Genclik yillarim - 07

Total number of words is 3257
Total number of unique words is 1790
33.5 of words are in the 2000 most common words
45.1 of words are in the 5000 most common words
53.7 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Güzel sevgi dediğim de, bu duygunun aslındaki ya da anlatımındaki inceliğine âşık olmak demektir. Bu biçemi sevenler için sevdiği kimsenin rolü, ancak zevk duyduğu bu aşkın anlatımını ve anlayışını etkilediği orandadır. Güzel sevgiyle sevenler, bu duygunun karşılıklı olmasına, aşklarının zevk ve güzelliğine bir etkisi olmadığı için hiç önem vermezler. Onlar sık sık sevgili değiştirirler. Çünkü asıl amaçları kavuşma ve birleşme değil, bu hoş duyguyu sürdürmektir. Zevk duydukları bir duyguyu yaşatmak için, herkese, bu aşkla hiç ilgisi olmayan kimselere bile, durmadan en ince, en zarif sözler kullanarak anlatırlar. Yurdumuzda belli bir çevrede bu güzel aşkla sevenler, herkese duygularından söz ettikleri gibi, bunu kesinlikle Fransızca anlatırlar. Söyledikleri sözler belki gülünç ve tuhaf gelebilir ama, eskiden olduğu gibi bugün de kimi çevrelerde, özellikle kadınlar arasında öylelerini tanırım ki, kocalara, çocuklara, arkadaşlarına karşı besledikleri duygunun Fransızca anlatımı yasak edilmiş olsaydı, kendilerinde bu duygulardan iz kalmayacağına eminim.
Sevginin ikinci türü olan özverili sevgiyse, bu özverinin sevilen kişiye bir yarar sağlayıp sağlamayacağı düşüncesidir; bu da onun için kendinden özveride bulunmaktan başka bir şey değildir. "Sevilen kadın ya da erkeğe olan bağlılığını bütün dünyaya kanıtlamak için katlanmayacağı hiçbir şey yoktur." Bu sevginin formülü budur. Böyle sevenler, sevildiklerine asla inanmazlar. Çünkü beni anlamayan bir kimse için kendimden özveride bulunmak bu duygunun değerini artırır. Çoğu zaman ruhça hasta gibidirler; bu durum da özverilerinin derecesini artırır. Çoğu bağlıdırlar; çünkü sevgilileri uğruna özveride bulunmak erdemini yitirmek onlara çok ağır gelir. Gönül verdikleri kimselere bağlılıklarını göstermek üzere ölüme bile hazır görünen bu âşıklar, her zaman, hiç güçlük çekmeden gösterebilecekleri en ufak sevgi belirtisinden bile kaçınırlar. Onlar için sizin tok ya da aç oluşunuz, iyi uyuyup uyumadığınız, neşeli ya da neşesiz bulunmanız, sağlıklı ya da hasta olmanızdan farksızdır; dahası, bu doğal gereksinmeleri sağlamak için parmaklarını bile kımıldatmazlar. Buna karşılık, gerekirse kurşuna karşı göğüs germeye; suya, ateşe atılmaya; aşk ateşiyle sararıp solmaya her zaman hazırdırlar. Bundan başka özverili sevgiye karşı yeteneği olanlar, hep aşklarıyla övünür; hırçın, kıskanç, kuruntulu olup, size biraz tuhaf gelecek ama, sevgililerinin başına bir yıkım gelmesini beklerler; onları kurtarma fırsatını ele geçirmeyi, yine onların durumlarının düzeltilmesine çalışabilmek için, onlarda kimi ahlak düşkünlükleri bulunmasını isterler.
Sizi son derece seven eşinizle birlikte bir köyde yaşamaktasınız; sağlığınız yerindedir, zevk aldığınız bir işle uğraşıyorsunuz. Uşakların eline bırakılmış ev işleriyle, dadıların kucağına bırakılmış çocuklarınızla ilgilenemeyecek denli bitkin olan karınız, sevdiği herhangi bir işle de ilgilenemiyor; çünkü o sizden başka bir şeyi sevemiyor, düşünemiyor. O, belki de hastadır; ama sizi üzmemek için bunu saklıyor; belki de sıkılıyor, ama sizin için yaşamı boyunca sıkıntıya katlanacaktır. Sizin çiftlik işlerinize, asıl işlerinize, kitap okumaya ve ava karşı gösterdiğiniz aşırı ilgi onu çileden çıkarıyor, aynı zamanda bu aşırı çalışmanın sizi yıpratmakta ve ölüme yaklaştırmakta olduğunu gördüğü halde katlanıp susuyor. Ama, işte hastalandınız. Sizi seven karınız kendi hastalığını unutuyor, yorulmaması ve üzülmemesi yolundaki bütün üstelemelerinize karşın, gece gündüz baş ucunuzdan ayrılmıyor; siz de her an üstünüzde, "Sana söylememiş miydim böyle olacağını; ama benim için hepsi bir. Yine de seni bırakmayacağım," diyen üzüntülü, sevecen bir bakış duyumsuyorsunuz. Ertesi gün kendinizi biraz daha iyi duyup başka bir odaya geçiyorsunuz. Oda karmakarışık, soba yanmıyor; tek içebileceğimiz çorba da aşçıya ısmarlanmamış; ilaçlarınız için kimse gönderilmemiş; ama geceyi başucunuzda uykusuz geçirerek bitkin düşen karınız aynı sevecenlik dolu bakışlarıyla size bakıyor; ayak uçlarına basarak yürüyor ve fısıltıyla uşaklara alışık olmadığı, anlaşılmaz buyruklar veriyor. Okumak istiyorsunuz, sizi seven karınız göğüs geçiriyor; kendisine kızacağınızı ve dinlemeyeceğinizi bildiği halde (ki bunlara çok alışıktır) okumamanızın daha iyi olacağını söylüyor; odada biraz dolaşmak istiyorsunuz, bunu da doğru bulmuyor; sizi görmeye gelen arkadaşınızla konuşmanızı istemiyor. Geceleyin ateşiniz yine yükseliyor, biraz dalmak niyetindesiniz ama sizi seven karınız büsbütün zayıflamış, renksiz, gece lambasının kör ışığı altında, karşınızda bir koltuğa ilişmiş, ara sıra ofluyor; yanı başınızda varlığını duyuran en ufak devinim ve soluk alışı bile, sizi çileden çıkarıp sinirlendiriyor. Yirmi yıldan beri yanınızdan ayrılmayan; alışık olduğunuz, hizmetine karşılık dolgun aylık alan bir uşağınız var; gündüz iyice uyuyarak gecenin yorgunluğunu çıkardığından, seve seve, hoşnutlukla işinizi görür, ama karınız onun size hizmet etmesine de razı değil. O, her şeyi yalnızca kendi başına, beceriksiz ve güçsüz parmaklarıyla yapmaya çalışıyor. İşte yine, boşuna bir çabayla elindeki şişeyi açmaya uğraşırken mumu söndüren, ilacı döken ve tiksinerek size dokunan beyaz parmaklarının devinimlerini izlerken, ona öfkelenmemek elinizden gelmiyor. Sabırsız ve sinirliyseniz, ona dışarı çıkmasını rica eder, biraz sonra kapının arkasından, boyuneğen bir sesle ağlayıp ofladığını, fısıltıyla uşağınıza anlamsız bir şeyler söylediğini, duyarlılığı son sınırını bulan kulağınızla duyar ve sinirlenirsiniz. En sonunda, hastalıktan ölmediyseniz, bu hastalığınız sırasında, yirmi geceden beri hiç uyuyamayan (bunu durmadan size yineleyen), sizi seven karınız, hastalanıp soluyor, acı çekiyor ve işe tümüyle yaramaz bir duruma geliyor. Tam siz iyileşip sağlığınızı kazandığınızda, o özverili sevgisini, elinde olmayarak size ve bütün çevrede bulunanlara aşılanan uysal bir üzüntüyle göstermektedir.
Eylemli sevgi dediğim üçüncüsü de; sevdiği kimsenin bütün gereksinmelerini, isteklerini, nazlarını; dahası, kötü niyetlerini bile yerine getirmektir. Böyle bir aşkla seven kimseler, ölünceye dek bağlı kalırlar; çünkü sevgililerini ne denli çok severlerse onları o denli daha yakından tanırlar, tanıdıkça da sevgileri artar, bütün isteklerini yerine getirmek daha kolay olur. Aşklarından hemen hemen hiç konuşmazlar, konuşsalar da yeteri derecede sevdiklerine inanmadıkları için beceriksiz ve sıkılgandırlar; bunu anlatma biçemleri de hoş ve güzel olmaz. Böyle âşıklar, sevdiklerinin kötü ahlakını beğenirler; çünkü onların bu kötü huyları, kendilerine daha yeni isteklerini yerine getirme fırsatını verir. Sevilmelerini isterler; bu konuda kendi kendilerini aldatır ve inandırırlar bile; bu isteklerine kavuşmaları onları mutlu kılar. Sevilmeseler de aşkları değişmez. Tapındıkları kimselerin mutlu olmalarını diledikleri gibi, ellerinde olan bütün maddi manevi, küçük büyük araçlarla, her zaman onların mutluluğunu sağlamaya çalışırlar.
İşte, Sofya İvanovna'nın gözlerinde, her davranışında ve söylediği her sözde Lübov Sergeyevna'ya, yeğenleri olan Dimitri ile Varenka'ya; dahası, Dimitri beni sevdiği için, bana karşı da beslediği böyle eylemli bir sevgi seziliyordu.
Epey zaman geçtikten sonra, ben Sofya İvanovna'nın tam değerini anlayabildiğim sırada, aklımı bir soru kurcaladı: Sevgiyi bütün gençliğin anladığı gibi değil de, bambaşka bir yolda anlamaya çalışan Dimitri, niçin birdenbire anlaşılmaz bir kadın olan Lübov Sergeyevna'ya delicesine âşık oluyor da, her zaman gözü önünde bulunan, kendisini seven içten Sofya İvanovna'nın yalnızca bazı erdemleri olduğunu kabul etmekle yetiniyor? Nasıl da doğru söylemişler, "Kimse kendi yurdunda peygamber olamaz," diye... İkisinden biri: Ya insanlar, gerçekten iyi olmaktan çok, kötüdürler; ya da iyilikten çok, kötülüğe eğilimlidirler. Lübov Sergeyevna'yı tanıyalı pek çok olmamıştı; oysa onun, doğduğundan beri teyzesi tarafından sevildiğini biliyordu.
XXV
ÇEVREYİ TANIMAYA BAŞLIYORUM
Galeriye döndüğümde, düşündüğümün tersine, kimse benden söz etmiyordu. Varenka okumuyor, kitabını bir yana bırakmış, boyun bağını düzeltip gözlerini kırparak aşağı yukarı gezinen Dimitri ile büyük bir tartışmaya girmişti. Görünürdeki nedeni İvan Yakovliviç ve boş inançlar olan tartışmanın bu denli sıcak oluşunun asıl nedeninin başka olduğu; daha çok bütün aileyi yakından ilgilendirdiği görülüyordu. Kontesin ve Lubov Sergeyevna'nın sessizce oturup her sözcüğü dikkatle dinleyişlerinden, tartışmaya katılmak istedikleri anlaşılıyordu; ama kendilerini tutuyorlar; düşündüklerini dile getirmeyi, biri Varenka'ya, öteki Dimitri'ye bırakıyordu. Odaya girdiğimde, Varenka bana pek ilgisiz bir bakışla baktı; tartışmanın onu çok ilgilendirdiği anlaşılıyordu. Benim de söylediklerini işittiğimi sanıyor ya da işitmeme önem vermiyormuş gibi görünüyordu. Varenka ile aynı düşüncede olduğu görülen kontesin de bakışlarında aynı anlam vardı. Dimitri ise, yanımda tartışmayı daha ateşli sürdürmeye girişti; Lübov Sergeyevna da gelişimden korkmuş gibi oturanların hepsine dönerek:
"Yaşlılar doğru söylüyorlar: si jeunesse savait, si vieillisse pouvait," dedi. (16)
Ama bu atasözü tartışmaya son veremediği gibi, Lübov Sergeyevna ile arkadaşımın haksız oldukları kanısına varmama neden oldu. Bu ailenin ufak tefek tartışmalarında bulunmam beni biraz sıktıysa da, bir yandan da bu tartışmada aile bireylerinin birbirlerine karşı olan duygularını görmek ve yanımda çekinmeyerek açıkça konuşmalarına tanık olmak hoşuma gidiyordu.
Bir ailenin bireylerini yıllarca aynı yapmacık, ama görgü kurallarına uygun perde altında görüyorsunuz; ama onların birbirleriyle gerçek ilişkileri sizin için bir giz olarak kalıyor. Bu gibi şeylere yaşamda çok raslanır. (Dahası, gördüğüme göre bu perde ne denli kalınsa -ki perdenin bu durumu güzelliğini artırıyor- bizden gizlenen gerçeğin kabalığı o oranda çoktur.) Bakarsınız, bir gün böyle bir aile arasında, görünürde hiç önemi olmayan bir ziyaret ya da aile reisinin atlarıyla ilgili bir konuşma açılır ve birdenbire bu tartışma hiç yoktan alevlenir; öyle ki, bu tartışmayı çözümlemek için, perde arkası dar gelir. Tartışanların dehşetine, dinleyenlerin de şaşkınlığına karşın, bütün gerçek ve kaba yönler olduğu gibi sırıtır. Artık hiçbir şeyi gizleyemeyen perde, işe yaramaz bir savaşın içinde olan iki yan arasında sallanarak, yalnızca sizi şimdiye dek uzun zaman aldattıklarını anımsatır. Çoğu kez, insana, başını bütün hızıyla duvara vurmak, çoktan beri kanayıp ağrıyan yaraya hafifçe dokunmaktan daha kolay gelir. Dokunulduğunda insana çok acı veren bu gibi yaralar, hemen hemen her ailede bulunur. Nehlüdovların da bu sızısı, annesiyle kız kardeşinde kıskançlık değilse de, aile duygusunu inciten, Dimitri'nin Lubov Sergeyevna'ya şaşırtıcı sevgisiydi. Bu yüzden olacak ki, İvan Yakovliviç ve boş inançlar konusundaki tartışmanın bütün aile için çok ciddi bir anlamı vardı.
Ezgili sesiyle, her sözcüğü açık açık söyleyen Varenka:
- Herkesi güldüren ve başkalarınca aşağı görülen şeylerde, sen hep olağanüstü bir yan bulmaya çalışırsın, dedi.
Dimitri sinirli bir devinimle başını kız kardeşinden ters yöne çevirdi:
- Önce, İvan Yakovliviç gibi olağanüstü bir insan için ancak çok düşüncesiz bir kimse böyle konuşabilir. Sonra da, sen gözünün önünde duran iyi bir şeyi özellikle görmek istemiyorsun, dedi.
Yanımıza dönen Sofya İvanovna birkaç kez bana ve tartışanlara ayrı ayrı baktı; kendi kendine konuşur gibi iki kez ağzını açtı; derin bir "Ah!" çekti, sonra Varenka'ya kitabını uzatarak elini sevecenlikle okşadı:
- Varya, lütfen daha çabuk okur musun? Acaba onu yeniden buldu mu? Bunu öğrenmeyi çok istiyorum, dedi (sanırım romanda bir buluşma konusu da yoktu). Kanıt olarak hazırladığı düşüncelerini altüst edip sözünü kestiği için ona kızan Dimitri'nin küskün bakışlarına aldırmadan:
- Mitya, hava serinledi, dişlerinin yine ağrımaması için yanağını bağlasan çok iyi edersin canım, dedi.
Varenka bırakmış olduğu kitabı yeniden okumaya başladı.
Bu küçük kavga, ailenin rahatını ve oturan kadınların arasındaki içten uyumu hiç de bozmadı.
Aslında, Kontes Maria İvanovna'nın yönettiği bu aile toplantısı, benim için pek çekiciydi; onda bu türden mantıklı bir yalınlık ve güzellik vardı. Bende uyanan bu duyguların kaynağı, çevremdeki şeylerin temizliği, güzelliği, sağlamlığıydı.
Örneğin çıngırak, kitabın cildi, koltuklar, masalar; korse giyen kontesin çok dik oturuşu, aklaşmış buklelerini saklamadan herkese göstermesi; daha ilk kez karşılaşmamıza karşın bana Nikolas ya da "O" demesi; ilgileri; okuma, dikiş ve kadınların ellerinin olağanüstü beyaz oluşu gibi. (Bu aileden olanların ellerinde bir özellik vardı; çok kırmızı olan el ayalarıyla apak olan üst kısım, sanki birbirine eklenmiş gibiydi.) Bu aile bireylerinin birbirlerine çok benzeyen bir özelliği de, her sözcüğü ya da tümceyi, bütün inceliklerini gözeterek son sesine dek çok açık söylemeleri; çok temiz Rusça ve Fransızca konuşmalarıdır. Bunların hepsi, özellikle bu ailenin benimle bir büyük insanla konuşur gibi pek ciddi ve yalın konuşmaları, düşüncelerimi söylerken beni dinlemeleri; kendi düşüncelerini de bana söylemeleri; bunlara hiç alışık olmadığım için üstümdeki üniformanın parlak düğmelerine ve mavi kol kapaklarına bakmayarak, bana birdenbire, "Sizinle ciddi konuşabileceğimizi mi sanıyorsunuz? Haydi bakalım dersinize!" diyeceklerinden korkuyordum. Bütün bunlar üzerimde öyle izler bıraktı ki bunlar sayesinde aralarında artık hiç sıkılganlık duymuyordum. Arada sırada ayağa kalkarak yer değiştirebiliyor ve Varenka'dan başka herkesle özgürce konuşabiliyordum. Varenka ile olan bu ilk tanışmamızda bu kadar çok konuşmayı bir görgüsüzlük, başkalarının da hoş görmeyeceği bir davranış sanıyordum.
Okuma sırasında onun hoş ezgili sesini dinlerken, kimileyin ona, kimileyin bahçedeki, yağmurdan kararmış yuvarlak lekeli çiçekliğin kumlu yoluna; biraz önce bizi ıslatan saydam ve arasından göğün maviliği görünen renksiz buluttan hâlâ dökülmekte olan seyrek yağmur damlalarına; yaprakları ıslak ıhlamur ağaçlarına; sonra yağmurdan ıslanmış yaşlı, gür kayın ağaçlarını aydınlatarak batmakta olan güneşin son kızıl ışıklarına ve yeniden Varenka'ya bakıyor; kendi kendime, "Hayır, ilk kez göründüğü gibi hiç de çirkin değil," diye düşünüyordum.
Kendi kendime, "Yazık ki ben âşığım ve Varenka da Soniçka değil; yoksa hemencecik bu ailenin arasına katılmak pek hoş olurdu. Birdenbire hem annem, hem teyzem, hem de karım olmuş olurdu," diyordum. Bunu düşünürken okumakta olan Varenka'ya dikkatle baktım. Onu büyülediğimi, onun bana kesinlikle bakması gerektiğini içimden geçirdim. O, başını kitaptan kaldırarak bana baktı, göz göze geldik, başını çevirdi:
- Yağmur hâlâ durmadı, dedi.
Birden tuhaf bir duyguya kapıldım; şimdi içinde bulunduğum durumu daha önce de yaşamış olduğumu, şimdi yaşadığımın bunun yinelenmesi olduğunu düşündüm. O zaman da şimdiki gibi ince ince yağmur yağıyor, kayın ağaçlarının arkasından güneş batıyor, o okuyor, ben onu seyrediyordum. Sonra onu büyülediğimi, onun da bana baktığını, bir kez daha anımsadım.
"Acaba o mu? Acaba başlıyor mu?" diye kendi kendime düşünüyordum. Ama çok geçmeden onun, düşlemimde yaşattığım kadın olmadığı, henüz hiçbir şeyin başlamadığı kanısına vardım.
Her şeyden önce, Varenka güzel değildi; bildiğimiz küçük hanımlardandı. Onunla pek olağan bir biçimde tanışmıştık; oysa öteki, olağanüstü ve bambaşka olacak, onunla hiç umulmadık bir yerde tanışacağız. Bu ailenin hoşuma gitmesi de, belki benim deneyimsizliğimden, toyluğumdan ileri geliyordu. Yaşamımda buna benzer birçok aileyle karşılaşabileceğimi düşündüm.
II
Rusçadan Çevirenler:
Râna Çakıröz - Cengiz Ekinci
75. yıl coşkusuyla...
Hümanizma ruhunu anlama ve duymada ilk aşama, insan varlığının en somut anlatımı olan sanat yapıtlarının benimsenmesidir. Sanat dalları içinde edebiyat, bu anlatımın düşünce öğeleri en zengin olanıdır. Bunun içindir ki bir ulusun, diğer ulusların edebiyatlarını kendi dilinde, daha doğrusu kendi düşüncesinde yinelemesi; zekâ ve anlama gücünü o yapıtlar oranında artırması, canlandırması ve yeniden yaratması demektir. İşte çeviri etkinliğini, biz, bu bakımdan önemli ve uygarlık davamız için etkili saymaktayız. Zekâsının her yüzünü bu türlü yapıtların her türlüsüne döndürebilmiş uluslarda düşüncenin en silinmez aracı olan yazı ve onun mimarisi demek olan edebiyatın, bütün kitlenin ruhuna kadar işleyen ve sinen bir etkisi vardır. Bu etkinin birey ve toplum üzerinde aynı olması, zamanda ve mekânda bütün sınırları delip aşacak bir sağlamlık ve yaygınlığı gösterir. Hangi ulusun kitaplığı bu yönde zenginse o ulus, uygarlık dünyasında daha yüksek bir düşünce düzeyinde demektir. Bu bakımdan çeviri etkinliğini sistemli ve dikkatli bir biçimde yönetmek, onun genişlemesine, ilerlemesine hizmet etmektir. Bu yolda bilgi ve emeklerini esirgemeyen Türk aydınlarına şükran duyuyorum. Onların çabalarıyla beş yıl içinde, hiç değilse, devlet eliyle yüz ciltlik, özel girişimlerin çabası ve yine devletin yardımıyla, onun dört beş katı büyük olmak üzere zengin bir çeviri kitaplığımız olacaktır. Özellikle Türk dilinin bu emeklerden elde edeceği büyük yararı düşünüp de şimdiden çeviri etkinliğine yakın ilgi ve sevgi duymamak, hiçbir Türk okurunun elinde değildir. 23 Haziran 1941.
Milli Eğitim Bakanı
Hasan Âli Yücel
SUNUŞ
Cumhuriyet'le başlayan Türk Aydınlanma Devrimi'nde, dünya klasiklerinin Hasan Âli Yücel öncülüğünde dilimize çevrilmesinin, kuşkusuz önemli payı vardır.
Cumhuriyet gazetesi olarak, Cumhuriyetimizin 75. yılında, bu etkinliği yineleyerek, Türk okuruna bir "Aydınlanma Kitaplığı'' kazandırmak istedik.
Bu çerçevede, 1940'lı yıllardan başlayarak Milli Eğitim Bakanlığı'nca yayınlanan dünya klasiklerini okurlarımıza sunmaya başladık.
Büyük ilgi gören bu etkinliği Milli Eğitim Bakanlığı'nca yayınlanmamış -ancak Aydınlanma Devrimi yarıda kalmasaydı yayınlanacağına kesinlikle inandığımız- dünya klasiklerini de katarak sürdürüyoruz.
Cumhuriyet
GENÇLİK
II
XXVI
İYİ YANLARIMI GÖSTERİYORUM
Çay içileceği zaman okumadan vazgeçildi; hanımlar aralarında, tanımadığım insanlardan, bilmediğim şeylerden konuşmaya başladılar. Bana sevgi ve içtenlik göstermekle birlikte, bu konuşmayı toplumsal durumumu ve yaş farkımı anımsatmak için yaptıklarını sanıyordum.
Biraz önce susmanın acısını çıkartmak için aramızda geçen ve benim de katılabileceğim bir konuda konuşurken, üzerimdeki üniformanın onurunu düşünerek çok zeki olduğumu ve özgün düşüncelerim bulunduğunu göstermek istiyordum.
Yazlıkla ilgili bir konu açılır açılmaz, ben birdenbire Prens İvan İvanoviç'in Moskova yakınlarında bir köşkü bulunduğunu ve bu köşkü görmek için Londra ve Paris'ten bile gelenler olduğunu; çevresinin üç yüz seksen bin ruble değerinde bir parmaklıkla çevrildiğini; Prens İvan İvanoviç'in çok yakın bir akrabam olduğunu; bugün orada yemek yediğimi; beni de bütün yazı geçirmek üzere oraya çağırdığını sıralayıverdim. Sonra çok gittiğim için köşkü çok iyi tanıdığımı; bütün bu parmaklıkların, köprülerin gösterişinin, lüksün, hele köy gibi bir yerde olunca, hiç hoşlanmadığım için beni ilgilendirmediğini söyledim. Köyde olunca insanın her şeyinin köye yakışır bir biçemde olmasını sevdiğimi ekledim. Bu görkemli ve katmerli yalanı söyledikten sonra, öyle utanıp kızardım ki sanırım herkes söylediklerimin yalan olduğunun farkına varmıştır. O sırada bana çay fincanını uzatmakta olan Varenka ile yüzüme bakan Sofya İvanovna; ikisi de, benden başlarını çevirerek başka bir konuda konuşmaya başladılar. Yüzlerinde, sonraları sık sık rasladığım iyi yürekli insanların, kendilerine aslı astarı olmayan şeyler anlatan gençlerin söyledikleri karşısında yüzlerinde beliren, "Nasılsa yalan söylediğini biliyoruz; bunu niçin yapıyorsun a zavallı çocuk?" gibi bir anlam vardı.
Prens İvan İvanoviç'in bir köşkü olduğunu anlatışım bugün onda yemek yediğimi, onunla akraba olduğumuzu göstermek için daha iyi bir neden bulamadığımdandır. Ancak üç yüz seksen bin ruble değerinde olan parmaklığından ve Prens İvan İvanoviç'e sık sık gittiğimden niçin söz ettim? Bunu kendim de iyi bilmiyordum. Prens ya Moskova'da ya da Napoli'de yaşadığı için ona gitmediğim gibi gidemeyeceğimi de Nehludovlar çok iyi biliyorlardı. Çocukluğumda, yeniyetmeliğimde, sonraları olgun çağımda da yalan söylediğimi asla anımsamıyorum; tersine, aşırı içten ve açık konuşma alışkanlığım vardı, diyebilirim. Ama gençliğimin bu ilk yıllarında, sık sık içimde tuhaf bir duyguyla, hiç nedeni yokken inanılmayacak derecede yalan söylemek isteğini duyardım. "İnanılmayacak derecede" diyorum, çünkü öyle abartılı konuşuyordum ki, bunların yalan olduğu hemen ortaya çıkıyordu. Bu garip eğilimin başlıca nedeni, bence kendimi olduğumdan bambaşka bir insan gösterme isteğiyle yalanlarımı söyleyerek bir türlü gerçekleşmeyen, o erişilmez insan olmak isteğiydi.
Akşama doğru yağmur dinmişti. Çaydan sonra, havanın dingin ve açık olduğunu gören kontes, hepimize çok sevdiği aşağı bahçeye inip gezmeyi önerdi. Her zaman özgün kalmak amacına bağlı olan ben, kendim ve kontes gibi aklı başında insanların, sıradan incelik gösterme tavrının üstünde olmamız gerektiğini düşünerek; amaçsız hiçbir gezinti yapmayı sevmediğimi ve ancak yalnız başıma gezmekten hoşlandığımı söyledim. Söylediklerimin doğrudan doğruya bir kabalık olduğunu düşünememiştim; hem o zamanlar sıradan iltifatlar etmek ne kadar ayıpsa, bazı şeyleri de kabalık derecesine varan bir açıklıkla söylemenin öyle özgün ve hoş bir şey olduğunu sanıyordum. Bununla birlikte, verdiğim yanıtlardan hoşnut kalarak herkesle birlikte gezmeye çıktım.
Kontesin sevdiği yer ta aşağıda, bahçenin en ıssız yerinde bulunan oval havuzun üstündeki küçük bir köprüydü. Buradan görünen görünüm, küçük olmakla birlikte hoş ve anlamlıydı. Biz sanatı doğayla karıştırmaya öyle alışmışız ki, sanatta raslamadığımız doğa olguları çoğu zaman bize doğal gelmez; resimlerde gördüğümüz doğa sanki yapay gibidir; bize hep basmakalıp görünür. Kimi gerçekçi doğa resimleri de, çoğu kez bir örnek olup aynı şeyi anlattığından bize çok sıradan gelir. Kontesin sevdiği yerden görünen görünüm de bunlardan biriydi. Çevresini otların bürüdüğü küçük bir havuz vardı, onun hemen arkasında değişik yeşillerin birbirine karıştığı, çalılıklar ve kocaman yaşlı ağaçlarla örülü dik bir tepe yükseliyordu. Bu tepenin eteğinde, havuzun üstüne eğilen ve kalın köklerinin bir bölümüyle havuzun kıyısındaki nemli topraklara tutunan, tepesini uzun akçakavak ağacına dayayıp kıvırcık dallarını havuzun durgun suları üzerine sarkıtmış bir kayın ağacı vardı. Havuzun durgun yüzüne sarkan bu dallar ve çevredeki yeşillikler suya yansıyordu.
Kontes başını sallayarak, hepimize birden:
- Bakın ne güzel! dedi.
Her şey konusunda kendime özgü bir yargım olduğunu göstermek isteğiyle:
- Evet, olağanüstü; ama fazlasıyla yapma bir dekoru andırıyor, dedim.
Kontes söylediklerimi hiç duymamış gibi görünümü zevkle seyrediyor ve kız kardeşiyle Lubov Sergeyevna'ya dönerek, görünümün en çok hoşuna giden bazı yerlerini, sarkan eğri bir dalı ve onun sudaki yansımalarını gösteriyordu. Sofya İvanovna bunların hepsinin çok güzel olduğunu ve kız kardeşinin de burada saatlerce vakit geçirdiğini söylüyordu ama bunu yalnızca kontesi hoşnut etmek için yaptığı belliydi. Çok sevmek özelliği olan insanların, doğa güzelliklerine çoğu kez ilgisiz kaldıklarına tanık olmuşumdur. Lubov Sergeyevna da bizim gibi hayran olmakla birlikte, arada sırada, "Bu kayın ağacı nasıl oluyor da devrilmeden duruyor? Bu durumda daha çok durabilir mi?" gibi sorular soruyor ve sürekli, yaşamında sokağa ilk kez çıkmış gibi büyük bir telaşla tüylü kuyruğunu sallayarak eğri bacaklarıyla köprünün üstünde aşağı yukarı koşan Suzetka'ya bakıyordu. Dimitri annesiyle, ufkun dar bir çerçevesi içine giren bir görünümün hiçbir zaman güzel olmayacağını tartışarak onu inandırmaya çalışıyordu. Varenka, hiçbir şey söylemiyordu. Başımı çevirip ona baktığımda, köprünün parmaklığına dayanmış, bana yan durmuş olarak önüne baktığını gördüm; sanırım bir şey dikkatini çekiyor, dahası, onu heyecanlandırıyordu. Çünkü kendisini unuttuğu gibi, çevreden kendisine bakanların da ayrımında değildi. İri gözlerinde öyle bir dikkat, öyle dingin ve açık düşüncelerin yansımaları okunuyordu, duruşunda öyle bir özgürlük vardı ki, ufak tefek olmasına karşın görkemli ve ağırbaşlı görünüyordu. Onun bu görünümü beni birdenbire öyle şaşırtmıştı ki, yine içimden, "Acaba başlıyor mu?" diye sordum ve bu soruya yanıt olarak, kendi kendime, Soniçka'ya âşık olduğumu, Varenka'nın da yalnızca bir küçükhanım ve arkadaşımın kız kardeşi olduğunu düşündüm. Ama Varenka o anda pek hoşuma gitmişti ve bunun için de onu üzecek bir şey söylemek ya da yapmak gibi, içimde ne olduğunu kendim de anlayamadığım bir istek uyandı.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Genclik yillarim - 08
  • Parts
  • Genclik yillarim - 01
    Total number of words is 3070
    Total number of unique words is 1838
    32.4 of words are in the 2000 most common words
    46.7 of words are in the 5000 most common words
    54.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 02
    Total number of words is 3015
    Total number of unique words is 1715
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    49.7 of words are in the 5000 most common words
    57.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 03
    Total number of words is 3210
    Total number of unique words is 1737
    34.2 of words are in the 2000 most common words
    46.9 of words are in the 5000 most common words
    53.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 04
    Total number of words is 3388
    Total number of unique words is 1744
    35.1 of words are in the 2000 most common words
    47.9 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 05
    Total number of words is 3379
    Total number of unique words is 1665
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    48.7 of words are in the 5000 most common words
    56.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 06
    Total number of words is 3275
    Total number of unique words is 1742
    33.3 of words are in the 2000 most common words
    48.3 of words are in the 5000 most common words
    55.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 07
    Total number of words is 3257
    Total number of unique words is 1790
    33.5 of words are in the 2000 most common words
    45.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 08
    Total number of words is 3298
    Total number of unique words is 1729
    36.0 of words are in the 2000 most common words
    50.3 of words are in the 5000 most common words
    58.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 09
    Total number of words is 3157
    Total number of unique words is 1778
    30.4 of words are in the 2000 most common words
    44.4 of words are in the 5000 most common words
    52.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 10
    Total number of words is 3309
    Total number of unique words is 1814
    33.8 of words are in the 2000 most common words
    48.3 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 11
    Total number of words is 3253
    Total number of unique words is 1826
    33.1 of words are in the 2000 most common words
    46.8 of words are in the 5000 most common words
    54.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 12
    Total number of words is 2860
    Total number of unique words is 1571
    33.9 of words are in the 2000 most common words
    46.3 of words are in the 5000 most common words
    53.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 13
    Total number of words is 3304
    Total number of unique words is 1779
    33.3 of words are in the 2000 most common words
    45.8 of words are in the 5000 most common words
    53.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 14
    Total number of words is 1511
    Total number of unique words is 978
    37.0 of words are in the 2000 most common words
    51.0 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.