Genclik yillarim - 13

Total number of words is 3304
Total number of unique words is 1779
33.3 of words are in the 2000 most common words
45.8 of words are in the 5000 most common words
53.4 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Avdotya Vasilyevna, ilk günlerinde kendisini "üvey ana" diye niteler, çocukların ve ev halkının üvey anayı her zaman yanlış anladıklarını ve bundan dolayı üvey anaların zor bir duruma düştüğünü anıştırarak bunu sık sık söylemeyi severdi. Böyle bir durumun ne can sıkıcı olduğunu bildiği halde, bunu gidermek için kimimizi okşamak, kimimizle başka türlü ilgilenmek, söylenmemek gibi davranışların (iyi yürekli ve sessiz yaratılışlı olduğundan bunları çok kolay yapabilirdi) hiçbirini yapmadı. Hiçbirini yapmadığı gibi, durumunun pek hoş olmayacağını anlayınca, kimse saldırmadan o savunmaya hazırlandı ve bütün evdekilerin şöyle ya da böyle kendisini kızdırmak ve incitmek istediklerini sanarak, her şeyde bir kasıt aramaya başladı. En uygun davranışın, ses çıkarmadan her şeye katlanmak olduğunu düşündü ve bu düşünceyle kendisini bize sevdirmek için hiçbir şey yapmadı; böylece de, bizi kendisinden uzaklaştırdı. Evimizde birbirimizi anlama yeteneğinin son derece gelişmiş olduğunu daha önce de söylemiştim. İşte bu anlayış yeteneğinin üvey annemizde olmaması, onun, evimizde yerleşmiş alışkanlıkların tam tersi alışkanlıklarının olması (yalnızca bu bile) hepimizde ters etki yapmaya yetiyordu. Bizim düzenli evimizde o hep yeni gelmiş gibiydi; kimi zaman erken, kimi zaman da geç yatıp kalkar; öğle yemeğine kimi zaman iner, kimi zaman inmezdi; akşam yemeklerini isterse yer, istemezse yemezdi. Yarı çıplak olarak dolaşır, sırtında kombinezon, omuzlarında atkı ve çıplak kollarıyla bize de, uşaklara da görünmekten çekinmezdi. İlk zamanlarda bu teklifsizliği hoşuma gitmişti, ama bu durum çok geçmeden ona karşı beslediğim saygının son kırıntılarının da silinmesine yol açtı. Bizi daha çok şaşırtan bir şey de; konukların yanında olduğu zaman başka, konuk olmadığı zaman bambaşka iki kadın gibi görünmesiydi. Biri konukların yanında genç, sağlıklı, güzel giyinmiş, çok akıllı değilse de aptal da görünmeyen, neşeli ve gururlu bir güzeldi; öteki, konuk yokken genç görünmeyen, yorgun, üzüntülü, rasgele giyinmiş ve canı sıkıntılı olmakla birlikte seven bir kadındı. Ziyaretlerden döndüğü zamanlarda, çoğu kez kışın ayazından yüzü kızarmış, güzelliğinin verdiği gururla neşeli bir tavırla şapkasını çıkarıp kendisini seyretmek için gülümseyerek aynaya yaklaşırken ya da görkemli dekolte balo tuvaletiyle, utanmakla birlikte uşakların yanından kurumla arabaya doğru geçerken ya da evimizde küçük gece toplantıları düzenlendiği akşamlar ince boynunu kuşatan dantelli, kapalı bir ipekli giysi içinde çevresine tekdüze ama güzel gülümsemeler saçarken ona baktıkça; kendisine şimdi hayran olanlar, onu benim gördüğüm gibi, akşamları evde kalıp gece yarısından sonra kocasının kulüpten dönmesini beklerken, başı taranmamış olarak, sırtında gelişigüzel bir sabahlıkla, yarı karanlık odalarda bir hayalet gibi dolaşırken görmüş olsalardı, acaba ne derlerdi diye düşünüyordum. Kimi zaman piyanoya yaklaşır ve bildiği tek valsi, sıkıntılı bir çabayla yüzünü buruşturarak çalar, kimi zaman bir roman alıp ortasından birkaç satır okuduktan sonra bir yana bırakır, kimi zaman da uşakları uyandırmamak için büfeye kendisi giderek soğuk dana eti ve salatalık çıkarıp büfe odasının penceresi önünde ayakta yer ve yeniden yorgun, üzgün, amaçsız olarak odadan odaya dolaşırdı. Bizi birbirimizden en çok uzaklaştıran şey, onda anlama yeteneğinin olmayışıydı; bu özelliği, çoğu zaman kendisiyle anlayamayacağı şeylerden konuşulurken anlamlı bir dikkat göstermesinden anlaşılıyordu. Onu ilgilendirmeyen şeyler anlatılırken (kendisinden ve kocasından başka hiçbir şeyle ilgilenmezdi) elinde olmadan, yalnızca dudaklarıyla hafifçe gülümseyerek başını bir yana eğme alışkanlığına kapılması kendisi için kabahat olamazdı. Ama sık sık yinelediği bu gülümseme ve başeğme insanı iyice sinirlendirirdi. Kendisiyle, sizinle ve bütün dünyayla alay ediyormuş gibi görünen neşesi de, beceriksiz olmakla birlikte kimseye de bulaşmazdı. Duyarlılığı da çekilmez derecede aşırıydı. En önemlisi de, babama olan aşkını herkese ve durmadan, utanmadan anlatmasıydı. Bununla birlikte, bütün yaşamının babamı sevmek olduğunu söylerken, asla yalan söylemiyordu. Aslında bu sözlerinin doğruluğunu her davranışıyla kanıtladı; ama bizim anlayışımıza göre, böyle çekinmeden ve durmaksızın aşktan söz etmesi çirkindi ve yabancıların yanında bunları anlatırken Fransızcada yanlış yaptıkça onun adına utanır, kızarırdık.
Kocasını, dünyada her şeyden çok severdi; kocası da onu, en çok ilk zamanlarda ve başkalarınca beğenildiğini gördükçe, daha çok seviyordu. Yaşamındaki tek amacın, kocasının sevgisini kazanmak olmasına karşın, kasıtlıymış gibi kocasının hoşuna gitmeyen her şeyi yapıyordu ve sanki bunların hepsi, kocasına karşı beslediği büyük sevgiyi ve kendini feda etmeğe hazır olduğunu göstermek içindi.
Giyinmeye bayılırdı. Babam da onu, sosyetede beğenilen ve hayranlıklar uyandıran güzel bir kadın olarak görmeyi severdi; babam için giyinmeye karşı olan isteğinden vazgeçiyor ve evde gündelik giysiyle dolaşmaya giderek alışıyordu. Aile yaşamında eşitliği, özgürlüğü zorunlu bir koşul bilen babam, çok sevdiği Luboçka'yla iyi yürekli genç karısının birbirleriyle içten ve candan arkadaş olmalarını çok istiyordu; ancak Avdotya Vasilyevna, evin asıl hanımı saydığı Luboçka'ya karşı yersiz bir saygı göstermek zorunda olduğunu sanırdı ki bu durum, babamı son derece üzerdi. Babam bütün kış kumar oynadı ve sonuna doğru çok ütüldü. Aile yaşamıyla kumarı birbirine karıştırmamayı, her zaman göz önünde bulundurduğu için kumarla ilgili şeyleri bütün evdekilerden gizlerdi. Avdotya Vasilyevna kendisini feda etme konusunda kimi zaman rahatsızdı ve kış sonuna doğru, sabahın saat dördü beşi de olsa, gebe olduğu halde başını taramadan, ev giysisiyle, babam yorgun, ütülmüş ve aldığı sekizinci cezadan sonra sıkılmış bir durumda kulüpten döndüğü zaman, kendisini sallanarak karşılamayı görev biliyordu. İlgisiz bir tavırla, oyunda şansı olup olmadığını soruyor ve hoş gören bir dikkatle gülümsedikçe başını da sallayarak babamın kulüpte nasıl vakit geçirdiğini anlatmasını, kendisini beklememesi ve yatması için yüzüncü kez ettiği ricaları dinliyordu. Babamın kazanması, ütülmesi ve oyuna bağlı olan ruhsal durumu onu hiç ilgilendirmediği halde, kulüpten döndüğünde onu her gece ilk olarak yine o karşılıyordu. Bu karşılamaları, kendisini feda etme zayıflığından başka, ona çok büyük üzüntüler veren gizli kıskançlık duygularından ileri geliyordu. Babamın bu geç vakitlerde başka bir kadından değil de kulüpten döndüğüne, dünyada onu kimse inandıramazdı. O, babamın yüzünden hovardalığını okumaya ve hiçbir şey anlayamadan, üzüntüsünün verdiği bir hazla oflayarak, talihsizliğine katlanmaya çalışıyordu.
Bunlardan ve birbiri ardınca yapılan diğer özverilerden dolayı, babamın çok ütüldüğü için çoğu zaman sinirli olduğu bu kışın son aylarında karısına karşı takındığı tavırlarda, arada sırada sessiz bir nefret göze çarpmaya başladı. Bu, öyle açığa vurmak istemediği bir nefretti ki, bilinçaltında bağlandığı insana her türlü, ufak tefek manevi üzüntü verme isteğini uyandırıyordu.
XLIII
YENİ ARKADAŞLARIM
Kışın nasıl geçtiğinin ayrımına bile varmadım; karlar yine erimeye başladı ve üniversitede sınav günleri çizelgesi asıldığında, girdiğim halde hiç ilgilenmediğim, not tutmadığım, birini bile hazırlamadığım on sekiz dersten sınava gireceğimi anımsadım. Çok tuhaf ama, sınavları nasıl verecektim? Bu çok açık soruyu bir kez bile düşünmemiştim. Artık büyüklere karıştığımdan ve comme il faut olduğum düşüncesinden öyle zevk duyuyordum ki, bütün kış boyunca kendimden geçmiştim; acaba sınavlarda ne yapacağım sorusu aklıma geldikçe, kendimi arkadaşlarımla karşılaştırarak, "Nasıl olsa onlar sınavlara girip verecekler, oysa onların çoğu comme il faut bile değil; bu bakımdan onlara üstünüm; böyle olunca sınavları da verebilirim," diye düşünüyordum. Üniversitedeki derslere, ancak alışmış olduğum için ve babam da evde kalmamı istemeyip beni gönderdiği için gidiyordum. Aynı zamanda bir sürü tanıdığım vardı ve üniversitede çok eğleniyordum. Ders salonlarındaki kahkahaları, konuşmaları, gürültüleri, profesör tekdüze sesiyle ders verirken arka sırada oturup düşlemlere dalmayı, arkadaşları seyretmek ya da kimi zaman biriyle bir kadeh içki içerek bir şeyler yemek için bir ara Matern'e gidip gelmeyi ve bundan dolayı profesörün çıkışacağını bildiğimiz halde, usulcacık kapıyı gıcırdatarak sınıfa girmeyi ve sınıfların birbirlerine karıştığı koridorda, yaramazlıklara katılmayı seviyordum; bunların hepsi çok eğlenceliydi.
Herkesin derslere düzenli olarak gelmeye başladığı, fizik profesörünün ders programını bitirip sınavlara dek esenleştiği, öğrencilerin de defterlerini toplayıp kümeleşerek hazırlıklara giriştikleri bir sırada, ben de sınavlar için hazırlanmam gerektiğini anladım. Selamı kesmemekle birlikte aramız oldukça soğuk olan Operov, önceden de söylediğim gibi yalnızca notları vermekle kalmadı, kendisiyle, başka arkadaşlarla birlikte çalışmamı önerdi; teşekkür ederek kabul ettim. Birlikte çalışmayı kabul etmekle ona bir iyilik yapıyorum düşüncesiyle aramızdaki eski kırgınlıkları kaldırmayı umuyordum. Evim elverişli olduğu için, bütün arkadaşların her seferinde kesinlikle bizim evde toplanmalarını rica ettim. Yanıt olarak, toplantıların en yakın olan evlerde sırayla olacağını söylediler. İlk olarak Zuhin'de toplanmıştık. Bu Trubnoy Bulvarı'ndaki büyük bir evde, paravanayla bölünmüş küçücük bir odaydı. Kararlaştırılmış olan bu ilk toplantıya gecikerek, okumaya başladıkları zaman varabildim. Küçücük oda duman içindeydi; hem de iyi cins sigara değil, Zuhin'in içtiği en kötü sigaranın dumanıyla... Masanın üstünde bir şişe votka, bir kadeh, ekmek, tuz, bir de koyun kemiği vardı.
Zuhin oturduğu yerden, ceketimi çıkarmamı, bir kadeh de votka içmemi söyleyerek:
- Sanırım siz böyle ikramlara alışık değilsiniz, diye ekledi.
Herkesin sırtında kirli basma gömlekler, yelekler vardı. Onları aşağı gördüğümü göstermemek için ceketimi çıkarıp teklifsizce divanın üzerine uzandım. Zuhin, ara sıra defterlere göz atarak okuyordu; ötekiler ara sıra bir şey sormak için onu durduruyor; o da bu soruları akıllıca, kesin ve kısa yanıtlarla açıklıyordu. Dinlemeye başladım, ama okunan şeylerin öncesini bilmediğimden birçok yerini anlamadığım için sorular sordum.
Zuhin:
- Hey arkadaş, bunları bilmiyorsan, bizi dinlemekle bir şey kazanamazsın; defterleri vereyim de yarına okuyup hazırlan bari; yoksa anlatılması uzun sürer, dedi.
Bilmediğim için çok utandım ama, Zuhin'in sözlerini haklı bularak dinlemekten vazgeçtim ve yeni arkadaşlarımı incelemeye koyuldum. Comme il faut olanlar ve olmayanlarla ilgili ölçütüme göre, sanırım bunların ikinci kümeden olmaları gerekiyordu. Comme il faut olmadıkları halde, kendilerini benimle aynı düzeyde tutup bana karşı bir tür yakın koruma göstermelerinden, içimde onlara karşı yalnızca bir tiksinme değil, aynı zamanda tanımlayamadığım kişisel bir hınç da uyanıyordu. Bununla birlikte, onların ayakları, tırnakları kemirilmiş kirli elleri, Operov'un küçük parmağında uzattığı tek uzun tırnağı, pembe gömlekleriyle yelekleri, birbirlerine şakaya getirip sövmeleri, özellikle kimi sözcükleri bambaşka bir biçimde söyleyerek kullanma alışkanlıkları, içimdeki bu duyguları kamçılıyordu. Örneğin, "budala" sözcüğü yerine "ebleh"; "tam" yerine "tamamen"; "güzel" yerine "fevkalade" gibi sözcükler kullanmaları, bana kitabi, bayağı ve yakışıksız gibi geliyordu. Comme il faut'luktan doğan nefreti en çok uyandıran da, onların konuşurken Rusça, daha çok da yabancı sözcükleri kullanırken yaptıkları vurgulardır. Nitekim "makine" sözcüğü yerine "makkine", "faaliyet" yerine "feâliyet, "mahsus" yerine "maasus", "ocak" yerine "ocek", "Şekspir" yerine "Şeykspiyır" diyorlardı.
O zamanlarda onların dış görünüşlerinden duyduğum ve bir türlü yenemediğim bir tiksinmeye karşın, bu insanların iyi yönleri de olduğunu seziyor ve onları birbirlerine bağlayan neşeli arkadaşlıklarını kıskanarak, onlara karşı bir duygudaşlık duyuyor ve kendim için çok zor olduğunu bilmekle birlikte, onlarla kaynaşmak istiyordum. Çok uysal ve dürüst bir insan olan Operov'u önceden tanıyordum; şimdi de bu grubun başı sandığım, çok akıllı ve ateşli bir genç olan Zuhin pek hoşuma gidiyordu. Bu, ufak tefek, sağlam yapılı, biraz şiş ve yağlı görünmekle birlikte çok akıllı, canlı yüzlü bir esmerdi. Bu görünüşü, özellikle pek yüksek olmayan, çukur kara gözlerinin üstünde çıkık gibi duran alnı; fırça gibi dik kısa saçları ve her zaman hiç tıraş olmamış gibi görünen sık kara sakalı tamamlıyordu. Sanki kendisiyle hiç ilgili değilmiş gibiydi (ki insanların bu yönü, hep pek hoşuma gitmiştir) ama kafasının durmadan işlediği belliydi. Onun yüzü öyle anlamlı yüzlerdendir ki, ilk gördüğünüzden birkaç saat sonra, onu bambaşka biri olarak görmeye başlarsınız. İşte o akşamın sonuna doğru, Zuhin'in yüzünde, böyle bir anlatım değişikliğinin ayrımına vardım. Birdenbire yüzünde yeni çizgiler belirdi, gözleri daha da çukura kaçtı, gülmesi değişti ve yüzü öyle başkalaştı ki, onu çok zor tanıyabiliyordum.
Okuma bitince, Zuhin, öteki arkadaşları ve ben de onlara uymak için birer kadeh votka içtik; şişenin dibinde az bir şey kalmıştı. Zuhin, kendisine hizmet eden yaşlı kadını votka almaya göndermek için gereken 25 kapiki kimin verebileceğini sordu. Tam ben para vermeyi önerirken, Zuhin söylediğimi işitmemiş gibi Operov'a döndü; o da boncuk işlemeli kesesini çıkararak parayı verdi.
Hiç içki içmeyen Operov parayı verirken:
- Bana bak, sakın ha ipin ucunu kaçırmayasın, dedi.
Zuhin o sırada koyun kemiğinin iliğini emmeye uğraşıyordu. (O dakika, Zuhin'in böyle çok ilik ve beyin yediği için, bu denli akıllı olduğunu aklımdan geçirdiğimi anımsıyorum.) Zuhin başını ona çevirdi ve hafifçe gülümseyerek (bu gülümsemesi öyle hoştu ki, siz elinizde olmadan onun ayrımına varıyor ve böyle gülümsemesinden dolayı da ona minnet duyuyordunuz):
- Korkma, dedi, korkma, kaçırsam da zararı yok; bundan sonra bakalım kim kimi yere serecek: O mu beni, ben mi onu?
Sonra da övünüyormuş gibi, eliyle alnına bir fiske vurarak:
- Arkadaş, burası artık tümüyle hazırdır; yalnızca Semyonov'un çakmasından korkuyorum; sanırım kendisini pek içkiye verdi, diye ekledi.
Gerçekten de giriş sınavlarını ikincilikle veren, ilk sınav günlerinde benden daha kötü görünüşüyle beni sevindiren, birinci ay derslere düzenli giren işte bu ak saçlı Semyonov, öğrencilerin daha çalışmalara başlamasından önce kendisini içkiye vermiş ve yıl sonuna doğru da üniversitede hiç görünmez olmuştu.
İçimizden biri:
- O nerelerde acaba? dedi.
Zuhin sözünü sürdürerek:
- Çoktandır görmüyorum, dedi, son kez Lisabon Lokantası'nın altını üstüne getirirken birlikteydik. Çok eğlenceli oldu. Sonra duyduğuma göre, onun bir sorunu daha ortaya çıkmış... İşte, kafa dediğin böyle olmalı. O ne ateşli ruh, o ne akıl. Mahvolursa yazık olacak. Ama mahvolması da kesindir. Öyle, üniversitede uslu uslu oturacak gençlerden değil o.
Biraz daha konuştuktan sonra, gelecek günlerde yine Zuhin'de toplanmayı kararlaştırarak (çünkü onun evi hepimize aynı uzaklıktaydı) dağılmaya başladık. Sokağa çıktık; herkes yaya dönecekti; bense arabayla gidecektim ve bundan bir tür utanç duyuyordum. Çekinerek Operov'u evine dek götürmeyi önerdim. Zuhin de bizimle birlikte çıktı. Operov'dan bir ruble ödünç aldı ve geceyi konuk olarak başka bir yerde geçirmek üzere ayrıldı. Operov, yolda Zuhin'in yaşamı ve özellikleri konusunda birçok şey anlattı. Eve gelince, yeni tanıdığım bu insanları düşünerek uzun zaman uyuyamadım. Uykum kaçmıştı; saatlerce, içimden onlara karşı sevgi uyandıran bilgileriyle, yalınlıklarıyla, dürüstlükleriyle, yiğitlikleriyle, gençliğin şairce yönleriyle, beni iğrendiren dış görünüşlerindeki bayağılık arasında bocalayıp duruyordum. Bütün isteğime karşın, onlarla kaynaşmama olanak yoktu. Aramızda çok büyük görüş ayrılıkları vardı. Benim için yaşamın bütün amacını, güzelliklerini oluşturan bir sürü incelik vardı ki, onlar bunu bir türlü anlayamazlardı; nitekim ben de onları anlayamıyordum. Ama anlaşmazlığımızın başlıca nedeni, ceketimin 25 rublelik kumaştan olması, arabam ve Hollanda keteninden frenkgömleklerimdi. Bence bunların büyük bir önemi vardı; elimde olmayarak zengin görünüşümle onları incitiyorum gibi geliyordu. Günahım olmadığı halde karşılarında kendimi bir suçlu gibi görmek, kimi zaman beni isyan ettiriyor, kimi zaman boyun eğdiriyor; sonuçta kendime güvenme duygusuna kapılarak, bir türlü onlarla yakın ve dürüst ilişkiler kuramıyordum. Zuhin'in kaba ve kötü yanları, o zamanlar onda sezmeye başladığım yiğitliğin güçlü ve şairane yanlarıyla öyle örtülüyordu ki, bende hiçbir tepki uyandırmıyordu. İki hafta boyunca, hemen her akşam Zuhin'e çalışmaya gittim. Önce de söylediğim gibi, arkadaşlarımdan geri kaldığımdan ve onlara yetişmek için kendimde bir güç bulamadığımdan, hemen hemen hiç çalışmıyor, ancak onların okuduklarını anlıyor ve dinliyor gibi davranıyordum. Sanırım arkadaşlar da bu yapmacığımı anlamıştılar; çünkü, çoğu zaman bildikleri yerleri atlayarak ve bana bir şey sormadan geçiyorlardı.
Gün geçtikçe onların yaşam biçimlerine alışıyor ve bu yaşayışta çok şairane yönler bularak kabalıklarını hoş görmeye başlıyordum. Ancak, Dimitri'ye onlarla birlikte hiçbir yere gidip içki içmeyeceğime verdiğim söz, beni eğlencelerine katılmaktan alıkoyuyordu.
Bir gün, onlar arasında, yazındaki, hele Fransız yazınındaki bilgilerimi göstermek isteğiyle, bu konudan söz açarak konuşmaya başladım. Yabancı yapıtların adlarını Rusça söylemelerine karşın, onların benden daha çok okuduklarını; İngiliz, hatta İspanyol yazarlarını ve o zamana dek adını bile duymadığım Lesage'ı okuyarak, değerini de bildiklerini şaşırarak gördüm. Benim için, çocukluğumda okuyup ezberlediğim, yalnızca birer sarı kaplı kitap olan Puşkin ve Jukovskiy, onlar için birer yazın örneğiydi. Dumas, Sue ve Feval'dense aynı ölçüde nefret ediyorlar ve (açık söylemeliyim ki) yazın konusunda, hele Zuhin, benden bin kat daha iyi, daha doğru düşünceler söyleyebiliyorlardı. Müzik bilgisinde de, onlara hiçbir üstünlüğüm yoktu. Operov'un keman çaldığını ve birlikte çalıştığımız başka bir arkadaşın da viyolenselle piyanoya çalıştığını; ikisinin de üniversite orkestrasında çaldıklarını, müzikten oldukça anladıklarını, klasik müziğin değerini de bildiklerini, yine şaşkınlıkla öğrendim. Bir sözcükle, onlardan üstün olduğumu sandığım her şeyde, Fransızca ve Almanca konuşma biçimim bir yana, benden daha iyiydiler ve bu üstünlükleriyle hiç övünmüyorlardı. Yüksek tabakadan oluşumdan gelen tavırlarımla övünebilirdim; ama bu yönden de Volodya derecesinde değildim. Öyleyse onlara neden böyle yüksekten bakıyordum? Prens İvan İvanoviç'le olan tanışıklığımdan mı? Fransızcayı iyi konuşmamdan mı? Arabamdan mı? Hollanda keteninden gömleklerimden mi? Yoksa tırnaklarım yüzünden mi? Acaba bunların hepsi birer saçma mıdır? İşte, onların saf ve taşkın neşelerini, içten arkadaşlıklarını gördükçe duyduğum kıskançlığın etkisiyle kafamda böyle bir kuşku uyandı ve belli belirsiz kafamı kurcalamaya başladı. Onlar aralarında senli benliydiler. İlişkilerindeki yalınlık kabalık derecesine varıyordu, ama yine de bu kaba görünüş altında, birbirlerini en ufak bir biçimde incitmekten sakındıkları seziliyordu. Şakalarında kullandıkları "alçak", "kalleş" gibi sözcükler kulağımı tırmalıyor ve içimden onlarla alay etmeye de birer neden oluyordu. Ama bu sözcükler onları kırmadığı gibi, içten arkadaşlıklarına engel de olmuyordu. İlişkilerinde birbirlerine karşı, ancak çok yoksul, toy ve genç delikanlılar arasında görülen bir dikkat ve incelik vardı. Zuhin'in kişiliğindeyse Lisabon Lokantası'ndaki serüvenlerinde kendini gösteren büyük bir taşkınlık ve ele avuca sığmazlık seziliyordu. Bu arkadaşların içki âlemlerinin, katıldığım Baron Z.'nin evindeki yapmacıklı, yanmış rom şampanyalı içki âlemlerinden bambaşka bir şey olduğunu anlıyordum.
XLIV
ZUHİN İLE SEMYONOV
Zuhin'in hangi tabakadan olduğunu bilmiyordum; bütün bildiğim, yalnızca, S. Lisesi'ni bitirdiği, zengin de olmadığıydı. Sanırım soylu da değildi. O sıralarda on sekiz yaşında olduğu halde, daha yaşlı görünüyordu. Çok akıllı ve özellikle anlayışlıydı. Karışık bir problemi bütün ayrıntılarıyla ve sonuçlarıyla birdenbire kavramak, ona bu sonuçlara varabilmek için gerekli olan kuralları bilinçle düşünmekten çok daha kolay geliyordu. Akıllı olduğunu biliyor, bununla övünüyordu. Gururlu olduğu için de herkese aynı derecede içten ve yalın davranıyordu. Yaşamında başından birçok şey geçtiği belliydi. Onun canlı, duygulu yaratılışında aşkın, dostluğun, paranın; hatta uğraşlı bir yaşamın izleri vardı. Yetenekli olduğu için, bir şey konusunda bir yargıya varmak ona kolay geldiğinden, küçük ölçüde de olsa, toplumun aşağı tabakasında da olsa, deneyip ya nefret ya da bir tür kayıtsızlık duymadığı bir şey yoktu. İnsana öyle geliyordu ki, yeni bir şeyi anlamak için büyük bir hevesle atılıyor; ancak amacına erdikten sonra, o şeyden nefret etmeye de hak kazandığını düşünüyordu. Bilgi bakımından da durumu aynıydı. Hiç not tutmuyor, az çalışıyor, ama matematiği öyle iyi biliyordu ki, profesöre bile taş çıkartırım dediği zaman bile, bunu doğallıkla söylüyordu. Profesörlerin derslerinde birçok şey ona saçma geliyor, ama doğuştan pratik zekâsıyla onların neler istediğini hemen sezerek öyle davranıyordu ki, bütün profesörler onu seviyordu. Üniversite yöneticileri karşısında çok açık davrandığı, bir şeyden çekinmediği halde, yine de yönetimce sayılıyordu. Bilime karşı ne bir sevgisi, ne de saygısı vardı. Bunların hepsini çok kolay elde ettiği için, kendisini ciddi olarak bilime verenleri küçümserdi. Onun görüşüne göre, bilim, yeteneğinin onda birini bile doyurmuyordu; öğrencilik yaşamında bütün benliğine yetecek bir yön de bulamıyordu. Kendi söylediği gibi, ateşli ve canlı olan yaratılışı her zaman yaşama isteğiyle tutuşuyordu. İçten gelen büyük ve ateşli bir tutkuyla, bütün bedensel gücünü harcama isteğiyle, maddi olanakların elverişliliği oranında sefahat âlemlerine dalıyordu.
Şimdi de tam sınavların başlayacağı bir sırada, Operov'un öngörüsü doğru çıktı. İki hafta kadar ortalıkta hiç görünmediği için, son zamanlarda başka bir arkadaşın evinde toplanmaya başladık. Bununla birlikte, sınavların ilk günü soluk bir yüzle, zayıflamış, yorgun, titrek elleriyle salona çıkageldi ve parlak bir sınav vererek ikinci sınıfa geçti.
Ders yılı başında Zuhin'in başında bulunduğu ayyaş grubu sekiz kişiydi. Önceleri aralarında İkonin ile Semyonov da vardı. İkonin, onların daha yılbaşından beri kendilerini iyice verdikleri bu batak sefahat âlemlerine dayanamayarak topluluktan ayrıldı. Semyonov da bu ålemi kendisine yeter bulmadığı için çekildi. İlk zamanlarda sınıfta bunlara herkes dehşetle bakıyor, yaptıkları kabadayılıkları birbirlerine anlatıyorlardı.
Bu serüvenlerin başlıca kahramanı önce Zuhin, yıl sonunda da Semyonov'du. Son zamanlarda herkes Semyonov'a korku ve dehşetle bakıyor ve binde bir geldiği ders günlerinde, sınıfı bir coşku sarıyordu.
Tam sınavlar başlarken, Semyonov'un bu sefil yaşamını, nasıl enerjik ve özgün bir biçimde bıraktığını; Zuhin'le tanışık olduğum için, gördüm. Bakın bu nasıl olmuştu. Bir akşam hepimiz Zuhin'in evinde toplanmıştık. Operov, başını, defteri üzerine eğip şamdanda duran içyağı mumundan başka, önündeki şişeye de bir mum oturtarak, fizik defterindeki ufacık el yazısıyla yazılmış notları, incecik sesiyle okumaya başladığı sırada odaya ev sahibi kadın girdi ve birinin Zuhin'e bir pusula getirdiğini söyledi.
Zuhin dışarı çıktı ve hemen başı eğik, düşünceli bir tavırla, elinde paket kâğıdı üzerine yazılmış bir pusula ve iki tane on rublelik banknotla döndü.
Başını kaldırdı ve sanki ağırbaşlı bir ciddilikle yüzümüze bakarak:
- Efendiler, olağanüstü bir olay! dedi.
Defter sayfalarını çevirmekte olan Operov, "Belki de anlaşma gereğince bir yerden para aldın," dedi; bir başkası da, "Haydi okumayı sürdürelim," dediyse de, Zuhin sesinin tonunu değiştirmeden, "Hayır çocuklar, artık ben okumayacağım, size demin söyledim ya, görülmemiş bir olay. Semyonov daha önce benden almış olduğu 20 rubleyi bir erle göndermiş ve kendisini görmek istiyorsam kışlaya gitmemi yazmış," dedi ve hepimize birden bakarak, "Bunun ne demek olduğunu biliyor musunuz?" diye ekledi. Hepimiz susuyorduk. Zuhin konuşmasını sürdürerek, "Ben şimdi ona gidiyorum, isteyen benimle gelebilir," dedi. Biz de hemen ceketlerimizi giyerek Semyonov'a gitmek üzere hazırlanıyorduk ki, Operov incecik sesiyle, "Görülmemiş bir şeyi seyre gidiyormuş gibi, böyle hep birden gitmek tuhaf olmaz mı?" diye uyarıda bulundu. Özellikle ben, Semyonov'u pek tanımadığım için, tümüyle Operov gibi düşünüyordum; ama bütün arkadaşların katıldığı bu işe ben de katılmaya can atıyor ve Semyonov'u görmeyi öylesine istiyordum ki, Operov'un bu sözlerine hiç ses çıkarmadım. Zuhin:
- Saçma! Nerede olursa olsun, bir arkadaşa hepimizin gidip esenleşmesini hiç de tuhaf bulmuyorum. Sanki bu da bir şey mi? Haydi isteyen gelsin, dedi.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Genclik yillarim - 14
  • Parts
  • Genclik yillarim - 01
    Total number of words is 3070
    Total number of unique words is 1838
    32.4 of words are in the 2000 most common words
    46.7 of words are in the 5000 most common words
    54.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 02
    Total number of words is 3015
    Total number of unique words is 1715
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    49.7 of words are in the 5000 most common words
    57.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 03
    Total number of words is 3210
    Total number of unique words is 1737
    34.2 of words are in the 2000 most common words
    46.9 of words are in the 5000 most common words
    53.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 04
    Total number of words is 3388
    Total number of unique words is 1744
    35.1 of words are in the 2000 most common words
    47.9 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 05
    Total number of words is 3379
    Total number of unique words is 1665
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    48.7 of words are in the 5000 most common words
    56.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 06
    Total number of words is 3275
    Total number of unique words is 1742
    33.3 of words are in the 2000 most common words
    48.3 of words are in the 5000 most common words
    55.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 07
    Total number of words is 3257
    Total number of unique words is 1790
    33.5 of words are in the 2000 most common words
    45.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 08
    Total number of words is 3298
    Total number of unique words is 1729
    36.0 of words are in the 2000 most common words
    50.3 of words are in the 5000 most common words
    58.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 09
    Total number of words is 3157
    Total number of unique words is 1778
    30.4 of words are in the 2000 most common words
    44.4 of words are in the 5000 most common words
    52.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 10
    Total number of words is 3309
    Total number of unique words is 1814
    33.8 of words are in the 2000 most common words
    48.3 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 11
    Total number of words is 3253
    Total number of unique words is 1826
    33.1 of words are in the 2000 most common words
    46.8 of words are in the 5000 most common words
    54.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 12
    Total number of words is 2860
    Total number of unique words is 1571
    33.9 of words are in the 2000 most common words
    46.3 of words are in the 5000 most common words
    53.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 13
    Total number of words is 3304
    Total number of unique words is 1779
    33.3 of words are in the 2000 most common words
    45.8 of words are in the 5000 most common words
    53.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 14
    Total number of words is 1511
    Total number of unique words is 978
    37.0 of words are in the 2000 most common words
    51.0 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.