Genclik yillarim - 06

Total number of words is 3275
Total number of unique words is 1742
33.3 of words are in the 2000 most common words
48.3 of words are in the 5000 most common words
55.7 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Ben bir kez daha ona ve kocasına selam verdim ve yine verdiğim selam yaşlı İvin'de bir pencerenin açılması ya da kapanması gibi bir etki yaptı. Üniversite öğrencisi olan genç İvin beni kapıya dek uğurladı. Yolda babasının Petersburg'da bir görev aldığı için (bunu anlatırken yüksek bir orunun adını söyledi) oradaki üniversiteye geçeceğini söyledi.
Arabaya binerken, içimden, "Babam ne derse desin, ama ben bir daha bu eve ayağımı basmam," diye söyleniyordum. "Biri, ben bir zavallı imişim gibi bana bakarak ağlıyor; terbiyesiz İvin de selamımı almadı; dur ben sana gösteririm," diye ona kızıyordum... Nasıl göstereceğimi kendim de kesin olarak bilmiyordum, ama bir kez ağzımdan kaçmış bulundu.
Sonraları babamın, İvin ayarında, yüksek bir konumda bulunan birinin, benim gibi bir çocukla ilgilenmemesini doğal görmek, bu ahbaplığı elden geldiğince ilerletmek gerektiğini anlatan öğütlerini sık sık dinlemek zorunda kalmıştım; ama, verdiğim kararı uzun zaman değiştirmedim.
XXI
PRENS İVAN İVANOVİÇ
Arabacı Kuzma'ya:
- Haydi bakalım, şimdi Nikitinskaya'ya; bu son ziyaretimiz, dedim. Prens İvan İvanoviç'in evine doğru yollandık.
Benim için bir deneme olan bu birkaç ziyaretten sonra, kendimde bir güven duymaya başlamıştım. Şimdi prensin evine yaklaşırken hiç heyecanlı değildim. Ama birdenbire Prenses Kornakova'nın benim onun mirasçısı olduğumu söylediğini anımsadım; bundan başka, kapının önünde iki arabanın durduğunu görünce, eski sıkılganlığımı yeniden duymaya başladım.
Bana öyle geliyordu ki, kapıyı açan yaşlı kapıcı, kaputumu çıkaran uşak, konuk odasında bulduğum üç hanımla iki beyefendi, en çok da sivil bir giysiyle divanda oturan Prens İvan İvanoviç bana bir mirasçı gözüyle bakıyordu; bu bakışlar da dostça olamazdı. Prens beni sevecenlikle karşıladı; öptü, demek istiyorum ki yanağıma bir an için kuru ve soğuk dudaklarını değdirdi. Uğraşlarım, gelecekle ilgili tasarılarım konusunda sorular sordu; benimle şakalaştı ve büyükannemin yıldönümünde yaptığım gibi şiirler yazıp yazmadığımı sorarak o gün kesinlikle yemeğe gelmemi istedi. Bana karşı sevecenliğini artırdıkça, bu inceliği bana, mirasçısı olduğum düşüncesinin onun hoşuna gitmediğini anlamam için gösterdiğini sanıyordum. Kullandığı takma dişlerinden dolayı, konuşurken üst dudağını burnuna doğru götürüp burun deliğinin içine çekiyormuş gibi bir ses çıkarıyordu. Şimdi de böyle yaparak konuşurken, bana, "Yaramaz oğlan, yaramaz oğlan, söylemesen de mirasçım olduğunu biliyorum," diyor gibi geliyordu.
Çocukken, İvin İvan İvanoviç'i "Büyükbaba" diye çağırırdık. Ama şimdi mirasçı olduğum için onu böyle çağırmaya dilim varmıyordu. Burada bulunanlardan birinin "Zât-ı âlîniz," demesi de, bana küçümseme gibi geldiği için, onunla konuşurken hiçbir seslenişte bulunmamaya çabaladım. Beni her şeyden çok şaşırtan şey, prensin evinde yaşayıp "benim gibi" mirasçı olan yaşlı bir prensesti. Yemekte yan yana oturduğumuz halde prensesin benimle konuşmamasının nedeninin, kendisi gibi benim de prensin bir mirasçısı olmamdan dolayı bana karşı duyduğu nefret olduğunu sanıyorum. Prensin de bizim oturduğumuz yerdekilerle ilgilenmemesi, ikimizden de aynı derecede nefret ettiği, iki mirasçı olduğumuz içindi gibi geliyordu.
Akşam Dimitri ile konuşurken, bir mirasçı olmak düşüncesinden (bu duygunun herkesin hoşuna gideceğini sanıyordum) ne denli nefret ettiğimi göstermek isteğiyle:
- Bugün tam iki saat prensin evinde oturdum ve nasıl sıkıldım bilemezsin. Çok iyi bir adam. Bana çok ince davrandı (bunların hepsini, arkadaşıma, kendimi prensin yanında hiç de küçük görmediğimi anlatmak için söylemiştim). Bununla birlikte, beni onun yanında yaşayıp dalkavukluk eden prensesle aynı düzeyde tutmaları olasılığı bana korkunç geliyordu; o olağanüstü ve yaşlı adam herkese karşı çok iyi ve incelikli davranıyor; ama prensese karşı aldığı tavır insanın yüreğini sızlatıyor. Bu iğrenç paralar bütün ilişkileri bozuyor, biliyor musunuz? Bence, prensle açıkça konuşup onu çok saydığımı, ama mirasını hiç düşünmediğimi duyumsatmalı ve ancak bana mirasından bir şey bırakmazsa ona gidip gelebileceğimi söylemeliydim, dedim.
Bunları söylediğim zaman Dimitri hiç gülmedi, tersine, düşünceye daldı; birkaç dakika sustuktan sonra:
- Sana bir şey söyleyeyim mi? Doğru düşünmüyorsun. Sana bilmem ne prensesi gözüyle bakabileceklerini, asla aklına getirmemelisin. Böyle düşünebileceklerini kabul ediyorsan özgürsün; ama beni dinle, bunu bildiğin halde bu düşüncelerden çok uzak ol, onlardan nefret et, bu düşüncelere dayanarak hiçbir davranışta bulunma. Varsay ki, onların sandıkları, senin sandığın gibi olsun... dedi ve bu konuşmanın içinden çıkamayacağını anlayarak, "En iyisi, hiç varsayımda bulunmamalı," diye ekledi.
Arkadaşım tümüyle haklıydı; daha sonra, çok daha sonraları, bize pek soylu gibi görünen, ama herkesten saklanması gereken kimi düşünceler konusunda akıl yürütmenin nasıl zararlı olduğunu, hele bu düşünceleri başkalarına açmanın büsbütün zararlı olduğunu ve bu gibi düşüncelerin asıl davranışlara binde bir uyduğunu, yaşam deneyimlerimden anlamıştım. Eminim ki, iyi bir niyet başkalarına açılırsa çoğu zaman yerine getirilmesi güçleşir; dahası, olanaksızlaşır; ama, gençliğin bencillikle karışan bu temiz duygularını açıklamadan nasıl durmalı? Çok sonra, açıklanan bu düşünceleri anımsar ve yerde yatan, dayanılamayarak açmadan koparılmış, solmuş ve çiğnenmiş bir çiçeğe acır gibi acırdım.
Daha biraz önce arkadaşım Dimitri'ye, paranın insanların ilişkilerini nasıl da bozduğunu söyleyen ben, ertesi sabah köye gitmek için yola çıkmadan, bütün paralarımı resimlere, çubuklara harcayarak bitirdiğimi anlayınca bana önerdiği 25 rubleyi aldım ve uzun zaman ona borçlu kaldım.
XXII
ARKADAŞIMLA CANDAN KONUŞMALARIMIZ
Şimdi anlatacağım konuşmamız, Kuntseva köyü yolunda, faytonda geçmişti: Annesini, sabah ziyaret etmekten beni vazgeçiren Dimitri, yemekten sonra, bütün akşamı, hatta geceyi onlarda geçirmek üzere beni oturdukları yazlığa götürmek için uğramıştı. Ancak kentten çıkıp pis sokakların ve kaldırımların çekilmez, sersemletici gürültüsü yerini alabildiğine uzanan doğa görünümlerine, tekerleklerin tozlu yolda çıkardıkları gürültüye bıraktıktan, çevremi ilkyazın kokulu havası, tarlaların enginliği sardıktan sonra; kafamı iki günden beri karmakarışık eden ve benim için yeni olan türlü izlenimlerden, kavuştuğum özgürlüğün etkisiyle kendimi kurtarabildim. Dimitri pek dingin ve konuşkandı; başını sallayarak boyunbağını düzeltmiyor, gözlerini sinirli sinirli kırpmıyordu. Kolpikov'la olan sorundaki rolümü tümüyle bağışlayıp onun yüzünden beni aşağı görmez düşüncesiyle, ona anlattığım temiz duygularımdan hoşnuttum. Aynı zamanda her yerde birbirimize anlatamayacağımız birçok şeyi candan bir içtenlikle konuşuyorduk. Dimitri henüz tanımadığım ailesinden; annesi, teyzesi, kız kardeşi ve Volodya ile Dubkov'a göre Dimitri'nin taptığı ve kızıl saçlı diye andıkları o kadından söz ediyordu. Annesinden ağırbaşlılıkla, biraz da soğukça ve aynı zamanda itiraz kabul etmez övmelerle; teyzesinden hayranlık, ama aynı zamanda bir tür hoş görmeyle; kız kardeşindense, benimle onun hakkında konuşmaktan utanıyormuş gibi söz etti. Ama, asıl adı Lübov Sergeyevna olan ve kimi ailesel nedenlerden dolayı Nehludovların evinde yaşayan, biraz geçkin, kızıl saçlı kızdan coşkuyla söz ediyordu.
Utancından kızarmakla birlikte gözlerime büyük bir yüreklilikle bakarak:
- Olağanüstü bir kız; genç değil, yaşlı bile denebilir; güzelliği de yok. Ama bence güzelliği sevmek budalalıktır; böyle anlamsız bir şeyi anlayamıyorum (bunları o anda bulduğu yepyeni bir gerçekten söz eder gibi anlatıyordu). Zamanımızda böyle iyi yürekli, temiz ruhlu, dürüst bir kız eminim ki bulamazsınız. (Zamanımızda iyi şeylere seyrek raslanır diyordu; bu sözleri nereden aldığını bilmiyorum ama, bunları yinelemeyi çok seviyor, bu da ona yakışıyordu.)
Bunları söyleyerek güzelliği sevme akılsızlığını gösterenleri yere serdikten sonra, büyük bir dinginlikle:
- Az zamanda onu anlayıp tanıyamayacağından korkuyorum. O pek alçakgönüllü, dahası, biraz başına buyruktur. Olağanüstü, güzel yönlerini göstermeyi sevmez. Annem, ne denli iyi ve akıllı bir kadın olduğunu göreceksin, Lübov Sergeyevna'yı yıllardan beri tanıdığı halde anlayamamıştır ve anlamak da istemiyor. Dahası, dün sorduğunda neden sinirli olduğumu şimdi anlatayım. Önceki gün Lübov Sergeyevna, kendisiyle birlikte İvan Yakovliviç'e gitmemi istedi. Herkesçe deli diye tanınan İvan Yakovliviç'i duymuşsunuzdur. Oysa, gerçekte o olağanüstü bir adamdır. Sana söyleyeyim ki Lübov Sergeyevna çok dindardır ve İvan Yakovliviç'le çok iyi anlaşır. Sık sık gidip onunla konuşur ve kendi eliyle kazandığı paraları, yoksullar için ona verir. Onun nasıl olağanüstü bir kadın olduğunu göreceksin. İşte ben de onunla birlikte İvan Yakovliviç'e gittim ve beni böyle olağanüstü bir adamla görüştürdüğü için çok teşekkür borçluyum. Anneme gelince, bu duyguyu anlamak istemiyor; bir boş inanç gözüyle bakıyor. İşte dün yaşamımda ilk kez annemle tartıştım ve bu tartışma oldukça sıcak geçti, dedi ve tartışma sırasındaki duygularını anımsıyormuş gibi başını sinirli sinirli oynattı.
Onu hoş olmayan anımsamalardan uzaklaştırmak için:
- Peki, ne düşünüyorsun? Yani, konuşurken aranızda olan sevgi ve arkadaşlık konusunda ne sonuca varıyorsun? diye sordum.
O, yine kızardı. Sonra birden yüzüme bakarak:
- Onunla evlenip evlenmeyeceğimi mi soruyorsun? dedi.
Ben kendi kendimi, "Bunda bir şey mi var sanki? Biz olgunlaşmış iki arkadaşız, arabada gidiyor ve gelecekteki yaşamımızı konuşuyoruz. Bizi dinlemek ve seyretmek herkesin hoşuna gider," diye avutuyorum.
Benim olumlu yanıtımdan sonra, o:
- Niçin evlenmeyeyim? Her aklı başında insan gibi benim de amacım, elimden geldiğince iyi ve mutlu yaşamaktır; yaşamımı kimseye bağlı olmayarak kendim sağladığım zaman, o isterse kendisiyle evlenir ve dünyanın en güzel kadınının bana vereceği mutluluktan daha çok mutlu olurum, dedi.
Böyle konuşarak Kuntseva'ya nasıl yaklaştığımızın ve göğün bulutlanıp yağmurun yağmak üzere olduğunun farkına bile varmadık. Güneş artık tepemizde değildi, sağda Kuntseva bahçesinin yaşlı ağaçlarının üstünden görünüyordu. Onun parlak kırmızı çevresinin yarısı kurşuni saydam bir bulutla örtülüydü; öbür yarısından, parçalanmış ateşli ışıklar fışkırarak, henüz aydınlık olan göğün maviliğinde yeşil gür tepeleriyle kıpırtısız parlayan bahçenin yaşlı ağaçlarını bol ışığa boğuyordu. Tam önümüzde, genç kayın ağaçlarından oluşmuş korunun üstünde yayılan ağır ve mor bulut, göğün bu yandaki parlaklık ve aydınlığıyla büyük bir karşıtlık oluşturuyordu.
Biraz sağda, ağaçlar ve çalılıklar arasından, kimilerinin üstünde güneşin ışıkları yansıyan, kimilerinde göğün sıkıntılı görünüşüne uyan yazlık evlerin rengârenk damları görünmeye başladı. Aşağıda, solda durgun havuz, koyu mavi bir leke gibi duruyordu. Çevresi açık yeşildi ve onun mat, bombeli gibi görünen yüzeyinde karanlık yansımalar yapan söğüt ağaçları vardı. Havuzun ötesindeki tepecikte, sürülmüş, koyu renkte bir tarla vardı; ortasından ufka dek uzanarak, korkunç kurşuni göğe dayanan yemyeşil bir yol geçiyordu. Arabamızın sallanarak geçtiği yumuşak yolun iki yanında, yer yer başak vermeye başlayan gür çavdarların yeşilliği göze çarpıyordu. Hava çok durgundu. Çevre taze kokularla doluydu; ağaçların, yaprakların ve çavdarların temiz yeşilliği kıpırtısız, çok temiz ve göz alıcıydı. Her yaprak, her ot kendi kendine mutlu bir yaşam sürüyordu. Yolun kıyısında bir karıştan çok yükselmiş koyu yeşil çavdarın içinden zikzaklı bir patika geçiyordu. Bu patika, nedense bana tüm canlılığıyla köyümüzü ve bu köyün anısına tuhaf bir biçimde bağlı olan Soniçka'yı, ona âşık olduğumu anımsattı.
Dimitri'ye karşı beslediğim bütün arkadaşlık duygularına, her şeyini olduğu gibi anlatmasının bana verdiği hoşnutluğa karşın onun Lübov Sergeyevna'ya karşı olan duygularını, niyetlerini daha fazla öğrenmek istemiyordum; ama bana çok daha yüksek bir duygu gibi gelen Soniçka'ya karşı olan sevgimi, ona kesinlikle anlatmak istiyordum. Nedense Soniçka ile evlenip köyde yaşamanın ve yerde emekleyerek beni baba diye çağıran küçük çocukların çevremi sarmalarının ne hoş olacağını; onun da karısı olan Lübov Sergeyevna ile yol giysilerini giyip bize geldiklerinde nasıl da sevineceğimi, nedense doğrudan doğruya söylemeyi göze alamıyordum. Bunların yerine, batmakta olan güneşi gösterdim; "Bak Dimitri, çevre nasıl da güzel!" dedim.
Dimitri hiçbir şey söylemedi; ama büyük bir çaba harcayarak yaptığı açıklamasına karşı, aslında çok kayıtsız olduğu doğaya dikkatini çekerek yanıt vermeme, sanırım kızmıştı. Doğa onun üzerinde, bana yaptığı etkiden bambaşka bir etki yapıyordu; o, doğanın güzelliğiyle değil ilginç yanlarıyla ilgilenerek, onu duygularından çok aklıyla seviyordu.
Hemen arkasından, onun düşüncelerine dalıp söylediklerime tümüyle ilgisiz olmasına aldırış etmeden:
- Çok mutluyum... Anımsıyor musun, daha çocukken âşık olduğum bir genç kızdan sana söz etmiştim? dedim ve büyük bir yürek çarpıntısıyla ekledim: Onu bugünlerde gördüm ve yeniden, sırılsıklam âşık oldum, diye anlatmaya başladım.
Yüzünde hâlâ ilgisizliğin izleri olduğu halde, aşkımla ve gelecekteki evlilikten duyacağımız mutlulukla ilgili tasarılarımı anlatıyordum. Duygumun nasıl güçlü olduğunu anlatır anlatmaz, tuhaf değil mi, o anda bu duygumun azaldığını anladım.
Yağmur, tam eve giden akçakavaklarla çevrilmiş yola saptığımızda bize yetişti; ama ıslatmadı. Yağmurun yağdığını, ancak burnuma ve elime düşen birkaç damladan ve kıvrımlı dallarını devinimsiz yere sarkıtmış olan akçakavakların, yağmurun temiz ve saydam taneciklerini zevkle içen (bu zevk, yol boyunca yaydıkları kokulardan anlaşılıyordu) körpe, yapışık yapraklarında bir şeyin hışırdamasından anladım. Eve daha çabuk varabilmek için arabadan inip bahçeyi koşarak geçtik. Ama tam evin kapısında, karşıdan koşar adım gelen dört hanımla karşılaştık; ikisinin ellerinde elişleri, birinin kitap, ötekinin de bir köpek vardı. Dimitri hemen orada beni annesine, teyzesine, kız kardeşine ve Lübov Sergeyevna'ya tanıttı. Bir an durdular, ama yağmur hızlanınca Dimitri'nin annesi sandığım hanım:
- Galeriye geçelim, arkadaşını orada bir daha tanıştırırsın, dedi ve biz, hanımlarla birlikte merdivenden çıktık.
XXIII
NEHLUDOVLAR
Bu kalabalığın içinde dikkatimi en çok çeken, ayağında kalın örgülü potinler, kucağında köpeğiyle hepimizin arkasından merdivenleri çıkan ve ikide bir duraklayarak beni dikkatle süzen, hemen arkasından da köpeğini öpen Lübov Sergeyevna oldu. Çok çirkindi; kızıl saçlı, zayıf ve orta boyluydu; vücudu biraz çarpıktı. Yandan ayırdığı saçları (bu türlü saç taramak kel kadınların buluşudur), zaten çirkin olan yüzünü büsbütün çirkinleştirmişti. Arkadaşımı hoşnut etmek için çok çabaladımsa da, onda bir tek güzel yön bulamadım. Dahası, kahverengi gözleri, temiz yürekliliğini göstermekle birlikte, çok küçük ve donuktu, hiç de güzel değildi; insanın özyapısını gösteren elleri bile, büyük ve çirkin olmamakla birlikte kırmızı ve pütürlüydü.
Arkalarından taraçaya girdiğimde; iri, koyu, kurşuni gözleriyle bana yalnızca bakarak geçen Dimitri'nin kız kardeşi Varenka'dan başka bütün hanımlar, işlerini ellerine almadan önce bana birkaç sözcük söylediler; Varenka da, kucağında tuttuğu kitabı, satırları parmağıyla izleyerek yüksek sesle okumaya başladı.
Prenses Maria İvanovna uzun boylu, düzgün vücutlu, kırk yaşlarında bir kadındı. Başlığının altından açıkça görülen kır buklelerine bakılırsa ona daha yaşlı da denebilirdi, ama pek ince, genç görünen, hemen hemen çizgisiz yüzünde en çok iri gözlerinin neşeli, canlı parıltısıyla hiç de yaşını göstermiyordu. Gözleri, kahverengi ve çok açıktı; dudakları çok ince ve ciddi anlatımlıydı; düzgünce burnunun biraz sola doğru eğriliği vardı. Elleri, erkeklerinki gibi büyüktü; uzunca ve çok güzel parmaklarında yüzük yoktu. Üstünde, biçimli ve diri vücudunu (ki vücuduyla övündüğü anlaşılıyordu) sımsıkı saran koyu lacivert ve kapalı bir giysi vardı. Çok dik oturuyordu; elinde diktiği bir giysi bulunuyordu. Galeriye girdiğimde, elimden tuttu ve sanki beni daha iyi görmek istiyormuş gibi kendisine doğru çekti. O da tıpkı oğlu gibi biraz soğuk ve açık bir bakışla bakarak, Dimitri anlattığı için beni çoktan beri tanıdığını ve kendileriyle iyice tanışmam için yanlarında tam bir gün geçirmek üzere beni kendisinin çağırdığını söyledi; "Biz sizden çekinmediğimiz gibi, siz de hiç çekinmeden rahatınıza bakın; gezin, okuyun, dinlenin ya da daha eğlenceli buluyorsanız, uyuyun!" diye ekledi.
Yaşlı bir kız olan Sofya İvanovna, prensesin küçük kardeşi olduğu halde ondan daha büyük görünüyordu. Çoğu kez orta boylu ve tombul olduklarından korse kullanan yaşlı kızlara benziyordu. Sağlığının bütün gücü, her dakika onu boğacakmış gibi, vücudunun üst kısmına toplanmıştı. Tombul elleri ancak yeleğinin altında kavuşabiliyordu, sımsıkı iliklenmiş olan yeleğinin sivrilmiş ucunu görebilmesi olanaksızdı.
Prenses Maria İvanovna kara gözlü, kara saçlı; Sofya İvanovna da iri ve canlı olmakla birlikte pek sessiz (ki bu çok az görünür), mavi gözlü bir sarışın olmasına karşın, iki kardeş arasında soydan gelen büyük bir benzerlik vardı: Aynı burun, aynı dudaklar; yalnızca Sofya İvanovna'nın dudakları biraz daha kalıncaydı; burnu da gülümsediği zaman hafifçe sağa, prensesinkiyse sola gidiyordu. Sofya İvanovna'nın giyim ve saç tarama biçiminden, hâlâ gençliğe hevesi olduğu anlaşılıyordu; saçları ağarmış olsaydı herkese göstermekten sakınırdı. Bakışı ve benimle konuşurken takındığı tavır, bana gururlu gibi geldi ve şaşırttı; oysa prensesle konuşurken, tersine, hiç sıkılmıyordum. Belki de bu şişmanlık ve beni şaşırtan büyük Katerina'nın portresiyle hafif benzerliği, onu gururlu görmeme yol açıyordu. Yüzüme dikkatle bakarak, "Dostlarımızın dostları bizim de dostlarımızdır," dediğinde, korkuya benzer bir duyguya kapıldım. Ancak bu sözleri söyledikten, susup derin bir soluk aldıktan sonra, onun hakkında edinmiş olduğum yargımı tümüyle değiştirdim. Onun birkaç söz söyledikten sonra ağzını biraz açıp, iri mavi gözlerini hafifçe yukarı kaldırarak derin bir soluk alması, şişmanlıktan ileri gelen bir alışkanlıktı. Nedense bu alışkanlığında öyle hoş bir içtenlik görünüyordu ki, bu göğüs geçirmeden sonra ona karşı beslediğim korku geçtiği gibi, kendisini çok da beğenmeye başladım. Gözleri çok güzel, sesi ezgili ve hoştu; vücudunun yuvarlaklığını o zamanki gençlik gözümle güzel görüyordum.
Lubov Sergeyevna'nın, arkadaşının arkadaşı olduğum için bana candan ve içten bir şeyler söylemesi gerekli olduğunu sanıyordum. O da aklından geçirdiği şeyleri söylemekle arkadaşlıktan daha ileri gideceği korkusuyla uzun zaman karar verememiş gibi sessizce yüzüme baktı ve bu sessizliği, ancak hangi fakülteye girdiğimi sormak için bozdu. Sonra içten gelen arkadaşça sözleri bana söyleyip söylememekte duraksayarak, yine uzun zaman dikkatle yüzüme baktı. Ben bunun ayrımına vardım; yüzümün anlatımıyla bana her şeyi söylemesini yalvardım. Ama o, "Bizim zamanımızda üniversitede bilimle pek az uğraşılırmış," dedi ve köpeği Suzetka'yı yanına çağırdı.
Lübov Sergeyevna, bütün gece, çoğu birbirini tutmayan, kimseyi de ilgilendirmeyen şeyler söyledi; ama benim Dimitri'ye bu konuda çok güvenim vardı. O, bütün gece "Nasıl?" der gibi, bir benim bir onun yüzüne, öyle kaygıyla bakıyordu ki, her zaman olduğu gibi, içimden Lübov Sergeyevna'nın hiçbir olağanüstülüğü olmadığına emin olduğum halde, bu kanımı kendime bile açıklamaktan uzaktım.
Bu ailenin son kişisi olan Varenka ise, çok şişman, on altı yaşlarında bir kızdı.
Onda güzel olarak, ancak teyzesininkine çok benzeyen iri, neşeyle birlikte dingin bir dikkati anlatan koyu kurşuni gözleri, çok uzun, kumral, örülmüş saçı, olağanüstü ince ve güzel eli vardı.
Sofya İvanovna, diktiği giysinin parçalarını çevirdikten ve derin bir göğüs geçirdikten sonra:
- Okunan şeyi ortadan dinlemek sizi sıkacak Mösyö Nikolas, dedi.
Dimitri odadan çıktığı için kitabın okunması durduruldu.
- Belki de Rob Roy'u okumuşsunuzdur.
O zamanlar üniversite üniformasını giydiğimden, az tanıdığım kimselerle konuşurken en sıradan sorulara bile, kesinlikle çok akıllı ve özgün bir yanıt vermeyi kendime bir görev bilirdim. "Hayır", "evet", "sıkıntılıyım", "neşeliyim" gibi kısa ve açık yanıtlar vermeyi çok ayıp sayıyordum. Üstümdeki yeni ve modaya uygun pantolonuma, üniformamın parlak düğmelerine baktıktan sonra, Rob Roy'u okumadığımı, ama kitapları baştan değil, daha çok ortadan okumayı sevdiğim için, bu dinlemenin benim için çok meraklı olacağını söyledim. Hoşnut bir biçimde gülümseyerek:
- Başında olanları ve sonradan olacakları düşünerek okumak iki kat zevkli oluyor, diye ekledim.
Prenses, yapmacığa benzeyen bir gülüşle güldü. (Başka türlü gülemediğini sonradan anladım.)
- Söyledikleriniz sanırım doğru, dedi ve, burada daha çok kalacak mısınız Nikola? Sizi Mösyö demeden adınızla çağırdığıma gücenmiyorsunuz ya? diyerek, ne zaman gidiyorsunuz? diye ekledi.
Ben, ertesi gün kesinlikle gideceğimizi bildiğim halde, nedense:
- Bilmiyorum, belki yarın, belki de uzun zaman daha burada kalırız, diye yanıt verdim.
Prenses uzaklara bakarak:
- Dimitri'nin de, sizin de burada kalmanızı isterdim. Sizin yaşınızda arkadaşlık çok iyi bir şeydir.
Varenka'nın teyzesinin, işine bakıyormuş gibi yaptığı halde herkesin bana bakarak nasıl bir yanıt vereceğimi beklediklerini, aynı zamanda beni sanki sınava çektiklerini, benim de kendimi en iyi yönden göstermemin gerekli olduğunu duyumsadım:
- Dimitri'nin arkadaşlığı benim için yararlıdır; ama benim ona yararlı olacak bir yönüm yok; o benden bin kat iyidir, dedim. (Bunu Dimitri'nin duyamayacağını bildiğim için söyledim; yoksa benim sözlerimin içtenliğinden kuşkulanır diye korkardım.)
Prenses doğal olmayan, ama kendisi için pek doğal olan gülüşüyle gülerek:
- Onu dinleyecek olsak, c'est vous qui êtes un petit monstre de perfection (14), dedi.
Kendi kendime, "Monstre de perfection" çok güzel bir söyleyiş. Bunu akılda tutmalı," diye düşündüm.
O sesini alçaltıp (ki bu pek hoşuma gidiyordu) gözleriyle Lübov Sergeyevna'yı göstererek:
- Ama sizin için söylemek istiyorum; yalnız bu gibi şeylerde o çok ustadır; yirmi yıldan beri Suzetkasıyla birlikte tanıdığım bu zavallı teyzesinde (Lübov Sergeyevna'yı onlar böyle çağırırlardı) aklımıza, hayalimize gelmeyen erdemler bulmuştur... dedi.
"Varya, bana bir bardak su getirmelerini söyle," diye seslendikten sonra, aile durumlarından bana söz etmenin henüz zamanı gelmediğini düşünerek; daha doğrusu, hiç söz etmemeyi daha uygun bularak yine uzaklara baktı ve:
- Hayır, o gitsin; daha iyi olur, o bir şey yapmıyor; oysa siz okuyorsunuz, diye ekledi ve, doğruca bu kapıdan gidin dostum, on beş adım yürüdükten sonra durun ve duyulacak bir sesle, Piyotr, Maria İvanovna'ya bir bardak buzlu su getir, deyin, dedi; yeniden doğal olmayan gülüşüyle hafifçe gülümsedi.
Odadan çıkarken, kendi kendime, "Sanırım benden söz etmek istiyor," diyordum. Daha on beş adım gitmemiştim ki, şişman Sofya İvanovna soluk soluğa, hızlı hafif adımlarıyla bana yetişerek:
- Merci, mon cher (15), ben o yana gidiyorum, söylerim, dedi.
XXIV
AŞK
Sonradan öğrendiğime göre, Sofya İvanovna iyi bir aile kadını olmak için dünyaya gelen, ama talihsizlik yüzünden bu mutluluktan yoksun kalan, eşi az bulunur kadınlardandı. Bu gibi kadınlar, kendilerine bir yuva kurmak nasip olmayan, kocalarıyla çocukları için yüreklerinde saklayıp besledikleri sevgiyi birdenbire bağlandıkları kimselere açmaya başlarlar. Bu gibi yaşı geçkin kızlarda bu sevgi kaynağı öyle doludur ki, hoşlandıkları insanların sayısı çok olduğu halde, sevgileri yakınlarındakilere, bütün yaşamları boyunca karşılaştıkları bütün iyi ve kötü insanlara yeter.
Sevginin üç türü vardır:
1. Güzel sevgi,
2. Özverili sevgi,
3. Eylemli sevgi.
Bir genç erkeğin bir genç kıza ya da bir genç kızın bir genç erkeğe beslediği aşktan söz etmiyorum; aşkın bu inceliklerinden korkuyorum. Yaşamda o denli talihsiz oldum ki, böyle aşklarda gerçekten tek bir kıvılcımı bulunmayan yalandan başka bir şey göremedim; hem öyle bir yalan ki, içinde tutkunun, karı koca ilişkilerinin, paranın, bir kimseye bağlanmak ya da özgür kalma isteğinin birbirine karışmasından, asıl aşkı seçmek olanaksız olur. İşte böyle bir aşktan değil de kardeş sevgisinden, yani bir insanın anaya babaya, kardeşe, çocuğa, arkadaşa, yurttaşa beslediği duygudan söz ediyorum. Yüreklerinde böyle bir duygusu olanların, bu duyguyu bir kişiye ya da birçok kimseye beslemeleri, özyapılarının zayıf ya da güçlü olmasına bağlıdır.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Genclik yillarim - 07
  • Parts
  • Genclik yillarim - 01
    Total number of words is 3070
    Total number of unique words is 1838
    32.4 of words are in the 2000 most common words
    46.7 of words are in the 5000 most common words
    54.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 02
    Total number of words is 3015
    Total number of unique words is 1715
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    49.7 of words are in the 5000 most common words
    57.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 03
    Total number of words is 3210
    Total number of unique words is 1737
    34.2 of words are in the 2000 most common words
    46.9 of words are in the 5000 most common words
    53.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 04
    Total number of words is 3388
    Total number of unique words is 1744
    35.1 of words are in the 2000 most common words
    47.9 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 05
    Total number of words is 3379
    Total number of unique words is 1665
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    48.7 of words are in the 5000 most common words
    56.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 06
    Total number of words is 3275
    Total number of unique words is 1742
    33.3 of words are in the 2000 most common words
    48.3 of words are in the 5000 most common words
    55.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 07
    Total number of words is 3257
    Total number of unique words is 1790
    33.5 of words are in the 2000 most common words
    45.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 08
    Total number of words is 3298
    Total number of unique words is 1729
    36.0 of words are in the 2000 most common words
    50.3 of words are in the 5000 most common words
    58.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 09
    Total number of words is 3157
    Total number of unique words is 1778
    30.4 of words are in the 2000 most common words
    44.4 of words are in the 5000 most common words
    52.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 10
    Total number of words is 3309
    Total number of unique words is 1814
    33.8 of words are in the 2000 most common words
    48.3 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 11
    Total number of words is 3253
    Total number of unique words is 1826
    33.1 of words are in the 2000 most common words
    46.8 of words are in the 5000 most common words
    54.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 12
    Total number of words is 2860
    Total number of unique words is 1571
    33.9 of words are in the 2000 most common words
    46.3 of words are in the 5000 most common words
    53.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 13
    Total number of words is 3304
    Total number of unique words is 1779
    33.3 of words are in the 2000 most common words
    45.8 of words are in the 5000 most common words
    53.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 14
    Total number of words is 1511
    Total number of unique words is 978
    37.0 of words are in the 2000 most common words
    51.0 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.