Genclik yillarim - 08

Total number of words is 3298
Total number of unique words is 1729
36.0 of words are in the 2000 most common words
50.3 of words are in the 5000 most common words
58.2 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Söylediklerimi Varenka'nın duyabilmesi için ona daha da yaklaşarak arkadaşıma:
- Biliyor musun Dimitri, bence sivrisineksiz de olsa, burası güzel değil, ama şimdi (elimi alnıma vurarak gerçekten bir sivrisineği öldürdükten sonra) burası büsbütün kötü dedim.
Varenka bana bakmadan:
- Sanırım doğayı sevmiyorsunuz, dedi.
Ben:
- Bence bu yararsız ve boş zaman geçirmekten başka bir şey değildir, diye yanıt verdim.
En sonunda onu kızdıracak, aynı zamanda da özgün bir şey söyleyebildiğim için hoşnut oldum. Varenka bana acıyormuş gibi kaşlarını hafifçe kaldırarak, deminki gibi sessizce ileri bakmaya başladı.
Ona biraz gücenmiştim. Bununla birlikte, onun dayanıp durduğu köprünün gri boyalı solmuş parmaklığı, eğilmiş kayın ağacının sarkmış dallarıyla birleşmek istiyormuş gibi duran havuzdaki yansımalar, bataklık kokusu, alnımdaki sivrisineğin ezilmesinin bende bıraktığı duygu, onun dikkatli bakışları, ağırbaşlı duruşu, sonraları hiç ummadığım zamanlarda sık sık düşlemimde canlanırdı.
XXVII
DİMİTRİ
Gezintiden sonra eve döndüğümüz zaman, Varenka bu akşam, her akşamki gibi şarkı söylemek istemedi; ben de kendime öyle güveniyordum ki, bu isteksizliğinin benim yüzümden, köprüde söylediklerime karşılık vermek isteğinden doğduğunu sanıyordum. Nehludovların akşam yemeği yeme alışkanlıkları yoktu; erkenden odalarına dağılırlardı. Bugün de Dimitri'nin dişleri ağrıdığı için (bunu Sofya İvanovna bilmiş gibi önceden söylemişti), Dimitri de, ben de onun odasına her zamankinden daha erken çekildik. Ben üstümdeki üniformaya yakışır biçimde davrandığım ve herkesin hoşuna gittiğim kanısıyla pek hoşnuttum. Dimitri ise tersine, tartışmadan ve diş ağrısından olacak, hiçbir şey söylemiyor, yüzü gülmüyordu. Masanın başına geçip oturdu; yaptığı ve ilerde yapması gereken işleri akşamları yazdığı defteri ve anı defterini çıkardı. Durmadan yüzünü buruşturarak, her dakika elini yanağına götürerek, deftere epeyce bir şeyler yazdı. Sofya İvanovna'nın gönderdiği, dişlerinin ağrıyıp ağrımadığını ve pansuman yapmak isteyip istemediğini sormaya gelen oda hizmetçisine:
- Beni rahat bırakın, diye bağırdı; sonra yatağımın hemen yapılacağını ve kendisinin de hemen döneceğini söyleyerek Lubov Sergeyevna'nın yanına gitti.
Odada yalnız kalınca, kendi kendime, "Yazık ki Varenka güzel olmadığı gibi Soniçka da değil. Yoksa üniversiteyi bitirdikten sonra onlara gidip evlenme önerisinde bulunmak hoş olurdu; ona, 'Kontes artık genç değilim ve sizi ateşli bir aşkla sevemem; ama hep bir kardeş gibi seveceğim'; annesine, 'Size karşı şimdiden saygı besliyorum'; Sofya İvanovna'ya da, 'Sizin değerinizi biliyorum,' derdim, diye düşündüm; ondan, benim karım olmak isteyip istemediğini söylemesini doğrudan doğruya, açıkça rica ederim; o, bana elini uzatarak, 'Evet,' der; ben de onun elini sıkarak, 'sevgimi sözlerimle değil davranışımla kanıtlarım," diye düşlemliyordum. Sonra birdenbire aklıma geldi: Ya Dimitri birdenbire Luboçka'ya âşık oluverirse (Luboçka onu seviyor ya) ve onunla evlenmek isterse? O zaman, ikimizden biri evlenmeyecekti. Bu çok güzel olurdu. Bakın o zaman ne yapardım: Bunun hemen ayrımına varır ve Dimitri'ye gidip, "Arkadaş, duygularımızı boşuna birbirimizden saklıyoruz. Kız kardeşine olan aşkım ancak benimle birlikte ölecek; ama ben hepsini biliyorum. Sen benim en tatlı umutlarımı kırarak mutluluğumu yıktın. Ama Nikolay İrteniyev bütün yaşamını alt üst etmene karşılık sana ne diyecek biliyor musun?" Luboçka'nın elinden tutarak yanına götürüp, "Al kardeşimi," diyecek; o, "Hayır, bunu kabul edemem," diye yanıt verecek; ama ben, "Hayır, Kont Nehludov... siz Nikolay İrteniyev'den daha yüce gönüllü olamazsınız. Dünyada ondan daha yüce gönüllü bir insan yoktur!" diyecek ve selam verip dışarı çıkacaktım. Dimitri ile Luboçka gözyaşları arasında özverilerini kabul etmemi dileyerek arkamdan bakacaklardı. Varenka'ya âşık olmuş olsaydım, bunu kabul eder ve çok mutlu olabilirdim. Bu düşlemlerim öylesine hoştu ki, onları arkadaşıma açmayı çok istiyordum; ama birbirimize her şeyi olduğu gibi söylemeye söz verdiğimiz halde, bunu söylemeyi göze alma gücünü kendimde bulamıyordum.
Dimitri, Lubov Sergeyevna'nın yanından dişine ilaç konmuş olarak geldi. Acısı daha artmış, bunun için sinirleri büsbütün bozuk dönmüştü. Yatağım henüz yapılmamıştı. Dimitri'nin uşağı, yatağın nereye yapılacağını ona sormak üzere geldi. O ayağını yere vurarak:
- Cehennemin dibine... diye uşağı kovdu; ama çocuk dışarıya çıkar çıkmaz, her defasında biraz daha sesini yükselterek:
- Vaska! Vaska!.. Vaska!.. Benim yattığım yere yap! diye bağırdı.
Ben:
- Hayır... Yerde ben yatsam daha iyi olur, dedim.
Dimitri aynı sinirli sesiyle:
- Hepsi bir, yatağı yap da nereye olursa olsun, dedi.Vaska yatakları sersene! diye ekledi.
Ama Vaska, söylenenleri anlamamış gibi kımıldamadan duruyordu.
Dimitri birdenbire daha da köpürerek:
- Ne duruyorsun Vaska? Yatakları sersene!.. Sersene! diye bağırdı.
Ama Vaska hâlâ bir şey duymamış gibi korkudan hiç kımıldamıyordu.
- Sanırım sen beni çileden çıkarmaya, öldürmeye niyet ettin!
Dimitri bunları söyledikten sonra iskemlesinden fırlayarak çocuğa doğru koştu ve var gücüyle yumruklarını kafasına birkaç kez indirdi. Vaska hemen dışarı fırladı. Onun arkasından kapıya kadar gittikten sonra duran Dimitri, bir an için bana baktı. Bir dakika önce yüzündeki öfkeli ve sert anlatım birdenbire pek dingin, utangaç, acıma dolu, çocukça bir bakışa dönüştü ki, ona acıdım ve bakmamak için kendimi ne kadar zorladıysam da bunu yapmak bir türlü elimden gelmedi. Bana hiçbir şey söylemedi; uzun zaman konuşmadan, yalnızca ara sıra, bağışlamamı dileyen gözlerle bana bakarak odada aşağı yukarı dolaştı. Sonra masanın gözünden bir defter çıkardı, içine bir şeyler yazdı. Ceketini çıkararak özenle katladı; sonra kutsal resimlerin asılı olduğu köşeye yaklaşarak büyük beyaz ellerini göğsüne kavuşturdu ve dua etmeye başladı. Bu dua o kadar uzun sürdü ki, Vaska yatağı getirmeye, benim fısıldayarak söylediğim gibi yere sermeye zaman bulabildi. Soyunarak, yere serilen yatağıma uzandım. O hâlâ dua ediyordu. Dimitri'nin biraz kamburumsu sırtına, secdeye vardığında tuhaf bir uysallık anlatan önümdeki tabanlarına bakarken, onu eskisinden daha çok sevmeye başladım; sürekli, "Kız kardeşlerimiz konusundaki düşüncelerimi söylesem mi, söylemesem mi?" diye düşünüyordum. Duayı bitirdikten sonra o da yanıma uzandı, başını eline dayayarak uzun zaman sessizce, sevecenlikle ve çekingen bir bakışla bana baktı. Bu durum ona pek ağır geliyor gibiydi, ama onda kendisini cezalandırmak isteyen bir durum vardı. Bakarken gülümsedim, o da gülümsedi:
- Kötü bir davranışta bulunduğumu niçin söylemiyorsun? Şimdi sen de bunu düşünüyordun değil mi?
Başka bir şey düşündüğüm halde, gerçekten bunu düşünüyormuşum gibi davranarak:
- Evet, yaptığın çok kötüydü. Bunu senden asla beklemiyordum (o dakika ona sen diye seslenmekten büyük bir hoşnutluk duyuyordum). Dişlerin nasıl? diye ekledim.
- Biraz hafifledi, dedi. Sonra birdenbire, ah Nikolinka dostum! Ne kötü bir insan olduğumu biliyorum, Tanrı da bunu görüyor, ama iyi olmayı nasıl istiyorum bir bilsen; Tanrı'ya her dakika bunun için dua ediyorum, dedi. (Bunları söylerken sesi öyle dokunaklıydı ki, neredeyse parlayan gözlerinden yaşlar dökülecekti.) Ama ne yapayım, çok kötü, iğrenç bir huyum var. Ne yapmalı bilmem ki? Kendimi tutmaya, düzeltmeye çalışıyorum; ama birdenbire olamıyor doğallıkla; hem bunu yalnız başıma başarmaya da olanak yok. Birinin bu yönden beni desteklemesi ve yardım etmesi gerek. İşte Lubov Sergeyevna beni anlıyor ve bu konuda bana çok yardım ediyor. Bir yıl içinde ahlak bakımından epeyce düzeldiğimi anı defterindeki notlarımdan anlıyorum, diye ekledi; yaptığı bu açıklamadan sonra, daha dingin bir sesle ve o zamana dek görmediğim bir sevecenlikle, böyle bir kadının etkisinin ne büyük bir değeri var, görüyor musun? Aman Tanrım, onun gibi bir arkadaşla yaşamımı kazandığım zaman baş başa yaşamamız ne zevkli olacak; onun yanındayken bambaşka bir insan oluyorum, dedi.
Bundan sonra Dimitri evlenmesi, köyde geçirecekleri yaşam ve kendisini olgunlaştırmak için yapacağı çalışmalar konusundaki tasarılarından söz etmeye başladı ve birdenbire:
- Ben köyde yaşayacağım, sen de bana konuk geleceksin; belki o zamana dek Soniçka'yla evlenmiş olursun; çocuklarımız da birlikte oynayacaklar. Bunların hepsi de çok saçma ve gülünç; ama, olmayacak şeyler de değil, dedi.
Ben gülümsedim. Kız kardeşiyle evli olmamın daha iyi olacağını düşünerek:
- Elbette. Niçin olmasın? dedim.
O biraz sustuktan sonra:
- Biliyor musun; sana bir şey söyleyeyim mi? Sen Soniçka'ya âşık olduğunu sanıyorsun ama, bunların hepsi boş şeyler, asıl aşkın ne olduğunu sen daha bilmiyorsun.
Onunla hemen hemen düşündeş olduğum için, hiç karşı çıkmadım. İkimiz de bir an için sustuk; söze o başladı:
- Bugün çok sinirli olduğumu, Varenka ile kötü bir biçimde tartıştığımı sanırım sezmişsindir. Bunların, özellikle senin yanında olması hiç de hoşuma gitmedi. Kimi konularda yanlış düşünceleri olmakla birlikte, o çok iyi, çok sevimli bir kızdır. Yakında sen de onu daha iyi anlarsın.
Konuşurken, benim âşık olmadığım konusunu, kız kardeşini övmeye çevirmesi beni çok sevindirerek yüzümün kızarmasına yol açtı. Ama ben yine de kız kardeşinden hiç söz etmedim ve başka şeylerden konuştuk.
Böylece horozların ikinci kez ötüşüne dek söyleştik; Dimitri mumu söndürüp de yatağına girdiğinde tan atmaya başlamıştı.
- Artık uyuyalım, dedi.
Ben de tek bir sözcükle:
- Uyuyalım, dedim.
- Eh... Demek böyle...
- Evet. Yaşamak çok zevkli, değil mi?
O, neşeli, okşayıcı gözlerini ve çocukça gülümsemesini karanlıkta gözlerimde canlandıran bir sesle:
- Evet. Yaşamak çok zevkli, dedi.
XXVIII
KÖYDE
Ertesi gün, Volodya ile birlikte posta arabasıyla köye doğru yola çıktık. Yolda Moskova'yla ilgili anılarımı yoklarken Soniçka Valahina'yı ancak beş istasyon geçtikten sonra geç vakit anımsadım. Kendi kendime, "Çok tuhaf değil mi? Âşık olduğumu tümüyle unuttum, sevgilimi düşünmeliyim," diyordum. Onu yolda düşünülebileceği gibi, karmakarışık ama canlı olarak düşlemlemeye başladım. Bu düşlemlerimi de o dereceye vardırdım ki, köye geldikten sonra bir iki gün nedense bütün evdekilere, özellikle yüreğimdeki duyguları kendisine biraz çıtlattığım ve bu gibi işlerde bilgisi olduğuna inandığım Katenka'ya karşı çok düşünceli ve üzgün görünmeyi gerekli gördüm. Bu konuda kendimi ve başkalarını ne denli aldatmaya çalıştımsa da, âşıklarda göre çarpan davranışlara bilerek öykünmeye ne denli yeltendimse de, ancak iki gün kadar, o da ara sıra, en çok akşamları âşık olduğumu anımsadım; sonunda benim için yeni olan köy yaşamına ve uğraşlarına dalınca, Soniçka'ya olan sevgimi büsbütün unutuverdim.
Petroskoe'ye gece yarısı gelmişiz. Ben öyle derin bir uykuya dalmıştım ki ne evimizi, ne kayın ağaçlı yolu ve ne de çoktan dağılıp yatmaya giden evdekileri gördüm. Kamburu çıkmış yaşlı Foka, yalınayak, sırtında karısının pamuklu hırkası, elinde mum olduğu halde bize kapıyı açtı. Bizi görünce sevincinden titreyerek omuzlarımızdan öptü, ivedi yatağını topladı ve giyinmeye başladı.
Sofayla merdivenleri geçerken uykum henüz açılmış değildi. Ama, girişte kapının kilidiyle sürmesi, çapraz olarak yayılan yolluk, sandık, eskisi gibi eriyen mum yağlarıyla dolu eski şamdan, henüz yakılmış olan eğri ve soğuk mumdan düşen gölgeler, anımsadığıma göre arkasında üvez ağacı bulunan ve her zaman tozlu olup hiç açılmayan iki katlı pencere; bunların hepsi bana öyle yakın, öyle anı dolu, tek bir anlamı olacak denli birbirine kaynaşmış gibi geldi ki, birdenbire bu eski sevimli evin okşayışını üstümde duyumsadım. Elimde olmayarak, kendi kendime, "Nasıl oldu da böyle uzun zaman biz, yani ben ve evimiz birbirimizden ayrı kalabildik?" diye sordum; öteki odalarda bir değişiklik olup olmadığını anlamak için kapıdan fırladım. Her şeyi eskisi gibi, yalnızca biraz küçülmüş, kendimi de büyümüş, ağırlaşmış, kabalaşmış gibi buldum. Böyle olmakla birlikte, evimiz beni olduğum gibi, sevecen kucağına sevinçle alarak, gördüğüm her yaygı, her pencere, merdivenin her basamağı, evdeki bütün sesleri içimde sonsuza dek yiten mutlu günlerin birçok yüzlerini, duygularını, olaylarını canlandırıyordu. Bizim çocukken yattığımız odaya geçtik. Çocukları korkutan düşlemler, eskisi gibi köşelerde ve kapı arkalarında gizleniyorlardı. Konuk odasına girince, oradaki hâlâ değişmemiş olan bütün o eşyalarda annemizin okşayıcı, sevecen sevgisinin izlerini duyumsadım. Salondayız, burada çocukluğumuzun gürültülü, şakrak neşesi, kendisinin yeniden uyandırılmasını bekliyormuş gibi duruyordu. Foka'nın bizi götürdüğü ve yataklarımızı hazırladığı dinlenme odasında her şey; ayna, paravana, eski kutsal resim, beyaz kâğıtla sıvalı olan duvarın her pürüzü, artık asla geriye dönmeyecek olan şeyleri; acıları ve ölümü anımsatıyor gibiydi.
Biz yataklarımıza uzandık, Foka da iyi geceler dileyerek yanımızdan ayrıldı. Volodya:
- Maman bu odada ölmüştü, dedi.
Ona karşılık vermeyerek kendimi uyur gibi gösterdim. Bir şey söylemiş olsaydım, kesinlikle ağlardım. Ertesi sabah uyandığımda babam daha giyinmemiş, ayağında yumuşak çizmeler, sırtında sabahlık ve ağzında sigarasıyla Volodya'nın yatağına oturmuş, onunla konuşup gülüşüyordu. Neşeli bir tavırla Volodya'nın yanından kalkarak bana yaklaştı, iri eliyle yanağıma vurduktan sonra yanağını dudaklarıma uzattı.
Kendine özgü neşeli bir okşayışla, parlayan küçük gözleriyle beni dikkatle süzerek:
- Aferin diplomat, teşekkür ederim. Volodya, sınavları iyi verdiğini söyledi. Bravo delikanlı... Görüyorum ki, kendini yaramazlığa kaptırmasan, sen de iyi bir çocuksun, teşekkür ederim dostum. Şimdi burada zamanımızı iyi geçirmeye bakalım; kışa doğru da belki Petersburg'a taşınırız; yazık ki av mevsimi geçti. Yoksa sizleri çok iyi eğlendirirdim. Voldemar, sen tüfekle ava çıkabilir misin? Çevrede istediğinden çok kuş var, belki bir gün ben de seninle gelirim. Kışın da umarım Petersburg'a taşınırız. Sizler birçok insan tanır, ilişkiler kurarsınız. Artık büyüdünüz. Biraz önce Voldemar'a söylediğim gibi, kendinize bir yol seçmiş bulunuyorsunuz; benim size karşı olan görevim bitti. Artık seçtiğiniz yolda yalnız yürüyebilirsiniz. Herhangi bir konuda danışacak bir şeyiniz olursa hemen bana sorun. Şimdi artık ben sizin babanız değil, bir dostunuz, bir arkadaşınız, yerine göre de danışmanınızım. İşte bu kadar. Söyle bakalım Koko, bunu nasıl buluyorsun? Felsefene göre bu iyi mi, kötü mü? Ne dersin?
Doğallıkla bunun olağanüstü bir şey olduğunu söyledim. Gerçekten böyle düşünüyordum. Babamın o gün olağanüstü çekici, neşeli ve mutlu bir görünüşü vardı. Bu benim için yeni olan ve aramızda ayrım gözetmeyen arkadaşça davranışı, ona karşı beslediğim sevgiyi büsbütün artırmıştı. Babam:
- Anlat bakalım, dostları, akrabaları dolaştın mı? İvinlere gittin mi? Yaşlı İvin'i gördün mü? Seni görünce ne dedi? Prens İvan İvanoviç'i ziyaret ettin mi? diye soru yağdırıyordu.
Giyinmeden daldığımız bu konuşma öyle uzun sürdü ki, güneş oda penceresinden çekilmeye başladı. Eskiden ne denli yaşlıysa öylece yaşlı kalan; her zamanki gibi ellerini arkasına bağlayarak parmaklarını oynatan ve "yine de" sözcüğünü sık sık kullanarak konuşan Kâhya Yakov odamıza girdi, arabanın hazır olduğunu haber verdi.
Benim:
- Nereye gideceksin? soruma, babam hafifçe öksürerek ve canının sıkıldığını belirten bir tavırla omzunu silkerek:
- Az daha unutuyordum. Bugün Yepifanovlara gitmeye söz vermiştim. Sanırım anımsarsın; şu "La belle Flamande" (1) dediğimiz kadın. O daha annenin sağlığında buraya gelir giderdi. İyi insanlardır, diye yanıt verdikten sonra, bana utanıyormuş gibi gelen bir omuz silkme devinimiyle odadan çıktı.
Biz gevezelik ederken, Luboçka birkaç kez kapıya gelerek, "İçeri girebilir miyim?" diye sordu, ama babam her seferinde ona, "Asla olmaz, çünkü henüz giyinmiş değiliz," diye yanıt veriyordu.
- Ne zararı var, seni sabahlıkla görmemiş değil ya?
Babam:
- Hayır, olamaz. Üstlerinde don gömlek olan kardeşlerinle nasıl konuşursun? diye bağırıyordu. İstersen konuşma yerine her biri sana kapıyı vursun, yetmez mi?
Sonra bize dönerek:
- Haydi çocuklar kapıya vurun, ama sakın konuşmayın; böyle giyinmemiş bir durumda konuşmanız bile uygun değildir, dedi.
Kapının arkasından hâlâ ayrılmayan Luboçka:
- Aman, ne çekilmez şeylersiniz... Hiç olmazsa biraz çabuk olun da konuk odasına gelin. Mimi sizleri görmek için sabırsızlanıyor, diye bağırıyordu.
Babam odadan çıkar çıkmaz ben çabucak resmi öğrenci ceketimi giydim ve konuk odasına indim. Volodya ise tersine, yavaştan alarak, Yakov'a çulluk ve başka av kuşlarının bulundukları yerleri sorarak, uzun zaman daha yukarda kaldı. Önceden de söylediğim gibi onun dünyada, kendi deyişiyle babacığına, kardeşçiğine ve kız kardeşçiğine karşı aşırı içtenlik ve sevecenlik göstermekten daha çok çekindiği bir şey yoktu. Bunu yapmaktan kaçınırken, karşıtlık oluşturan soğuk bir ilgisizlik göstermiş oluyordu ki, bu durum, nedenini bilmeyen birçok kimseyi incitiyordu. Koridorda babamla karşılaştım, küçük ve hızlı adımlarla arabaya doğru ilerliyordu. Sırtında yeni modaya uygun, Moskova'da yaptırdığı ceketi vardı. Lavanta kokuyordu. Beni görünce, "Görüyorsun ya, ne hoş!" der gibi neşeli neşeli başını salladı, gözlerinde daha sabahleyin ayrımına vardığım o mutlu anlatımı yeniden görmek beni şaşırtmıştı.
Konuk odası eskisi gibi bol ışıklı, sarı İngiliz piyanosuyla, açık duran büyük pencerelerden bahçenin yeşil ağaçlarını ve sarı, kızılımtırak bahçe yollarının içerisini neşeyle seyrettikleri yüksek tavanlı bir odaydı. Mimi ve Luboçka ile öpüştükten sonra Katenka'ya yaklaşırken, birdenbire onunla öpüşmenin ayıp olduğunu düşünerek hiçbir şey söylemeden, yüzüm kıpkırmızı olmuş duruyordum. Katenka, hiç sıkılmadan bana apak, küçücük elini uzatarak üniversiteye girişimi kutladı. Konuk odasına girip Katenka ile görüşürken, Volodya da aynı durumda kaldı. Gerçekten düşünecek olursanız, bir evde büyüyüp her gün bir arada yaşarken, ilk ayrılıştan sonra karşılaşmamızın nasıl olacağını kestirmenin güçlüğünü anlarsınız. Katenka hepimizden daha çok kızarmıştı; Volodya hiç renk vermeden, onu belli belirsiz selamladıktan sonra Luboçka'ya yaklaştı, onunla biraz öteden beriden konuştu ve yalnız başına gezmek üzere dışarı çıktı.
XXIX
KIZLARLA ARAMIZDAKİ İLİŞKİLER
Volodya kızlarla karınlarının tokluğu, iyi uyumaları, giyimlerinin yerinde oluşu konusunda Fransızca konuşurken, onların yabancıların yanında kendisini utandıracak derecede yanlış yapmalarına ilgi gösteren; ama kızların da başka insanlar gibi düşünmesini, duymasını, en önemlisi de kendisiyle konuşurken bir konuda düşüncelerini söylemelerini olanak dışı gören tuhaf düşünceleri vardı. Kazara onlar ciddi bir konuyla ilgili bir şey (ki böyle şeyler yapmaktan çekinmeye başlamışlardı), örneğin bir roman konusunda düşüncesini ya da üniversitedeki dersleriyle ilgili bir şey sorduklarında, o, yüzünü tuhaf bir biçimde buruşturur; susar ve uzaklaşır ya da altını üstüne getirdiği bir Fransızcayla, "Kom siotri joli" gibi bir takım tümceler söyleyerek yüzüne ciddi ama aptalca bir anlatım verir, hiçbir anlamı olmayan ve sorulanlarla da ilgisi bulunmayan bir sözcük fırlatır; daha olmazsa gözlerini şaşılaştırarak "francala, gittiler, lahana" gibi sözcükleri sıralardı. Kimi zaman Luboçka'nın ya da Katenka'nın bana söyledikleri sözleri ona söylediğimde, o:
- Hımm, demek ki onlarla ciddi şeyler üzerine konuşuyorsun, öyle mi? Hayır arkadaş, görüyorum ki sen daha olgunlaşmamışsın, derdi.
Volodya'nın ağzından dökülen bu tümcelerdeki derin ve sonsuz nefretin derecesini anlamak için, ancak onu dinleyip görmek gerekti. Volodya iki yıldan beri artık büyümüş sayılıyor ve karşılaştığı bütün güzel kadınlara durmadan gönül veriyordu. Ama iki yıldan beri uzun giysiler giyip günden güne güzelleşen Katenka'yı her gün gördüğü halde, ona âşık olmayı aklından bile geçirmiyordu. Bu durumun cetvel, yatak çarşafı yaramazlıkları gibi basit çocukluk anılarının daha pek taze olduklarından mı, yoksa gençlerin evdeki her şeye karşı duydukları nefretten mi; yoksa bütün insanlara özgü, ilk karşılaştıkları çok güzel ve iyi şeylere aldırış etmeden, "Adaam sen de! Böyle şeyleri daha çok görürüz," düşüncesiyle mi, yapıyordu bilmiyorum. Ama, Volodya o güne dek Katenka'ya kadın gözüyle bakmamıştır.
Bütün bu yaz boyunca Volodya'nın çok sıkıldığını sanıyorum; bu can sıkıntısı, bize karşı beslediği ve saklamaya hiç gerek görmediği nefretten ileri geliyordu. Her dakika yüzünde, "Aman, nasıl da sıkılıyorum! Çevremde konuşacak tek bir insan bile yok!" anlamı okunuyordu. Çoğu kez, erkenden tüfeğini alıp ava gider ya da giyinmeden, öğle yemeğine dek odasına çekilip kitap okurdu. Babamın evde olmadığı günler yemeğe kitapla iner ve hiçbirimizle konuşmadan (bunda hepimiz, ona karşı kendimizi suçlu duyuyorduk) kitap okumayı sürdürürdü. Akşamları konuk odasında, olduğu gibi ayakkabılarıyla divana uzanır, başını koluna dayayıp uyur ya da ciddi bir yüzle öyle şeyler, kimi zaman insanı utandıracak öyle saçmalar söylerdi ki, Mimi öfkesinden kıpkırmızı kesilir, biz de gülmekten katılırdık; bütün ailede, babamdan ve ara sıra da benden başka kimseyle ciddi konuşmaya gönül indirmezdi. Ben, elimde olmayarak onun kızlar konusundaki düşüncelerini örnek alıyordum; ama onun tersine sevecenlik göstermekten çekinmiyordum; kızlara karşı nefretim de onunki gibi kesin ve derin değildi. Dahası, bu yaz can sıkıntısından birkaç kez Luboçka ve Katenka ile konuşarak yakınlığımızı artırmak istedim, ama her seferinde para, üniversitede neler öğretildiği, savaşın anlamı gibi en sıradan şeyleri bilmediklerini, mantıklı düşüncelerden çok uzak olduklarını ve bunları kendilerine anlatmaya çalışırken enikonu ilgisiz kaldıklarını gördükçe, onlar için beslediğim olumsuz kanı giderek güçleniyordu.
Aklımda kaldığına göre, bir akşam Luboçka piyanoda bıkkınlık veren bir parçayı belki yüzüncü kez çalıyordu. Volodya konuk odasındaki divanda uzanmış, uyukluyor ve ara sıra sanki kendi kendine, "Amma da çalıyor... müzisyen diye işte buna derler... Beethooven!.. (bu adı özellikle alayla, böyle söylüyordu) Çok güzel... Bir kez daha... Ha... Böyle işte!" ve buna benzer bir şeyler mırıldanıyordu. Katenka ile ben çay masasının başında oturuyorduk, nasıl olduğunu anımsayamıyorum, konuşmamızı çok sevdiği aşk konusuna çevirivermişti. O anda felsefe konularının bile beni sıkmayacağı bir ruh durumundaydım. Aşkın kendimizde olmayan şeyleri başkalarında görüp elde etmek isteğinden ileri geldiğinden dem vurarak anlatmaya başladım. Ama Katenka, bir kızın zengin biriyle evlenmek istemesinde aşkın rolünün ve kendi kanısınca servetin hiçbir öneminin olmadığını ve gerçek aşkın, özleme dayanabilen güçlü bir sevgi olduğunu söyledi (bunu söylerken Dubkov'a karşı olan aşkını kastediyordu). Konuşmamızı belki de duymuş olan Volodya, başını kaldırarak, küçümsemeyle, "Katenka! Rusları mı?" diye bağırdı.
Katenka:
- Her zaman saçmalar... dedi.
Volodya, bütün sesli harfleri vurgulayarak konuştu:
- Biberliğin içine mi?
Ben de Volodya'nın bu konuda tümüyle haklı olduğunu düşünmekten kendimi alamadım.
Herkeste olup her bireyde ayrı ayrı bulunan ve kiminde az kiminde çok gelişmiş bulunan düşünce, duyarlık, güzelduyuya karşı yetenekten başka, belli toplumsal sınıflarda, en çok da aileler arasında kendilerine özgü bir düşünüş biçimi var ki, ben ona anlayış yeteneği diyeceğim. Bu yeteneğin aslı, her konuda belirlenmiş bir sınırı aşmamaktan ve her şeye karşı dar ve tek yanlı görüşten başka bir şey değildi. Böyle düşünen aynı sınıfın ya da aynı ailenin üyesi olan iki kişi, bir duygunun her zaman ancak belli bir noktaya dek vardığına inanır; ondan ötesi, ikisi için de hiçbir anlam taşımaz; aynı anda, ikisi de övgünün nerede bitip alayın nerede başladığını ve aşkın nerede bitip yalanın nerede başladığını görürler ki, bunlar aynı düşüncede olmayanlar için bambaşka görünebilir. Aynı düşüncedekiler için, her şey çoğu kez gülünç, güzel ya da kirli yönleriyle, her ikisine aynı biçimde görünür. Bu aynı anlayışı kolaylaştırmak için aynı toplumsal sınıfın ya da aynı ailenin üyesi olan insanlar arasında kendilerine özgü bir dil, anlatış biçimi ve dahası, başkaları için var olmayan kimi düşüncelerin inceliklerini gösteren sözcükler vardır.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Genclik yillarim - 09
  • Parts
  • Genclik yillarim - 01
    Total number of words is 3070
    Total number of unique words is 1838
    32.4 of words are in the 2000 most common words
    46.7 of words are in the 5000 most common words
    54.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 02
    Total number of words is 3015
    Total number of unique words is 1715
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    49.7 of words are in the 5000 most common words
    57.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 03
    Total number of words is 3210
    Total number of unique words is 1737
    34.2 of words are in the 2000 most common words
    46.9 of words are in the 5000 most common words
    53.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 04
    Total number of words is 3388
    Total number of unique words is 1744
    35.1 of words are in the 2000 most common words
    47.9 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 05
    Total number of words is 3379
    Total number of unique words is 1665
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    48.7 of words are in the 5000 most common words
    56.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 06
    Total number of words is 3275
    Total number of unique words is 1742
    33.3 of words are in the 2000 most common words
    48.3 of words are in the 5000 most common words
    55.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 07
    Total number of words is 3257
    Total number of unique words is 1790
    33.5 of words are in the 2000 most common words
    45.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 08
    Total number of words is 3298
    Total number of unique words is 1729
    36.0 of words are in the 2000 most common words
    50.3 of words are in the 5000 most common words
    58.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 09
    Total number of words is 3157
    Total number of unique words is 1778
    30.4 of words are in the 2000 most common words
    44.4 of words are in the 5000 most common words
    52.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 10
    Total number of words is 3309
    Total number of unique words is 1814
    33.8 of words are in the 2000 most common words
    48.3 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 11
    Total number of words is 3253
    Total number of unique words is 1826
    33.1 of words are in the 2000 most common words
    46.8 of words are in the 5000 most common words
    54.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 12
    Total number of words is 2860
    Total number of unique words is 1571
    33.9 of words are in the 2000 most common words
    46.3 of words are in the 5000 most common words
    53.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 13
    Total number of words is 3304
    Total number of unique words is 1779
    33.3 of words are in the 2000 most common words
    45.8 of words are in the 5000 most common words
    53.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 14
    Total number of words is 1511
    Total number of unique words is 978
    37.0 of words are in the 2000 most common words
    51.0 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.