Genclik yillarim - 10

Total number of words is 3309
Total number of unique words is 1814
33.8 of words are in the 2000 most common words
48.3 of words are in the 5000 most common words
55.1 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Öksürük, derin bir soluk, pencere tıkırdaması, entari hışırtısı, birinin yalınayak gezerek çıkardığı ses gibi sesleri duyar duymaz yatağımdan fırlıyor, bir hırsız gibi kulak kabartarak çevreye bakınıyor ve durup dururken heyecana kapılıyordum. Ama, işte evin üst pencerelerindeki ışıklar sönüyor, konuşma ve ayak seslerinin yerine horultular duyuluyor, gece bekçisi tahtasına vurarak gezinmeye başlıyor, pencereden görülen kızıl ışıkların sönmesiyle bahçe daha korkunç, aynı zamanda daha aydınlık görünüyor; son ışık geniş bir yol biçiminde, büfenin durduğu odadan çiğle ıslanan bahçeye, oradan da girişe geçiyor ve pencereden, sırtında geceliği, elinde mumuyla yatmaya giden Foka'nın iki kat olmuş vücudunu görüyordum. Gece evin karanlık gölgesindeki ıslak otlara bir hırsız sakınışıyla basarak girişin penceresine yaklaşıyor, soluğumu tutarak küçük uşağın horlamasını, Foka'nın kimsenin duymadığını sandığı oflamalarını ve uzun dualar okurken duyulan titrek sesini işitmek bana coşku dolu bir haz veriyordu. En sonunda, onun son mumu da sönüyor, pencere kapanıyor ve ben yapayalnız kalıyordum. O zaman bahçedeki çiçeklikte ya da ayağımın yanında beyazlı kadın görünür diye korkuyla çevreye bakınarak, hızlı adımlarla galeriye doğru koşardım. Yüzüm bahçeye dönük, yatağımda uzanır; yarasalardan, sivrisineklerden elden geldiğince korunmak için örtünerek bahçeye bakar; gecenin sesini dinler; mutluluk ve aşkı düşünerek yine dalardım.
O zaman, her şey bana bambaşka bir anlamda görünürdü: Bir yandan kıvırcık dallarıyla ay ışığında parlayan ağaçlar, öte yandan çalılıklar ve yolu iç kapayıcı gölgelere boğan yaşlı kayın ağaçlarının görünümü; dingin, görkemli bir ses gibi durmadan yükselen havuzun parıltısı, galerinin önünde büyüyen ve başka şeyler gibi çevreye ince gölgeler düşüren çiçeklerdeki ay ışığıyla parlayan şebnem tanecikleri, havuzun ötesinden gelen bıldırcın ötüşü, büyük yoldan gelen insan sesleri, iki kayın ağacının birbirine sürtünmesiyle çıkan ve ancak duyulabilen gıcırtısı, yorganın altına giren sivrisineğin vızıltısı, bir elmanın dallara takılarak yerdeki kuru yaprakların üzerine düşmesiyle çıkardığı gürültülü hışırtı, yeşilimtırak sırtları ay ışığında gizemli biçimde parlayarak taraçanın basamaklarına dek gelen kurbağaların sıçramaları; bunların hepsi, hepsi, olağanüstü bir güzelliğin ve tamamlanmamış bir mutluluğun anlamını öğretirdi. İşte örülmüş uzun kara saçlarıyla, kabarık göğsüyle hep üzünçlü ve olağanüstü güzel, çıplak kolları ve kösnül kucaklamalarıyla, düşlemlediğim kadın gözümde canlandı. O beni seviyor, ben de onun sevgisinin bir anı için bütün yaşamımı veriyorum. Ay gökte yükselerek ışıklarını artırıyor, havuzun, düzenli bir ses gibi güçlenen görkemli pırıltısı gitgide daha iyi beliriyor; gölgeler gitgide kararıyor, ışıklar daha durulaşıyor... bunların hepsini dikkatle seyreder ve dinlerken, biri senin bana, ey kolları çıplak ve kucaklamaları tutkulu kadın, tam bir mutluluktan daha çok uzak olduğunu, sana karşı beslenen aşkın tam bir nimet olmadığını söylüyordu. Yüksekteki dolunaya baktıkça, gerçek güzelliğin ve nimetlerin, daha yüksek, daha temiz ve dünyadaki bütün iyiliklerin kaynağı olanan Tanrı'ya daha yakın olduğunu görüyordum. Doyurulmamış, coşkulu bir sevinçle gözlerim yaşarıyordu.
Hep yalnızım; gizem dolu ağırbaşlı doğa, açık mavi göğün belirsiz bir noktasında nedense duraklayıp ondan hiç ayrılmayan ve ışığıyla sonsuz boşluğu dolduran ayın çekici ve parlak yuvarlağı; türlü ufak tefek tutkularla kirlenen, buna karşın sevginin sınırsız gücünü içinde taşıyan değersiz bir varlık olan ben... o anda, doğanın, ayın ve benim aynı şey olduğumuzu sanıyordum.
XXXIII
KOMŞULARIMIZ
Geldiğimin daha ilk günü, babamın Yepifanov adındaki komşularımızın iyi insanlar olduklarını söylemesi beni şaşırtmıştı; hele onlara gidip gelmesi şaşkınlığımı büsbütün artırmıştı. Yepifanovlarla aramızda çok eskiden beri süregelen bir toprak davamız vardı. Daha çocukken, babamın bu davaya kızarak Yepifanovlara atıp tutuğunu, (anladığıma göre) onlardan korunmak için birçok insanı çağırıp görüştüğünü; Yakov'un da onların düşmanlarımız ve kara ruhlu insanlar olduklarını söylediğini; rahmetli annemin de evimizde, onun yanında bunlardan söz edilmemesini rica ettiğini birkaç kez duymuştum. Yepifanovların, fırsat düşünce babamızın, dahası, oğlunun bile kafasını kesmeye ya da hepimizi boğmaya hazır bir düşman ve tümüyle katı yürekli birer insan oldukları konusunda, ta çocukluğumdan beri duyduğum şeylerden çok açık ve sarsılmaz bir kanım vardı. Onun için, annemin öldüğü yıl, anneme bakan Avdotiya Vasilyevna Yepifanov'u, yani la belle Flamande'ı görünce, onun bu kötü aileden olduğuna güç inanabilmiştim; gene de bu aile için pek de iyi olmayan duygularım vardı. Bütün yaz boyunca onlarla sık sık görüştüğümüz halde, bu ailenin bütün üyelerine karşı tuhaf bir soğukluk duyardım. Aslında Yepifanovların kimler olduklarını şimdi size anlatayım. Bu aile, elli yaşlarında, daha pek taze görünen, neşeli, dul bir yaşlı anneden, çok güzel kızı Avdotya Vasilyevna'dan ve oldukça ciddi bir kişiliği olan, kekeme, bekâr, emekli bir teğmen olan oğlu Piyotr Vasilyeviç'ten oluşuyordu.
Anna Dimitriyevna Yepifanov, daha kocası ölmeden önce ondan ayrı, aşağı yukarı yirmi yıl, kimi zaman akrabalarının bulunduğu Petersburg'da, daha çok çiftliğimizden üç verst uzakta olan Mıtişçi adındaki köyde yaşardı. Çevrede onun için öyle tüyler ürpertici şeyler anlatıyorlardı ki, Messalina (9) onun yanında erden bir kız gibi kalırdı. İşte bundan olacak, annem evimizde onun adının bile anılmasını istemiyordu. Çok ciddi olarak söylüyorum, dedikoducuların en insafsızı olan köy komşularının dedikodularının onda birine bile inanmak doğru değildir. Ama Anna Dimitriyevna'yı tanıdığım sırada, yemekte her zaman iskemlesinin arkasında duran ve Anna Dimitriyevna'nın konuklarını Fransızca olarak, onun güzel ağzıyla gözlerini seyre çağıran, saçları her zaman kıvrılmış ve briyantinlenmiş, sırtında Çerkez biçimi bir ceket olan Mityuşa adında bir yazmanı bulunuyordu; ama çevreye yayılan dedikoduları doğrular bir durum yoktu. Gerçekten, on yıldan beri Anna Dimitriyevna, kendisine olağanüstü saygı gösteren oğlu Petruşa'yı istifa ettirip yanına çağırdığından beri, yaşam biçimini tümüyle değiştirmişti. Pek büyük olmayan çiftliğinde ancak yüz kadar "can"ı (10) vardı; ama, bunların, kadının o güne dek sürdüğü gösterişli yaşamın giderlerini karşılamak için on yıl önce birkaç kez üst üste rehine konulup faizleri zamanında ödenmediği için açılan mahkemede artırmayla satılmaları kararı verilmişti. Bu tehlikeli duruma düşen Anna Dimitriyevna, çiftliğin haczi, haciz uygulama kurulunun buraya dek gelmesi gibi sinir bozucu işlerin, faizini zamanında ödememesinden değil de ciftliği bir kadının işletmesinden dolayı başına geldiğini düşünerek, kendisini bu durumdan kurtarmak için teğmen oğluna bir mektup yazıp gelmesini istemişti. Piyotr Vasilyeviç, askerlik hizmetinde öylesine başarı kazanmıştı ki, kısa bir zamanda rahata kavuşacaktı; ama başlıca görevinin yaşlılığında annesini avutmak olduğuna inanan (bunlardan, annesine yazdığı mektuplarda büyük bir içtenlikle söz etmişti) bu saygılı çocuk, her şeyi olduğu gibi bırakarak askerlikten ayrıldı ve köye koştu.
Piyotr Vasilyeviç, çirkin yüzüne, hantallığına ve kekeme olmasına karşın ilkeleri olan, çok zeki ve becerikli bir adamdı. Ufak tefek borçlar alarak, sözler vererek ve ricalarda bulunarak çiftliği hacizden kurtardı. Çiftliğin yönetimini eline alır almaz, babasının sandık odasında saklı olan eski giysisini çıkarıp sırtına giydi, faytonları ve atları ortadan kaldırdı; Mıtişçi'ye gelen konuklara yüz vermedi; kuyular açtırdı; köylülerin topraklarından kırparak tarlalarını genişletti; elindeki gereçlerle koruluğu kestirerek elverişli bir fiyata sattı ve işlerini yoluna koydu. Piyotr Vasilyeviç, son borcunu ödeyinceye dek, babasından kalan giysisinden ve keten bezinden yaptırdığı yazlık ceketinden başka bir şey giymemeye, köy atlarını koştuğu sıradan arabasından başka bir araç kullanmamaya kesin kararlıydı. Bu yaşam biçimini bütün aile üyelerine, annesine karşı bir borç sayarak gösterdiği derin saygıyı incitmemek koşuluyla, olanaklar oranında uygulamaya çalışıyordu. Konuk odasında, annesinin karşısında kekeleyerek kölelere yakışan bir tavır takınır, annesinin isteklerini harfi harfine yapmaya çalışır, onun buyruklarını yerine getirmeyen hizmetlilere çıkışırdı. Çalışma odasındaysa, onun haberi olmadan bir ördeğin kesilmesine, annesinin buyruğuyla komşunun sağlığını öğrenmek için bir köylünün habersiz gönderilmesine ya da köy kızlarının bahçedeki otları yolacak yerde ahududu toplamak için ormana gönderilmesine pek kızardı.
Hemen hemen dört yıl içinde bütün borçlar ödenmişti ve Moskova'ya giden Piyotr Vasilyeviç oradan yeni bir giysi ve yeni bir arabayla dönmüştü. İşlerinin çok iyi gitmesine karşın, yabancılar ve akrabaları arasında övündüğü o eski kararlılığını koruyor; sık sık kekeleyerek, "Beni gerçekten görmek isteyen kimse, karşısına böyle de çıksam hoşnut olmalı ve yediğim peynir ekmeği benimle birlikte o da yemelidir," diyordu. Her sözcük ve davranışından annesine karşı gösterdiği özveri, çiftliğinin kurtarılmasından doğan gurur, başkalarına karşı da buna benzer bir şey yapamadıkları için duyduğu nefret seziliyordu.
Anne ve kızın davranışları birbirine benzemediği gibi, birçok benzemeyen yanları daha vardı. Anneleri, toplumun en hoş, hep aynı içtenliği ve neşeyi sürdüren kadınlarındandı. Hoş, şen, sevinçli, her şeyden, en iyi yürekli yaşlı kimselerde bile görülen gençlik eğlenmesinden bile zevk duyardı. Kızı Avdotya Vasilyevna'nın tersine çok ciddi, daha çok evlenmemiş güzel kadınlarda görülen nedensiz gururlu ve ilgisiz, dalgın bir görünüşü vardı. Neşeli görünmek istediği zamanlar, konuştuğu kimseyle, ya kendisiyle ya da bütün dünyayla alay ediyormuş gibi (ki bunu yapmak niyetinde değildi) tuhaf bir tavır alırdı. Ağzından dökülen, "Evet çok güzelim, doğallıkla herkes bana âşıktır," gibi sözleri dinlerken, çoğu kez şaşırır, kendi kendime "Acaba bu sözleriyle ne demek istiyor?" diye sorardım. Anna Dimitriyevna yerinde duramazdı; küçük evleri döşemeyi, bahçe ve çiçeklerle uğraşmayı, kanaryayı ve bütün güzel şeyleri severdi. Eviyle bahçesi büyük ve zengin olmamakla birlikte, her şey öyle temiz, düzenli, yerli yerindeydi ki, insanda güzel bir valsin, bir polkanın bıraktığı hafif neşenin etkisini uyandırıyordu. Konukların duygularını okşamak amacıyla kullandığı "cicim" sözcüğü, Anna Dimitriyevna'nın küçük bahçesine ve odalarına çok yakışıyordu. Ufak tefek, zayıf, henüz solmamış yüzü, mini mini güzel elleriyle her zaman neşeli, her zaman kendisine yakışır bir biçimde giyinmesini bilen Anna Dimitriyevna'nın kendisi de "cici"ydi. Yalnızca küçük ellerindeki koyu, mor damarların açıkça görünmesi bu uyumu bozuyordu. Avdotya Vasilyevna, tersine, hemen hemen hiçbiriyle uğraşamazdı. Ev işleri ve çiçeklerle uğraşmasını sevmediği gibi, kendi üstü başıyla da pek ilgilenmezdi. Ancak konuklar geldiğinde, her zaman giyinmek için odasına koşardı. Ama giyinmiş olarak döndüğü zaman da (bütün güzellerde görülen soğuk, tekdüze bakışları ve gülümsemeleri hesaba katmayacak olursak) olağanüstü güzel görünürdü. Onun güzel, klasik yüzü, düzgün vücudu, her an sanki, "Buyurun, güzelliğimi seyredin," der gibiydi.
Annesinin canlı bir kişiliği, kızının dalgın ve kayıtsız bir görünüşü olmakla birlikte, gerçekte birincisinin ne eskiden, ne de şimdi hoş ve eğlendirici şeylerden başka bir şey sevmediği; kızının da bir kez sevip bütün yaşamını sevdiği insanın uğruna feda eden tiplerden olduğu anlaşılabiliyordu.
XXXIV
BABAMIN EVLENMESİ
Babam ikinci kez evlenerek Avdotya Vasilyevna Yepifanov'u aldığında 48 yaşındaydı.
Babam, ilkyazda kızlarla birlikte köye döndüğü zaman, belki de büyük bir kazançtan sonra bir daha oynamama kararını veren kumarbazlarda görülen çok coşkulu, mutlu ve uysal ruh durumundaydı. Oyun masasında kullanmak istemediğinde, şansın yaşamındaki başka alanlarda harcanabilecek daha büyük bir kısmının kendisinde kaldığını duyumsuyordu. Aynı zamanda, birdenbire çok paraya kavuşmuştu; mevsim ilkyazdı, yalnızdı, canı sıkılıyordu. Bir gün Yakov'la işleri görüşürken, Yepifanovlarla aralarındaki bitmek tükenmek bilmeyen davayı, çoktan beri görmediği dilber Avdotya Vasilyevna'yı anımsayarak, "Biliyor musun Yakov Harlanpıç, bu davayla uğraşmaktansa, bu olmaz olasıca toprağı onlara bırakmayı düşünüyorum, ne dersin?" dediğini tahmin ediyor; bu soru karşısında Yakov'un arkasına bağladığı parmaklarının nasıl sinirli sinirli oynadığını ve "Piyotr Aleksandroviç, yine de bu davada biz haklıyız," dediğini düşlemimde canlandırıyordum.
Ama babam arabanın koşulmasını buyurarak, o zaman moda olan zeytin renkli giysisini giydi, seyrekleşmiş saçlarını taradı, mendiline lavantalar serpti ve efendice bir davranışta bulunduğu kanısından çok, güzel bir kadın görme umudundan doğan büyük bir neşeyle komşularına yollandı.
Haber aldığıma göre, babam ilk ziyaretinde, tarlaya gitmiş olan Piyotr Vasilyeviç'i bulamamış, hanımlarla bir saate yakın oturmuş. Kim bilir, o nasıl coşkun bir neşeyle gözlerini kırpıyor, yumuşak çizmeli ayaklarını yere vurarak "ş"li söyleyişiyle iltifatlar yağdırıyor, onları büyülüyordu. Neşeli yaşlı kadının birdenbire onu nasıl beğeniverdiğini, gururlu dilber kızının nasıl neşelendiğini görür gibi oluyorum.
Hizmetçi kız soluk soluğa koşarak, Piyotr Vasilyeviç'e yaşlı İrteniyev'in onlara geldiğini haber verdiğinde, o kim bilir, nasıl bir öfkeyle, "Ne yapalım yani, geldiyse geldi!" demiştir sanırım. Bunun için evine olabildiğince yavaş gitmiş, belki de yazı odasına uğrayıp en kirli giysisini giymiş ve hanımefendi sofraya ek olarak bir şeyler konulmasını söylerse asla yapılmaması için aşçısını uyarmıştır.
Sonraları Yepifanov'u babamla sık sık bir arada gördüğüm için, bu ilk buluşmalarını çok canlı olarak gözümün önüne getiriyorum. Babamın, aralarındaki davayı güzellikle çözümlemeyi önermesine karşın, Piyotr Vasilyeviç annesi için bütün geleceğinden vazgeçtiği halde, babam buna benzer bir şey yapmadığı için kızıyor, surat asıyordu. Babam bu somurtkanlığın ayrımına hiç varmamış gibi şakacı bir neşeyle, onunla şakadan hoşlanan bir insanla söyleşiyormuş gibi konuşuyordu. Piyotr Vasilyeviç buna hem kızıyor, hem de elinde olmayarak ara sıra onun etkisine kapılıyordu. Her şeyi şakaya alan babam, nedense Piyotr Vasilyeviç'e "yarbay" diye sesleniyor ve Yepifanov'un da gücenerek ve yanımda her zamankinden daha çok kekeleyip kızararak, kendisinin "Ya-ya-yarbay değil, te-te-eğ-men" olduğunu söylemesine karşın, babam beş dakika sonra onu yine yarbay diye çağırıyordu.
Biz köye gelmeden önce, onların her gün Yepifanov'la görüştüklerini, çok eğlenceli vakit geçirdiklerini, her şeyi yorulmadan, özgün bir biçimde, aynı zamanda kolayca ve incelikle yapmasını bilen babamın, Yepifanovların da katıldığı kuş ve balık avları, şenlik fişekleri atılan eğlenceler düzenlediğini; şu somurtkan ve kekeleyerek her şeye burnunu sokan çekilmez Piyotr Vasilyeviç olmasaydı bu eğlentilerin daha neşeli geçeceğini Luboçka bana anlatmıştı.
Biz geleli Yepifanovlar evimize ancak iki kez ayak bastılar; biz de hep birlikte onlara bir kez gitmiştik. Babamın doğum günü olan St. Piyotr gününde, birçok konukla birlikte Yepifanovlar da vardı; ama o günden sonra nedense onlarla olan ilişkilerimizi tümüyle kestik; yalnızca babam eskisi gibi onlara gidip geliyordu.
Annesinin "Duniçka" diye çağırdığı o kadınla babamı bir arada gördüğüm o kısa dakikalar içinde gözüme çarpan şunlar olmuştu: Babamda ilk geldiğim gün beni şaşırtan o mutlu durum sürüyordu; öyle şen, gençleşmiş, canlı ve mutlu görünüyordu ki, bu taşan mutluluk, ister istemez çevresindekileri de sarıyor, bu neşe onlara da geçiyordu. Avdotya Vasilyevna odadayken babam onun yanından ayrılmıyor, durmadan öyle iltifatlar yapıyordu ki onun yerine ben utanıyordum; ya da susarak, tutkulu bir bakışla onu süzüyor, hoşnutlukla omzunu silkerek hafifçe öksürüyordu. Kimi zaman, onunla gülümseyip fısıldayarak konuştukları bile olurdu; ama bunların hepsini, en ciddi durumlarda bile takındığı o şakacı tavrıyla yapıyordu.
Avdotya Vasilyevna'nın iri mavi gözlerinde, çok sıkılgan göründüğü zamanlar bir yana (bu utangaçlığı yakından bildiğim için, ona acıyarak ve yüreğim sızlayarak bakardım), her zaman babamdan kendisine geçmiş gibi görünen sonsuz bir mutluluk ışığı parlardı. Anlattığım sıkılgan anlarında, o sanırım her bakıştan, her davranıştan çekiniyor, herkesin ona baktığını, yalnızca onu düşündüğünü, ondaki her şeyi göreneğe aykırı gördüklerini sanıyordu. Korkuyla çevresindekilere bakıyor, yüzü hep renkten renge giriyor, şaşkın ve yüksek bir sesle, aldırışsız konuşmaya başlıyordu. Söylediklerinin çoğu, öyle anlamsızdı ki kendisi bile bunu anlıyor; herkes gibi babamın da söylediklerini duyduğunu anlayınca daha çok kızarıyordu. Oysa babam bu saçmaların ayrımında bile değildi; ona eskisi gibi hafif öksürerek, aynı tutku ve neşe dolu hayran gözlerle bakıyordu. Anna Vasilyevna'nın çoğu zaman hiç nedensiz takındığı o sıkılgan tavırların, kimi zaman da babamın güzel ve genç kadınlardan söz etmesinden hemen sonra görüldüğünü fark ettim. Hiç de doğal olmayan dalgınlığından, demin anlattığım o tuhaf ve neşeli durumuna sık sık geçişi; babamın sevdiği sözcükleri kullanması; onun konuşma biçimine öykünmesi; babamla başladığı konuşmayı başkalarıyla da sürdürmesi; bunların hepsinden, ben biraz daha büyük olsaydım ve bu olayın kahramanı da babam olmasaydı, Avdotya Vasilyevna'nın babamla arasındaki ilişkileri açıkça anlayabilirdim. Ama ben o zamanlar, benim yanımda, babamın Piyotr Vasilyeviç'ten gelen bir mektuba çok kızdığını ve ağustosun sonuna dek Yepifanovlardan ayağını kestiğini bildiğim halde, bu işin ayrımında değildim.
Ağustosun sonlarında, babam yeniden onlara gidip gelmeye başladı ve bizim (Volodya ile benim) Moskova'ya yola çıkmamızdan bir gün önce Avdotya Vasilyevna Yepifanov'la evleneceğini bize söyledi.
XXXV
BU HABERİ NASIL KARŞILADIK?
Bu resmi haberin öngününde, evimizde bu konuyu herkes duymuştu; türlü türlü düşünceler yürütüyordu. Mimi bütün gün odasına kapanarak ağladı. Katenka da onun yanından ayrılmadı ve odadan ancak yemek zamanı çıktı; yüzünde tıpkı annesininki gibi onurunun kırılmasından doğan bir anlatım vardı. Luboçka'ysa, tersine, çok neşeliydi; yemekte de güzel bir giz bildiğini, ama bunu kimseye anlatamayacağını söyledi.
Onun neşesine hiç de katılmayan Volodya:
- Bildiğin gizin hiç de güzel olacak bir yanı yok. Ciddi olarak düşünmesini bilseydin, bunun, tersine çok kötü olduğunu anlardın.
Luboçka şaşalayarak gözlerini ona dikti ve sustu.
Yemekten sonra, Volodya beni kolumdan tutmak istediyse de, sanırım, bu davranışını bir okşayışa benzeterek, yalnızca dirseğime dokundu ve başıyla salonu gösterdi. Yalnız olduğumuza emin olduktan sonra:
- Luboçka'nın söz ettiği gizin ne olduğunu biliyor musun? diye sordu.
Volodya ile kırk yılda bir önemli şeyleri baş başa konuştuğumuz olurdu. Öyle ki, böyle bir konuşma sırasında karşılıklı bir utangaçlık duyuyor (Volodya'nın dediği gibi) gözlerimizde bir şeyler uçuşmaya başlıyordu; ama şimdi yüzümde beliren şaşkınlığa karşılık, o, dikkat ve ciddilikle gözlerini bana dikerek, "Bunda şaşılacak bir şey yok; kardeş değil miyiz; ailemizi ilgilendiren böyle önemli bir olay karşısında birbirimize danışmalıyız," der gibi yüzüme bakmayı sürdürdü. Ne demek istediğini anlamadım. O sözünü kesmeden:
- Haberin var, değil mi? Babam Bayan Yepifanov'la evleniyor.
Bunu daha önce duyduğum için başımı salladım.
- Bu hiç de iyi bir şey değil, diye sürdürdü konuşmasını.
- Niçin?
Volodya kızararak:
- Niçin olacak? Böyle kekeme yarbay bir dayının ve ondan gelecek akrabalığın aramıza katılması hiç de hoş değil. Kızcağız şimdi iyi yürekli, kendi halinde görünüyor; sonraları ne olacağı belli olmaz. Bununla birlikte, bizim için hepsi bir; ama Luboçka'nın yakında "sosyete" yaşamına gireceğini unutmayalım. Böyle bir belle-mère (11) ile bu pek hoş olmayacak; Fransızcayı doğru dürüst konuşamıyor bile; böyle olunca kardeşime ne gösterebilecek ki... Poissarde (12). İşte bu kadar. Bu bulduğu addan dolayı çok hoşnut görünen Volodya, "Diyelim ki iyi yürekli; ama yine de poissarde'dan başka bir şey değil..." diyerek sözünü bitirdi.
Volodya'nın, babamın böyle bir kadını yeğlemesi konusunda bu denli serbest konuşması tuhafıma gitmekle birlikte, onu haklı gibi görüyordum.
- Acaba babam neden evleniyor? diye sordum.
- Tanrı bilir; bu karmakarışık bir konu; bildiğim bir şey varsa, o da Piyotr Vasilyeviç'in, kız kardeşini alması için babamı kandırmaya çalıştığı, hatta üstelediği; ama babamın bunu geri çevirdiği; sonraları da aklına esip nedense bir beyefendilik göstermek istediğidir. Dedim ya, akıl ermez bir şey, dedi; ancak şimdi babamı anlamaya başladım (babamıza, 'babamız' değil de 'babam' demesi beni incitti). Evet, o yetkin, zeki ve iyi yürekli bir insandır; ama böyle düşüncesiz, havai oluşuna şaşıyorum! Her gördüğü kadın onda bir ilgi uyandırır: Tanıdıkları içinde âşık olmadığı kadın yoktur. Sanırım bu durumu sen de biliyorsun. Mimi'ye de âşıktı, haberin var mı?
- Ne diyorsun?
- Doğru söylüyorum. Babamın, Mimi'nin gençliğinde ona vurulup şiirler yazdığını, aralarında bir şeyler geçtiğini bir süre önce öğrendim; bundan dolayı Mimi hâlâ üzgün, dedi ve gülmeye başladı. Ben şaşkınlık içinde:
- Yo, işte bu olamaz, dedim.
Volodya konuşmayı birdenbire Fransızcaya çevirerek, konuşmasını eski ciddiliğiyle:
- İşin en önemli yanı da, bu evlilik hiçbir akrabamızın hoşuna gitmeyecek. Kim bilir belki çocukları da olacak, diyerek sürdürdü.
Volodya'nın böylesine ileriyi görüşü, mantıklı düşünüşü beni öyle şaşırttı ki, yanıt olarak söyleyecek bir şey bulamadım.
O sırada Luboçka bize yaklaştı, yüzünde bir sevinç vardı:
- Demek ki biliyorsunuz, dedi.
Volodya:
- Evet, biliyoruz. Ama sana şaşıyorum Luboçka, sen artık bebek değilsin. Babamın böyle bir süprüntüyle evlenmesinde sevinecek ne var?
Luboçka'nın yüzü birdenbire değişti ve düşünceye daldı:
- Volodya, niçin süprüntü olsun? Avdotya Vasilyevna konusunda neye güvenerek böyle düşünüyorsun? Babam onunla evleniyorsa, demek ki süprüntü değil.
- Evet, bunu söz gelişi söyledim... Süprüntü olmasa bile, yine de...
Kızmış olan Luboçka Volodya'nın sözünü keserek:
- Yine desi falan yok. Âşık olduğun kıza ben süprüntü diyor muyum? Babamız ve iyi bir kadın hakkında böyle şeyleri nasıl söylersin? Evet büyüğümsün, ama bana bu türlü şeyleri söyleme... böyle konuşmamalısın, dedi.
- Demek ki böyle şeylerden söz etmeyeceğiz, öyle mi?
Luboçka yine onun sözünü kesti:
- Evet, doğru olmaz. Babamız gibi bir baba için böyle söylenemez. Bunu Mimi yapabilir; ama sen, asla. Sen bir ağabeysin.
Volodya küçümseyerek:
- Hayır, dedi; senin daha dünyadan haberin yok, düşünsene, bilmem kimin nesi olan Yepifanov Duniçka, rahmetli annemizin yerini alacak, bu iyi bir şey mi sanki?
Luboçka bir daha sustu, birdenbire gözleri yaşararak:
- Çok gururlu olduğunu biliyordum, ama bu denli kötü yürekli olduğunu aklıma getiremezdim, dedi ve uzaklaştı.
Volodya yüzüne hem ciddi, hem gülünç bir anlatım vererek gözlerini şaşı gibi yaptı:
- Francalanın içine dedi, (sonra Luboçka ile ciddi konuşacak denli kendinden geçtiğine kızarak) haydi şimdi gel de bunlarla konuş bakalım, dedi.
Ertesi gün hava bozuktu. Konuk odasına geldiğimde babam da, hanımlar da kahvaltıya henüz inmemişlerdi. Bütün gece soğuk bir güz yağmuru yağmıştı. Gökteki bütün yağmurlarını boşaltan bulut parçaları arasında oldukça yükselmiş olan güneşin ışıklı, yuvarlak yüzü görünüyordu. Hava açık, rüzgârlı, nemliydi. Bahçe kapısı açıktı. Nemden kararmış olan taraçanın döşemelerinde, gece yağmış olan yağmurdan kalan su birikintileri kuruyordu. Açık olan kapı, demir çengelleri üstünde rüzgârla sallanıyordu. Bahçenin yolları ıslak ve çamurluydu; beyaz çıplak dallarıyla yaşlı kayın ağaçları, çalılıklar, otlar, ısırgan, frenküzümü fidanları, bir yanda da rüzgârdan dolayı köklerinden kopacakmış gibi sallanan yapraklarının renksiz yanları tersine dönmüş bir mürver ağacı duruyordu; kayın ağaçlı yoldan dönerek ve birbirini kovalayarak uçuşan sarı, yuvarlak yapraklar tümüyle ıslanmış olan yola ve koyu yeşil renkli çayıra dökülüyordu. Aklım fikrim, Volodya'nın anlattığı bakımlardan hep babamın evlenmesi konusundaydı. Kız kardeşimizin, bizim geleceğimiz, dahası, babamızın geleceği hiç de iyi görünmüyordu. Tanımadığımız yabancı, en kötüsü de deneyimsiz bir kadın, hiçbir hakkı olmadan, birçok bakımdan buraya yerleşecek; yani sıradan genç bir kız, bizim rahmetli annemizin yerini alacak... nasıl olur? Bu düşünce beni çileden çıkarıyordu. Çok üzülüyor ve gittikçe babamı daha suçlu görmeye başlıyordum. Bu sırada garsonların odasında konuşan babamla Volodya'nın seslerini duydum. O dakikada babamla karşılaşmak istemediğim için kapıdan uzaklaştım; ama Luboçka hemen arkamdan gelerek babamın beni çağırdığını söyledi.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Genclik yillarim - 11
  • Parts
  • Genclik yillarim - 01
    Total number of words is 3070
    Total number of unique words is 1838
    32.4 of words are in the 2000 most common words
    46.7 of words are in the 5000 most common words
    54.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 02
    Total number of words is 3015
    Total number of unique words is 1715
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    49.7 of words are in the 5000 most common words
    57.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 03
    Total number of words is 3210
    Total number of unique words is 1737
    34.2 of words are in the 2000 most common words
    46.9 of words are in the 5000 most common words
    53.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 04
    Total number of words is 3388
    Total number of unique words is 1744
    35.1 of words are in the 2000 most common words
    47.9 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 05
    Total number of words is 3379
    Total number of unique words is 1665
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    48.7 of words are in the 5000 most common words
    56.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 06
    Total number of words is 3275
    Total number of unique words is 1742
    33.3 of words are in the 2000 most common words
    48.3 of words are in the 5000 most common words
    55.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 07
    Total number of words is 3257
    Total number of unique words is 1790
    33.5 of words are in the 2000 most common words
    45.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 08
    Total number of words is 3298
    Total number of unique words is 1729
    36.0 of words are in the 2000 most common words
    50.3 of words are in the 5000 most common words
    58.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 09
    Total number of words is 3157
    Total number of unique words is 1778
    30.4 of words are in the 2000 most common words
    44.4 of words are in the 5000 most common words
    52.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 10
    Total number of words is 3309
    Total number of unique words is 1814
    33.8 of words are in the 2000 most common words
    48.3 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 11
    Total number of words is 3253
    Total number of unique words is 1826
    33.1 of words are in the 2000 most common words
    46.8 of words are in the 5000 most common words
    54.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 12
    Total number of words is 2860
    Total number of unique words is 1571
    33.9 of words are in the 2000 most common words
    46.3 of words are in the 5000 most common words
    53.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 13
    Total number of words is 3304
    Total number of unique words is 1779
    33.3 of words are in the 2000 most common words
    45.8 of words are in the 5000 most common words
    53.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 14
    Total number of words is 1511
    Total number of unique words is 978
    37.0 of words are in the 2000 most common words
    51.0 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.