Kayıp Zamanda Işıltılar - 12

Total number of words is 4113
Total number of unique words is 2033
34.9 of words are in the 2000 most common words
50.6 of words are in the 5000 most common words
59.1 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Gözlerini yine babasının gözlerine dikti M.R. Göz kapağı sarkmış ve bir örtü gibi gözü örtmüştü. Soluk almada daha da zorlanıyor ve yüzünü sürekli ekşitiyordu. Bir an gözlerini açtı. Kırmızıyla sarının bütün gözakını örttüğü dehşet verici bir hal almıştı gözü. M.R.’ye bakıp bir şeyler söylemek gibi ağzını kımıldattı. Başucuna vardı M.R. Kendine bakan şaşkın gözlere ve kımıldayan dudaklara bir anlam vermeye çalıştı. Sonra babasının birden soluk alması kesildi. Kasılıyor, ölüme direniyordu. Dişlerini ve ellerini kalan son gücüyle sıktı. Ardı sıra serbestleşti ağzı. Üst dişlerini öne çıkarttı, kafasını biraz kaldırdı, biraz inledi ve gözlerini kapatıp son nefesini verdi.
Şaşkınlıktan ağlayamadı bile M.R. Soluğu boğazında düğümleniyor, etrafta bağrışmalar uçuşuyordu. Herkes ayağa kalkmış imamla birlikte dua okumaya başlamıştı. Kadınlar da ağlamaya başladı. Annesi hıçkırıklara boğulmuş vaziyette ağlıyor ve kocasını son bir defa daha görmek için yanına geliyordu. Yanına yaklaştırmadılar onu. M.R. ise elini babasının yüzüne değdirdi. Ömründe ilk defa cansız bir insanın suratına değiyordu. Ne bir hareket, ne bir soluk…
Önce M.R.’yi babasının yanından uzaklaştırdılar. Temiz bir örtü getirildi. Cansız beden yere indirildi. Örtü üzerine örtüldü ve üzerine kör bir bıçak konuldu. Tekrar dua okunmaya başladı. Ama çığlıklar arasında dua pek duyulmuyordu. Oda boşaltıldı ve herkes salona toplandı. Büyük oğul bir kenara çökmüş ağlıyor, anneyle kız ise baygınlık geçiriyordu.

***

Ziyaretçilerin konuşması iyiden iyiye gizemli bir hal almıştı. “İnsan ölüp de mezara kondu mu hemen kabir melekleri gelir. Yaşamın boyunca ne yaptın, ne ettin hesabını sorarlar. Hep kötülük mü ettin. Sorarlar “Allah kaç?” diye. Adam aslında bilir, ama cevap veremez. Kilitlenir kalır dil. O zaman hissedersin cehennemi. Sualin bittikten sonra ameline göre sağında veya solunda bir pencere açılır. Sağındaysa pencere, yaşadın; cenneti izlersin. Ama solunda ise pencere, cehennemin bütün acısını hissetmeye başlarsın.” dedi birisi. Bir diğeri de hemen katkıda bulundu. O, işin daha ötesini düşünüyordu. “Şimdi İsrafil aleyselam Sur’a üfler herkes ölür bunu biliyorsunuz değil mi? İmanımız var Allah’a şükür.” Herkes mırıltıyla bunu onayladı. “Sonra Sur’a bir daha üfler herkes yine canlanır. İşte, insanlar amellerine göre, kimisi sürünerek, kimisi koşarak, kimisi ise adım adım mahşer yerine gider. Herkes bir telaş içinde olur. Acaba cennete mi gidecek cehenneme mi? Güneş insanın alnına bir karış kadar yaklaşırmış. Amelin iyiyse bir bulut gelir sana siper olur.” Burda birisi hemen, “Adam mezardayken nereye gideceğini bilmiyor muymuş da telaş içinde oluyormuş?” diye sordu. “Bu büyük âlimlerin vereceği cevap,” diye kestirip attı beriki. Böyle kuşkucu kişileri hiç sevmezdi o.
Beriki tekrar devam etti, “İşte, her neyse, hesap sırası herkese gelir ve yine bir telaş sarar insanı. Acaba cennete mi gidecek cehenneme mi? Amelleri tartılır ve bir sonuca bağlanır. İyilik tarafı fazlaysa sağ elinle amel defterini alırsın ve koşarak cennete gidersin. Değilse karnının içinden, evet, karnının içinden amel defterini alırsın. Sonra gelir sırat köprüsüne.”
Az önce itirazını belirten tekrar konuştu. “Bu ne ya? Mezara yat, cehenneme mi cennete mi gideceğini öğren, dirildikten sonra yine unut, bulutlardan öğrenmeye çalış, hatta amelin tartılsın yine öğren. Hatta adamı şimdi sırat köprüsüne götürüyorsun kesin oraya gidene kadar yine unutur nereye gideceğini. Ne iş bu? Adam biliyor mezara girdiğinde nereye gideceğini, ne gerek var bunca şeye? Bence bunlar sizin uydurmanız.”
“Hâşâ!” dedi beriki. “Olur mu öyle şey. Âlimlerin, şeyhlerin rivayet ettiği şeyler bunlar. Kitaplara bak yazar orda.”
“Hangi kitaba?”
“Dur karıştırma be!” dedi beriki. Herkes ona katılıyordu. “Neyse, işte insan sırat köprüsüne gider. Yaklaşır ona ve bakar. Dehşete düşer insan. Uzun bir köprü… Aşağısı ateş, yılan, akrep yani korkulan ne varsa her şey. Bakar ki geçebilir miyim diye. Acaba aşağıya mı düşecek, hızlıca geçecek mi (Konuşan burda daha fazla tepki çekmeyeyim diye, cennet ve cehennem kelimelerini kullanmamıştı.)? Eğer amelin iyiyse ışık gibi geçer gidersin. Köprü top sahası gibi geniş olur. Ama amelin kötüyse kıl gibi ince olur ve insan geçerken düşer aşağıya.” “Hoppala!” dedi itirazcı. “Bir bu eksikti. Abi biliyor adam aşağıya düşeceğini daha ne karıştırıyorsun? Senin işin şuna benzedi: Adamın biri ölüyor mezara konuyor ve suali soruluyor. Örneğin adam çok kötü olsun. Hemen yanından bir pencere açılıyor ve cehennem izlemeye başlıyor. Sonra bir bakıyor kıyamet kopmuş. Diriliyor ve mahşerde toplanıyor. Bizimki unutmuş olacak tepesinde bulut aramaya başlıyor. Ama bir karış ötedeki güneş dışında bir şey bulamıyor. Gerçi güneş nasıl geldi diye sorulabilir ama neyse! Tabii bizimki buna aldırmıyor bir de tarttırmak istiyor. Belki kabir melekleri bir yanlışlık yapmıştır diye düşünüyordur. Tabi tartılıyor, ama her şey doğruymuş. Elini karnına sokuyor ve amel defterini alıyor. Yalnız bu adam sadece kötü değil geri zekâlı birisi. Beş adım atınca yine unutuyor sırat köprüsünde ne olacağını düşünüyor. Ama cehennemde yanmaya başlayınca artık kafasında bir şeyler dank ediyordur herhalde. Uf be! Adamı dört kere çelişkide bıraktın. Yeter amma attın yahu?” Sinirlendi buna beriki konuşmamaya karar kıldı. İçinden habire, “Şüpheci pezevenk,” diyordu.
Ölümüm ötesine ilişkin söyleşi biraz daha devam ettiyse de, sonra bu konulardan da sıkıldılar ölü evinin geçici sakinleri. Eskiler kim ölmüş kim kalmış bir hesabına giriştiler. Yaşayanlara, onların yaptıkları ettiklerine geldi. Kalan pek kimse yoktu. Önce ekonomiye, ardı sıra siyasete, onun ardından da güncel hayatın konuşmalarına geldi sıra. Gülcükler suratta daha fazla görünür oldu. Bunu da pek aşırıya kaçırmamaya gayret gösteriyorlar, kendinlerine çeki düzen veriyorlardı. Sigaralar yakılıyor, oda daha boğucu hale geliyor, herkes uyuklamaya başlıyordu. M.R. ise şaşkınca onları izlemeye devam ediyordu. Bu kadar hızlı biçimde ruh hallerinin değişeceğine akıl sır erdiremiyordu. Hâlbuki az önce herkes ölene saygılıydı, ama şimdi herkes kendi havasındaydı. “Demek bu kadarmış,” dedi kendi kendine. “Biraz üzülüp sonra gülermiş insan. Sırf bir formalite...”
Dayanamayıp yerinden kalktı M.R. Çekilip bir köşeye dinlenmeliydi. Oda kapısından çıkınca kadınların tarafına baktı. Çoğu ağlıyordu onların. M.R.’ye öyle geldi ki onlar daha saygılı. Yalnız ağlayan kadınlardan bazısını hayatında hiç görmemişti. Babasının tanıdığını da zannetmiyordu açıkçası. Bir türlü anlayamıyordu, insan tanımadığı biri için nasıl ağlar! Gözlerden dökülen yaşlar kime ait? İçinden hangi duygular geçiyor? Ardından annesine baktı. Ağlayacak hali kalmamıştı onun anlaşılan. Sessizce duruyor Kuran dinliyordu. Sonra Kuran okuma bitti ve bir dua okundu. Ardından oldukça yaşlı bir kadın bağırdı, “Haydi kadınlar! Vay Kemal’ım! Daha kaç yaşındaydın sen? Bu yaşında kara toprak senin neyine?” Herkes ona eşlik etmeye başladı. Az önce gayet normal duran kadınlar bile gözlerinden şarıl şarıl yaş döküyordu. Şaşkınca onları izledi M.R. Birkaç damla da o yaş döktü gözünden ve yatak odasına gidip tekrar başını yatağa koydu. Giderek uykusu geliyor ve yüzüne hafiften bir aydınlık vurmaya başlıyordu. Her şeyi baştan sona aklından geçiriyor ve kendince hesap veriyordu. Sonra gözleri hepten yumuldu ve uykuya teslim oldu bedeni.

***

Gözünü açtığında yüzüne yakıcı bir güneş vuruyordu. Her sabah yüzünü okşayan güneş daha farklıydı sanki. Parlaklığında bir eksiklik vardı. Her zaman onunla kucaklaştığını hisseder bundan mutluluk duyardı.
Üzerine baktı, bir battaniye örtülmüştü. Az ilerisinde ise bir bebek vardı. Minik ağzından dudaklarını çıkarıp bir şeyler emmeye çalışıyordu. Üzerindeki battaniyeyi hızlıca üstünden attı ve kapıya yöneldi. Açar açmaz amcasını gördü. Elini başına dayamış bekliyordu o. Yanına gitti M.R. ve elini öptü onun. Ev ise daha sakinleşmişti. Artık sadece dua sesi geliyor ve insanların çoğu bulunduğu yerde uyukluyordu. Biraz daha etrafa bakınca diğer amcasını ve halasını gördü. Onlarında yanına gidip ellerini öptü. Diğer amcası ona sarılmış bir türlü bırakmıyordu. Babasının yerine baktı. Bir tane adam boylu boyunca yatıyordu. Sonra abisini gördü. Dışarı çıkmaya hazırlanıyordu o. “Nereye gidiyorsun?” dedi M.R. “Camideki morga,” dedi abisi. “Ordan da mezarlığa gidip babamı yıkayacağız.” “Bende geliyorum,” dedi M.R. “Sen burda kalıp misafirlerle ilgilen,” diye cevap verdi abisi. Donuk bakışlarla onu izledi M.R. O zaman kendisi haksızmışçasına “Gel!” dedi abisi.
Evden çıktıklarında ikisi de kendini daha iyi hissetti. Evdeki boğucu hava yoktu en azından. Çocuk sesleriyle kuş cıvıltıları insana bir dinginlik veriyordu. En azından yaşamın hala son bulmadığını kanıtlar gibiydiler.
Cami morguna gittiklerinde cenazenin yıkanmaya götürüldüğünü öğrendiler. Dosdoğru Zincirlikuyu’ya gideceklerdi. Bir akrabalarının arabasına binip hızlıca oraya vardılar. Mezarlıktaki ünlü insanların ismini okudukça rahatlıyordu M.R. Ölümün tek kendilerine ait olmadığını bilmek içini ferahlatıyordu.
Beş-altı tane cenaze arabasının dizili olduğu bir yer önünde durdular. Kimsenin yüzünde gülümseme yoktu. Anlaşılan onun yaşadıklarını yaşayan kişi çoktu. Sabun kokan binanın içine girdiler ve babalarını aramaya başladılar. Öğrendikleri, onun buzlukta saklı tutulu olduğuydu. Sıra gelince onu da yıkayacaklardı. Bir süre bir köşede kendilerine sıra gelmesini beklediler. Sıra geldi ve hemencecik buharların yükseldiği bir odaya girdiler. İlk önce engellemeye çalıştılar M.R.’yi. O ise direndi ve içeri girdi. Babası önündeydi artık. Beline bir havlu örtülüp yıkanılıyordu. Karnı sanki daha da şişmişti. Sürekli sarı bir sıvı geliyordu bedeninden. Yıkayan kişi hızlıca onun bir tarafından tutuyor elindeki bezle onu ovalıyordu. Ara sıra karın bölgesine baskı uyguluyor ve dökülecek her şeyin dökülmesine olanak sağlıyordu. Sonra beyaz bir kefen getirildi. Beden kurulandı ve ağza ve anüse sıvı akmasına önlem olarak pamuk yerleştirildi. Ardı sıra her yeri kefenle sarıldı ve üzerinde, “Kemal Örgün” yazılı bir tabuta yerleştirildi. Şimdi gömülmeye hazırdı artık. Öğle namazı kılınacak ve cenaze defnedilecekti.
Cenaze arabasına bir şoför, bir de imam bindi. Onlar hareket etti ve diğer arabalarda onun arkasından gitmeye başladı. Geçtikleri her yerde birkaç kişi arabaya bakıyor ve kendi aralarında konuşuyordu. Onları dikkatlice inceliyordu M.R. İnceliyor ve sormadığı bir sorunun cevabını bulmaya çalışıyordu.
Mahalle camisine vardıklarında bütün tanıdıklar toplanmıştı. Ezan okundu ve herkes öğle namazını kıldı. Cenaze namazını kılan insan sayısı bayağı fazlaydı. Kimisini tanıyor, kimisini tanımıyordu M.R. Bu da pek önemli gelmiyordu artık ona. Her şey kuralına göre oynanıyorsa bunun kaç kişiyle yapıldığının önemi yoktu.

***

Cenaze arabası Hasdal Mezarlığı önüne gelince yavaşladı ve direkt oraya girdi. Uzun ve kıvrımlı olan yollardan dolanarak mezarın uç bölümlerine gidiyordu. Daha yeni yeni hizmete girmiş boş mezarlardan birinin yanına gittiler. İki tane adam hala mezarı açmakla meşguldü. Adamlar eşme işlemini bitirince ceset tabuttan çıkartıldı. Dualar okunmaya başlandı. M.R.’nin amcası ve abisi mezarın içine indi ve ceset onların ellerine verildi. İmamın gözetiminde ceset kıbleye doğru özenle yerleştirildi. Sonra yukarı çıktılar ve dualar tekrar okunmaya başladı. İmam izin verdi ve ölü üzerine toprak atılmaya başlandı. M.R.’ye çok saçma gelen biçimde hızlıca bitirme uğraşı veriyordu herkes. Kürek yarı taşlı toprağa daldırılıyor ve hızlıca atılıyordu ölü üstüne. Hani tahtalar ölü üzerine siper olmasa kıyameti kopartabilirdi M.R. ama sadece içinden kızdı onlara. Biraz yavaş olsalar olmaz mıydı? Hemen küreği eline aldı. Onlara inat yavaşça toprağa daldırıp aldığı topraktan taşları seçiyor ve ondan sonra mezar boşluğuna yavaşça atıyordu. İki üç kere bunu yapmıştı ki dayısı hemen elinden küreği aldı. Yere düşmekten kurtulup şaşkınca ona baktı M.R. İçinden onu da mezara itmek geliyordu. Ağlamaya başladı bu yapılanlara. Birisi gelip kafasını okşayarak onu teselli ediyordu. O ise kızgınlık ile toprağı avuçluyordu. “Uzaklaşmalıyım bunların yanından,” dedi içinden. Kaçıp gitmeli ve rahatlamalıyım. Herkes sırf iş olsun diye burda!”
Gömme işlemi bitince herkes yine bir duaya koyuldu ve hızlıca bitirdiler dualarını. Sonra bir süre daha beklediler ve mezardan uzaklaşmaya başladılar. Elli metre sonraki yola çıkıp herkes arabasına binmeye başladığında birden koşmaya başladı M.R. Kaçıp kurtulmak istiyordu. “Bir delilik yapmasından,” korkarak herkes onu takip etmeye başlamıştı. O ise hızlı biçimde koşuyor ve en yakınındaki olana bile uzunca bir fark atıyordu. Bir süre açık olan bir mezara saklandı. Kendini ölmüş gibi düşleyip yanından bir pencere açılmasını bekledi. Ama açılmıyordu bir şey. Babasının durumuna üzüldü ve yarım saat sonra mezardan çıktı. İleride yeşil bir kapı görünüyordu ve o kapı M.R.’nin içine bir umut ekiyordu. O kapıyı cennete açılan bir kapı gibi düşledi.
M.R., kapıdan çıktığında kendini rahatlamış hissediyordu. Günlerden beri bedenindeki tüm enerjiyi sömüren bu hastalık süreci bitmişti böylece. Belki bir yaşam sona ermişti, fakat bu, yeni yaşamların başlangıcı, ya da en azından daha iyi gitmesine vesile olmuştu. Ya da bazı gerçeklerin farkına varmıştı. Gözünün önüne sık sık babasının iyiden iyiye zayıflamış bedeni, kısılıp inleyen sesi ve önceden gülücükler saçan, ama sonraları gülümsemenin her şeyini toplayıp gittiği yüzü geliyordu. Babasındaki son ana kadar sürmüş o tevazuya hayran kalmıştı. Birisi ona yardım edecek olsa derinden gelen bir utancın belirtileri yüzünde apaçık görülüyordu. Sanki kimseye borçlu olmak istemiyordu o. Hastalığı boyunca çektiği acıları dışarıya yansıtmamaya gayret göstermiş ve bu M.R.’yi çok etkilemişti. Bu “acı”, belki de bilincin tüm bedeni terk ettiğinde meydana gelmişti. Babasının üst dişlerini öne çıkartışı, soluk almaya çalışışı ve yürek dağlayan inlemesi… Böylece öznel bir devir sona ermişti. Ama M.R.’ye öyle geliyordu ki, daha her şey yeni başladı.
Mezara son bir defa bakıp sakin adımlarla yürümeye devam etti. Sanıyordu ki artık her şey farklı olacak. Bu yüzden, daha öncesinde hep “aynı” diye nitelendirdiği insanları tekrar görmek ve onlardaki farklılığı açığa çıkarmak için insanların bolca bulunduğu bir yere gitmeye karar verdi. “Keşke kaçmasaydım,” diye düşündü. Bundan sonra inanıyordu ki, her göze daha bir dikkatle bakacak, her sözü ifade ettiği gerçek anlamla değerlendirecekti. Anlamıştı ki, artık insanlara küfür etmekle bir yere varılmıyor. İşin ilginç yanı ise, insanlara karşı içinde ne kadar nefret duyarsa, o kadar da onların yanında olmak ve yüzlerine yalancı bir gülümsemeyle bakmak istiyordu. Belki de biricik haberleşme yolu bu olduğu için yapıyordu bunu. Biraz düşününce, en iyi yolun insanların yalanlarını anlamamış gibi yapmak, yaptıklarından dolayı onlara gizlice kıs kıs gülmek ve yine fark ettirmeden yalanlarını onlara göstermekti. Gerçi bu da çok zor yanları içinde barındırıyordu, ama en azından şimdilik bundan başka bir çözüm yolu M.R.’ye kendini göstermiyordu.
Yürürken, insanların birbirinin düşüncesini okuduğu zamanı düşlüyor ve o zaman insanların birbirine nasıl davranacağını merak ediyordu. Kendisi herkesin düşüncesini okuyan, ama asla kendi düşüncesini okutturmayan biri olmak istiyordu. Özellikle, ölü evindeki kadınların bulunduğu odada, aynı bir orkestra şefi gibi herkesi yönlendirip ağlayan kadının, o an ki düşüncelerini ve duygularını öğrenmek istiyordu. Ama eninde sonunda bunlar bir hayalden ibaretti. Sadece, tahmin edebileceği bir şeyi “bilmek” istiyordu. Bilmek acıdır diyenlere inat, M.R., tahmin etmenin acısını yaşıyordu. Tıpkı kıskanç bir kocanın durumu gibi; yaşamının her anında bu zannı yeniden üretiyor ve bundan önlenemez bir acı çekiyordu.
Diğer yandan, insanlardan nefret etmekten de korkmaya başlamıştı. Hele ölüm gecesi aklına gelen düşünceleri anımsadıkça, onlardan ne kadar nefret ederse kendinden de o kadar nefret ettiğini hissediyordu. Hangi oğul bunları düşünebilirdi ki? Bu, dayanılmaz bir şeydi doğrusu. Öyle ki, kendini her zaman soylu bir insan görürken, o duygu ve düşünceler göğsüne saplanan bir hançer işlevi görüyordu. Ama asıl çekindiği şey, yaşamın en yaşanılası olduğu bu anda ölmeyi hiç istemeyişiydi. O yüzden kendi “ikiyüzlülüğünü” anlamayı başka bir zamana bıraktı. O an geldiğinde söz veriyordu ki, bu hançeri doya doya ve hatta zevkle batıracaktı yüreğine. Her şey söylenecek, itiraf edilecekti. Bütün “pislikler”, insanlar sırf ona tükürsün diye anlatılacaktı. Peki, itiraf her şeyi çözecek miydi?
İtiraf ki, bir ‘ben’in olduğunu söyleyip kabullenmekten başka bir şey değildir. Onursuzluğu acıyla örter o, ama öylece de bırakır. Fakat onur için yaşamaya ve onu tekrar kazanmaya ihtiyaç vardır. Ama onuru tekrar kazanmaya zaman yoksa ve son ışıltılar göze gelmişse artık, beden cehennemde yanmaktansa, hiçliğe kendini teslim etmeyi kabul etmiş demektir. Bu ise, daha şiddetli bir acının öncül düşüncesidir. İlk önceleri ferahlık veren, ama sonra “yapamamış” olmanın bütün kederini insancığa bırakan bir mücadeledir. İşi, ya sonuna kadar götürmeli, ya da hiç başlamamalıdır.
İşin kötü ve trajik yanı, bu itiraflar hep en son an da ifade edilse de, bundan daha fazlasına ihtiyaç duyarlar. Zaten her itiraf eden insan bir “yeniden doğuş” masalına kaptırmıştır kendini. İtiraf sanki yeni bir yaşama açılacak kapının anahtarıdır. Ama sonra anlaşılır ki, bu anahtar insanın kendi yaşamının kapısınındır. İnsan o kapıyı bir açmaya görsün geçmişe ait birçok şeyi son bir çırpınışla düzeltmek ister –ki, zaten kapı bu yüzden açılmıştır. Peki, o esrarengiz kapı açılınca ne olur? Olan şudur ki, kapı geleceğe açılmıştır ve geçmişe ait hiçbir şans yoktur. Artık ne olursa gelecekte olacaktır. Yine de büyük bir istekle ilk adım atılır. Belki başaracak kuvvet ve zaman vardır hala… Rahatlık bedeni işgal eder ve umut sarar etrafı. Sonra zaman biter ve karanlık yavaşça çöker. Tedirgince sıçramalar başlamıştır. Bir yardım eli beklenilir. Kuruyan el yavaşça ileriye uzatılır ve görülen silik bir ışık huzmesi olur…
M.R., uzunca bir süre mezarı gözünden kaybetmeden yürüdü. Yürüyüşünün bu anlarında tek bir insanla bile karşılaşmamış olmaktan şikâyet ediyordu habire. İstiyordu ki doya doya izleyebileceği bir insan olsun ve onunla saçma sapan da olsa bir şeyler konuşsun. Hatta gelip geçen arabaların sürücülerinin yüzünü görmek için bir çaba harcıyordu. Denilebilir ki, hiçbir şey göremediği bu birkaç saniye de bile kendini mutlu hissediyordu. Madem bir istek sarmıştı bedenini, o da bu oburluğunu doyurmak için Beyoğlu’na gitmeye karar verdi. Eve gitmek pek de gerekli değildi artık.
İlerde bir otobüs durağı görünce gülümsedi. Sonra arkasına döndü ve Taksim’den geçen bir otobüsün geldiğini gördü. Otobüs açık olan yolda hızlıca gidiyordu. M.R., durağa otobüsten önce varmak için koşmaya başladı. Daha üç adım atmıştı ki otobüs yanından geçiverdi. O ise hızını arttırdı. Tek hedefi bu otobüs olmuştu artık. Otobüsün hareket etmesine ramak kalmışken durağa yetişti ve kan, ter içinde bindi ona. Kimsenin ondan bilet istemeye hakkı yokmuş gibi yürümeye başlamıştı, ama şoför, “Bilet, hemşerim!” dedi. “İlk biletçide alacağım onu,” diye cevap verdi M.R. Şoför buna yüzünü ekşitti ve anlaşıldığına göre içinden küfür etti. Başka zaman olsa bunu asla affetmezdi M.R. Ama şimdi aldırmıyordu buna. Gözü, etrafındaki insanların yüzlerinde bir dansa çıkmıştı. Yüzü sökülüp, süngeri açığa çıkmış olan bir koltuğa oturdu ve karşısındaki ihtiyara bakmaya başladı. Yüzü kırışık, elbisesi yırtık, bitkin görünümlü bu ihtiyarda çok şey bulmayı umut ediyordu. İhtiyarda M.R.’ye baktı ve ağlamaklı biçimde güldü. Aynısıyla cevap verdi M.R. Sonra bir konuşmadır başladı aralarında ve bir gülümseme sardı M.R.’nin yüzünü. Zannediyordu ki kaç zamandır bir insanla görüşme zevkini tatmamıştı. Bir ara ihtiyara şöyle dedi M.R., “Dede be, insanlar çok garip. Hiç gerçek duygularını ifade etmiyorlar. Her baktığımda yüzlerinde bir yalanın belirtisini görüyorum sanki.” Aldırma!” dedi ihtiyar. “İnsanın yüzünde her zaman dürüst olmayan birkaç yer vardır. Anlaşılan sen hep o yerleri görmüşsün.”
ECSTASY
Gençliğin dostluğu kısa,
Yaşlılığınki de zahmetli sürse de,
Başlangıç çizgisi, bitiş çizgisiyle aynı görünse de,
Yeniden başlamaya değerdi bu yolculuk.


“Yavaşça yutuyorum hapı. Önce bir belirsizlik ve karmaşa hâkim. Bir boşlukta gibisin. Sonra yavaş yavaş terlemeye başlıyorum. Sırtım, kollarım ve bacaklarım… Yorgunluk üzerimden çekiliyor ve dışarı sıçramak isteyen bir ateş bütün bedenimi sarıyor. Az öncesinde gördüğüm her şeyin altında ezilen ben, giderek güçleniyorum ve beni saran her şeye hükmediyorum. Utanç terk ediyor beni. Şeyler bana boyun eğiyor. Çok uzağımda olan şeyler bir el uzatımı kadar yakın sanki bana. Ardından ayağa kalkmam gerektiğini düşünüyorum. Ya da hayır! Bunun bir zorunluluk olduğunu hissediyorum. Kalkmam gerekli. Bu biriken enerji dışarı çıkmalı. Sürekli duyduğum ritime ben de ayak uydurmalıyım. Ayağa kalkıyorum ve hayatında müzikten hiç anlamayan ben, müziği ta içimde hissediyorum. Yaptığım her hareket onunla uyumlu. Artık asla yere yatamam. Günlerce ayaktayım. Günlerce ayakta ve her şey benim hükmüm altında.”
“Çok ilginç,” dedim arkadaşımın bu anlattıklarına. “Demek seni bu kadar güçlü hale getiriyor ha bu… Bu şey! Neydi ismi onun?”
Gülerek, “Ecstasy,” dedi bana.
“Yalnız,” dedim. “Ben bir fizik öğrencisiyim X. Yani bana hep bir sistemde olduğundan daha fazla enerji çıkmayacağını öğrettiler. Bundan anlaşılıyor ki, eğer ki bahsettiğin ilaç sana ekstradan bir enerji vermiyorsa, sadece içindeki saklı enerjiyi kullanıyordur.”
“Saçma!” dedi. “Yaptığın, olayın sadece içini kurcalamak… Hem dediğin gibi olsa ne olur? Belki ben aciz bir yaratığım! Hadi beni boş ver, tüm insanlar aciz bir yaratık değildir de nedir? Beynimizin kaç da kaçını kullanıyoruz? İşte bu ilaç da bizim içimizde saklı enerjiyi açığa çıkartıyor. Gerisinin hepsi boş.”
“Hayır, X öyle değil!” dedim ona. “Anlatmak istediğim bu değil. Ben de senin gibi insanların aciz bir yaratık olduğunu düşünüyorum. Fakat her geçen an bu acizliğimizi silip süpürüyor. Artık uzaya çıkar hale gelmişiz. Madem bu ilaç çıkartıyor içimizdeki enerjiyi, bir de bunu biz onsuz denesek olmaz mı?”
“Ben denedim,” dedi. “Denedim, ama onun yaptığı gibi oluyor. İki dakika sonra kendini aptal gibi hissediyorsun. Ama ilaç öyle yapmıyor. O an yanıma gelip istediğin soruyu sorabilirsin. Sana öyle cevaplar veririm ki aklın hayalin durur.”
Sustum. Kendimi onun yanında mantıksal açıdan çok haklı görüyordum ama duygusal açıdan yeniktim. Savunduğum şey sanki çok duygu ötesi bir şey gibi geliyordu bana. Anladım ki duygularıyla konuşan bir insanın yanında mantıktan bahsetmek fazla yarar sağlamıyor.
“Akşam Selinlerin evine gel. Biraz eğleneceğiz orda. Hem sen de sorularına cevap bulursun. Belki bir parçacıkta sana veririm ha? Ne dersin? Geliyor musun?” dedi bana.
“Tabii!” dedim “Sizi o halde görmek isterim. Belki ben haksızımdır, kim bilir?”
“Evet,” dedi. “Artık yola gelmeye başladın.”
Bu sözü söyleyip vücudunu gerdi ve denizin üzerine doğru tükürdü. Anlamaya çalışıyordum onun yaptıklarını. Sonra gözlerini geçen yük gemilerine dikti. Birini dikkatlice izledi ve birden ayağa kalktı.
“Haydi görüşürüz,” dedi. “Unutma akşam saat sekizde. Selinlerin evinde.”
“Tabi!” dedim “Nasıl unutabilirim ki?”
Oturduğum bankta denize bakarak düşünmeye başladım. Akşam neler yaşanacağını merak ediyordum. Bazen bu uyuşturucuya kendimi de alışmış olarak düşlüyor ve kendi halimi göz önüne getirmeye çalışıyordum. Sonra annesini aradım X’in. Benden ayrıntılı bir rapor istiyordu. Güya ona göre ben “efendi” bir çocuktum. Bir bir anlattım X’in söylediklerini. Teşekkür etti ve telefonu kapattı. O an kendimi biraz suçlu hissettim. Kendime “ispiyoncu” deyip duruyordum.
Akşam olduğunda heyecanımı dağıtmak için ıslık çala çala onların evine gittim. Selin’in evine baktım. Muhtemelen ailesi evinde değildi. Kim bilir nerdeler onlar? Acaba kızlarının onlar evi terk ettiğinde neler yaptığını biliyorlar mı?
Bir süre sokak başında dikilip saat sekiz buçuğa doğru apartmanın kapısından içeri girdim. Böylece ilk gelenlerden birisi olmayacaktım.
Tertemiz merdivenler, korkuluk boyunca çiçek desenleriyle süslenmiş mavi duvarlar ve papatya kokusu bana nereye gideceğimi unutturmuştu sanki. En azından benim oturduğum yerdeki çöp kokusuna benzemiyordu bu koku.
Altıncı kata çıktım ve kapı zilini çaldım. Kapıyı açan X’di. Bana, “Merhaba!” deyip hemen içeri aldı. Evin her yeri düzenliydi ama sanki bir somurtkanlık hâkimdi. Odaya girdiğimde Selin’den başka kimsenin olmadığını görünce çok şaşırdım. Yine önce gelmiş olmalıydım.
“Başka kimse yok mu?” dedim.
“Diğerlerinin işi çıktı,” dedi X. “Bugün sana kıyak yaptık ki her şeyi daha net göresin.”
Sustum ve bir köşeye oturdum. Selin hiç konuşmuyordu. Sadece bana bakıp öylece gülüyordu.
“Onun neyi var?” dedim X’e.
“Aldırma,” dedi. “İlaç aldı. Sen onu biraz sonra gör. Tam anlamıyla uçmaya başlayacak.”
“Sen de aldın mı?” dedim ona.
“Hayır,” dedi. “Önce Selin’i havaya sokayım, sonra ben alacağım.”
“Sen de istiyor musun?” dedi.
“Hayır!” dedim.
Sadece güldü buna.
Ardından gidip müzik setinde çalan elektronik müziğin sesini açtı. Selin’e baktım giderek tempo tutuyordu. Birden ayağa kalktı. “Dünyanın en ünlü kişisi benim,” diyordu. Zıplıyor, kafasını sallıyor ve nerdeyse bir kelebek gibi uçuyordu.
X hemen onun yanına geldi. Bir yandan dans ediyor, bir yandan da öpüşüyorlardı. Sanki başka bir dünyaya geçmiş gibiydiler. O an ben de içmek istiyorum gibi geldi. Bir denesem ne çıkardı ki? Ama “Hayır,” dedim kendi kendime. “Asla bugün değil!”
Sonra X birden ortadan kayboldu. Bir süre sonraysa geldi. “Hadi için rahat olsun,” dedi. “Ben de aldım.”
Artık iyice kendilerinden geçmeye başladılar. Selin benim elimden tutuyor ve dansa kaldırmaya çalışıyordu. Korkuyordum ve elim titriyordu o an. Ona bakıyor ve sadece gülümsüyordum.
Yaklaşık yirmi dakika sonra Selin birden koltuğa yattı. Başını tutuyor ve hızlıca soluk alıyordu. Onunla konuşmaya çalışıyordum ama tek bir söz söylemiyordu. X’e baktım. “Aldırma!” dedi. O da Selin’in biraz önceki hali gibi kendinden geçmişti.
Kendimce onun da bir süre sonra yatmak zorunda kalacağını düşünüyordum. Ama geçen süre onu daha da hızlandırmaktan başka bir işe yaramıyordu.
Aniden kalbini tutarak hızlıca hareket etmeye başladı. “Yanıyorum!” diyordu. Bu sözü bana normal geliyordu. Sonra yere yattı. Titriyor ve boğazını tutuyordu. Hemen yanına vardım. Sıkıca ellerimi tuttu. Ne yapacağımı pek bilmiyordum. Tek hissettiğim benim de onun gibi bir ateşi hissettiğimdi. Elimi başına koydum. Dediği gibi yanıyordu. Ardı sıra birden durdu. Kollarını yere dayadı ve göğsünü yukarı kaldırarak gerildi. Gözü sanki salt beyaza dönüşmüştü. Kendin serbest bıraktı. Artık bir soluğunu duyumsamıyordum. Emin olmak istedim bundan. Göğsüne elimi koydum. Hiçbir hareket yoktu. Ne yapıyor? Yoksa bir numara mıydı bu? “Hadi uyan X.” Bir cevap yok.
Ellerimi hemen üzerinden çektim onun. Bekledim ki, bu şakayı bitirsin ve ben kızarak çekip gideyim diye. Dakikalar geçiyor ve Selin’in mırıltıları dışında bir ses işitilmiyordu evde. Ölmüş müydü o?
Oturduğum yerden ara sıra yardım arama fikri geliyordu. O an Selin’e bakıyor ve bizden başka kimsenin yaşamadığını zannediyordum. O ise inlemeler dışında bir tepki göstermiyordu bana. Sonra telefon fikri geldi aklıma. Koşarak onun yanına vardım. Telefonun yanına varınca tekrar X’in yüzüne baktım. Açık olan gözleri bana bir şey sorar gibiydi. “Acaba,” diyordum. “Az önceki yaşadıklarını da bana anlatabilir miydi?” Ona canlılık veren ateşin onu yakmasını çok yadırgadım açıkçası…

BOĞUNTU
Düşlediğim sahne bu değil. Bugünlerde sık sık olduğu gibi, bu sahneden de kendimi bir aptal gibi, yolunu çok önceden kaybetmiş, ama çıkmaz bir yolda ilerlemekte ısrar eden biri gibi ayrılıyorum.
J.M. Coetzeé

Her gece yarısı uyanıyor ve pencere kenarına oturuyorum. Işıkların sönük, sokağın sessiz olduğu o saatler bana denizin dibine girmişim hissini veriyor. Uzun saatler o dinginlik içinde yüzüyor ve kendimi asla boğuluyor hissetmiyorum. Nedendir bilinmez bir pembelik sarıyor etrafı o an. Aya bakıyorum ama o bembeyaz. Bulutlar dalga dalga kaçıyor ve artlarında yıldızların sevinçli parlayışlarını bırakıyorlar. Aydınlanıyor yüzüm onlarla. Rüzgârın tatlı okşamaları altında bende onlara gülümsüyorum.
Hafif ve minicik bir şey olup uçmak istiyorum o an. Bir kuş, bir yaprak ya da bir poşet; önemli değil ne olduğum. Hafif olmak ve gökyüzünde bildiğim yerlerin ötesine taşıp dans etmek istiyorum. Evet, dans etmeyi bilmem ben, ama rüzgâra bir kez sarılınca durmam ve bitip tükenmez saatler boyunca dünyayı keşfe çıkarım. Kim bilir ne güzeldir dünyaya yukarıdan bakmak; gece sokağa bakmanın bile ötesinde bir şeydir. Şu minik odamın çok çok ötesinde…
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Kayıp Zamanda Işıltılar - 13
  • Parts
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 01
    Total number of words is 4024
    Total number of unique words is 2107
    31.4 of words are in the 2000 most common words
    47.0 of words are in the 5000 most common words
    54.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 02
    Total number of words is 4092
    Total number of unique words is 1956
    35.4 of words are in the 2000 most common words
    51.1 of words are in the 5000 most common words
    59.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 03
    Total number of words is 4079
    Total number of unique words is 2056
    34.1 of words are in the 2000 most common words
    49.0 of words are in the 5000 most common words
    55.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 04
    Total number of words is 4056
    Total number of unique words is 1980
    34.8 of words are in the 2000 most common words
    49.0 of words are in the 5000 most common words
    57.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 05
    Total number of words is 4090
    Total number of unique words is 1991
    33.0 of words are in the 2000 most common words
    46.0 of words are in the 5000 most common words
    53.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 06
    Total number of words is 4007
    Total number of unique words is 1930
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    50.7 of words are in the 5000 most common words
    57.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 07
    Total number of words is 4108
    Total number of unique words is 2005
    33.6 of words are in the 2000 most common words
    48.4 of words are in the 5000 most common words
    55.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 08
    Total number of words is 4035
    Total number of unique words is 2165
    32.7 of words are in the 2000 most common words
    46.9 of words are in the 5000 most common words
    55.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 09
    Total number of words is 4021
    Total number of unique words is 1910
    35.4 of words are in the 2000 most common words
    51.5 of words are in the 5000 most common words
    59.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 10
    Total number of words is 4125
    Total number of unique words is 2061
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    58.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 11
    Total number of words is 4067
    Total number of unique words is 1966
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    51.7 of words are in the 5000 most common words
    59.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 12
    Total number of words is 4113
    Total number of unique words is 2033
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    50.6 of words are in the 5000 most common words
    59.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 13
    Total number of words is 831
    Total number of unique words is 582
    39.7 of words are in the 2000 most common words
    52.5 of words are in the 5000 most common words
    61.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.