Uzayda Büyük Sıçrayış - 7
Süzlärneñ gomumi sanı 3710
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1979
30.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
45.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
52.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Amatörler! Bu sözüm senin için de, Comyn. Elinizdeki imkânları kullanabilmek için elinizden geleni yapıyorsunuz. Başımız zaten yeteri kadat* dertte. Haydi, durma da ne yapacaksan yap! İnşallah ikiniz de bir uçuruma düşer boynunuzu kararsınız!
Comyn:
— Şu halde beni yakından takip etmeyin, dedi. Haydi, Vickrey.
Vickrey birden temiz bir dille konuşmaya başladı. Doğrudan doğruyu Peter Cochrane'e hitap ediyordu. Şim-4i, tamamenbir ilim adamıydı. Çıplak olmasına rağmen karşısında duranları küçük düşürecek bir tutumu vardı. Bir ili.m adamının ilkel hayat yaşamasının sebebi ne olabilirdi ?
—Takip edeceğinizi biliyorum. Vadinin ağzındaki ışığı daima göreceksiniz. Yolunuzun üzerinde de olacak. Ondan sonra basınıza gelebilecekler kısmen sizto elinizde. Sadece Ballan t yne'in yaptığı hatayı tekrarlamamanızı tavsiye edeceğim. Tüfeklerinizi de halkımın üzerinde kullanmayın. Strang öldü. Onun için bir müddet yas tutulacak. İçlerinde intikam hissi yoktur. Birçok şeyin yanı sıra
intikam almayı da unuttular. Onlara zarar vermeyin, çünkü, tamamen zararsız insanlardır.
Viekrey, kimseye bakmadan arkasını döndü ve yürümeğe bağladı. Comyn de onun arkasından yürüdü. Kısa bir müddet sonra ağaçlığın karanlıkları içinde kayboldular. Viekrey acele adımlarla yürüyordu. Uzaktan uzağa duyulan kuş sesleri vardı. Comyn, elindeki tüfeği bir kenara fırlatıp atınca Viekrey gülümsedi.
— Cochrane'lerden çok daha akıllısın, dedi. Comyn:
— Silahın işe yaramadığı zamanlar vardır, dedL içimden gelen bir his silahın bana faydası olmayacağım söylüyor.
— Korkuyor musun? Comyn:
— Evet, dedi. Ne kadar.korkak olduğumu herkes söyler.
Küçük korudan çıkmış, büyük ormana dalmışlar, ağaçların altında yürüyorlardı. Comyn, bacım çarpmamak için eğiliyor, kıvrılıyor bütün dikkatini önündeki patikaya veriyordu. Ağaçlar, şimdiye kadar hiç görmediği bir cinsti. Yapraklar, bakır ve altın sarısı renginde parıîdı-yordu. Dalların üzerinde gümüş renginde parlayan mey-valar görünüyordu. Ayaklarının altındaki otlar ezildiği zaman havaya garip bir koku yayılıyordu. Büyük ağaçları saran sarmaşıkların iri, koyu renkli çiçekleri vardı. Viekrey, sessizce yürüyor; loş aydınlıkta beyaz bir gölge gibi görünüyordu.
Yürürlerken Comyn sordu.
— Halkından ne haber? Bir zamanlar onların da insan olduklarını ve,_
Birden şaşırarak sustu.
Comyn'in yarıda bıraktığı cümleyi Vîckrey tamamladı.
Gülümseyerek:
— Benim gibi bir insan, dedi. Evet. Barnard yıldızının sekiz dünyası var. Beşinci dünyadan geldiler. Güneşleri sönmek üzereyken hareket ettiler ve buraya gelip transuranları buldular. Artık başka yere gitmeyecekler*
Comyn, ağaçların arasından kaçışan şekilleri ve kuş cıvıltısını andıran sesleri düşündü.
— Yani, onlarm.,. uzay gemileri var mıydı?
— Oh, evet. Uzay gemileri ve büyük şehirleri, savaşları, ilaçlan, politikaları... uygarlıkları vardı. Barnard II yıldızına ilk geldikleri zaman kurdukları büyük gehirlerin kalıntıları dağların arkasında. Hem de güzel şehirlermiş. Ben gördüm. Kültürleri yaklagık olarak bizim kültürümüz gibiydi.
Başını salladı,
— Böyle şeyleri düşünmek bana artık zor geliyor. Zihin kolaylıkla başka şeylere adapte olabiliyor.
Bir dakika sustuktan sonra ekledi.
— Keşke geminiz buraya gelmeseydi. Tekrar Vİckrey olmaya çalışmak hoş değil,
Comyn kelimelerin seçiliş tarzına aldırmadan soluk soluğa sordu.
— Hiç yorulmaz mısınız?
Vickrey sabırsız bir işaret* yaptı, ama yine de yavaşladı. Comyn de yavaşladı ve nefes alışları normale dönmeye başladı.
Askılarından sırtma astığı zırhın ağırlığını hissediyordu. Ensesinden sırtına doğru ter boş anıyordu.
Vadinin ağzına yaklaşmalardı. Kuş sesleri biraz artmıştı ve daha yakından duyuluyordu. Şimdiye kadar duyulmamış bir konuşma tarzı olması bakımından insanın tüylerini ürpertiyordu, ama aslında korkacak bir şey yoktu.
Comyn:
— Her şeylerini kaybetmelerine sebep nedir?, diye sordu. Uzay gemilerini, şehirlerini, uygarlıklarını...
— Söylemiştim. Transuram buldular.
— Savaş mı?
Vickrey, sanki Comyn çok garip, çocukça bir şey söylemiş gibi ona baktı.
— Savaş değil. Hayır. Sadece ihtiyaç sorunu.
— İhtiyaç mı?
— Evet. İnsanların yaptıkları her şey ihtiyaçtan doğmuştur... Yiyecek temin etmek, barınacak yer bulmak için. Uygarlık bu ihtiyaçlar m kolaylıkla temin edilebilmesi için kurulmuştur. Fakat artık onlara ihtiyaç kalmadığı zaman, uygarlığın ötesine çıkar ve geçmişi unutursun.
— Yani böyle şeylere artık ihtiyaç göstermediğini mi söylemek istiyorsun, Vickrey? Bütün bunlar transuranik zehirlenmeden ötürü mü?
— Zehirlenme değil, transmutasyon. Tam bir fizyolojik değişim. Alelade metabolizmanın yerini enerji alıyor ve bütün canlı hücreler enerjiyle doluyor. Vücut yeni bir hayat kazanıyor. Ne açlık ne de korku duyuyorsun, Eu bakımdan beyin hiç bir ıVşe yaramıyor, İnsan, uygarlaşmayı, şehirler kurmayı düşünmüyor .Ne kavga ediyor ne münakaşa. Hatta konuşma lisanı bile karışık bir durum halini alıyor. Bütün bunlar sa.na ne garip geliyor, değil mi?
Comyn son derece meraklanmıştı.
— Pakat radyoaktif elemanlar insanı öldürür.
— Dünyada tanıdığımız elemanlar, evet. Pakat onların hepsi elde edilmiş ürünlerdir. Hayatî enerjileri kaybolmuştur. Neptunium ve plutonium insanların yaptığı elemanlardır. Gerçek transuranik, peryodik tablomuzun çok daha ilersine gitmiştir. Transuranik hayat tohumudur, insanlığın gerçek ihtiyacıdır. Bir bakıma hepimiz transuran çocuklarıyız, vücudumuzdan çıkarıldığı zaman bütün enerjimizi yitirmiş oluruz.
— Anlamadım. Vickrey:
— Anlayacaksın, dedi. Şimdi koşabilir misin? Yolumuz oldukça uzak.
Vickrey, söylediklerini ve Comyn'i unutmuş gibi vadinin ağzına doğru koşmaya başladı. Comyn de arkasından koştu.
Comyn koşarken içindeki korkunun derinleştiğini hissediyordu. Sanki şimdiye kadar tanımış olduğu dünyası çökmek üzereydi. Duyduklarına hem inanmak istiyor hem de inanmak istemiyordu.
— Fakat transuran içindeki değişikliği yapabildiyse, nasıl bir şey?
Vickrey cevap vermedi. Arazi biraz yokuş yukarı çıkıyordu ve büyük ağaçların arasındaki daha geniş bir patikaya gelmişlerdi. Çok kullanılmış olduğu zeminin çok sert olmasından anlaşılabiliyordu. Vickrey şimdi daha hızlı gidiyor ve Comyn onu zorlukla izliyordu. Ağaçlar seyrekleştiği için vadinin ağzını görebiliyordu,
Koştukları patikada başkaları da vardı.
Vickrey kuş cıvıltısıyla seslendi. Cevap aldı. Comyn, etrafında yürüyen, koşan insanların hayretle kendisine baktıklarını gördü; bu bakışlarda çok az korku ifadesi vardı. Comyn onlarla beraber vadinin ağzına doğru yoluna devam etti. Mümkün olduğu kadar Vickrey'e yakın gitmeye çalışıyordu, çünkü onu kaybettiği takdirde gerisin geriye dönerek kaçacağını biliyordu. Hem kadma hem erkeğe benzeyen hem de bir hiç olan bu yaratıklar arasında yalnız kalmaya cesaret edemiyordu.
Son ağaçlar da gerilerde kaldı. Vadinin iki yama
dikilmiş ve kapı vazifesini gören büyük, taş sütunların
arasından geçtiler. Vadinin derinlerinden doğru parlak bir
v ışık geliyordu. Vickrey durdu ve kus gibi cıvıldadı» Yine
konuşmasını unutmuş görünüyordu.
Comyn, zırhlı elbisesini giydi ve miğferi basana ge- -çirdi. Son derece korkuyordu,
Şimdi daha kötü durumdaydı. Kurşun alaşımından yapılmış elbise her ne kadar hafifse de koşmasını zorlaştırıyor, miğferin önündeki kurşunlu cam görüşünü kısıtlıyordu. Elbisesi terden sırılsıklam olmuştu ve sırtındaki hava tüpünün havası sanki birden ağırlaşmıştı.
Kayaların üzerinde açılmış olan patikada, Vickrey'iıt arkasından koştu. Çevresinde çırılçıplak vücutlar vardı. Kalabalığın çoğunu kadınlar teşkil ediyordu. Yuvarlak kalçaları ve dik göğüsleri olan kadınların, bir arzu uyandırmadıklarını hayretle fark etti. Erkeklerin çıplaklığından da utanmıyordu. Çevresindekilerin serbest hareketleri karşısında tşaşırmaması elinde değildi.
Yüzlerinde parlak bîr ifade aceleyle yürüyorlardı. Şimdi herkes susmuştu. Etraftaki yüksek kayaların üstüne vuran Ay ışıkları vadiye kadar inmiyordu. Vadi» sadece derinlerden doğru vuran parlak ışık?a aydınlanıyordu. Biri tarafından çağrılmış gibi parlak ışığa doğru yürüyordu. Sanki, Vickrey ve çevresinde gördüğü kadınlı erkekli çıplak insanlar onu da zehirlemişlerdi. Fakat ışığa doğru attığı her adım içindeki korkunun artmasına sebep oluyordu.
Yol hafifçe meyillenmişti. Yolun sonunda büyük bir mağaranın ağzı görünüyordu. Comyn, gördüğü ışığm sadece içerden gelen parlaklığın kırıntıları olduğunu anlamakta gecikmedi. Yürüdüğü patika sağa ve sola olmak üzere ikiye ayrılmıştı,
Comyn birden durdu,
— Vickrey!, diye haykırdı. Vickrey!
Fakat Vickrey gözden kaybolmuştu. Comynt yanından geçtiği taş duvara tutunup bir süre durdu. Mağaranın tam ağzında duruyordu. içeri girmekle dönüp kaçmak arasında
çabalıyordu. Yolun neden ikiye ayrıldığım birden an* Iadı.
Mağaranın ortasında büyük bir yarık vardı ve parlaklık bu yarıktan aksediyordu. Mağaranın tavanuıdaki taşlar da aynı parlaklıkla yanıyordu. Comyn, zmania taşların bu radyasyonu emdiğini ve bu sebeple ışık verdiğini tahmin etti. Yarığın içini göremiyor du. Çünkü hem yarıktan çok uzaktaydı hem de görüş açısı tersti. Fakat büyük yarığın kenarlarını görmesi mümkün oluyordu. îki kenarda aşağı doğru inen taş merdivenler vardı. Merdivenlerin üstü çıplak insanlarla doluydu. Hepsinin yüzünde eğlenceye giden çocukların neşeli ifadesi vardı. Merdivenlerin alt kısmında, ileri doğru uzanmış büyük bir düzlük vardı. Bu düzlüğün uç kısmında tahtadan yapılmış, bir tarh vardı. Tarhın yanında iki adam duruyordu. Uzaklık sebebiyle Comyn, adamların yüzlerini seçemiyordu. Fakat adamlardan birini tanıyordu.
Tutunmuş olduğu duvarı bıraktı ve dişlerini sıkarak mağaraya girdi.
14.
Çevresindekiler hâlâ hareket halindeydiler. Comyn de onlarla beraber yürüdü. Aşağıdaki düzlük tıka basa doluydu, ama çevredeki merdivenlere tırmanmak mümkündü. Çıplak ayaklan taşların üstündce hiç se3 çıkarmayan bu insanların yüzlerinde arzulu bir ifade vardı. Her tarafı derin bir sessizlik yaplaıriıştı. Sanki, birden ortaya çıkacak bir tehlikeyi bilerek bekliyorlardı. Bütün bu insanlar daha evvel de buraya gelmişlerdi. Ne olacağını biliyorlardı,
Comyn, kalabalık düzlüğe inince çıplak insanların arasından Paul Rogers'a doğru yürüdü. Işığa bakmak istemiyordu. Kendisi için zaman su gibi akıp geçiyordu. Acele hareket etmesi gerektiğini biliyordu.
Paul'a seslendi, fakat sesi miğferinin içinde boğuldu.
Tarhın yanında duran iki adam, üzerinde Stmng'ın cesedi bulunan tahtayı havaya doğru kaldırdıkları zaman, 1 cesedin üstünü kaplayan ve canlı gibi oynayan çiçekler yere döküldü.
Kalabalık birden dalgalandı. Comyn'in ağır çizmeleri taşların üstünde tok seslerle ötüyordu,
Strang'm cesedi yavaş yavaş kaydı ve büyük yarığın içindeki parlaklıkta kayboldu.
Kaynaşma birden durdu. Sessizlik içinde derin iç çekişmeler duyuldu. Kimse yerinden kımıldamıyordu, sadece
Comyn, PauTa seslenerek kalabalığın arasında koşuyordu.
Miğferin sesini boğmasına rağmen, sesi, derin sessizlik içinde boğuk ve dalga dalga faüyüyen bir gürültüye sebep oldu. Tahtayı tutan adamlar sesin geldiği yöne doğru baktılar, içinde yaşadıkları hayatın derinliklerine öylesine dalmışlardı ki ,arzuları dışında çağrılmaktan hoşlanmadıkları yüz ifadelerinden anlaşılıyordu.
Büyük yarıktan yükselen alev mağaranın tavanına doğru yükseldi ve adamların yüzleri görünme zoldu. Yarığın etrafını dolduran kaîabalığın yüzlerinde mutlu kişilerin ifadesi vardı. Comyn'in hareketlerini gözleriyle izliyorlar ve çıkardığı gürültü kulaklarını rahatsız ediyormuş gibi yüzlerini buruşturuyorlardı.
Comyn, eldivenU elini Rogers'in çıplak omuzun a koydu. Sonra tekrar seslendi. Miğferin görüş camından içeri baban yüz, Rogers'in yüzüydü, ama ifadesi bomboştu. Sanki Rogers'in kalıbına başka bir kişilik girmişti.
Comyn, elini Rogers'in omuzundan çekti. Korkusu bir hayli artmıştı.
Uzun zamandır kapalı bir kapının birden açılması gi-.bi Rogers'in gözlerinde hatırlama ifadesi belirdi; gözleri korkuyla irileşti.
Comyn'i itmek istermiş gibi elini kaldırdı*
— Şimdi olmaz! Zaman yok, şimdi olmaz! Vickrey ve Kessel, başlarını eğmiş, parlak ışığa bakıyorlardı.
Sıcaklık vermeyen alevler tekrar mağaranın tavanına kadar yükseldi. Kalabalığın yüzüne vurduğu zaman, îomyn, gözlerinin mutlulukla parıldadığını gördü.
Comyn haykırdı. Vickrey'e söz vermiş olduğu halde elinde olrmdan haykırmıştı.
— Paul, benimle gel! Geri dön!
aul bağını salladı. Sanki Comyn'in yaptığı bir hatayı affetmeye çalışıyormuş gibi görünüyordu.
— Şimdi olmaz, Arch. Senin için düşünecek ve konuşacak zamanım yok.
Eliyle Comyn'in göğsüne bastırdı ve onu biraz iterek uzaklaştırdı.
— Seni tanırım. Onlarla mücadele edemezsin, önce düşünmek için zamanoı olmalı. Şimdi git, çabuk ol!
Comyn, bacaklarını gererek' direndi. Alevler, sıçrayarak uzandı ve Comyn'in çevresini sardı. Alevlerde büyüleyici bir etki vardı. Alevlere bakmaya çalıştı. Gözlerini Paul'un üstüne dikti. En çok sevdiği arkadaşının bu çıplak insanlar arasmda ilkel hayat yaşaması acı vericiydi.
Birden öfkelendi.
— Dünya'dan buraya kadar seni bulmak üzere geldim. Seni burada bırakamam.
— Beni öldürmek mi istiyorsun, Arch? Bu söz Comyn'i durdurmaya yetmişti.
— Sende Ballantyne gibi ölür müsün? Vickrey'in...
Paul, bakışlarını boşluğa dikti ve çabuk çabuk konuşmaya başladı. Comyn, arkadaşının söylediklerini miğferin mikrofonundan zorlukla duyabiliyordu.
— Öyle değil. Ballantyne çok erken gitti. Şimdi bir bütünüm. Fakat şu anda anlatamayacağım bir şekilde hayatım son bulur... sen de bizim gibi yakalanmadan buradan uzaklaş, koş!
— Benimle gelecek misin?
— Hayır.
— Şu halde ben de kalacağım.
Comyn, belki hâlâ hatırlayacak kadar insanî bir yönü kalmıştır, diye düşündü. Belki benimle gelmesi için kandırabilirim.
Paul:
— Bak, dedi.
Comyn*i büyük yangın kenarına çekti ve boşluğu gösterdi* Comyn, beyaz, parlak alevlerin içine baktı. Birden başı şiddetle dönmeye başladı. Üzerinde durduğu uzun kaya parçası, tahmin ettiği kac!ar kalın değildi, îçinde bir geylerin uyandığım, kıpırdadığım hissetti. Biraz daha uzandı ve gözlerini alevlerin çıktığı yere dikti. Bütün korkusu kaybolmuş, zihni açılmıştı. Alevlerin dans edermiş gibi oynaşması, seyredilmesine doyum olmaz bir manzarayı andırıyordu. Büyülenmiş gibi gözlerini ayıramadan baktı.
Sonra birden hay kırarak geri çekildi.
— Bir ney kımıldadı! Paul yumuşak bir sesle:
— Hayat, dedi. İhtiyaç sız, hemen hemen sonsuz bir hayat. Çocukken çok dinlemiş olduğumuz bir hikâyeyi hatırlar mısm... hani suçsuzlar bahçesinde yaşayan insanlar hakkında anlattıkları hikâyeyi?
Anı ve kuvvetli değişiklik çabuk ve kötü olmuştu, Comyn, yarığın kenarından biraz daha çekildi. Ben bu hikâyenin de ötesine çıktım, paul, dedi. Sen
de öyle,
— Ben bu hikâyenin de ötesine çıktım, Paul, dedi. Sende öyle. Şimdi anladığımı sanıyorum. Bu transuranik zehirlenme... zehirlenmişsin, uyuşturucu madde almış gibisin, içinden doğru bozulmaya başlamışsın. Diğerlerinin seviyesine doğru batıyorsun ve kısa bir süre sonra hiç bir umudun kalmayacak. Tmmıranın size nasıl bir etkisi olduğunu bilmiyorum, fakat sonuç çok kö.tü.
Arzuyla bekleyen kalabalığa baktı.
— Onlarla berabersin, bütün mesele bu. Başka dünyalarda dn, böyle şeylerin olduğunu görmüştüm, ama bunun gibisine ilk defa rastlıyorum. Kötü bir doğanın etkisi altındasın, ruhun bozulurken sadece vücudun canlanıyor.
Comyn, arkasını döndü. Paul, gözlerinde merhameti! bir ifadeyle Comyn'e baktı. Dikkati yavaş yavaş tekrar alevlere çevriliyordu.
Comyn, nefret dolu bir sesle:
-— Onlara Strang'ın vücudunu verdin, dedi. Ve şimdi karşılığında bir ödeme bekliyorsun.
Paul Rogers içini çekti.
— Bütün bunları konuşmaya vakit yok. Eğer süratli hareket edebilirsen ne âlâ. Haydi, Arch, koş.
Comyn, böyle konuşmaları daha önce, başka yerlerde de duymuştu. Paul'un koluna yapıştı. Çocuklık arkadaşını burada bırakmaya gönlü razı olmuyordu.
— îstesen de istemesen de benimle geleceksin, dedi. Paul sakin sesle cevap verdi.
— Artık çok geç.
Comyn'in kendiini Vickrey ve KesseFden çekip uzaklaştırmasına itiraz etmedi. îkisi beraber mağaranın ağzma doğru yürüdüler. Mağaranın ağzı birden radyasyon zırhı giymiş eli silâhlı adamlarla doldu.
Peter Cochrane ve adamları nihayet gelmişti.
Comyn, Paul'u da peşinden sürükleyerek yürüdü. Bütün arzusu dışarı çıkıp buradan kurtulmaktı. Neden kaçtığını bilmiyordu, ama etrafta bekleyen çıplak insanların umduğu bir şey olmalıydı, içinden gelen bir his, beklenen* bu şeyin tehlikeli olduğunu söylüyordu. Birbirlerine yapışmış gibi duran çıplak insanlar mağaranın ağzıyla kendi arasında bir duvar meydana getiriyordu. Bütün vücuduyla bu insan duvarına abanınca, duvar birden çözüldü, fakat bataklık gibi tekrar çevresini sardı. Çaresizlik içinde-çabalıyor, bu insanların arasından kurtulmaya çalışıyordu.
ön tarafta bulunan adamların gırtlaklarından fırlayan ses duyuldu. Bu seslere, diğer insanların kuş cıvıltı-
• _ 144 —
sini andıran sesleri karıştı. Düzlüğe doğru biraz daha o-kuldular ve neşeyle haykırdılar.
Camyn, kurtulmak için çabaladı, ama çok geç kalmıştı. Zaten işin başından beri gecikmişti ve PauTun yakalandığı gibi kendisi de yakalanmıştı. PauPun karşı koymayan kolunu bıraktı ve karşılaşacağı tehlikeye göğüs germek için içgüdüsünün verdiği bir hareketle yarığa doğru döndü. Ve sonra, bir dakika için, korkusunu unuttu.
Çünkü, bulundukları yer birden yıldızlarla dolmugtu..
Daha Önce de insanın gözlerini kör edecek kadar aydınlık vardı, ama bu kadar parlak değildi. Hücum eden alevlerin de hareketleri vardı, ancak bu kadar süratli de-ğüdi. Arzulu çıplak vücutların abanmasıyla yarığın kenarına kadar geldi, fakat umursamadı. Sadece bir çocuk gibi hayretle bakıyordu.
Gözleri kamaştıran beyazlığın arasından, yukarı doğru kıvrılıp, bükülen bîr bulut halinde geldiler. Alevlerin ışığından da parlak, beyaz renkliydiler; parlaklıkları çok saftı ve ışını kolları nebulayı andırıyordu. Alev dalgasının üstünde yükselirken alevlerin parlaklığını soluklaştırıyorlardı. Sanki gülerek, kahkaha atarak geliyorlardı.
Bu düşünceler Comyn için çok garip düşüncelerdi. Fakat her ne sebeptense böyle düşünüyordu. Kahkahalar duyulmamakla beraber, varlığı hissedilir gibiydi. Verdikleri ışıkta, oynaşmalarında kahkahalar vardı.
Alevlerin arasından doğru bembeyaz yıldızlar yükseliyordu. Düzlüğün üstündeki kalabalıktan son bir sayha koptu.
Paul Rogers:
— Bunlar transuran, dedi,
Hayat tohumu olarak nitelendirilen transuran, büyük bir güçle yükseliyordu. Muhtemelen bütün insanlar onun-çocuklarıydı* Comyn, kurtulmak için çabaladı, fakat kafası unutulmuş birçok şeyle doluydu. Eski anılarını hatır-
laması çok garipti, oysa, danseder gibi yükselen transu-canlardan başka bir şey düşünmemesi gerekirdi,
Yukarı doğru yükselen yıldızlar birden şakayık gibi açıldı, genişledi ve yayıldı. Birbirlerinin etrafında dolaşıyor, birleşiyor, ayrılıyor, canlı gibi oynaşıyordu. Comyn, yıldızların parlaklıklarına büyülenmiş gibi boyun eğiyor ve onları seyretmekten zevk alıyordu,
Peter Co ehramı e, ağır ağır mağaraya girdi, peşinden adamları da geliyordu. Gözleri transuranlaa dikilmişti. omyn onları belirsiz bir şekilde görüyordu; onların geri dönemeyeceklerini biliyordu; yoran açık olmakla beraber kaçamayacaklardı. Kendisinin de buradan kurtulup kaçamayacağını hissediyordu.
PauFun eli, kolunun üzerinde, sesi kulaklarındaydı.
— §imdi. anlayacaksın. Bir dakika sonra anlayacaksın.
Çıplak inanların baskısı artınca Comyn, yarığın kenarına biraz daha yanaşmak zorunda kaldı. Düzlüğün diğer ucunda duvara dayanmış zırhlı bir adam vardı. Comyn onun kim olduğunu biliyordu; buraya transuranları bulmaya gelen Stanley, aradığını bulmuştu ve elindeki tüfek parmaklarının arasmda gevşek olarak duruyordu.
Paul'un eli, Comyn *in kolunu kısaca sıktı. Comyn» başını çevirip baktı. Paul'un yüzünde garip bir aydınlık vardı.
Paul gülümseyerek:
— Karar vermek şansın olmadığına üzüldüm, dedi. Fakat Arch, geldiğine çok memnun oldum.
Paul'un söylediği son söz bu oldu. Artık konuşacak zaman yoktu. Comyn, devamlı dönen yıldızlardan başı sersemlemiş bir halde yukarı baktı. Yıldızlar, mağaranın ya-* nan kubbesinden aşağı doğru iniyorlardı.
Canlı alevler halinde sürüldüler. Çıplak insanlar kollarını kaldırmış onları karşıhyorlaröı, Comyn, düşen yüdızların
altında sanki ezilmiş gibi duruyordu. Kollarını hareket ettiremeyecek kadar şaşırmıştı.
Transuran geniş bir sahaya yayıldı; kollarını kendi* sine doğru uzatan çıplak insanları sardı,, onları parlaklığıyla boğdu. Comyn, kalabalık arasında, ezildiğini zannetti. îçinden doğru kopup gelen bazı hisler vardı. Kendisini bu parlak dünyadan ayıran şeylerden kurtulmak arzusuna kapılıyordu.
Comyn, birden hay kırarak kendisini toparlamaya çalıştı. Sesi, insan sesine benzemiyor, boğazlanan bir hayvanın sesini andıryordu. Eirden öfkeyle, kendisini saran yıldızın kollarına doğru aldırdı. Çılgın gibi kurtulmaya çalışıyordu.
Ballantyne gibi olmayı arzu etmiyordu. Paul gibi ruhunu ve vücudunu başka bir şeye satmış olmak istemiyordu. Strang gibi, hücreleri hâlâ canlı olarak yıldızların koynuna atılmak, alevlere hediye edilmek istemiyordu.
Çevresini saran parlak beyazlıkla mücadele etti. Fakat yumrukları duman yığınları arasına dalıp bir şeye-dokunmadan karşıya geçiyordu. Tekrar kaçmak istedi, yine çıplak vücut barajıyla karşılaştı. Bu canlı barajın içinde Transuranlarla başbaşa bırakılmış oluyordu.
Yardım etmesi için Paul'a haykırdı, fakat PaPul ışık peçesi arkasında kaybolmuştu ve kendisine kimse yardım edemezdi.
Umutsuzluk içinde bekledi. Zırhı kalındı ve sağlam* di. Fakat bunlar transuranik kuvvetlerdi, kimse ne olduğunu bilmiyordu, radyasyonları tanınmıyordu.
Elbisesinin ışm geçirmez dokusunun arasından hafif bir sızıntı gibi geçen gücü hissediyordu... Bu güç, gittikçe kuvvetleniyordu. Comyn, elbisesinin içinde kapana kıstırılmış gibi duruyor ve miğferin camından kendisini son derece büyüleyen ışığın etkisi altma girmek üzere olduğunu hissediyordu.
Bu uyarıcı bir histi; tıpkı karlı bir sabah, bulutların arasından süzülen güneş gibi uyarıcıydı. Vücuduna zerre zerre dağılan kuvveti, ve bu kuvvetin dokunduğu yerlerde korkunun kaybolduğunu hissediyordu. Kendisini sisli kolları arasında tutan ateş, beyaz ışık içinde yüzermiş gibi görünüyordu. Çok garip bir gerçek yavaş yavaş Comyn'in beynine işliyordu. Transuranlardan korkması gerekmiyordu.
Sıcaklık ve hayat dalgası yavaş yavaş içine işlemek istiyor, fakat üstündeki zırh arada bir engel teşkil ediyordu* Başındaki miğferin madenini çeşitli, küçük parmaklardan meydana gelmiş beyaz zafer ağır ağır sarıyor, beynini zorluyordu. Paul neden hiç bîr zaman geri dönemeyeceğini anlıyordu. Neden çevresindeki insanların bakışlarından rahatsız olduğunu biliyordu. Vickrey'in gözlerindeki boş-luğunmanâsunı kavrıyordu. Bu* çıplak insanların artık neden uygarlık istemediklerini çözümleyebiliyordu. Başlangıçtaki güç, hayat tohumu, hayat fıskiyesi...
Vücudu kaldırıldı ve parlaklığa doğru uzatıldı. Vücudu parlaklık içindeki beyaz yıldızlara dokunmak istiyordu. Çünkü, onların vereceği kuvvet hücrelerin deki korkuyu, ihtiyacı atacak, yerine hayat tohumunu ekecek, onları ebedileştîrecekti. Paul'un özgür olması gibi kendisi de özgür olmak istiyordu.
Bakire ormanlar, kan dökülmemiş ovalar vardı. Artık açlık, arzu ve zorlukla temin edilebilen ihtiyaçlar olmayacaktı. Gündüz sadece güneş, geceleri ay olacaktı; sonu olmayan bir zaman, üzüntüsüz geçen günler önlerinde uzanacak, ölüm korkusu kalmayacaktı.
Comyn'in beynindeki direniş son haddini buluyor ve şu düşünceyle tartışıyodu.
«Bütün bunların ötesindesin. Bu insan yaşantısı olamaz, insan böyle yaşayamaz. îlkel insan olamazsın, onlar gibi arzusuz yaşayamazsın. "Sakın dokunma!»
Fakat Comyn, bozulmanın ne olduğunu gimd: çok iyi anlıyordu. Dostluğu, arkadaşlığı sadece bir avuç beyaz ı§ığa terke tmesi gerekiyordu. .Transur ani arın dünyası onu çağırıyor, fakat Comyn bu çağınyı duymamaya gayret ediyordu.
Miğferinden süzülen yıldızın parlaklığı şimdi beynine islemeye başhyordu.Bütün kuşkulan» korkulan beyazlığın içinde eriyip kaybolmak üzereydi. Kanmaması gerektiğini biliyordu, ama Cennette bulunabilecek koşullar önüne atılıyordu. Ellerini kaldırıp zırhının kayışları üzerine koydu.
Birisi elini yakaladı. Birisi haykırdı ve meçhul eller tarafından yıldızın sisli kollan arasından çekilip uzaklaştırıldı. Yıldızın parlaklığı şimdi daha da azalmıştı. Hay-kırarak kurtulmaya çalışırken Peter Cochrane'in yüzünü gördü. Miğferin camından biîe Peter'in yüzündeki dehşet ifadesi okunuyordu. Peter Cochrane sesinin bütün gücüyle haykırıyordu. Dönen yıldızlar her tarafta uçuşuyordu. Çıplak insanlardan çoğu iki büklüm, yıldızın ışıklı kollarına uzanmış gibi duruyorlardı. Onların arkasında silâhlı ve zırhlı adamlar bulunuyordu.
Comyn, zırhını parçalayıp çıkarmaya çalışıyordu. Herkes korkuyordu; Peter Cochrane korkuyordu; Bal-lantyne de onlar gibi korkmuştu. Korkularından Comyn'i hayata geri döndürmeye çalınıyorlardı.
— Comyn! Ne yaptığmnı farkında değil misin? Oraya bak!
Comyn, işaret edilen yere baktı. Stanley, artık taş duvara yapışmış durmuyordu. Çıplak adamların yanında duruyordu ve sırtındaki zırhı çıkarmıştı.
— Artık onu kaybettik! Ne olduğunu anlayamadan diğerlerini de kaybettik.
Peter'in yanaklanndan ter süzülüyordu. Öfkesinden , yüzü morarmıştı, Comyn'i çekiştiriyor, onu uzaklaştırıp
kurtarmak istiyordu. Daha Önce ellerinde silah olan adam-lanîiı kurtarmıştı.
Mağaranın karşı ucunda duran Stanley kollarını mağarayı dolduran yıldızlara doğru kaldırmıştı. Stanley de diğerlerine benzemiş, beyaz bulutların arasında kaybolmuştu.
— Kayıp... Comyn haykırdı.
— Yüzüne bakın! Ö kaybolmadı, siz kayboldunuz! Siz! Bırakın beni!
Peter, çaresizlik içinde Comynl oradan uzaklaştırmaya çalışırken.
— Elliyorum,dedL Delilik. Kendi içinde de hissettiğim için biliyorum. Bana karşı koyma, Comyn. Diğerleri artık yardım edilemeyecek durumda, fakat...
Yumruğunu Comyııln miğferi üstüne indirdi.
— Verdikleri hayat değil. Hudutsuz bir hayal, hayatın tamamen zıddı.
Comyn, Tranşurana baktı. Anlamıyorlardı, çünkü korkuları çok büyüktü. Fakat onların yanında kalamazdı. Kendisini tutan ellerden kurtularak ileri doğru atıldı, Arkasından bir tüfeğin namlusu kalktı ,ve ışm kustu.
Comyn'in sırtındaki zırh radyasyonu geçirmezdi, ama gok tüfeğinin ışınlarına dayanamazdı. Mağaranın ışıklan gözlerinin önünden silindi ve kendisini karanhğm kucağına terk etti.
15.
Comyn acıyla kendisine geldi. Sadece vücudunu etkileyen acı değildi; kulakları da garip bir sürtünme sesiyle etkileniyordu.
Ne olduğunu biliyordu. Ama bilmek istemiyordu. în-kâr etmek, bildiklerini yalanlamak istiyordu, ama biliyordu. Sür-vitesin sesi, Sür-vites ve gemi...
* Gözlerini açması gerekiyordu. Gözlerini de açmak istemiyordu, ama iradesi isteğine hakim oldu. Kamarasının metal tavanını ve Doktor French'in yüzünü gördü.
— Comyn?
Doktor Fren eh, sesine tabii bir ton vermek istiyor, fakat pek bağan sağlayamıyordu.
— Artık temizlendin sanıyorum. Roth*la beraber çok çalışmak zorunda kaldık. Fakat şansın iyi gitmiş, ancak çok az bir iz bulabildik. Aldığın zehirin son zerresini d« vücudundan çıkardığımızı sanıyoruz...
Comyn:
— Defolun buradan, dedi.
— Beni dinle! Bir şok geçirdi ve sebebi vardı...
— Defolun!
FrencVin yüzü kayboldu. Mırıltı sesleri ve kapanan kapının gürültüsü işitildi... Artık sür-ivitesin sesinden başka ses duyulmuyordu.
Comyn, yattığı yerde mümkün olduğu kadar hareket etmemeye, düşünmemeye ve hatırlamamaya gayret ediyordu. Gökten inermiş gibi görünen yıldızları unutmasına imkân yoktu.
î>elirmiştit Kaçıp kurtuîabildiği için şanslı sayılmalıydı. Sonu, Ballantyne gibi olabilirdi. Bunu kendi kendisi-nedefalarca tekrarladı. Fakat PauFu düşünmesine engel olamıyordu. Her saniye, Paul'dan, diğerlerinden biraz daha uzaklaşıyordu. Paul ve diğerleri kurtulmuşlardı; kimsenin yaşayamadığı bakır Ay'la aydınlatılmış bir dünyada yaşıyorlardı,
Kadın gibi hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu, ama yapamıyordu. Uyumak istiyor, uyumaya da muvaffak olamıyordu. Bir müddet sonra Peter Cochrane geldi. Nezaket kurallarına uymayan bir kişiliği vardı.
Kara gözlerini Comyn'e dikerek:
— Demek kendini iyi hissetmiyorsun. Kendini iyi hissetmiyorsun, çünkü, sert tabiatlı, sağlam karakterli Comyn'in ve bir gerçekle yüzyüze geldiğin zaman çocuk gibi kadın. Kendi kendini affedemiyorsun.
Comyn, Peter'a baktı, fakat cevap vermedi, Zaten cevap vermek zorunda değildi. Bakışlarında bir şey olmalıydı ki, Peter'in yüzü birden değişti.
— Bak, Comyn, hislerini düzene sokabilirim. French*-in söylediğine göre, Transuranlara karışanlar, korkusu az olan insanlar. Yani, yeteri kadar dikkatli olmayan, içgüdüsü zayıf oîan insanlar.
Comyn sordu.
— Stanley? Peter:
— Evet, dedi. Onu orada bıraktık. Başka ne yapabilirdik? Darbeyi karşılayanı adı ve etkisine kapıldı. Geri getirseydik, Ballantyne'in başına gelenler onun da basma gelecekti. Arzu ettiği gibi onu orada bırakmak daha doğruydu. Belki bilmiyorsun, ama tam zamanında kaçabildik, yoksa hepimiz orada kalacaktık .
Comyn:
— Beni kurtardığın için teşekkür mü bekliyorsun?, diye sordu.
Peter'in yüzünde öfke izleri belirdi, fakat Comyn konuşmasına devam etti.
— Kapıdan girdin ve bir adamı, bir daha bulamaya-*cağıbir hayatı yasamaktan ala koydun, bunun karşmğın-dada teşekkür bekliyorsun, ha?
Oorayn, kalkıp oturmuştu. Peter'in engel olmasına fırsat vermeden konuştu.
— Biliyor musun nedir? Korktun, hem de öylesine korktun ki küçücük Peter Cochrane olarak kalmayı tercih ettin. Korkunun yüzünden bunun zehirlenme olduğunu kabul ediyorsun.
Comyn:
— Şu halde beni yakından takip etmeyin, dedi. Haydi, Vickrey.
Vickrey birden temiz bir dille konuşmaya başladı. Doğrudan doğruyu Peter Cochrane'e hitap ediyordu. Şim-4i, tamamenbir ilim adamıydı. Çıplak olmasına rağmen karşısında duranları küçük düşürecek bir tutumu vardı. Bir ili.m adamının ilkel hayat yaşamasının sebebi ne olabilirdi ?
—Takip edeceğinizi biliyorum. Vadinin ağzındaki ışığı daima göreceksiniz. Yolunuzun üzerinde de olacak. Ondan sonra basınıza gelebilecekler kısmen sizto elinizde. Sadece Ballan t yne'in yaptığı hatayı tekrarlamamanızı tavsiye edeceğim. Tüfeklerinizi de halkımın üzerinde kullanmayın. Strang öldü. Onun için bir müddet yas tutulacak. İçlerinde intikam hissi yoktur. Birçok şeyin yanı sıra
intikam almayı da unuttular. Onlara zarar vermeyin, çünkü, tamamen zararsız insanlardır.
Viekrey, kimseye bakmadan arkasını döndü ve yürümeğe bağladı. Comyn de onun arkasından yürüdü. Kısa bir müddet sonra ağaçlığın karanlıkları içinde kayboldular. Viekrey acele adımlarla yürüyordu. Uzaktan uzağa duyulan kuş sesleri vardı. Comyn, elindeki tüfeği bir kenara fırlatıp atınca Viekrey gülümsedi.
— Cochrane'lerden çok daha akıllısın, dedi. Comyn:
— Silahın işe yaramadığı zamanlar vardır, dedL içimden gelen bir his silahın bana faydası olmayacağım söylüyor.
— Korkuyor musun? Comyn:
— Evet, dedi. Ne kadar.korkak olduğumu herkes söyler.
Küçük korudan çıkmış, büyük ormana dalmışlar, ağaçların altında yürüyorlardı. Comyn, bacım çarpmamak için eğiliyor, kıvrılıyor bütün dikkatini önündeki patikaya veriyordu. Ağaçlar, şimdiye kadar hiç görmediği bir cinsti. Yapraklar, bakır ve altın sarısı renginde parıîdı-yordu. Dalların üzerinde gümüş renginde parlayan mey-valar görünüyordu. Ayaklarının altındaki otlar ezildiği zaman havaya garip bir koku yayılıyordu. Büyük ağaçları saran sarmaşıkların iri, koyu renkli çiçekleri vardı. Viekrey, sessizce yürüyor; loş aydınlıkta beyaz bir gölge gibi görünüyordu.
Yürürlerken Comyn sordu.
— Halkından ne haber? Bir zamanlar onların da insan olduklarını ve,_
Birden şaşırarak sustu.
Comyn'in yarıda bıraktığı cümleyi Vîckrey tamamladı.
Gülümseyerek:
— Benim gibi bir insan, dedi. Evet. Barnard yıldızının sekiz dünyası var. Beşinci dünyadan geldiler. Güneşleri sönmek üzereyken hareket ettiler ve buraya gelip transuranları buldular. Artık başka yere gitmeyecekler*
Comyn, ağaçların arasından kaçışan şekilleri ve kuş cıvıltısını andıran sesleri düşündü.
— Yani, onlarm.,. uzay gemileri var mıydı?
— Oh, evet. Uzay gemileri ve büyük şehirleri, savaşları, ilaçlan, politikaları... uygarlıkları vardı. Barnard II yıldızına ilk geldikleri zaman kurdukları büyük gehirlerin kalıntıları dağların arkasında. Hem de güzel şehirlermiş. Ben gördüm. Kültürleri yaklagık olarak bizim kültürümüz gibiydi.
Başını salladı,
— Böyle şeyleri düşünmek bana artık zor geliyor. Zihin kolaylıkla başka şeylere adapte olabiliyor.
Bir dakika sustuktan sonra ekledi.
— Keşke geminiz buraya gelmeseydi. Tekrar Vİckrey olmaya çalışmak hoş değil,
Comyn kelimelerin seçiliş tarzına aldırmadan soluk soluğa sordu.
— Hiç yorulmaz mısınız?
Vickrey sabırsız bir işaret* yaptı, ama yine de yavaşladı. Comyn de yavaşladı ve nefes alışları normale dönmeye başladı.
Askılarından sırtma astığı zırhın ağırlığını hissediyordu. Ensesinden sırtına doğru ter boş anıyordu.
Vadinin ağzına yaklaşmalardı. Kuş sesleri biraz artmıştı ve daha yakından duyuluyordu. Şimdiye kadar duyulmamış bir konuşma tarzı olması bakımından insanın tüylerini ürpertiyordu, ama aslında korkacak bir şey yoktu.
Comyn:
— Her şeylerini kaybetmelerine sebep nedir?, diye sordu. Uzay gemilerini, şehirlerini, uygarlıklarını...
— Söylemiştim. Transuram buldular.
— Savaş mı?
Vickrey, sanki Comyn çok garip, çocukça bir şey söylemiş gibi ona baktı.
— Savaş değil. Hayır. Sadece ihtiyaç sorunu.
— İhtiyaç mı?
— Evet. İnsanların yaptıkları her şey ihtiyaçtan doğmuştur... Yiyecek temin etmek, barınacak yer bulmak için. Uygarlık bu ihtiyaçlar m kolaylıkla temin edilebilmesi için kurulmuştur. Fakat artık onlara ihtiyaç kalmadığı zaman, uygarlığın ötesine çıkar ve geçmişi unutursun.
— Yani böyle şeylere artık ihtiyaç göstermediğini mi söylemek istiyorsun, Vickrey? Bütün bunlar transuranik zehirlenmeden ötürü mü?
— Zehirlenme değil, transmutasyon. Tam bir fizyolojik değişim. Alelade metabolizmanın yerini enerji alıyor ve bütün canlı hücreler enerjiyle doluyor. Vücut yeni bir hayat kazanıyor. Ne açlık ne de korku duyuyorsun, Eu bakımdan beyin hiç bir ıVşe yaramıyor, İnsan, uygarlaşmayı, şehirler kurmayı düşünmüyor .Ne kavga ediyor ne münakaşa. Hatta konuşma lisanı bile karışık bir durum halini alıyor. Bütün bunlar sa.na ne garip geliyor, değil mi?
Comyn son derece meraklanmıştı.
— Pakat radyoaktif elemanlar insanı öldürür.
— Dünyada tanıdığımız elemanlar, evet. Pakat onların hepsi elde edilmiş ürünlerdir. Hayatî enerjileri kaybolmuştur. Neptunium ve plutonium insanların yaptığı elemanlardır. Gerçek transuranik, peryodik tablomuzun çok daha ilersine gitmiştir. Transuranik hayat tohumudur, insanlığın gerçek ihtiyacıdır. Bir bakıma hepimiz transuran çocuklarıyız, vücudumuzdan çıkarıldığı zaman bütün enerjimizi yitirmiş oluruz.
— Anlamadım. Vickrey:
— Anlayacaksın, dedi. Şimdi koşabilir misin? Yolumuz oldukça uzak.
Vickrey, söylediklerini ve Comyn'i unutmuş gibi vadinin ağzına doğru koşmaya başladı. Comyn de arkasından koştu.
Comyn koşarken içindeki korkunun derinleştiğini hissediyordu. Sanki şimdiye kadar tanımış olduğu dünyası çökmek üzereydi. Duyduklarına hem inanmak istiyor hem de inanmak istemiyordu.
— Fakat transuran içindeki değişikliği yapabildiyse, nasıl bir şey?
Vickrey cevap vermedi. Arazi biraz yokuş yukarı çıkıyordu ve büyük ağaçların arasındaki daha geniş bir patikaya gelmişlerdi. Çok kullanılmış olduğu zeminin çok sert olmasından anlaşılabiliyordu. Vickrey şimdi daha hızlı gidiyor ve Comyn onu zorlukla izliyordu. Ağaçlar seyrekleştiği için vadinin ağzını görebiliyordu,
Koştukları patikada başkaları da vardı.
Vickrey kuş cıvıltısıyla seslendi. Cevap aldı. Comyn, etrafında yürüyen, koşan insanların hayretle kendisine baktıklarını gördü; bu bakışlarda çok az korku ifadesi vardı. Comyn onlarla beraber vadinin ağzına doğru yoluna devam etti. Mümkün olduğu kadar Vickrey'e yakın gitmeye çalışıyordu, çünkü onu kaybettiği takdirde gerisin geriye dönerek kaçacağını biliyordu. Hem kadma hem erkeğe benzeyen hem de bir hiç olan bu yaratıklar arasında yalnız kalmaya cesaret edemiyordu.
Son ağaçlar da gerilerde kaldı. Vadinin iki yama
dikilmiş ve kapı vazifesini gören büyük, taş sütunların
arasından geçtiler. Vadinin derinlerinden doğru parlak bir
v ışık geliyordu. Vickrey durdu ve kus gibi cıvıldadı» Yine
konuşmasını unutmuş görünüyordu.
Comyn, zırhlı elbisesini giydi ve miğferi basana ge- -çirdi. Son derece korkuyordu,
Şimdi daha kötü durumdaydı. Kurşun alaşımından yapılmış elbise her ne kadar hafifse de koşmasını zorlaştırıyor, miğferin önündeki kurşunlu cam görüşünü kısıtlıyordu. Elbisesi terden sırılsıklam olmuştu ve sırtındaki hava tüpünün havası sanki birden ağırlaşmıştı.
Kayaların üzerinde açılmış olan patikada, Vickrey'iıt arkasından koştu. Çevresinde çırılçıplak vücutlar vardı. Kalabalığın çoğunu kadınlar teşkil ediyordu. Yuvarlak kalçaları ve dik göğüsleri olan kadınların, bir arzu uyandırmadıklarını hayretle fark etti. Erkeklerin çıplaklığından da utanmıyordu. Çevresindekilerin serbest hareketleri karşısında tşaşırmaması elinde değildi.
Yüzlerinde parlak bîr ifade aceleyle yürüyorlardı. Şimdi herkes susmuştu. Etraftaki yüksek kayaların üstüne vuran Ay ışıkları vadiye kadar inmiyordu. Vadi» sadece derinlerden doğru vuran parlak ışık?a aydınlanıyordu. Biri tarafından çağrılmış gibi parlak ışığa doğru yürüyordu. Sanki, Vickrey ve çevresinde gördüğü kadınlı erkekli çıplak insanlar onu da zehirlemişlerdi. Fakat ışığa doğru attığı her adım içindeki korkunun artmasına sebep oluyordu.
Yol hafifçe meyillenmişti. Yolun sonunda büyük bir mağaranın ağzı görünüyordu. Comyn, gördüğü ışığm sadece içerden gelen parlaklığın kırıntıları olduğunu anlamakta gecikmedi. Yürüdüğü patika sağa ve sola olmak üzere ikiye ayrılmıştı,
Comyn birden durdu,
— Vickrey!, diye haykırdı. Vickrey!
Fakat Vickrey gözden kaybolmuştu. Comynt yanından geçtiği taş duvara tutunup bir süre durdu. Mağaranın tam ağzında duruyordu. içeri girmekle dönüp kaçmak arasında
çabalıyordu. Yolun neden ikiye ayrıldığım birden an* Iadı.
Mağaranın ortasında büyük bir yarık vardı ve parlaklık bu yarıktan aksediyordu. Mağaranın tavanuıdaki taşlar da aynı parlaklıkla yanıyordu. Comyn, zmania taşların bu radyasyonu emdiğini ve bu sebeple ışık verdiğini tahmin etti. Yarığın içini göremiyor du. Çünkü hem yarıktan çok uzaktaydı hem de görüş açısı tersti. Fakat büyük yarığın kenarlarını görmesi mümkün oluyordu. îki kenarda aşağı doğru inen taş merdivenler vardı. Merdivenlerin üstü çıplak insanlarla doluydu. Hepsinin yüzünde eğlenceye giden çocukların neşeli ifadesi vardı. Merdivenlerin alt kısmında, ileri doğru uzanmış büyük bir düzlük vardı. Bu düzlüğün uç kısmında tahtadan yapılmış, bir tarh vardı. Tarhın yanında iki adam duruyordu. Uzaklık sebebiyle Comyn, adamların yüzlerini seçemiyordu. Fakat adamlardan birini tanıyordu.
Tutunmuş olduğu duvarı bıraktı ve dişlerini sıkarak mağaraya girdi.
14.
Çevresindekiler hâlâ hareket halindeydiler. Comyn de onlarla beraber yürüdü. Aşağıdaki düzlük tıka basa doluydu, ama çevredeki merdivenlere tırmanmak mümkündü. Çıplak ayaklan taşların üstündce hiç se3 çıkarmayan bu insanların yüzlerinde arzulu bir ifade vardı. Her tarafı derin bir sessizlik yaplaıriıştı. Sanki, birden ortaya çıkacak bir tehlikeyi bilerek bekliyorlardı. Bütün bu insanlar daha evvel de buraya gelmişlerdi. Ne olacağını biliyorlardı,
Comyn, kalabalık düzlüğe inince çıplak insanların arasından Paul Rogers'a doğru yürüdü. Işığa bakmak istemiyordu. Kendisi için zaman su gibi akıp geçiyordu. Acele hareket etmesi gerektiğini biliyordu.
Paul'a seslendi, fakat sesi miğferinin içinde boğuldu.
Tarhın yanında duran iki adam, üzerinde Stmng'ın cesedi bulunan tahtayı havaya doğru kaldırdıkları zaman, 1 cesedin üstünü kaplayan ve canlı gibi oynayan çiçekler yere döküldü.
Kalabalık birden dalgalandı. Comyn'in ağır çizmeleri taşların üstünde tok seslerle ötüyordu,
Strang'm cesedi yavaş yavaş kaydı ve büyük yarığın içindeki parlaklıkta kayboldu.
Kaynaşma birden durdu. Sessizlik içinde derin iç çekişmeler duyuldu. Kimse yerinden kımıldamıyordu, sadece
Comyn, PauTa seslenerek kalabalığın arasında koşuyordu.
Miğferin sesini boğmasına rağmen, sesi, derin sessizlik içinde boğuk ve dalga dalga faüyüyen bir gürültüye sebep oldu. Tahtayı tutan adamlar sesin geldiği yöne doğru baktılar, içinde yaşadıkları hayatın derinliklerine öylesine dalmışlardı ki ,arzuları dışında çağrılmaktan hoşlanmadıkları yüz ifadelerinden anlaşılıyordu.
Büyük yarıktan yükselen alev mağaranın tavanına doğru yükseldi ve adamların yüzleri görünme zoldu. Yarığın etrafını dolduran kaîabalığın yüzlerinde mutlu kişilerin ifadesi vardı. Comyn'in hareketlerini gözleriyle izliyorlar ve çıkardığı gürültü kulaklarını rahatsız ediyormuş gibi yüzlerini buruşturuyorlardı.
Comyn, eldivenU elini Rogers'in çıplak omuzun a koydu. Sonra tekrar seslendi. Miğferin görüş camından içeri baban yüz, Rogers'in yüzüydü, ama ifadesi bomboştu. Sanki Rogers'in kalıbına başka bir kişilik girmişti.
Comyn, elini Rogers'in omuzundan çekti. Korkusu bir hayli artmıştı.
Uzun zamandır kapalı bir kapının birden açılması gi-.bi Rogers'in gözlerinde hatırlama ifadesi belirdi; gözleri korkuyla irileşti.
Comyn'i itmek istermiş gibi elini kaldırdı*
— Şimdi olmaz! Zaman yok, şimdi olmaz! Vickrey ve Kessel, başlarını eğmiş, parlak ışığa bakıyorlardı.
Sıcaklık vermeyen alevler tekrar mağaranın tavanına kadar yükseldi. Kalabalığın yüzüne vurduğu zaman, îomyn, gözlerinin mutlulukla parıldadığını gördü.
Comyn haykırdı. Vickrey'e söz vermiş olduğu halde elinde olrmdan haykırmıştı.
— Paul, benimle gel! Geri dön!
aul bağını salladı. Sanki Comyn'in yaptığı bir hatayı affetmeye çalışıyormuş gibi görünüyordu.
— Şimdi olmaz, Arch. Senin için düşünecek ve konuşacak zamanım yok.
Eliyle Comyn'in göğsüne bastırdı ve onu biraz iterek uzaklaştırdı.
— Seni tanırım. Onlarla mücadele edemezsin, önce düşünmek için zamanoı olmalı. Şimdi git, çabuk ol!
Comyn, bacaklarını gererek' direndi. Alevler, sıçrayarak uzandı ve Comyn'in çevresini sardı. Alevlerde büyüleyici bir etki vardı. Alevlere bakmaya çalıştı. Gözlerini Paul'un üstüne dikti. En çok sevdiği arkadaşının bu çıplak insanlar arasmda ilkel hayat yaşaması acı vericiydi.
Birden öfkelendi.
— Dünya'dan buraya kadar seni bulmak üzere geldim. Seni burada bırakamam.
— Beni öldürmek mi istiyorsun, Arch? Bu söz Comyn'i durdurmaya yetmişti.
— Sende Ballantyne gibi ölür müsün? Vickrey'in...
Paul, bakışlarını boşluğa dikti ve çabuk çabuk konuşmaya başladı. Comyn, arkadaşının söylediklerini miğferin mikrofonundan zorlukla duyabiliyordu.
— Öyle değil. Ballantyne çok erken gitti. Şimdi bir bütünüm. Fakat şu anda anlatamayacağım bir şekilde hayatım son bulur... sen de bizim gibi yakalanmadan buradan uzaklaş, koş!
— Benimle gelecek misin?
— Hayır.
— Şu halde ben de kalacağım.
Comyn, belki hâlâ hatırlayacak kadar insanî bir yönü kalmıştır, diye düşündü. Belki benimle gelmesi için kandırabilirim.
Paul:
— Bak, dedi.
Comyn*i büyük yangın kenarına çekti ve boşluğu gösterdi* Comyn, beyaz, parlak alevlerin içine baktı. Birden başı şiddetle dönmeye başladı. Üzerinde durduğu uzun kaya parçası, tahmin ettiği kac!ar kalın değildi, îçinde bir geylerin uyandığım, kıpırdadığım hissetti. Biraz daha uzandı ve gözlerini alevlerin çıktığı yere dikti. Bütün korkusu kaybolmuş, zihni açılmıştı. Alevlerin dans edermiş gibi oynaşması, seyredilmesine doyum olmaz bir manzarayı andırıyordu. Büyülenmiş gibi gözlerini ayıramadan baktı.
Sonra birden hay kırarak geri çekildi.
— Bir ney kımıldadı! Paul yumuşak bir sesle:
— Hayat, dedi. İhtiyaç sız, hemen hemen sonsuz bir hayat. Çocukken çok dinlemiş olduğumuz bir hikâyeyi hatırlar mısm... hani suçsuzlar bahçesinde yaşayan insanlar hakkında anlattıkları hikâyeyi?
Anı ve kuvvetli değişiklik çabuk ve kötü olmuştu, Comyn, yarığın kenarından biraz daha çekildi. Ben bu hikâyenin de ötesine çıktım, paul, dedi. Sen
de öyle,
— Ben bu hikâyenin de ötesine çıktım, Paul, dedi. Sende öyle. Şimdi anladığımı sanıyorum. Bu transuranik zehirlenme... zehirlenmişsin, uyuşturucu madde almış gibisin, içinden doğru bozulmaya başlamışsın. Diğerlerinin seviyesine doğru batıyorsun ve kısa bir süre sonra hiç bir umudun kalmayacak. Tmmıranın size nasıl bir etkisi olduğunu bilmiyorum, fakat sonuç çok kö.tü.
Arzuyla bekleyen kalabalığa baktı.
— Onlarla berabersin, bütün mesele bu. Başka dünyalarda dn, böyle şeylerin olduğunu görmüştüm, ama bunun gibisine ilk defa rastlıyorum. Kötü bir doğanın etkisi altındasın, ruhun bozulurken sadece vücudun canlanıyor.
Comyn, arkasını döndü. Paul, gözlerinde merhameti! bir ifadeyle Comyn'e baktı. Dikkati yavaş yavaş tekrar alevlere çevriliyordu.
Comyn, nefret dolu bir sesle:
-— Onlara Strang'ın vücudunu verdin, dedi. Ve şimdi karşılığında bir ödeme bekliyorsun.
Paul Rogers içini çekti.
— Bütün bunları konuşmaya vakit yok. Eğer süratli hareket edebilirsen ne âlâ. Haydi, Arch, koş.
Comyn, böyle konuşmaları daha önce, başka yerlerde de duymuştu. Paul'un koluna yapıştı. Çocuklık arkadaşını burada bırakmaya gönlü razı olmuyordu.
— îstesen de istemesen de benimle geleceksin, dedi. Paul sakin sesle cevap verdi.
— Artık çok geç.
Comyn'in kendiini Vickrey ve KesseFden çekip uzaklaştırmasına itiraz etmedi. îkisi beraber mağaranın ağzma doğru yürüdüler. Mağaranın ağzı birden radyasyon zırhı giymiş eli silâhlı adamlarla doldu.
Peter Cochrane ve adamları nihayet gelmişti.
Comyn, Paul'u da peşinden sürükleyerek yürüdü. Bütün arzusu dışarı çıkıp buradan kurtulmaktı. Neden kaçtığını bilmiyordu, ama etrafta bekleyen çıplak insanların umduğu bir şey olmalıydı, içinden gelen bir his, beklenen* bu şeyin tehlikeli olduğunu söylüyordu. Birbirlerine yapışmış gibi duran çıplak insanlar mağaranın ağzıyla kendi arasında bir duvar meydana getiriyordu. Bütün vücuduyla bu insan duvarına abanınca, duvar birden çözüldü, fakat bataklık gibi tekrar çevresini sardı. Çaresizlik içinde-çabalıyor, bu insanların arasından kurtulmaya çalışıyordu.
ön tarafta bulunan adamların gırtlaklarından fırlayan ses duyuldu. Bu seslere, diğer insanların kuş cıvıltı-
• _ 144 —
sini andıran sesleri karıştı. Düzlüğe doğru biraz daha o-kuldular ve neşeyle haykırdılar.
Camyn, kurtulmak için çabaladı, ama çok geç kalmıştı. Zaten işin başından beri gecikmişti ve PauTun yakalandığı gibi kendisi de yakalanmıştı. PauPun karşı koymayan kolunu bıraktı ve karşılaşacağı tehlikeye göğüs germek için içgüdüsünün verdiği bir hareketle yarığa doğru döndü. Ve sonra, bir dakika için, korkusunu unuttu.
Çünkü, bulundukları yer birden yıldızlarla dolmugtu..
Daha Önce de insanın gözlerini kör edecek kadar aydınlık vardı, ama bu kadar parlak değildi. Hücum eden alevlerin de hareketleri vardı, ancak bu kadar süratli de-ğüdi. Arzulu çıplak vücutların abanmasıyla yarığın kenarına kadar geldi, fakat umursamadı. Sadece bir çocuk gibi hayretle bakıyordu.
Gözleri kamaştıran beyazlığın arasından, yukarı doğru kıvrılıp, bükülen bîr bulut halinde geldiler. Alevlerin ışığından da parlak, beyaz renkliydiler; parlaklıkları çok saftı ve ışını kolları nebulayı andırıyordu. Alev dalgasının üstünde yükselirken alevlerin parlaklığını soluklaştırıyorlardı. Sanki gülerek, kahkaha atarak geliyorlardı.
Bu düşünceler Comyn için çok garip düşüncelerdi. Fakat her ne sebeptense böyle düşünüyordu. Kahkahalar duyulmamakla beraber, varlığı hissedilir gibiydi. Verdikleri ışıkta, oynaşmalarında kahkahalar vardı.
Alevlerin arasından doğru bembeyaz yıldızlar yükseliyordu. Düzlüğün üstündeki kalabalıktan son bir sayha koptu.
Paul Rogers:
— Bunlar transuran, dedi,
Hayat tohumu olarak nitelendirilen transuran, büyük bir güçle yükseliyordu. Muhtemelen bütün insanlar onun-çocuklarıydı* Comyn, kurtulmak için çabaladı, fakat kafası unutulmuş birçok şeyle doluydu. Eski anılarını hatır-
laması çok garipti, oysa, danseder gibi yükselen transu-canlardan başka bir şey düşünmemesi gerekirdi,
Yukarı doğru yükselen yıldızlar birden şakayık gibi açıldı, genişledi ve yayıldı. Birbirlerinin etrafında dolaşıyor, birleşiyor, ayrılıyor, canlı gibi oynaşıyordu. Comyn, yıldızların parlaklıklarına büyülenmiş gibi boyun eğiyor ve onları seyretmekten zevk alıyordu,
Peter Co ehramı e, ağır ağır mağaraya girdi, peşinden adamları da geliyordu. Gözleri transuranlaa dikilmişti. omyn onları belirsiz bir şekilde görüyordu; onların geri dönemeyeceklerini biliyordu; yoran açık olmakla beraber kaçamayacaklardı. Kendisinin de buradan kurtulup kaçamayacağını hissediyordu.
PauFun eli, kolunun üzerinde, sesi kulaklarındaydı.
— §imdi. anlayacaksın. Bir dakika sonra anlayacaksın.
Çıplak inanların baskısı artınca Comyn, yarığın kenarına biraz daha yanaşmak zorunda kaldı. Düzlüğün diğer ucunda duvara dayanmış zırhlı bir adam vardı. Comyn onun kim olduğunu biliyordu; buraya transuranları bulmaya gelen Stanley, aradığını bulmuştu ve elindeki tüfek parmaklarının arasmda gevşek olarak duruyordu.
Paul'un eli, Comyn *in kolunu kısaca sıktı. Comyn» başını çevirip baktı. Paul'un yüzünde garip bir aydınlık vardı.
Paul gülümseyerek:
— Karar vermek şansın olmadığına üzüldüm, dedi. Fakat Arch, geldiğine çok memnun oldum.
Paul'un söylediği son söz bu oldu. Artık konuşacak zaman yoktu. Comyn, devamlı dönen yıldızlardan başı sersemlemiş bir halde yukarı baktı. Yıldızlar, mağaranın ya-* nan kubbesinden aşağı doğru iniyorlardı.
Canlı alevler halinde sürüldüler. Çıplak insanlar kollarını kaldırmış onları karşıhyorlaröı, Comyn, düşen yüdızların
altında sanki ezilmiş gibi duruyordu. Kollarını hareket ettiremeyecek kadar şaşırmıştı.
Transuran geniş bir sahaya yayıldı; kollarını kendi* sine doğru uzatan çıplak insanları sardı,, onları parlaklığıyla boğdu. Comyn, kalabalık arasında, ezildiğini zannetti. îçinden doğru kopup gelen bazı hisler vardı. Kendisini bu parlak dünyadan ayıran şeylerden kurtulmak arzusuna kapılıyordu.
Comyn, birden hay kırarak kendisini toparlamaya çalıştı. Sesi, insan sesine benzemiyor, boğazlanan bir hayvanın sesini andıryordu. Eirden öfkeyle, kendisini saran yıldızın kollarına doğru aldırdı. Çılgın gibi kurtulmaya çalışıyordu.
Ballantyne gibi olmayı arzu etmiyordu. Paul gibi ruhunu ve vücudunu başka bir şeye satmış olmak istemiyordu. Strang gibi, hücreleri hâlâ canlı olarak yıldızların koynuna atılmak, alevlere hediye edilmek istemiyordu.
Çevresini saran parlak beyazlıkla mücadele etti. Fakat yumrukları duman yığınları arasına dalıp bir şeye-dokunmadan karşıya geçiyordu. Tekrar kaçmak istedi, yine çıplak vücut barajıyla karşılaştı. Bu canlı barajın içinde Transuranlarla başbaşa bırakılmış oluyordu.
Yardım etmesi için Paul'a haykırdı, fakat PaPul ışık peçesi arkasında kaybolmuştu ve kendisine kimse yardım edemezdi.
Umutsuzluk içinde bekledi. Zırhı kalındı ve sağlam* di. Fakat bunlar transuranik kuvvetlerdi, kimse ne olduğunu bilmiyordu, radyasyonları tanınmıyordu.
Elbisesinin ışm geçirmez dokusunun arasından hafif bir sızıntı gibi geçen gücü hissediyordu... Bu güç, gittikçe kuvvetleniyordu. Comyn, elbisesinin içinde kapana kıstırılmış gibi duruyor ve miğferin camından kendisini son derece büyüleyen ışığın etkisi altma girmek üzere olduğunu hissediyordu.
Bu uyarıcı bir histi; tıpkı karlı bir sabah, bulutların arasından süzülen güneş gibi uyarıcıydı. Vücuduna zerre zerre dağılan kuvveti, ve bu kuvvetin dokunduğu yerlerde korkunun kaybolduğunu hissediyordu. Kendisini sisli kolları arasında tutan ateş, beyaz ışık içinde yüzermiş gibi görünüyordu. Çok garip bir gerçek yavaş yavaş Comyn'in beynine işliyordu. Transuranlardan korkması gerekmiyordu.
Sıcaklık ve hayat dalgası yavaş yavaş içine işlemek istiyor, fakat üstündeki zırh arada bir engel teşkil ediyordu* Başındaki miğferin madenini çeşitli, küçük parmaklardan meydana gelmiş beyaz zafer ağır ağır sarıyor, beynini zorluyordu. Paul neden hiç bîr zaman geri dönemeyeceğini anlıyordu. Neden çevresindeki insanların bakışlarından rahatsız olduğunu biliyordu. Vickrey'in gözlerindeki boş-luğunmanâsunı kavrıyordu. Bu* çıplak insanların artık neden uygarlık istemediklerini çözümleyebiliyordu. Başlangıçtaki güç, hayat tohumu, hayat fıskiyesi...
Vücudu kaldırıldı ve parlaklığa doğru uzatıldı. Vücudu parlaklık içindeki beyaz yıldızlara dokunmak istiyordu. Çünkü, onların vereceği kuvvet hücrelerin deki korkuyu, ihtiyacı atacak, yerine hayat tohumunu ekecek, onları ebedileştîrecekti. Paul'un özgür olması gibi kendisi de özgür olmak istiyordu.
Bakire ormanlar, kan dökülmemiş ovalar vardı. Artık açlık, arzu ve zorlukla temin edilebilen ihtiyaçlar olmayacaktı. Gündüz sadece güneş, geceleri ay olacaktı; sonu olmayan bir zaman, üzüntüsüz geçen günler önlerinde uzanacak, ölüm korkusu kalmayacaktı.
Comyn'in beynindeki direniş son haddini buluyor ve şu düşünceyle tartışıyodu.
«Bütün bunların ötesindesin. Bu insan yaşantısı olamaz, insan böyle yaşayamaz. îlkel insan olamazsın, onlar gibi arzusuz yaşayamazsın. "Sakın dokunma!»
Fakat Comyn, bozulmanın ne olduğunu gimd: çok iyi anlıyordu. Dostluğu, arkadaşlığı sadece bir avuç beyaz ı§ığa terke tmesi gerekiyordu. .Transur ani arın dünyası onu çağırıyor, fakat Comyn bu çağınyı duymamaya gayret ediyordu.
Miğferinden süzülen yıldızın parlaklığı şimdi beynine islemeye başhyordu.Bütün kuşkulan» korkulan beyazlığın içinde eriyip kaybolmak üzereydi. Kanmaması gerektiğini biliyordu, ama Cennette bulunabilecek koşullar önüne atılıyordu. Ellerini kaldırıp zırhının kayışları üzerine koydu.
Birisi elini yakaladı. Birisi haykırdı ve meçhul eller tarafından yıldızın sisli kollan arasından çekilip uzaklaştırıldı. Yıldızın parlaklığı şimdi daha da azalmıştı. Hay-kırarak kurtulmaya çalışırken Peter Cochrane'in yüzünü gördü. Miğferin camından biîe Peter'in yüzündeki dehşet ifadesi okunuyordu. Peter Cochrane sesinin bütün gücüyle haykırıyordu. Dönen yıldızlar her tarafta uçuşuyordu. Çıplak insanlardan çoğu iki büklüm, yıldızın ışıklı kollarına uzanmış gibi duruyorlardı. Onların arkasında silâhlı ve zırhlı adamlar bulunuyordu.
Comyn, zırhını parçalayıp çıkarmaya çalışıyordu. Herkes korkuyordu; Peter Cochrane korkuyordu; Bal-lantyne de onlar gibi korkmuştu. Korkularından Comyn'i hayata geri döndürmeye çalınıyorlardı.
— Comyn! Ne yaptığmnı farkında değil misin? Oraya bak!
Comyn, işaret edilen yere baktı. Stanley, artık taş duvara yapışmış durmuyordu. Çıplak adamların yanında duruyordu ve sırtındaki zırhı çıkarmıştı.
— Artık onu kaybettik! Ne olduğunu anlayamadan diğerlerini de kaybettik.
Peter'in yanaklanndan ter süzülüyordu. Öfkesinden , yüzü morarmıştı, Comyn'i çekiştiriyor, onu uzaklaştırıp
kurtarmak istiyordu. Daha Önce ellerinde silah olan adam-lanîiı kurtarmıştı.
Mağaranın karşı ucunda duran Stanley kollarını mağarayı dolduran yıldızlara doğru kaldırmıştı. Stanley de diğerlerine benzemiş, beyaz bulutların arasında kaybolmuştu.
— Kayıp... Comyn haykırdı.
— Yüzüne bakın! Ö kaybolmadı, siz kayboldunuz! Siz! Bırakın beni!
Peter, çaresizlik içinde Comynl oradan uzaklaştırmaya çalışırken.
— Elliyorum,dedL Delilik. Kendi içinde de hissettiğim için biliyorum. Bana karşı koyma, Comyn. Diğerleri artık yardım edilemeyecek durumda, fakat...
Yumruğunu Comyııln miğferi üstüne indirdi.
— Verdikleri hayat değil. Hudutsuz bir hayal, hayatın tamamen zıddı.
Comyn, Tranşurana baktı. Anlamıyorlardı, çünkü korkuları çok büyüktü. Fakat onların yanında kalamazdı. Kendisini tutan ellerden kurtularak ileri doğru atıldı, Arkasından bir tüfeğin namlusu kalktı ,ve ışm kustu.
Comyn'in sırtındaki zırh radyasyonu geçirmezdi, ama gok tüfeğinin ışınlarına dayanamazdı. Mağaranın ışıklan gözlerinin önünden silindi ve kendisini karanhğm kucağına terk etti.
15.
Comyn acıyla kendisine geldi. Sadece vücudunu etkileyen acı değildi; kulakları da garip bir sürtünme sesiyle etkileniyordu.
Ne olduğunu biliyordu. Ama bilmek istemiyordu. în-kâr etmek, bildiklerini yalanlamak istiyordu, ama biliyordu. Sür-vitesin sesi, Sür-vites ve gemi...
* Gözlerini açması gerekiyordu. Gözlerini de açmak istemiyordu, ama iradesi isteğine hakim oldu. Kamarasının metal tavanını ve Doktor French'in yüzünü gördü.
— Comyn?
Doktor Fren eh, sesine tabii bir ton vermek istiyor, fakat pek bağan sağlayamıyordu.
— Artık temizlendin sanıyorum. Roth*la beraber çok çalışmak zorunda kaldık. Fakat şansın iyi gitmiş, ancak çok az bir iz bulabildik. Aldığın zehirin son zerresini d« vücudundan çıkardığımızı sanıyoruz...
Comyn:
— Defolun buradan, dedi.
— Beni dinle! Bir şok geçirdi ve sebebi vardı...
— Defolun!
FrencVin yüzü kayboldu. Mırıltı sesleri ve kapanan kapının gürültüsü işitildi... Artık sür-ivitesin sesinden başka ses duyulmuyordu.
Comyn, yattığı yerde mümkün olduğu kadar hareket etmemeye, düşünmemeye ve hatırlamamaya gayret ediyordu. Gökten inermiş gibi görünen yıldızları unutmasına imkân yoktu.
î>elirmiştit Kaçıp kurtuîabildiği için şanslı sayılmalıydı. Sonu, Ballantyne gibi olabilirdi. Bunu kendi kendisi-nedefalarca tekrarladı. Fakat PauFu düşünmesine engel olamıyordu. Her saniye, Paul'dan, diğerlerinden biraz daha uzaklaşıyordu. Paul ve diğerleri kurtulmuşlardı; kimsenin yaşayamadığı bakır Ay'la aydınlatılmış bir dünyada yaşıyorlardı,
Kadın gibi hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu, ama yapamıyordu. Uyumak istiyor, uyumaya da muvaffak olamıyordu. Bir müddet sonra Peter Cochrane geldi. Nezaket kurallarına uymayan bir kişiliği vardı.
Kara gözlerini Comyn'e dikerek:
— Demek kendini iyi hissetmiyorsun. Kendini iyi hissetmiyorsun, çünkü, sert tabiatlı, sağlam karakterli Comyn'in ve bir gerçekle yüzyüze geldiğin zaman çocuk gibi kadın. Kendi kendini affedemiyorsun.
Comyn, Peter'a baktı, fakat cevap vermedi, Zaten cevap vermek zorunda değildi. Bakışlarında bir şey olmalıydı ki, Peter'in yüzü birden değişti.
— Bak, Comyn, hislerini düzene sokabilirim. French*-in söylediğine göre, Transuranlara karışanlar, korkusu az olan insanlar. Yani, yeteri kadar dikkatli olmayan, içgüdüsü zayıf oîan insanlar.
Comyn sordu.
— Stanley? Peter:
— Evet, dedi. Onu orada bıraktık. Başka ne yapabilirdik? Darbeyi karşılayanı adı ve etkisine kapıldı. Geri getirseydik, Ballantyne'in başına gelenler onun da basma gelecekti. Arzu ettiği gibi onu orada bırakmak daha doğruydu. Belki bilmiyorsun, ama tam zamanında kaçabildik, yoksa hepimiz orada kalacaktık .
Comyn:
— Beni kurtardığın için teşekkür mü bekliyorsun?, diye sordu.
Peter'in yüzünde öfke izleri belirdi, fakat Comyn konuşmasına devam etti.
— Kapıdan girdin ve bir adamı, bir daha bulamaya-*cağıbir hayatı yasamaktan ala koydun, bunun karşmğın-dada teşekkür bekliyorsun, ha?
Oorayn, kalkıp oturmuştu. Peter'in engel olmasına fırsat vermeden konuştu.
— Biliyor musun nedir? Korktun, hem de öylesine korktun ki küçücük Peter Cochrane olarak kalmayı tercih ettin. Korkunun yüzünden bunun zehirlenme olduğunu kabul ediyorsun.
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Uzayda Büyük Sıçrayış - 8
- Büleklär
- Uzayda Büyük Sıçrayış - 1Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3777Unikal süzlärneñ gomumi sanı 205432.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Büyük Sıçrayış - 2Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3805Unikal süzlärneñ gomumi sanı 205432.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Büyük Sıçrayış - 3Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3724Unikal süzlärneñ gomumi sanı 191132.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Büyük Sıçrayış - 4Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3760Unikal süzlärneñ gomumi sanı 204332.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Büyük Sıçrayış - 5Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3713Unikal süzlärneñ gomumi sanı 199631.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Büyük Sıçrayış - 6Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3708Unikal süzlärneñ gomumi sanı 190032.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Büyük Sıçrayış - 7Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3710Unikal süzlärneñ gomumi sanı 197930.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Büyük Sıçrayış - 8Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 1490Unikal süzlärneñ gomumi sanı 95839.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.60.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.