Genclik yillarim - 05

Total number of words is 3379
Total number of unique words is 1665
34.9 of words are in the 2000 most common words
48.7 of words are in the 5000 most common words
56.8 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Dimitri, sonuncu ziyaretlerin gereksiz, dahası, yersiz olduğunu söyleyerek beni vazgeçirmişti; ama öbürlerini kesinlikle bugün yapmalıydım. Bunlar arasında başta gelen ve yanlarında "kesinlikle" işaretini taşıyan ikisi beni korkutuyordu. Orgeneral olan Prens İvan İvanoviç çok zengin, yalnız başına yaşayan yaşlı bir adamdı ve on altı yaşında bir üniversite öğrencisi olduğum için, onunla doğrudan doğruya konuşmaya girişmek bana pek hoş olmayacak gibi geliyordu. İvinler de çok zengindiler; babaları büyükannemin sağlığında evimize ancak bir kez gelen ve yüksek bir toplumsal konumu olan sivil bir generaldi. Büyükannemin ölümünden sonra da, küçük İvin'in benden kaçtığını ve gururlanır gibi olduğunu fark ettim. Büyüğü, duyduğuma göre, Siyasal Bilgiler Okulu'nu bitirmiş ve Petersburg'da bir görev almıştı. Bir zamanlar kendisine taptığım ikincisi, Sergey de, yine Petersburg'da "Pajiskiy korpus"taydı (10); çok büyümüş ve şişmanlamıştı.
Gençliğimde, kendilerini benden üstün tutan kimselerle görüşmekten hoşlanmadığım gibi, onlardan her an aşağılama görme korkusu ve kimseye bağlı olmadığımı gösterme isteği hep tetikte ve uyanık durmamı gerektirdiğinden, bu görüşmeler bana çekilmez bir sıkıntı veriyordu. Bununla birlikte, babamın sonuncu buyruğunu yerine getirmeyeceğim için hiç olmazsa öbürlerini yapmakla bu suçumu kapatmalıydım. Odada hem geziniyor, hem de iskemlede duran giysimi, kılıcımı, şapkamı gözden geçiriyordum. Tam gitmeye hazırlanırken, odaya beni kutlamak için, yanında getirdiği İlinka ile birlikte yaşlı Grap girdi. Baba Grap yılışık, ikiyüzlü, çoğu zaman sarhoş olan Ruslaşmış bir Almandır; bize ancak bir şey rica etmek için gelir, babam onu arada sırada çalışma odasına alırdı, ama bizim sofraya asla oturtulmazdı. İçten görünüşü, karşımızda alçalması, dilenciliği ve evimize olan alışkanlığıyla o denli kaynaşmıştı ki, hepimize karşı olan sahte bağlılığı bir artam sayılıyordu. Nedense ben onu hiç sevmiyor ve o konuşurken, hep onun yerine utanıyordum.
Bu konukların gelmesinden hoşnut olmadım ve bu hoşnutsuzluğumu da saklamaya çalışmadım. İlinka'ya yukardan bakmaya öyle alışıktım ve ona bunu yapmayı öyle haklı buluyordum ki, onun da benim gibi bir üniversite öğrencisi olması ağırıma gidiyordu. Bana öyle geliyordu ki, bu eşitlikten dolayı o benden utanıyordu. Baba ve oğluna karşı soğuk davrandım, yer göstermedim; çünkü bundan hem sıkılıyor, hem ben söylemeden de oturabileceklerini düşünüyordum. Arabamın hazırlanmasını buyurdum. İlinka namuslu, iyi yürekli, akıllı bir gençti. Ama onun, delişmen diyebileceğimiz bazı davranışları vardı. Davranışlarında hep, nedensiz taşkınlıklar görülürdü; ya ağlar, ya güler ya da küçük bir şeyden alınırdı. Sanırım şimdi de alınganlığı üstündeydi. Hiç konuşmuyor, bana, babasına hırsla bakıyor, ancak kendisine bir şey söylediğimiz zaman, yanımızda babasından ötürü duyduğu utangaçlığını ve başka duygularını gizlemeye çalıştığı, kendisine özgü, uysal ve zorlama tavrıyla gülümsüyordu.
Ben giyinirken arkamda dolaşan Grap, büyükannemin andacı olan gümüş tabakayı kalın parmakları arasında saygıyla, yavaş yavaş çevirerek şunları söylüyordu:
- Demek öyle, Nikolay Petroviç; oğlumdan sizin böyle, sınavlarınızı iyi dereceyle verdiğinizi duyunca, zeki olduğunuzu herkes biliyor, hemen sizi kutlamaya koştum. Ben sizi, küçükken omzumda taşıdım; Tanrı bilir ki hepinizi kendi akrabalarım gibi severim. İlinka da birlikte gelmek istedi; o da sizlere çok alışıktır.
O sırada İlinka, üç köşeli şapkamı gözden geçiriyormuş gibi pencere önünde sessizce oturuyor, kendi kendisine hırsla bir şeyler mırıldanıyordu.
Yaşlı adam sözünü sürdürdü:
- Ben de Nikolay Petroviç, size İlinka'nın sınavlarını iyi verip vermediğini sormak istiyordum. Sizinle aynı fakültede olduğunu söylüyor. Ne olur, onu yalnız bırakmayın, ona göz kulak oluverin, dedi.
Ben İlinka'ya şöyle bir bakarak:
- Sınavları çok iyi verdi, dedim.
İlinka, bakışlarımı üzerinde duyumsayınca kızardı ve söylenmeyi kesti.
Yaşlı adam, sanki benden korkuyormuş gibi, çekingen bir tavırla gülümseyerek, her yanına sinmiş olan şarap ve tütün kokusu bir an bile burnumdan gitmeyecek denli beni yakından izleyerek:
- Bugün akşama dek İlinka sizde kalabilir mi? diye sordu.
İkimizi aynı düzeyde görmekten doğan bu durum, benim için çok önemli bir uğraş olan giyinmemi geciktirmesi ve asıl, beni bir türlü bırakmayan o pis içki ve tütün kokusu yüzünden sinirlerimi bozmuştu. Pek soğuk bir edayla, İlinka ile kalamayacağımı, çünkü bütün gün evde olmayacağımı söyledim.
İlinka bana bakmadan gülümseyerek:
- Babacığım, siz sanırım kız kardeşime gitmek istiyordunuz? Benim de bir işim var, dedi.
Ben daha çok kızdım ve utandım. Bu isteği kabul etmemekte kendimi haklı göstermek için, evde kalmayışımın nedenini anlatmaya giriştim. Bugün Prens İvan İvanoviç'e, Prenses Kornakov'a ve toplumda önemli bir konumu olan İvinlere gitmem gerektiğini ve belki de öğle yemeğini de Prenses Nehludovlarda yiyeceğimi söyledim. Böyle saygıdeğer kimselere gideceğimi anlayınca, beni kendileriyle kalmamakta haklı göreceklerini sanıyordum. Gitmek için kalktıkları zaman, İlinka'ya başka bir gün bana uğramasını söyledim. İlinka bir şeyler mırıldanarak gülümser gibi yaptı. Bizim eve bir daha ayak basmayacağı belliydi.
Onların arkasından ben de ziyaretlere gitmek üzere evden çıktım. Yalnız gezmekten sıkıldığım için, daha sabahtan, Volodya'ya benimle birlikte gelmesini rica etmiştim. Ama o, iki kardeşin küçük bir arabada, bir arada gezmesinin pek dokunaklı bir görünüm oluşturacağını ileri sürerek bunu kabul etmemişti.
XVIII
VALAHİNLER
Böylece ziyaretlere yalnız çıktım. İlk gittiğim yer, bize en yakın semt olan Sivtsotv Vrajok'ta oturan Valahinlerdi. Üç yıl oluyordu ki Soniçka'yı görmemiştim. Ona olan aşkım, doğallıkla çoktan sönmüştü; ama içimde bu unutulmuş çocuk aşkının üzünçlü, canlı bir anısı kalmıştı. Bu son üç yıl içinde, onunla ilgili anılarımın öyle güçlü canlandığı dakikalar olmuştu ki, gözyaşları döker ve yeniden âşık olduğumu duyumsardım; ama bu durum ancak birkaç dakika sürer ve çok sonra yinelenirdi.
Soniçka'nın annesiyle birlikte, Avrupa'da iki yıl kalmış olduğunu biliyordum. Bir posta arabasıyla yolculuk ederken bir kaza geçirdiklerini, cam parçalarının Soniçka'nın yüzünü kestiğini, bu yüzden çok çirkinleştiğini duymuştum. Onlara giderken eski Soniçka'yı gözümde canlandırdım; şimdi nasıl bulacağımı düşünüyordum. Onu Avrupa'da iki yıl kaldığı için, nedense çok uzun boylu, ciddi ve ağırbaşlı, son derece çekici göreceğimi sanıyor; yüzünü yara izleriyle çirkinleşmiş olarak gözümün önüne getiremiyordum. Bir zamanlar, ateşli bir âşığın, sevdiği kadının yüzü çiçek hastalığıyla bozulduğu halde, ona bağlı kaldığını anımsadım; ben de Soniçka'ya, yüzü yara izleri taşıdığı halde yine de âşık olduğumu düşünmeye kendimi zorluyor ve bunu bir özveri sayıyor, böylece ona bağlı kalmak istiyordum. Gerçekte, Valahinlerin evine yaklaşırken ona âşık değildim, ama içimdeki eski aşk anılarımı kurcalayarak kendimi âşık olma durumuna hazırlıyor; bunu da çok istiyordum. Çünkü bu alanda, âşık olan bütün arkadaşlarımdan geri kaldığım için onlardan çoktan beri utanıyordum.
Valahinler küçük, temiz ve kapısı bahçeye açılan ahşap bir evde oturuyordu. Kapının, o sıralarda Moskova'da binde bir görülen çıngırağını çaldığım zaman, bana kapıyı temiz giyinmiş bir oğlan çocuğu açtı. Efendilerinin evde olup olmadığını söylemeyi beceremediği ya da istemediği için, beni loş girişte yalnız bıraktı ve daha loş olan koridorda koşarak kayboldu.
Bitişiğindeki koridordan ve dış kapıdan başka kilitli bir kapısı daha olan bu loş odada oldukça uzun zaman yalnız kaldım. Bir yandan bu evin sıkıcı havasına şaşıyor, öte yandan Avrupa'yı gezmiş insanların evlerinin böyle olması gerektiğini düşünüyordum. Beş dakika sonra, aynı çocuk salon kapısını içerden açtı ve beni derli toplu ama zengin olmayan konuk odasına götürdü. Hemen arkamdan, aynı kapıdan Soniçka girdi.
On yedi yaşındaydı. Çok kısa boylu, çok zayıf, sağlıklı olmayan sarımtırak bir yüzü vardı. Yüzünde hiçbir yara izi görünmüyordu. Hafif patlak, çok güzel gözleri, çocukluğumda tanıdığım ve sevdiğim aydın, içten, neşeli gülümsemesi hiç değişmemişti. Onu böyle bulacağımı hiç sanmıyordum. Onun için, yolda hazırladığım duygularımı gösteremedim. Elini, kapının çıngırağı gibi az görülen İngiliz usulü uzattı ve çok içten bir davranışla elimi sıkarak beni divana, yanına oturttu.
Yüzüme dikkatle bakarak:
- Ah... Sevgili Nikola, sizi gördüğüme çok sevindim, dedi.
Bu bakışlarda öyle içten bir hoşnutluk görünüyordu ki, "sevgili Nikola" sözlerinde büyüklük taslamaktan çok bir arkadaşlık duygusu seziliyordu. Şaşırarak gördüm ki, Avrupa gezisinden sonra o, davranışlarında eskisinden daha alçakgönüllü, daha sevimli, daha cana yakındı. Burnunun ve bir kaşının üstünde küçücük iki yara izi gördüm; ama, gülümsemesi, eskisi gibi parlayan olağanüstü gözleri, anılarımda yaşayan aynı gözlerdi.
- Nasıl da değişmişsiniz; tam anlamıyla büyümüşsünüz, dedikten sonra, ya beni nasıl buluyorsunuz? diye sordu.
- Ben sizi asla tanıyamazdım, dedim. Oysa o anda, tam tersine onu hep tanıyabileceğimi düşünüyordum. Kendimi, beş yıl önce büyükannemin balosunda onunla oyun oynarken bulunduğum o gamsız, neşeli ruh durumu içinde duyumsuyordum.
Bir baş sallayışıyla saçını düzelterek:
- Nasıl, çok mu çirkinleşmişim? diye sordu.
Ben hızlı hızlı:
- Hayır asla; biraz büyümüş, olgunlaşmışsınız; ama tam tersine, diye yanıt verirken sözümü kesti:
- Neyse, onu bırakalım, siz danslarımızı, oyunlarımızı, St. Jérôme'u, Madam Dorat'yı anımsıyor musunuz? (Madam Dorat'yı falan anımsamıyordum. Sanırım, çocukluk anılarına dalarak kişileri karıştırıyordu.) "Ah ne iyi günlerdi o günler," diye konuşmasını sürdürürken, ben anılarımda yaşayan o eski çekici gülümsemeyi, daha da güzelini, parlayan aynı gözleri karşımda görüyordum. Soniçka konuşurken kendi durumumu düşündüm; o anda ona âşık olduğumu kendi kendime açıkça söyledim. O anda hoş, gamsız durumum birden yok oldu ve çevremi; onun gözlerini, gülümsemesini örten bir duman bürüdü; bir şeyden utanır gibi oldum, kızardım ve konuşma yeteneğimi yitirdim.
O, kaşlarını kaldırıp göğüs geçirdikten sonra:
- Şimdi eskisi gibi değil, her şey kötüleşti; biz bile... Öyle değil mi, Nikola? dedi.
Ben yanıt vermeden, susarak ona bakıyordum. O şaşkın, kızarmış yüzümü merakla süzerek:
- O günkü İvinler, Kornakovlar nerede acaba? Ne iyi günlerdi o günler, diye sözünü sürdürdü.
Ben gene bir yanıt veremedim.
Yaşlı bayan Valahin'in odaya girmesi, beni bu güç durumdan bir zaman için kurtardı.
Yerimden kalkarak selam verdim ve yeniden konuşma yeteneğimi elde ettim. Bununla birlikte, annesinin içeri girmesiyle Soniçka'da tuhaf bir değişiklik oldu. Bütün neşesi, içtenliği bir anda yitip gitti. Öyle ki, gülümsemesi bile değişti; biraz önce, boyu dışında, düşlemlediğim, Avrupa'dan dönmüş bir genç kız tavrını takındı. Görünürde böyle bir değişmenin nedeni yoktu. Çünkü eskisi gibi gülümsüyordu, davranışlarında eskisi gibi bir uysallık vardı. Bayan Valahin büyük bir koltuğa oturdu ve bana da yanında yer gösterdi. Kızına İngilizce bir şeyler söyledi. Soniçka hemen dışarı çıktı. Biraz içim açıldı. Bayan Valahin babamın akrabalarını, kardeşini sordu; sonra kocasını yitirdiğinden dolayı duyduğu üzüntüyü anlattı; en sonra benimle artık konuşacak bir şey kalmadığını sezerek, "Şu anda kalkıp selam verir gidersen çok iyi edersin dostum," der gibi bana bakıyordu. Ama birdenbire bana tuhaf bir şey olmuştu. Soniçka elinde el işiyle salonun bir köşesine oturdu. Öyle ki, onun bakışlarını üstümde duyuyordum. Annesi, kocasını yitirdiğini anlatırken, kıza âşık olduğumu bir kez daha anımsadım ve bunu Bayan Valahin'in de sezdiğini düşünerek, yeniden öyle bir sıkılganlık bunalımına tutuldum ki, doğal davranışımı yeniden yitirdim. Kalkıp gitmek için ayağımı nereye basacağımı, başımı, ellerimi nasıl tutacağımı, bir sözcükle kendimi, dün yarım şişe şampanya içtiğim zamanki gibi düşünmek gerektiğini duyumsuyordum. Bu duygulardan kurtulamayacağımı ve bunun için kalkamayacağımı anlıyor, gerçekten de yerimden kalkamıyordum. Bayan Valahin çuha gibi kırmızı yüzüme, iyice belirginleşen kıpırtısızlığıma bakarak, sanırım şaşıyordu; ama ben, tuhaf bir biçimde, kalkıp çıkmaktansa bu aptalca durumda kalmayı daha uygun buluyordum. Birden beklenmedik bir olay beni bu durumdan kurtarır diye bekleyerek daha uzun bir zaman böylece kaldım. Beklediğim kurtarıcı, odaya ev halkından birisiymiş gibi giren ve bana saygıyla selam veren gösterişsiz bir genç oldu. Bayan Valahin kalktı ve homme d'affaires'le (11) konuşmak zorunda olduğunu söyleyip özür dileyerek, şaşkınlık dolu bakışlarla bana, oturmak istiyorsanız, sizi kovmuyorum, der gibi baktı. Bin türlü güçlükle kendimi zorlayarak kalktım, ama selam verecek durumda değildim. Çıkarken, anne ve kızın bana çevrilen acı bakışları altında şaşırarak, hiç de yolumun üstünde olmayan bir sandalyeye çarptım. Çünkü o anda bütün dikkatimi ayağımın altındaki halıya takılmamak için bir noktada toplamıştım. Açık havaya çıkınca sıkıntımdan titreyerek ve kendi kendime bir şeyler söyleyerek (öyle yüksek sesle söylüyordum ki arabacım Kuzma, "Bir buyruğunuz mu var?" diye birkaç kez sordu) kendime geldim ve oldukça dingin durumda Soniçka'ya olan aşkımı, annesiyle onun arasındaki bana tuhaf gelen durumları düşünmeye başladım. Daha sonraları babama, Bayan Valahin'le kızının arasının iyi olmadığını söylediğim zaman:
- Evet, korkunç cimriliğiyle zavallı kızını çok üzüyor, dedi -bir akrabaya karşı beslenen bir duygudan daha çok bir ilgiyle- oysa, bir zamanlar ne güzel, ne sevimli, ne eşsiz bir kadındı. Neden böyle değiştiğini bir türlü anlayamıyorum. Onun evinde yazman gibi bir adam gördün mü? Bir Rus hanımefendisi için yazman tutmak ne şaşırtıcı... diye ekledi; sonra da öfkeli bir tavırla yanımdan uzaklaştı.
Ben:
- Evet, gördüm, diye yanıt verdim.
- Nasıl, yakışıklı mı bari?
- Hayır, hiç de yakışıklı değil.
Babam:
- Anlaşılmaz bir şey, dedi; sinirli sinirli omzunu silkerek öksürdü.
Arabada yoluma giderken, "İşte ben de âşığım," diye düşünüyordum.
XIX
KORNAKOVLAR
Yol üzerinde ikinci uğrak yerim Kornakovlardı. Onlar Arbat'ta büyük bir evin ön bölümünde oturuyorlardı. Merdivenleri süslü olmamakla birlikte, çok görkemli ve temizdi. Her yerde ovulmuş, parıldayan pirinç çubuklarıyla tutturulmuş yolluklar yayılıydı. Ama görünürde ne çiçek, ne de bir ayna vardı. Konuk odasına giderken, cilalanmış, parlayan parkesine basarak geçtiğim salon da aynı biçimde, pek temiz ve yalın düzenlenmişti. Hiçbir eşya, çok dayanıklı ve parlak olmakla birlikte, yeniymiş duygusunu vermiyordu. Hiçbir yerde ne bir tablo, ne bir kapı perdesi, ne de başka süs eşyası yoktu. Prenseslerin birkaçı konuk odasında oturuyorlardı. Oturuşları derli toplu ve resmiydi; ama, evde konuk yokken böyle oturmadıkları hemen anlaşılıyordu. En büyükleri yanıma oturarak:
- Maman (12) şimdi gelir, dedi; bu prenses beni konuşmasıyla on beş dakika kadar öyle serbestçe, öyle ustalıklı oyaladı ki, bir dakika bile susmadık. Beni oyalamak isteğini pek belli ettiği için bu hoşuma gitmedi. Söz arasında, iki yıl önce Harp Okulu'na verilen ve Etienne diye çağırdıkları kardeşi Stepan'ın şimdi artık subay çıktığını anlattı. Annesi istemediği halde kardeşinin bir süvari subayı olduğunu anlatırken yüzünde bir korku beliriyordu; konuşmadan oturan bütün küçük prensesler de aynı korkak tavır içindeydiler. Büyükannesinin ölümünden söz ederken, yüzünde bir üzüntü belirdi; bütün küçük prenseslerin de yüzlerinde aynı üzüntü okundu; St. Jérôme'a nasıl vurduğumu anımsadığı zaman çirkin dişlerini göstererek gülünce, bütün kardeşleri de onunla birlikte çirkin dişlerini göstererek gülmeye başladılar.
Odaya anneleri girdi; eskisi gibi biriyle konuşurken başkalarına bakınan, gözleri fır fır dönen, ufacık tefecik kuru bir kadındı. Öpmem için elini dudaklarıma doğru kaldırdı. Bunu yapmamış olsaydı, el öpmenin pek gerekli bir şey olduğunu anımsamazdım bile. Kızlarına bakarak, her zamanki konuşkanlığıyla:
- Sizi görmekle pek hoşnut oldum, ama ne çok annenize benziyorsunuz. Öyle değil mi Lise? dedi.
Annemle aramızda hiçbir benzerlik olmadığını çok iyi bildiği halde, Lise annesinin düşüncesini onayladı.
- Artık siz de büyümüşsünüz; Etienneim de büyüdü; anımsıyor musunuz? Siz onunla kardeş torunları olursunuz... hayır, kardeş torunları değil de... Lise, nasıl denir söylesene. Benim annem, Dimitriy Nikolayeviç'in kızı Varvara Dimitriyevna idi; sizin büyükanneniz de Dimitriy Nikolayeviç'in kız kardeşi Natalya Nikolayevna idi, dedi.
Büyük kızı:
- Öyleyse maman, bu akrabalık dört göbek aşırıdır, dedi.
Annesi kızararak:
- Sen hepsini karıştırdın; hiç de üç göbek aşırı değil. Siz Etienne'le issus de germains (13) durumundasınız. O subay oldu, haberiniz var mı? Ama, özgür bırakıldığı için pek de iyi değil; siz gençleri özgür bırakmamalı; sıkı tutmalı. Her şeyi olduğu gibi söylediğim için yaşlı teyzenize darılmayın. Ben Etienne'i çok sıkı tutuyordum; bunun böyle olması gerektiği kanısındaydım, dedi ve sonra, görüyorsunuz ki akrabayız; bunun nereden geldiğini biliyor musunuz? Prens İvan İvanoviç benim öz dayım olduğu gibi, annenizin de dayısıdır. Demek ki biz annenizle kardeş çocuklarıyız... Hayır, hayır, öyle değil de bir göbek daha sonra olacak, evet, öyle. Şimdi söyleyin bakalım dostum, Prens İvan'a gittiniz mi? diye ekledi.
Henüz gitmediğimi, ama bugün gideceğimi söyledim. O sesini yükselterek:
- Nasıl olur efendim? Önce oraya gitmeniz gerekirdi. Prens İvan'ın size bir baba gibi olduğunu elbette biliyorsunuz. Çocukları olmadığı için mirasçıları benim çocuklarımla sizsiniz. Sosyetedeki konumu, yaşı ve birçok başka şeyden dolayı onu saymalısınız. Bu yüzyılın gençlerinin akrabalığı saymadığını, yaşlıları da sevmediklerini biliyorum; ama siz yine beni, yaşlı teyzenizi dinleyin; çünkü sizi seviyorum; annenizi ve büyükannenizi de sever ve sayardım; oraya gidin, kesinlikle, kesinlikle gidin.
Kesinlikle gideceğimi söyledim ve orada epey oturduğumu düşünerek kalkıp gitmek istedim; ama o beni bırakmadı.
- Bir dakika durun, Lise, babanız nerede? Onu buraya çağırın, dedi ve bana dönerek, sizi görmekle o kadar hoşnut olacak ki, diye ekledi.
Gerçekten, iki dakika sonra Prens Mihaile içeri girdi. Bu orta boylu, rasgele giyinmiş, tıraşsız yüzünde aptallık derecesinde bir ilgisizlik okunan, tıknaz bir adamdı. Beni görünce hiç de sevinmediği, davranışından anlaşılıyordu; çünkü hoşnutluğunu hiçbir yolla göstermedi. Prenses, kendisinden çok korktuğu belli olan prense dönerek:
- Voldemar (adımı unutmuş olsa gerekti) nasıl da annesine benziyor değil mi? dedi ve prense öyle bir bakışla baktı ki, kocası onun ne demek istediğini anlayarak bana yaklaştı; ilgisiz, daha çok hoşnutsuzluk izleri taşıyan bir yüzle, öpmek zorunda kaldığım tıraşsız yanağını bana uzattı.
Prenses bundan sonra, sanırım evdeki herkese karşı kullanmaya alışmış olduğu sert bir sesle, prensle konuşmaya başladı:
- Sen daha giyinmemişsin; oysa gitmen gerekiyordu; yine herkesi kızdırmak mı istiyorsun? dedi.
Prens Mihaile yanıt olarak:
- Şimdi hanımcığım, diyerek çıktı. Ben de selam verip çıktım.
Prens İvan İvanoviç'in mirasçısı olduğumuzu ilk kez duyuyordum. Hiç de hoşuma gitmeyen bu haber beni şaşırtmıştı.
XX
İVİNLER
Kesin olarak yapmam gereken bu ziyareti düşünmek bana daha ağır gelmeye başlamıştı. Ama prense gitmeden önce yolumun üstünde olan İvinlere uğramak gerekirdi. Onlar Tverskov Bulvarı'nda kocaman, güzel bir evde oturuyorlardı. Elinde bir asa bulunan kapıcının önünde beklediği resmi kapının merdivenine yaklaşırken, içimde korkuya benzer bir duygu duymuyor da değildim.
Kapıcıya, evde olup olmadıklarını sordum.
- Kimi istiyorsunuz? Aradığınız generalin oğluysa, evdedir dedi.
Ben cesaretle:
- Ya generalin kendisi? diye sordum.
Kapıcı:
- Haber vermek gerek efendim; kimin geldiğini söyleyeyim? diyerek zile bastı.
Merdivenlerde uşağın potinli ayakları göründü. Neden bilmiyorum, ama birdenbire o denli heyecanlandım ki, uşağa önce generalin oğluna gideceğimden, generale haber vermemesini söyledim. Bu yüksek merdivenden çıkarken kendimi küçücük duyumsadım. (Bunu değişmece anlamıyla değil, sözcüğün asıl anlamıyla söylüyorum.) Arabam büyük kapıya yaklaştığı zaman da aynı şeyi duymuştum; bana arabacı da, araba da, at da çok küçük görünmüştü.
Odasına girdiğimde, generalin oğlu önünde açık bir kitapla divanda uzanmış uyuyordu. Hâlâ onların evinde kalan eğitmeni Mr. Frost arkamdan dinç adımlarla içeri girerek öğrencisini uyandırdı. İvin beni görünce hiç sevinç belirtisi göstermedi; benimle konuşurken de kaşlarıma baktığının ayrımına vardım. Bana çok nazik davrandığı halde, onun da prenses gibi beni oyalamak istediğini anladım. Bana karşı fazla bir ilgi duymadığını ve onun kendisine göre bir çevresi olduğunu; benim arkadaşlığıma hiç gereksinmesi olmadığını anlıyordum. Bunların hepsi, daha çok, kaşlarıma baktığı için aklıma geliyordu. Kısacası, hoşuma gitmediği halde, açık söyleyeyim ki, onunla aramdaki durum İlinka ile benim aramdaki durumun hemen hemen aynısıydı. Ben yavaş yavaş sinirlenmeye başladım. İvin'in her bakışını inceliyor, Frost'la gözleri karşılaştığında bakışlarında, "Acaba bize niçin geldi?" sorusunu okuyordum.
İvin benimle biraz konuştuktan sonra, babasının ve annesinin evde olduğunu ve birlikte aşağı, onların yanına inmeyi isteyip istemediğimi sordu.
Sırtında beyaz bir yelekle yeni bir ceket olduğu halde odadan çıkarken:
- Şimdi giyinirim, dedi, birkaç dakika sonra bütün düğmeleri iliklenmiş bir üniformayla geldi, birlikte aşağı indik. Geçtiğimiz odalar çok büyük, çok yüksek ve zengin döşenmişti. Sanırım orada, üstü tülle örtülü birçok kristal, yaldızlı ve mermerden eşyalar vardı. Biz konuk odasına bitişik olan küçük odaya girerken, İvin'in annesi de başka bir kapıdan girdi ve bir akrabaya gösterilen yakınlıkla beni karşıladı. Yanına oturttu ve ilgiyle bütün ailemizi sormaya koyuldu.
Eskiden ancak iki kez, ama pek az süreyle gördüğüm, şimdi de dikkatle incelediğim İvin'in annesi çok hoşuma gitti: Uzun boylu, zayıf, çok renksiz, hep neşesiz ve yorgun görünüyordu. Gülümsemesi üzünçlü olmakla birlikte çok içtendi; yorgun, iri gözlerinin biraz şehla olması onun üzünçlü anlatımını artırıyor, kendisine ayrıca bir çekicilik veriyordu. Dik oturmasına karşın bütün vücudu çökmüş gibi duruyor ve her deviniminde bir yorgunluk duyumsanıyordu. Konuşması cansız, R ve L seslerini bozuk söylemekle birlikte, sesinin ezgisi pek hoştu. Benimle pek ilgilendiği yoktu. Akrabalarımın durumu konusunda verdiğim yanıtlar onda hüzünlü bir ilgi uyandırıyordu. Sanki beni dinlerken üzüntüyle eski iyi günleri anımsıyordu. Oğlu odadan çıktıktan sonra bir iki dakika, konuşmadan bana baktı ve birdenbire ağlamaya başladı. Önünde oturuyor, ne yapacağımı, ne söyleyeceğimi bir türlü kestiremiyordum. Bana bakmadan ağlıyordu; önce ona acıdım; sonra da, "Belki de onu avutmak gerekir; ama bunu nasıl yapmalı?" diye düşündüm. En sonunda, beni böyle güç duruma soktuğu için kızdım. Kendi kendime, "Acaba o denli acınacak bir görünüşüm mü var? Yoksa bunu özellikle, böyle bir durumda nasıl davranacağımı anlamak için mi yapıyor?" diye düşünüyordum.
Şimdi onun ağlamasından kaçıyormuş gibi kalkıp gidersem ayıp olur, diye düşünmeyi sürdürüyordum. Orada olduğumu anımsatmak için iskemlede kımıldandım. O bana baktı ve gülümsemeye çalışarak:
- Ne kadar akılsızım. Öyle günler oluyor ki, insan hiçbir neden yokken ağlıyor, dedi.
Sonra oturduğu divanın üstünde mendilini aramaya başladı. Biraz sonra birdenbire daha yüksek sesle ağlamaya koyuldu.
- Aman Tanrım, ne kadar gülünç; durmadan ağlıyorum. Annenizi çok severdim, iyi arkadaştık, dedi ve mendilini bularak gözlerine götürdü; hâlâ ağlıyordu. Deminki güç duruma bir daha düşmüştüm; bu seferki oldukça uzun sürdü. Ona hem kızıyor, hem daha çok acıyordum. Gözyaşları içten gibi görünüyordu; annemin ölümünden çok kendisini şimdi pek iyi duyumsamadığını, bir zamanlar günlerinin çok daha iyi geçtiğini anımsayarak ağlıyor sanıyordum. Odaya genç İvin girip de, yaşlı İvin'in kendisini sorduğunu söylememiş olsaydı, bu durumun nasıl biteceğini bilmiyordum; kalkıp çıkmak üzereyken Bay İvin odaya girdi; küçücük, sağlam yapılı bir beydi bu. Gür kara kaşları, kısa kesilmiş apak saçları vardı; ağzı, çok sert ve ciddi anlatımlıydı.
Kalkıp onu selamladım. Yeşil frakında üç yıldız nişanı olan İvin, selamıma aldırış etmediği gibi, yüzüme bile bakmadı. Öyle ki, kendimi insan değil de değersiz bir kanepe ya da bir pencere sandım. İnsan konumundaysam, belki de bu eşyalardan hiç ayrımı olmayan bir insandım.
Karısına, ilgisiz ama sert bir yüzle, Fransızca olarak:
- Kuzum, kontese hâlâ yazmamışsınız sanırım, dedi.
Bayan İvin birdenbire başıyla gururluca bir selam vererek, oğlu gibi kaşlarıma baktı:
- Hoşça kalın Bay İrteniyev, dedi.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Genclik yillarim - 06
  • Parts
  • Genclik yillarim - 01
    Total number of words is 3070
    Total number of unique words is 1838
    32.4 of words are in the 2000 most common words
    46.7 of words are in the 5000 most common words
    54.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 02
    Total number of words is 3015
    Total number of unique words is 1715
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    49.7 of words are in the 5000 most common words
    57.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 03
    Total number of words is 3210
    Total number of unique words is 1737
    34.2 of words are in the 2000 most common words
    46.9 of words are in the 5000 most common words
    53.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 04
    Total number of words is 3388
    Total number of unique words is 1744
    35.1 of words are in the 2000 most common words
    47.9 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 05
    Total number of words is 3379
    Total number of unique words is 1665
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    48.7 of words are in the 5000 most common words
    56.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 06
    Total number of words is 3275
    Total number of unique words is 1742
    33.3 of words are in the 2000 most common words
    48.3 of words are in the 5000 most common words
    55.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 07
    Total number of words is 3257
    Total number of unique words is 1790
    33.5 of words are in the 2000 most common words
    45.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 08
    Total number of words is 3298
    Total number of unique words is 1729
    36.0 of words are in the 2000 most common words
    50.3 of words are in the 5000 most common words
    58.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 09
    Total number of words is 3157
    Total number of unique words is 1778
    30.4 of words are in the 2000 most common words
    44.4 of words are in the 5000 most common words
    52.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 10
    Total number of words is 3309
    Total number of unique words is 1814
    33.8 of words are in the 2000 most common words
    48.3 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 11
    Total number of words is 3253
    Total number of unique words is 1826
    33.1 of words are in the 2000 most common words
    46.8 of words are in the 5000 most common words
    54.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 12
    Total number of words is 2860
    Total number of unique words is 1571
    33.9 of words are in the 2000 most common words
    46.3 of words are in the 5000 most common words
    53.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 13
    Total number of words is 3304
    Total number of unique words is 1779
    33.3 of words are in the 2000 most common words
    45.8 of words are in the 5000 most common words
    53.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 14
    Total number of words is 1511
    Total number of unique words is 978
    37.0 of words are in the 2000 most common words
    51.0 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.