Genclik yillarim - 02

Total number of words is 3015
Total number of unique words is 1715
35.3 of words are in the 2000 most common words
49.7 of words are in the 5000 most common words
57.5 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Rusça öğretmeninin nasıl çirkin bir çizme giydiği, Prenses Karnakovların volanlı giysilerinin biçimi ve başka şeyler konusunda Mimi, St. Jérôme ve kızların konuşmaları bana gerçekten bayağı gelir, canımı sıkardı; bunu Katenka'yla Luboçka'dan saklamaya da gerek görmezdim; oysa şimdi bu gevezelik, yeni, hoş ruh durumumu etkilemedi. Uysallığım üstümdeydi, onları neşeli bir gülümsemeyle dinlerken, St. Jérôme'dan büyük bir incelikle bana kvası uzatmasını rica ettim; yemekte konuşurken Fransızca söylediğim bir cümleyi, St. Jérôme'un "je peux" yerine "je puis" demek daha güzel olur diye düzeltmesini kabul ettim. Bununla birlikte, itiraf edeyim ki, iyiliğimi, uysallığımı kimsenin fark etmeyişi beni biraz üzüyordu. Yemekten sonra Luboçka, hazırladığı günah listesini bana gösterdi; bu davranışının çok iyi olduğunu, ama günahların her zaman herkesin içinde gizli kalmasının daha doğru olacağını söyledim, kısacası, "Bu gibi şeylerin böyle yapılmaması gerek," dedim. Luboçka da:
- Nasıl yapılması gerek? diye sordu.
- Neyse canım; böyle de olur, diye yanıtladım. Sonra St. Jérôme'a çalışacağımı söyleyerek yukarıya, odama çıktım. Çıkışımın nedeni çalışmak değil, daha çok, günah çıkarma zamanına dek olan bir buçuk saatlik sürede, yaşamımda bütün görevlerimin, işlerimin bir dizelgesini, yaşama çabalarımı saptamak, hep bunları göz önünde tutarak davranmak için bir izlence hazırlamaktı.
V
YAŞAM KURALLARIM
Temiz bir yaprak kâğıt çıkararak, her şeyden önce, gelecek yılki görevlerim, çalışmalarım için bir izlence hazırlamak istedim; bir dizelge yapmak gerekiyordu; cetvel olmadığı için, onun yerine Latince sözlüğü kullandım. Çizgi çizdikten sonra, sözlüğü yana doğru çekince, çizgi yerine mürekkep yayılan uzunca bir leke ve kâğıda göre boyu çok kısa gelen sözlüğün alt köşesinden dönen eğri bir çizgi gördüm. Başka bir kâğıt alarak, gene sözlüğü indire indire, bin bir güçlükle çizgiyi çizebildim. Tanrı'ya, yakınlarıma, kendime karşı olmak üzere görevlerimi üçe ayırdım. Kendime karşı olanları yazarken bunların çok çeşitli olduğunu görerek, önce "yaşam kuralları"nı belirledikten sonra bir izlence yapmanın daha yerinde olabileceğini düşündüm. Altı yaprak kâğıdı bir arada dikerek bir defter yaptım, üstüne "Yaşam Kuralları" diye yazdım. Bu iki sözcüğü öyle eğri büğrü yazdım ki, yeniden yazmam gerekir mi diye uzun uzun düşündüm, sonra, yazıp yırttığım izlence parçalarına, defterin çirkin yazılı başlığına bakarak, epey üzüldüm. Ruhumda açık ve güzel bir biçimde canlanan şeyler, kâğıda geçerken ya da düşüncelerimin kimileri yaşamda kullanırken, neden böylesine çirkinleşiyorlardı?
Nikolay içeri girerek:
- Papaz geldi, ayini dinlemek için aşağı buyurun, dedi.
Defteri masanın gözüne sakladım, aynaya baktım. Saçlarımı yukarı doğru taradım. Çünkü bu saç biçiminin bana düşünceli bir tavır verdiğine inanıyordum. Üzerine, yanan mumlarla kutsal resimler yerleştirilen masanın durduğu dinlenme odamıza indim. Babam da aynı anda başka bir kapıdan giriyordu. Ciddi yüzlü yaşlı papaz, babamı kutsadı, o da papazın, kuru, geniş, ama pek büyük olmayan elini öptü; ben de aynı şeyi yaptım.
Babam:
- Voldemar'ı çağırın, nerede o? Ha, evet. O, üniversite kilisesine gidiyor, değil mi? dedi.
Katenka:
- O, prensle çalışıyor, diyerek Luboçka'ya baktı. Luboçka nedense hemen kızardı, bir yeri ağrıyormuş gibi yaparak odadan çıktı. Ben de arkasından çıktım. Salonda durdu, günah kaydına bir şey daha yazdı.
- Ne o, yeni bir günah daha mı? diye sordum. Luboçka kızararak:
- Hayır, şey... diye kekeledi.
O sırada koridordan, Volodya ile esenleşen Dimitri'nin sesi geldi. Katenka odaya girdi ve Luboçka'ya dönerek:
- İşte sana günaha girmek için bir neden daha! dedi.
Kız kardeşime birdenbire ne olduğunu bir türlü anlayamadım. Nedense Luboçka öyle utandı ki, gözleri yaşardı; büyük şaşkınlığı sinirliliğe dönüştü; hem kendisine, hem de sanırım onunla alay eden Katenka'ya kızmaya başlamıştı:
- Yabancı olduğun nasıl da belli, dedi. (Katenka için "yabancı" sözcüğünden daha ağır bir aşağılama olamazdı. Luboçka da bunu bilerek söylemişti!) Sonra ciddi bir sesle:
- Böyle bir din töreni sırasında beni özellikle kızdırıyorsun... Anlamıyor musun, bu şaka değil, diye ekledi.
"Yabancı" sözcüğüne içerleyen Katenka, bana:
- Nikolenka, kâğıda ne yazdığını biliyor musun? Şunları...
Sonunu getiremedi, çünkü ağlama derecesine gelen ve yanımızdan çıkmak üzere olan Luboçka:
- Senin bu denli kötü olduğunu bilmezdim, dedi. Böyle bir dakikada, beni durmadan, inadına günaha sokuyorsun. Oysa ben senin dertlerinle, duygularınla alay etmiyorum...
VI
GÜNAH ÇIKARTMAMIZ
Herkesin toplandığı ve rahip günah çıkarmadan önce bir dua okumak için ayağa kalktığı sırada, ben de dağınık düşüncelerle oturma odasına döndüm. O sessizlik içinde, dua okuyan rahibin, anlamlı ve ciddi sesi duyulunca, hele, "Utanmadan, hiçbir şeyi gizlemeden, kendinizi haklı çıkarmak hevesine kapılmadan, işlediğiniz bütün günahları olduğu gibi açıklayınız ki, ruhunuz Tanrı'nın katında temizlensin. Bir şey gizlerseniz büyük bir günah işlemiş olursunuz!" sözlerini söylediği zaman bu ayini düşünürken sabahleyin duyduğum coşku, içimde yeniden canlandı. Dahası, bu coşkudan bir zevk duyuyor, o anda aklıma gelen bütün düşünceleri bir yana atıp, içimde beliren korku duygusunu artırmak istiyordum.
Günah çıkartmaya herkesten önce babam gitti. Ayinin yapıldığı büyükannemin odasında uzun zaman kaldı. Biz de bu sürede dinlenme odasında oturuyor, susuyor; arada bir hangimizin daha önce gideceğini sessizce konuşuyorduk. Sonunda kapının arkasında, dua okuyan rahibin sesi yeniden duyuldu, kapı gıcırdadı, babam eski alışkanlığıyla omzunu oynatıp öksürerek, hiç kimseye bakmadan çıktı. Neşeyle Luboçka'nın yanağını okşayarak:
- Haydi şimdi sen git, Luboçka; bana bak büyük günahkârım, her şeyi olduğu gibi söyle.
Luboçka sarararak, önlüğünün altından pusulayı çıkardı, gene sakladı, sanki yukarıdan başına birisi vuracakmış gibi boynunu kıstı, başını öne eğerek kapıdan içeri girdi. İçeride uzun zaman kalmadı, ama çıkarken omuzları sarsıla sarsıla ağlıyordu.
Gülümseyerek kapıdan çıkan güzel Katenka'dan sonra sıra bana geldi. İçimde artmasına yardım ettiğim deminki belirsiz korkuyla, loş odaya girdim. Kürsünün başında duran rahip ağır ağır yüzünü bana çevirdi.
Büyükannemin odasında beş dakikadan çok kalmadım, ama oradan, o zamanki kanıma göre tertemiz, bambaşka bir ruhla, mutlu ve yeni bir insan olarak çıktım; yaşamımın eskisi gibi sürmesi, çevremde aynı odayı, aynı mobilyaları, aynı insanları görmek, beni kötü etkilediği halde, ruhum gibi her şeyde bir değişiklik olsun istiyordum. Bu hoş ruh durumu yatağa girinceye dek sürdü.
Uyumak üzereyken, kurtulduğum günahları kafamdan geçirdiğim sırada, birdenbire, rahibe söylemeyi unuttuğum, beni utandıran bir günah aklıma geldi. Günah çıkarmazdan önce rahibin söylediği sözleri anımsadım; bu sözler kulaklarımda çınladı. Bütün erincim bir anda yok olmuştu. "Bir şey gizlerseniz, büyük günah işlemiş olursunuz!" sözlerini işitir gibi olurken, işlemiş olduğum bu günaha uygun ceza bulamayacak denli günahkâr olduğumu görüyordum. Durumumu düşünerek her dakika Tanrı'nın cezasını beklerken, belki de birdenbire ölürüm diye aklımdan geçirerek (bu düşünce beni çok korkutuyordu) uzun zaman yatakta kıvrandım. Ama, birdenbire beni sevindiren bir şey aklıma geldi, bu da tanyeri ağarırken yaya ya da arabayla manastırdaki rahibe giderek, yeniden günahlarımı çıkartma düşüncesiydi. İçim rahatladı.
VII
MANASTIRA GİDİŞ
Geç kalırım korkusuyla, gece birkaç kez uyandım; saat altıya doğru ayaktaydım. Ortalık yeni aydınlanıyordu. Nikolay'ın henüz temizlemeye götürmediği buruşuk giysilerimi, karyolanın yanında duran tozlu çizmelerimi giydim, dua etmeden, yüzümü yıkamadan, yaşamımda ilk kez olarak yalnız başıma sokağa çıktım.
Karşıdaki büyük evin yeşil boyalı damının arkasından soğuk bir sabahın sisli şafağı kızarıyordu. Oldukça yeğin sabah ayazı sokaktaki çamurları, akan suları dondurmuştu; soğuk, yüzümü, ellerimi ısırıyor, ayaklarımı sızlatıyordu. Bir an önce binip gidebilmek için hemen bulabileceğimi sandığım arabaların hiçbiri bizim sokakta görünmüyordu. Ancak birkaç araba Arbat'tan geçiyor; iki taş işçisi konuşarak yaya kaldırımında yürüyordu. Bin adım kadar yürüdükten sonra tek tük suya giden fıçılı arabalara, ellerinde sepetlerle pazara giden erkeklere, kadınlara raslamaya başladım. Dörtyol ağzında bir börekçi göründü, simitçi dükkânı açıldı. Arbat kapılarında, mavimtırak ve yıpranmış yamalı arabasında sallanarak uyuyan yaşlı bir arabacıya rasladım. Manastıra gidip gelmek için, önce benden, uyku sersemliğiyle olacak, yirmi kapik istedi, sonra birdenbire aklı başına geldi; tam arabaya bineceğim sırada, dizginlerle atlara vurdu. Nerdeyse beni bırakıp gidecekti; "Gidemem efendim, atların yem zamanı," diye mırıldandı.
Beni götürmesi için ona kırk kapik önerip zorla kabul ettirdim. Atını durdurdu, beni dikkatle süzdükten sonra, "Haydi efendi, bin!" dedi. Doğrusunu söyleyeyim, beni ıssız bir sokağa götürüp soymasından çok korkuyordum. Yırtık giysisinin yakasından tutarak, arabanın dalgalı mavi renkli, yaylı sedirine oturdum. Bu sırada, onun kamburlaşmış sırtından buruşuk ensesi gözüktü. Nedense bu görünüm insanın içini sızlatıyordu. Araba, sarsılarak Vozdvijenka'dan aşağı ilerlemeye başladı. Yolda giderken, araba şiltelerinin de arabacının giysisinin aynı olan yeşilimtırak kumaşla kaplı olduğunun ayrımına vardım; bu durum nedense beni yatıştırdı, arabacının beni ıssız bir sokağa götürüp soymasından artık korkmuyordum.
Manastıra yaklaştığımızda güneş oldukça yükselmiş, kiliselerin kubbelerini, bol ışıkla altın gibi parlatıyordu. Gölgelerde henüz buzlar çözülmemişti, ama bütün yol boyunca bulanık seller akıyor, atların ayakları çamurlara batıyordu. Manastır kapısından girince ilk gördüğüm kimseye rahibi nerede bulabileceğimi sordum. Yanımdan geçmekte olan bir rahip biraz durdu ve merdivenli küçük bir evi göstererek:
- İşte onun hücresi, dedi.
- Çok teşekkür ederim.
Birbirinin ardı sıra kiliseden çıkan ve bana bakan rahipler, acaba hakkımda ne düşünüyorlardı? Büyük olmamakla birlikte, çocuk da değildim, yüzüm yıkanmamış, saçım taranmamıştı, giysime kuş tüyleri yapışmıştı, fırçalanmamış çizmelerim çamur içindeydi. Bana bakan bu rahipler, içlerinden beni hangi sınıf insana benzetiyorlardı acaba? Bana dikkatle bakmalarına aldırmadan genç rahibin gösterdiği yöne ilerledim.
Hücrelere giden daracık yolda karşıma çıkan gür beyaz kaşlı, siyah giysili yaşlı bir adam, benden ne istediğimi sordu.
Öyle bir an oldu ki, içimde, "Hiçbir şey istemiyorum," diyerek arabacının olduğu yere koşup eve dönme isteği duydum; ama adam, çatık kaşlı olmasına karşın bana güven verdi. Aradığım rahibin adını söyledim. Durumumu hemen anlamakta gecikmeyen yaşlı adam, geri dönerek:
- Gelin küçük bey, sizi götüreyim. Papaz efendi ayindedir; şimdi dönerler, dedi.
Kapıyı açtı, temiz bir aralıktan geçtik, yere serilmiş yol yaygılarına basarak hücreye girdik, sonra insanı yatıştıran, içten bir sesle:
- Siz burada bekleyin, dedi ve dışarı çıktı.
Bulunduğum oda çok büyük değildi, ama çok temizdi. Odanın bütün eşyası, içlerinde birer sardunya saksısı bulunan iki pencere arasında, üstü muşambalı küçük bir masa, üzerinde kutsal resimler duran bir raf, rafın önünde asılı duran bir kandil, bir koltuk, iki iskemleydi. Köşede, minesi çiçekle süslenmiş, zincirinde demir küreler sallanan bir duvar saati asılıydı. Tavana kireçle badana edilmiş çitelerle bağlı olan paravanaya (arkasında sanırım karyolası duruyordu) çakılı çivide iki papaz cüppesi asılıydı.
Pencereler, bir buçuk metre kadar ötedeki beyaz bir duvara bakıyordu. Pencereyle duvar arasında küçük bir leylak ağacı vardı. Odaya dışardan en ufak bir ses bile gelmiyordu; öyle ki bu sessizlikte sarkacın hoş ve tekdüze tıkırtısı, güçlü bir ses olarak duyuluyordu. Bu sessiz yerde yalnız başıma kalır kalmaz, bütün eski düşüncelerim, anılarım, sanki yokmuşlar gibi bir anda dağılıverdi. Anlatılmaz, hoş bir düşünceye daldım. Bu eskimiş astarlı, sararmış papaz cüppesi; üstünde madeni kilitleri olan bu yıpranmış, siyah deri ciltli kitaplar; yıkanmış, koyu yeşil dipleri ıslak çiçekler; hele saat sarkacının tıkırtısı, bana pek açık olarak, şimdiye dek tanımadığım dua, dinginlik, mutluluk dolu bir "inziva" yaşamını tanıtıyordu.
"Aylar, yıllar geçiyor; o adam yalnız, dingin her şeyi duyuyor, duasının kabul edildiğine inanıyor..." diye düşündüm. Bana bu denli çok şey anlatan bu seslerin uyumunu bozmamak için, kımıldamamaya, derin bir soluk bile almamaya çalışarak, yarım saat kadar iskemlede oturdum. Saat sarkacının da eskisi gibi sola daha güçlü, sağa daha hafif tıkırtıları sürüyordu.
VIII
İKİNCİ GÜNAH ÇIKARTMA
Rahibin ayak sesi, beni düşüncelerimden ayırdı. Ağarmış saçlarını eliyle düzelterek:
- Günaydın, bir işiniz mi var? dedi.
Beni kutsamasını rica ettim; sonra büyük bir zevkle, onun büyük olmayan sarımtırak elini öptüm.
Dileğimi bildirince, hiç ses çıkarmadan, kutsal resimlere yaklaştı, günah çıkarmaya başladı.
Günah çıkarma işi sona erince, ben de utancımı yenerek, içimdeki bütün gizli şeyleri döktükten sonra, o ellerini başıma koydu, yumuşak bir sesle, "Tanrı hep senin yanında olsun; içindeki inanç, uysallık, başeğme duygularını korusun. Amin..." dedi.
Çok hoşnuttum; sevinç gözyaşları boğazımı tıkıyordu. Cüppesinin bir ucunu öptüm, başımı kaldırdı. Rahibin yüzü pek dingindi.
Sevinç ve hoşnutluk içindeydim. Bu durumun bana verdiği mutluluğu yitiririm korkusuyla, rahiple ivedi olarak vedalaştım; başka şeylerle oyalanmamak için çevreye bakmadan manastırdan çıktım; yeniden sağa sola yalpa vuran alacalı arabaya bindim. Arabanın sarsıntısıyla, geçerken gözüme ilişen sıradan şeylerle duygularım çabuk dağıldı; şimdi rahibin arkamdan, benim ne iyi yürekli bir genç olduğumu, yaşamında benim gibi bir insanla karşılaşmadığını, karşılaşmayacağını; benim gibilerin dünyada bulunamayacağını aklından geçirdiğini düşünüyordum. Bundan yüzde yüz emindim; bu inancım bende öyle bir sevinç uyandırdı ki, bunu kesinlikle birine anlatmak isteğini duydum.
Biriyle konuşmak için can atıyordum, ama yanımda arabacıdan başka kimse olmadığı için onunla konuşmaya başladım.
- Nasıl, içerde epeyce kaldım değil mi? diye sordum.
Sanırım güneşin çıkmasıyla biraz neşelenen yaşlı arabacı:
- Eh, oldukça... Atların yem zamanı da gecikti; ben aslında gececiydim, diye yanıt verdi.
- Ben de içerde bir dakika kadar kaldım sanıyordum, dedim ve yaşlı arabacıya biraz daha yakın olan çukurca bir yere yerleşerek:
- Manastıra ne için gittiğimi biliyor musunuz? diye ekledim.
- Bize göre hava hoş! Müşteri nereye isterse, oraya gidiyoruz.
Ben sorup duruyordum:
- Öyle olsun; ama bugün ne düşünüyorsun?
- Herhalde birisini gömmek için bir mezar yeri almaya gittiniz, diye yanıtladı.
- Hayır, öyle değil; ne için biliyor musun?
- Nereden bileyim efendim? dedi.
Arabacının sesi bana öyle hoş geldi ki, ona gidişimin nedenini söylemek; bütün duygularımı açmak istedim.
- İstersen anlatayım? Nasıl söyleyeyim? Dün...
Her şeyi olduğu gibi anlattım; duyduğum güzel şeyleri bile hep açığa vurdum. Bugün bile anımsadıkça kızarıyorum.
Arabacı kuşkulu kuşkulu:
- Demek öyle, dedi.
Bundan sonra, uzun zaman sessiz sessiz, hiç kımıldamadan oturdu; ancak ara sıra, arabanın ucuna dayanan, araba sarsıldıkça hoplayan kocaman çizmeli ayağının altından ikide birde dışarı fırlayan paltosunun ucunu yerine sıkıştırıyordu. Onun da, hakkımda rahip gibi düşündüğünü, yani dünyada benim gibi bir genç daha bulunmadığını düşündüğünü aklımdan geçirdiğim sırada, birdenbire bana dönerek:
- Ne olacak efendim, sizin işleriniz kibar işi, dedi.
- Ne dedin? diye sordum. Arabacı dişsiz ağzını şapırdatarak:
- Şey efendim, kibar işi, diye yineledi.
"Hayır, beni anlamadı" diye düşündüm, eve varıncaya dek onunla hiç konuşmadım.
Tanrı'ya karşı beslediğim şükran ve bağlılık duygularımı değilse de, bu duygulardan doğan gururu, hoşnutluğu sokaklarda, bol güneş ışığında dolaşan kalabalığa karşın içimde saklıyordum. Eve gelir gelmez bu duygular tümüyle yok oldu. Arabacıya verecek 40 kapiğim yoktu. Borçlu olduğum başkalfa Gavrilo, artık bana ödünç para vermiyordu. Arabacı, benim para bulmak için avludan iki kez geçtiğimi görünce, koşmamın nedenini anlamış olacak ki arabadan indi, bana iyi yürekli gözükmesine karşın, beni iğnelemek için, dünyada arabacının parasını ödemeyen züğürtler olduğunu söyleyerek yüksek sesle bağırmaya başladı.
Evde daha herkes uyuduğu için, hizmetçilerden başka kimseden 40 kapik bulamazdım. En sonra Vasiliy, ödeyeceğime söz aldıktan sonra (bu sözüme inanmadığını yüzünden anlıyordum), daha çok da ona ettiğim iyilikten dolayı beni sevdiği için, arabacının parasını ödedi. Duygularım bir duman gibi dağılmıştı. Herkesle birlikte kilisedeki kutsal ayine gitmek için giyinmeye başladığım zaman, giysimin hazır olmadığını ve giyemeyeceğimi anlayınca, bir sürü günah işledim. Başka bir giysi giydim; kafam, tuhaf bir biçimde karmakarışık, iyi duygulara karşı çok kuşkulu bir durumda ayine gittim.
IX
SINAVLARA NASIL HAZIRLANIYORDUM
Paskalya haftasının perşembe günü babam, kardeşim, Mimi ve Katenka köye gittiler. Böylece büyükannemin kocaman evinde yalnızca ben, Volodya ve St. Jérôme kalmıştık. İçimde, günahlarımı çıkartmak için manastıra gittiğim günlerdeki ruh durumumdan, belirsiz olmakla birlikte, hoş anılardan başka bir şey kalmamıştı. Bu anılar da, kavuştuğum özgür yaşamın yeni izlenimleriyle yavaş yavaş siliniyordu.
"Yaşam Kuralları" adlı defterimi de, öbür karalamalarımla birlikte ortadan kaldırmıştım. Yaşamın bütün cilvelerine karşı kullanabileceğim kurallar bulup, yaşamımı onlara göre düzenlemek düşüncesi hoşuma gidiyor; bunu yapmak kolay görünmemekle birlikte, bana büyük bir işmiş gibi geliyordu. Buna karşın, ilkeleri yaşama uygulamak istiyordum. Yalnızca bu işi hemen yapmak gerektiğini unutuyor, hep geri bırakıyordum. Ama kafamdaki bütün düşüncelerimin, kurallarımın bir bölümüne, ya Tanrı'ya, ya insanlığa ya da kendime karşı olan görevlerimden birine kesinlikle uyması, beni avutuyordu. İçimden, "İşte o zaman, bu konular üzerine bütün düşündüklerimi ilerde defterime geçiririm," diyordum. Şimdi de, çoğu kez kendi kendime, "Acaba, insan aklının, her şeyi yapabileceğine inandığım zaman mı, yoksa ruhça gelişme yeteneğimi yitirip insan aklının gücüne, değerine karşı inancımın sarsıldığı şu sıralarda mı haklıydım?" diye soruyor, buna yanıt veremiyordum.
Kavuştuğum özgürlük ve daha önce söylediğim gibi, ilkyazla birlikte içime dolan o duygu, bilmediğim bir şeyi bekleme duygusu bana öylesine coşku veriyordu ki, kendimi tutamıyor, bu yüzden de sınavlara iyi hazırlanamıyordum. Örneğin, sabahleyin ders odamda çalışırken, ertesi gün gireceğim sınav için iki bölümün henüz hazırlanmamış olduğunu pek iyi biliyor, çalışmak zorunda olduğumu anlıyordum. Ama, birdenbire ilkyaz kokusu penceremden girip odamı doldurunca, sanki bir şeyler anımsamam gerekiyormuş gibi kitabı bırakıyordum; ellerim ayaklarım kendi kendine devinerek beni aşağı yukarı dolaştırmaya başlıyor; sanki bilinmeyen bir güç, başımdaki makinenin yayına basmış gibi kafamdan büyük bir kolaylıkla, doğallıkla, neşeli ve eğlendirici düşlemler öyle bir hızla geçip gitmeye başlıyordu ki, bunların ancak parlaklığının ayrımına varabiliyordum. Böylece hiçbir şey anlamadan bir iki saat geçiveriyordu. Ya da, elimde kitap, okuduğum şeylere bütün dikkatimi vermeye çalışırken koridorda birdenbire bir entari hışırtısı, bir kadın ayak sesi duyuyor, geçenin büyükannemin yaşlı oda hizmetçisi Gaşa olduğunu bildiğim halde kafam karışıyor, yerimde oturamaz oluyordum. Birdenbire, "Ya geçen oysa? Ya zihnimde yaşattığım şeyler şimdi başlayıverir de kaçırırsam?" diye düşünüyor; koşarak koridora çıkıyor, geçenin gerçekten Gaşa olduğunu görüyordum. Ama bundan sonra, bir süre daha kendimi toparlayamıyordum. Sanki, gene bir makinenin yayına basılıyor, her şey karmakarışık olmaya başlıyordu. Kimi zaman, gece olmadan tek başıma mum ışığı altında otururken, mumun fitilini düzeltmek ya da daha rahat oturmak için iskemlede kımıldayarak, bir an için kitabı bırakıyor; bütün kapılardaki, köşelerdeki karanlığı görüyor; evdeki sessizliğin farkına varıyor; gene bu sessizliği dinleyerek açık duran kapıdan karanlık odaya bakmadan uzun zaman devinimsiz durmak ya da aşağı inip boş odalarda dolaşmak elimden gelmiyordu. Sık sık, kendimi belli etmeden, akşamları saatlerce salonda oturarak, Gaşa'nın koskoca salonda tek bir mum ışığında, piyanoda tek parmakla çaldığı "Bülbül" şarkısını dinliyordum. Dolunay olan gecelerdeyse, hiçbir güç beni yatağımda tutamazdı; pencereden sarkıp bahçeyi seyretmek, Şapoşnikovların evinin aydınlanmış damına, kilisemizin düzgün çan kulesine, bahçe yoluna düşen duvarların, çalıların kapkara gölgelerine bakmamak elimden gelmezdi. Geç vakte dek süren bu durum, sabahın onunda bile zor uyanmama yol açıyordu.
Hâlâ bana ders vermek için gelen öğretmenler olmasaydı, St. Jérôme istemeyerek de olsa ara sıra onurumu kırmasaydı, en çok da sınavların çok iyi derecede geçmesine önem veren arkadaşım Nehludov'a becerikli bir insan olarak görünmek isteğini beslemeseydim, evet, bu sonuncu neden olmasaydı, ilkyaz ve özgürlük yüzünden eski bildiklerimin hepsini unutur; sınavımı, olanağı yok, veremezdim.
X
TARİH SINAVI
16 Nisan'da, beni götüren St. Jérôme'la birlikte, üniversitenin büyük salonuna ilk kez girdim. Üniversiteye oldukça şık faytonumuza binerek gittik. Yaşamımda ilk olarak frak giymiştim; giysim, çamaşırlarım, çorabıma dek her şeyim yepyeni ve en iyi türdendi. Aşağıda kapıcı kaputumu çıkardıktan sonra, karşısında giysimin bütün şıklığıyla kaldığımda bu göz kamaştırıcı görünüşümden kendim bile sıkıldım. Bununla birlikte, frak ve lise giysisi giymiş olan kalabalık, parke döşeli aydınlık salona girdiği zaman, aralarından kimileri yüzüme hiç aldırış etmeden baktılar; salonun öbür ucunda, masaların çevresinde özgürce dolaşan ve büyük koltuklarda oturan kurumlu profesörleri görünce, bakışları üzerime çekme umudum o anda suya düştü. Evde ve aşağıda soyunurken, yüzümde beni bu denli parlak ve soylu görünüşümden üzüntü duyar gibi gösteren anlam yok oldu, yerini büyük bir çekingenlik ve neşesizlik aldı; ama yakındaki sıralardan birinde, herkesten ayrı, arkada oturan, yaşlı olmadığı halde apak saçlı, kılıksız, kirli giysili adamı görünce onunla aramızdaki karşıtlık beni sevindirdi. Hemen yanına sokuldum, sınava giren gençlere bakmaya, onlar konusunda yargılar ileri sürmeye başladım. Burada birçok insan vardı. Bunların hepsini, o zamanki düşüncelerime göre üçe ayırıyordum.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Genclik yillarim - 03
  • Parts
  • Genclik yillarim - 01
    Total number of words is 3070
    Total number of unique words is 1838
    32.4 of words are in the 2000 most common words
    46.7 of words are in the 5000 most common words
    54.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 02
    Total number of words is 3015
    Total number of unique words is 1715
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    49.7 of words are in the 5000 most common words
    57.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 03
    Total number of words is 3210
    Total number of unique words is 1737
    34.2 of words are in the 2000 most common words
    46.9 of words are in the 5000 most common words
    53.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 04
    Total number of words is 3388
    Total number of unique words is 1744
    35.1 of words are in the 2000 most common words
    47.9 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 05
    Total number of words is 3379
    Total number of unique words is 1665
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    48.7 of words are in the 5000 most common words
    56.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 06
    Total number of words is 3275
    Total number of unique words is 1742
    33.3 of words are in the 2000 most common words
    48.3 of words are in the 5000 most common words
    55.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 07
    Total number of words is 3257
    Total number of unique words is 1790
    33.5 of words are in the 2000 most common words
    45.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 08
    Total number of words is 3298
    Total number of unique words is 1729
    36.0 of words are in the 2000 most common words
    50.3 of words are in the 5000 most common words
    58.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 09
    Total number of words is 3157
    Total number of unique words is 1778
    30.4 of words are in the 2000 most common words
    44.4 of words are in the 5000 most common words
    52.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 10
    Total number of words is 3309
    Total number of unique words is 1814
    33.8 of words are in the 2000 most common words
    48.3 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 11
    Total number of words is 3253
    Total number of unique words is 1826
    33.1 of words are in the 2000 most common words
    46.8 of words are in the 5000 most common words
    54.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 12
    Total number of words is 2860
    Total number of unique words is 1571
    33.9 of words are in the 2000 most common words
    46.3 of words are in the 5000 most common words
    53.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 13
    Total number of words is 3304
    Total number of unique words is 1779
    33.3 of words are in the 2000 most common words
    45.8 of words are in the 5000 most common words
    53.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 14
    Total number of words is 1511
    Total number of unique words is 978
    37.0 of words are in the 2000 most common words
    51.0 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.