Genclik yillarim - 03

Total number of words is 3210
Total number of unique words is 1737
34.2 of words are in the 2000 most common words
46.9 of words are in the 5000 most common words
53.9 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Buraya benim gibi, eğitmenleriyle ya da velileriyle gelenler arasında tanıdığım Frost'la birlikte küçük İvin ve yaşlı babasıyla İlinka Garp vardı. Bizim gibi onlar da, henüz ustura vurulmamış, hafif tüylü yüzleriyle, kar gibi ak frenkgömlekleriyle getirmiş oldukları kitapları, defterleri açmadan, uslu uslu oturuyor, belli bir çekingenlikle profesörlere, sınav masalarına bakıyorlardı. Sınava girenlerin bir başka bölümüyse lise giysili olanlardı ki, çoğunun yüzleri tıraşlıydı. Çoğu birbirlerini tanıyor, yüksek sesle konuşuyor, bütün profesörlerin adlarını biliyorlardı. Burada soruları hazırlıyor, birbirlerine defterlerini uzatıyor, sıralardan atlıyor, koridordan getirdikleri börekleri, yağlı ekmekleri yalnızca başlarını sıranın arkasına eğerek hemen oracıkta yiyiveriyorlardı. Sınava girenlerin üçüncü takımıysa kalabalık değildi. Kimi fraklı, çoğu redingotlu, frenkgömlekleri görünmeyen, tümü yaşlı kimselerdi. Herkesten uzak bir yerde oturuyorlardı; çok ciddi ve asık yüzlüydüler. Benden çok daha kötü giyinmiş olan ve bu durumuyla benim avunmama yol açan kişi bu son kümedendi. Parmakları arasından karışık, kır saçları çıkmış bir durumda, iki elini başına dayayarak oturmuş, kitap okuyordu. Ancak bir an için parlak gözleriyle yüzüme pek içten olmayan bir tavırla baktı; kendisine pek yaklaşmama olanak vermemek için somurtarak, parlayan dirseğini benden yana biraz daha uzattı. Liselilerse, tersine çok senli benli ve kayıtsızdılar; öyle ki onlardan biraz da korkuyordum. Biri elime bir kitap tutuşturarak, "Şu arkadaşa uzatıverin," dedi; öbürü yanımdan geçerken, "Bırakın da geçeyim kardeşim," diye söylendi; üçüncüsü sıramın üstünden atlarken, sıraya dayanıyormuş gibi omzuma dayandı. Bunların hiçbiri hoşuma gitmiyor, bana bayağı görünüyordu. Kendimi bu liselilerden çok yüksek görüyor, onların bana böyle senli benli davranmalarını yersiz buluyordum. Sonunda soyadıyla sınava çağırmaya başladılar. Liselilerin çoğu büyük bir gözüpeklikle ortaya çıkıyor, iyi yanıt veriyor, neşeli neşeli dönüyorlardı; bizimkiler onlardan daha sıkılgan görünüyordu, sanırım yanıtları da daha kötü oluyordu. Yaşlı olanlardan kimileri çok iyi, kimileri de çok kötüydü. Semyonov adı okununca, parlak gözlü ve kır saçlı komşum, beni kabaca iterek ayaklarımın üstünden atladı, masaya doğru ilerledi. Onun, korkusuz, çok iyi yanıt verdiği profesörlerin durumundan anlaşılıyordu. Yerine dönünce nasıl bir not aldığını anlamadan, soğukkanlılıkla defterlerini alarak dışarı çıktı. Soyadları okunurken, ben birkaç kez yerimden fırlayacak gibi oldum; ama İ'yle başlayan soyadları çağrılmaya başlandığı halde benim sıram daha gelmemişti. Birdenbire, bir köşeden profesörün biri, "İkonin ve Teniyev!" diye bağırdı. Sırtımdan, saçlarımdan bir elektrik akımı geçmiş gibi oldu. Çevremde:
- Kimi çağırdılar? Bartiniyev kimdir acaba? sesleri duyuluyordu.
Arkamda duran, uzun boylu, al yanaklı bir liseli:
- İkonin, çık, seni çağırıyorlar; Bartiniyev... Martiniyev kim? Söylesenize... diye söyleniyordu.
St. Jérôme, bana:
- Sizi çağırıyorlar, dedi.
Ben al yanaklı liseliye:
- Ama benim adım İrteniyev'dir; İrteniyev diye çağırdılar mı? dedim.
Al yanaklı liseli bana:
- Elbette, gitsenize! der demez ben yerimden kalktım, liseli de duyulacak bir sesle, "Bu ne şıklık!" diye ekledi. Önümde, yaşlılar öbeğinden, 25 yaşlarında genç bir adam gidiyordu. Bu, İkonin'di. Üstünde zeytin rengi dar bir frak ve boynunda à la moujik (3), titizce taranmış sarı saçlarının örttüğü, lacivert atlas boyunbağı vardı. Daha sırada otururken onun giyimine dikkat etmiştim. Çirkin değildi; çok konuşuyordu. Boynuna kadar uzattığı kırmızımtırak, acayip saçları; en çok da durmadan yeleğini açıp gömleğinin altından göğsünü göstermesi çok tuhafıma gidiyordu.
İkonin'le birlikte yaklaştığımız masada üç profesör oturuyordu; selamımıza hiçbiri aldırış etmedi. Genç bir profesör, iskambil kâğıdı karıştırıyormuş gibi soru kartlarını tarıyordu. Frakında yıldız nişanı takılı başka bir profesör, Şarlman üzerine çabuk çabuk konuşarak açıklama yapan, sık sık sözlerinin sonuna "sonunda" sözcüğünü ekleyen bir liseliyle ilgileniyordu. Üçüncü yaşlı profesör de, başını eğerek gözlüğünün üzerinden bize baktı ve soru kartlarını gösterdi. Profesörün aynı zamanda bana ve İkonin'e baktığını, ne olduğunu anlayamadığım bir özelliğimizden, belki İkonin'in kızıl saçlarından hoşlanmadığını duyumsuyordum. Çünkü, yine ikimize birden bakarak, sabırsız bir baş işaretiyle soru kartlarını almak için çabuk olmamızı belirtti. Burada iki şey çok ağırıma gitmişti. Birincisi, profesörlerden hiçbirinin selamımızı almaması; ikincisi de, sanırım "sınava girenler" adı altında beni İkonin'le aynı düzeyde tutmaları ve İkonin'in kızıl saçları yüzünden şimdiden bana karşı da tavır almalarıydı. Hiç korkmadan bir kart çekip yanıt vermeye hazırlandığım sırada, profesör gözleriyle İkonin'i gösterdi. Çektiğim soruyu okudum; bildiğim bir konuydu; çevremde olup bitenleri seyrederek, sessizce sıramı bekliyordum. İkonin de korkusuz, biraz da gözüpekçe, yan dönerek kartı almak için yaklaştı; saçlarını silkerek çektiği soruyu gür bir sesle okumaya başladı. İkonin, sanırım yanıt vermek için olacak, ağzını açacağı sırada, yıldızlı profesör liseliyi överek salıverdikten sonra İkonin'e baktı. O, bir şey anımsıyormuş gibi durakladı. Bu sessizlik iki dakika sürdü. Gözlüklü profesör:
- Başlayın, dedi.
İkonin ağzını açtı ve yeniden sustu. Genç profesör de:
- Siz burada yalnız değilsiniz, haydi, yanıt verecek misiniz, vermeyecek misiniz? dedi, ama İkonin ona bakmadı bile; dikkatle soru kartına bakıyor, tek sözcük bile söylemiyordu. Gözlüklü profesör ona gözlükle, gözlüğün üstünden ve de gözlüksüz baktı. Bunca zamanda profesör gözlüğünü çıkarıp silmeye ve yeniden takmaya zaman bulabilmişti. İkonin tek bir sözcük söylemedi; yüzünde birdenbire bir gülümseme belirdi. Saçlarını başının devinişleriyle arkaya attı ve gene yan yan masaya doğru ilerleyerek soru kartını masaya koydu; sırayla birer birer profesörlerin gözlerine, sonra bana baktı; döndü, kollarını sallayarak canlı adımlarla sıralara doğru yürüdü. Profesörler birbirlerine baktılar, genç profesör:
- Gördünüz mü delikanlıyı, kendi hesabına okuyor... dedi.
Masaya daha da yaklaştım; ama profesörler, sanki benim varlığımdan hiç haberleri yokmuş gibi sessiz sessiz konuşmayı sürdürüyorlardı. O sırada kesin olarak inanıyordum ki, bu üç profesör benim sınavı verebileceğim ve ne dereceye kadar başarabileceğim konusuyla çok ilgileniyorlar; ama kendilerine çok önem verdirmek için görmezlikten gelerek benimle hiç ilgilenmiyorlarmış gibi davranıyorlardı.
Gözlüklü profesör yanıt vermem için ilgisiz ilgisiz bana döndüğünde gözlerine baktım, bana karşı ikiyüzlü davrandığı için onun hesabına utandım ve bu yüzden başlangıçta biraz durakladım. Ama gittikçe daha rahatladım. Soru çok iyi bildiğim Rus tarihinden olduğu için çok iyi yanıtladım; öyle açıldım ki, İkonin gibi olmadığımı, onunla aramızda ne büyük fark olduğunu profesörlere göstermek için bir soru daha çekmeyi önerdim; ama profesör bir baş işaretiyle, "Güzel!" dedi, önünde duran deftere işaret etti. Sırama döner dönmez, nasıl öğrendiklerini Tanrı bilir, liseliler beş numara aldığımı söylediler.
XI
MATEMATİK SINAVI
Sonraki sınavlarda kendime uygun bir arkadaş görmediğim Garp'tan ve nedense benden çekinen İvin'den başka, birçok yeni tanıdık edindim. Kimileriyle arkadaşlığımız selamlaşacak denli ilerlemişti. İkonin beni görünce sevindi bile; çünkü tarih profesörünün geçen yıl olduğu gibi bu yıl da sınavda şaşırttığını, kendisine kızgın olduğunu, bunun için tarihten yeniden sınava gireceğini söyledi. Benimle aynı matematik fakültesine giren Semyonov, sınav sonuna dek herkesten çekiniyor, sessizce parmaklarını kır saçları arasına sokarak tek başına oturuyor ve sınavları çok iyi veriyordu. O ikinciydi, birinci de, bir numaralı lisenin öğrencilerinden bir gençti. Uzun boylu, zayıf, esmerce, sarı benizli, alnı ergenlik sivilceleri içinde, yanağı siyah bir kravatla bağlı bir gençti. Çok uzun parmaklı, zayıf ve kırmızı ellerinin tırnakları kemirilmekten o kadar kısalmıştı ki, sanki parmak uçları iplikle bağlıymış gibi duruyordu. Bütün bunlar, bana çok güzel görünüyor, lisenin en iyi öğrencisinin böyle olması gerekiyormuş gibi geliyordu. Çevresindekilerle herkes gibi konuştuğu için ben de onunla tanıştım. Bununla birlikte onun yürüyüşünde, dudak büküşlerinde, kara gözlerinde, herkeste olmayan bir şey, bir çekicilik buluyordum.
Matematik sınavına zamanından önce geldim. Oldukça iyi hazırlanmıştım, ama cebirden nasılsa öğretmenden gizlediğim iki konu vardı ki, onları hiç bilmiyordum. Şimdi onları hâlâ anımsıyorum; bunlar, toplama çıkarma yöntemi ve Newton kuramıydı. Arka sırada oturmuş, bilmediğim bu iki konuyu gözden geçiriyordum. Ama, gürültülü odada çalışmaya alışık olmayışım, zaman darlığının verdiği heyecan, okuduğum şeylere bütün dikkatimi vermeme engel oluyordu. Arkamdan Volodya'nın tanıdığım sesini duydum:
- Nehlüdov, bu yana gel, o burada, diyordu.
Başımı çevirince, sıranın arkasından ceketlerinin önleri açık olan kardeşimle Dimitri'nin, ellerini sallayarak bana doğru geldiklerini gördüm. Üniversitede evlerindeymişler gibi dolaşmalarından yeni öğrenci olmadıkları hemen anlaşılıyordu. Onların böyle önleri açık gezmeleri, sanki bize, yeni gelenlere bir aşağı bakma gibi geliyordu. Bu durum, bizde de onlara karşı kıskançlık ve saygı uyandırıyordu. Çevredekilerin eski üniversitelilerle tanışık olduğumu görmeleri düşüncesi gururumu okşuyordu. Bunun için onları karşılayayım diye, hızla ayağa kalktım.
Volodya, üstünlüğünü göstermek merakından kendini alamadı.
- Vah zavallı, sınava daha girmedin mi? dedi.
- Hayır.
- Okuduğun ne, yoksa hazırlanmadın mı?
- Evet, pek hazırlayamadığım iki konu var. Şurada bir şey var, anlayamıyorum.
Volodya:
- Anlayamadığın neymiş bakalım, bu mu? dedi ve Newton kuramını anlatmaya başladı. Ama anlatması pek hızlı ve karışıktı; verdiği bilgilere karşı gözlerimde beliren kuşkuyu görmüş olacak ki, Dimitri'ye baktı: Sanırım onun gözlerinde de aynı kuşkuyu gördüğü için kızardı, ama anlamadığım bir şeyler söylemeyi sürdürdü.
Dimitri, profesörlerin oturduğu köşeye göz attıktan sonra:
- Dur Volodya, bırak da zaman varsa bu konuyu ona ben anlatayım, dedi, yanıma oturdu.
Arkadaşımın, çok sevdiğim ve kendinden hoşnut zamanlarda görülen pek dingin bir ruh durumu içinde olduğunu o anda anladım. Matematiği çok iyi bildiği ve anlatımı pek açık olduğu için, konuyu öyle güzel anlattı ki, hâlâ aklımdadır. Anlatmasını bitirir bitirmez St. Jérôme kısık bir sesle, "À vous Nicolas!" (4) dedi; ben bilmediğim öbür soruyu öğrenmeye zaman bulamadan sıradan kalktım, İkonin'in arkasından yürüdüm, iki profesörün oturduğu masaya yaklaştım. Masanın yanında, kara tahtanın önünde bir liseli duruyordu. Liseli tebeşiri gürültüyle tahtada kırarak, serbest bir problemi çözüyordu; profesörlerin ona, "Yeter," bize de, "Soruyu çekin," demesine karşın, yazmayı hâlâ sürdürüyordu. Soruların yazılı olduğu, kesilmiş kâğıtların yumuşak yığınından titreyen parmaklarımla soruyu çekerken, "Ya bilmediğim tek soru çıkarsa?" diye düşünüyordum. İkonin de geçen sınavlarda olduğu gibi yan yan gelerek, en üstten aldığı kâğıda baktı, somurttu:
- Hep böyle olmayacak şeyleri çekiyorum, diye mırıldandı.
Kendiminkine baktım. Aman Tanrım, bilmediğim soruydu.
İkonin:
- Size ne çıktı? diye sordu. Kâğıdı ona gösterdim:
- Bunu ben biliyorum.
- İsterseniz değiştirelim.
- Hayır, hepsi bir, nasıl olsa sinirlerim bozuk, derken, profesör bizi tahtaya çağırdı.
"Her şey bitti; umduğum parlak başarı yerine İkonin'den daha kötü rezil olacağım; bu da ölünceye dek sürecek..." diye düşündüm. Birdenbire İkonin, profesörün gözü önünde bana döndü, elimdeki kâğıdı çekerek kendi kâğıdını bana verdi. Soruya baktım, Newton kuramıydı.
Profesör pek yaşlı değildi, yüzünde alnının altının epey çıkık olmasından ileri gelen anlamlı, hoş bir anlatım vardı.
- Ne o efendiler, sorularınızı mı değiştiriyorsunuz? diye sordu. İkonin enikonu soğukkanlılıkla:
- Hayır, kendi sorumu göstermek için verdim, sayın profesör, dedi. Yine "profesör", sözcüğü İkonin'in burada söylediği en son sözcük olmuştu. Eskisi gibi yanımdan geçerken bir bana, bir profesöre bakarak gülümsedi:
- Ne yapalım birader, zararı yok, der gibi omzunu silkti. (Sonra öğrendim ki, İkonin üçüncü yıldır üniversite sınavına giriyormuş.)
Biraz önce üzerinde uğraştığımız soruyu iyi yanıtladım; profesör istediğinden çok daha iyi olduğunu söyleyerek bana 5 numara verdi.
XII
LATİNCE SINAVI
Latinceye dek, sınavlarım çok iyi geçti. Yanağı bağlı liseli birinci, Semyonov ikinci, ben üçüncüydüm. Böbürlenmeye, genç olmama karşın önemli bir adam olduğumu ciddi olarak düşünmeye bile başlamıştım.
Daha sınavların ilk gününden beri, herkes korkuyla Latince profesöründen söz ediyordu. Anlattıklarına göre o, Latince ve Yunancadan başka dille konuşmayan; genç delikanlıların, hele kendi hesabına okuyanların başarısız olmalarından zevk duyan bir tür canavardı. Bana Latince dersi veren hocam St. Jérôme beni avutuyor, ben de Cicero'yu, Horatius'u sözlük kullanmadan çevirdikten, Sumt'u çok iyi bildikten sonra bilgimin başkalarından az olmadığını sanıyordum; ama iş düşündüğüm gibi çıkmadı. Sabahtan beri boyuna, benden önce sınavdan çıkanların kazanamadıkları söyleniyordu. Ortalıkta ,öğrencinin biri "1", öteki "0" almış, birine çıkışmış, bir başkasını dışarı kovmak istemiş gibi sözler dolaşıp duruyordu. Yalnızca Semyonov ve lisenin birincisi olan arkadaş her zamanki gibi, sakin sakin sınava girip 5'er numara alarak çıktılar. Felaketi artık seziyor gibiydim ki, beni İkonin'le birlikte korkunç profesörün yalnız başına oturduğu küçük masanın başına çağırdılar. Korkunç profesör, ufak tefek, zayıf, sarı yüzlü, yağlı uzun saçlı ve çok düşünceli görünen bir adamdı.
Çevirmesini söyleyerek, İkonin'e, Cicero'nun "Söylev" kitabını verdi.
İkonin'in birkaç satır okuması, profesörün yardımıyla çeviri bile yapabilmesi, beni büyük bir şaşkınlığa düşürdü. Bu denli zayıf olan bir rakibin yanında kendi üstünlüğümü duydum, iş dilbilgisi çözümlemesine gelince, İkonin'in de eskisi gibi bir çıkmaza girip sustuğunu görünce gülümsemekten kendimi alamadım. Bu gülümsemem biraz da alaylıydı. Böyle yerinde, alaylı bir gülümsemeyle profesöre yaranmak isterken, iş hiç de umduğum gibi çıkmadı. Profesör bozuk bir Rusçayla, "Gülümsemenize bakılırsa, sanırım siz daha iyi biliyorsunuz; bakalım, şimdi görürüz; soruya siz yanıt verin," dedi. Profesörün, İkonin'i koruduğunu, dahası, İkonin'in onun evinde oturduğunu sonradan öğrendim. İkonin'e sorulan "sözdizimi" sorusuna hemen yanıt verdim; ama profesör yüzünü ekşitti. Başını çevirdi; yüzüme bakmadan:
- Güzel, sizin sıranız gelince neler bildiğinizi anlarız, dedi ve İkonin'e sorduğu soruya kendisi yanıt vermeye başladı; en sonunda İkonin'e:
- Gidebilirsiniz, dedi. Not defterine dört numara attığını gördüm. Kendi kendime, "Demek ki söyledikleri gibi sert değilmiş," dedim. İkonin gittikten sonra, profesör bana beş saat kadar gelen tam beş dakika için kitapları, soru kâğıtlarını yerleştirdi, sümkürdü, koltukları düzeltip üstüne yayıldı, benden başka salonun her yanına baktı. Bütün bu yapmacık devinimleri yeter görmeyerek ve ben yokmuşum gibi, bir kitap açarak okuyormuş gibi yaptı. Ona biraz daha yaklaşıp öksürdüm.
- Ha, evet; daha siz vardınız, değil mi?
Bana bir kitap uzatarak, "Bir şey çevirin bakalım," dedi. "Hayır bundan çevirin, daha iyi," diyerek Horatius'un bir yapıtını aldı ve onu açıp öyle bir yerini buldu ki, hiç kimsenin, hiçbir zaman oralarını çeviremeyeceğini sanıyordum.
- Ben buraları hazırlayamadım, diye yanıt verdim.
- Ha, demek ezberlediğiniz şeylerden yanıt vermek istiyorsunuz? Çok güzel. Yok, yok, bana bunu çevirin, dedi.
Büyük bir zorlukla, anlam çıkarmak için uğraştım. Ama profesör benim soran bakışlarımı görerek başını sallıyor, derin derin soluk alıyor, "Hayır!" diyordu. Sonunda, kitabı sinirli sinirli öyle hızla kapattı ki, parmakları yaprakların arasında kaldı. Hızla parmağını çekti. Dilbilgisinden bir soru sorarak koltuğunun arkalığına dayandı ve korkunç bir sessizliğe büründü. Yanıt vermeye başladım; ama yüzünün anlatımı dilimi tutuyor, söylediğim şeylere güvenemiyordum. Birdenbire duruşunu değiştirerek masaya dayandı, sol elinin zayıf parmağı üstünde serbest duran altın yüzüğüyle oynamaya başladı. Sonra, çirkin konuşmasıyla:
- Hayır, o değil, hiç de öyle değil, efendim, üniversiteye böyle hazırlanılmaz, sizler ancak bu lacivert yakalı üniformayı takma hevesindesiniz; şöyle böyle bilgiyle üniversiteye girmek istiyorsunuz. Ama böyle şey olmaz; her dersi adamakıllı öğrenmeniz gerekir, gibi bir sürü söz söyledi.
O bozuk bir dille bu sözleri söylerken, ben, bilinçsiz bir dikkatle onun, önüne eğdiği gözlerine bakıyordum. Önce üçüncü olamamanın düşlem kırıklığı, sonra da sınavlarda hiç kazanamama korkusu, en sonra da aşağılama, haksızlık ve onurumun kırılmasından doğan başkaldırı duyguları bunlara katıldı.
Bundan başka, o zamanki anlayışıma göre, profesörün comme il faut (5) olmaması, (bunu kısa, sert, yuvarlak tırnaklarından anladım) bende nefret uyandırdığı gibi, başkaldırı duygularımı daha da güçlendirerek, zehrini artırıyordu. Bana baktığı zaman titreyen dudaklarımı, yaşarmış gözlerimi görünce, heyecanımı notu artırmak için bir yalvarış sanarak, bana acıyormuş gibi bir tavır takındı, (o sırada ona yaklaşan başka bir profesörün yanında):
- Peki, size, hakkınız olmadığı halde geçebilecek bir not veriyorum (bu, "2" demekti), bunu sizin gençliğinizi düşünüp, ilerde üniversitede böyle hoppa olmayacağınızı umarak veriyorum, dedi.
Latince profesörüyle aynı düşüncedeymiş gibi, gözlerinde "Görüyor musunuz, delikanlı..." der gibi bir anlatımla yüzüme bakan yabancı bir profesörün yanında söylenen bu sonuncu tümce beni tümüyle şaşırtmıştı. Öyle bir an geldi ki, gözlerimi duman bürüdü, korkunç profesör masasıyla birlikte uzaklaştı ve aklımda korkunç bir düşünce doğdu: "Şimdi ben bir şey... ne olur acaba?" Ama, nedense bunları yapamadım, tersine bilinçsizce iki profesöre de eğilerek selam verdim; İkonin'in yaptığı gibi hafif hafif gülümseyerek masadan uzaklaştım.
Bu haksızlık, o zamanlar üzerimde öyle büyük bir etki yaptı ki, davranışlarımda özgür olsaydım artık sınavlara girmekten vazgeçerdim. Birinci olmak isteğimi tümüyle yitirdiğim gibi, artık üçüncü olmayı da umamazdım. Geri kalan sınavlarımı coşkusuz, çabasız geçirdim. Notlarımın ortalaması gene de dört buçuk tutuyordu. Ama bu durum artık beni hiç ilgilendirmiyordu. Kendi kendime birinci olma hevesinin, çabasının aptalca bir davranış, dahası mauvais genre (6) olduğunu kanıtladım. İnsan, Volodya gibi, sınavları ne çok iyi, ne de çok kötü geçirmelidir. Bu noktada arkadaşımla ilk olarak aramızda düşünce ayrılığı olmasına karşın, ileride üniversitede de bu kanıda kalmaya karar verdim.
Artık üniformayı, üç köşeli şapkayı, kendi arabamı, kendi odamı ve en çok özgürlüğümden başka bir şeyi düşünmüyordum.
XIII
BÜYÜKLER SIRASINA GİRDİM
Ama bu düşüncelerimin de kendilerine göre bir güzelliği vardı.
Mayısın sekizinde, son sınavım olan din dersi sınavından dönünce, parlak siyah yünlü kumaştan yapılmakta olan üniformamı ve ceketi teyelli, üzerine tebeşirle işaretler konmuş olarak getiren terzi Razanov'un önceden tanıdığım kalfasını evde buldum. Tümüyle hazır olan giysimi ve kâğıda sarılmış olan altın düğmelerini getirmişti.
Üniformamı giydim ve çok beğendim. Ceketimin arkasında pot olduğunu söyleyen St. Jérôme'a aldırmayarak, yüzümde birden beliren hoşnut gülümsemeyle aşağı indim. Koridor ve girişte, merakla üzerime çevrilen bakışları görmezden gelerek, Volodya'nın odasına geçtim. Başkalfamız salonda bana yetişti, üniversiteye girişimi kutlayarak babamın buyruğu üzerine getirdiği dört beyaz banknotu bana uzattı ve bu günden sonra, doru renkli atımız Krasafçık'ın çektiği hafif arabamızla arabacı Kuzma'nın tümüyle benim buyruğumda olduğunu da ekledi. Böyle beklenmedik bir mutluluğa kavuşmanın sevincini Gavrilo'dan bir türlü saklayamadım; biraz şaşırdım, soluğum tıkanarak aklıma ilk geleni söyledim, galiba, "Krasafçık çok iyi koşan bir hayvandır" dedim. Giriş ve koridorun kapılarından uzanan başları görünce artık kendimi tutamadım, var gücümle, üstümde parlak, altın düğmeli ceketim olduğu halde, koşmaya başladım. Volodya'nın odasına girerken, arkamdan beni kutlamaya gelen ve üniversiteye girişim onuruna bir yere gidip yemek yemeyi, şampanya içmeyi önermek üzere gelen Dubkov ve Nehludov'un seslerini duydum. Dimitri, şampanya sevmediği halde, bugün benimle senli benli konuşmaya başlamak için, bizimle birlikte geleceğini söyledi. Dubkov benim nedense bir albaya benzediğimi belirtti; Volodya beni kutlamadı, yalnızca öbür gün artık köye gidebileceğimizi haber verdi. Sanki, benim üniversiteye girişime sevinmekle birlikte, kendileri gibi büyükler sırasına girmem hoşuna gitmiyordu. Yanımıza gelen St. Jérôme da çok süslü bir anlatımla, artık görevinin bittiğini, görevini iyi yapıp yapmadığını bilmediğini, ama elinden geldiği kadar çalıştığını söyleyerek yarın kontun evine taşınacağını ekledi. Bana söylenen her söze karşılık yüzümde, elimde olmadan, tatlı, mutlu, biraz da anlamsızca hoşnutluk gösteren bir gülümseme belirdiğini, hatta bu gülümsemenin karşımdakilere geçtiğini duyumsuyordum.
İşte artık eğitmenim yok, özel arabam var, üniversiteliler arasında benim adım da yazılı, belimde kılıç taşıyorum, polisler ara sıra bana selam bile verecekler... artık büyüdüm, galiba mutluyum da.
Yemeği saat beşe doğru Yar'da yemeye karar verdik; Volodya Dubkov'a gitmişti, Dimitri de yemekten önce bir işi olduğunu söyleyerek huyu gereği ortadan yittiği için, istediğim gibi geçirebileceğim iki saat boş vaktim vardı. Uzun uzadıya odaları dolaştım. Ceketimi, kâh yukarıya doğru düğmeleyerek, kâh büsbütün açık, yahut da yalnızca üst düğmesi ilikli olarak, bütün aynalarda kendimi seyrettim. Hepsi bana çok güzel görünüyordu. Büyük sevincimi insanlara göstermekten çekinsem de, bir türlü kendimi tutamıyordum. Ahır ve arabanın bulunduğu yere kadar giderek, Krasafçık'a, Kuzma'ya ve arabaya baktım. Daha sonra yine eve döndüm. Cebimdeki paraları saymaya, aynalara bakmaya ve eskisi gibi mutlu gülümseyerek yeni baştan odaları dolaşmaya başladım. Ama daha bir saat geçmeden içime bir sıkıntı çöktü. Bu parlak durumumu kimsenin görmediğini düşünerek üzülmeye başladım. Davranmak, bir şeyler yapmak isteğini duydum. Bunun üzerine, Kuznetskiy Köprüsü yakınlarına gidip bir şeyler almanın en uygun davranış olduğunu düşünerek arabayı hazırlamalarını buyurdum.
Volodya'nın, geçen yıl üniversiteye girdiği zaman, Victor Adam'ın atlarının taşbasma resimleriyle tütün ve birçok pipo satın aldığını anımsayarak benim de aynı şeyleri yapmam gerektiğini düşündüm.
Kasketimin üzerinde güneşin ışıkları parlayan arması, düğmelerim ve kılıcımla, çevreden üzerime çevrilen bakışların altında, Kuznetskiy Köprüsü'ne geldim. Datsiaro'nun tablolarının satıldığı mağazanın önünde durdum. Çevreye bakınarak içeri girdim. Volodya'ya öykündüğümü sanmamaları için, Adam'ın at resimlerini almak istemedim. Bununla birlikte, mağazanın tezgâhtarını uğraştırmaktan sıkıldığım için de seçmekte ivedi davranarak, vitrinde duran guvaşla yapılmış bir kadın başı resmini yirmi rubleye satın aldım. Ama mağazanın tertemiz giyinmiş iki adamını yirmi rublelik ufak bir alışverişle oyalamaktan utandım. Aynı zamanda, beni alaylı bakışlarla süzüyorlar gibi geldi. Onlara kim olduğumu göstermek için, camın altında duran gümüş bir nesneye dikkatle baktım. Bunun on sekiz ruble değerinde bir kalemlik olduğunu anlayınca sarmalarını rica ettim, parasını ödedim, iyi tütün ve çubukları bitişik tütün mağazasında bulabileceğimi öğrendikten sonra, ikisini de nazik bir biçimde selamlayıp koltuğumda tabloyla sokağa çıktım. Tabelasında sigara içen bir zenci resmi bulunan yandaki mağazaya girdim. Yine hiç kimseye benzememe isteğiyle, Jukov değil de Sultan tütünü; bir İstanbul piposu ve biri ıhlamur, biri gül ağacından iki çubuk aldım. Mağazadan çıkıp arabaya doğru ilerlerken, kaldırımda üstünde sivil giysisiyle ivedi ivedi yürüyen Semyonov'u gördüm. Beni tanımadığı için kızmıştım. Oldukça yüksek sesle: "Arabacı, gel!" diye seslendim. Arabaya kuruldum ve arabayla Semyonov'a yetişerek,
- Günaydın, dedim.
O, yürümesini sürdürerek:
- Saygılarımı sunarım, diye yanıt verdi.
Ben sordum:
- Formanızı niçin giymediniz?
Semyonov durdu, beyaz dişleriyle sırıttı, arabama ve üniformama tümüyle kayıtsız kaldığını göstermek için, sanki güneşten kamaşıyormuş gibi gözlerini süzerek bana baktı ve yürüdü.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Genclik yillarim - 04
  • Parts
  • Genclik yillarim - 01
    Total number of words is 3070
    Total number of unique words is 1838
    32.4 of words are in the 2000 most common words
    46.7 of words are in the 5000 most common words
    54.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 02
    Total number of words is 3015
    Total number of unique words is 1715
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    49.7 of words are in the 5000 most common words
    57.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 03
    Total number of words is 3210
    Total number of unique words is 1737
    34.2 of words are in the 2000 most common words
    46.9 of words are in the 5000 most common words
    53.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 04
    Total number of words is 3388
    Total number of unique words is 1744
    35.1 of words are in the 2000 most common words
    47.9 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 05
    Total number of words is 3379
    Total number of unique words is 1665
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    48.7 of words are in the 5000 most common words
    56.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 06
    Total number of words is 3275
    Total number of unique words is 1742
    33.3 of words are in the 2000 most common words
    48.3 of words are in the 5000 most common words
    55.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 07
    Total number of words is 3257
    Total number of unique words is 1790
    33.5 of words are in the 2000 most common words
    45.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 08
    Total number of words is 3298
    Total number of unique words is 1729
    36.0 of words are in the 2000 most common words
    50.3 of words are in the 5000 most common words
    58.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 09
    Total number of words is 3157
    Total number of unique words is 1778
    30.4 of words are in the 2000 most common words
    44.4 of words are in the 5000 most common words
    52.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 10
    Total number of words is 3309
    Total number of unique words is 1814
    33.8 of words are in the 2000 most common words
    48.3 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 11
    Total number of words is 3253
    Total number of unique words is 1826
    33.1 of words are in the 2000 most common words
    46.8 of words are in the 5000 most common words
    54.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 12
    Total number of words is 2860
    Total number of unique words is 1571
    33.9 of words are in the 2000 most common words
    46.3 of words are in the 5000 most common words
    53.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 13
    Total number of words is 3304
    Total number of unique words is 1779
    33.3 of words are in the 2000 most common words
    45.8 of words are in the 5000 most common words
    53.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 14
    Total number of words is 1511
    Total number of unique words is 978
    37.0 of words are in the 2000 most common words
    51.0 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.