelen bir kadın
sesi kafidir- o zaman benim için yalnız kadın vardır. İliklerimin
içinden bile -Kadın!- diye bağıran sesler işitirim. Ve o zaman
benim için yalnız bir tek kadın vardır. Yani, bütün kadınlar
benim için birdir. O zaman genç, ihtiyar, güzel, çirkin, herhalde
bir kadına malik olmak, benim için su içmek gibi bir şeydir.
Hatta bu ihtiyacın derece ve şiddetini anlamak için muhayyilemde
kabaran kadın hayallerini gittikçe çirkinleştirir, kötüleştiririm.
Nihayet öyle bir an olur ki, bu hayal pis ve korkunç
bir acuzeye kadar iner. Ve ben, ben onu da isterim. Böyle zamanlarımda
kadınları yalnız bir tek hissimle severim, hatta
anamı bile... Her gelişinde boğmaya mecbur olduğum bu hislere
gitgide daha çok esir oluyorum.
Bir gün haftalık bir mecmuadaki bir çorap reklamı şiddetle
gözlerimi buğulandırdı ve damarlarımda, kadın isteyen acayip
bir kanın dörtnala dolaştığını hissettim. Koltuğun kenarlarını
yakaladım. Sonra ayağa kalkarak odanın bir başından bir başına
hızlı hızlı yürümeye başladım. Nihayet daha fazla duramayarak
sokağa fırladım. Caddeye çıkınca bu kadın kalabalığı
içinde şaşırdım. Geliyorlar, gidiyorlar, gülüyorlar ve konuşuyorlardı.
Hepsinin yüzüne sanki bir tanıdığı arıyormuş gibi ısrarla
bakıyordum. Gözlerimi vücutlarında gezdiriyor, kalçalarda
uzun müddet kalıyor, bacaklara indiğim zaman tıkandığımı,
boğulur gibi olduğumu, avaz avaz bağırmak istediğimi hissediyordum.
Ve her şeyden evvel, kendilerini soyuyordum: Çırçıplak...
Sonra bu çıplak vücutları yakalıyor, eziyor, kıvırıyor,
boyunlarını, enselerini ve kollarını öpüyordum. Hiçbir zaman
kendimi kaybetmiş değildim. Hatta yürüyüşümdeki, bakışımdaki
tabiilik ve sükunetin içimdeki vukuatla yaptığı tezada,
kendime bile hissettirmeden, kıs kıs gülüyordum. Akşam üzeriydi
ve kadınlar daha çok birbirlerine benzemeye başlamışlardı.
O kadar ki, boyları ve vücutlarının şekli bile gitgide aynı
oluyordu. Ve ben onların başka başka kadınlar olduğunu yalnız
değişen kokularından fark ediyordum...
Simsiyah bir şekle çarptım ve durdum. Başı ancak göğsümün
hizasına gelebilen bir kadındı. Biraz öne doğru eğilerek
özür diledim. Bu, onun homurtusunu ve başlamış olduğu fena
bir kelimeyi yarım bıraktırdı. Yüzüne baktığım zaman, gözlerinin
etrafının şiddetle karartılmış olduğunu gördüm. Siyah bir
tülle sımsıkı sardığı başının iki kenarından açık sarı saçlar fırlıyordu.
Yakası ve kolları siyah kadifeli düz bir mantosu vardı.
Ve hayret! Dudaklarının kenarlarındaki buruşukluklara, pişkin
gülüşüne rağmen, on altı yaşlarından hiç de fazla görünmüyordu.
Bulunduğumuz yer bir köşebaşıydı ve sağımızda loş ve
kimsesiz bir sokak uzanıyordu. Kolundan tuttum, o tarafa
doğru çektim. Mukavemet edecek oldu; gözlerimi yumdum ve
başımla gelmesini işaret ettim. Şaşırmış gibiydi. -Olmaz!- diye
kolunu çekiyor, fakat sahiden vazgeçeceğimden korkarak, cesaret
vermek isteyen bir gülüşle yüzüme bakıyordu. Bundan
istifade etmek için kolumu gevşettim. O zaman biraz yaklaşarak
sordu: -Evin uzakta mı?- -Hayır, şurada!..- diye cevap
verdim. Kendisini serbest bıraktım ve yan yana yürümeye başladık.
Yukarıdan aşağı bir süzdüm: Yürüyüşü muntazamdı, fakat
küçük ve biraz şaşkın adımlar atıyordu. Kalçaları pek yoktu.
Gözüm yanında sallanan eline ilişti. Durakladım. Bu küçük, temiz
ve ümidimin üstünde güzel bir eldi. Parmaklarını biraz
içeri doğru kıvırmıştı. Büzülmüş minimini bir kuşa benziyordu.
Hemen yakalayacaktım, fakat kendi kendime: -Hepsini
odaya saklayalım!- dedim. Merdivenleri çıkarken bacaklarına
dikkat ettim. İnce, gergin ve ahenktardılar. Eski ve siyah çorabın
altından bile pembe ve tatlı bir deri görünüyor gibiydi. Sakin
olmak için bir elimle merdiven tırabzanlarına sarıldım,
öbürüyle de boyunbağımı sımsıkı yakaladım. Niçin, mesela ceketimin
kenarını değil de, boyunbağımı yakaladım, bilmiyorum.
Oda kapısını anahtarla açmaya uğraşırken içimde sevince
benzeyen bir şey, sabırsızlık ve hırs vardı. Ellerim titriyordu. Ve
bu küçük an, bana bütün geldiğimiz yoldan uzun görünüyordu.
Fakat içeriye girince hiç beklemediğim, çok tuhaf birtakım
vakalar cereyan etti. Hatta o akşamdan sonra uzun müddet
kendimi toplayamadım, acayip bir hava içinde yaşadım, bütün
bunlar sırasıyla aşağıdaki şekilde oldu:
Odadan içeri girip kapıyı kapayınca, hiçbir şey söylemeden,
hatta yüz yüze bile bakışmadan, derhal kendisini yakaladım;
yarı kucağımda ve yarı sürükleyerek duvar kenarındaki
kanapeye götürdüm. Kız bir kere, -Ah!..- dedi ve galiba başka
şeyler de söyledi. Fakat ben, aldırış etmedim. Gözlerim sımsıkı
kapalı, onu rastgele öpmeye başladım. Dudaklarımın altında
sıcak ve ince bir deri duyuyordum. Sonra kollarını yakalayarak
yüzünü, çenesini ve dudaklarını öpmek istedim. O, dudaklarını
içeriye doğru sıkmıştı; çırpınıyor, tokatlıyor, kapalı ağzından
kesik iniltiler çıkarıyordu: Ateş gibi yanan yanaklarına ağzımı
götürdüğüm zaman ılık bir yaşlık hissettim, gözlerimi açtım ve
onun ağladığını gördüm. Şaşkın, kararsız, doğrulmuştum. Anlamayarak
bakıyordum. O da doğrulmuş, kanapenin köşesine
büzülmüş, yüzü, ellerinin, titrediği uzaktan bile fark edilen küçük
ellerinin içinde, omuzları şiddetle sarsılarak ağlıyordu. Bir
müddet öyle durdum. İhtimal birkaç dakika geçti, birdenbire
büyük bir hiddetin kafama doğru çıktığını fark ettim. Orta yerdeki
masanın üstüne sıçrayarak oturdum. Ellerimle iki yanımı
yakaladım. Biraz da böyle bekledikten sonra bağırmaya başladım:
-Bu da ne? Yeni moda mı bunlar? Bana bak! Sahiden anlamıyorum
ne demek istiyorsun?.. Sen buraya neden geldin kızım?
Başka şey mi bekliyordun? Yoksa böyle birdenbire başlayışım
namusuna mı dokundu? Yanına oturmalı, evvela elini yakalamalı,
bakışıp gülüşmeli, yarım saat cilveleşmeliydi, değil
mi? Yook yavrum, ben iş güç sahibi adamım, şu kitapları görüyor
musun, okuyacak adam bekliyorlar. Ben her zaman en kısa
yoldan giderim... İşte bu kadar...-
Biraz durdum, aklıma bir şey gelmişti. Parmağımı şaklattım
ve devam ettim:
-Yoksa bunlar hep komedi mi?.. Öyle ya, hep komedi...
Söyle, ne yapmak istiyorsun bir komediyle? Ahha, şimdi anlıyorum.
Bari bu usulü çok tatbik ettin mi? Sen karın yolunu tutmuşsun
be kızım!.. Bu dünyada merhamet ehli çoktur, seni herhalde
istediğinden ziyade, memnun ederler. Fakat bu iyi usul...
Sizin gibi kadınların namuslu rolüne çıkması, bu gayet iyi
usul... Sukut etmiş (düşmüş) masume... Allah Allah... Altı yüz sahifelik
roman... Beybaban miralaydı... Komşunun oğlu... Söylesene?..
Yoksa başka türlü mü? Baba şehit, anne aç... Kardeşler var...
Hem de mektebe gidiyorlar. Derhal kendini feda ediyorsun, değil
mi? Ne müthiş şey be! Söylesene, senin hikayen hangisi?
Belki de sen adamına göre başka şeyler anlatıyorsun. Bu da senin
zekanı gösterir. O kadar güç bir şey de olmasa gerek, sen
kitap okur musun? Ha? Öyleyse hiç korkma... Bir kişiye üç
dört hikayeyi birleştirip anlatsan sermayen gene tükenmez...
Bizim memleketin büyük muharrirleri her gün yenisini yazıyorlar.
Fakat ne yaman usul be... Bunu hepiniz yapıyor musunuz
şimdi? Vay haline cümlemizin... Biraz gözyaşı, biraz çarpıntı,
dinleyeni de söyleyen gibi ağlatan feci bir hikaye: Ah, hayat,
hayat, lanet sana!.. Sonra da burun kanamadan, üç dört kişiden
alamayacağın bir para... İhtimal daha fazla verenler de
vardır. Artık o sizin ustalığınıza, adamın hassaslığına bağlı. Ve
sonra kalpsiz herifin biri çıkıp da muhakkak ısrar ederse kaybedilen
bir şey yok ya... Biz alışkınız değil mi?-
Masadan indim. Karşısına geçip ellerim pantolonun cebinde
biraz durdum. İnsafsız ve hain, devam ettim:
-Fakat iki gözümün bebeği, bu sefer yanlış kapı çaldın. Sen
bu usulü daha ziyade kırkını geçmiş memurlarla, lise talebesine
tatbik edecektin. Onların yürekleri daha yufkadır. Bana vız
gelir... Şu kitapları görüyor musun? Yarısından çoğu hep seninkine
benzeyen masallarla dolu. Ve senden yüz kat akıllı ve
usta adamlar anlattıkları halde, gene beni kandıramıyorlar. Görüyorsun
ya, söktüremedin. A canım, ben de vakit bıraktım mı
ya? Kapıdan girer girmez... Hah hah hah...-
Gülüyordum. Ellerini yüzünden çekti. Yaşlar gözlerinin kenarındaki
siyahlığı, hatta bütün yüzünü yıkamışlardı. Dudaklarının
kenarında o, sokakta iken gördüğüm; pişkin çizgiler yoktu.
Bu, on beş yaşında, hatta daha küçük bir kız çehresiydi. Şikayet
dolu bir sesle, dudakları titreyerek sordu:
-Niçin bana böyle şeyler söylüyorsunuz?.. Niçin siz...-
Bu çocuk sesi, bu kalınlaşmamış, bu yalvaran çocuk sesi...
Yanına yaklaştım. Yüzüne dikkatle baktım:
-Yoksa... yoksa sen sahiden mi ağladın?-
Odanın bir başından bir başına iki üç kere gidip geldim.
Pencerenin yanında durdum. Karanlık caddeye uzun uzun
baktım. Kafamın içi bomboştu. Topuğumun üzerinde hızla geriye
döndüm. O, tekrar ellerini yüzüne kapamış, ağlıyordu. Birkaç
kere daha gidip geldim. Ara sıra durup ellerimle havada
işaretler yapıyor ve onun sarsılan başına bakıyordum. (Siyah
tül düşmüştü, biraz uzunca olan sarı saçları omuzlarına dökülüyordu.)
Ya... hımm... ya... diye karmakarışık ve manasız heceler
mırıldanıyor, meseleyi kavramaya çalışıyordum. Fakat galiba
bundan biraz korkuyordum da... İçimde utanmaya benzer
ağır bir şey vardı ve bu sonra nedamete benzer bir şey oldu. Bu
çocuğu fena yaralamıştım. Gözlerime bir yaşın çıkmak istediğini
hissettim ve alt dudağımı ısırarak bunları geri gönderdim.
-Peki ama, a çocuğum- dedim, -niçin hemen söylemedin?
Niçin sahiden ağladığını hemen söylemedin? Vakit bıraktım mı
desene.. . Dinleyecek halde miydim? Ahhh...-
Yanına gittim, bir elimle çenesini tutarak başını yukarıya
kaldırdım. Hiç mukavemet etmeden gözlerimin içine baktı.
-Ne kadar çok ağlamışsın sen- dedim, -ne kadar çok.- Yanına
oturdum. Elimi omuzuna koydum. Her şeyi tamir etmek
istiyor, fakat rabıtasız birçok laflar söylemekten başka bir şey
yapamıyordum.
-Artık sus ama... Susacaksın değil mi? Vah yavrum, vah
benim çocuğum... Seni ne kadar korkuttum kim bilir? Sen envai
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Değirmen, Kağnı, Ses - 05
  • Parts
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 01
    Total number of words is 3301
    Total number of unique words is 1911
    30.9 of words are in the 2000 most common words
    45.0 of words are in the 5000 most common words
    52.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 02
    Total number of words is 3381
    Total number of unique words is 1927
    27.4 of words are in the 2000 most common words
    42.3 of words are in the 5000 most common words
    49.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 03
    Total number of words is 3322
    Total number of unique words is 1876
    31.7 of words are in the 2000 most common words
    45.5 of words are in the 5000 most common words
    53.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 04
    Total number of words is 3510
    Total number of unique words is 1859
    32.9 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    54.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 05
    Total number of words is 3392
    Total number of unique words is 1930
    32.3 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 06
    Total number of words is 3291
    Total number of unique words is 1909
    32.8 of words are in the 2000 most common words
    45.9 of words are in the 5000 most common words
    52.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 07
    Total number of words is 3457
    Total number of unique words is 1970
    33.4 of words are in the 2000 most common words
    48.4 of words are in the 5000 most common words
    55.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 08
    Total number of words is 3302
    Total number of unique words is 2043
    30.0 of words are in the 2000 most common words
    44.2 of words are in the 5000 most common words
    50.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 09
    Total number of words is 3341
    Total number of unique words is 1996
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 10
    Total number of words is 3423
    Total number of unique words is 2041
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    45.3 of words are in the 5000 most common words
    53.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 11
    Total number of words is 3472
    Total number of unique words is 1944
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    47.3 of words are in the 5000 most common words
    54.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 12
    Total number of words is 3400
    Total number of unique words is 1894
    32.2 of words are in the 2000 most common words
    47.9 of words are in the 5000 most common words
    55.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 13
    Total number of words is 3526
    Total number of unique words is 1912
    35.0 of words are in the 2000 most common words
    51.0 of words are in the 5000 most common words
    58.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 14
    Total number of words is 3584
    Total number of unique words is 1895
    31.0 of words are in the 2000 most common words
    43.6 of words are in the 5000 most common words
    52.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 15
    Total number of words is 3543
    Total number of unique words is 1818
    31.7 of words are in the 2000 most common words
    44.1 of words are in the 5000 most common words
    52.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 16
    Total number of words is 3503
    Total number of unique words is 1920
    32.2 of words are in the 2000 most common words
    47.3 of words are in the 5000 most common words
    55.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 17
    Total number of words is 3435
    Total number of unique words is 1879
    36.1 of words are in the 2000 most common words
    50.7 of words are in the 5000 most common words
    58.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 18
    Total number of words is 3418
    Total number of unique words is 1855
    33.6 of words are in the 2000 most common words
    49.5 of words are in the 5000 most common words
    57.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 19
    Total number of words is 2017
    Total number of unique words is 1135
    37.4 of words are in the 2000 most common words
    51.1 of words are in the 5000 most common words
    58.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.