Kayıp Zamanda Işıltılar - 03

Total number of words is 4079
Total number of unique words is 2056
34.1 of words are in the 2000 most common words
49.0 of words are in the 5000 most common words
55.9 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Artık hiçbir şey umurunda değildi. Vurulan her darbe ona ait olmayan bir nesneye vuruluyordu sanki. Varsın vursunlardı. Ne fark ederdi ki? O bedenini terk etti mi acıda terk ederdi orayı; bir taştan farksız olur, ufalanır, ezilir giderdi. Sonra uçmaya başladı. Odanın tavanına yükselip daireler çizerek göğsüne vurulan darbeleri izliyordu. Her darbede sarsılıyordu vücut. Her ne kadar pek umursamasa da vücuduna yapılana üzülüyordu. Hak etmiyordu bu nadir beden bunları. Çekip gitmek istiyordu ordan. Göğe gitmeliydi o. Oraya ulaşmanın birinci aşaması ise minik pencereydi. Önce başını, sonra bedenini, ardından da dizleri terk etti odayı. Fakat ayakları takılmıştı. Zaten ayaklarının büyük olmasından şikâyet eder dururdu. İşte şimdi yine olan olmuş, sırf ayakları yüzünden tutulu kalmıştı. Ne gereksiz ve saçma bir şeydi bu. Böyle ilahi durum mu olurdu? Hem kendisi artık bir ruhtu, ayakları niye takılırdı ki? Her neyse, demek böyle şeylerde olabilirdi. En iyisi ayaklarını hızlıca çekmeliydi. Bütün gücünü toplayıp hızlıca çekti ayaklarını. Ama birde ne görsün yine yatağında yatıyordu. Gözünü açar açmaz kapıya baktı ama kapı kapalıydı. Bu onu sakinleştirmese gerek bir çığlık atıp ağlamaya başladı. Bir yandan daha güneşin doğmamasına küfür ediyor, bir yandan da, "Uyku yok, uyku yok!" diye söyleniyordu. "Bu işin sonu bu!" diye bağırdı. "Benden intikam alacak. Ama ben... Ben haklıyım. Bana eziyet eden, beni ezen oydu. Öyleyken ben ceza çekemem. Yeter, bu kadar çektiğim... Bu kadar yeter! Ölümü hak etmişti. İşte hepsi bu! Uyumamalıyım. Uyuyunca bana saldırıyor. En güçsüz olduğum zamanlarda yani. Güçlü olmalıyım... Çünkü... Çünkü haklıyım... Tek adalet bu!" dedi ve bacağına uykudan uzaklaşmak için bir çimdik attı.

* * *

Aradan bir süre geçince ağlamayı durdurdu. Olaylar üzerine daha kesin bir yargı verebiliyordu artık. Yorganı bedenine iyice sararak sabah ışığını beklemeye koyuldu. İçinden sayı saymaya başladı. 1… 2… 3…Tahmin ediyordu ki beş bine gelince bir ışık odayı aydınlatacak. Ama zamanın hareketinin içerisine bilinç girince en küçük anlar bile nasıl geçmez olursa, aynı şekilde şimdi de zaman geçmek bilmiyordu. Minicik zamanlara tahayyülün ötesinde şeyler sığıyordu. Bazen gözü kapanıyordu; fakat hemen sıyrılıyordu ordan. Yeni bir yolculuğa çıkıp yeni şeylerle yüzleşmek istemiyordu. Uykudaki belirgin noktalarda olmaktansa, karanlık odasında ki belirsiz noktalarda olmayı yeğliyordu o. En azından burada kontrol edebileceği, ya da sıkıştığında bir akrep gibi intihar ettirebileceği bedeni vardı. Ki zaten ona ölmek değil, ölüyken bile yaşadığını hissetmek acı veriyordu. Düşmek ve hiçbir şey olmamış gibi dirilmek; işte acı veren buydu.
İçinde biraz vicdan azabı hissetse de, çok kötü ve her şeyin alenen ortada olduğu durumlar dışında kendini ele vermeyi düşünmüyordu. Her şeyin hak'ka uygun olduğundan kuşkusu yoktu. Gerçi toplumun yaptığı bu şeyi öğrenmesi durumunda kendisini çok feci biçimde cezalandıracağı açıkça ortadaydı. Ancak bu onların kendilerini rahatlatma aracından başka bir şey değildi. Herkes suçu olmayan kendisine yapılanları hoş görüp normal karşılarken, onun intikamını almasını kabullenemiyor, hatta ceza vermeye kalkıyordu. Oysaki intikamın bir suç olmasının imkânı yoktu. Çünkü her şey karşılıklı bir alış-veriş olarak şekilleniyordu. Yapılan her hareketin bir sorumluluğu vardı ve bunu herkesin üstlenmesi gerekiyordu. Ancak bu şekilde insanlar daha sorumluluk sahibi olur, ne yaptığını bilirdi. Ödenemeyecek bedelleri birisinden almaya kalkışmazdı hiç kimse. Herkes birbirine saygı duyar, birbirinden korkardı…
İşte bu yüzden yaptığı bu hak’ça şeyi herkese söyleyip onlardan yardım istemek veya yapacak başka bir seçeneğinin olmadığını anlatmak hiç işe yaramazdı. Hatta bunu yapsa, yani her şeyi gidip anlatsa, kendisinden tiksinip daha da ağır bir ceza verebilirlerdi. Onlara göre bir şey yapıldı mıydı gizli yapılmalıydı. Gizlilik: İşte büyük kural... İstediğin kadar kötü şeyi yap, istediğini dolandır, vur, kır, yok et. Ama asla belli etme. O zaman her şey mubahtı. Fakat bir de her şey ortaya çıktı mı, bunu doğalında her gün yapan kişi kendi kendine duyduğu tiksinti ve laneti hemen temiz ahlaklı birisi edasıyla bu "açığa vuran"a yönlendirirdi. Öyle ya, o büyük kuralı çiğneme aptallığını göstermişti ve bunun zahmetine katlanacaktı. İşte durum bu iken kendisinin böyle bir şey, daha doğrusu böyle bir aptallık yapması düşünülemezdi. İnanıyordu ki onların yaptığı gibi yapmasının bir sakıncası yoktu. Hatta gündüz birisi gelip ustabaşının "canice" katledildiğini anlattığında, o da bu 'cani' kelimesini başıyla onaylayacak, böyle canilerin Taksim’de sallandırılması gerektiğini savunacaktı. Hele bir de şans eseri bir başkasını tutuklasalar, Gürkan da gidip "şak" diye suratına tükürürdü onun. Varsın sürünüp yok olsundu yakalanan. Varsın leş olarak sürülsündü ortaya. Ama yeter ki kendisi yenilen değil, yiyenler arasında bulunsundu. O zaman her şey farklı olurdu. Zevkle yerdi o çiğ etleri. Yavaş yavaş, sindire sindire. Herkesle ortaklaşa bir çaba içinde... Suratında namuslu bir gülümsemeyle... Yaptığının doğru bir şey olduğunu kendisine bin kere daha söyleyerek. Karnı doydu mu yerini bir başkasına devrederdi ki, birbirlerini büyük kuralı çiğnemediği halde yemesinler. Herkes doysun ve gidip uyuşukça yeni leş gelinceye değin uyusun. Hem de mışıl mışıl.

* * *

Etraf yavaş yavaş aydınlanıyordu. Odaya giren her güneş ışını belirsizliği ve karabasanları silip süpürüyordu. Ara sıra da olsa bazı ayakların silik görüntüsü yansıyordu karşısındaki aynaya. Odanın köşelerinde ki örümcekler tekrar ağlarını örmeye başlamışlardı. Bazen kulağa fare sesleri de geliyordu. Herhalde birkaç ekmek kırıntısı dışında bir şey bulunmayan bu evde olduklarına kahrediyorlardı
Birkaç haftayı zor geçireceğini düşünüyordu Gürkan. Öyle ya, herkes sorgulanacaktı. Her yere dedikodular yayılacaktı. Bu günlerde söylenen her söz 'aleyhte delil’ olarak kullanılacaktı. Ama ondan sonrası iyi olacaktı. Artık kimse kendisini aşağılayamazdı. Hele bir yapsınlardı, o zaman sonları bir demir sopayla gelirdi. Daha hiçbir şey anlamadan bir bakarlardı ki tahtalıköydeler. Etraflarında şeytanlar cirit atıyor. Bir şişin ucunda yenmeye hazır bekliyorlar. Koca koca yüklerin altına koyulmuş kırbaçlanıyorlar. Yok olduklarını zannettikleri an tekrar diriliyorlar. Ne acı çekebiliyorlar ne de gülebiliyorlar; tam tersi böyle duygular içlerinde barınamıyor bile. Ne kadar güçlülermiş anlarlardı o zaman. Nasıl adice yok olunurmuş öğrenirlerdi.
Saat altı olunca, artık yatağını terk etti. Kısa bir spor yapıp yatağını düzeltti. Ardından güzel bir temizlenmesi gerektiğini düşündü. Önce gidip şofbeni ısınması için açtı. Zor ısınırdı çünkü. Sonra ocağı kısık ateşle açıp çay suyunu üzerine koydu. Bir şarkı söyleyerek banyoya girip vücudunu iyice temizlemeye başladı. Yıkanıyordu ve yıkandıkça gece ve kan suyla karışıp gidiyordu.
Banyodan çıkınca kendisine "güzel bir kahvaltı" hazırlamaya karar verdi. Sonuçta bugün yakalanma riski de vardı ve bu güzel kahvaltı yakalanmadan önce onun hakkıydı. Üzerine şortunu giyip sabah ezanıyla açılan bakkala gitti. Bakkaldan sucuk, yumurta, kaşar peyniri, zeytin, yoğurt ve ekmek aldı. Kahvaltısı, tasarımına uygun olarak uzun dönemden beri yapamadığı kadar güzel bir kahvaltıydı. Her günü Kürt Böreği’yle geçiyordu. Bundan dolayı şişmanlamış ve yüzünde sivilceler çıkmıştı
Sonra evinin her yerini kabaca bir temizliğe tabii tuttu. Her yönüyle geçmişten arınmak istiyordu. Bu yüzden kirli elbiselerini çıkarıp, en sevdiği lacivert kumaş pantolonu ve mavi kareli beyaz gömleğini giydi. Saçını özenle "dana yalamış" gibi taradı ve aynadaki görünen yakışıklı çocuğa göz kırpıp öpücük attı. Artık evden çıkmaya hazırdı. Başlayan yeni gün avuçlarının içinde ve gülümseyen yüzündeydi.

* * *

Sokağa çıkınca camlara vuran güneş ışınları ve kuş cıvıltıları onu mutlu etti. Kimsenin onun dün gece yaptığı ile ilgilendiği yoktu. Zaten ilgilenmeleri de gerekmiyordu. Hem Gürkan onların yaptıklarıyla ilgileniyor muydu? Kim bilir gece ne dolaplar döndürmüşlerdi. Ama umursamıyordu. Yani en azından anlaşmanın devam ettiğini düşünüyordu. Kimse imza koymasa da bu böyleydi. Tabii ki işin diğer yanları da hep geçerliydi. Fakat Gürkan'ın kaybedecek bir şeyi yoktu. “Bu gece geçtiğine göre her gece geçer,” diye düşünüyordu.
İşyerinin kapısının önüne gelince kalbi gümbür gümbür atmaya başlamıştı. Eli ayağı tutmasa da yine de kendini toparlayıp içeri girdi. Daha herkes işe gelmemişti ama ışıklar açılmıştı. Az sonra zil çalacak ve çalışılmaya başlanacaktı. Kimsenin dün geceki olaydan haberi yok gibiydi. Kendilerini uğraşlarına kaptırmışlardı. Onların da gecelerinin pek iyi geçmediğini anlayabiliyordu Gürkan. Belki onlarda sabaha kadar kâbuslarla uğraşmışlardı.
Çalıştığı makinenin başına geçince etrafına bir daha bakındı ve "Haberlerinin olmaması daha iyi," dedi. Ama gittikçe içindeki heyecan ve korku artıyordu. Ona karşı bir oyun hazırlıyor olabilirlerdi. Belki birisi bütün yaptıklarını görmüştü. Herkes onu hazırlıksız ve kaçmaya şansı olmadığı anda yakalayacaktı. Ama şu anda kaçmasına bir gereklilik yoktu. Beklemeli ve her şeyi görmeliydi.
İşyeri acayiptir ki dışarıdan daha soğuktu ve Gürkan’ın korkuları işyerinin soğukluğuyla birleşiyordu. Titreyen elleri daha hızlı çalışma çabası içindeydi. Hiç kimsenin aklına ustabaşının neden gelmediği sorusu gelmiyordu. Hâlbuki herkesten önce o gelirdi. Geç gelenleri not eder, şaşımsı gözleriyle kötü kötü süzerdi. Yarım saat geç gelen olsa nedenine bakmaksızın ya kovar, ya da o gün gidip ertesi gün gelmesini emrederdi. Herhalde kimsenin kendisine karşı çıkamayacağını düşünürdü rahmetli. İşte bugün de kendisi geç kalmıştı. Ama şanslıydı. Kimse ona hesap sormayacak ve hatta ona hak verecekti. Öyle ya, ölü birisinin işyerinde ne işi vardı? Onun işi artık zebanilerleydi. Uzun bir dinlenme hakkına kazanmıştı. Hem de cehennemde birinci sınıf bir yerde.
Artık işbaşı yapalı kırk dokuz dakika olmuştu. Ara sıra etrafa bakınmış ve onu görmedikçe daha mutlu olmuştu. Her şey gayet normal bir gün havasında devam ediyordu. Herkes Gürkan'a gülücükler atıyordu. Sanki onu ödüllendiriyor gibiydiler. O da bunu hak etmiş sayılırdı. Öyle ya "büyük iş" başarmıştı. Geçen her dakikada daha da coşkulanıyor, makinesine uzun basışlarla çığlık attırıyordu. Yanındakiler ona, "Ouu uçuyorsun!" diyorlardı. O da "Evet," diye cevap veriyordu "uçuyorum.”
Çalışırken durup camdan dışarı baktı. Sarı güneş her yeri aydınlatıyor ve ısıtıyordu. Masmavi gökyüzünde bazı gri bulutlar olsa da dinginlik ve rahatlık vardı. Kuşlar kanatlarını özgürlüğe açmış uçuyorlardı. Birbirinin içine geçmiş evlerin arasında minik de olsa yeşil ağaçlar gözüküyordu. İnsanlar ise bu arada tırısta koşan atlar gibi koşuyorlardı. Hepsi bir yerlere gidiyor, ordan oraya savruluyordu. Bu savrulanlar arasında olmak istemiyordu Gürkan. Hiçbir zekâları olmasa da uçan kuşlar ona daha cazip geliyordu. Hiç değilse onlar geçen her dakikalarının hesabını kendilerine sormak zorunluluğunu hissetmiyorlardı.
Gözünü, tam bir insana yönlendirmişken böğürme sesiyle irkildi. Gözünü içeri kaydırdığında birden ileride ustabaşını ayakta dikilirken gördü. Bir iki saniye bakıp hemen başını indirdi. Herhalde hayal görüyordu. Dün işi bitmişti onun. Sonra başını bir daha kaldırdı. Belirsiz bir ışık vardı sanki karşısında. Ya da daha doğrusu bir bulut huzmesi… Elini gözüne götürdü ve gözlerini ovalamaya başladı. Başını yere indirdi ve tekrar baktı. Evet, hayaldi gördükleri. Dikkate alınmayacak, insanın sinirini bozan hayaller.
Yalnız geceleyin bu hayallerle çok uğraştığı için yine bir çekimserlik duygusuyla etrafını süzüyordu. Olur ya, bir an beklenmedik bir şey karşıya çıkar… Öyle bir şey olsa, açıkçası ne yapacağını bilemiyordu Gürkan. Ustabaşı karşısına geçip dikilse ve ona hesap sorsa!.. Belki son bir çabayla yine saldırırdı ona. Makasını alır ve neresine denk gelirse saplamaya çalışırdı. Ya da titrer ve her şeyi itiraf ederdi. Af diler, başını büküp masumca beklerdi. Affedilir mi bilinmez ama ne yaparsa yapsın sonunda pişman olacağı kesindi.
Ardı sıra beyni düşüncelerden arınmaya başladı. Ne gece, ne gündüz… Hiçbir şey onun için önemli değildi sanki. Yaptığı şeyin hissi terk etmişti vücudunu, düşünceleriyse terk ediyor ve gece uğraşıp da yapamadığı arınma, salt kendisi açısından da olsa gerçekleşiyordu. Bütün suçlular önce düşüncelerinden temizlemeye çalışsalar da yaptıklarını, Gürkan ise önce duygulardan temizlendi ve sonra düşüncelerden.
Saatine tekrar baktığında gülümsedi. Sabah paydosuna birkaç dakika kalmıştı. Biraz dinlenecek ve rahatlayacaktı. Yalnız kötü bir yön de vardı. Herkes akşamki olaydan bahsedecekti doğal olarak. Gürkan ise gece bütün hazırlanmalarına rağmen bir pot kırmaktan korkuyordu. Ola ki böyle bir şey olsun… O zaman minik bir toz bile bütün yaşamını değiştirmeye yeterdi.
Zil çaldı. Yoğun, sinir bozucu ve teslim alan bir zil… Her tınlamasında kendi, ya da temsil ettiği ezici gücü açığa vuran… Nerden işitilirse işitilsin herkesi kendine çağıran bir güç.
Hemen kalkmadı Gürkan. Yanından geçen insanları teker teker izledi. Saygıyla karışık bir korku vardı içinde. Her geçen onu dikkatlice süzüyor ve hafifçe gülümsüyordu. Anlam veremiyordu bu gülümsemelere. Ne yapacağını bilemiyor ve istemsizce sırıtıyordu
Yüzünü yine döndürdü pencere tarafına ve gözlerini kapattı. Rüzgâr, serinlik, rahatlama ve kızıllık… Sanki tek hissettiği dünya bunlardı. İlk defa kendisini özgür hissetti o an. İlk defa bir şey için özgür oldu.
Tekrar içeriye döndüğünde birçok yer karanlığa teslim olmuştu. Toz, kumaş parçaları, lakırdılar, dökülen boyalar ve histerikçe gülüşler… Az öncekiyle karşıt olmasa bile farklı ve sıkıntı verici.
Kalkması gerektiğini düşündü. Derin bir nefes aldı ve bir hamlede kalkıverdi masa başından. Ayağı her an kayacak gibi bir yerden tutunuyor ve yürüyordu. Birkaç adım atınca durdu. Atölyenin büyük bir bölümü silgiyle silinmişti sanki. Geriye onun yürüyeceği kadar dar bir yer önünde her adımda açılıyordu. Geriye baktı. Karanlık!.. Korktu geriye dönme düşüncesinden. Sanki bir adım geriye giderse uçuruma düşecek. O yüzden ileri gitti. Bu yaşadığına anlam veremiyordu. Neyin belirtisi bu? Gece her şey bitmemiş miydi?
Yemekhaneye vardığında tekrar etrafını görmeye başladı. Ayakta poz verenler ve sandalyelerde gerinenler. Ama konuşmuyorlardı. Birbirlerine bakıyorlar ve baş sallıyorlardı.
Minik bir bardağa konmuş çaya uzandı eli. İçine bir çay kaşığı toz şeker attı ve karıştırmaya başladı. Kaşığın bardakla olan dansını işitebiliyordu. Çın!.. Çın!.. Çın!.. Sanki bir melodi gibi… Dans mı edilir bununla, yoksa gergin bir pozisyonla hüzünlenilir mi?
Kaşığı bardaktan çıkarttı ve bir kere daha vurdu. “Çın!..” Attı onu hızlıca. Ardı sıra omzunda bir el hissetti. Bir başkasını boynunda… Sert ve nasırlı bir el ve iri de… Tam bir işçi eli…
Hemen arkasını döndü. Böyle, fark edilmeyecek bir şekilde herkes ardına birikmiş… Hemen hemen her yeri bir el tarafından tutsak edilmiş. Acıdığını hissediyordu bedeninin. Ağızlara baktı, hareket var, ama ses yok. Birden yere yatırıldı. Eli arkaya çekilmiş ve kelepçeleniyor. Anlayamıyordu bu gereçlerin nerden bulunduğunu. Sonra sesleri duymaya başladı. Tam bir hır gür… Anlamlı tümceler yerine anlaşılmaz bir yığın ses. Bu sanki ona bırakılmıştı. “Ne oluyor?” dedi. “Daha konuşmadık bile.”
Birisi karşılık verdi: “Buna ne gerek var?”
Şaşırdı buna. Kafasındaki gelişim süreciyle bu yaşananlar hiç birbirine uyuşmuyordu. Yakalanma riskinin bulunduğunu biliyordu. Ama böylesi bir biçim onun tahmin edebileceğinin ötesindeydi.
Arkaya bağlı kollarını geriye çekip Gürkan’ın belini daha fazla büküyorlardı. O an ağlamaya başlıyordu Gürkan. Belli belirsiz yardım mırıldanmaları çıkıyordu ağzından. Sonra işyerinin tuvaletinin önündeki boş alana getirildi. Yere yüzüstü, boylu boyunca yatırıldı. Bir çırak geçip onun sırtına oturmuştu. Ara sıra saçını yoluyordu Gürkan’ın. Gerçi Gürkan da ona pek iyi davranmazdı önceleri. Sık sık kızar ve kafasına iplik bobini atardı. Etraftansa sesler yükseliyordu. Boğuk bir ses, “Hayli güç oldu,” dedi. “Evet,” dedi bir başkası, “bizi çok uğraştırdı köpoğlu!” Bir kadın bağırdı, “Hemen yargılayalım onu!” Herkes oybirliğince bunu başlarıyla onayladı. Ardı sıra sesler gelmeye başladı. Masaların yerleri değiştiriliyordu. Buna çok önem verdikleri belliydi. Çünkü koca koca makineler yerlerinden başka bir yere taşınıyordu. Yerler güzelce temizleniyor, oturaklar siliniyordu.
Uzun süre sessizce durdu Gürkan. Mademki böyle bir olay başına gelmişti, o da kendini sonuna kadar savunacaktı. Belki bu biraz zor olacaktı. Çünkü hiç hazırlanmamıştı böyle bir duruma. “Ama,” diyordu, “ne olursa olsun bu olayın özünü değiştirmez.”
Sırtındaki çocuk kalkınca iki adam geldi ve onu yerden kaldırdı. Yüzlerine baktı onların. Her zaman konuşup espri yaptığı kişiler... Onlara, kaldığı zor durumlarda yardım etmişti Gürkan. Ama şimdi, Gürkan’a yardım etmek şöyle dursun, kaçmaması için sıkı sıkıya kavramışlardı kollarını.
Atölyeye göz gezdirince az öncesinde çalışmış olduğu makinesinde bir çırağın çalıştığını ve yaklaşık yüz elli metrekarelik bir alanın boşaltıldığını gördü. Masalar ve sandalyeler üçgen biçiminde dizilmişlerdi. İşlerin çizildiği küçük ve yüksek bir masa en başa konulmuştu. Ya da üçgenin en ucundaydı bu masa. Onun bir ilerisine iki tane U biçiminde masa konulmuştu. Geriye kalan bölümde ise işçi sayısı kadar sandalye yerleştirilmişti.
Gürkan’ı en uçtaki masaya yakın bir yerde durdurdular. Oturacağı hiçbir şey yoktu. Yüksek masaya birisi geçip oturdu. Az önceki Gürkan’ın sırtına binen çıraktı o. Gürkan’a, “Hâkim benim!” dedi. Bir cevap vermedi Gürkan buna. Gerçi onun hâkimliğini tanımadığını söyleyebilirdi, ama bunun ne işe yarayacağını bilemiyordu. Sonra iki tane kişi hemen hâkimin önüne oturdu. Birisi gülümsüyor diğeri suratını asmış Gürkan’a küfür ediyordu. Gülümseyen kişi elişi masasında çalışan kısa boylu, esmer, sivri ve kemerli burunu olan bir bayandı. Gürkan’a, “Seni savunacağım,” dedi. Gürkan baş salladı ona. Asık suratlı ise, sürekli yalakalık yapan, para kazanmanın dışında bir şey düşünmeyen bir ütücüydü. Gürkan onunda bir şey söyleyeceğini bekledi ama o bir şey söylemedi.
En sonunda bütün izleyiciler yerlerine oturdu. Normalde, ya da Gürkan’ın bildiği biçimde hep hâkimler en son gelirdi. Ama demek ki bildiği şeyler çok azdı.
Gürkan, “Oturmayacak mıyım?” dedi.
“Hayır!” dedi hâkim. “Senin oturmana gerek yok.”
Gürkan “Neden?” dedi. Buna ise bir cevap alamadı.
Asık suratlı adam kalktı ve “Bizi çok uğraştırmasına rağmen bu caniyi yakaladık ve şimdi yargılıyoruz,” dedi. “Kendisi, ona her zaman iyilik yapmış olan birisini, yani ustabaşısını öldürdü.”
Gürkan buna itiraz etti. Mahkeme başkanı buna kızdı ve onu susturdu.
Savcı devam etti: “Elimizdeki kanıtlar onu, yani ustabaşısını dün akşam evine giderken öldürdüğünü ortaya koyuyor. Kalın bir demir sopayla başını ezerek öldürmüştür. Ah, ne feci bir durum! İşte bu demir…” Savcı demiri gösterdi, hala üzerinde kan vardı. Başını eğdi Gürkan buna. “Gördüğünüz gibi suçlu da bunu yadsıyamıyor. Seni yüzsüz herif seni… Hâlbuki ustabaşısı yaşadığı süre boyunca ona hem para konusunda hem de iş konusunda yardım etmiştir. Örneğin, daha geçen hafta, haftalığından yapılacak üç yüz yirmi dört bin liralık kesintiyi yaptırmamış ve böylece suçlunun ücreti tam ödenmiştir. Veya suçlu üstünün ona verdiği ceket yakasını takamamış ve bunu da üstüne ifade etmiştir. Hâlbuki kendisi bunu da yapacağına ilişkin bir ifadeyle ücretini almaktadır. Yani mutlaka yapması gerekirdi bu işi. Ustabaşı ise bu yapılandan dolayı onu kovmak hakkını bile saklı tutmuş ve bir şey söylemeden yapılamayan işi almış ve yeni, basit bir iş vermiştir. Ya da… Ya da, ustabaşısı geçen gün yemek yerken onun yüzüne gülmüştür ve masadan kalkerken de suçluya ‘Afiyet olsun!’ demiştir. Şimdi sorarım size. Hangi ustabaşı böyle birisine bu sözleri söylemiştir? Cevap veremezsiniz, çünkü buna söylediğimden başka bir örnek yoktur. Diğer yandan, suçlu, birçok gün akşam mesaisine kalmamış kafası estiğince gitmiş, sık sık surat asmış ve içinden küfür etmiştir. Evet, küfür etmiştir. Ayrıca birçok kişi önüne ustabaşısı aleyhinde ağza alınamayacak laflar etmiştir. Örneğin, onun hakkında kısa boylu, şaşı gözlü ve şişman demiştir. Hâlbuki ustabaşı hiçte kısa boylu değildir. Boyu her halükarda orta dereceye yakındır. İşte görüyorsunuz, ne kadar büyük bir hakaret.”
Herkes bunu başıyla onayladı. Sonra savunma söz aldı.
“Gördünüz gibi,” dedi kadın, “o, bazı hatalar yapmış bir adamdır. Ustabaşısı hakkında kısa boylu deyişi ise tam bir talihsizliktir. —Vah vah, ne talihsiz adam!- Bunun sebebi kendi boyundan kaynaklıdır. Gördüğünüz gibi hayli uzundur o.” Kadın bunu söylerken eliyle Gürkan’ı gösterip yukarıdan aşağı bir sunumunu yaptı. “Herkes bilir ki, insan birisi hakkında konuşurken hep kendisiyle karşılaştırır. Örneğin uzun boylu birisi kendisinden kısa olan herkesi bücür görme eğilimlidir. O da sırf bundan dolayı böyle bir söz söylemiştir. Ayrıca yapılmayan haftalık kesintisini ise bir dilenciye vermiştir. Verirken onun halini bir görseydiniz! O ne tatlı surattı öyle. Gören melek zannederdi. Parayı cebinden çıkarttı ve ‘Buyurun efendim,’ diye dilenciye uzattı. Ne büyük bir alçakgönüllülük!”
Burada hemen savcı söz aldı: “Elimizdeki kanıtlara göre bu dilenci yalancı bir dilencidir. Hani şu trilyonluk olanlardan… Hem verdiği para iki yüz elli bin liradır. Nerde bunun gerisi? Kim bilir ne gibi kötü amaçlar için harcamıştır onu. Ayrıca parayı dilenci denilen yalancıya verirken gözünü sağa doğru kaçırmıştır. Neden? Çünkü kafasından farklı şeyler geçiyordu da ondan. Parayı verip bir süre yürüdükten sonra da sağ eliyle sakalını sıvazlamıştır. Yani ne denilir?.. Bunun kanaatini size bırakıyorum.”
Buna başını salladı savunmacı kadın. “Elden bir şey gelmez,” dedi. “Yapılan yapılmış ve her şey geçmişte kalmıştır. O yüzden bunlara aldırmamak gerekir. Bizim isteğimiz ona farklı bir ceza verilmesidir.”
Bunun söylenmesi ile bir uğultu yükseldi herkesten. Kadın yavaşça ardına baktı ve elini yüzüne örterek yerine oturdu.
Savcı tekrar konuştu: “İşte, bu cani adam kendisine yapılan bu iyiliklere hep kötülükle cevap vermiştir. İyilik yap kötülük bul! Yo! Artık konuşamayacağım. İçim sızlıyor. Hele bu adamın benden daha fazla haftalık alması içimi tahtakurusu gibi kemiriyor. Ah! Nasıl alırsın lan benden daha fazla haftalık? En iyisi kısa kesmeli ve hızlıca cezasını vermeliyiz.”
Gürkan hemen konuşmak istedi, ama izin vermediler ona. Ama o yinede konuştu: “Güya iyilik denilen şeylerden bahsediyorsunuz, ama bana yapılan kötülüklerden bahsetmiyorsunuz. O bana birçok kere küfür etmiştir. Ne annem ne babam kalmıştır küfür yemedik. Bu benim varlığıma yapılan bir saldırıdır. Benim onurumdur ayaklar altına alınan.
“Her zaman yaptığım ve bir sorunun çıkmadığı işlerde sorun çıkarttı o. Yok, şurası bir milim kalın veya ince olmuşmuş. Ceket yakası takıyorum, geliyor ve “yarım milim” kaymış diyor. Bu ülkede kaç kişi yarım milimin farkına varır? Kaç usta makineci yarım milim fark yapmadan yaka takabilir? Açık söylüyorum: ben yapamam. O yüzden, ‘Al ve bana başka bir iş verin,’ dedim ona. Böyle yapana bunu yapmak benim hakkımdır.
“En önemli izin istemelerimde bana izin vermedi. Hastayım, çalışamıyorum. Kendimi yerlerde sürünüyor gibi hissediyordum, ama yine izin vermiyordu. Sırf daha kötü duruma gelmem içindi bu.
“Sık sık bana bağırıp çağırdı. Hatta birçok kere bana tokat vurdu. Evet, vurdu bana. Kendimi savunmak istedim birkaç kişi birden saldırdı. Yüzüme ve karnıma defalarca tekme yedim. Günlerce yataktan kalkamadım. Hala o tekmelerin acısını hissediyorum. Ve beni en fazla sarsan ise gözümün önünde sevdiğim kıza taciz etmesidir. Ah, yüreğim parçalandı o an. Sanki birisi gelip kafamı eziyordu. Be… Be… Be… Benim ona yaptığım ise sadece bunların bir karşılığıydı. Evet, yemin ederim ki sadece bir karşılıktı.”
“Sus!” dedi savcı. “Seni illet herif! Hem izin verilmediği halde konuşuyorsun, hem de üste çıkmaya çabalıyorsun. Seni dövmesinin sebebi sırf akıllanman içindi. Yani sana yapılan bir iyilikti. Bilirsin, dayak cennetten çıkmadır. İnsan sevdiği kişilerin akıllanmasını ister. O kadar çok yalan söyledin ki, artık sana güvenmediği için ve paranın kesilmemesini isteğinden dolayı sana izin vermedi. Sevdiğin kıza ise stratejik eğitim vermeye çalışıyordu. Sırf ileride rahat rahat ‘o’ işi yapasınız diye. Başkası olsa teşekkür eder be! Ama işin önemli yanı, sen de her şeyi itiraf ediyorsun. Tez elden sana ceza vermeli.”
Hep bir ağızdan, “Evet!” dedi herkes.
Gürkan “Hiçbir şeyi tanımıyorum!” dedi. “Ne bu mahkemeyi ne de bu ‘suç’ denilen şeyi. Ödeşme bir suç olamaz. Ömrümde hiç böyle bir mahkeme görmedim. Daha düne kadar, hatta birkaç saat öncesine kadar hepiniz işçiydiniz. Şimdiyse bana karşı hüküm vermeye çalışıyorsunuz.”
“Bizi tanıyıp tanımaman senin sorunun,” dedi hâkim. “Sen bizi tanımasan da biz varız. Diğer yandan yargıyı bizim vermediğimizi zannetmeni de senin aptallığına bağışlıyorum.”
Gürkan, “Peki,” dedi “cezam nedir?”
Herkes birbirine bakınmaya başladı. “Söylenmemeli!” diye bir mırıltı yükseliyordu.
Savcı kalktı ayağa ve “Bunun ona söylenmesi gerekmez,” dedi.
“Nasıl?” dedi Gürkan, “Cezamı da mı bilmeyeceğim?”
“Evet,” dedi yine savcı.
Hâkim ise, “Bilmese mi acaba?” diye düşünüyordu.
Savcı tekrar, “Bir suçlunun cezasının bilmesi cezanın kapsamı dışındadır,” dedi. “Onu asıl ilgilendiren cezanın yaşanması sürecidir. Uzun deneyimler göstermiştir ki bazı şizofrenik tipler dışında, ceza bilinci etkili bir ceza olmuyor. Hatta bazıları ceza bilinciyle kendini aklanmış sayıyor. Adamlara sorsan dünyanın en temiz kişisi oluvermişler. Şimdi bu şey’e, yani bu yaratığa cezasını söylemek, emin olun, hiçbir işe yaramaz. Belki bize daha fazla kızmaya bile başlar. Elinden gelse bir kaşık suda boğar bizi. Ulan sen nesin ki? Hı? Adalet nedir bilir misin sen? Adalet… Adalet… Iııı!.. Adalet çok yüce bir şeydir. Iııı!... Göklerdedir o. Evet evet! Şey… Göklerdedir o. Neyse sana anlatsam bile anlamazsın sen. Evet, baylar bayanlar! Bu adamın cezayı hissetmesi, onun için yeterli.”
Herkes alkışlıyordu bu sözü. Doğrusu Gürkan bile ondan böyle sözlerin çıkmasına şaşmıştı.
Hâkim, “Bitti,” dedi ve ipliği koparttı. “Sanığa cezayı hızlıca vermek gerek.”
Bu sözle birlikte iki kişi gelip yine Gürkan’ı aldı ve bir köşeye götürdü. Merak ediyordu Gürkan, artık başına ne gelecek diye. Böyle olağan dışı bir durumun rüyalara özgü bir şey olduğunu düşünüyor ve bu kötü rüyadan hemen uyanmayı istiyordu.
Tozlu bir yerde Gürkan’ı yine yüzüstü yere yatırdılar. Az önceki hâkim yine üzerine oturdu. Gürkan sürekli etrafındaki tozları uzaklaştırmak için üflüyordu.
Yanına çok sevmiş olduğu bir arkadaşı geldi. Gürkan’a üzgün olduğunu gösteren bir suratla bakıyordu.
Gürkan ona “Ne oluyor?” dedi.
“Olması gereken şeyler,” dedi arkadaşı.
Gürkan “Niye böyle olması gereksin ki?” dedi.
Arkadaşı, “Bilmem! Sana sormak gerek.” dedi. Gözlerini sürekli yukarılara kaçırıyordu o.
Gürkan “Ben bilmiyorum,” dedi. “Yaptığım sadece bir şeyin bedelini almaktı. Ama şimdi daha kötü bir durumdayım. Aldığımdan daha fazla bir bedel ödüyorum. Sanırım yaptığım hataların bir sonucu bu. Ama… Ama bunun bir yararı olup olmadığını bilemiyorum. Sadece acı veriyor bana bunlar.”
Arkadaşı, “Başında bunları düşünmemiş miydin?” dedi.
Gürkan, “Böyle değil. Mahkeme olur, polis olur, adalet olur… Ama böyle değil. Şu çırak yargıç olacak ha?” diye cevap verdi.
Arkadaşı, “Evet, çok kişiyi yargıladı o. Yargıladıklarının hepsinin cezası kötü oldu.” dedi.
Gürkan, “Ne cezası? Benim cezam nedir? Niye benim bunlardan haberim yok?” dedi. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
Arkadaşı, “Vardın canım! Hepsinde sende vardın… Hem senin cezanı, sana söyleme hakkım yok benim. Senin onu yaşaman lazım.” diye cevap verdi.
Gürkan, “Niye, niye benden yana çıkmadınız? O adam size de bir sürü eziyet etmedi mi? Sizin de canınızı burnunuzdan getirmedi mi?” dedi.
Arkadaşı, “Her şey yerinde önemlidir. Bizim yapabileceğimiz tek şey buydu. Seninle beraber niye kendimizi tehlikeye atalım ki? Neden senin yanında olayım ha? İşte senin durumuna bak…” dedi.
Gürkan sesini yükselterek, “Bir gün sıra size de gelecek,” dedi.
“N’apalım!.. Bir cevap ver. Bize haksızlık ediyorsun. Bizim durumuzda sen de aynısını yapıyordun.”
Gürkan, “Ben hiç öyle yapmadım,” dedi.
Arkadaşı, “Hayır, yaptın. Şimdi de biz kararımızı verdik. Hem niye senden yana çıkalım ki? Sonuçta senin gibiler bize bir siperdir. Siz olduğunuz sürece ortalıkta bizim yaptıklarımız görünmüyor.” dedi.
Gürkan, “Ya artık bizim gibilerden kalmazsa?” dedi. Gözlerini arkadaşının gözlerine kenetlemişti.
Arkadaşı, “Kalır kalır!” dedi. “Sizler hep oluyorsunuz.”
Sustu Gürkan. Bir cevap veremedi. Arkadaşının bu söylediklerine bir anlam veremiyordu. Ne zaman yargılamıştı ki o birisini? Nasıl olmuştu bu?
Sonra arkadaşı yanından uzaklaştı. Onun gidişine ağlayarak baktı. “Demek,” diye düşünüyordu, “işler böyle yürüyormuş.”
İki kişi gelip onu yerden kaldırdılar. Yine tanıdık, yine pek de iyi geçinilmeyen insanlar. Sanki geçmişin hesabını sorar gibi bir davranışları vardı. Geçmiş! Silinip giden ama unutulmayan bir geçmiş…
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Kayıp Zamanda Işıltılar - 04
  • Parts
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 01
    Total number of words is 4024
    Total number of unique words is 2107
    31.4 of words are in the 2000 most common words
    47.0 of words are in the 5000 most common words
    54.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 02
    Total number of words is 4092
    Total number of unique words is 1956
    35.4 of words are in the 2000 most common words
    51.1 of words are in the 5000 most common words
    59.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 03
    Total number of words is 4079
    Total number of unique words is 2056
    34.1 of words are in the 2000 most common words
    49.0 of words are in the 5000 most common words
    55.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 04
    Total number of words is 4056
    Total number of unique words is 1980
    34.8 of words are in the 2000 most common words
    49.0 of words are in the 5000 most common words
    57.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 05
    Total number of words is 4090
    Total number of unique words is 1991
    33.0 of words are in the 2000 most common words
    46.0 of words are in the 5000 most common words
    53.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 06
    Total number of words is 4007
    Total number of unique words is 1930
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    50.7 of words are in the 5000 most common words
    57.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 07
    Total number of words is 4108
    Total number of unique words is 2005
    33.6 of words are in the 2000 most common words
    48.4 of words are in the 5000 most common words
    55.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 08
    Total number of words is 4035
    Total number of unique words is 2165
    32.7 of words are in the 2000 most common words
    46.9 of words are in the 5000 most common words
    55.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 09
    Total number of words is 4021
    Total number of unique words is 1910
    35.4 of words are in the 2000 most common words
    51.5 of words are in the 5000 most common words
    59.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 10
    Total number of words is 4125
    Total number of unique words is 2061
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    58.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 11
    Total number of words is 4067
    Total number of unique words is 1966
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    51.7 of words are in the 5000 most common words
    59.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 12
    Total number of words is 4113
    Total number of unique words is 2033
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    50.6 of words are in the 5000 most common words
    59.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 13
    Total number of words is 831
    Total number of unique words is 582
    39.7 of words are in the 2000 most common words
    52.5 of words are in the 5000 most common words
    61.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.