Kayıp Zamanda Işıltılar - 09

Total number of words is 4021
Total number of unique words is 1910
35.4 of words are in the 2000 most common words
51.5 of words are in the 5000 most common words
59.6 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Arkadaşı bu sözleri duydukça daha bir cesaretleniyor ve gözünü sabit bir noktaya dikiyordu. Başını sallıyordu ha bire. Ergin ise aslında kendi için söylemişti o sözleri. Onun da aklında yalnızca Sümbül vardı. O da ne yapıp edip onunla evlenmenin bir yolunu düşünüyordu. Bugün arayamamıştı ama yarın kesin annesini arayıp ona durumu açacaktı. O da zaten evlenmesini istiyordu oğlunun. Belki, bu yıllar sonra köye gelişi hayırlı bir işle son bulacaktı.
Sonra arkadaşıyla beraber delik deşik olmuş yoldan aşağıya doğru yürüdüler. Arkadaşı dertlerini anlata anlata bitiremiyordu. Tabii bunun bir amacı vardı ve en sonunda, uzun dolanmaların ardından ağzındaki baklayı çıkardı Selim.
“Canım arkadaşım! O kızı kaçırmak için bana yardım eder misin?”
Ergin onun böyle bir işi yapacak cesareti olmadığını düşünüyordu. O yüzden umudu kırılmasın diye, “Tabii! Elimden ne gelirse yaparım.” dedi. Arkadaşı bu sözü alınca sevinçten iki büklüm olmuştu. Ergin’i şapır şupur öpüp onu evinin önüne kadar bıraktı. Ergin kapıdan onun gidişine bakarken, o da arkasını dönüp gülümsüyordu. Ergin ise kendi kendine, “Ne geri zekâlı bir çocuk,” diyordu.
Eve girdiğinde saat onu geçmişti. Amcası elinde bir çayla uyuklamaya başlamıştı bile. Ergin’in de ona baktıkça uykusu geliyordu. Hem evde konuşacak bir amcasının kızı kalmıştı. Onunla da pek konuşmaya hevesli değildi Ergin. “Ne olur, ne olmaz!” diye düşünüyordu “Belki yanlış anlar.”
Birkaç bardak çay içip yatağına geçmek istedi Ergin. Yatıp yarına hazırlanmak istiyordu. Çünkü yarın zorlu geçeceğe benziyordu.
Odasına geçip eşofmanlarını giydi ve elini ayağını yıkamak için banyoya gitti. Dakikalarca türkü söyleyerek temizlenmeye çalışıyordu. Amcasının kızı onun bu halini görünce kıs kıs gülüyordu. Onu gizlice izliyor ve hayallere dalıyordu.
Yatağa yattığında yarın ki programını yaptı Ergin. Önce annesini arayacak, arkadaşlarını ziyaret edecek, mümkünse eve talip olan adamla görüşecek ve akşam Sümbül’ün yanına gidecekti. Derince bir oh çekti bunları düşündükten sonra. Gümbür gümbür atan kalbinin üstünde ellerini bağlayarak gözlerini kapadı ve güzel bir uykuya daldı.

***

Sabah erken uyanmıştı. İçindeki heyecan gün ışığıyla birlikte tekrar açığa çıkmış ve onu uyutmamıştı. Ama bu erken vakitte hiçbir şey yapılamayacağı için yatakta öylece bekledi Ergin. Kendince güzel düşler kurdu. Sümbül’e söylenecek tumturaklı sözler icat etti ve dayanamayıp bir şiir yazdı:

“Her şeyi kaybettiğimde
Buldum seni.
Bir ışık gibi parladın bana.
Çiçekli bir yol açtın önümde.
İçime mutluluk fidanını ektin.
Ve…
Meyvesi aşkım oldu sana.
Al ve ömrün boyunca sakla.”

Şiiri aslında biraz nesire benzemişti ama Ergin aldırmadı buna. Ona göre ikisi de birdi. İfade ettiği duygular önemliydi çünkü. Ve açıkçası böyle şeyleri yıllarca –hatta hiç- yazmamıştı. Şimdi ise bunlar ona dayanılmaz bir haz veriyordu. Öyle ki kalkıp oynamak istiyor ve bu olmadı mı da ayaklarını sağa sola sallayıp duruyordu.
Evin içinden de sesler gelmeye başlayınca tek uyanık kişinin kendisi olmadığını anladı. Hemen kalkıp yatağını düzeltti ve temiz elbiseler giyindi üzerine. En sevdiği elbiseleri giyinmişti; beyaz pantolon ve mavi kareli beyaz gömlekti giydiği. Bunları giymeyi o kadar severdi ki bayramlar dışında giymemeye özen gösterirdi. Ama bir de giydi mi, örneğin ziyarete gittikleri her evde onu baştan aşağı süzen bir kız olur ve Ergin’e pek anlayamayacağı komplimanlar yapardı.
Odanın kapısını açmadan önce içeriye yine bir göz gezdirip bir eksikliğin olup olmadığına baktı. Oralardaki her ev gibi uyumsuzluk ve uyumluluk iç içeydi odada. Odanın sağında lacivert koltuk, solunda çiçek desenli bir divan, ortadaysa Yahyalı halısından yüz yapılmış yer yastıkları vardı. Her yere dinsel ayetler asılmıştı. Ergin’in en ilgisini çeken şey ise divanın üzerine asılmış el işlemesi, dal üzerindeki kuşlar resmiydi. Çok hoşuna gitmişti bu işleme. “Herkesin harcı değil,” diye düşünüyordu böyle el becerilerini yapmak. Bu yüzden amcasının kızını takdir etti. Mutlaka o yapmıştı. Çünkü küçükken de o minicik parmağıyla burnunun en ücra köşelerinden öyle “hap”lar çıkarırdı ki herkes şaşardı. Hatta bir gün okuldayken, yine kimsenin kendisini izlemediğinden emin, bir eczane için “hap” üretiyordu. Öğretmen ise aslında pür dikkat onu izliyordu. Bu kızın işaret parmağını nasıl olurda burnunun yarısına kadar soktuğunu bir türlü aklı almıyordu adamın. Sırf bunu denemek için kendisi de soktu burnuna parmağını ve ardından öğretmeni gören diğer öğrencilerde… Ama kimse başaramadı. Herkes parmağın birinci bükümüne kadar sokuyor, daha ötesine ulaşamıyordu. Gül ise birinci olmanın gururuyla parmağını yarılamış öylece bekliyordu. Sonra çok alay etmişti Gül’le diğer çocuklar, ama yine de kimseye çaktırmadan sokuyorlardı burunlarına parmaklarını, hem de kanatana değin. Gül ise zaten dokuz yaşından sonra bırakmıştı bu tür işleri, daha zarif, daha efendi bir kız olmuştu.
Odadan dışarı çıkınca karşısında Gül’ü buldu Ergin. Az önceki takdir ettiği işlemenin etkisiyle ona gülümsedi. Kız ise onu şöyle baştan aşağı bir süzdü ve daha yıkanıp yıkanmayacağını sormadan Ergin’in elindeki çamaşırları aldı. Alırken sürekli Ergin’in gözlerine bakıyordu. Ergin’e:
“Elbiselerin çok yakışmış,” dedi.
Utangaçça teşekkür etti Ergin ve doğru oturma odasına geçti. Amcası divan üzerinde oturmuş televizyon izliyordu. Ergin onun haber izlediğini sandı ama ihtiyar, onun yaşındaki birisinden beklenmeyen biçimde Bugs Bunny’yi izliyordu. Şaşırmıştı Ergin. Biraz yakıştıramamıştı ona. Yalnız ona daha dikkatli bakınca kanalın sırf iş olsun diye açıldığını fark etti. Kafasında başka şeyler vardı amcasının. Bir derdi var mı diye merak etti Ergin ve:
“Amca bir sorunun mu var?” dedi.
“Ne olsun! Çoluk çocuk işleri,” dedi amcası.
Ergin ise daha konuşmayıp sofranın hazırlanışına dikti gözlerini. Sırf onun için etli pide yaptırılmıştı. Zaten etli pideyi görünce daha bir iştahı açılmıştı Ergin’in. Çünkü yıllardan beri yemediği bir şeydi. Bunun hasretiyle üç buçuk tane etli pide yedi Ergin. Amcası bile şaşırmıştı bu kadar yiyişine.
Yemeğini yedikten sonra kalktı ve bir isteklerinin olup olmadığın öğrenip dışarı çıktı. Tertemiz havayı yine ciğerlerine çekip masum bir gülümsemeyle meydana doğru gitmeye başladı. Sık sık birileriyle karşılaşıyor ve onlara ailesi hakkında deyim yerindeyse rapor veriyordu.
Meydana vardığında hemen telefon kulübesine yöneldi ama telefon kartı yoktu konuşma yapabilmesi için. Zaten kendi telefonunun da kontörü bitmişti. Tam zamanında yani… Bu onu biraz germişti. Bakkala gitti ama orda da yoktu. Ancak ilçede olurdu böyle şeyler. İlçeye gitmek içinde günde iki üç kez gelip giden minibüsü beklemek gerekirdi. O da ne yapsın, beklemeye başlamıştı minibüsün dolmasını. Ve bu çok uzun süreceğe benziyordu.
Başını eğip düşüncelere dalmışken sakallı, burnu kemerli, saçı başı dağınık otuz beş yaşlarında bir adam geldi yanına. Yüzü biraz tanıdık gelse de kim olduğunu pek bilmiyordu onun. Adam ise kısa bir hal hatır sormadan sonra eve talibi olduğunu söyledi. Ergin’i çok iyi tanıdığı her söylediğinden belliydi.
Ev konusunda hala karasızdı Ergin. O evde artık yaşanılamayacağının farkında olsa da hala bir bağ, hala bir umut varmış gibi geliyordu ona. Ama satmak en iyi çözümdü. En azından ailenin diğer üyeleri için…
“Ne kadar veriyorsun?”
Adam, “Ben annene söylemiştim,” dedi “onunla anlaştık. Valla yedi milyardan fazla etmez o ev!”
“Kimseyle anlaşılmadı,” dedi Ergin. “Sadece böyle bir niyetimiz var.”
Adam sahte bir gülüşle “Kim oturacak o evde. Yıkılmaya başlamış… Bir sürü masraf gerekir. Ben sırf yeri iyi diye alıyorum orayı sizden.” dedi.
Sustu Ergin. Kafasında yine canlanmaya başladı oranın silueti. Koşuşturmalar arsandaki gülümsemeleri geldi aklına.
“Peki, yedi buçuk olsun,” dedi adam. Yanına yeni kişiler de gelmişti Arayı bulmak ister gibi halleri vardı onların. Ergin ise hala susuyordu.
“Sekiz… Sekiz olsun. Daha fazla vermem valla.”
Bunu söylerken kurbanlık alır gibi Ergin’in eline sarılmıştı. Dalga dalga sallanıyordu zayıf kolları Ergin’in. Bir sarhoşluk hali vardı üzerinde. Elini kurtarmak ve “Hayır!” demek istiyordu. Ama eli, başka birisinin elleri arasında bağlanmıştı adeta. Şaşıyordu bu olanlara. Bunca insanın gelip onu evinden koparmak isteyişine içerliyordu.
“Sekiz buçuk!”
Herkes hep bir ağızdan “Ver!” diyordu Ergin’e. Bu “Ver!” sözcüğü Ergin’in kulağında bir çığlık, sonra da çınlama oluyordu. Dayanamıyordu buna. Kurtulmak imkânsız gibi geliyordu bu ellerden artık. Herkes onu bir daha içlerinde görmemek için son defa aralarına almıştı.
Garip bir mırıltıyla, “Dokuz buçuk!” dedi Ergin.
Adam ise, “Olmaz!.. Hadi dokuz olsun bari,” dedi. Bunu çok karalıymış gibi söylemişti.
“Dokuz buçuk, son fiyat.” dedi Ergin. Adamın gözlerine, “Kabul etme!” der gibi bakıyordu sürekli. Adam ise bunu kararlılık diye algılıyor ve bağırışmalar eşliğinde kabul ediyordu bu fiyatı.
Ergin ise elini serbest buldu bir an. Onun yerine omuzlarına vuruyorlardı. “Yamansın…” diyordu etraftakiler. O ise kendisini aptal gibi hissediyordu. Adam tekrar yanına gelip:
“İki gün içinde satış işlemlerini hallederiz,” dedi.
Başını salladı Ergin buna ve tekrar bir taşın üzerine oturup beklemeye başladı. Adamlar ise onu çay içmeye davet ediyordu. Dayanamadı ve çaylarını içti. Belki de yaşadığı ilk kopuşun acı çayıydı o.
Bir süre yalnız başına durdu öylece. Sonra yanına gülümseyen suratıyla Selim geldi. Ergin’e sürekli fısıldayarak konuşuyordu.
“Bazı şeyleri hallettim. Bir ara… Yani bu akşam seninle görüşelim.” dedi Selim.
Bu kısa tümce hoşuna gitmişti Ergin’in. Tek isteği kısa cümleciklerdi.
“Tamam!”
“Peki, sen ne yapıyorsun?”
“Telefon etmek için pazara ineceğim.”
“Burada var ya!” dedi gülerek arkadaşı.
Ergin ise bitkince, “Burada var olmasına var, ama bende telefon kartı yok. Cep telefonumun da zaten kontörü yok.” dedi.
“Dert ettiğine bak!” dedi arkadaşı. “Al, bende kullanılmamış bir yüzlük var. Ama cep telefonu için değil. O bana lazım!”
Şeker almış bir çocuk gibi sevindi Ergin. Hemen doğruca telefon kulübesine yöneldi. Arkadaşını bile unutmuştu.
“Unutma, akşam…”
Başını salladı Ergin.
Sonra heyecanlı biçimde telefon numarasını çevirdi. Ardı sıra annesinin sesi duyuldu. Ses tonundan keyfinin yerinde olduğu belliydi. Zaten hal hatırın arkasından bir müjdesi olduğunu söylemişti oğluna. Ergin ise bunu duyduğunda şaşırmıştı biraz. Önce onun söylemesine kulak verdi. Tek isteği kısa cümleciklerle her şey bitmesiydi. Şöyle uzun bir konuşma yaşandı aralarında. Önce annesi konuştu.
“Sana müjdem şu… Dünyalar güzeli bir kız buldum sana.”
“Kız mı? Ne kızı?”
“Amcanın kızını.”
“Gül’ü mü?”
“Tabi onu. Resmini göstermiştim de beğenmiştin ya hani! Ben de istedim onu sana.”
“Benim her beğendiğim kızı bana mı alacaktın sen?”
“Düzgün konuş!”
“Ne düzgünü? Bana sormadan kız istedin sen.”
“Neyi var onun? Terbiyeli, güzel, boyu posu yerinde… Daha ne istiyorsun?”
“Nasıl olursa olsun ben onunla evlenmek istemiyorum.”
“İstedim onu sana. Amcan verdi kızını.”
“Sen evlen o zaman. Madem istedin.”
“Düzgün konuş!”
“Düzgünü müzgünü yok anne bunun. Bana sormadan kız istedin sen.”
“Beğendiydin onu. Neyi var?”
“Of anne of! Ben başka birisine gönül kaptırdım.”
“Ne?”
“Hacı Osman’ın kızını seviyorum ben.”
“Dünyada olmaz. Ben amcandan kızını istedim. Geri dönüş yok artık. Gidip ona ‘Abi biz vazgeçtik’ mi diyeceğim?”
“Ne dersen de…”
“Bak Ergin! Canım oğlum, benim yüzümü kara çıkartma. Elalem ne der sonra? Herkes bize güler. Dillere düşeriz. Ya onlar. Amcan gil. Onlar ne yapar? İnsanların önüne nasıl çıkarlar?”
“Bunu sen düşünecektin.”
“Gâvur sıpası… Eğer… Eğer…”
“Eğer, ne?”
“Eğer Gül’le değil de gider o çirkin Sümbül’le evlenirsen daha gözüme gözükme benim. Oğlum diye suratına bakmam. Reddederim seni evlatlıktan.”
“Eğer böyleyse reddet.”
“Ciğerinin sapından tutul o zaman. Benim oğlum değilsin artık. Yüzümü karaya çıkartan benim oğlum değildir.”
Bu sözle birlikte telefonu kapattı annesi. Ergin annesinin eğer ne kadar kindar ve inatçı olduğunu bilmese bir gün affeder diye düşünürdü. Ama şimdi her şey bitmişti. Ergin’e sormadan kız isteyen annesi suçu Ergin’e atmıştı. Anlayamıyordu bir türlü bunları. Habersiz, sırf bir fotoğrafa bakıp “Güzel!” dediği için suçlu olmuştu. Evlatlıktan reddedilmişti. Yıllarca koca dayağı yiyip hayatından bıkan, gelinlerine iyi davranacağını, oğulları beğenmeden, istemeden kız almayacağını söyleyen annesi babası ölünce değişmiş kendi kafasına işler döndürür hale gelmişti. Nerdeydi o evlat sevgisi? Bu kadar basit biçimde evlattan vazgeçilir miydi? İşte bunu anlayamıyordu.
Telefon kulübesinden çıktığında ayakta duracak hali kalmamıştı. Yerlere yatıp ağlamak istiyordu. Ama direndi. Sessizce kahvehaneye geçti. Bir çay söyledi ve yüzüne vuran güneş eşliğinde düşüncelere daldı. Bir yalanmış gibi geliyordu her şey ona. Bir rüyaydı sanki. Belki buradan hiç kalkmamış ve telefon etmemişti. Sadece uyumuştu. Kötü bir rüya ise boğazına sarılmıştı onun. Hızlıca kalktı ve telefon kulübesine tekrar gitti. Rüyasında madem annesi konuşmuş şimdi de o konuşacak, Sümbül’ü istetecekti. Çevirdi numarayı ve telefon açıldı.
“Alo! Anne!”
“Abi benim, Elif.”
“Annem orda mı? Hemen ona ver.”
“Burada, başını tutmuş yatıyor.”
“Çabuk ver ona!”
“Tamam!”
“Anne benim Ergin.”
“Ne oldu?”
“Sana diyeceğim var. Bir müjde!”
“Neymiş?”
“Bak! Bana Sümbül’ü iste. Evi de sattım…”
“Ev de başına yıkılsın. Cehennem de yanasın inşallah! Benimle alay etmek neymiş görürsün. Eğer karşıma çıkarsan tükürürüm suratına. Oğlum değilsin sen artık.”
Bu sefer ki konuşma artık gerçekleri kuşku götürmez biçimde sermişti önüne. Belki az önce bir çıkar yol vardı ama şimdi hiçbir yol kalmamıştı kurtulacak. Kesinkes her şey bitmişti.
Uzun süre çıkamadı telefon kulübesinden. Hatta birisi merak edip çıkarmıştı onu ordan. Kahvedeki bir sandalyeye oturtulmuş yüzüne kolonya sürülüyordu. Ergin ise bir boşlukta gibiydi artık. Sadece kendisinin olduğu dipsiz bir boşluk.

***

Bir süre izledi donuk bakışlarla etrafını ve biraz kendine gelmeye başladı. Belki Gül ile evlenmenin daha hayırlı olacağını düşünüp bir çıkar yol arıyordu. Fakat o an Sümbül’ün yüzü geliyordu önüne ve bir acı sıkıştırıyordu kalbini. Dayanılmaz bir acı yani… O vakit ayakta kalmayı öğütlüyordu kendine. Yıllarca bekâr evinde nasıl yalnız kalmışsa şimdi de öyle yalnız kalacak ve buna tahammül edecekti. Sanki onu, o günlerde çok mu arayıp sormuşlardı? Para için gurbete gönderilmiş bir çocuktan para dışında ne beklenirdi ki? Her şeyi o sırtlamış ve İstanbul’daki evi de o almıştı. Bir tane daha alırdı ve yaşar giderdi. En azından yanında Sümbül olurdu. Ya da mutluluk. Madem aile bağı denilen şey kâğıttan bir kuleydi varsın yıkılsındı.
Sonra kalktı ve yavaş adımlarla Sümbül’ün evine gitmeye başladı. Ona yeni bir yaşam bahşedecekti. Ve istiyordu ki o da kabul etsin bunu. Kendi yaşamlarının temelini atsınlar ve zorlu yollardan el ele geçsinlerdi.
Kayalıkların yanına varınca bir kenara geçti ve oturdu. Etrafta daha önceki gibi kimsecikler yoktu. Zaten Sümbül’ün ailesi dışında pek kimse kalmamıştı. Ki onlarda gidecekleri günün geri sayımındaydılar.
Köpeğe baktığında onun birden hareketlendiğini ve zincirini çekiştirdiğini gördü. Anlaşılan sahibi geliyordu. Kendine biraz çeki düzen verdi Ergin ve biraz gülümsedi. Kız onu görünce şaşırmış gibi yaptı ama beklediği belliydi. Ergin’e bakıp başıyla selam verdi ve:
“Ne işin var burada? Birisi seni görürse hiç iyi olmaz.”
“Evet,” dedi Ergin. “Ama kimse kalmamış ki sizin burda. Yarım saattir bekliyorum bir Allahın kulu geçmedi.”
“Evet, bizden başka kimse kalmadı.”
Donuk bakışlarla süzdü onu Ergin.
“Eee, niye geldin buraya?” deyince kız, bir heyecan sardı Ergin’in vücudunu.
“Seni görmek için,”
Kız ise utanmış gibi yaptı.
Durakladı bir süre Ergin, “Seni seviyorum!” dedi. “Yıllardan beri aradığım yolu senin güzel yüzünün ışığıyla buldum.”
Doğrusu bu söz kızın içini cızbız etmişti. Ömründe, bir Brezilya dizilerinde duymuştu bu güzel sözleri. Bir de zengin olsaydı Ergin, her şey tam olurdu ama ne çare ki şimdilik meteliksizin tekiydi. Ama yine de heyecandan konuşamıyordu kız. Bu sefer gerçek bir utanç sarmıştı yüzünü.
“Benimle evlenir misin?”
Uzunca bir süre sessiz durdu kız, “Annenlere söyle istesinler beni o zaman,” dedi.
“İsteyemezler!” dedi Ergin, “Çünkü beni amcamın kızıyla evlendirmek istiyor. Ben ise senin için onlara rest çektim.”
“O zaman beni sana vermez ailem.”
Yüreği sıkışıyordu Ergin’in.
“Kaçalım,” dedi sessizce. Bunu utanarak söylemişti.
Yine sustu kız, sonra “Düşüneyim,” dedi. “Sen bana telefon numaranı ver, ben seni ararım.”
Kontörü kalmamış cep telefonunun numarasını ona verdi ve koşarak yanından ayrılmasını tedirgince izledi. Sonra attı kendini tarlalara. Ona sımsıkı sarılan rüzgârla amcasının evine gitti.
Oraya giderken de bir tedirginlik vardı içinde. Büyük ihtimalle annesi haber vermişti her şeyi onlara. Ya ona bu yaptığının hesabını sorarlarsa ne diyecekti? Kapıdan dışarı atılırsa bunu nasıl hazmedecekti? Bunu bilmiyordu ama en kötü ihtimalle vurup kapıyı çıkardı.
Eve vardığında bir sessizlik sarmıştı her yeri. İnsanı rahatsız eden, korkularını artıran bir sessizlik… Kapıyı açıp içeri girdi. Bu sefer çalma gereği duymamıştı kapıyı. Her zaman onu karşılayan Gül ortalıkta görünmüyordu. Amcası ise odada eli alnında oturuyordu. Selam verdi Ergin ona ve o bakmadı bile Ergin’in suratına. Tek bir söz bile etmiyordu. Ergin ise kötü de olsa bir söz duymak istiyordu. Ona her şeyi açıklamak ve bir anlayış bekliyordu. Ama sonra bunun anlamsız ve gereksiz olduğunu anladı. Çünkü o hakarete uğramıştı kendince.
Amcasının ise bir huyu vardı ki hayatta misafir kovamazdı. Böyle bir durum bile olsa en fazla ona küser çekip gitmesini beklerdi. Daha da olmadı etrafa kötü laf yayardı. Ama asla “Çek git!” diyemezdi. Şimdi ise hakarete uğradığını düşünüyor ve bu olayın sessizce kapatılıp herkesin kendi yoluna gitmesini istiyordu. Evet, herkes kendi yoluna, hem de ömür boyunca görüşmemek dileğiyle.
Ergin ise kendi odasına geçti. Sabah ki verdiği elbiseler yıkanmış ve valizinin üzerine konmuştu. Yalnız nemlilerdi hala. Yani hemen gidecek bir yolcu için hızlıca kurutulmuştu. Onları valizin içine koydu Ergin ve kalan her şeyini aldı üzerine. Salonda yürürken bir ağlama sesi geliyordu kulağına. Gururu incinmiş bir kızın ağlama sesi… Amcası ise aynı biçimde duruyordu odada. Tek yanlı bir veda etti ona Ergin ve çökmeye başlayan geceyle birlikte üç kilometre uzak olan ilçeye doğru gitmeye başladı. Birkaç adımda bir geriye dönüyor ve köyüne bakıyordu. Bir veda böyle olurmuşçasına yapıyordu bunu. Onu köyden uzaklaştıran her adım içine bir damla acı bırakıyor ve bu acılar o istemese de gözünden yaş olarak akıyordu.
Köy artık geriye bakıp görülemeyecek kadar arkada kalınca bir ses duydu Ergin ardından. Belki çok saçma olacak ama fısıltılı bir bağırıştı duyduğu. Geriye dönüp baktı kim diye. Selim’in el sallayarak koşuşunu görünce ona verdiği sözü hatırladı. Bedenini soylu bir şövalye gibi dikleştirip onu bekledi. Soluk soluğa kalmıştı arkadaşı. Ergin’in yanına gelince ellerini dizlerinin üstüne koydu ve dakikalarca hırıltılı biçimde soluk aldı arkadaşı. Sonra yalvarır bir ses tonuyla:
“Niye beni beklemedin?”
“Unuttum.”
Arkadaşının, “Niye bu saatte aşağıya gidiyorsun?” demesine ise isteksizce güldü. Bağırarak “Saçmalıktan!” demek istiyordu.
“Öyle gerekiyor.”
Ardı sıra yürümeye başladılar. Yalnız yürüyüşleri arkadaşının isteğiyle biraz yavaş adımlarla oluyordu. Güya arkadaşı hem onu yolundan etmek istemiyor hem de “çok yorgun” olduğu için yavaş yürüyüp derdini anlatmak istiyordu. Etrafı gözetleyen gözler ve titreyen sesiyle konuşmaya başladı arkadaşı:
“Bak canım arkadaşım! Evet, sen benim en sevdiğim, canım arkadaşımsın. Okulda ne de güzel günler geçirmiştik seninle. Ellerimizi birbirimizin omzuna atar dolaşırda dolaşırdık. Milletin bahçesinden az meyve araklamadık. Hatta hatırlıyor musun bilmem, Kolusökükler’in yumurtasını çalmıştık da pişirmiştik. Çabamıza da değseydi bari onu da yiyememiştik. Her neyse! İnsan yüreği kaynarsa çok kötü bir şey oluyor be Ergin. Yerinde durmadan koşuşturmaya çalışıyor insan. Tek yaptığı yüreğindeki ateşi söndürmek aslında. Zaten bugün de senin peşinden koşmuşsam tek bu ateşi söndürmek içindir. Başka bir şey değil.
“Ayarladım her şeyi canım arkadaşım. Yarın halledeceğiz. Kimsenin ruhu bile duymayacak. Saat dokuzda, o hayvanların yemini vermeye çıkacak. Normalde o saatte verilmez yem, ama bir yolunu bulup çıkacak. Eğer bu olmazsa saat on bire doğru çıkacak. Ben gidip onu alacağım. Sen direksiyona geçeceksin ve biz gelince hiç heyecanlanmadan basacaksın gaza. Bu arada biliyorsun değil mi araba sürmeyi?”
“Evet, biliyorum!”
“Ha! İşte sen biz gelince basacaksın gaza. Doğru, Tomarza yolundaki tarlaların oraya. Dayımın çadırı var orda. Yayladalar anlayacağın. Onunla konuştum ve bize bıraktı çadırı. Bir günlüğüne. Kendisi ve çoban koyunları yaylaya çıkaracak, yengem ve çocukları ise akrabalarına gidecekler. Çadırın yanında bir tane koruyucu köpek bırakacaklar bize. Bıraktıkları köpeği bir görsen bir ısırışta adamın kafasını koparır valla. Nerde kalmıştım? Ha! Geceyi orda geçireceğiz ve ben işimi halledeceğim. Sabaha doğru da ver elini Kırklareli’ndeki dayımın yanı. Çok iyi adamdır o. Ona bahsetmedim bu yapacaklarımdan ama kesin bize kol kanat gerer. Seni de ilçe yol ayrımında bırakırız evine dönersin. Eee? Nasıl planım?”
“Çok iyi,” dedi Ergin. Doğrusu ondan böyle bir şey hiç beklemiyordu. Bu kafasız zannettiği adam sevdiğine bir kavuşma yolu bulmuştu. Peki, kendi ne yapacaktı? Onun kadar cesur olacak mıydı? Cesurluk konusunda kafası karışıktı ama Sümbül’ü kaçırırsa gideceği bir yer vardı. Antalya’daki ablasının yanına gider ve bir süre onun yanında kalırdı. Hem eniştesi hem de ablası yardımcı olurdu ona. Çünkü içindeki tüm sıcaklığın açığa çıkıp büyük bir rahatlıkla konuştuğu tek kişiydi onlar. Bunu hissetmek onu biraz umutlandırıyor ve rahatlatıyordu.
Arkadaşı ise söylediği sözler bitince biraz daha yağ çekmiş ve çamlığın kapısının ardından gerisin geriye dönmüştü. Anlaşılan daha yapacak çok işi vardı. Ergin ise o gidince sık sık gözünü yarım aya iliştirerek düşünmeye başladı. Anlayamadığı bir kargaşanın içinde hissediyordu kendini. Hiç aklına gelmeyecek şeyler şimdi başına geliyor ve o bunların önüne geçemiyordu. “Keşke annem o kızın resmini gösterdiğinde beğendiğimi söylemeseydim,” dedi kendi kendine. O da, sonuçta yaptığı şeylerde suçu kendinde arayan birisiydi. Suçlu olarak kendisini ilan eder ve sonra çoğu zaman istemeden, seçtiği yoldan giderdi. Yaptıkları ona acı verir ve o, gözünü kapatıp düşüncelerle boğuşurdu.
Ardından, bahçelerin kokusuna özellikle dikkat edip ilçenin girişine ulaştı. Gidecek tek yeri abisinin yanıydı. Abisinin evi, giderek azalmaya başlayan bahçeli evlerden biriydi. Bir süre daha yürümesi gerekiyordu oraya varmak için. Bir süre daha düşüncelerle boğuşması gerekiyordu…
Anayola çıktığında köydeki temiz havayı artık hissedemez olmuştu. Tümüyle şehirdekine benzemese de, onun öncülü olan, insanı rahatsız eden bir havaydı içine çektiği. Onu daha fazla güçsüzleştiren ve düşüncelerin altında ezilmesini sağlayan bir hava…
Abisinin evinin önüne gelince bir telaş kapladı içini. Eğer annesi burayı aradıysa –ki aramıştı- abisi ister istemez hesap soracaktı Ergin’den. Belki daha olayı anlamadan suçluyu Ergin ilan edecekti. Çünkü ona göre annesi hep haklıydı. Hep doğru düşünüp, doğru karar verirdi. Ergin ise kara cahilin birisiydi. Abi olmanın gereklerini yapamayacak pasif bir kavak ağacıydı o. Belki korkuluk olsa daha işe yarar diye düşünürdü abisi.
Yine de, bir umut taşıyarak çıkmaya başladı merdivenlerden. Madem yaşam bu kadar beklentisizlik üzerine kuruluydu, abisi de onun beklediği gibi bir davranışta bulunmazdı belki.

***

İkinci kattaki çelikten yapılmış yeşil kapının önünde durup soluklandı Ergin. İçinden bir iyimserlik geçirip kapı zilini çaldı. İçerden konuşmalar geliyordu. Kapı açıldı ve Ergin gibi uzun boylu olan abisi göründü. Yüzünde Ergin’in gözünde canlanan bir ciddiyet vardı.
“İyi akşamlar,” dedi Ergin. Söylerken boğulacak gibi oluyordu.
Abisi ise başını salladı.
“Bugün amcamda kalamadım da, o yüzden sana geldim. Belki biliyorsundur nedenini?”
“Nedenini biliyorum,” diye cevap verdi abisi. “Niye döneklik yapıp yüzümüzü kara çıkarttın?”
Bu kadar hızlı biçimde o konuya gireceğini zannetmiyordu abisinin. Belki içeri alırlar ve çay içerek konuşurlardı dertlerini.
“Benim bunda bir suçum yok!” dedi Ergin. “Annem kendi başına bir işe kalkışmış.”
“Hemen suçlama annemi! O, sadece senin iyiliğin için çabaladı. Senin bu yaptığın yüzünden belki insanların yüzüne bakamayacak. Yalancı çıkartıyorsun onu. Bundan utanmıyor musun?”
Ergin ise hala dinginliğini korumaya çalışıyordu.
“Tek suçum bilmeden yaptığım hareketlerdi. Sadece Gül’ün resmine bakıp güzel bulduğumu söylemiştim anneme. Nerden bilirdim annemin böyle, benden habersiz bir işe kalkışacağını?”
“Hala annemi katıyorsun işin içine. Senin sadece iyiliğini isteyen kadını…”
Artık gerilmeye ve yumruğunu sıkmaya başlıyordu abisi.
“Eğer iyiliğimi isteseydi sevdiğim kızı alırdı bana o!”
“Ha! İşte bunu itiraf et. Önce Gül’ü iste, sonra başka birisine gönül kaptırınca haberin olmasın. İyi iş! Umurunda mı senin aile onuru! Gönlünce hareket et. Rahat ol sen. Cezasını biz çekeriz!”
“Benim bunda bir suçum yok!”
Abisi ise kapıyı sımsıkı kavrayarak, “Senin ne olduğunu biliyorum ben lan!” dedi. “Senin kaç paralık değerin olduğunu biliyorum ben. Ama bitti. Hele anneme söylediklerin… Onunla dalga geçişin… Bunlar affedilmez işte. Aile onurunu beş paralık eden adam affedilmez. Kendi iyiliği için çabalayan insanlara ihanet eden adamlar affedilmez. Anlamıyorsun değil mi bu olayın ne kadar önemli olduğunu? Bırakalım annemi, benim ne kadar kötü bir durumda olduğumu anlamıyorsun sen. Daha şimdiden milletin diline düştük. ‘Amcalarıyla dalga geçtiler’ diyorlar bizim için. Yerin dibine soktun lan bizi. Bu hazmedilmez Ergin! Sana tek söyleyeceğim şey, şimdi bu eve girersin ve annemden özür dilersin. Yalvarırsın ona ve o da affederse gelir bir iki gün içinde. Gideriz amcamdan özür dileriz ve onurumuz kurtulur. Eğer kabul etmezsen bunu, anamın oğlu olmadığın gibi benim de kardeşim olmazsın.”
Bu sözleri duymasıyla bir ağrı başladı Ergin’in kafasında. Bedeni titremeye başlamıştı. Bu olayın bu kadar önemli, kendisinin de bu kadar değersiz olduğuna şaşıp kalıyordu. Bir anne ve oğul kendi hatalarından dolayı feda ediyorlardı oğullarını. O an öldürsünler istiyordu kendini. Ölsün ki her şey bitsin. Ama ölmeyecek acı çektirilecekti. Hem de suçsuz olarak… Zaten kafasını asıl olarak işlediği suçun ne olduğu kurcalıyordu.
Artık yaşlanmış olan gözlerle baktı abisinin yüzüne. Kafasından onların bütün dediklerini kabul ettiğini ve Gül’le evlendiğini geçirdi. Ne olacaktı o zaman. Bütün bunları hazmedebilecek miydi? Kesin biçimde, “Hayır!” dedi içinden. Bu kadar değersiz olan bir bağı sürdüremezdi ömrü boyunca. En iyisi kendisini sarsan bu rüzgâra tümüyle teslim olmak ve gidebildiği yere kadar savrulmaktı.
“Madem bu kadar değerli bu şeyler benden, suçum olmayan bir şeyi de düzeltmem artık. Bu kadar kötü olmasının sebebi annemin suçuydu. Bunu kabul etmesen de böyleydi. Bu suç size ait ve siz çekeceksiniz bunun cezasını. Beni yaralayan şey sizin bu davranışlarınızdır. Demek ki, yıllarca boşu boşuna birbirimize yalan söylüyormuşuz aile olduğumuza dair. Sadece bir yalan bağlıyormuş bizi birbirimize. O yalan da açığa çıkınca bizi bağlayan bir şey kalmadı. Şimdi hoşcakal.” dedi Ergin. Her şeyin böyle olmasına çok şaşırmıştı. Bir ömür sürecek bağ öylece yok olmuştu.
Ardından hızlıca indi merdivenlerden. Kapıdan çıktı ve geçen kamyonetten yükselen tozlarla birlikte caddeye doğru yürüdü. Sanki yürümüyor da, yer ayağının altından kayıp gidiyordu. Ayakları güçten kesiliyor ve o üzerinde yürüdüğü dünyanın altında eziliyordu.
Gidecek bir yeri kalmamıştı artık. Onu evine alacak birisi yoktu bu yıllarca yaşadığı yerde. Bir yabancıdan farksızdı artık. Bir turist gibi gelmiş, buraları gezmiş ve bir daha gelmemek üzere gidecekti.
Caddeye çıkıp hızlıca meydana doğru yürümeye başladı. Ara sıra geçen arabalar, hafif bir sis, eğretice duran evler ve ay ışığı tek süsüydü bu caddenin. İnsanı bir yorgunluğa teslim ediyordu. O an yatmak istiyordu kişi. Bir ev ya da bir park köşesi olabilirdi yatılacak yer. İstenilen, sadece taşınan yükün çekilmesiydi üstten. Belki bir huzur sarardı bedeni o vakit. Ya da bir sevinç…
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Kayıp Zamanda Işıltılar - 10
  • Parts
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 01
    Total number of words is 4024
    Total number of unique words is 2107
    31.4 of words are in the 2000 most common words
    47.0 of words are in the 5000 most common words
    54.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 02
    Total number of words is 4092
    Total number of unique words is 1956
    35.4 of words are in the 2000 most common words
    51.1 of words are in the 5000 most common words
    59.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 03
    Total number of words is 4079
    Total number of unique words is 2056
    34.1 of words are in the 2000 most common words
    49.0 of words are in the 5000 most common words
    55.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 04
    Total number of words is 4056
    Total number of unique words is 1980
    34.8 of words are in the 2000 most common words
    49.0 of words are in the 5000 most common words
    57.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 05
    Total number of words is 4090
    Total number of unique words is 1991
    33.0 of words are in the 2000 most common words
    46.0 of words are in the 5000 most common words
    53.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 06
    Total number of words is 4007
    Total number of unique words is 1930
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    50.7 of words are in the 5000 most common words
    57.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 07
    Total number of words is 4108
    Total number of unique words is 2005
    33.6 of words are in the 2000 most common words
    48.4 of words are in the 5000 most common words
    55.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 08
    Total number of words is 4035
    Total number of unique words is 2165
    32.7 of words are in the 2000 most common words
    46.9 of words are in the 5000 most common words
    55.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 09
    Total number of words is 4021
    Total number of unique words is 1910
    35.4 of words are in the 2000 most common words
    51.5 of words are in the 5000 most common words
    59.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 10
    Total number of words is 4125
    Total number of unique words is 2061
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    58.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 11
    Total number of words is 4067
    Total number of unique words is 1966
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    51.7 of words are in the 5000 most common words
    59.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 12
    Total number of words is 4113
    Total number of unique words is 2033
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    50.6 of words are in the 5000 most common words
    59.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 13
    Total number of words is 831
    Total number of unique words is 582
    39.7 of words are in the 2000 most common words
    52.5 of words are in the 5000 most common words
    61.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.