Değirmen, Kağnı, Ses - 09

Total number of words is 3341
Total number of unique words is 1996
31.9 of words are in the 2000 most common words
47.1 of words are in the 5000 most common words
53.7 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
-Gel!- dedi, -Gel!.. Bitirdin beni!..-
Genç azalarının kuvvetiyle unu kucakladı... Bazan solan,
bazan kırmızılaşan titrek dudaklarını kadının gerdanına yapıştırdı...
Viktor serbest kalan bir eliyle onun başını itmeye çalışıyor:
-Ne yapıyorsunuz?.. Çıldırdınız mı?.. Ne yapıyorsunuz?..-
diye bağırıyordu...
Odanın öteki başındaki kanepeye götürmek için kucakladığı
esnada kadın silkindi... Kollarını kurtardı, o zaman kaymakamın
aklına bile getirmediği bir şey oldu:
Beyaz, zayıf bir kol kalktı... Kaymakamın suratına şiddetle
indi.
Kaymakam ince parmakların tombul yanağında bıraktığı
izleri ovuşturarak masanın yanına sıçradı.
Aç bir köpek iştahla sarıldığı bir et parçası ağzından kapıldığı
zaman, nasıl kızar ve vahşileşirse, kaymakam da öylece
kızdı, vahşileşti ve kudurdu...
Öyle adamlar vardır ki, haysiyet, şeref gibi kayıtlara aşina
olmadıkları halde, gurur ve nahvetlerine (kibir, burnu büyüklük)
dokunulur, acizleri yüzlerine çarpılırsa kendilerini kaybedecek kadar
hiddetlenirler.
Bu da, her ne kadar sakin olmaya, itidalini (soğukkanlılığını)
muhafazaya çalışıyorsa da, gözleri bir noktaya dikilmiş, bu tokada
mükemmel bir mukabelede bulunabilmek için düşünüyordu:
Masanın üstündeki kalemi şiddetle aldı... Titreyen elleriyle
beş altı satır yazdı.
Kapının önündeki hademeye karakol kumandanını acele
çağırmasını söyledi, o gelince kağıdı uzatarak:
-Bu kadını al...- dedi. -Fahişelik yapıyormuş; Çömlekçizadelerle
dağa falan kaçmış, evvela hükümet doktoruna, sonra da
umumhaneye götürürsünüz...-
Birbiri arkasına gelen bu vakaların aptallaştırmış olduğu
Viktor'u kolundan tutarak götüren karakol kumandanına:
-Dikkat edin ha... Mesul ederim!- diye bağırdı.
Biraz sonra odaya gelen candarma kumandanına vakayı
anlattı ve hiddetle mırıldandı:
-Görsün kaymakam tokatlamayı!..-
Dişlerini çıkararak sırıttı... Islık gibi bir sesle: -Hem ne zaman
olsa elimizde demektir- dedi, -yalnız arası biraz soğusun!..-
Xİİ
Bu son vaka Rahmi'yi fena halde sarstı, muvazenesi bozuldu.
Bir meczup gibi sokaklarda dolaşıyor, her gördüğü adamın
yanına sokularak derdini anlatıyor, muavenet (yardım), merhamet
dileniyordu.
Kaç gece kaymakamın kapısı önünde bir köpek gibi uluyarak
ağladı... Kaç kere candarma kumandanının yolunu bekleyerek
onun eteklerine sarıldı... Kaç gece umumhaneye girmek
isteyerek nöbetçi candarmadan azar ve tekme yedi.
Kumpanya efradı da artık dağılmaya başlamışlardı. Yalnız
eski patronlarını bu halde bırakıp gitmeye gönülleri razı olmayan
dört beş kişi, onu kandırmaya, buradan götürmeye çalışıyordu..
Gene bir akşamdı, alacakaranlıkta evine giden kaymakam,
yolda Rahmi'ye tesadüf etti:
-Gene mi sen?..-
-Viktor'u bana ver!- dedi. -Viktor'u bana ver, bir saat bile
beklemeden buradan gideceğim.-
Beklenmedik bir cesaretle kaymakamın yakasından tuttu:
-Eğer vermezsen... O zaman... Biliyor musun... O zaman
seni öldürürüm... Bu elimle... Boğazını sıkarım... Seni zevkle...
Kahkahayla öldürürüm... Bilsen seni öldürmek ne tatlı
olur... Yarın dairene geleceğim... Onu orada bulurum değil
mi?.. Yoksa!..-
Ellerini uzatarak korkunç işaretler yaptı... Hızlı adımlarla
dolaşık sokaklarda kayboldu...
Kaymakam şaşırmıştı, bu gözlerin sahibi dediğini yapacağa
benziyordu... Bu adam bir deliydi... Öyle ya... Adamakıllı deli.
Sonra bu vaziyet, halk arasında ufak tefek mırıltılar çıkmasına
da sebep oluyordu...
Bir çare... Bütün bunları toptan temizleyecek bir çare lazımdı...
Güldü... Bir fabrika gibi şeytani fikirler yapan kafası, bu
çareyi de bulmuştu:
Ertesi gün, Komik-i Şehir Rahmi Bey kumpanyası, birçok
vukuata, memleket inzibatını ihlal edecek ahvale sebebiyet verdiklerinden,
bir yaylıya doldurularak, idareten kaza hududu
haricine, -iki candarma refakatiyle- çıkarılıyordu...
Xİİİ
Yaylı, çamurlu yollarda acı, boğuk sesler çıkararak ilerliyordu...
Hava kapanık ve sıkıntılıydı... Üzerinde yer yer su birikintileri
duran ova, kirli bir sofra muşambasını andırıyordu...
Alçak bir tavan gibi, ıslak yerlere yaklaşan bulutlarla, ufkun
manzarası münasebetsiz ve çirkindi. Tepelerinde beyaz kar yığınları
duran kırmızı topraklı dağlar, Rahmi'nin gözüne, iltihaplı
kan çıbanları gibi görünüyordu...
Öğleye doğru Üzümcü Deresi'nin çağıltısı işitildi... Arabacı:
-Çay taşmış diyorlardı... Galiba köprü korkuluklarını da
sel götürmüş... Su çoksa geçemeyiz...- dedi. Geldikleri zaman
suyun epeyce alçalmış olduğunu gördüler... Araba, tekerlekler
dokundukça yerinden oynayan kalasların üzerinde sarsılarak
yürüdü. Dere, aşağıda, çağlayan şiddetiyle akıyordu. Çamurlu,
asabi sular bazı büyük taşlara çarparak köpürüyorlar, sonra beyaz
bir sakal gibi uzayarak kayboluyorlardı... Köprünün ortasına
gelmişlerdi... Birdenbire atlar şaha kalktı... Başlarını kaldırıyorlar,
tepine tepine köprünün kenarına yaklaşıyorlardı. İçeride
feryatlar koptu... Nasıl oldu bilinemez, araba -birbiriyle konuşarak
yanından giden iki candarmayı da sürükleyerek- aşağıya
uçtu. Kahverengi sulara gömüldü...
XİV
Bir gün odasında:
-Teverrüm ettiği melfuf tabip raporuyla de teeyyüd eden
umumhane sermayelerinden (verem olduğu ilişteki doktor raporuyla da
doğrulanan genelev kadınlarından) Viktor'un hastaneye sevki...-
hakkındaki evrakı okuyan kaymakamın yanına topal birisi girdi
ki bu, mahut vakadan -sakat olarak kurtulabilen yegane
adam- candarmalardan biriydi...
Hastaneden yeni çıktığı için dermansızdı, bir kanapenin
ucuna ilişti:
-Beyefendi!.. İçime dert olacak da...- diye başlayarak birçok
şeyler söyledi.
Bilhassa, o vakanın, söylendiği gibi kaza olmadığını, çünkü
köprünün üstünde giderken arabanın içindekilerden kızıl saçlı
bir adamın atılıp dizginleri yakaladığını, şiddetle asılarak arabacının
ve hayvanların mukavemetine rağmen dereye sürüklendiklerini anlattı...
Fakat kaymakam kendisine, -Herhalde korkuyla hayalet
görmüş olduğunu, böyle zırva lafları bırakmasını, sonra elalemin
alay edeceğini, hatta mesuliyeti bile olduğunu, hülasa çenesini
kapatmasını- söyledi...
1928
:::::::::::::::::
KAĞNI
Kağnı
Bir tarla meselesi yüzünden Savrukların Hüseyin, Arkbaşı'nda
Sarı Mehmet'i vurdu.
Otuz evli köy birbirine girdi. Şaşırdılar. Herkes korku içinde
candarmaların gelmesini bekliyordu. Halbuki karakol buraya
altı saat uzakta idi; köyden kimse cinayet haberini götürmedikçe
on beş gün bile uğramazlardı. Bu; köylünün aklına en geç
geldi; ondan sonra köyün ihtiyarları kahvede Hüseyin'in babası
Mevlüt Ağa'nın etrafına toplandılar. Sarı Mehmet'in bir tek
ihtiyar anasından gayri kimsesi yoktu. Onu karşılarına aldılar;
davacı olmaması için kendisine nasihat etmeye başladılar. İmam:
-Ülen kocakarı- diyordu. -Dava edersen ne kazanacaksın?
Kim gider de Mevlüt Ağa'nın oğlu adam vurdu diye şahitlik
eder? Etse bile sen ayda bir iki defa kasabaya gidip her seferde
dört beş gününü gavur edersen tarlanı kim eker, işine kim bakar?
Kasaba iki günlük yol, gidersin, şahitlerin gelmedi, haftaya
uğra derler, mahkemen talik olur. Sen gününü şaşırıp gidemezsin,
candarma seni alır götürür, gayrı kendin istesen bile
yakanı sıyıramazsın, evin barkın yıkılır. İşte bir kazadır oldu.
Cenabı Hak böyle istemiş, Allah'ın emrine mahkeme ile mi karşı
koyacaksın? Ne yapsan oğlun geri gelmez. Gel bu işi kapatalım.
Sarı Mehmet'in sana zaten bir faydası yoktu ki; düğünde
seyranda gezer, sattığın iki şinik ekinin parasını avratlara yedirirdi.
Bak Mevlüt Ağa bundan sonra seni hep kollayacağını süylüyor. Ne dersin?-
Bütün bu sözleri oturduğu yerde başını sallayarak dinleyen
ve çapaklı, ağlamaktan kızarmış gözlerini, budaklı bir dala
benzeyen iri mafsallı, çatlak derili elleriyle silen kocakarı, imam
lafını bitirdikten sonra da hep aynı şekilde sallanmakta devam
ediyordu. Bir demet kuru ot gibi başındaki yamalı ve kirli örtünün
altından fırlayan kınası solmuş kır saçlarını yüzünden ve
ıslak yanaklarından çekti. Anlaşılmaz şeyler mırıldandı.
Orada oturanlardan birkaçı daha kocakarının karşısına geçip
çömelerek yarı kandırır, yarı tehdit eder şekilde uzun uzun
söylendiler: -Öyle değil mi, ha? Diyiversene, ha! Aklın yattı
mı? Diyiversene!- diye diller döktüler.
Bu sırada ölü dışarıda, kahvenin bahçesindeki peykede bir
hasırın üstünde yatıyordu. Üstüne eski ve pis bir keçe örtmüşlerdi.
Başucunda iki üç sinek dolaşıyor, vınlıyordu. Biraz ötede,
güneşten gözlerini kırpıştıran bir sürü ufak çocuk, ellerinde
boylarından büyük değneklerle ve hiç seslerini çıkarmadan bu
üstü örtülü ölünün, keçenin alt ucundan fırlayan ayaklarına bakıyorlardı.
Tabanları ve topuğu tamamen delik kalın bir yün
çorabın içinde donuk bir sarılık alan bu hareketsiz ayaklar ve
bunların üzerinde uçan ve kalkıp inerken güneşe rastlayınca
yemyeşil parlayan sinekler onları eğlendiriyordu. Ara sıra içlerinden
biri uzaklardan kendisini çağıran anasının sesine koşuyor,
biraz sonra yine koşup gelerek eski yerini ve kımıldamayan
tavrını alıyordu.
Kahvedekiler yavaş yavaş çıktılar. Kocakarı oğlunun başucuna
gidip oturdu. Bir eliyle sinekleri kovmaya, öteki eliyle ihtiyarlıktan
ve hastalıktan bir nohut kadar ufalmış olan gözlerini
silmeye başladı. Bir hastanın başını bekliyor gibiydi. Elini ağır
ağır sallayarak sinekleri kovalıyordu. Bir ihtiyar, kısık sesiyle
bağırarak çocukları evlerine gönderdi. Diğerleri de yavaş yavaş
dağıldılar. Birkaç delikanlı cenazeyi alıp evine götürdüler. Akşama
doğru her şey eski haline gelmişti. Sanki uzun bir hastalıktan
sonra eceliyle ölmüş kadar sükunetle ölü yıkandı ve gömüldü.
Mevlut Ağa, ezandan evvel Sarı Mehmet'in anasına iki
tane sütlü keçi ile bir torba un ve bir kesekağıdı şeker yolladı.
Bir ay kadar sonra idi, köye iki süvari candarma geldi.
Kahvenin önünde indiler. Bunları görünce muhtarın yüreği
-hop- dedi, çünkü bunlar karakolun candarmaları değildi, herhalde
vilayetten geliyorlardı. Candarmaların biri kahvede hemen
kağıt kalem çıkardı, muhtardan başlayarak herkesin ifadelerini
almaya koyuldu. Öbür candarma köyün meydanında
aşağı yukarı dolaşıyordu.
Mesele derhal köye yayıldı. Savrukların Hüseyin'le kavgalı
olan ve kasabada pabuççuluk yapan Garip Mehmet, köylülerden
duyduğu cinayet işini hemen hükümete bildirmişti. Müddeiumumi
evvela kendisi doktoru da alıp gelecekti. Sonra
ağustosun bu sıcağında at üstünde günlerce yolculuğu pek gözüne
kestiremedi; işi tahkik etmelerini söyleyerek açıkgöz iki
candarma yolladı. Doktor, daha ihtiyatlı bulunmak için, eğer
bir cinayet varsa cesedi çıkarıp kasabaya getirmelerini candarmalara
sıkı sıkı tembih etti.
Sarı Mehmet'in anası ifadesinde hiçbir şey söylemedi. Yalnız:
-Ben kimseden davacı değilim!- dedi. -Oğlun eceliyle mi
öldü, vuruldu mu?- sorgusuna bile aynı cümle ile mukabele
ediyordu. Oğlunun acısı daha içinden çıkmamıştı, fakat hükümet
kapısına düşmek ona oğlunun ölümünden çok daha korkunç
geliyordu. Otuz sene evvel bir kere kasabanın pazarında
köylülerden biri bir torba bulgur çaldırmış ve bunu şahit göstermişti.
O zaman tam altı ay mahkemeye gidip geldiğini ve
tarlaların yüzüstü kaldığını düşünüyordu. Halbuki o zaman
daha gençti de...
Sonra Mehmet geri gelecek değildi, Mevlüt Ağa'yı düşman
etmekten de hayır çıkmazdı; sonra köyde açlıktan ölürdü.
Onun için hep inkar etti.
İkindiüstü candarmalar mezarlığa gidip köylülerle Mehmet'in
ölüsünü mezardan çıkarttılar. Ancak yarım metre kadar
toprağın altında olan ceset, şiddetle taaffün ediyordu (kokuyordu).
Herkes beş on adım geri çekildi. Candarmalar Mehmet'in anasını
çağırarak: -Koş bakalım kağnıyı! Oğlunu kasabaya götüreceksin...
Doktor muayene edecek!- dediler.
Kadın: -Yavrumu mezarında bile rahat komadılar!- diye
iki yanını dövüyor ve bütün Anadolu kadınları gibi ses çıkarmadan
ve pek az hıçkırarak ve çömelerek ağlıyordu. Mütemadiyen
sallanmakta ve çatlak, kuru yumruklarını ağzına ve gözlerine
götürmekte idi. Candarmanın biri ayağıyla hafifçe arkasından
dokundu: -Kalk bakalım!- dedi.
Kadın kağnısını koştu, oğlunun kurtlanmış ölüsünü parça
parça olmuş bir yorgana sardı, eski bir şilteyi kağnıya serdi,
ölüyü onun üzerine yatırarak hepsini birden bağladı. Bunları
yaparken ikide birde duruyor ve bir müddet ağlayıp kendi
kendine söylendikten sonra tekrar başlıyordu. Gece olduktan
sonra yalnızca yola düzüldü. Candarmalar daha evvel muhtarı,
imamı, Savrukların Hüseyin'i birbirine bağlayarak önlerine
katmışlar ve yollanmışlardı.
İhtiyar kadın, iki sıska ve küçük, birer eşek kadar küçük
öküzün çektiği kağnının arkasında çıplak ayakları taşlara takılarak;
elinde değnek, ağlamaktan kısılmış sesiyle öküzlere bağırmaya
çalışarak, yürüyordu. Yaz gecelerinin parlak ay ışığı
altında çakalların sesini bastıran bir gıcırtı ile ağır ağır ilerleyen
bu kağnı, hiç de bir ölü taşıra benzemiyordu: Öküzler sırtlarına
vuran aydınlık altında canlı ve gürbüz; yamalı yorgan ve köhne
kağnı fevkalade kıymetli bir madenden yapılmış gibi güzel
ve yeni görünüyorlardı. Kadının gölgesi, elindeki değnekle beraber,
beyaz taşların, çalıların üzerinden atlayarak metrelerce
uzanıyor, rakseder gibi sıçrıyordu.
Halbuki altmışlık kadın, kağnıdan yayılan ağır koku ile
sersemlemiş, sendeleye sendeleye yürüyor, bazan birdenbire
hızlanan öküzlerin yanında gitmeye çabalıyordu. Yavaş yavaş
ayakları sürüklenmeye, ağlamaktan, içine akıta akıta ağlamaktan
daralan göğsü nefes alamamaya başladı.
Kağnının kenarına tutunarak biraz daha yürüdü. Ayakları
birbirine dolaşıyordu. Öküzlere -oooha- diye bağırmak istedi,
sesi boğazından çıkmadı; elleri kağnıdan kurtuldu, yere yuvarlandı,
tozların içinde tekrar ayağa kalkarak koştu. Karşıdan
doğru yeni çıkan serin bir rüzgar üçetekli entarisini ve şalvarının
paçalarını uçuruyor, yırtık yazma başörtüsünü siyah bir
bayrak gibi dalgalandırıyordu. Kağnıya yetişemeden tekrar
düştü, yüzü yolun beyaz ve kül gibi ince tozlarına gömüldü.
Kağnı, taşlara çarptıkça, üzerinde bağlı ölüyü iki tarafa fırlatarak
ve yükselip alçalan uzun, yanık gıcırtılar çıkararak ve
ay ışığının altında ve gecenin sessizliği içinde arkasında hafif
bir toz bulutu bırakarak, ağır ağır kendi bildiğine ilerliyordu.
(Varlık, 15.09.1935)
...
Kamyon
Kamyon, Zincirli Han'ın dar ve basık kapısından, yan duvarlara
sürtünüp sıvaları dökerek ve üzerine bağlanmış sepetlerle
çuvalları dört tarafa fırlatarak ıkına sıkına çıktı. Şoför bir
eliyle direksiyona yapışmış, dört metre genişliğindeki sokağın
karşı tarafındaki berber dükkanlarına girmeden sola manevra
yapabilmeye uğraşıyor, öteki eliyle de ağzına peynirli pide tıkıyordu.
Toz, çamur, benzin, makine yağı tabakalarının altında
elbisesinin ve yüzünün rengi pek belli olmayan şoför yamağı
arka tarafta durmuş, iki yana koşarak şoföre:
-İleri!.. Geri!.. Yana!..- diye işaretler veriyor, bir taraftan da
soğan ekmek tıkınıyordu. Kamyon, içindeki yirmi iki müşterisiyle
beraber sokağa çıkıp biraz ilerledikten sonra durdu. Uzaktan
doğru koşup gelen bir çocukla, otomobilde heybesini bacaklarının
arasına almış değirmi sakallı birisi fiskos edip konuşmaya
başladılar. Ara sıra duyulan -Buğday, veresiye defteri,
şinik, sekiz metre kara dimi...- gibi sözlerden, İzmir'e giden
manifaturacının, oğluna; dükkan idaresi ve köylülerle veresiye
muamelesinin şekli hakkında son talimatı verdiği amlaşılıyordu.
İkide birde sabırsızlıkla arkasına dönüp bakan şoföre şöyle
bir başını çevirip:
-Dur azıcık... patlamadın a!..- diyor; sonra gözlerini müşterilerde
de gezdirerek sözünün yalnız şoföre değil, başka sabırsızlananlar
varsa onlara da dokunur olduğunu anlatmak istiyordu.
Bu sırada, sırtında eski bir heybe ile çok genç bir köylü otomobile
yaklaştı; tereddüt eder gibi bir müddet şoföre baktıktan sonra:
-İzmir'e mi?- diye sordu.
-Oraya!..-
-Beni de alır mısınız?-
-Yer yok!..-
Delikanlı hemen arkasını döndü, uzaklaşmaya başladı. Fakat
şoförün penceresine dayanarak ona birtakım şeyler havale
eden esmer, uzun boylu, sırım gibi incelmiş boyunbağlı birisi
arkasından bağırdı:
-Gel buraya! Hey... Delikanlı!..-
Köylü döndü. Esmer, uzun boylu adam şoföre:
-Ne diye yer yokmuş, arkada bir yere sıkışmıştır!..- dedi.
Bu adam kamyonun sahibi idi. Şoför yüzünü buruşturarak
indi. Delikanlıdan yarım lira peşin aldı. Sonra, arabanın arka
kapağını gevşeterek eğri bir şekle koyan ve üzerine çullarını seren
öteki köylüleri sıkıştırıp, yeni gelene bir yer açtı. Zaten dizleri
üzerine çömelerek ancak sığışabilen yolcular hem; -olmaz,
buraya nasıl sığar!- diye söyleniyorlar, hem de her setre pantollunun
emrine itaate alışık bir tavırla birbirlerini iterek yer açıyorlardı.
Genç köylü bir kıyıya çömeldi, heybesini altına aldı ve
kamyon, hızla bir sarsıldıktan sonra yürüdü.
Şoförün yanında oturan siyah elbiseli, gümüş çerçeveli
gözlük takmış; yaşlıca, sünepe tavırlı bir adam -Beyşehir taraflarına
dava toplamaya giden bir avukat- başını arkaya çevirerek!
-Uğurlar olsun cümlenize!- diye bağırdı. İçerdekiler hepsi
birden aynı sözü tekrarladılar. Konya'dan çıkıp Beyşehir'e giden
yolun başlangıcındaki dik yokuşu tırmanmaya başlayınca,
herkes yanındaki ile veya çaprazlama ta öbür baştaki biriyle lafa
koyuldu; birkaç kişi yalnız cigara içip dumanını savuruyordu.
Birbiri arkasına dizili tahta sıralarda oturmayıp yarım lira
eksiğine en arkada yere çömelen ve kamyonun şiddetle sarsılan
bu kısmında ikide birde, başlamak üzere olan uykularından fırlatılan
köylüler, cıgara da içmeyerek, boş gözlerle bakışıyorlardı.
..
Sonradan gelen genç köylü ilk defa otomobile biniyordu.
Benzi sapsarıydı. Bunun yarısı alışmadığı bir şeyde hızlı hızlı
götürülmenin verdiği heyecan ve korkudan, yarısı da başka bir
şeyden geliyordu.
Konya'ya bir saat ötedeki bir köyden olan bu delikanlı otomobile
binmişti, İzmir'e gidecekti. Araba İzmir'e gelince şoför
yolcuları selametlemeden evvel nedense yol parasının üstünü
toplamak adetindeydi. Bunu genç köylü de biliyordu, fakat yazık
ki şoförün bu isteğini yerine getirecek vaziyette değildi. Yanında
beş parası bile yoktu.
Mahsuller para etmeyince, vergiler ödenmez hale gelince,
evde tuz, gaz tükenip yerine yenisini koyamayınca oğul babasını
bir kenara çekmiş:
-Baba, ben gidip şehirlerde çalışayım. Bak, köyün yarısı
gitti, İzmir'de çok iş varmış. Fabrikalarda adamına göre yarım
lira yevmiye bile veriyorlarmış. Kışın burada kalıp yük olacağıma,
gidip ekmeğimi ararım, harman zamanında gene gelir, tarlada
çalışırım...- demişti. İhtiyar babası aklı ermediği ve fakirlikten
söz söyleyemez, fikir ortaya atamaz hale geldiği için peki
dedi. Ve on sekiz yaşındaki delikanlı, bundan evvel İzmir'e gidip
gelenlerden akıl danışmaya gitti.
İzmir'e gitmek için evvela Konya'dan otobüse binmek lazımdı.
Beyşehir, Karaağaç, Ödemiş üzerinden iki üç günde varılıyordu.
Yol parası beş lira idi. İzmir'e varınca hemşerileri bulup,
ötesini onlardan öğrenmek lazımdı.
Delikanlı bunun üzerine yol parası tedarikine çıktı. Fakat
evindeki eski bir çifteye bir liradan fazla veren bulunmadı. Beş
lira gibi mühim bir parayı köyde bir araya getirebilmek, bir
hafta uğraştığı halde, mümkün olmadı. Ne yapacağını şaşırmış
bir halde iken bakkalın oğluna rastladı. Bu çocuk bir zamanlar
babasının yanından kaçıp şoför muavinliği yapmıştı. Kendisine
akıl öğretti:
-Ülen, sen deli misin? Otomobile de para mı verilirmiş?..-
dedi ve ona, şoföre yarım lirayı peşin verdikten sonra bir daha
beş para vermemesini, İzmir'e yaklaştıkları zaman usulca arkadan
atlayarak tüymesini ve İzmir'e yayan girmesini söyledi.
Yalnız şunu da ilave etti:
-Amanın tetik ol, İzmir'e girmeden otomobili durdurup
yol parasını toplarlar. Sen daha evvel atlamazsan yandığın
gündür. Şoförler seni yatırıp suyunu çıkarana kadar döverler,
üstelik de don gömlekten gayrı neyin varsa alırlar...-
İşte bu on sekiz yaşındaki köylü delikanlısı, cebindeki elli
kuruşu peşin verdikten sonra, böylece on parasız otomobile
binmiş, İzmir'e ameleliğe gidiyordu.
Yolculuğun ikinci günü akşamına doğru genç köylü olduğu
yerde rahat oturamamaya başladı. Yola çıkalıdan beri açtı.
Köyden beraber aldığı azıcık yufkayı daha biner binmez yemişti.
Yanı başında kuru ve siyah bir ekmeği ağır ağır geveleyen
köylülere yutkunarak bakıyor, sanki başı dönüyormuş gibi
gözlerini kapayarak kafasını kamyonun sarsılan tahtalarına dayıyordu.
Sonra birdenbire irkiliyor, yerinden azıcık doğrularak
öne, şoföre doğru bakıyor, tekrar sıkıştığı yere büzülüyordu.
İçinde, otomobil ilerledikçe büyüyen bir korku ona ara sıra açlığını
unutturuyor, yahut açlıkla karışarak onu sersemletiyordu.
İzmir'e yaklaştıklarını yolcuların konuşmalarından anlamıştı.
Fakat ne kadar yaklaştılar? Atlayacak, kaçacak zaman geldi mi?
Eğer daha çok varsa bu Allah'ın dağlarında gece yarısı yolu nasıl
bulacak, buralarda nasıl geceleyecek? Ya candarmaların eline
düşerse?.. Ya şoför parayı vermeden atlayıp kaçtığını karakola
haber verirse?.. O zaman candarmalar kendisini dövmezler
miydi? Acaba candarmaların dayağı mı daha kötü idi, şoförün
dayağı mı? Belki otomobildeki müşterilerden bir merhametli
çıkar da bunu dövdürmezdi. Fakat bu kadar adamın içinde
rezil olmak vardı. Üstelik don gömlekle kalacaktı. Bu kılıkta
İzmir'e nasıl girer, hemşerilerini nasıl arardı? Atlamaktan başka
çare yoktu...
Fakat atlamayı nasıl becerecekti? Kamyon, arkasında atılmış
pamuk gibi bir toz yığını bırakarak koşuyor, dar dönemeçlerde,
içindekileri bir yandan bir yana fırlatarak, kıvrıntılar yapıyordu.
Birçok defa gördüğü halde hiç içine binmediği bu acayip
şey, çıkardığı gürültü ve insanı sersem eden hızıyla, ciğerlere
ve beyne dolan sıcak benzin kokusu ile birdenbire korkunç
bir kılık alan bu makine ona anlaşılmaz bir ürkeklik veriyordu.
Bu toz, gürültü ve sürat kargaşalığı içinde dumanlanan kafasından,
bozuk bir rüya şeridi gibi, köyü, kendisine anlatılan İzmir'in
hayalinde yarattığı vuzuhsuz şekilleri, şoförün benzin
kokulu yüzü, Beyşehir'de inen gözlüklü avukatın siyah ceketinden
fırlayan sıska ensesi geçiyordu.
Ara sıra otomobil herhangi bir sebeple yavaşlar gibi olunca
delikanlı yüzünde zapt edemediği bir dehşet ifadesiyle yerinden
fırlıyor, -Acaba duracak mı? Para toplamaya mı başlayacak?-
diyor; araba tekrar hızlanınca derin bir nefes alarak yerine
çekiliyor ve atlamak için kati kararını veriyordu. Fakat nasıl
atlayacak? Bu kamyon, bu gitgide gözünde büyüyen, bütün
hislerine alışamadığı ve ezici tesirler yapan korku makinesi
kendisini bir kıskaç gibi yakalamıştı. Buradan kurtulmasına
imkan olmadığını sanıyordu. Gözleri alev alev olmuş, dört tarafına
bakınıyor, etrafındaki köylülerin, ön sıralarda oturan
efendilerin hep kendisine baktıklarını, biraz kımıldasa yakasına
yapışacaklarını zannediyordu. Alnından yanaklarına doğru terler
akıyor ve şakaklarındaki ayva tüylerini ıslatıyordu.
Otomobil birdenbire yavaşladı. Yolun sol tarafı sarp bir
kesme idi ve sağ tarafta, iki minare boyunda bir yar, esner gibi
ağzını açmıştı. Yol birdenbire darlaşıyordu. Motörün hafifleyen
gürültüsü arasında aşağıdan doğru gelen bir su şırıltısı duyuluyordu.
Henüz taş bile döşenmemiş olan şosenin bu kısmında
çökme ve kayma tehlikesi bulunduğu için yolcular burada yayan
yürür ve otomobiller yavaş yavaş ilerlerdi. Bunun için otomobili
tamamen durdurmadan şoför başını arkaya doğru çevirdi ve:
-Haydi beyler!- dedi.
Birdenbire arka tarafta bir hareket oldu: Delikanlı, gözleri
dönmüş, korkudan titreyerek, kendini dışarıya, yolun üstüne
fırlattı. Fakat daha durmamış olan otomobilden bu tersine atlayış
ona muvazenesini kaybettirdi; olduğu yerde birkaç kere
döndükten sonra ayağı boşa gitti ve eliyle çalılara tutunmaya
çabalayarak, kafası sivri taşlara çarpa çarpa ve arkasından acı
bir hışırtı ile akan topraklar ve ufak taşlarla birlikte, yardan
aşağıya, şimdi şırıltısı daha çok duyulan dereye doğru yuvarlandı.
Ayda Bir, Eylül 1935
...
Kafakağıdı
Akşamüzeri hapishaneye bir sürü adam getirdiler. Hepsi
elli kadar vardı. Bu kadar kalabalığı süngü takmamış iki candarmanın
arasında görünce yol parası borcundan buraya geldiklerini anladık.
Nizamiye kapısından girince avluda sıra oldular. Bir gardiyan
elindeki kağıda bakarak yoklama yaptı. Ondan sonra duvar
kenarına dizilerek çömeldiler, konuşmadan bekleşmeye başladılar.
Kılıkları pek perişandı. Poturları parça parça sarkıyordu ve
çoğunun ayağında kunduraya benzer bir şey bile yoktu.
Sırtlarında devetüyü çuldan kısa ve gene parça parça cepkenler,
bunun altında solmuş, lime lime yıpranmış ve yamadan
görünmez olmuş mintanlar vardı. Siperini sağ veya sol yanaklarının
üstüne getirdikleri kasketleri yağ içindeydi ve yırtık siperden
koyu sarı mukavvalar fırlıyordu.
Yanlarına koydukları çul heybelerin yan yatan ağızlarından
birkaç somun kara ekmek, birkaç dürüm yufka ve bazılarınınkinden
birkaç taze soğan yaprağı görünüyordu.
Hangi koğuşa gideceklerini ve ne yapacaklarını söyleyen
olmadığı için uzun zaman beklediler. Aralarında ara sıra bir
şeyler fısıldaşıyorlardı. Kendi köylerinden birkaç mahpus yanlarına
sokulunca isteksiz ve çekingen tavırlarla onun suallerine
cevap veriyorlar, ara sıra başlarını başka tarafa çevirip uzaklara
bakarak bu konuşmaya devam etmekten pek hoşlanmadıklarını
anlatıyorlardı.
Hakikaten, tanımadıkları mahpuslardan ziyade hemşerilerinden
tanıyor gibiydiler. Katilden veya başka ağır cürümlerden
yatan kendi köylülerinin karşısında, yol parası veremedikleri
için hapse düşmüş olmak onlara pek ağır geliyordu.
İçlerinde bir de ihtiyar vardı. Görünüşte altmışı çoktan aşmış
olan bu adamın artık yol parası vesaire ile alakası olmasa
gerekti. Mavi damarları fırlamış ve kütükleşmiş ellerinde tuttuğu
eğri ve kalın bir sopaya dayanarak kalkabiliyor ve iki kat olmuş
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Değirmen, Kağnı, Ses - 10
  • Parts
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 01
    Total number of words is 3301
    Total number of unique words is 1911
    30.9 of words are in the 2000 most common words
    45.0 of words are in the 5000 most common words
    52.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 02
    Total number of words is 3381
    Total number of unique words is 1927
    27.4 of words are in the 2000 most common words
    42.3 of words are in the 5000 most common words
    49.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 03
    Total number of words is 3322
    Total number of unique words is 1876
    31.7 of words are in the 2000 most common words
    45.5 of words are in the 5000 most common words
    53.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 04
    Total number of words is 3510
    Total number of unique words is 1859
    32.9 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    54.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 05
    Total number of words is 3392
    Total number of unique words is 1930
    32.3 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 06
    Total number of words is 3291
    Total number of unique words is 1909
    32.8 of words are in the 2000 most common words
    45.9 of words are in the 5000 most common words
    52.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 07
    Total number of words is 3457
    Total number of unique words is 1970
    33.4 of words are in the 2000 most common words
    48.4 of words are in the 5000 most common words
    55.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 08
    Total number of words is 3302
    Total number of unique words is 2043
    30.0 of words are in the 2000 most common words
    44.2 of words are in the 5000 most common words
    50.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 09
    Total number of words is 3341
    Total number of unique words is 1996
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    47.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 10
    Total number of words is 3423
    Total number of unique words is 2041
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    45.3 of words are in the 5000 most common words
    53.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 11
    Total number of words is 3472
    Total number of unique words is 1944
    31.9 of words are in the 2000 most common words
    47.3 of words are in the 5000 most common words
    54.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 12
    Total number of words is 3400
    Total number of unique words is 1894
    32.2 of words are in the 2000 most common words
    47.9 of words are in the 5000 most common words
    55.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 13
    Total number of words is 3526
    Total number of unique words is 1912
    35.0 of words are in the 2000 most common words
    51.0 of words are in the 5000 most common words
    58.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 14
    Total number of words is 3584
    Total number of unique words is 1895
    31.0 of words are in the 2000 most common words
    43.6 of words are in the 5000 most common words
    52.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 15
    Total number of words is 3543
    Total number of unique words is 1818
    31.7 of words are in the 2000 most common words
    44.1 of words are in the 5000 most common words
    52.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 16
    Total number of words is 3503
    Total number of unique words is 1920
    32.2 of words are in the 2000 most common words
    47.3 of words are in the 5000 most common words
    55.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 17
    Total number of words is 3435
    Total number of unique words is 1879
    36.1 of words are in the 2000 most common words
    50.7 of words are in the 5000 most common words
    58.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 18
    Total number of words is 3418
    Total number of unique words is 1855
    33.6 of words are in the 2000 most common words
    49.5 of words are in the 5000 most common words
    57.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Değirmen, Kağnı, Ses - 19
    Total number of words is 2017
    Total number of unique words is 1135
    37.4 of words are in the 2000 most common words
    51.1 of words are in the 5000 most common words
    58.3 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.