Değirmen, Kağnı, Ses - 12

Total number of words is 3400
Total number of unique words is 1894
32.2 of words are in the 2000 most common words
47.9 of words are in the 5000 most common words
55.7 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
akını bitince, dükkanın önüne iskemlesini atar, çeşmeden dönen
ve testiyi taktıkları kollarının mukabil tarafına 45 derecelik
bir zaviye (açı) ile meyleden biraz daha büyük çocukları ve camiye
akşam namazına giden ihtiyarları seyrederdi. Bu mahallede
oturan bir iki memur, geçerken onunla birkaç laf atarlar ve o,
dükkanını kapayarak bunların en sonuncusuyla beraber evine
yollanırdı.
Fakat çocukları yavaş yavaş büyümeye başlamışlardı ve
basık tavanlı dükkanın kazancı onları biraz güç geçindiriyordu.
Mesela iki seneden beri kendi sırtına bir elbise yaptıramamış,
yüzbaşılığından kalma üniformalarını bozdurarak giymişti.
Gene bozdurarak ilk mektebin son sınıfına giden oğluna palto
yaptırdığı kurşuni pelerinini, bir zamanlar, ağarmamış saçlarının
altında ve dik omuzlarında dalgalanır gibi kıvrılan bu şimdi
havı dökülmüş kumaşı, sıska oğlunun sırtında gördükçe
gözleri yaşarır gibi oluyordu. Balkan Harbi'nden sonra ticarete
atılan o eski ve becerikli adam bu değilmiş gibi, vaziyeti bozuldukça
çekingen ve şaşkın bir hal alıyordu.
Nihayet kirayı da veremeyerek dükkanı kapattı. İçindekileri
eve taşıdı, sonra iki gaz sandığı alarak pazarcılığa başladı.
Kasabaya birer saat uzaklıkta iki ufak kasabacık daha vardı;
birinde salı, birinde perşembe günleri pazar kurulurdu.
Kendi kasabalarının pazarı da cumartesi idi. Haftanın bu üç
gününde dükkandan kalan ufak tefek mallara, şube reisliği
yaptığı zamanlar yanında yazıcı olarak bulunmuş olan ve buranın
büyükçe tüccarlarından sayılan bir gençten veresiye aldığı
şeyleri de katarak bir köşede ufak bir sergi açıyor; heybelerini
bir kenara bırakan ve çekişe çekişe pazarlık eden köylü kadınlara
hafif ve hala tatlı sesiyle beğendirmeye çalışarak, makara,
sakız, düğme, gelin teli satıyordu. Öbür kasabalara gitmek için,
yalnız o günlere mahsus olarak kiraladığı bir eşeğe, içerisine
bütün o çorap kutularını, iplik çilelerini, kına torbalarını doldurduğu
iki gaz sandığını yükler, güneş doğmadan yola çıkarak
erkenden, pazarı olan kasabaya varırdı. Orada kendisine
pek hürmet eden bir helvacıdan genişçe bir kapı kanadı alarak
kaldırıma yatırır, kapının dışarıda boşta kalan kısmını taşlarla
besler, sonra onun üzerine çeşit çeşit kutuları açardı. Kışın yağmur
bastırıp bunları yarı ıslak toplayarak bir dükkana sığındığı,
yazın göğsü bağrı açık, ak saçları ter içinde, yanı başında bir
kağıtta duran kirazlardan ağzına birkaç tane atıp serinlemeye
çalıştığı olurdu.
Akşama doğru köylüler -aksata-yı (alışverişi) bitirip eşeklerini öne
katarak yola düzüldükleri ve güneş fersiz ve eğri ışıklarıyla
gözleri kamaştırır olduğu zaman, o, yarı kapalı gözlerle en tatlı
meşguliyetine; hatıralarıyla oynamaya başlardı. O zaman ta
mektep sıralarından, Harbiye'nin arka duvarından atlayıp kaçarak
Beyoğlu'nda çapkınlık etmekten başlayan ve Anadolu ve
Rumeli'nin küçüklü büyüklü birçok şehirlerinde, köylerinde
dopdolu geçirilen bir hayat, gözlerinin önünde inanılmayacak
kadar canlı bir resmi geçit yapardı.
Halinden şikayetçi olan ve bulunduğu vaziyete asla alışamayan
bütün insanlarda olduğu gibi onun da muhayyilesi,
kendisini bile şaşırtan bir mükemmellikle işliyordu. Kafasının
içinde, kah Arnavutluk'ta sarp bir kayanın üzerindeki kaleden
bulanık vadinin görünüşü; kah Yalvaç'ta nişanlanıp sonra dedikodu
yüzünden ayrıldığı ve bu yüzden uzun zaman içkiye vurduğu
tüfekçi ustasının kızı; kah İstanbul'un o zamanki levantenlere
mahsus eğlence yerlerinden birinde Rum kızları ve kendisi
gibi izinli arkadaşlarla geçirdiği bir alem; kah bir azgın yağız
at; bir muharebe meydanı; hulasa elli senelik ömrünün her
safhasından, bazan pek ehemmiyetsiz, bazan hayatının gidişini
değiştirmiş bir parça diriliyor, hem de dün olmuş gibi canlı, vuzuh
içinde ve tesirli olarak yeniden yaşıyordu.
Eşeğini önüne katıp, alışverişin bıraktığı on beş yirmi lirayı
cebine atarak sarp ve büyük bir tabiatın bütün güzelliğini
toplayan yollardan kendi kasabasına dönerken bile, bu hatıralardan
ayrılmazdı. O kadar bugünden uzak, o kadar eski hayatının
içinde yaşıyordu. Yanı başında onunla beraber eşeklerini
önlerine katan ve harıl harıl alışveriş lafı eden Alanyalılar,
önünde yırtık pabuçlarını sürüye sürüye giden ve toplayabildikleri
sadakaları torbalarına doldurup sırtlarına vuran profesyonel
dilenciler, dahaa birçok köylüler, nane yağcılar, bir yaylı
araba ile geçen manifaturacılar, ortalığı toza bulayan bir otomobille
yoldakileri iki yana fırlatan zeytinyağı fabrikatörleri
ona, tanımadığı, yeryüzünde bulunduğunu bile bilmediği bir
memleketin adamları gibi yabancı, uzak, sis içinde görünüyorlardı.
Bir gün, bir vaka onu bugünden alarak eski hayatının ta ortasına;
bütün romantikliği ve acayipliği ile muhayyilesinin
dünyasına götürdü. Böylece hayatının son ve güzel hadisesini
yaşadı, fakat bu, aynı zamanda onun her şeyinin sonu oldu:
Gene böyle grup halinde pazardan dönerlerken, dar bir boğazda,
fundalıkların arasından üç silahlı göründü. Etrafındakilerin
şiddetli korku nöbetleri geçirdiklerinin, telaşla kaçacak
yer aradıklarının farkına bile varmayan eski zabit, -Soyunun!-
diye bağıran boğukça bir sesle kendine geldi. Derhal eli ceketinin
iç cebine gitti. Pazardaki alışverişin bıraktığı yirmi iki lira
burada idi ve bu bütün sermayesinin yarısından fazlasıydı.
Birkaç haftadan beri ağızlarda, karı meselesi yüzünden dağa
çıkan ve birkaç köy basan bir eşkıyanın lafı dolaşıyordu; fakat
bu sıkı zamanlarda onun böyle yol kesecek kadar ileri gideceği,
her şeyden kuşkulanan Aksekili aktarların bile aklına gelmemişti.
Üzerlerine dikilen silahların karşısında herkes süratle
soyunuyor ve çeşit çeşit elbiseli adamların yerinde beyaz çamaşırlı
ve titreşen şekiller kalıyordu. Eşkıyalardan biri uzakta ve
silahı elinde bekledi, öteki ikisi yolcuların yanına gelerek yerdeki
elbiseleri karıştırdılar, bütün paraları ve saatleri aldıktan
ve elbiselerden de kendilerine üç takım seçtikten sonra, bir köşeye
birikmiş bekleyen pazarcıların yanına giderek ağızlarının
içini, avuçlarını muayene ettiler ve parmaklarından gümüş yüzükleri
söküp aldılar.
Akşamın alacakaranlığında, ağaçların yukarıdan doğru gelen
uğultusuyla derenin aşağıdan gelen şarıltısı arasında bu beyazlar
yığını ve onların arasında, çamaşırlarından daha beyaz
kalmış kolları ve seyrek beyaz saçlarıyla eski zabit hiç de gülünç
olmayan bir manzara idi. Dudaklarının kenarı acı acı bükülmüştü,
kah eşkıyaların karıştırdıkları gaz sandıklarının altında
öteye beriye dönen eşeğe, kah gözleri patlayacakmış gibi
dışarı fırlayan Alanyalı manifaturacıya bakıyordu.
Eşkıyalar işlerini bitirdikten sonra bunlara üstlerini giymelerini
söylediler. Ondan sonra silahlarını doğrultarak: -Hadi
bakalım, marş!- diye bağırdılar. Herkes ağır ağır ve adeta ayakları
gitmek istemeyerek yürüyordu. Geride durup bekleyen eşkıyanın:
çete başının önünden geçerken hepsi korkudan önlerine
bakıyorlardı. Kafilenin en sonunda giden eski zabit başını
kaldırarak orada, yarı adam boyu yüksekliğinde bir taşın üstünde
silahına dayanmış duran adama uzun uzun baktı, merakla
baktı ve sonra gözlerini ileri çevirerek yürümeye başladı.
Fakat eşkıya birdenbire bulunduğu taştan atlayıp onu kolundan
yakaladı, kendine çevirerek, gitgide koyulaşan akşamın
içinde hayretle baştan aşağı süzdü. Sonra, elleri yanına çekilmiş,
gözleri hüzün içinde: -Beni tanımadın mı bey?- dedi.
O baktı, bu zayıf, sinirli, kırmızımtırak gözlü yüze dikkatle
baktı, sonra omuzundan tutarak yavaş sesle: -Tanıdım, sen şey
değil misin?- dedi ve onun ismini söyledi. Bu karşısındaki,
kendisi bir zamanlar Çanakkale'de divanıharp azası iken, askerden
kaçan, sonra bir gece yarısı kapıya gelip: -Aman bey,
beni kurşuna dizdirme, ben teslim olacağım!- diye yalvaran
bu taraflı bir neferdi. O zaman divanıharpte onu kurtarmış,
sonra da bir ay kadar yanına emirber almıştı. Namuslu bir çocuk
olduğu halde çok sinirli ve ataktı. Ufak bir laf için arkadaşları
ile boğaz boğaza girerdi. Bu yüzden yanında fazla alıkoyamayarak
karargaha göndermiş ve o zamandan beri bir daha adını bile duymamıştı.
Öteki hemen arkadaşlarını çağırarak eski zabiti onlara tanıttı,
elini öptürdü. Aldıkları parasını geriye verdikten sonra,
onun birkaç misli daha da para verdiler. Eski neferin: -Vah beyim,
siz bu hallere mi geldiniz!- derken gözleri yaşarıyor gibiydi.
Kendisinden bahsederken: -Ne yapalım beyim, bir namus
meselesi yüzünden başımıza bu işler geldi. Eh, aç da durulmuyor,
Allah taksiratımızı affetsin!- dedi. Zabiti en çok sarsan şey,
eski neferinin tavırları idi. Hiçbir zaman kendisine karşı eski
muamelesini değiştirmiyor, elleri yanında, adeta bir iş buyurmasını
bekliyordu. Öteki iki kişi de biraz geride ve elleri göbeklerinde
bekliyorlardı. Biraz daha konuştuktan sonra: -Hadi beyim,
geç kaldım, bizi gönülden çıkarma duanı bekleriz!- diyerek
onu gönderdiler.
Eski zabit, ormanın yukarısından gelen uğultusu ile derenin
aşağıdan gelen şarıltısı arasında, gözleri karşı yardan doğru
çıkan ayın ilk ışıklarında, ağır ağır yürüyordu. İçerisi bu dereden
çok daha büyük birtakım nehirlerle dolup boşalıyor, kah
gülüyor, kah gözleri yaşarıyordu.
Fakat kasabaya gelenler hemen meseleyi karakola haber
vermişlerdi. İçlerinden biri bunun geriye kalıp eşkıyalarla uzun
boylu görüştüğünü de saklanıp seyretmiş ve candarmalara bildirmişti.
Şehre girerken yakalayıp ifadesini almaya götürdüler.
Üzeri arandığı zaman çıkan paralar ve biraz perişan gözleri,
şüpheleri büsbütün arttırdı. Eşkıyalarla sözlü olduğu, onlara
habercilik ettiği iddiasıyla tevkif edildi. Tahkikat ilerleyince
meselenin meydana çıkacağı muhakkaktı; fakat buna vakit kalmadan
o, tevkifinin yirminci günü, ömrünün o belki en geniş
günürtü kovalayan bu dar günlere tahammül edemeyerek hapishanede
öldü.
Varlık, 01.07.1935
...
Apartman
Siri damın üzerinde, keskin bir koku dağıtan yaş tahtalara
keseri vuruyor, bir taraftan da batıya doğru inmeye başlayan
güneşi gözlüyordu. Ağustosun sonuna yaklaştıkları için mal
sahibi çatının çabuk örtülmesini istemişti. Yağmurlar başlar diye
korkuyordu. Bunun için sekiz kişi iki gündür hep çatıda uğraşıyorlardı.
Öğleyin şöyle on dakika dinlenip biraz ekmekle yarım karpuz
yemiş, hemen işe başlamıştı. Böyle yüksekte (apartman beş
katlı idi) ve yarı yatmış, yarı ayakta durarak yaş tahtalara abanmak
ve mütemadiyen başının üst tarafmda keser sallamak insana
sersemlik, hatta baş dönmesine benzer bir şey veriyordu.
Bir akşam olsa, bir eve gitse, bir arka üstü yatsa ve karısı ile
küçük kızına şöyle göğsünü kabarta kabarta bir bağırıp çağırsa!..
Mal sahibi karşı apartmanda oturuyordu (orası da kendi
malı idi). Onun için burada bağırmak değil, hızlı bile konuşamıyorlardı.
Herif bazan pencereyi açıp göbeğini kenara dayayarak
saatlerce baktığı ve ara sıra: -Orasını iyi kapat!- yahut:
-Lakırdıyı bırakalım!- diye emirler verdiği için işçilere, o olmadığı
zaman da devam eden bir çekingenlik gelmişti. Sessiz sessiz
çalışıyorlardı.
Birdenbire irkildi. Etrafına bakınırken ilerideki sokak başında
küçük bir küfecinin iki kat olmuş geldiğini gördü. İçi, safrası
kabarmış gibi, allak bullak oldu. Eliyle yarı çivilenmiş tahtalardan
birine yapıştı, aşağıya doğru dikkatle bakmaya başladı.
Küfeye yükletilen eşyanın altında, ayakları sokağın bozuk
taşlarına yapışıkmış gibi adımlar atarak ilerlemeye çalışan küçük
hamal kendi oğlu idi.
Bir gün iş bulup on gün bulamadığı sıralarda, onu, zaten
sebebini anlamadan iş olsun diye gönderdiği mektepten almış,
bir daha göndermemişti.
Bir karısı ve bu oğlundan başka iki de kız çocuğu vardı.
Ayın en çok on gününde aldığı en çok altmışar kuruşla bunları
doyuramıyordu. Küçük oğlan ufaktan çalışmaya başlamalıydı.
Ucuzca bir eski küfe aldıktan sonra onu pazarlara gönderdi
ve çocuk gününe göre yirmi yirmi beş kuruşa kadar kazanıp
getirmeye başladı. Büyüdükçe belki beş on kuruş daha fazla da
çıkarabilirdi.
Fakat bu sefer fena yüklemişlerdi. Alnına güneş vurdukça
terlerin parıldadığını o buradan görebiliyordu. Çocuğun yanında
giden uşak kılıklı bir adam ara sıra ona durup bir şeyler söylüyor,
galiba: -Yürüsene be!- filan diyordu.
Yaklaştıkları zaman küfenin içinde neler olduğunu da seçmeye
başladı. Bir sürü şişelerin arasında irili ufaklı konserve
kutuları vardı, renkli kağıt kuşaklara sarılmış teneke kutular.
Ve sonra şişeler, kısa, tıknaz, fıçı biçiminde, huni biçiminde, dar
boğazlı, şiş gerdanlı ve içinde beyaz, yeşil, vişne rengi ve kan
rengi sular bulunan birçok şişeler. Çocuk bu ağır yüklerin altında
yıkılacak gibi yürüyordu.
Çocuğun yanında yürüyen adamı tanıdı: Apartman sahibinin
uşağı idi. Herhalde bu akşam karşıda ziyafet olacaktı. Bu
içkiler, bu çeşit çeşit balık ve konserve kutuları bunu gösteriyordu.
Küfeci ve uşak karşı apartmanın kapısına geldiler. Çocuk
ufacık elleriyle duvara tutunarak bir ayağını merdivene attı.
Babası yukarıdan bu ayağın pazılarının nasıl titreye titreye gerildiğini
gördü. Fakat çocuk öteki ayağını bir türlü kaldıramıyordu.
Yük herhalde çok ağır olacaktı. Uşak canı sıkılmış bir tavırla
ve eli arkada seyrediyordu. Çocuk bir hamle daha yaparak
o basamağı ve aynı güçlükle öteki üç basamağı çıktı, kapıdan
içeri girdi.
Babası yukarıda adeta nefes bile almayarak bekliyordu.
Ustabaşı damın öbür ucundan: -Hey... durma!- diye bağırdı.
Silkinerek, keseri başının üzerindeki tahtalara vurmaya başladı.
Fakat aklı hep arkada, karşı apartmanda idi. Ara sıra gene durarak
dinliyor, fakat kalbinin gümbürtüsünden başka bir şey
duymuyordu. Biraz sonra, keser seslerinin arasında, kulağına
şangırtıya benzeyen bir ses geldi. Durdu, geriye ve aşağıya
doğru eğilerek dinlemeye başladı. Karşı apartmanın içinde kalın
bir ses bağırıyordu. Fakat söylenen sözleri anlamak mümkün
değildi. Ara sıra ince bir vızıldanma kulağına gelir gibi
oluyordu. Biraz sonra sesler kapıya yaklaştı.
Yukarıdaki adam büsbütün eğilerek bakmaya başladı. Kapıdan,
önce oğlu çıktı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve bir eliyle küfesini
ipinden tutup sürüklüyor, öteki eliyle de sağ dizini ovuşturuyordu.
Bu ayağı kan içindeydi.
Arkasından uşak göründü. Çok kızgındı:
-Haydi bakalım, çek arabanı!- diye çocuğa bağırdı.
Çocuk büsbütün ağlamaya başladı. Bu arada anlaşılmaz
bir şeyler söylüyordu. Öteki hızla bağırdı: -Defol ulan! Senin
yüzünden ben de laf işittim! Taşıyamayacaktın da ne diye yüklendin...-
Çocuk yine bir şeyler mırıldandı. Uşak:
-Pamuk yükletecek değildik ya!..- dedi.
Çocuk gözlerini silmeye başlayarak:
-O kadar yerler dolaştırdınız, paramı verin hiç olmazsa!-
diye yalvardı.
Öteki omuzlarını silkti:
-İki şarap şişesi kırıldı, yüz ellişerden üç lira... Bir de para
mı istiyorsun?- diyerek apartmanın köşesindeki ufak kapıdan
içeri girdi. Çocuk hala orada duruyor ve uuuf, uuuf... diye ağlıyordu.
Ayağından sızan kanlar apartmanın önündeki beyaz
parkeleri kırmızıya boyamıştı.
Babası yukarıdan donmuş gibi bakıyor, bir şey söyleyemiyordu.
İşe karışır ve çocuğun kendi oğlu olduğu anlaşılırsa mal
sahibinin kendisini kovacağını zannediyordu. Öyle ya, -Çocuğu
niçin ağlattınız?- yahut, -Çocuğun parasını verin!..- demeye
kalksa derhal defedilirdi. İşinden ayrılıp aşağıya da gidemezdi.
Zaten bunları bu anda hiç düşünmüyordu. Yalnız aptal
gözlerle aşağıya bakıyor ve göğsünü parçalayacakmış gibi çarpan
kalbini tutuyordu.
Birdenbire karşı pencere açıldı, apartman sahibinin evvela
büyük göbeği, sonra kırmızı başı göründü. Dışarı uzanmaya
çalışarak gürler gibi bağırdı:
-Hey!.. Zırlamasına pencerenin önünde!.. Defolup gitsene!..-
Uşak hemen girdiği kapıdan fırladı.
Küfesinin üstüne oturarak ve yaralı dizine baka baka ağlayan
çocuğu omuzundan tutarak kaldırmak istedi.
Çocuk bağırıyordu:
-Görmüyor musun be!.. Cam kırıkları dolmuş içine... Uuuf...-
-Haydi git başka yerde ağla!..-
-Beş kuruşumu verin!..-
Penceredeki adam hırsından kıpkırmızı kesilerek bağırdı:
-At şu piçi şuradan be!..-
Uşak, küfeciyi kolundan yakalayarak sürüklemeye başladı.
O, küfesini bir eliyle tutuyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Kalktığı
yerde parkeler kıpkırmızı idi ve güneş orasını donuk donuk
parlatıyordu.
Çatının üstündeki adam hiç kımıldamadan aşağıya bakıyordu.
Gözlerinin içi yanıyor ve beyni karıncalanıyordu. Yakası
boğazına dar geliyormuş gibi bir hisle elini boynuna götürdü.
Çocuk gitmek istemiyordu. Şimdi para filan istediğinden
değil, ayağının acısından olduğu yerde kalıyordu. Gözleri penceredeki
adama ilişen uşak çocuğu hızla itti; o, küfesiyle beraber
yüzükoyun yuvarlandı. Artık ağladığı bile duyulmuyordu.
Çatıdaki adam gözlerinin büsbütün karardığını ve güneş
vurmuş gibi beyninin içinde gürültüler olduğunu hissetti. Çatının
kenarına dayanan ayakları titriyordu. Yavaş yavaş dizlerinin
gevşemeye ve bükülmeye başladığını fark ederek elleriyle
başının üst tarafındaki tahtalara tutunmak istedi. Fakat parmakları
da gevşemişti ve hiçbir şeye sıkıca yapışamıyordu. Vücudu
yaş tahtaların üstünde hafif bir gıcırtı çıkararak ağır ağır
kaydı. Çatının kenarına kadar gelip orada bir an takılır gibi olduktan
sonra, aşağıya, sokağın ortasına, içi toprak dolu bir çuval
gibi boğuk bir ses çıkararak düştü.
Çocuğu kaldırmaya uğraşan uşak onu bırakarak beri tarafa
koştu ve penceredeki adam bir şeyden tiksiniyormuş gibi yüzünü
buruşturduktan sonra, kanatları hızla vurarak içeri çekildi.
Ayda Bir, Kasım 1935
...
Arabalar Beş Kuruşa
Akşam, caddelerin kalabalık zamanında, köşe başına bir
kadınla bir çocuk gelirdi. Siyah bir çarşafa bürünen kadın elleriyle
çarşafını yüzüne kapatır, yalnız iki siyah göz, sokağın yarı
aydınlığında, parıltısız, önüne bakardı. Çocuk yanında ayakta
dururken o çömelir, küçük bir çuvaldan birtakım oyuncaklar
çıkarırdı: Bunlar bir değneğin ucuna takılmış bir çift tahta tekerlekti.
Tekerleklerin üzerinde, iki yuvarlak tahtanın arasına
çivilenmiş dört çubuktan ibaret kameriye gibi bir şey duruyor
ve tekerlekler yerde yürütülünce bu kameriye fırıl fırıl dönüyordu.
Oyuncaklar kadının önünde dizilince çocuk bir tanesini eline
alıyor, kaldırımda ileri geri götürerek incecik sesiyle bağırmaya
başlıyordu:
-Arabalar beş kuruşa... Beş kuruşa... Arabalar beş kuruşa!..-
Ve sokaklar tenhalaşıncaya kadar, belki üç dört saat, burada
duruyorlardı.
Çocuk sekiz yaşında vardı, fakat ilk görüşte altı yaşından
fazla denilemezdi. Zayıf ve minimini idi. Sonra, hiç durmadan
bağıran sesi küçük bir kızın sesi gibi ince ve titrekti. -Beş kuruşa!-
derken -ş-lere basıyor ve dudaklarının arasından onları
ezerek çıkarıyordu.
Kendisi de annesi gibi hep önüne bakar ve başını kaldırmazdı.
Bulundukları köşenin biraz ötesinde parlak vitrinli bir tuhafiye
mağazası vardı. Büyük kristallerin arkasında türlü göz
alıcı renklerde boyunbağları, şık tokalı kemerler, yün kazaklar,
eldivenler ve daha birçok, insanlara lazım olan ve olmayan şeyler,
geçenlerin yüzüne gülüyordu. Ana oğul bunların önünden
geçerken, geçtikten sonra köşelerine yerleşirken, başlarını hiç
çevirmemeye gayret ederlerdi. Eğer sokağın çamurlu kaldırımlarına
akseden ve orayı yer yer parlatan ışıklar da olmasa belki
böyle bir mağazanın bulunduğunu bile fark etmeyeceklerdi.
Halbuki gelip geçenlerin çoğu, bilhassa çocuklar, bu parlak
camekanların önünde durup, orada bir köşeye, ustaca bir karmakarışıklık
içinde yığılmış oyuncaklara gözlerini dikiyorlar;
sonra, mahzun bir tavırla yollarına koyulunca karşılarına çıkıveren
tahta tekerlekli arabalara dudaklarını kıvırarak ve adeta
hayallerinde vitrinden kalan güzel şekilleri bozuyormuş gibi
canları sıkılarak bakıyorlardı. Fakat küçük satıcı onların bu
isteksizliklerini fark etmez, önüne bakarak kısa aralıklarla bağırırdı:
-Beş kuruşa, arabalar beş kuruşa...-
Büyücek bir otomobil, mağazanın önünde durdu; içinden
süslü ve şişmanca bir kadınla sekiz dokuz yaşlarında, beyaz
bereli ve tozluklu, yumuşak lacivert paltolu bir çocuk indi. Beraberce
mağazaya girdiler.
Biraz sonra çocuk iç vitrinleri seyrede ede dışarı çıktı, sokağa
indi ve oyuncakların olduğu köşeye bakmaya başladı. Tam
bu sırada küçük satıcının sesi işitildi.
-Arabalar beş kuruşa!..-
Başını çevirip baktı, sonra koşarak o tarafa gitti, siyah çarşaflı
kadının yanındaki çocuğun elini tutarak:
-Aaa!- dedi, -Sen burada araba mı satıyorsun?-
Satıcı başını kaldırıp baktı. Hemen yüzü güldü, o da -Aaa-
dedi ve ilave etti: -Annem yalnız gelemiyor, sonra bağıramıyor
da... Onun için ben de geliyorum!..-
Beyaz tozluklu çocuk, yün eldivenli ellerini paltosunun cebine
sokarak küçük bir kesekağıdı çıkardı, içinden bir badem
ezmesi alıp ağzına attı, bir tane de arkadaşına verdi. Ağzını şişirerek
sordu:
-Derslere ne zaman çalışıyorsun?-
-Mektepten çıkınca... İki saat filan çalışıyorum, dersleri yapıyorum.
Ondan sonra buraya geliyoruz. Hem gece zaten çalışamam
ki. Gaz masrafı çok oluyor.-
-Bizim öğretmeni gördün mi? Şimdi buradan geçti!..-
-O benim araba sattığımı biliyor!-
Ve ileride birkaç çocukla bir kadının geldiğini görünce sözünü
keserek bağırdı:
-Arabalar beş kuruşa!..-
İkisi de el ele tutuşmuşlardı. Çarşaflı kadın hazin gözlerle
bunları süzüyordu. Beyaz tozluklu çocuk hesap vazifesini yapıp
yapmadığını sordu:
-Ben demin evde uğraştım, yapamadım, gece beybabama
soracağım!- dedi. Öteki:
-Nesini soracaksın, çok kolay...- dedi ve anlattı.
Adamakıllı lakırdıya dalmışlardı. Hatta küçük satıcı artık
-arabalar beş kuruşa- diye bağırmayı bile unutmuştu.
Öteki, arkadaşının kolunu sarstı ve: -Hişt!- dedi, -Benim
yanımdaki çocuğun ağzı kokuyor, ben söyleyeceğim de senin
yanında oturacağım... Hem daha iyi çalışırız!..-
-Benim yanımdaki kalkmaz ki; hem ben söyleyemem. Mahalle
komşumuzdur... O da bizim gibi fıkaradır...-
Sözüne devam etmedi. -Onu kaldırdı da yerine zengin çocuğu
oturttu derler...- diyecekti, vazgeçti.
Başka şeylerden bahsetmeye başladılar.
Fakat tam bu sırada beyaz bereli, yumuşak lacivert paltolu,
beyaz tozluklu çocuğun annesi mağazadan çıktı, iki tarafına
bakındı. Ellerinde paket vardı. Şoför koşarak onları aldı ve kendi
yanına yerleştirdi. Kadın köşeye doğru bakınca çocuğunu
gördü ve aldığı şeylerin keyfi ile gülümseyen yüzü birdenbire
sertleşti. Hızlı adımlarla o tarafa yürüdü. Çocuk, annesinin
böyle hiddetle kendisine doğru geldiğini görünce hemen susmuş,
şaşkın, fakat gülümseyen bir bakışla gözlerini ona dikmişti.
Bir an hepsi birden kımıldamadan durdular.
Küçük satıcının annesi başını kaldırmış, yuvarlanır gibi gelen
bu kürk mantolu ve yılan derisi iskarpinli kadına bakıyordu.
Kadın yaklaşınca, hala şaşkın şaşkın gülümseyen oğlunu
bileğinden yakaladı:
-Bu ne hal?- diye bağırdı. -Kimlerle konuşuyorsun?-
Ve öteki elindeki şemsiyeyi, elini hala unutarak arkadaşının
avucunda bırakan küçük satıcının omuzuna vurdu. Sonra
haykırdı:
-Pis, baksana, senin konuşabileceğin insan mı bu?-
Çocukların kolları birbirinden ayrılıp aşağı sallanıverdi. Siyah
çarşaflı kadın duvarın dibine büzülmüştü ve küçük satıcının
gözleri kolunun acısından yaşla dolmuştu.
Arkadaşının gözündeki yaşları gören çocuk, henüz birçok
şeyleri öğrenmediği için, ruhundan fışkıran bir isyanla:
-Anneciğim-, dedi, -o benim mektep arkadaşım!-
Kadın, yüzü kıpkırmızı kesilerek, oğlunun sözünü kesti:
-Ben yarın mektebinize de telefon edeceğim. Seni kendi seviyende
olmayanlarla temas ettirmeyi gösteririm!..-
Oğlunu kolundan çekti. Geride kalan küçük satıcı ile anasına,
yerin dibine geçirmek ister gibi tahkir edici ve ezici bakışlar
atarak yürümeye başladı. Oğlu hala dönüp geri bakıyor ve yaşlı
gözlerini başka taraflara çeviren arkadaşını görünce kendinin
de gözleri yaşarıyordu.
Küçük satıcı, o titrek ve ince sesiyle bağırıyordu:
-Beş kuruşa... Arabalar beş kuruşa!..-
Ayda Bir, Şubat 1936
...
Fikir Arkadaşı
Gel, şurada birkaç tane atalım!.. Canım efendim, yarım saat
oturmakla evde sopa yemezsin. Evli değiliz ama, böyle şeylerden
anlarız. Burada enfes meze veriyorlar; hem de ucuz. Bu kadar
görüşmüşlüğümüz var, bir rakımızı iç bari...
Yavrum... Hey, garson!.. Getir bakalım bir şeyler!..
Otur iki gözüm. Seninle ahbaplığımız o kadar eski değil
ama, nedense pek sevindim. Ben arkadaş canlısıyım. Bilhassa
fikir arkadaşı olabilecek insanlara bayılırım. Değil mi kardeşim,
şu memlekette beş on entelektüeliz, birbirimizi tanıyıp tutmazsak
halimiz ne olur? -Şimdi menfaat dünyası, hasbi (karşılıksız) arkadaşlık
yok!..- diyorlar ama, ben bu fikirde değilim. Biz adi halk gibi
düşünebilir miyiz hiç? Ne tahsilimiz, ne karakterimiz, ne de fikirlerimiz
buna müsait değildir. Seni bilmem, fakat ben maddelerin
fevkinde bir manevi bağa, insanları birbirine yaklaştıran
bir hisse inanıyorum. Düşün, dünyada birbirini severek, birbirine
yakın olmak hisleri de olmasa yaşamanın manası kalır mı?
Bizi kütlenin fevkine yükselten yalnız bunlardır. Fakat biz entelektüeller
arasında da muayyen birtakım fikir bağları yok, herkes
kendi havasında ve menfaat peşinde... Onun için candan
bir arkadaş bulunca dört elle sarılıyorum. Burası ufak yer. İnsan
boğulacak, her münevverin hayat hakkında, insanlar hakkında
birçok düşünceleri, ne diyeyim, kendine göre felsefesi
var. Bunu anlayacak, mukabil fikirlerini dinletecek bir dosta
hepimiz muhtacız. Dedim ya, yok... yok... Bizim dairede on kişi
kadar varız... Hep münevver, tahsilleri yerinde, zeki adamlar;
fakat hiçbirisi ile kafa dengi olamıyorum. Halbuki şöyle candan,
kardeş gibi bir arkadaşlığa dünyalar feda... Koca dairede
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Değirmen, Kağnı, Ses - 13
  • Parts
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 01
    Total number of words is 3301
    Total number of unique words is 1911
    30.9 of words are in the 2000 most common words
    45.0 of words are in the 5000 most common words
    52.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 02
    Total number of words is 3381
    Total number of unique words is 1927
    27.4 of words are in the 2000 most common words
    42.3 of words are in the 5000 most common words
    49.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 03
    Total number of words is 3322
    Total number of unique words is 1876
    31.7 of words are in the 2000 most common words
    45.5 of words are in the 5000 most common words
    53.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 04
    Total number of words is 3510
    Total number of unique words is 1859
    32.9 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    54.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 05
    Total number of words is 3392
    Total number of unique words is 1930
    32.3 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 06
    Total number of words is 3291
    Total number of unique words is 1909
    32.8 of words are in the 2000 most common words
    45.9 of words are in the 5000 most common words
    52.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 07
    Total number of words is 3457
    Total number of unique words is 1970
    33.4 of words are in the 2000 most common words
    48.4 of words are in the 5000 most common words
    55.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 08
    Total number of words is 3302
    Total number of unique words is 2043
    30.0 of words are in the 2000 most common words
    44.2 of words are in the 5000 most common words
    50.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 09
    Total number of words is 3341
    Total number of unique words is 1996
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 10
    Total number of words is 3423
    Total number of unique words is 2041
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    45.3 of words are in the 5000 most common words
    53.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 11
    Total number of words is 3472
    Total number of unique words is 1944
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    47.3 of words are in the 5000 most common words
    54.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 12
    Total number of words is 3400
    Total number of unique words is 1894
    32.2 of words are in the 2000 most common words
    47.9 of words are in the 5000 most common words
    55.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 13
    Total number of words is 3526
    Total number of unique words is 1912
    35.0 of words are in the 2000 most common words
    51.0 of words are in the 5000 most common words
    58.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 14
    Total number of words is 3584
    Total number of unique words is 1895
    31.0 of words are in the 2000 most common words
    43.6 of words are in the 5000 most common words
    52.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 15
    Total number of words is 3543
    Total number of unique words is 1818
    31.7 of words are in the 2000 most common words
    44.1 of words are in the 5000 most common words
    52.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 16
    Total number of words is 3503
    Total number of unique words is 1920
    32.2 of words are in the 2000 most common words
    47.3 of words are in the 5000 most common words
    55.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 17
    Total number of words is 3435
    Total number of unique words is 1879
    36.1 of words are in the 2000 most common words
    50.7 of words are in the 5000 most common words
    58.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 18
    Total number of words is 3418
    Total number of unique words is 1855
    33.6 of words are in the 2000 most common words
    49.5 of words are in the 5000 most common words
    57.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 19
    Total number of words is 2017
    Total number of unique words is 1135
    37.4 of words are in the 2000 most common words
    51.1 of words are in the 5000 most common words
    58.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.