Kayıp Zamanda Işıltılar - 02

Total number of words is 4092
Total number of unique words is 1956
35.4 of words are in the 2000 most common words
51.1 of words are in the 5000 most common words
59.1 of words are in the 8000 most common words
Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
Elli metre kadar daha yürüyünce yine durdu. Önce, dik bir yokuşun üzerine kurulu sokağına, sonra da yine etrafına bakındı. Sokağı sessiz ve sakindi. Aralarından geçtiği diğer sokaklar gibi birkaç tane ev dışında bütün evlerin ışıkları sönüktü. Sokak lambaları yanmıyordu. Yıllardan beri yeni bir asfalt dökülmeyen yol çamur olmuştu. Şaşırmadı buna Gürkan. Sadece daha dikkatli olmayı kendi kendine söylenip durdu. Belki ayağı bir an çamura saplanıp kalır ve yüzüstü düşerdi. Düşüp bir yerini kırdığına yanmazdı, olsa olsa ses yapıp ilgi çektiğine yanardı.
Gökyüzüne baktı. Bulutlar dağılmaya başlıyor ve ay daha fazla görünür oluyordu. Lambasız olan bu sokağa Ay’ı ışık yapmak istedi. Ama beklemeliydi. Eğer az da olsa bu sokaktan kalkacaksa örtü, Ay da şu minik, gri bulutu üstünden atmalıydı. Belki birkaç saniye gerekliydi buna. Beklemeli ve ışık altında yürümeliydi. Fakat boğuk ve hırıltılı bir köpek sesi duydu. Gözleri hemen onu aradı. Yaklaşık beş metre ötesinde, boncuk gözleriyle sokağın uğurluğu olan köpek, yani Çavuş izliyordu Gürkan’ı. Ne köpek Gürkan’ı, ne de Gürkan köpeği severdi. Ne zaman karşılaşsalar tabanları yağlayarak kaçardı Gürkan. Bugün de farklısını yapmadı. Devinimsiz duran köpeği gördüğü an koşmaya başladı. Köpek de Gürkan’ın ardı sıra koşuyor ve her günküden daha yakın duruyordu ısırmaya. Kovalamaca bir süre daha devam ettiyse de, bu sefer erken pes etti Çavuş ve hızlıca geri yerine döndü.
Bu tedirginlik içinde bir de Çavuş tarafından kovalanmak hiç iyi gelmemişti Gürkan’a. Soluk soluğa kalmıştı ve üstüne üstlük hala ses yapmama uğraşı veriyordu. Doyasıya küfür etmek istiyor, ama sadece içinden sofranmakla yetiniyordu. Öyleyken biraz da şanslıydı aslında. Koşarken ayağı defalarca çukurlara girip çıkmıştı ve düşmemişti. Başka bir gün olsa, belki sırf gıcıklığına bir arabanın üzerine çıkar ve alarmı cıyak cıyak bağırttırırdı. Ama yapamazdı bugün bunu. Çalan bir alarm her şeyin bitimi olurdu çünkü.
Oturduğu binanın önüne gelince yine etrafına bakındı. Bu artık onda bir refleks halini almıştı. Uzun bir süre pencereleri, kapıları ve duvarları izledi. Her şeyden emin olunca dış kapıyı sessizce açıp içeri girdi. Koridorda da aynı şekilde davranıyor ve sessizliğin içine gömülmek istiyordu. Bir ara dizlerinin üstünde yürümeyi bile düşündü. Ancak bunu saçma buldu ve parmak uçları üzerinde yürüdü. Her ne yapsa, yine de kendine fazla gelen bir ses sarıyordu etrafı. Buna sinir oluyor ve evinin kapısına ilgi çekmeden ulaşmak için aklına gelen bütün duaları okuyordu.
Evinin kapısının önüne varınca istemsizce gülümsedi ve derin bir soluk aldı. Özel bir yerden kilidi çıkarttı ve zorlanarak açtı kapıyı. En sonunda evine girmek onu mutlu etmişti. Daha bir saat öncesine kadar buraya asla ulaşamayacağını sanıyordu. Şimdi ise sırtını duvara yaslayıp rahatça gözlerini kapayabilirdi. Gözlerini kapatır ve herkes gibi hayallere dalabilirdi. Kapattı onları. Yeşil bir ağaç düşledi. Ağaca gidip bir meyve koparmak istedi. Uzandı ona, ama birden gözlerini açtı. Yapacak işleri vardı. Önce karanlık odayı ışıkla buluşturdu.

* * *

Evini biraz dağınık bırakmıştı. Kendini sahil kenarında yürüyor gibi zannediyor ve deniz suyunu kenara iter gibi eline ne geçerse bir kenara atıyordu. Tuvalete gitti. Tuvalette fareler cirit atıyordu ama o bunlara aldırmıyordu. Belki titremesini götürür umuduyla yüzünü yıkamaya başladı. Kendine tokat vurur gibi yüzüne çarpıyordu avuçladığı suları ve iyi geliyordu bu ona. Soğuk suyu hissettikçe yaşadığını anlıyordu. Gözünün önüne gelen hayallerden kurtulması daha kolay oluyordu…
Tuvaletten çıkınca etrafa bakınıp eskimiş koltuğun üzerindeki hedef seçtiği yere uzandı. Gözlerini kapadı ve dikkatini önünde oluşan kızıllığa verdi. "İşi bitti!" diyordu. "Üstüme çok geldi. Artık dayanmama mümkünat yoktu. Bana hiçbir çıkar yol bırakmadı. Hak ettiğini buldu.” Bir süre sustu ve hızlı hızlı soluk aldı. “Evet! Hak ettiğini buldu. Ben de...” dedi, yutkundu ve “Ben de hakkını verdim. Hiç kimse görmedi beni... Göremezlerdi de zaten… Bundan eminim… Neyse ki işimi hızlıca bitirdim. Üstüme hiç pisliği bulaşmadı. Bu çok iyi. Yoksa...” Gözünü açtı ve şaşkınca duvara baktı, “Yoksa kötü olurdu. Yarın sopayı da ortadan kaldırmam gerek. O zaman artık korkacak bir şey kalmaz. Ben de hiçbir şey olmamış gibi yaşar giderim.”
Söylediği sözler onu bir yandan rahatlatıyor, bir yandan da telaşlı bir duruma sokuyordu. Kendisine, "Rahatla," sözcüğünü fısıldıyordu, "gözünü açtığında her şey bitmiş olacak.”
Biraz bekleyip gözünü açtı. Sanıyordu ki birkaç saat geçti. Ama saatine baktığında sadece dokuz dakikanın geçtiğini anladı. Midesi bulanıyor ve içindeki her şeyi ortaya dökmek istiyordu. Elini yüzüne örttü. Çimdikler atıyor, yüzünü ovalıyordu. "Lanet olsun!” dedi, “Her şey benim aleyhime işliyor. İstemediğim zamanlar su gibi akıp geçen zaman şimdi geçmiyor. Hâlbuki onun geçip gitmesi, o olayın unutulması, benim ise arınmam gerekli. Tertemiz olmalıyım. Ama olamıyorum. İzin vermiyorlar buna... Haklı değiller mi? Tabii ki haklılar. Benim gibi bir pisliğe bu yaraşır ancak...” Ağlıyordu artık. Gözyaşları yüzünü okşayarak koltuğa düşüyordu. “Tükürecekler bana,” dedi. “Herkes bana bakıp acımasızca tükürecek. Ama gelmeyecek kimsenin aklına bana da kulak vermek. Açık kulaklar tıkanacak ve sesim duyulmaz olacak. Haksızlık bu! Hep bana haksızlık yapıyorlar. Suçlu olan oydu. Evet, bunu haykırıyorum, herkes duysun. Suçlu olan oydu... Cezası buydu. Başka türlüsü olamazdı."
Bedenindeki titremeler daha bir artmaya başlamıştı. Dayanamayıp ayağa kalktı. Saçlarını çekiştiriyor ve kendisinin asılmış halini gözünün önüne getiriyordu. Bir ara durup tekrar saatine baktı. Beş dakika daha geçmişti. Bir şey ifade etmiyordu bu ona. Uyumak lazımdı. Uyuyup uzun saatleri bir göz açıp kapatmaya sığdırmak gerekirdi. Yatak odasına yöneldi, buz gibi yatak odasına…

* * *

Yatağı iki gündür hiç bozulmamıştı. Yatağın yanında bir masa, karşısında da eski bir gardırop vardı. Gardırobun yanında da üst üste yığılı yatak ve yorganlar vardı. Yerde de buzul çağının üstüne serimlendiği muşamba vardı. Kapıdan yatağa kadar olan bölüme ise minik bir çul örtülmüştü. Odanın içerisi nem kokuyordu. Bu kokuyla birlikte oda adeta bir cezaevine benzemişti. Aynı hücrelerdeki gibi sağ üst köşesinde minik bir pencere vardı. Sokakta yürüyen insanların ayakları bu pencereden gardırobun aynasına yansırdı.
Yatağa girince buz gibi soğukluğu daha fazla hissetti. Dizlerini bedenine, yorganı da kafasına çekti. Beynini hala düşüncelerden arındıramıyordu. Gözünü her kapattığında O'nun yüzü geliyordu önüne. O an istiyordu ki uzunca bir süre ortalıktan kaybolsun ve kimsenin bilmediği bir yerde kendisi de buradaki olaylarla ilgilenmesin. "Artık her şey bitti!" dedi. Bunu kesik kesik ve boğuk bir sesle söylemişti. Her an bir elin boğazını öldüresiye sıktığını zannediyordu. O an yorganı başından kaldırmak istiyor, fakat buna cesaret edemiyordu. Yorganı onun için bir zırh, bir korunma aracı olarak gözüküyordu. Biliyordu ki yorganı üstünden çekilince savunmasız bir çocuk gibi ortada kalacaktı. O zaman onu kim koruyabilirdi ki?
Uzunca bir süre yatakta hareketsiz durdu. İlk hareketiyse dizlerinin arasında olan ellerini göğsünde birleştirmek oldu. Titremelerden yavaş da olsa kurtulmaya başlamıştı. Gideceği kimsenin bilmediği yerin, yani kurtuluşun uykuda olduğuna daha fazla inanıyordu artık. Her ne kadar zor olsa da gözünü kapatması gerektiğini biliyordu. Gözünü kapatacak ve rüyalar âlemine yol alacaktı. İstediği yerleri gezecekti orda. Ve sonra gözünü açtığında sağındaki minik pencereden bir ışık huzmesi girecekti içeriye. Ondan sonra yaşamın ve insanların içine tekrar dalacaktı. Çok dikkatli biçimde kendinde hiç kuşku uyandırmamak için uğraş verecekti. Açıktı ki, şimdi önemli olan sadece intikamı almak değil, kendisinden bu intikamın karşılığının alınmasını önlemekti. Yoksa kaybeden yine kendisi olacaktı. Attığı her adımı, söylediği her sözü, bin kere, on bin kere düşünerek söylemeliydi. "Bu olaydan hiç haberim yok gibi davranmalıyım. Onunla hiçbir sorunum yok demeliyim. 'Çok iyi adamdı. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun!' demeliyim," diye düşünüyordu. Bir süre kalbinin sesini dinleyince telaşlandı. Bir yalan makinesine bağlasınlardı işi oracıkta bitmiş olurdu. O zaman yüreğinin başka, ağzının başka şey söylediğini anlarlardı. Kanıtları hazırdı… Aslında yüreğinin yalan söylemesine gerek yoktu. Zaten Gürkan’ın da böyle bir talebi yoktu. Sadece tarafsız kalsın yeterdi bu heyecanlı yürek. Yani ses çıkartmasındı. Şayet ses çıkarırsa açıktı ki bundan o da zararlı çıkardı. Yoksa, 'Aa, bunun yüreği doğru söyledi. Hadi yüreğini hapse atmayalım!' demezlerdi herhalde. Ya hep, ya hiçti. "Heyecanlı olmamalıyım, yoksa... Yoksa mahvolurum... Hem de... Çok kötü biçimde... Çok kötü...” Hırslıca burnundan soluk aldı. “Bana hapishanelerde yerleri yalatırlar. Tuvaleti temizletirler. Sinek gibi ezerler beni... Sinek gibi... Bir çırpıda... En iğrenç biçimde!" dedi. Önünde seçim yapmak gibi bir hakkının olmadığı yollar vardı. Beyni her ne kadar seçim yapmaya çalışsa da, yol seçilmişti aslında.
Normalde çok çabuk uyuyamazdı. Uyuması için en az yarım saat geçmesi gerekirdi. O zaman sabahtan akşama kadar yaptıklarını bir bir hatırlamaya çalışır, kendini eleştirir dururdu. Her zaman, "Şunu şöyle yapsaydım, bunu söylemeseydim," cümle başlarıyla gününü değerlendirirdi.
Sonra hayaller kurmaya gelirdi sıra. Aslında hayalleri de 'yapamadıkları ve edemedikleri ' üzerine kuruluydu. Önce günün başına döner ve yapamadıklarının hepsini bir çırpıda yapardı. Ama giderek bu yapılamayanların yapılması ona zevk değil de acı vermeye başlayınca bu sefer isteklerle gerçek arasında bir boğuşma başlardı. O düşünceler gitmeden uyku da hayal olurdu. Ama artık kesinkes kendinin uyumak zorunda olduğunu hissettiği an tek çıkış yolu olarak dikkatini önünde serimlenen karanlığa verirdi. Bulut huzmeleri önünden bir sağa bir sola geçip giderdi. Minicik ışıklar yanıp söner ve onun dikkatini dağıtırdı. Uzun girdaplar açılırdı önünde. Sonu olmayan girdaplardı bunlar. Girdaplar ikiye, üçe çıkınca artık bir seçim yapıp birine girmesi gerektiğini düşünürdü. Genellikle en parlak ve en geniş olanını seçerdi. İlk aşamada kendisi girdabın sonunda olduğu zannedilen ışığa varmak için bir çaba harcardı. Dik kayalıkları bulunan bir dağa çıkmak gibi bir şeydi bu onun için. Bu eziyeti çektikten sonra yükü hafiflemeye başlar, özel bir güç harcamasına gerek kalmaz ve hareketlerini kontrol edemezdi. Ama halinden memnun olurdu o zaman. Böylece dikkatini yanından geçip giden şeylere yönlendirebilirdi. Kıvrımlaşan bir sarmal borunun içinde olduğunu daha iyi anlardı o zaman. Daha sonra girdaplar bölünürdü. Yepyeni yollar oluşurdu.
Bazen kendisi de bunlardan bir tane oluştururdu, ama nereye gideceğine karar veremezdi. Hatta gitmek istediği yolun tam tersine gitmek zorunda kaldığı olurdu. Çoğu zaman hedefi olan ışığı çok yakınında görür ve tam ona elini uzatmışken hiç hesapta olmayan bir şeyin onu farklı yollara sürüklediğini hissederdi. Böyle zamanlarda üzüntüsünden kahrolur ve ışığa yeniden yaklaşacağı bir anı beklerdi. Işığa, uzunca bir deneme, çabalama ve sabırdan sonra ulaşırdı. O anda ışık göz alıcı biçimde parlar ve onu içine alırdı. Gürkan, önce gücünün bu tanrısal ışığa dayanamayacağını düşünüp gözlerini açmazdı. Sonra artık dayanamaz ve açardı gözlerini. Ama bu sefer de hiç bir ışığın olmamasına şaşıp kalırdı. Karanlığı dikkatlice incelerdi. Orda sadece kendiliğinden hareket mevcuttu; ayakların hareket ettiği hissedilir ama nerede hareket ettiği anlaşılamazdı bile. Uzunca bir süre karanlıkta dolaştığını zanneder ve artık bundan ötesinin olmadığına kanaat getirirdi. Bundan da bir hoşnutluk duyardı. Her şeyin sonuna gelmeyi başarmıştı; yani hiçliğe ulaşmıştı. Sonra artık her şeye alışmışken birden belirginleşiverirdi her yer ve son'a gelmediğini anlar, üzüntü duyardı. Fakat içini hemen bir merak kaplardı. Etrafına bakmak için tur atardı. Ardından istem dışı olarak gözü kapanırdı ve uzunca bir süre açamazdı onu. Sonra yorgun düşen bedeni pes etmişken gözü açılıverirdi. O an inanılmaz bir yere geldiğini anlardı.

* * *

Etrafına bakındığında bu belirginleşmenin sadece ışık olduğunu anladı. Soyut, bembeyaz bir ışık ve düz bir alan. Sanki buranın tasarımı ona bırakılmıştı. Belki de gerçekten böyleydi. Yani gerçektende burası onundu. Bunu denemek için ileri bakıp bir masa olmasını istedi. İstediği an hemen oracıkta kahverengi bir masa oluşuverdi. Sonra masanın iki karşıt ucunda birer tane adam, masanın altında da beyaz benekli bir keçi olmasını istedi. Bunlarda hemen oluverdi. Ardından, "Keçi masayı devirip adamları kovalasa ne iyi olur," diye düşündü. Bunu düşünmesiyle keçinin Gürkan'a bakması bir oldu. Keçi giderek uzayan boynuzlarıyla masanın altına hızlıca vurdu. Masa, onlarca metre yüksekliğe fırlayıp yere düştü. Keçi iki adamı önüne katmış kovalıyordu. Adamlar ise birbirinin elini tutup koşuyordu. Birisinin ayağına taş çarptırdı Gürkan. Ve o zaman keçi adamları yakaladı. İki adamı da ayaklarının altına almış kafalarına tüm gücüyle vuruyordu. Ta ki başlarından kan gelene değin.
Ardından bakışlarını yavaş yavaş keçiden uzaklaştırdı. Yorgun olduğunu hissediyordu. ‘Güzel, beyaz-mavi karışımlı bir koltuk olsa ne iyi olurdu,’ diye düşünüyordu. Ama biliyordu ki isteği yerine gelecek. Koltuğun üstüne oturup gülümseyerek bir "oh" çekti. Bir süre bekleyip, "İşin bitmedi!" deyip ayağa kalktı. Ayağa kalkar kalkmaz biraz önceki yerin gittiğini, yerine çeşit çeşit ağacın olduğu bir ormanın geldiğini anladı. Burası bir orman olmasına rağmen hiç hayvan sesi gelmiyordu. Sadece ağaçlar ve yerdeki otlar gözüküyordu. Otlar, yağmur yağmış olsa gerek daha ıslaktı. Ama gökte tek bir bulut bile yoktu. Derin bir mavilikti yukarısı. Gözünü gökyüzünden yere kaydırıp yürümeye başladı. Nereye gittiğine dair bir fikri yoktu. Sadece yürüyordu ve yürüdükçe ağaçlar kısalıyor, etraf daha görünür oluyordu. Buranın dağlar ve tepelerle kaplı bir yer olduğu belliydi.
Biraz daha yürüyünce boş ve minik bir tepeciğe geldi. Tepeden her yer daha net gözüküyordu. Tahmin ettiği gibi burası dağ ve tepelerle kaplıydı. Aralarında hiçbir geçit yoktu. Ormanı esir almışlardı. Belki de bu yüzden hiç hayvan yoktu. Bir hükümranlık alanı gibi yasaklıydı anlaşılan. Buranın ana hükümdarı ise Gürkan'ın hayatında hiç görmediği kadar büyük olan dağdı. Dağın eteklerinde yer yer ağaçlar gözüküyordu ve minik bir göl vardı. Tepesi bir ok gibi sivriydi. Ona ulaşmak için dayanılmaz bir istek duydu. Yürüyerek gitmeye kalksa aylar sürerdi oraya ulaşması. Hâlbuki bir uçsa hemen oracıkta oluverirdi. "Uçayım!" dedi ve bir kez zıpladı. Nedense bu isteği hemen yerine gelmemişti. Sorun neydi ki acaba? Burası onun isteklerinin yerine gelmesi için vardı. Yeterince içten istemediğine yorup bir daha zıpladı. Bu sefer ayakları yerden kesiliverdi. Yavaş yavaş yükseğe çıkıyor, ağaçlar ondan uzaklaşıyordu. Epeyce bir yükselince hedefine tekrar baktı. Ellerini uzatıp hızlıca ona gitmeye başladı. Hele o zirveye bir ulaşsın kendisini dağın ardındaki boşluğa bırakıp mışıl mışıl uyuyacaktı.
Her şey yanından bir çizgi olarak geçip gidiyor, o ise hedefine daha da yaklaşıyordu. Sonunda elini uzattığında tepesine değecek bir yakınlığına erişti. Hiç beklemeden elini uzattı ve avuç dolusu kar aldı. Karın soğukluğunu hissediyor ve karı elinde eritiyordu. Elinden düşen su damlalarına bakıp kendini onlar gibi boşluğu bıraktı. Önce dik biçimde aşağıya düşerken, sonra yatar vaziyet aldı. Kollarını serbestçe kenarlara açıp kendi kendine, "Uyumalıyım," dedi. Ardından rahatlamış olmanın etkisiyle derin bir nefes alıp ekledi, "çünkü hedefime ulaştım.”
Sonra kendisinin artık düşmediğini hissetmeye başladı. Gözünü açsa mıydı acaba? Uzunca bir süre gözünü açmak konusunda direndi. Ama sonra yine merakı galip geldi. Gözünü açtı ve kendisini zifiri karanlık içinde bir merdivenin altında buldu. Merdiven bir evi sokağa bağlıyordu. Sokağın yolundan yedi inişlik bir merdivendi burası. Sağ tarafında büyükçe bir boşluğu vardı. Burası işyerindeki ustabaşının her gün inmek zorunda olduğu merdivendi. Buradan iri bedeniyle ağır ağır iner ve evine giderdi. Gürkan'ın elinde kocaman bir demir sopası vardı. Onu sımsıkı kavrayarak kendi omzuna dayadı. Kendi kendine, "İşini hemen bitireceğim... Çünkü hak etti!" dedi ve "Tam kafasına... Ensesine... Gözüne... Çenesine... En güçlüsünden!" diyerek ekledi. Sonra sustu ve etrafına bakındı. Ayaklarını iki üç kere yere vurdu ve "Şimdi gelecek... Sessiz olmalıyım." diye söylendi.
Tahmini doğru çıkmıştı. Çünkü bir ayak sesi duyulmaya başladı. Önce sokaktan geliyordu ses, sonra ise merdivenden gelmeye başladı. Gelen kişi tıslayarak inen ustabaşıydı. Görünüşüne göre gündüz ki işkenceciliği ve saldırganlığından bir şey kalmamıştı. Hiçbir şey olmamış gibi yaşayıp gidiyordu. Belki ona göre her şey normal olarak işliyordu. Ama Gürkan'a göre öyle değildi. Onun için her şey ters gidiyordu. Ve bunun sorumlusu yalnızca ustabaşıydı. Hele bir o yok olsundu, o zaman rahat ve mutlu olacaktı. Yüzü gülümser bir hal alacaktı. Kalbi korkudan değil mutluluktan hızlıca çarpacaktı. Geçen her dakika sonsuz bir umutla dolu olacaktı. Gürkan ise bu boğulacak kadar çok olan umudun fazla olanıyla geleceğini inşa edecekti. Yani, artık kimse ona baskı yapmaya cesaret bile edemeyecekti. Çünkü gücün timsali olarak var olacaktı o.
Ustabaşının merdivendeki her adımıyla soluğunu içine hapsetmekte biraz daha zorlanıyordu. Hükmedilemeyecek kadar dışarı çıkmak istiyordu nefesi. Ustabaşı son merdiveni de indi. Gürkan ayağa kalkıp demir sopayı havaya kaldırdı ve nefesini sesli bir hırlamayla dışarı bıraktı. Ustabaşı duyduğu sesle birlikte arkasına döndü. Daha "Ne!" demeye kalmadan, Gürkan demir sopayı onun başına indiriverdi. Ustabaşı birinci darbede yere serilmişti bile. Ama Gürkan hırsını alamadığı için onun kafasına ve göğsüne demir sopayı vurmaya devam ediyordu. Her vuruşunda kırılma sesleri geliyordu. Bir tenekeyi ezmeye çalışır gibi ezmeye çalışıyordu onu. Sonra artık yorulmuştu ki durdu ve etrafına bakındı. Ne bu küçük aracıkta, ne de sokağın görünen yerinde kimsecikler yoktu. "En iyisi kaçmalı," diye düşündü ve konuşarak ekledi, "İşi bitti bunun.”
Merdivenleri hızlıca çıkıp koşmaya başladı. Habire bir sokaktan çıkıyor ve bir yenisine dalıyordu. Koştuğu yerlerde de kimseciklere rastlamıyordu. Uzunca bir süre koşmuştu ki, ışığın yoğun olduğu bir yere gelince durdu ve üstünün başını hep kan olduğunu gördü. Sanki onu bir kan gölüne batırmışlardı. "Temizlenmeliyim!" dedi ve soyunmaya başladı. Üstündeki her şeyi çıkarıp bir kenara atıyordu. Son olarak atletini de çıkarttı, ona da biraz kan bulaşmıştı. Atletin temiz kalmış olan bölümleriyle elini ve yüzünü sildi. Artık, hissettiği ve tatmin olduğu kadar temiz olunca, "Artık temizim... Şimdi eve gidebilirim," dedi.
Evi çok yakında olsa gerekti. Eve tam gidiyordu ki kısa boylu, bastonlu, yaşlı bir kadını önünde gördü. Gürkan tedirgin biçimde cinsel organını örtmeye çalışırken kadın onu dikkatlice süzüyordu. Hiçbir zorunluluğu olmamasına rağmen yaşlı kadına:
"Temizim," dedi. "Her şeyden arındım artık. Bak, üzerimde hiçbir şey kalmadı.”
Bu "bak" sözcüğünü söylerken cinsel organını daha da örtmeye çalışıyordu. Sırf yaşlı kadının yanlış anlayıp bağırmaması içindi bu. Yaşlı kadın:
"Her şeyi gördüm, ama sen beni hiç fark etmedin. O’nu da gördüm,” dedi ve, "Senin sadece bedenin değil, her yerin kirli. Ne kadar uğraşsan ruhunu temizleyemezsin. Çünkü seni lanetliyorum!" diye de ekledi.
Gürkan'ın "lanet" sözcüğüyle yüreği ağzına gelmişti. Çok korkuyordu artık. Ne yapsa kurtulamayabilirdi bu lanetten. Ömrü boyunca alnında taşıyacaktı bunu.
"Ne yapayım?" diye sordu yaşlı kadına.
Kadın bedenini dikleştirerek bastonuyla yandaki binanın yukarısını işaret etti. "Git ve kendini at." dedi.
"Evet," dedi Gürkan, "ancak böyle olabilir.”

* * *

Hemen binanın içine girip sarmal merdivenleri ikişer üçer çıkmaya başladı. Çatı katına çıkıncaya değin başı dönmeye başlamıştı. Sendeleyerek ve çekinerekten de olsa çatının ucuna geldi. Etrafında minicik bir alan gözüküyordu. Hatta aşağıdaki yaşlı kadın bile zar zor seçiliyordu. Bundan ötesi karanlıktı. Sonra, "Bitti!" dedi ve kendini aşağıya attı. Yüzüstü düşüyor ve gördüğü alan birbirinin içine geçmiş vaziyette yanından kayıp gidiyordu. Yere düştüğü an yüksek bir ses geldi. Acı hissetmiyordu ama "öldüm" diye düşünüyordu. Bu kadar kolay olmasına o da şaşıp kalmıştı. Bir süre gözlerini kapalı tuttu. Sanıyordu ki biraz sonra göğe doğru uçmaya başlayacak. Ancak beklemesine karşın hala bir şey olmuyordu; hala bedeninin ağırlığını hissediyordu. Gözünü az bir şey açıp bakındı. Yaşlı kadının dizlerine kadar olan bölümünü görebiliyordu. Kadın buradayken asla kalkmaması gerektiğini biliyordu. Kadın öldüğüne inanmalıydı ki ayağa kalkabilsin. Böylece onu kimse suçlayamazdı. Kadın ise Gürkan'ı bir süre izledi ve gülerek yavaş adımlarla gitti.
Gürkan yaşlı kadının iyice gözden uzaklaşmasını bekleyip ayağa kalktı. "Geri dönmeliyim," dedi ve hızlıca koşmaya başladı. Sokağın bitiminden sağa dönünce daha önce boşluk olduğunu bildiği yerde bir sokak girişi olduğunu fark etti. Direkt oraya yöneldi ama sokaktan girince kendini bir ormanda buldu. Ormanda da durmaksızın koşmaya devam ediyordu. Düz bir hat da koşuyor ve gariptir ki önüne hiçbir ağaç çıkmıyordu. O ise bundan daha bir güç alıp uçarcasına koşuyordu. Birden önüne büyük bir şelale çıktı. Tertemiz, saf bir suyu vardı şelalenin. Doğa bu suyu kendi içinde uzun yıllar süresince arıtmıştı. Doğa madem suyu arıtmıştı, neden Gürkan'ı da arıtmasındı ki? Vücuduna bakınca hala bazı yerlerde kan izleri olduğunu gördü. Kurumuştu bunlar ve temizlemek için iyice ovalamak gerekliydi. Bununda çözüm yeri şelalenin aşağılarda oluşturduğu göldü. Kendini süzülerek aşağıya attı. Martı gibi süzülüp gölün suyuna daldı. Göle girince ilk öncesinde rahatça yüzüyor ve bedenini ovalıyordu. Fakat sonra suyun içine batmaya başladı. Çırpınıp yukarı çıkmaya çalışıyordu ama bu her defasında başarısızlığa uğruyordu. Artık boğulacağına kanaat getirince kendini derinliklerin dinginliğine bıraktı. Gözlerini kapamıştı ve böylece bulanıklıkta yok olmuştu. Vücudu giderek hafifliyor ve rahatlıyordu. Öyle ki dış dünyasıyla hiçbir duyusal bağlantısı kalmamıştı. Bundan dolayı suyun onu yukarı kaldırdığını da anlamadı. Bunu vücudunda elektriklenme olduğunda anladı. Suyun havayla kesişme noktası kulaklarını okşuyordu o an. Artık başarılı olduğuna inanıyordu. Doğa onu da arındırmıştı. Hemen gözünü açtı. Ama ışıl ışıl bir aydınlık beklerken kendini karanlık odasında buluverdi. Daha güneş doğmamıştı ve odası da soğumuştu. Gözlerini açtıktan birkaç saniye sonra tekrar titremeye başladı. Uyurken üstünün bir kısmı açılmıştı. Açık olan yerleri hemen yorganla örttü. Zannediyordu ki acele etmezse her an birisi içeri girecek, açıkta olan organlarına darbeler indirecekti. Kafasını da yorganın içine alınca artık kendine, "Uyu... Uyu... Uyu…" demeye başladı, "Uyu çünkü... Sabah olmalı ve... Ve her şey bitmeli.”
Bir süre yatakta öylece bekledi. Hareket etmek bile ona imkânsız bir şey olarak gözüküyordu. Tek güveni kendine kalmış bir insan olarak bedenini tek bir merkezde sıkıştırmak uğraşı veriyordu. Hem bu uğraşın bazı yararları da vardı. Ona belirli bir özgüven veriyor ve titremesini azaltıyordu. İşte böylece titremesi yavaş yavaş kesildi ve kapalı göz kapaklarının altındaki gözleri hızlı hareketlerine tekrar başladı.
Bu sefer kendini çalıştığı işyerinin bulunduğu binanın merdivenlerinde buldu. İkinci kattaki işyerine yavaş ve korkak adımlarla gidiyordu. Arkasında işine giden insanların sesi geliyordu, ama fısıltılı olarak. Kendi aralarında çok önemli bir olayı tartışıyor olmalılardı. Gürkan kendi yaptıklarıyla yakından ilintili şeyler olarak görüyordu bunu. Sanki onu az sonra tutuklayacaklardı. O ise kendine sürekli, “Sakin ol, heyecan yok!" diyordu.
İşyerinin kapısını önüne geldi ve açık olan kapıdan içeri girdi. İçeri girer girmez herkesin kendine bakacağını zannediyordu ama tam tersi biçimde ilgisiz, saçma şeylerle uğraşıyordu onlar. Bu, gündüzleri pek soğuk olmayan günlerde niçin giyindiğini bilmediği montunu askılığa astı ve gergin bir surat ifadesiyle işinin başına geçti. Daha makinesini başına geçer geçmez zil çalmıştı. Hemen başını arkaya çevirip zili kimin çaldığına baktı. Eğer ustabaşı yaşıyorsa, o, bu zili kendinden başka hiç kimsenin çalmasına izin vermezdi. En büyük hükümdarlık alanından birisiydi bu zil. Dikkatlice bakınca zili çalanın normalde makinede çalışan; ancak iyi bir yalaka olduğu için bazı özgürlükleri bulunan bir makineci olduğunu anladı. "Evet, yapabilmişim," dedi kendi kendine. Demek ki yeni ustabaşı buydu. Zaten bununla da iyi geçinir, şakalaşırdı. Yeni ustabaşıyla göz göze gelince gülümseyerek onun cılız bedenini baştan aşağı süzdü. Yeni ustabaşı ise gayet ciddi:
"Duymadın mı? Babası ölmüş," dedi.
Gürkan, "Kimin?" diye cevap verdi.
Adam, "Ustabaşımızın," diye cevap verdi.
Gürkan telaşlandı, "Ama bu nasıl olur?” dedi. “Nasıl ölür babası? Ben babasını öldürmedim onun. Yapmadım bunu. Ben öldürmedim... Benim ne işim olur ki onun babasıyla? Kim yapmıştır bunu? Kim yapabilir ha?” diyerek ağlamaya başladı.
Kaçmaya yeltenecekti ama sanki eli kolu bağlanmış gibi bir şey yapamıyordu. Yeni ustabaşı ise inceleyen gözlerle Gürkan'a bakıyordu. Şaşırmış gibi bir hali vardı. Gürkan'ın niye ağladığını anlamaya çalışıyordu. Gürkan'ın yanına gelip onu omuzlarından tuttu ve hızlıca sallamaya başladı. Tüm bedeni sarsılıyordu Gürkan'ın. Gözlerini kapatıp direnmek ve onu ileri itmek için sağ elini ona salladı.
Gözünü açtığında yine yatakta olduğunu anladı. Hala karanlıktı. Yani özlenen gün ışığı gözükmüyordu. Vücudu önceki uyanmasına göre daha fazla titriyordu. Ter içinde kalmıştı ve nefes almakta zorlanıyordu. Ağzı da kurumuştu. Su içmek için cesaret edip ayağa kalkamıyordu. Kim bilir kalkınca başına neler gelecekti? Uyumakta istemiyordu artık. Daha doğrusu bundan korkuyordu. Bedenini mümkün olduğunca büzüştürüp, karanlık odada kahverengiliği ile belirginleşen kapının üst köşesine sabit biçimde bakmaya başladı. Kulakları etrafta bir ses arıyordu; fakat tek bir ses bile karanlığı delip ona bir ışık olarak ulaşamıyordu. Sanıyordu ki bir an kapı sert sert çalınacak ve "Kimse yok mu içeride? Açın kapıyı! Polis!" diye bağırılacaktı. Zaten böyle bir şey olsa bu yeraltındaki mahzenlere benzeyen evden de asla kaçamazdı. Hem kapıyı da asla açmazdı. Niye açsındı ki? Ama o zamanda polisler içeri girerler ve oracıkta kendisini öldürüverirlerdi. Kimse ona yardım da edemezdi. Teslim olmak bir seçenek bile olamadığına göre belki direnir ve içeri ilk giren şanssız polisi diğeri gibi öldürürdü. Ancak sonunda o da öldürülürdü. Yani işin ucunda önlenemez bir ölüm vardı. Belki de hiç korkmaması gerekti. Korkulacak bir şey yok... Her şey bir anda olur biter ve kimse bunu anlamazdı; hatta kendisi bile.

* * *

Birden oda kapısını gıcırdamasıyla irkildi. Kapı kesinkes biraz hareket etmişti. Bekledi birisi içeri girecek diye, ama kimse girmedi. ‘Belki rüzgârdır,' diye düşündü; fakat odaya rüzgârın nereden gireceğine bir yanıt bulamadı. Rüzgâr bile girmeye tenezzül etmezdi oraya. Ardından kapı tekrar gıcırdadı. Bunu fazla önemsemeyerek ve kendine sürekli cesaretli olmayı öğütleyerek gözünü kapıdan uzaklaştırdı. Gözü karanlıkta ki belirsiz noktalarda dans ediyor, ordan oraya yolculuklara çıkıyordu. Gökteki yıldızların arasına çizgi çekmek gibi bir şeydi bu. Binlerce şekil türetilebilirdi bu hareketlerden.
Kapıdan üçüncü bir gıcırdama daha geldi ve bu sefer kapı açıldı. İlkönce kimse görülmese de, sonra birisinin ayak sesleri duyuldu. Her adımda güçlü bir sesi etrafa yayıyordu yürüyen. Dikkatli olanlar gibi parmak uçlarında değil, ayak topuklarıyla yürüyordu. Korkusuzdu anlaşılan. Gürkan kaldırıp başını ona bakmak istedi ama kafasını hareket ettiremiyordu. Sanki tutulmuştu. Göz ucundan gelenin üzerinde mavi bir elbise olduğunu anladı. Odanın içerisi bu gelenle birlikte biraz aydınlanmıştı. İçeri ay ışığı giriyor gibiydi.
Yabancı yatağın etrafını dolanıp, yatağın sağındaki masadan bir şeyler aldı ve geldiği gibi kapıdan geri çıktı. Gürkan, yabancı dışarı çıkınca kafasını yine eskisi gibi hareket ettirebildi ve yüzünü, onun neler aldığını merak edip masaya çevirdi. O anda yabancı odaya tekrar girdi. Yine masaya gidip Gürkan'ın şu ana kadar asla koymadığı; fakat nasılsa orda olan kâğıtlara bakmaya başladı. Gürkan gözünü iyice ona yönelttiğinde onun öldürmüş olduğu ustabaşı olduğunu anladı. Acaba ruhu intikam için mi gelmişti? Bir an göz göze geldiler. Ustabaşı birkaç saniye sinirli sinirli bakıp hemen kapıdan geri çıktı. Gürkan o an bağırmak istiyor ama bunu yapamıyordu. Yüzünü tekrar kapıya çevirdi. Çevirdiği an kapı tekrar açıldı ve ustabaşı içeri girdi. Elinde de Gürkan'ın ona vurmuş olduğunun aynısı bir sopayı tutuyordu. Gürkan gözlerin artık ondan hiç ayıramıyordu. O da, nefretle Gürkan'a bakıyor ve demir sopayı sıkıca kavramaya çalışıyordu. Demir sopayı havaya kaldırıp, "Bittin artık!" dedi ve ardı ardına Gürkan'ın göğsüne vurmaya başladı. Birkaç dakika böylece vurmaya devam etmişti. Gürkan ise acı hissetmiyordu artık. Yatakta uzanıp yatıyor olan kendisi işte böylece yok olup gidiyordu. Vücudunun kontrolünü giderek kaybediyordu. Kulaklarında belirsiz çığlıklar çalıyordu; gözlerinde ise her şey iç içe geçmişti.
You have read 1 text from Turkish literature.
Next - Kayıp Zamanda Işıltılar - 03
  • Parts
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 01
    Total number of words is 4024
    Total number of unique words is 2107
    31.4 of words are in the 2000 most common words
    47.0 of words are in the 5000 most common words
    54.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 02
    Total number of words is 4092
    Total number of unique words is 1956
    35.4 of words are in the 2000 most common words
    51.1 of words are in the 5000 most common words
    59.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 03
    Total number of words is 4079
    Total number of unique words is 2056
    34.1 of words are in the 2000 most common words
    49.0 of words are in the 5000 most common words
    55.9 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 04
    Total number of words is 4056
    Total number of unique words is 1980
    34.8 of words are in the 2000 most common words
    49.0 of words are in the 5000 most common words
    57.5 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 05
    Total number of words is 4090
    Total number of unique words is 1991
    33.0 of words are in the 2000 most common words
    46.0 of words are in the 5000 most common words
    53.8 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 06
    Total number of words is 4007
    Total number of unique words is 1930
    35.3 of words are in the 2000 most common words
    50.7 of words are in the 5000 most common words
    57.7 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 07
    Total number of words is 4108
    Total number of unique words is 2005
    33.6 of words are in the 2000 most common words
    48.4 of words are in the 5000 most common words
    55.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 08
    Total number of words is 4035
    Total number of unique words is 2165
    32.7 of words are in the 2000 most common words
    46.9 of words are in the 5000 most common words
    55.4 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 09
    Total number of words is 4021
    Total number of unique words is 1910
    35.4 of words are in the 2000 most common words
    51.5 of words are in the 5000 most common words
    59.6 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 10
    Total number of words is 4125
    Total number of unique words is 2061
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    50.4 of words are in the 5000 most common words
    58.2 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 11
    Total number of words is 4067
    Total number of unique words is 1966
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    51.7 of words are in the 5000 most common words
    59.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 12
    Total number of words is 4113
    Total number of unique words is 2033
    34.9 of words are in the 2000 most common words
    50.6 of words are in the 5000 most common words
    59.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.
  • Kayıp Zamanda Işıltılar - 13
    Total number of words is 831
    Total number of unique words is 582
    39.7 of words are in the 2000 most common words
    52.5 of words are in the 5000 most common words
    61.1 of words are in the 8000 most common words
    Each bar represents the percentage of words per 1000 most common words.