Genclik yillarim - 14
Total number of words is 1511
Total number of unique words is 978
37.0 of words are in the 2000 most common words
51.0 of words are in the 5000 most common words
57.9 of words are in the 8000 most common words
Arabaları tuttuk, eri de alarak yola koyulduk. Nöbetçi başçavuş, bizi önce kışlaya sokmak istemediyse de, Zuhin, nasılsa onu kandırdı ve pusulayı getiren er hepimizi, kandille hafifçe aydınlatılmış, iki taraflı ranzalarda tıraşlı başları, sırtlarında boz kaputlarıyla kimi oturmuş, kimi de yatmış bir durumda, yeni askere alınmış kimselerin bulunduğu büyük yatakhaneye getirdi. Kışlaya girer girmez karşılaştığım çok ağır koku ve yüzlerce insanın horlaması tuhafıma gitti; kılavuzumuz ve ranzaların arasından sert adımlarıyla hepimizin önünde giden Zuhin'in arkasından ilerlerken, ranzalarda yatan her erin durumuna heyecanla bakıyor ve Semyonov'un hatırımda kalan, hemen hemen kırlaşmış saçları, renksiz dudakları, tutkuyla parlayan gözleriyle yüzünü, kaslı vücudunu onlara benzeterek arıyordum. Koğuşun bir ucunda, koyu renkte yağ dolu toprak bir kap içinde oturtulmuş dumanlar çıkararak çoktan beri yanmakta olan sarkık fitilli son kandilin durduğu köşede, Zuhin adımlarını yavaşlatarak birdenbire durdu.
Ötekiler gibi alnının üstü kazınmış; sırtında kalın er çamaşırı, omzuna atılmış boz kaputuyla ayaklarını toplayıp ranzada oturmuş bir şeyler yiyip yanındakiyle konuşan bir ere:
- Nasılsın Semyonov? dedi.
Bu Semyonov'du, kır saçları makineyle iyice kazındığından, alnının üst tarafı gömgök gözüküyordu; yüzünde de her zamanki somurtkan, canlı anlatım vardı. Bakışlarım onu incitir korkusuyla başka yerlere bakıyordum. Sanırım benim gibi düşünen Operov da herkesin arkasında duruyordu. Semyonov, her zamanki gibi kendisine has kesik tümcelerle Zuhin'in ve bizim hatırımızı sormaya başlayınca, sesinin ezgisi hepimizi ferahlattı. Öne çıkıp ben elimi, Operov da tahtasını uzatmakta acele ederken, Semyonov bizden daha çabuk davranarak kocaman esmer elini uzattı. Böylelikle ona onur veriyormuş gibi bir konuma düşmekten bizi kurtardı. Her zaman konuştuğu, o isteksiz ve dingin bir sesle, "Nasılsın Zuhin, geldiğin için teşekkür ederim. Siz de hoş geldiniz çocuklar, oturun bakalım," dedi. Sonra da biraz önce konuşup yemek yediği ere dönerek, "Kudriyaşka, biraz bu yana çekil, seninle daha sonra konuşuruz," dedikten sonra, "Otursanıza," diye ekledi ve "Eee Zuhin, durumuma şaştın, değil mi?" diye sordu. Ama Zuhin, doktorun bir hasta yatağına oturmasına benzer bir tavırla yanına oturarak, "Yaptıklarının hiçbirine şaşmam, belki sınavlara gelmiş olsaydın o zaman şaşardım; ya, öyle işte," diye yanıtladı; sonra, "Anlat bakalım şimdi, nerelerdeydin, bunlar nasıl oldu?" diye sordu. Semyonov, gür sesiyle, "Nerelerde miydim? Lokantalarda, meyhanelerde ve bunlara benzer yerlerde," dedikten sonra bize döndü: "Çocuklar otursanıza, burası geniş; hepimiz sığarız." Solundaki ranzanın üzerine uzanmış ve tembel bir merakla bizi seyreden bir eri, bir an için beyaz dişlerini göstererek, buyruk verir gibi, "Hey, ayaklarını toplasana!" diye uyardı ve "İşte, hovardalık ediyordum; hem iyi hem kötü," diye sürdürdü konuşmasını. Bu kesik cümleleri söylerken yüzündeki canlı anlatım her an değişiyordu: "Tüccarla olan sorunumu biliyorsun: Öldü kerata. Üniversiteden kovulacaktım. Elde avuçta olan bütün paraları har vurup harman savurdum. Bunlar bir şey değil; işin kötüsü, gırtlağıma dek borçlandım; hem de nasıl kimselere... Ödeyecek param yoktu. Sözün kısası, işte böyle..." "Peki, asker olmak da aklına nereden esti?" diye soran Zuhin'e, "Bir gün, Stojenka'daki Yaroslavi Meyhanesi'ni biliyorsun ya, işte orada, tüccarlardan biriyle içip eğleniyorduk. Bu tüccarın işi gücü para karşılığında er toplamakmış; ben de ona, 'Bin ruble verirsen asker olurum,' dedim, oldum da," diye yanıt verdi. Zuhin ona, "Peki senin soyluluğun da var, bunu nasıl yaptın?" dediyse de, o, "Bunların hepsi boş, Kiril İvanoviç hepsini kitabına uydurdu," diye yanıtladı. "Bu Kiril İvanoviç dediğin de kim?" "Kim olacak, beni satın alan adam işte!" (Bunları söylerken, gözleri sanki gülüyormuş gibi tuhaf ve alaylı alaylı parladı.) "Senato'dan izin bile çıkardılar. Biraz daha eğlendim, borçları ödedim, ondan sonra da haydi askerliğe. Hepsi bu kadar. Nasıl olsa dayak atamazlar... beş rublem var. İlerde belki bir savaş..." diye sözü bitirdi.
Sonra yüzünün anlatımını durmadan değiştirerek, kıvılcımlı gözleriyle bakıp Zuhin'e tuhaf ve akıl almaz serüvenlerini anlatmaya başladı.
Artık kışlada daha çok kalamayacağımızdan, esenleşmeye başladık. O, elini uzatarak ayrı ayrı ellerimizi sıktı ve bizi geçirmek için ayağa kalkmaksızın, oturduğu yerden, "Yine uğrayın çocuklar, söylediklerine bakılırsa, bizi ancak gelecek ay gönderecekler," dedi ve yine yüzü gülümser gibi oldu. Ama Zuhin, birkaç adım yürüdükten sonra, geri döndü. Onların esenleşmesini görmek istiyordum. Onun için biraz durakladım. Zuhin'in cebinden para çıkarıp ona uzattığını, Semyonov'un da kabul etmeyerek eliyle ittiğini ve sonra da öpüştüklerini gördüm. Zuhin'in, bize yaklaşırken, oldukça gür bir sesle, "Hoşça kal aslanım, sanırım ben daha üniversiteyi bitirmeden sen subay olursun!" diye bağırdığını duydum. Hiçbir zaman gülmeyen Semyonov, yanıt olarak, alışık olmadığımız çınlayan bir kahkaha atıverdi. Bu kahkaha içimi parçaladı. Ayrıldık.
Eve giderken yolda, Zuhin hiç konuşmadı; parmağıyla burnunun ya bir yanını, ya da öbür yanını tutarak durmadan hafifçe sümkürdü. Eve döner dönmez, bizi bırakıp çıktı ve o günden ta sınavların başlamasına dek durmadan içti.
XLV
ÇAKIYORUM
Sonunda "diferansiyel integral" dersiyle başlayan ilk sınav günü geldi. Oysa ben, hâlâ sisler içinde geziyormuş gibi, beni bekleyen şeylerin önemini kavrayamıyordum. Akşamları Zuhin'in ve öteki arkadaşların toplantısından döndükten sonra, ilkelerimde kimi iyi olmayan yönler bulunduğunu ve bazı kanılarımı da değiştirmem gerektiğini düşünüyordum. Ama, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, yeniden comme il faut oluyor ve bundan çok hoşnut olarak, hiçbir değişiklik gereksinmesi duymuyordum.
İşte ilk sınava geldiğimde, böyle bir ruh durumundaydım. Prenslerin, kontların, baronların bulunduğu bölümde bir sıraya oturup kendileriyle Fransızca konuşmaya başladım. (Söylemesi biraz garip olacak ama, biraz sonra hiç bilmediğim bir dersten sınava gireceğimi aklıma bile getirmiyordum.) Sınav sırası gelenlere soğukkanlılıkla bakıyor ve kimileriyle alay edecek denli ileri bile gidiyordum.
Sınavını verip dönen İlinka'ya:
- Eee Grap, dedim, epeyce heyecan geçirmiş olmalısınız...
Üniversiteye girdi gireli, üzerinde kurduğum egemenliğe artık başkaldırarak benimle konuşurken gülümsemeyen ve bana düşman gibi bakan İlinka:
- Biraz sonra sizi de göreceğiz, dedi.
Durumuma karşı belirttiği kuşku, bir an için beni korkuttu ama yanıt olarak yalnızca gülümsedim. Biraz sonra, içinde bulunduğum dumanlı hava, bu duygumu dağıttı ve ben eskisi gibi dikkatsiz, ilgisiz olarak oturmaya başladım; (sanki çok önemsiz bir şeymiş gibi) sınavdan çıktıktan sonra Matern'e gidip bir şeyler yemek için Baron Z.'ye söz bile verdim. İkonin'le birlikte çağırıldığımız zaman, üniformamın eteklerini düzelterek, büyük bir soğukkanlılıkla sınav masasına yaklaştım ve ancak giriş sınavlarında bana soru sormuş olan genç profesör yüzüme baktığı ve elim soru kâğıtlarına değdiği anda, korkudan doğan soğuk bir ürperme duydum. İkonin, önceki sınavlarda yaptığı gibi, bütün vücuduyla sallanarak soru kâğıdını çektiyse de, kötü olmasına karşın yine de bir şeyler söyleyebildi; bana gelince, onun ilk sınavlarda yaptığını, daha da kötüsünü yaptım. Çünkü, ikinci bir soru kâğıdı çektiğim halde, yine tek bir sözcük söyleyemedim. Profesör acınarak yüzüme baktı ve hafif ama kesin bir sesle:
- Mösyö İrteniyev, ikinci sınıfa geçemeyeceksiniz; sınavlara girmekten vazgeçseniz daha iyi edersiniz. Fakülteyi ayıklamalı, dedi ve, siz de Mösyö İkonin, diye ekledi.
İkonin sadaka dilenir gibi, bir kez daha sınava girmek için yalvardıysa da, profesör bir yılda yapamadığı dersi iki gün içinde yetiştiremeyeceğini ve sınıfı geçemeyeceğini söyledi. İkonin yeniden küçülerek acıklı bir tavırla yalvardı; profesör yine geri çevirdi ve aynı hafif ama kesin sesiyle:
- Gidebilirsiniz efendim! dedi.
Ancak bu sözlerden sonra masadan ayrılabildim; İkonin'in küçülerek yalvardığı sırada benim de yanında bulunuşumdan, onun yalvarmalarına katılmışım gibi utanıyordum. Öğrencilerin arasından geçip salona nasıl geldiğimi, sorulara nasıl yanıtlar verdiğimi, girişi nasıl geçtiğimi ve eve nasıl vardığımı anımsamıyorum. Aşağılanmış, küçülmüş ve tam anlamıyla mutsuz olmuştum.
Üç gün odamdan çıkmadım, kimselerle görüşmedim ve çocukluğumda olduğu gibi avuntuyu gözyaşlarımda bularak ağladım, ağladım. İlerde kendimi vurmak için içimde bir istek uyanırsa, bunu yapmak için şimdiden bir tabanca aramaya başladım. İlinka Grap'la karşılaştığımızda yüzüme tüküreceğini, bunu yapmaya hakkı olduğunu; Operov'un benim yıkımımdan sevinç duyduğunu ve bunu herkese anlattığını; Kolpikov'un Yar Lokantası'nda beni rezil etmekte çok haklı olduğunu; Prenses Kornakov'la konuşurken söylediğim saçmalardan başka bir sonuç çıkamayacağını... düşünüyordum. Yaşamımın en ağır ve onurumun en çok kırıldığı dakikaları birbiri ardınca başımda sıralanıyordu. Yıkımımın nedenini birine yüklemek istiyordum. Bunu, birinin bile bile yaptığını, bana karşı hazırlanmış büyük bir dolap olduğunu kuruyordum. Profesörlerle arkadaşlarıma, Volodya'ya, Dimitri'ye ve beni üniversiteye veren babama bile kızıp söyleniyordum. Bana böyle yüzkarası günler gösteren talihe ilençler yağdırıyordum. Beni tanıyanların gözünde tümüyle hiçleştiğimi duyumsayarak süvari alayına yazılmak ya da Kafkasya'ya gitmek için babamdan izin istedim. Babam benden hiç hoşnut değildi, ama büyük üzüntümü görüp durumumun (çok kötü olmasına karşın) başka bir fakülteye geçmekle düzelebileceğini söyledi. Yıkımımda bir olağandışılık görmeyen Volodya da, fakülte değiştirmekle hiç olmazsa yeni arkadaşlar arasında utanmayacağımı söylüyordu.
Evdeki hanımlar, sınavların ne demek olduğunu ve sınıfta çakmanın anlamını ya anlamak istemiyorlardı ya da anlayamıyorlardı. Yalnızca benim üzüntümü görerek durumuma acıyorlardı.
Dimitri her gün bana geliyor, yanımda kaldığı sürece çok sevecen, çok uysal görünüyordu; benden soğumuş gibi geliyordu bana. Yukarı çıkıp, bir doktor ağır hastasının yanına nasıl gelirse, bana öylece yaklaşarak sessizce oturmasıyla beni incitiyor, kırıyordu. Sofya İvanovna ile Varenka, kendilerine daha önce okumak istediğimi söylediğim kitapları göndererek beni evlerine çağırdılar; ama ben, çok düşmüş bir insana karşı gösterilen bu ilgide, onurumu kıran ve beni inciten bir hoşgörürlük seziyordum. İki üç gün sonra biraz kendime geldiysem de, köye doğru yola koyulduğumuz güne dek evden çıkmadım ve durmadan yıkımımı düşünerek hiçbir şeyle uğraşmadan, evdekilerle karşılaşmamak çabasıyla odadan odaya dolaştım.
Düşündüm, taşındım; sonunda bir gün, akşamın geç saatinde Avdotya Vasilyevna'nın çaldığı valsi dinleyerek aşağıda otururken birdenbire ayağa kalktım, yukarı çıktım ve üstünde "Yaşamımın Kuralları" yazılı olan defteri çıkardım, açtım ve birden, içimde bir pişmanlıkla ruhsal bir uyanış duyumsadım. Ağlamaya başladım; ama bu kez bunlar umutsuzluğun gözyaşları değildi. Kendime geldikten sonra, yeniden yaşam kurallarımı yazmaya karar verdim; bundan sonra artık kötü davranışlarda bulunmayacağıma, bir dakikayı bile boş geçirmeyeceğime; kurallarıma hiç ihanet etmeyeceğime inanıyordum.
Bu manevi atılımın ne kadar sürdüğünü, ne olacağını ve benim manevi gelişmemin hangi yeni temellere dayandığını, bundan sonra daha mutlu geçen gençliğimin ikinci yarısında anlatacağım.
Ötekiler gibi alnının üstü kazınmış; sırtında kalın er çamaşırı, omzuna atılmış boz kaputuyla ayaklarını toplayıp ranzada oturmuş bir şeyler yiyip yanındakiyle konuşan bir ere:
- Nasılsın Semyonov? dedi.
Bu Semyonov'du, kır saçları makineyle iyice kazındığından, alnının üst tarafı gömgök gözüküyordu; yüzünde de her zamanki somurtkan, canlı anlatım vardı. Bakışlarım onu incitir korkusuyla başka yerlere bakıyordum. Sanırım benim gibi düşünen Operov da herkesin arkasında duruyordu. Semyonov, her zamanki gibi kendisine has kesik tümcelerle Zuhin'in ve bizim hatırımızı sormaya başlayınca, sesinin ezgisi hepimizi ferahlattı. Öne çıkıp ben elimi, Operov da tahtasını uzatmakta acele ederken, Semyonov bizden daha çabuk davranarak kocaman esmer elini uzattı. Böylelikle ona onur veriyormuş gibi bir konuma düşmekten bizi kurtardı. Her zaman konuştuğu, o isteksiz ve dingin bir sesle, "Nasılsın Zuhin, geldiğin için teşekkür ederim. Siz de hoş geldiniz çocuklar, oturun bakalım," dedi. Sonra da biraz önce konuşup yemek yediği ere dönerek, "Kudriyaşka, biraz bu yana çekil, seninle daha sonra konuşuruz," dedikten sonra, "Otursanıza," diye ekledi ve "Eee Zuhin, durumuma şaştın, değil mi?" diye sordu. Ama Zuhin, doktorun bir hasta yatağına oturmasına benzer bir tavırla yanına oturarak, "Yaptıklarının hiçbirine şaşmam, belki sınavlara gelmiş olsaydın o zaman şaşardım; ya, öyle işte," diye yanıtladı; sonra, "Anlat bakalım şimdi, nerelerdeydin, bunlar nasıl oldu?" diye sordu. Semyonov, gür sesiyle, "Nerelerde miydim? Lokantalarda, meyhanelerde ve bunlara benzer yerlerde," dedikten sonra bize döndü: "Çocuklar otursanıza, burası geniş; hepimiz sığarız." Solundaki ranzanın üzerine uzanmış ve tembel bir merakla bizi seyreden bir eri, bir an için beyaz dişlerini göstererek, buyruk verir gibi, "Hey, ayaklarını toplasana!" diye uyardı ve "İşte, hovardalık ediyordum; hem iyi hem kötü," diye sürdürdü konuşmasını. Bu kesik cümleleri söylerken yüzündeki canlı anlatım her an değişiyordu: "Tüccarla olan sorunumu biliyorsun: Öldü kerata. Üniversiteden kovulacaktım. Elde avuçta olan bütün paraları har vurup harman savurdum. Bunlar bir şey değil; işin kötüsü, gırtlağıma dek borçlandım; hem de nasıl kimselere... Ödeyecek param yoktu. Sözün kısası, işte böyle..." "Peki, asker olmak da aklına nereden esti?" diye soran Zuhin'e, "Bir gün, Stojenka'daki Yaroslavi Meyhanesi'ni biliyorsun ya, işte orada, tüccarlardan biriyle içip eğleniyorduk. Bu tüccarın işi gücü para karşılığında er toplamakmış; ben de ona, 'Bin ruble verirsen asker olurum,' dedim, oldum da," diye yanıt verdi. Zuhin ona, "Peki senin soyluluğun da var, bunu nasıl yaptın?" dediyse de, o, "Bunların hepsi boş, Kiril İvanoviç hepsini kitabına uydurdu," diye yanıtladı. "Bu Kiril İvanoviç dediğin de kim?" "Kim olacak, beni satın alan adam işte!" (Bunları söylerken, gözleri sanki gülüyormuş gibi tuhaf ve alaylı alaylı parladı.) "Senato'dan izin bile çıkardılar. Biraz daha eğlendim, borçları ödedim, ondan sonra da haydi askerliğe. Hepsi bu kadar. Nasıl olsa dayak atamazlar... beş rublem var. İlerde belki bir savaş..." diye sözü bitirdi.
Sonra yüzünün anlatımını durmadan değiştirerek, kıvılcımlı gözleriyle bakıp Zuhin'e tuhaf ve akıl almaz serüvenlerini anlatmaya başladı.
Artık kışlada daha çok kalamayacağımızdan, esenleşmeye başladık. O, elini uzatarak ayrı ayrı ellerimizi sıktı ve bizi geçirmek için ayağa kalkmaksızın, oturduğu yerden, "Yine uğrayın çocuklar, söylediklerine bakılırsa, bizi ancak gelecek ay gönderecekler," dedi ve yine yüzü gülümser gibi oldu. Ama Zuhin, birkaç adım yürüdükten sonra, geri döndü. Onların esenleşmesini görmek istiyordum. Onun için biraz durakladım. Zuhin'in cebinden para çıkarıp ona uzattığını, Semyonov'un da kabul etmeyerek eliyle ittiğini ve sonra da öpüştüklerini gördüm. Zuhin'in, bize yaklaşırken, oldukça gür bir sesle, "Hoşça kal aslanım, sanırım ben daha üniversiteyi bitirmeden sen subay olursun!" diye bağırdığını duydum. Hiçbir zaman gülmeyen Semyonov, yanıt olarak, alışık olmadığımız çınlayan bir kahkaha atıverdi. Bu kahkaha içimi parçaladı. Ayrıldık.
Eve giderken yolda, Zuhin hiç konuşmadı; parmağıyla burnunun ya bir yanını, ya da öbür yanını tutarak durmadan hafifçe sümkürdü. Eve döner dönmez, bizi bırakıp çıktı ve o günden ta sınavların başlamasına dek durmadan içti.
XLV
ÇAKIYORUM
Sonunda "diferansiyel integral" dersiyle başlayan ilk sınav günü geldi. Oysa ben, hâlâ sisler içinde geziyormuş gibi, beni bekleyen şeylerin önemini kavrayamıyordum. Akşamları Zuhin'in ve öteki arkadaşların toplantısından döndükten sonra, ilkelerimde kimi iyi olmayan yönler bulunduğunu ve bazı kanılarımı da değiştirmem gerektiğini düşünüyordum. Ama, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, yeniden comme il faut oluyor ve bundan çok hoşnut olarak, hiçbir değişiklik gereksinmesi duymuyordum.
İşte ilk sınava geldiğimde, böyle bir ruh durumundaydım. Prenslerin, kontların, baronların bulunduğu bölümde bir sıraya oturup kendileriyle Fransızca konuşmaya başladım. (Söylemesi biraz garip olacak ama, biraz sonra hiç bilmediğim bir dersten sınava gireceğimi aklıma bile getirmiyordum.) Sınav sırası gelenlere soğukkanlılıkla bakıyor ve kimileriyle alay edecek denli ileri bile gidiyordum.
Sınavını verip dönen İlinka'ya:
- Eee Grap, dedim, epeyce heyecan geçirmiş olmalısınız...
Üniversiteye girdi gireli, üzerinde kurduğum egemenliğe artık başkaldırarak benimle konuşurken gülümsemeyen ve bana düşman gibi bakan İlinka:
- Biraz sonra sizi de göreceğiz, dedi.
Durumuma karşı belirttiği kuşku, bir an için beni korkuttu ama yanıt olarak yalnızca gülümsedim. Biraz sonra, içinde bulunduğum dumanlı hava, bu duygumu dağıttı ve ben eskisi gibi dikkatsiz, ilgisiz olarak oturmaya başladım; (sanki çok önemsiz bir şeymiş gibi) sınavdan çıktıktan sonra Matern'e gidip bir şeyler yemek için Baron Z.'ye söz bile verdim. İkonin'le birlikte çağırıldığımız zaman, üniformamın eteklerini düzelterek, büyük bir soğukkanlılıkla sınav masasına yaklaştım ve ancak giriş sınavlarında bana soru sormuş olan genç profesör yüzüme baktığı ve elim soru kâğıtlarına değdiği anda, korkudan doğan soğuk bir ürperme duydum. İkonin, önceki sınavlarda yaptığı gibi, bütün vücuduyla sallanarak soru kâğıdını çektiyse de, kötü olmasına karşın yine de bir şeyler söyleyebildi; bana gelince, onun ilk sınavlarda yaptığını, daha da kötüsünü yaptım. Çünkü, ikinci bir soru kâğıdı çektiğim halde, yine tek bir sözcük söyleyemedim. Profesör acınarak yüzüme baktı ve hafif ama kesin bir sesle:
- Mösyö İrteniyev, ikinci sınıfa geçemeyeceksiniz; sınavlara girmekten vazgeçseniz daha iyi edersiniz. Fakülteyi ayıklamalı, dedi ve, siz de Mösyö İkonin, diye ekledi.
İkonin sadaka dilenir gibi, bir kez daha sınava girmek için yalvardıysa da, profesör bir yılda yapamadığı dersi iki gün içinde yetiştiremeyeceğini ve sınıfı geçemeyeceğini söyledi. İkonin yeniden küçülerek acıklı bir tavırla yalvardı; profesör yine geri çevirdi ve aynı hafif ama kesin sesiyle:
- Gidebilirsiniz efendim! dedi.
Ancak bu sözlerden sonra masadan ayrılabildim; İkonin'in küçülerek yalvardığı sırada benim de yanında bulunuşumdan, onun yalvarmalarına katılmışım gibi utanıyordum. Öğrencilerin arasından geçip salona nasıl geldiğimi, sorulara nasıl yanıtlar verdiğimi, girişi nasıl geçtiğimi ve eve nasıl vardığımı anımsamıyorum. Aşağılanmış, küçülmüş ve tam anlamıyla mutsuz olmuştum.
Üç gün odamdan çıkmadım, kimselerle görüşmedim ve çocukluğumda olduğu gibi avuntuyu gözyaşlarımda bularak ağladım, ağladım. İlerde kendimi vurmak için içimde bir istek uyanırsa, bunu yapmak için şimdiden bir tabanca aramaya başladım. İlinka Grap'la karşılaştığımızda yüzüme tüküreceğini, bunu yapmaya hakkı olduğunu; Operov'un benim yıkımımdan sevinç duyduğunu ve bunu herkese anlattığını; Kolpikov'un Yar Lokantası'nda beni rezil etmekte çok haklı olduğunu; Prenses Kornakov'la konuşurken söylediğim saçmalardan başka bir sonuç çıkamayacağını... düşünüyordum. Yaşamımın en ağır ve onurumun en çok kırıldığı dakikaları birbiri ardınca başımda sıralanıyordu. Yıkımımın nedenini birine yüklemek istiyordum. Bunu, birinin bile bile yaptığını, bana karşı hazırlanmış büyük bir dolap olduğunu kuruyordum. Profesörlerle arkadaşlarıma, Volodya'ya, Dimitri'ye ve beni üniversiteye veren babama bile kızıp söyleniyordum. Bana böyle yüzkarası günler gösteren talihe ilençler yağdırıyordum. Beni tanıyanların gözünde tümüyle hiçleştiğimi duyumsayarak süvari alayına yazılmak ya da Kafkasya'ya gitmek için babamdan izin istedim. Babam benden hiç hoşnut değildi, ama büyük üzüntümü görüp durumumun (çok kötü olmasına karşın) başka bir fakülteye geçmekle düzelebileceğini söyledi. Yıkımımda bir olağandışılık görmeyen Volodya da, fakülte değiştirmekle hiç olmazsa yeni arkadaşlar arasında utanmayacağımı söylüyordu.
Evdeki hanımlar, sınavların ne demek olduğunu ve sınıfta çakmanın anlamını ya anlamak istemiyorlardı ya da anlayamıyorlardı. Yalnızca benim üzüntümü görerek durumuma acıyorlardı.
Dimitri her gün bana geliyor, yanımda kaldığı sürece çok sevecen, çok uysal görünüyordu; benden soğumuş gibi geliyordu bana. Yukarı çıkıp, bir doktor ağır hastasının yanına nasıl gelirse, bana öylece yaklaşarak sessizce oturmasıyla beni incitiyor, kırıyordu. Sofya İvanovna ile Varenka, kendilerine daha önce okumak istediğimi söylediğim kitapları göndererek beni evlerine çağırdılar; ama ben, çok düşmüş bir insana karşı gösterilen bu ilgide, onurumu kıran ve beni inciten bir hoşgörürlük seziyordum. İki üç gün sonra biraz kendime geldiysem de, köye doğru yola koyulduğumuz güne dek evden çıkmadım ve durmadan yıkımımı düşünerek hiçbir şeyle uğraşmadan, evdekilerle karşılaşmamak çabasıyla odadan odaya dolaştım.
Düşündüm, taşındım; sonunda bir gün, akşamın geç saatinde Avdotya Vasilyevna'nın çaldığı valsi dinleyerek aşağıda otururken birdenbire ayağa kalktım, yukarı çıktım ve üstünde "Yaşamımın Kuralları" yazılı olan defteri çıkardım, açtım ve birden, içimde bir pişmanlıkla ruhsal bir uyanış duyumsadım. Ağlamaya başladım; ama bu kez bunlar umutsuzluğun gözyaşları değildi. Kendime geldikten sonra, yeniden yaşam kurallarımı yazmaya karar verdim; bundan sonra artık kötü davranışlarda bulunmayacağıma, bir dakikayı bile boş geçirmeyeceğime; kurallarıma hiç ihanet etmeyeceğime inanıyordum.
Bu manevi atılımın ne kadar sürdüğünü, ne olacağını ve benim manevi gelişmemin hangi yeni temellere dayandığını, bundan sonra daha mutlu geçen gençliğimin ikinci yarısında anlatacağım.
You have read 1 text from Turkish literature.
- Parts
- Genclik yillarim - 01Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 3070Total number of unique words is 183832.4 of words are in the 2000 most common words46.7 of words are in the 5000 most common words54.6 of words are in the 8000 most common words
- Genclik yillarim - 02Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 3015Total number of unique words is 171535.3 of words are in the 2000 most common words49.7 of words are in the 5000 most common words57.5 of words are in the 8000 most common words
- Genclik yillarim - 03Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 3210Total number of unique words is 173734.2 of words are in the 2000 most common words46.9 of words are in the 5000 most common words53.9 of words are in the 8000 most common words
- Genclik yillarim - 04Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 3388Total number of unique words is 174435.1 of words are in the 2000 most common words47.9 of words are in the 5000 most common words55.1 of words are in the 8000 most common words
- Genclik yillarim - 05Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 3379Total number of unique words is 166534.9 of words are in the 2000 most common words48.7 of words are in the 5000 most common words56.8 of words are in the 8000 most common words
- Genclik yillarim - 06Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 3275Total number of unique words is 174233.3 of words are in the 2000 most common words48.3 of words are in the 5000 most common words55.7 of words are in the 8000 most common words
- Genclik yillarim - 07Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 3257Total number of unique words is 179033.5 of words are in the 2000 most common words45.1 of words are in the 5000 most common words53.7 of words are in the 8000 most common words
- Genclik yillarim - 08Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 3298Total number of unique words is 172936.0 of words are in the 2000 most common words50.3 of words are in the 5000 most common words58.2 of words are in the 8000 most common words
- Genclik yillarim - 09Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 3157Total number of unique words is 177830.4 of words are in the 2000 most common words44.4 of words are in the 5000 most common words52.0 of words are in the 8000 most common words
- Genclik yillarim - 10Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 3309Total number of unique words is 181433.8 of words are in the 2000 most common words48.3 of words are in the 5000 most common words55.1 of words are in the 8000 most common words
- Genclik yillarim - 11Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 3253Total number of unique words is 182633.1 of words are in the 2000 most common words46.8 of words are in the 5000 most common words54.0 of words are in the 8000 most common words
- Genclik yillarim - 12Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 2860Total number of unique words is 157133.9 of words are in the 2000 most common words46.3 of words are in the 5000 most common words53.9 of words are in the 8000 most common words
- Genclik yillarim - 13Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 3304Total number of unique words is 177933.3 of words are in the 2000 most common words45.8 of words are in the 5000 most common words53.4 of words are in the 8000 most common words
- Genclik yillarim - 14Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.Total number of words is 1511Total number of unique words is 97837.0 of words are in the 2000 most common words51.0 of words are in the 5000 most common words57.9 of words are in the 8000 most common words