Genclik yillarim - 01

Total number of words is 3070
Total number of unique words is 1838
32.4 of words are in the 2000 most common words
46.7 of words are in the 5000 most common words
54.6 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
I
Rusçadan Çevirenler:
Râna Çakıröz - Cengiz Ekinci
75. yıl coşkusuyla...
Hümanizma ruhunu anlama ve duymada ilk aşama, insan varlığının en somut anlatımı olan sanat yapıtlarının benimsenmesidir. Sanat dalları içinde edebiyat, bu anlatımın düşünce öğeleri en zengin olanıdır. Bunun içindir ki bir ulusun, diğer ulusların edebiyatlarını kendi dilinde, daha doğrusu kendi düşüncesinde yinelemesi; zekâ ve anlama gücünü o yapıtlar oranında artırması, canlandırması ve yeniden yaratması demektir. İşte çeviri etkinliğini, biz, bu bakımdan önemli ve uygarlık davamız için etkili saymaktayız. Zekâsının her yüzünü bu türlü yapıtların her türlüsüne döndürebilmiş uluslarda düşüncenin en silinmez aracı olan yazı ve onun mimarisi demek olan edebiyatın, bütün kitlenin ruhuna kadar işleyen ve sinen bir etkisi vardır. Bu etkinin birey ve toplum üzerinde aynı olması, zamanda ve mekânda bütün sınırları delip aşacak bir sağlamlık ve yaygınlığı gösterir. Hangi ulusun kitaplığı bu yönde zenginse o ulus, uygarlık dünyasında daha yüksek bir düşünce düzeyinde demektir. Bu bakımdan çeviri etkinliğini sistemli ve dikkatli bir biçimde yönetmek, onun genişlemesine, ilerlemesine hizmet etmektir. Bu yolda bilgi ve emeklerini esirgemeyen Türk aydınlarına şükran duyuyorum. Onların çabalarıyla beş yıl içinde, hiç değilse, devlet eliyle yüz ciltlik, özel girişimlerin çabası ve yine devletin yardımıyla, onun dört beş katı büyük olmak üzere zengin bir çeviri kitaplığımız olacaktır. Özellikle Türk dilinin bu emeklerden elde edeceği büyük yararı düşünüp de şimdiden çeviri etkinliğine yakın ilgi ve sevgi duymamak, hiçbir Türk okurunun elinde değildir. 23 Haziran 1941.
Milli Eğitim Bakanı
Hasan Âli Yücel
SUNUŞ
Cumhuriyet'le başlayan Türk Aydınlanma Devrimi'nde, dünya klasiklerinin Hasan Âli Yücel öncülüğünde dilimize çevrilmesinin, kuşkusuz önemli payı vardır.
Cumhuriyet gazetesi olarak, Cumhuriyetimizin 75. yılında, bu etkinliği yineleyerek, Türk okuruna bir "Aydınlanma Kitaplığı'' kazandırmak istedik.
Bu çerçevede, 1940'lı yıllardan başlayarak Milli Eğitim Bakanlığı'nca yayınlanan dünya klasiklerini okurlarımıza sunmaya başladık.
Büyük ilgi gören bu etkinliği Milli Eğitim Bakanlığı'nca yayınlanmamış -ancak Aydınlanma Devrimi yarıda kalmasaydı yayınlanacağına kesinlikle inandığımız- dünya klasiklerini de katarak sürdürüyoruz.
Cumhuriyet
GENÇLİK
I




I
GENÇLİĞİN BAŞLANGICI ÜZERİNE
Önceden de söylediğim gibi, Dimitri'yle olan arkadaşlığım, benim yaşam, yaşamın amacı, yaşam ilişkileri üzerine görüşlerimi değiştirmişti. Görüşlerimin özü, insanların dünyadaki görevleri, ahlak bakımından olgunlaşmaya çalışmaları, bu olgunlaşmanın da olanaklı, kolay ve sürekli olabileceği inancına dayanıyordu. Bununla birlikte, şimdiye dek ancak bu kanılarımdan doğan yeni düşünceler bulmaktan, gelecekte ahlak çalışmalarımın parlak tasarılarını yapmaktan zevk alıyordum. Ama günlerim, gene eskisi gibi karmakarışık, ufak tefek bir sürü şeyle dolu, bomboş geçiyordu.
Çok sevdiğim, kimi zaman içimden, "Eşsiz Mitya," dediğim arkadaşım Dimitri'yle konuşurken ele aldığımız yüksek düşüncelerimizi, artık duyarak değil, düşünerek beğeniyordum. Ama öyle bir an geldi ki, bu düşünceler, ruh buluşlarımın taze gücüyle kafamda birden öyle bir parladı ki, şimdiye dek günlerimin boşa geçmiş olduğunu düşünerek irkildim. Bu düşüncelerden asla vazgeçmemek kararıyla, daha o anda yaşama uygulamak isteğini duydum.
İşte bu anı, gençliğimin başlangıcı kabul ediyorum. O zamanlar on altı yaşımı bitirmek üzereydim. Öğretmenler eskisi gibi gidip geliyorlar, St. Jérôme çalışmalarımı izliyor, ben de zoraki, isteksiz, üniversiteye hazırlanıyordum. Çalışmalarımdan artan zamanlarımı tek başıma kurduğum karmakarışık düşlemlerle, düşüncelerle; dünyanın en güçlü insanı olmak için jimnastik yapmakla; odalarda belli başlı bir işle uğraşmadan, en çok da hizmetçi kızların odası önündeki koridorda dolaşmakla; aynada kendimi seyretmekle geçiriyordum. Aynanın önünden çoğu kez neşesiz, dahası, tiksinerek ayrılırdım. Sorun yalnızca yüzümün çirkin olmasında değildi; bu durumdakilerin kendilerini avutabilecek özelliklerinden biri bile bende yoktu. Yüzümde anlamlı, soylu, zekice bir eda var diyemezdim; yüzüm gösterişli değildi; bayağı kaba, çirkin çizgiler, hele aynaya baktığım zamanlar zeki olmak şöyle dursun, anlamsız görünen küçücük, kurşuni gözlerim vardı; erkekçe davranışlarım da azdı. Boyum pek kısa değildi, yaşıma göre çok güçlüydüm; ama, yüzümün çizgileri yumuşak ve donuktu; yüzümde soyluluk diye bir şey de yoktu. Tersine, yüzüm, kocaman ellerim, ayaklarım, sıradan bir köylünün yüzünü, ellerini, ayaklarını andırıyordu. O zamanlar bu görünüş bana çok utanç verici gibi geliyordu.
II
İLKYAZ
Üniversiteye girdiğim yıl, Paskalya yortuları nisan ayına rasladı; öyle ki, sınavlarımız büyük perhizin sonuna geliyordu. Büyük perhizin son haftasında hem kiliseye sürekli gitmek, hem de sınavlara iyice hazırlanmak zorundaydım.
Yağan sulu kardan sonra (Karl İvanoviç bu kar için, "Babasından sonra oğlu geldi," diyordu) üç günden beri hava açık, ılık ve dingindi. Sokaklarda hiç kar kalmamıştı. Yapışkan çamur yerine parlayan ıslak kaldırımlar ve hızla akan seller görünüyordu. Saçaklardan güneşin erittiği karların son damlaları düşüyor, bahçedeki ağaçlarda tomurcuklar kabarıyordu. Avludaki donmuş gübre yığınının yanından ahıra doğru kuru bir yol açılmıştı. Dış kapının önündeki taşlar arasından çimenler fışkırıyordu. İlkyazın, çevreye bol, parlak ışıklarını saçan ama yakmayan güneşi, akan selcikleri, yer yer kurumaya başlayan toprağı, havadaki güzel, taze kokuları ve uzun, saydam bulutların serpildiği mavi göğüyle insan ruhuna en çok dokunan günleriydi. Bilmem neden, bana öyle geliyor ki büyük kentlerde ilkyazın ilk günlerinin insan ruhundaki etkileri daha çok duyulur. Az görür, ama çok duyarsınız.
Güneş, pencerenin çift camından süzülüyor, bana son derece bıkkınlık veren çalışma odamın döşemesine tozlu ışıklarını serpiyordu. Ben bu pencere önünde durarak kara tahtada uzun bir cebir problemi çözüyordum. Bir elimde Franker'in yıpranmış, kapsız cebir kitabını, öbüründe yüzümü, kısa frakımın kollarını, ellerimi kirleten küçük bir tebeşir parçasını tutuyordum. Kollarını sıvamış, önüne önlüğünü bağlamış olan Nikolay, bir pensle bahçeye bakan pencerenin macunlarını kazıyor, çivilerini söküyordu. Onun bu çalışması, bu arada çıkardığı gürültüler, dikkatimi dağıtıyordu. Aslında sıkılıyor, hiçbir şeyden zevk duymuyor, hiçbir şey başaramıyordum; daha başlangıçta yaptığım bir yanlış yüzünden bütün problemi yeniden çözmek zorunda kalmıştım; iki kez elimdeki tebeşiri düşürdüm; yüzümün, ellerimin kirlendiğinin ayrımındaydım; silgi ortalarda yoktu; Nikolay'ın yaptığı gürültü de sinirlerimi kamçılıyordu. Kızmak, söylenmek istiyordum. Tebeşiri, cebir kitabını atarak odada dolaşmaya başladım. Birdenbire bugün kilisede günah çıkartacağımızı, bütün kötü şeylerden kendimizi sakınmamız gerektiğini düşündüm; birden üstüme bir dinginlik çöktü; Nikolay'a yaklaştım; sesime son derece yumuşak bir ton vermeye çalışarak:
- Nikolay, izin ver de sana yardım edeyim, dedim.
Canımın sıkıntısını yenme, ona yardım etmekle iyi bir davranışta bulunma düşüncesi, içimdeki uysallığı büsbütün artırıyordu.
Macunlar kazındı, çiviler söküldü, Nikolay var gücüyle pencere çerçevesine asıldığı halde bir türlü çıkaramıyordu. Bunu görünce kendi kendime, "Nikolay'la çerçeveyi söküp çıkarırsak, bugün artık derse çalışmak günah olur; bundan çok çalışmamalı..." diye düşündüm. İkimiz asılınca, bir yanı kurtuldu, çerçeve de çıktı.
Nikolay'a:
- Nereye götüreyim? diye sordum.
Çabalamama şaşan, aynı zamanda bundan hoşnut olmamış gibi görünen Nikolay:
- İzin verin de ben kendim götüreyim; karışmasınlar diye çerçeveleri numaralayıp yerleştiriyorum, dedi.
Ben çerçeveyi kaldırarak:
- İşaretlerini ben de korum, dedim.
Bana öyle geliyordu ki, çerçevenin konulduğu yer iki verst (1) uzakta, bu çerçeveler de iki kat daha ağır olsa, daha hoşnut olacaktım. Nikolay'a bu yardımı yaparken, kendimi hırpalıyor, yormak istiyordum. Odaya döndüğüm zama, o, pencerenin iki camı arasından çıkan ufacık tuğlaları, toz piramitlerini alıyor, elindeki kuş kanadıyla da tozları ve uyuşuk sinekleri dışarıya süpürüyordu. İçeri giren temiz, kokulu hava odayı dolduruyor, dışardan kentin gürültüsüyle bahçedeki serçelerin cıvıltıları duyuluyordu.
Bütün eşyalar bol ışıkla aydınlatılmış, oda neşelenmişti; hafif ilkyaz yeli cebir kitabının yapraklarını, Nikolay'ın saçlarını oynatıyordu. Pencereye yaklaşıp üzerine oturdum, bahçeye doğru eğilerek düşünceye daldım.
Benim için yeni, çok güçlü, aynı zamanda hoş olmayan bir duygu, birdenbire içimi doldurdu. Sarı saplı, yemyeşil, sivri uçlu taze otların yer yer fışkırdığı ıslak topraklar, üzerinde odun parçalarının, toprakların yüzdüğü güneş ışıklarıyla parlayan selcikler, tam pencerenin dibinde sallanan şişkin tomurcuklu, kızarmaya başlayan leylak dalları, aralarında uçuşan kuşların canlı cıvıltıları, üstündeki karların erimesiyle kararan ıslak duvar, en çok da bu kokulu ve nemli havayla neşeli güneş, çok güzel bir şeyi güçlü bir biçimde duyuruyordu. Bunları size gördüğüm gibi değil de duyduğum gibi anlatmaya çalışacağım. Her şey bana güzellikten, mutluluktan, erdemden söz açıyor; bunların hepsine ulaşabileceğimi; hepsinin birbirini tamamladığını; güzelliğin, mutluluğun, erdemin aynı anlama geldiklerini söylüyordu. Kendi kendime, "Bu denli kötü olduğumu, mutlu olabileceğimi ve gelecekte de mutlu olacağımı nasıl anlayamamıştım? Hemen, zaman geçirmeden değişip bambaşka bir insan olarak yeni bir yaşama başlamalı..." diyordum. Bununla birlikte, daha uzun bir zaman hiçbir şeyle uğraşmaksızın düşlemler kurarak pencerenin içinde oturdum. Yazın yağmurlu, kapalı bir günde uykuya dalıp, güneş batarken uyanarak gözlerinizi açtığınız zaman, pencerede rüzgârdan gerilmiş, çarpan keten perdenin aralıklarından, yağmurla ıslanmış yol boyunca sıralanan kayın ağaçlarının morumsu gölgelerini, batan güneşin ışıklarıyla aydınlanan bahçenin nemli yolunu, pencerede güneşin ışığı altında saydam gibi görünerek uçuşan sinekleri görüp, bahçedeki kuşların neşeli cıvıltılarını duyarak ve yağmurdan sonraki havanın kokusunu duyumsayarak, "Ne yazık ki böyle güzel bir akşamı uykuda geçirdim," düşüncesiyle üzüntü içinde, hemen yaşamın zevkini anlamak isteğiyle bahçeye koştuğunuz oldu mu? Böyle bir şey başınızdan geçtiyse, işte bu an, o zaman yaşadığım o güçlü duygunun bir eşi olabilir.
III
DÜŞLEMLERİM
Kendi kendime, "Bugün tövbe ederek bütün günahlarımdan kurtulacağım, bundan sonra asla günah işlemeyeceğim," diye düşündüm. (O anda bana en çok acı veren bütün günahlar aklıma geldi.) "Her pazar kesinlikle kiliseye gideceğim, döndüğümde tam bir saat İncil okuyacağım; üniversiteye gittikten sonra bana verilecek olan yirmi beş ruble aylığımın iki buçuk rublesini, onda birini, kimseye duyurmadan yoksullara dağıtacağım. Ama sokaktakilere değil, öyle kimseler arayıp bulacağım ki, bunlar, kimsenin tanımadığı bir öksüz çocuk ya da bir yaşlı kadın olacak. Kendi odam olacak (sanırım St. Jérôme'un odasını bana verirler), bu odayı kendi elimle temizleyip çok derli toplu tutacağım. İşlerimi hizmetçilere yaptırmayacağım, çünkü onlar da benim gibi insandır. Üniversiteye yürüyerek gideceğim. Bana da bir araba verirlerse onu satıp, parasını gene yoksullara ayıracağım. Ben her şeyi, her şeyi harfi harfine yapacağım. (O zaman bu her şeyin ne olduğunu sorsalar söyleyemezdim, ama pek mantıklı, ahlaklı, temiz bir yaşamın kuralları olduğunu açıkça anlayabiliyordum.) Ödevlerimi hazırlayacak, okunacak derslerime çok önceden çalışmış olacağım; öyle ki, ilk yıl sınıfın birincisi olup bir tez hazırlayacağım; ikinci yıl bütün dersleri önceden hazırladığım için doğrudan doğruya üçüncü sınıfa geçeceğim; böylelikle on sekiz yaşımda iki altın madalya kazanarak okulu birincilikle bitireceğim. Sonra doktora sınavını verip, Rusya'nın, belki de Avrupa'nın en tanınmış bir bilim adamı olacağım..." "Peki, sonra ne olacak?" diye kendi kendime soruyordum. Birdenbire bu düşlemlerimin bir gururlanma, bir günah olduğunu anımsadım; bu akşam hemen papaza günah çıkarmak gereğini duyarak gene önceki düşüncelerimin başına döndüm: "Derslerime çalışmak için yürüyerek Varabyof tepelerine gideceğim; orada bir ağaç altında seçtiğim yere oturup çalışacağım; bazen yanıma kahvaltı olarak peynir, ekmek, Pedotti'den börekler, bunlara benzer daha başka şeyler alacağım; sonra biraz dinlenerek ya iyi bir kitap okuyacağım, bir görünüm resmi yapacağım ya da herhangi bir çalgıyı çalacağım (kesinlikle flüt çalmasını öğreneceğim). Sonra bir genç kız bu tepelere gelecek, bir gün bana yaklaşıp kim olduğumu soracak. Ben de ciddi ciddi yüzüne baktıktan sonra, bir papaz oğlu olduğumu, ancak buralarda tek başıma kaldığım zaman mutluluk duyduğumu anlatacağım. O bana elini uzatarak bir şey söyleyip yanıma oturacak. Böylece, biz her gün oraya gideceğiz, arkadaş olacağız, sonra ben onu öpeceğim... Hayır bu çok kötü. Tam tersine, bundan sonra kadınlara bakmayacağım. Hiçbir zaman hizmetçi kızların odalarına girmeyeceğim; odalarının önünden geçmemeye bile çalışacağım. Üç yıl sonra erginlik çağıma erince kesinlikle evleneceğim. Elden geldiğince çok hareket edip her gün spor yapacağım, öyle ki yirmi beş yaşıma geldiğim zaman Rappo'dan daha güçlü olmaya çalışacağım. İlk gün uzattığım elimde 20 funtluk gülleyi beş dakika tutacağım; ertesi gün bu ağırlığı 21 funta, üçüncü günü 22'ye, en sonra 160 funta çıkararak, adamlarımızın arasında en güçlüsü olacağım. Bir gün biri beni aşağılarsa ya da o genç kızdan konuşurken bir saygısızlık gösterirse, ben onu hemen göğsünden tuttuğum gibi bir elimle yakalar, bir buçuk metre yüksekliğe kaldırır, benim gücümü anlaması için öylece havada tutar, sonra bırakırım. Böyle düşünmek de doğru değil... ama bunda kötü bir şey yok; kötülük yapacak değilim; ancak o anlasın ki ben..."
Gençlik düşlemlerimin de, çocukluk ve ilk gençlik düşlemlerim gibi, çocukça olduğunu okurlarım hoş görsünler. Çok uzun bir ömrüm olur da bu öyküm yaşar, benim yaşlılığıma kavuşursa, eminim ki yetmiş yaşıma geldiğim zaman bile, düşlemlerim aynı, şimdiki gibi çocukça olacaktır. Düşlemlerimde, bir zamanlar Mazepa'yı (2) sevdiği gibi, beni de yetmiş yaşımda, dişsiz ve yaşlı bir adam olduğumda bile sevebilecek güzel bir Maria'yı yaşatıp pek akıllı olmayan oğlumun birdenbire bir bakan olabileceğini ya da benim de birden milyonlarca paraya kavuşup zengin olacağımı canlandıracağım. Bence dünyada hiçbir çağ, hiçbir insan yoktur ki, böyle ruhu okşayıcı, avutucu düşlemlerden uzak kalsın. Bütün düşlemlerde olan gerçekleşme olanaksızlığı ve çekiciliği bir yana bırakılırsa, bütün düşlemlerin her insana, her şeye göre, özellikleri olduğu görülür. İlk gençliğimin sonu, asıl gençliğimin de başlangıcı saydığım dönemde düşlemlerim dört temele dayanıyordu. Birincisi; içimde her zaman aynı duyguyla yaşattığım, herhangi bir yerde karşıma çıkmasını beklediğim kadına olan aşkım. O kadın, biraz Soniçka, biraz da teknede çamaşır yıkarken Vasiliy'in karısı Maşa, biraz da apak boynundaki incisiyle çok eskiden tiyatroda yanımızdaki locada gördüğüm kadın. İkincisi; sevilmeye karşı olan zayıflığım. Herkesin beni tanımasını, sevmesini istiyordum. İstiyordum ki, Nikolay İrteniyev dediğim zaman herkes şaşırsın, çevremi alsın, bilmem nelerden dolayı bana teşekkür etsinler. Üçüncüsü; beni çıldıracak dereceye getiren, yükselme duygularımı okşayan, çok güçlü, eşsiz bir mutluluk umudu. Olağanüstü bir raslantıyla, birdenbire dünyanın en zengin, en tanınmış insanı olacağıma öyle inanmıştım ki, her an anlatılmaz bir mutluluğu beklemekten doğan bir coşku içindeydim. İnsanın isteyebileceği her şeye eriştiği zamanın gelmesini bekliyordum. Bunun, benim olmadığım bir yerde başlaması olasılığını düşünerek, her zaman acele ediyordum. En önemlisi olan dördüncü düşüncem de, pişmanlık ve kendime karşı duyduğum tiksinme duygularıydı. Ama bu pişmanlık, beklemekte olduğum mutluluk umuduyla öyle karışmıştı ki, artık üzüntülü denebilecek yanı yoktu. Bana, geçmişten kurtulmak, her şeyi değiştirip onu unutmak, geçmiş her günün artık bir bağı, bir etkisi olmadığını düşünerek, yepyeni bir yaşam, yeni ilişkiler kurmak çok kolay, çok doğal geliyordu. Geçmişten tiksinmek bana zevk verdiği için, geçmişi olduğundan daha karanlık görmeye çalışıyordum. Geçmiş günlerimin anısı nasıl karanlıksa, bugünkü yaşamım da o karanlığın içinden öyle temiz, daha aydın bir nokta gibi görünüyor, gelecek günlerim de bu noktanın çevresinde renkler, ışıklar olarak kendilerini gösteriyordu. Bu pişmanlık duygusu, eksiksiz olma isteği, o gelişme çağında en önemli, en yeni duygularımdan biridir ve dünyaya, insanlara, kendime karşı beslediğim düşüncelerimin değişmesini sağlamıştır. Ey o zamandan beri, çok kez yaşamın yalan ve sefahat gücüne ruhun susarak boyun eğdiği o acıklı günlerde türlü haksızlıklara, yalanlara karşı cesurca baş kaldıran, geçmişin kötülüklerini açığa vuran, yeni yaşamın taze kaynağını göstererek onu sevmeye zorlayan, gelecekte bize iyilik, mutluluk getireceğine söz veren iç açıcı, güçlü, hoş ses... Acaba, seni duyamayacağım anlar olacak mı?
IV
AİLE ÇEVREMİZ
Bu ilkyaz babamız evde pek az kalıyordu, ama kaldığı günlerde de çok neşeliydi. Piyanoda sevdiği parçaları çalıyor, bize göz kırpıyor, bizimle Mimi için türlü türlü, alaylı öyküler uyduruyordu: Bir Gürcü prensinin kayak yerinde Mimi'yi gördüğünü, ona tutulup karısını boşamak için hemen başpapazlığa bir dilekçe verdiğini, benim de Viyana elçi yardımcılığına atandığımı, pek inandırıcı tavırlarla anlatıyordu. Katenka'yı da örümceklerle korkutuyordu; arkadaşlarımız olan Dubkov'la Nehludov'a çok güler yüz gösteriyor, durmadan bize ve konuklarımıza önümüzdeki yıl için tasarılarını anlatıyordu. Bu tasarılar hemen her gün değiştiği, birbirine uymadığı halde, öyle ilgi çekici, öyle sürükleyiciydi ki hepimiz kulak kesilir onu dinlerdik; Luboçka da, tek sözcüğü kaçırmamak için gözlerini bile kırpmadan onun ağzına bakardı. Bu tasarılara göre, kimi zaman biz Moskova'da, üniversitede kalıyoruz; kendisi Luboçka'yla birlikte, iki yıl kalmak üzere İtalya'ya gidiyor; kimi zaman Kırım'ın güney kıyısında bir çiftlik alınıyor, her yaz oraya gidiyoruz; kimi zaman da bütün aile Petersburg'a taşınıyor vb. Babam neşeliydi ama son zamanlarda onda beni pek şaşırtan büyük bir değişiklik daha gördüm. Kendisine modaya uygun bir giysi olan zeytin renginde bir frak ve subyeli bir pantolonla, ona çok yakışan uzun bir palto diktirdi. Konukluğa, daha çok da tanıdığı bir kadının ziyaretine giderken, üzerinden güzel kokular yayılıyordu. Mimi, bu kadının sözünü ederek içini çeker, hep yüzü, "Zavallı öksüzler! Ne uğursuz tutkunluk! İyi ki o ölmüş bulunuyor," diyen bir tavır takınırdı. Babam bize kumar oynadığını hiç söylemezdi; ama bu kış şansının iyi gittiğini, pek çok para kazandığını, paralarını "Emniyet Sandığı"na yatırdığını, ilkyazdan sonra artık oynamayacağını Nikolay'dan öğrendim. Sözünde duramayacağından korktuğu için bir an önce köye gitmek istiyordu. Benim üniversiteye girmemi beklemeden, kızlarla birlikte Paskalya'dan hemen sonra Petrovskoe'ye gitmeye karar vermişti; Volodya'yla ben sonradan gidecektik.
Volodya bütün kış, ilkyaza dek Dubkov'dan hiç ayrılmadı (Dimitri'yle olan arkadaşlığı gittikçe zayıflıyordu). Konuşmalarından anlıyordum ki onların başlıca zevkleri, durmadan şampanya içmek, ikisinin de sevdikleri bir kızın penceresi altından kızakla geçmek, çocuk balosunda değil de artık gerçek balolarda karşılıklı dans etmekti. Volodya'yla birbirimizi çok sevdiğimiz halde, bu durum bizi ayırdı. Daha öğretmenden ders alan bir çocukla büyüklerin balosunda dans eden bir delikanlı arasındaki büyük farkı anlıyor, birbirimize düşüncelerimizi açmayı göze alamıyorduk. Katenka adamakıllı büyümüş, durmadan roman okuyor, yakında evlenebileceği düşüncesi bana artık şaka gibi gelmiyordu. Volodya'dan büyük olduğu halde ikisi anlaşamıyor; birbirlerinden sanki tiksiniyorlardı bile. Diyebilirim ki, Katenka evde oturduğu zaman romanlardan başka bir şey onu eğlendirmiyor, çok zaman canı sıkılıyordu; ama yabancı erkeklerin konuk olarak evde olduğu sırada çok neşeleniyor, canlanıyor; öyle kaş, göz hareketleri yapıyordu ki anlamını bir türlü kavrayamıyordum. Sonraları onunla konuşurken, kızların ancak gözleriyle cilve yapabileceklerini, bunun ayıp olmadığını duyunca, başkalarını hiç de şaşırtmayan bu garip göz süzüşlerinin ne olduğunu anlayabildim. Luboçka da uzun denebilecek giysiler giymeye başlamıştı; çarpık ayakları, bu uzun giysiler altında hemen hiç görünmüyordu; ama kendisi, eskisi gibi çok mızmızdı. Şimdi o artık süvariyle değil, bir sanatçı ya da müzisyenle evlenmeyi düşlemliyor, bu düşünceyle ciddi olarak müzik çalışıyordu. Ancak sınavlarını bitirinceye dek bizim evde kalacağını anlayan St. Jérôme, bir kontun evinde kendisine iş buldu. O zamandan sonra, ev halkına bir tür küçümsemeyle bakmaya başladı. Evde çok az bulunuyordu; o sırada moda sayılan sigara içme hevesine kapıldı, ağzına bir mukavva tutarak, durmadan ıslıkla neşeli parçalar çalıyordu. Mimi, günden güne daha üzüntülü duruyor, sanki, biz çocukluktan kurtulup büyümeye başladıkça hiçbirimizden, hiçbir şeyden hayır ummuyor gibi görünüyordu.
Yemeğe indiğim zaman, salonda yalnızca Mimi'yi, Katenka'yı, Luboçka'yı ve St. Jérôme'u buldum. Babam evde yoktu, Volodya da odasında, arkadaşlarıyla birlikte sınavlara hazırlandığından, yemeğinin kendi odasına götürülmesini istemişti. Son zamanlarda, çoğu zaman evin büyüğünün oturduğu yere, yemekte Mimi oturuyordu. Hiçbirimiz onu saymıyorduk, öğle sofrası eski zevkini yitirmişti. Artık öğle yemeği annemin ya da büyükannemin zamanında olduğu gibi belirli saatte bütün aileyi bir araya toplayan, günü iki bölüme ayıran bir tören değildi. Sofraya geç gelmeyi yanlış saymıyor, çorbadan sonra sofraya oturuyor, şarabı bardaktan içiyor (bu işte St. Jérôme bize örnek olmuştu), iskemleye yayılarak oturuyor, yemek bitmeden kalkıyor, başka kuralsız birçok davranışta bulunmaktan çekinmiyorduk. O zamandan sonra, öğle yemeği eskiden olduğu gibi ailenin neşeli bir töreni olmaktan çıkmıştı. Petrovskoe'de böyle miydi? Saat ikide hepimiz yıkanmış, giyinmiş, yemeğe hazır bir durumda salonda durur, konuşarak yemeğin başlamasını beklerdik. Garsonların odasında saat daha ikiyi çalmaya başlarken, Foka, elinde peçete, ciddi ve ağırbaşlı bir yüzle, sessiz adımlarla içeri girer, sözcükleri uzatarak gür sesiyle, "Yemek hazırdır, efendim..." deyince hepimiz neşeli, hoşnut, büyükler önde, küçükler arkada, kolalanmış eteklerin hışırtısıyla, ayakkabıların, çizmelerin gıcırtısıyla yemek odasına doğru yürür, hafif hafif konuşarak yerlerimize otururduk. Ya da Moskova'da, yemek salonunda hazır sofranın başında yavaş sesle konuşarak (Gavrilo büyükanneme yemeğin hazır olduğunu haber vermeye gittiği için) onun gelmesini ayakta beklerdik. Birdenbire kapı açılır, entari hışırtısı, sürünen ayakların çıkardığı sesler duyulur, başlığında garip, mor bir kurdele bağlı olarak, yan yana, gülümseyerek ya da somurtarak (bu onun sağlığının yerinde olup olmamasına bağlıydı) yüzer gibi büyükannem ortaya çıkardı. Gavrilo koşarak onun koltuğunu yerleştirir, iskemle gürültüsü duyulur, iştahın habercisi olan bir duygu sanki soğuk bir dalga gibi sırtımızı okşardı. Kolalanmış, nemli peçeteyi alır, bir ekmek kabuğu çiğner, neşeli bir sabırsızlıkla masa altında el ovuşturarak başgarsonun herkesin konumuna, yaşına ve büyükannemin gösterdiği ilgi derecesine göre sırayla dağıttığı tabaklardaki çorbaya bakardık.
Bugün artık, yemeğe gelince hiçbir neşe, hiçbir coşku duymuyorum.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Genclik yillarim - 02
  • Parts
  • Genclik yillarim - 01
    Total number of words is 3070
    Total number of unique words is 1838
    32.4 of words are in the 2000 most common words
    46.7 of words are in the 5000 most common words
    54.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 02
    Total number of words is 3015
    Total number of unique words is 1715
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    49.7 of words are in the 5000 most common words
    57.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 03
    Total number of words is 3210
    Total number of unique words is 1737
    34.2 of words are in the 2000 most common words
    46.9 of words are in the 5000 most common words
    53.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 04
    Total number of words is 3388
    Total number of unique words is 1744
    35.1 of words are in the 2000 most common words
    47.9 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 05
    Total number of words is 3379
    Total number of unique words is 1665
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    48.7 of words are in the 5000 most common words
    56.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 06
    Total number of words is 3275
    Total number of unique words is 1742
    33.3 of words are in the 2000 most common words
    48.3 of words are in the 5000 most common words
    55.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 07
    Total number of words is 3257
    Total number of unique words is 1790
    33.5 of words are in the 2000 most common words
    45.1 of words are in the 5000 most common words
    53.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 08
    Total number of words is 3298
    Total number of unique words is 1729
    36.0 of words are in the 2000 most common words
    50.3 of words are in the 5000 most common words
    58.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 09
    Total number of words is 3157
    Total number of unique words is 1778
    30.4 of words are in the 2000 most common words
    44.4 of words are in the 5000 most common words
    52.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 10
    Total number of words is 3309
    Total number of unique words is 1814
    33.8 of words are in the 2000 most common words
    48.3 of words are in the 5000 most common words
    55.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 11
    Total number of words is 3253
    Total number of unique words is 1826
    33.1 of words are in the 2000 most common words
    46.8 of words are in the 5000 most common words
    54.0 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 12
    Total number of words is 2860
    Total number of unique words is 1571
    33.9 of words are in the 2000 most common words
    46.3 of words are in the 5000 most common words
    53.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 13
    Total number of words is 3304
    Total number of unique words is 1779
    33.3 of words are in the 2000 most common words
    45.8 of words are in the 5000 most common words
    53.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Genclik yillarim - 14
    Total number of words is 1511
    Total number of unique words is 978
    37.0 of words are in the 2000 most common words
    51.0 of words are in the 5000 most common words
    57.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.