Uzayda Büyük Sıçrayış - 3

Süzlärneñ gomumi sanı 3724
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1911
32.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
46.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
53.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
Stanley, yüzü kıpkırmızı, boğuk sesle:
— Göreceğiz, dedi.
Uzun adımlırla uzaklaştı. Ne Sydna ne de Comyn adamın arkasından bakmadı Comyn, Stanley'i unutmuştu
biîe. Kafası başka şeylerle meşguldü, Zannedersem Bal» lantyne, diye düşündü.
Bir olay .nasıl olur da böylesine uzayıp giderdi.
Sert sesle sordu.
— Bana söylemek istediğin nedir?
— Kabul etmesi zor, değil mi? Belki şimdi New York'a neden gittiğimi anlıyorsundur.
Comyn:
— Bak, dedi. Ballantyne'in yanındaydım, kalbi durmuştu. Kalbini çalıştırmaya çalıştılar, ama bir başarı: sağlayamadılar. Onu gözlerimle gördüm. Ölmüştü.
Sydna:
— Evet, dedi. Biliyorum. Zaten meselenin asıl kancık tarafı da bu. Kalbi hâlâ çalışmıyor. Ölü, fakat tam
değil.
Comyn, müthiş bir korkunun pençesi altında Sydna'ya küfür etti.
— Bir insan hem Ölü olur hem de... Ner'den biliyor* sun ? Onu görmek için sana izin verilmediğini söylüyorsun. Nasıl...
Yeni bir ses:
— Anahtar deliklerinden dinliyor, dedi.
Comyn'in hiç tanımadığı bir adam onlara doğru yürüyordu. Adımlarını atıcından bile adamın çok öfkeli olduğu anlaşılabiliyordu.
— Dinliyor, sonra da konuşuyor. Ağzını sıkı tutmasını Öğrenemeyecek misin? Başımıza belâ açmaktan vaz geçmeyecek misin?
Adamın yüzü, Sydna'mn yüzünün aynıydı, ama güzellikten eser yoktu. Gözlerinde ayni parıltılar vardı, ama bu gözlerde şimdi öfke kıvılcımları parlıyordu. Ağzının* kenarındaki çizgiler oldukça derin görünüyordu. Sanki Sydna'yı yakalayıp elleriyle paralayacakmış gibi öfkeliydi.
Sydna, adamm sözlerine aldırmadı. Onun da gözleri alev alev yanıyordu.
— Beni azarlaman bir şey değiştirmez, Pete, bu bakımdan beni azarlamaktan vazgeçsen iyi edersin, Comyn, bu adam Peter Cochrane, ağabeyim. Pete, bu...
Karanlık bakışlı gözler kısaca Comyn'in üzerinde durdu.
— Biliyorumt onu daha önce görmüştüm.
Sonra dikkatini Sydna'ya verdi. Arkalarından bir yerden Stanley'in Comyn'in gitmesi gerektiğini söyleyen sesi duyuldu, ama kimse ona aldırmadı,
Comyn:
— Nerede?, diye sordu.
— Merih'te. Hatırîayamazsm. O saman kendinde-değildin.
— Comyn, kanla dolu gösterisin üresinden gü-rmeyt* çalışırken duyduğu sesi hatırladı.
— Demek ki partiyi dağıtan sendin, ha?
— Çocuklar yaptıkları isten fazlasıyla memnundu^ lar. Konuşmana fırsat kalmadan ölebilirdim
Birden Comyn'e döndü.
— Şimdi konuşmaya hazır mısın? Comyn, bir adım yanaştı,
— Ballantyne öldü mü ?
Peter Cochrane tereddüt etti. Gözlerinde bakış büsbütün kararmış, yanağında tik belirmişti. Sydna'ya:
— Ah, sen ve gevezeliğin, diye çıkıştı. Sen... Sydna öfkeyle:
— Pekâlâ, dedi. Anladık çok kızgınsın. Canın cehenneme. Sen ve bütün Cochrane kabilesi bu işte bir adım ilerleyemediniz. Bunu sen de biliyorsun. Comyn'in aradığımız cevabı verebileceğini düşünmüştüm.
Comyn tekrarladı.
.— Ballantyne öldü mü?
Bir dakika kadar düşünen Peter:
— Bilmiyorum, dedi.
Comyn yumruklarını sıkarak derin bir .nefes aldı.
— Şu halde başka bir ifade kullanalım, dedi. Ölü olsun veya olmasın onu görmek istiyorum.
— Hayır. Hayır, göremezsin... fakat sonradan öğreneceksin.
Sert bakılarla Comyn'i süzdü.
— Ne istiyorsun, Comyn ? Ortak olmak için bir fırsat mı arıyorsun?
Comyn, Stanley'i işaret etti.
— Ona 2aten söylemiştim. Merih'teki adamlarınıza da söylemiştim. Paul Rogers'in b^ına gelenlerin ne olduğunu öğrenmek istiyorum.
— Sadece dostluk hatırı için mi? Çok zayıf bir sebep r değil mi, Comyn ?
Comyn:
Comyn:
— Dostluktan da ileri bir sebep, dedi. Paul Rogers, bir kere hayattmı kurtarmıştı. Gerekmediği ve zorunlu olmadığı halde benim yerime Ganymede'de karşı oynadı. Daha sonra ne olduğunu anlatabilirim. Asıl mesele, borcumu ödemek istiyoram. Cochrane'leri darmadağınık etmem bile gerekse onun taşma gelenleri öğreneceğim.
— Anladığım kadarıyla Cochmne'lerden pek haşlanmıyorsun ?
Comyn öfkeyle:
— Onlardan kim hoşlanıyor ki?, dedi. Ballantyne'le bir futbol topu gibi oynamakla kötülüğünüzü ispatlıyorsunuz. Gemisine, günlük defterine el koymakla her şeyinizi ortaya koyuyorsunuz. Büyük Sıçrayışı sanki küçümsüyor-sunuz.
Peter de öfkeyle cevap verdi.
— Bir şey hususunda anlaşalım. Gemi ve yıldızlara
yapılan yolculuk tamamen bize ait. Günlük defterin yazılması söylediğimiz yerde kesilmiş. Ballan tyne'i buraya hayatını kurtarabilmek amacıyla" getirdik...
Sanki, hatırlamak istemediği anılarmın etkisiyle birden sustu.
Comyn buz gibi bir sesle:
— Onu bana gösterecek misiniz?, diye sordu.
— Neden göstereyim? Neden seni tekrar Dünyaya göndermiyorum ?
Comyn asık suratla ve ciddî bir ifadeyle:
— Çünkü, dedi. Bir şey bildiğimi biliyorsunuz ve bunu öğrenmek istiyorsunuz.
Stanley, heyecanla Peter'e:
— Bir şey bildiği yok, dedi. Nasıl bilirki? Ballantyne komadaydı ve konuşacak durumda değildi. Blöf yaparak işe karışmak, hisse almak istiyor.
Peter Cochrane:
— Belki, dedi. Öğreneceğiz. Pekâlâ, Comyn. Bir şey bildiğine beni inandırdın ve Ballan tyne'i göreceksin. Fakat bunun ötesinde başka bir söz vermiyorum. Ben Cochratte'-lerden sadece birisiyim, durum bütün Cochrane'Ieri İlgili endirir. Diğerleri bu akşama kadar buraya gelecek ler. O zaman konuşup anlaşabiliriz. Tamam mı?
Comyn başıyla evetledi.
— Tamam, anlaştık,
— Ne biliyorsun? -Comyn:
— Fazla bir şey değil, dedi,
Elindeki küçük kozu çok iyi oynaması ve gerisinin kuvvetli olduğu kanısını uyandırması gerekiyordu.
— Fazla bir şey değil. Fakat, uzayda transuranik bir dünya olduğunu öğrenmek bütün insanları son derece ilgilendirecektir.
Bir dakika kadar süren bir sessizlik oldu. Peter'in yüz ifadesi değişmemişti, ama Stanley'in yüzü gri bir renk almıştı.
Sydna sessizliği bozdu.
— Biliyor. Ve bu sebeple birisi onu öldürmeye teşebbüs etti.
Peter Cochrane keskin bakımlarını kız kardeşine çevirdi.
— Saçma! Ölüsü kimsenin işine yaramaz ki! Comyn:
— Şimdi Ballantyne'i görecek miyim?, diye sordu. Cochrane, Comyn'e döndü.
— Evet. Sen kendin kaşındın. Sydna, sen burada kal, bir gün için yeteri kadar karışıklık çıkardın.
— Benim de niyetim bu. Ayrıca, içkiye ihtiyacım var.
Comyn, Peter Cochrane'in peşinden koridorda yürüdü. Koridorun sonunda kayarak açılan demir bir kapı vardı ve bu kapının ardında aşağı doğru inmek için kullanılan bir asansör bulunuyordu. Comyn, terlemeye başlamıçu bile. Gömleği sırtına buz gibi yapışıyordu. Kalp atışları hızlanmıştı, ama düzensiz çırpınışlar yaptığı için nefes almayı güçleştiriyordu. Peter Cochrane'in yüzündeki hatlar derinleşmişti. Sanki bir müddetten beri hiç uyumamış gibiydi. Stanley, düşüncelerine gömülmüş bir tavırla onlardan fciraz uzakça duruyordu. Bakışları Comyn'le Peter arasında dönenip duruyordu. Çenesin deki bir adele nabız gibi atmaya başlamıştı.
Asansörün durması üzerine dışarı çıktılar. Cochrane'-lerin büyük malikânelerinin altındaki bu hücreleribilmeyen yoktu. Büyük kubbenin havasını ve aydınlatmasını temin eden makineler hep burada bulunuyordu. Hücrelerden bazıları yiyecek depoları haline getirilmişti. Yürüdükleri taş zemin, büyük pompalarm çalışmasıyla hafif hafif titriyordu.
t
Cochrane, yapılacak bir katliamı tanık olarak görmeye zorlanan bir adam gibi yürüyordu, öomyn, adamın buraya çok sıkı gelmekte olduğunu tahmin etti. Stanley, iki adamın arkasından ayaklarını taş zeminde sürüyerek yürüyordu.
Peter Cochrane bir kapının önünde durdu. Kimseye bakmıyordu.
— Sen neden burada kalmıyorsun, Bili? Stanley:
— Hayır, diye cevap verdi.
Comyn'in ağzı kurumuştu. Ağzında kekremsi bir tat vardı. Bütün sinirleri sanki kopacak gibi gerilmişti.
Peter Cochrane elini kapının tokmağına koyduğu halde hâlâ tereddüt ediyordu.
Comyn:
— Haydi, haydi!, dedi.
Sesi fısıltı halinde ve boğuk çıkmıştı.
Cochrane kapıyı itip açtı.
Oda kayaların içine uyulmuştu. Kısmen hastane kıa-mende laboratuvar olarak döşenmişti. Tavanda kuvvetli bir ışık yanıyordu. Odada iki kişi ve bir «Şey» vardı.
Comyn, genç doktoru Merih'te görmüştü. Şimdi Merih'teki kadar genç görünmüyordu. Diğer adamı tanımıyordu, ama onun yüzünde de yorgun bir ifade vardı. Sinirli bir tavırla kapıya doğru döndüler. Kapının aniden açılmasında şaşırdıkları belliydi. Genç doktor, Comyn'e bakınca gözleri büyüdü,
— Yine mi sen, dedi. Nasıl oldu da... Cochrane, aceleyle:
— Nasıl geldiğine boş ver doktor, dedi.
Doktora bakıyor, bakışlarını odadaki her şeyde dolaştırıyor, fakat beyaz karyolaya bakmaktan kaçmıyordu. Karyolanın kenarlarına demir korkuluklar konmuştu.
— Durumda bir değişiklik var mı?
Comyn, görüşünü kaybettiğini zannetti. Birkaç adım atmış, doktorların, laboratuvar âletlerini Ötesindeki beyaz karyolaya doğru bakmıştı. Işık gözleri kamaştıracak parlak ve kuvvetliydi. Işık doğrudan doğruya yatağın üstünü aydınlatıyordu. YaYtak haricinde her şey karanlıkta kalmış gibiydi,
Doktorların sesi sanki başka dünyalardan geliyordu.
— Değişiklik yok. Roth'la beraber son olarak.,.
Comyn düşünüyordu.
«Hayır. Merih'te zaten kötüydü. Onun haykırdığım sonra öldüğünü görmüştüm. Kimse buna bakmamak.»
Başka bir ses duyuldu.
— Buluşumun ne olduğunu daha önce söylemiştim, Kimse yapamadığına göre görüşümü ispatladım. Âletlerimin, sınırı -dışına çıkamam. Bunun yeni bir ilim bulunana kadar beklemesi gerekiyor.
Ses, son derece heyecanlıydı. Cochraneln cevabı duyuldu.
— Buluşumun ne olduğunu daha önce söylemiştim. Kimse yapamadığına göre görüşümü ispatladım. Âletlerimin sının dışına çıkamam. Bunun yeni bir ilim bulana kadar beklemesi gerekiyor,
Ses, son derece heyecanlıydı. Cochrane'in cevabı duyuldu.
— Biliyorum, Roth. Biliyorum.
Sesler, insanlar, gerginük, korku... bütün bunların hepsi sanki ışığın aydınlatmadığı yerlerde kayboluyordu. Comyn, ne yaptığının farkında olmadan karyolanın üst demirine yapıştı. Bir müddet olduğu yerde kaldıktan sonra içini büyük bîr korkunun sardığını hissetti.
Kenarlarına demir korkuluklar konmuş olan karyolada yatan «Şey» Ballan t yne'den başkası değildi. Adamın ölü olduğu kuşkusuzdu... Ballantyne'in Ölü yüzünü saklayacak bir örtü yoktu; göğüs kafesi kımıldamıyordu; derisinin altından
görünen damarlarında hiç bir hareket yoktu ve yüz.„
Ölüydü, ama kımıldıyordu.
Bailanıyne'i ilk gördüğü zamanki gibi .yüz adeleleri seğiriyordu. Şu andaki görünüşüyle sanki Ballantyne kalıbını terketmiş, başka bir kalıba bürünmüştü. Beyinsiz, kör, kupkuru bir iskelet halindeyatıyordu. Sadece parmakları açılıp kapanıyor ve başı iki tarafa sallanıyordu.
Sebepsiz kımıldamalardı. Yatak çarşafının hışırtısı olmasa insan karyolanın sallandığını düşünebilirdi,
Conıyn boğuk bir ses duydu. Konuşmak istiyor fakat sesi boğazında düğümlenip kalıyordu. Karyolanın demirini bıraktı. Ondan sonra ne bir şey gördü ne bir şey duydu. Sert bir şeye çarpınca kendisine gelir gibi oldu. Soluk soluğa nefes alıp titreyerek olduğu yerde durdu. Yavaş yavaş cdanm dönmesi durdu ve tekrar düşünmeye başladı.
Peter Cochrane:
— Gelmek ve görmek istemiştin, dedi.
Comyn cevap vermedi. Mümkün olduğu kadar çabuk yatağın yanından uzaklaştı ve arkasını döndü. Yatak çarşafının hışırtısını hâlâl duyuyordu.
Cochrane, doktora döndü.
— Bilmek istediğim şu, dedi. Ballantyne tekrar hayata dönebilir mi? Yani insan olarak?
Doktor eliyle kararlı bir hareket yaptı.
— Hayır. Ballantyne ölmüştür. Kalp yetersizlğinden ölmüştür. Fizyolojik standardlara göre ölmüştür. Beyin hücreleri canlılığını kaybetmek üzere. Fakat vücudunda bilmediğimiz fizyolojik bir canlılık var. Ben de buna... canlılık diyemem.
— Ne çeşit bir canlılık var, doktor, bilim adamları olmadığımızı biliyorsun ?
Doktor tereddüt etti.
— Ballantyne öldüğü zaman vücupttaki hücrelerde
normal metabolizma faaliyeti durdu. Fakat bazı artıklar var ki canlıliğını koruyor. Bizim için tamamen yeni bir şey. Hücrelerdeki canlılık biyoşİmik metabolik enerji değil. Belirli transılranik elemanların verdiği bir canlılık gibi görünüyor.
Comyn birden başını kaldırıp doktora baktı.
Coehrane tane tane:
— Yani, bir çegit radyoaktif zehirlenme mi geçirdi?, diye sordu.
Doktor başını sallarken Roth kesin bir ifadeyle:
— Hayır, radyoaktif zehirlenme olmadığı muhakkak, dedi. Ballantyne'in vücut hücrelerinin emdiği kimyasal elemanlar bizim kimyasal bilgimizin dışında. Hattâ, transu-nanik laboratuvarımız bile bir sonuç alamadı. Transuranik elemanlar radyoaktif etki yapmazlar, enerjiyi boşaltırlar.
Hep beraber karyolada yatan iskelete baktılar. Coehrane:
— ŞŞu halde, dedi. Onun hareketleri sadece refleks mi?
Doktor başım «evet» anlamında salladı,
— Evet. Yapıcı hücrelerin citoplazması, kas lifleri gibi, enerji akımıyla devamlı olarak hareket ediyor.
— Fakat gerçekten de öldü mü?
— Evet, ölü.
Stanley, birden sessizliği bozdu.
— Ballantyne'i ne yapacağız? Onu topluma gösteremeyiz. Büyük bir gürültü kopacak, incelemek isteyecekler ve her şey açıklanmış olacak-
Coehrane:
— Hayır, onu topluma gösteremeyiz, dedi. Sonra Stanley'e:
— Dünya Haber Servisini telefonla ara, dedi. Bal-lantyne'i gerektiği gibi gömeceğimizi ve törenin bütün dünyaaa izlenmesini arzu ettiğimizi bildir.
— Bütün Dünya mı? Peter, sen delisin,..
— öyle miyim? Belki de. Ballantyne'in yakın akrabası olmadığına göre bize kimse engel olamaz. Bir saate kadar Mare Imbrium'un Kuzey-Batı köşesine bakmalarını söyle.
Comyn, derin bir nefes aldı ve öne doğru bir adım attı. Cochrane, Comyn'e baktı, sonra bakışları karyolada ,yatan adama gitti.
— Nasıl hissettiğini anlıyorum, dedi. Ayrıca, uzun bir yolculuktan döndü, istirahat etmek hakkıdır.
Hep beraber çıktılar. Asansörle tekrar koridora geldiler. Serin havada bahçede çiçeklerin hoş kokusu vardı.
Comyn'in kulaklarında hafif bir fısıltı dolaşıyordu.
«Tanrım, neden transuranik'e rastladık...»
Bîrden hastalandığını hissetti. Yaşadığı müddetçe bu fısıltı kulaklarından gitmeyecekti.
Sydna bekliyordu. Cochrane ve Stanley tasarladıkları -cenaze töreninin ayrıntılarıyla uğraşıyorlardı. Sydna*nm, Comyn'in koluna girerek onu bahçenin üstündeki günegli terasa çıkardığını fark bile etmediler.
Sydna, Comyn'in eline bir içki kadehi tutuşturdu ve Tjekledi,
Comyn, yeni yeni kendisine geliyordu. Konuşmak üzere ağzını açarken Sydna engel oldu.
— Sakın bana söyleme, hayır!
Bir dakika sonra Comyn'e yaklaştı ve mırıldandı.
— Şaşırmış görünme sakın, çünkü bizi pencerelerden görebilirler. Comyn, buradan şimdi gider misin? Seni götürebilirim.
Comyn, genç kadının yüzüne dikkatle baktı.
— Ne oldu?
— Uzun müddetten beri aşağıdaydınız, Aüe efradı .gelmeye başladı. Comyn...
— Fazlaca içmişsin.
— Keşke daha fazla içseydim! Beni dinle, seni burayla ben getirdim. Ballantyne'in durumuna deli oluyordum ve seni buraya kadar sürükle dim. Halen imkân varken seni buradan götürebilirim.
Comyn'in bakımları sertti.
-— Kazanca ortak olacağımı mı düşünüyorsun?
— Koca sersem! Sen Cochrane'Ieri tanımıyorsun. Bu mesele çok büyük ve incinen kimseler çok olacak.Gidecek misin ?
* Comyn, başını şiddetle salladı.
— Gidemem.
Sydna gözlerini kısarak Comyn'e baktı, sonra merhametsiz bir sesle:
— Arkadaşın Paul Rogers'i hâlâ bulmak istediğinden emin misin ?, diye sordu.
Comyn, bu soruya cevap vermek zorunda olmadığına memnundu. Çünkü, hava sızdırmayan bir kamyon büyük Ay ovasında ileri geri dolaştıktan * sonra oldukça uzağa gitti. Şimdi bir nokta halinde görünüyordu. Bir müddet kaldıktan sonra tekrar geri döndü.
Sonra, gözlerinin önünde, bütün Dünyanın gözü önünde, Mare îbrium üzerinde büyük atom mantarı parladı, alevler uzandı, sonra tıslayarak buhar halinde kayboldu* Bütün dünyanın bakışı altında kahramanlara özgü tören bitmişti. Comyn, yumruklarını gevşetti. Sydna, eline bir şey sıkıştırdı.
Bu, hâlâ kaimin vücut sıcaklığım taşayan bir şok tabancasıydı.
Sydna:
— Haydi bakalım, dedi. Gsl de ailemle tamg.
6.
Girdikleri salon hayatında gördüğü en garip salondu. Her şeyden önce oldukça küçük sayılabilirdi, içindeki mobilya sanki birbirain üstüne yığılmış gibiydi ve en azından üç asırlıktı. Koltuklar, büyük kanepe ve sandalyeler hep eski tipti. Duvarlardan biri üzerinde küçük delikler bulunan camdandı; diğer üç duvar, çiçekli duvar kağıdıyla kaplanmıştı. Üzerinde mermer bir raf olan şömine, Aydaki bu süper model yapıda çok eski kalıyordu.
Altı veya yedi kirşi oturmuş konuşuyorlardı, fakat Comyn'Ie Sydna'nın edaya girmesi üzerine sustular ve gözlerini Comyn'e diktiler. Comyn, kendisini hoşnutsuz karşılayan bu kimselerin tuzağına düştüğünü hissetti. Stanley, odanın bir köşesinde, yuvarlak yüzlü bir kadının yanında oturuyordu. Şöminenin önündeki büyük bir koltuğa gömülmüş oturan yaşlı adam bütün dikkati üzerinde topluyordu.
PePter Cochrane:
— İşte bu adam, Büyükbaba, dedi.
Peter Cochrane, sanki imkânsızlıklarla uğraşan bir insan gibi çökmüş görünüyordu.
Büyük koltuğa gömülmüş oturan yaşlı adamın ses] duyuldu.
— Sen, buraya gel.
Comyn, koltuğun önüne gitti ve yaşlı adamın iki kor parçası gibi parlayan gözlerine baktı.
— Sen, Jonas Cochrane'sin, dedi.
Adamın çok yaşlı olduğu yüz hatlarının derinliklerinden belliydi. Yüzünün derisi kırışıktı .Sanki hayatta olan sadece gözleriydi. Üzerinde yünlü bir sabahlık vardı. Sabahlığın ön kısmındaki sigara külü izleri göze çarpıyordu.
Başının üzerindeki mermer rafta, küçük bronz papuç-lar, Cochrane Firmasının iki gemisinin küçük bir modeli, eski tip bir evi gösteren bir resim ve Sioux Kabilesinden Kızılderili bir şefin minyatür büstü vardı.
İhtiyar Jonas gururla:
— Atından-Korkan-îhtiyar-Adam, dedi. Anne tarafından, akrabam.
Bir an sustu sonra ses tonunu değiştirmeden konuşmasına devam etâ.
— İşime karışılması hoşuma gitmez, özellikle amatörler tarafından. Başımıza belâ oldun, Comyn.
Comyn yumuşak sesle sordu.
— Beni öldürtmeye karar verecek kadar mı belâ oldum?
Jonas Cochrane'in gözleri parıldadı ve çizgi halinde kısıldı.
— Cinayet »aptallıktır, dedi. Şimdiye kadar hiç düşünmediğim bir konu. Neden söz ediyorsun?
Comyn anlattı.
Jonas, ileri doğru eğildi ve Comyn'in arkasına baktı. — İçinizden biri sorumlu olabilir mi? Peter? Peter ters sesle:
— Böyle bir şey düşünmem, dedi. Hannay'ı çağırayım.
Dışarı çıktı. İki kişi daha gelmişti. Comyn, yeni gelenlerin kim olduklarını tahmin edebileceğini düşündü. Sydna'nın diğer iki kardeşi. Biri, Peter'e son derece benzemekle
beraber sert bir görünüşü yoktu. Diğeri, daha yuvarlak yüzlü, neşeli tavırlı bir adamdı. Kır saçlı bir adam vardı. Dudakları çelik kadar sert görünüşlü ve inceydi. Comyn, bu adamın Jonas'ın oğlu olduğunu tahmin etmekte güçlük çekmedi. Adamın asık suratının anlamı açıktı. Jonas fazla yaşamıştı.
Başka Cochrane'ler de vardı. Bunlardan biri Stanley*-in yanında oturan genç kadındı. Kaçamak bakışlarla Comyn'e bakıyordu. Bu kadın, Sydna'nın kuzeni olmalıydı. Stanley, Blllontyne'den kurtulduğuna memnun görünmüyordu. Karısının fışıltılı konuşmasına ters tere- cevaplar verdiği açıkça belli oluyordu. Onların yanında orta yaşlı bir kadın oturuyordu. Kadının yüzü Sioux'Iu şefi andırmakla beraber, Kızılderili şefin yüzü daha dostça bir ifade taşıyordu.
Sabırsız görünüyordu. Nihayet:
— Baba, dedi. Neden bu adamla vakit kaybediyoruz? Bu kadar yolu iş tartışması yapmak için geldim ve hiç bir sebep göremiyorum ki...
Jonas ekşi sesle:
— Bir sebep görmediğin muhakkak, dedi. Aptalsın. Her zaman aptallık edersin, Sally. Oturduğun yerden kımıldama ve beni rahatsız etme.
Birisi kıkırdadı. Jonas'ın karısı ayağa fırladı.
— Babam ol veya olma, dedi. Böyle konuşmalara tahammül edemem! Ben...
Jonas, kızının söylediklerine aldırmadan bir sigara yaktı. Ellerinin titrediğini görmek mümkündü. Kadının yanında oturan kılından başka herkes memnun görünüyordu.
— Anne, sen büyükbabama aldırma ,diye fısıldadığı-duyuldu.
Jonas, yorgun bakışlarını kadınların üzerinde dolaştırdı.
— Kadınlar, diye bağını üzüntüyle salladı. Peter Cochrane geldi.
— Comyn, dedi. Hannay, onu bayıltıp tuvalette bıraktığım söylüyor. Bütün bildiği bu kadar. Seni takip eden Jtimseyi görmediği gibi sana ateş edildiğini de görmemiş.
Comyn omuz silkti.
— Görmemesi normal. Baygındı, Ayrıca, diğer adam Hannay'dan çok daha ustaydı.
Stanley:
— Üzerine ateş edildiği hususunda sadece Comyn'in sözüne güvenmemiz gerekiyor, dedi.
Peter:
— Seni susturmak isteyen bir kimse olamaz ma, Comyn; dedi. Düşmanların muhakkak vardır ve.-.
Comyn:
— Tabiî, dedi. Fakat adam onlardan biri değildi. Ayrıca,, düşmanlarım beni öldürecek kadar benden nefret etmezler.
Stanley omuz silkti.
— Nerden biliyorsun? Her neyse, senden başka kimse için önemli olduğunu sanmıyorum.
Jonas yumuşak bir sesle:
— Oh, önemli olduğu muhakkak, dedi. Sen de aptalın birisin, Stanley, aksi takdirde tahmin edebilirdin. Eğer doğru söylüyorsa, birisi onun Cochrane'Ierle konuşmasını istemiyor demektir. Birisi, bildiklerini bize söyîemektense Comyn'in ölmesini tercih ediyor. Bu da demektir ki,..
Sözünü yarıda kesti ve keskin gözlerini Comyn'e dikti.
— Cesaretlisin, fakat bu basit bir yetenektir, insanın kafası çalışmazsa cesaretinin değeri yok demektir, Kafrm da çalışıyor mu? Benim söylemek istediğim şeyi devam ettirebilir misin?
Comyn:
— Kolay, dedi. Kendi kampınızdan biri tarafından atlatılmak üzeresiniz veya aldatılıyorsunuz,
Odada gürültülü konuşmalar oldu. Jonas'ın kır saçlı oğlu ayağa kalktı, yüzünü Comyn'in yüzüne yaklaştırdı ve haykırdı.
— Sadece bu konuşmandan yalan söylediğin belli! Hiç bir Cochrane, kendisinden olan bir şeyi satmaz!
Bu söz üzerine Comyn kahkahayı bastı. Peterln yüzüne vahşi bir ifade geldi: Gözleri tehlikeli parıltılarla yanıyordu.
— Korkarım ki George amca.nın fikrine iştirak ediyorum. Comyn'in söylemek istediği içimizden bir hainin çıkması ihtimalidir. Bildiği baz: şeyler var. Comyn'i öldürmek isteyen bildiklerini bize anlatmasını istemiyorlar. Fakat özel, yani bmra bilmediğiniz şeyler olduğunu sanmıyorum. Eallantyne'm gemisini, günlük defterini, jurnalini, her şeyi inceledim. Stanley de benimle beraberdi. Sonra George amcayla Sim on geldiler.
Peter'in kardeşi Simon neşeli bir sesle atıldı.
— Evet, Peter doğru söylüyor. Hepimiz bir anadaydık. İşimiz bitene kadar da gemiye giren olmadı. Kimseyi ilgilendirebilecek bilgi de yokta. Peter'in söylediklerini her zaman kabul ederim. Ayrıca, çok saçma olurdu. Bütün Cochrane'Ier eşit Ölçüde pay alırlar.
Simon, Comyn'e yan yan baktı. Bakışlarında eğlenen bir insanın ifadesi vardı.
Comyn:
— Aranızda geçenler beni ilgilendirmez, dedi. Bütün ilgim, Paul Rogers'in sağ olup olmadığını Öğrenmek ve sağsa onu geri getirmek.
İhtiyar Joros'a döndü.
— İkinci Büyük Sıçrama, yapılacağı muhakkak. Ben de gitmek istiyorum.
fete, kafasHidakileri birden ortaya atmıştı. Nihayet, günlerden beri kafasında kurduğu plânı açıklamıştı. Peter Cochrane öfkeyle:
— Sen mi gideceksin?, dedi. Kendini ne sanıyorsun, 'Comyn... Beyaz Şövalye mi? Eğer Eogers veya diğer üç Jrişi sağaa ,onları biz bulup getiririz.
Comyn başım salladı.
— iş yok. Cochrane'Ier daima önlerinin açık olmasını, yollarının üzerinde kimsenin bulunmasını istemezler. Daha kabaca söylemek gerekirse, sizlere itimadım yok,
Yine gürültülü konuşmalar oldu. SaJîy Cochrane'in sesi herkesten çok çıkıyordu, ihtiyar Jonas elini kaldırdı.
— Susun, dedi. Hepiniz susun.
Parlak gözlerini Comyn'e dikti. Bakışları çok keskindi.
— İstediğin şeyin ücretini Ödemen gerekir, Comyn. tJcret de oldukça kabarıktır.
— Biliyorum.
Odada çıt çıkmıyordu, Sally Cochrane ileri doğru uzandığı zaman kolundaki kaim bileziklerin sesi açıkça duyuldu. Odada bulunanların hepsi Comyn*in söyleyeeekle-riyle Hgilİydİ, özellikle ihtiyar Jonas bütün dikkatini Comyn'e yöneltmişti.
Jonas:
— Ballantyne ölmeden önce... konuştu mu?, diye sordu.
— Evet, konuştu.
— Fakat ne kadarını söyledi, Comyn? Ne kadarını? Transuranik yeterli değil.
Jonas yerinde doğruldu. Kemikli vücudunda hâlâ enerji kırıntıîan vardı.
. — Bana şantaj yapmaya kalkma, Comyn. Beni, baş-ıkalarana gitmekle de tehdit etme. Burada, Ay üzerindeki
bir bava kabarcığı içindesin ve çıkamazsın. Anladın mı? Arzu ettiğim sürece burada kalacaksın, bu bakımdan kimseyle konuşamazsın. Burasını daha önce de böyle amaçlar için kullanmıştık. Şimdi, anlat bakalım.
Odada bulunanlar nefes almaktan bile kaçmıyorlardı. Herkes hoşnut olmayan bakıglarla Comyn'e bakıyor, bekliyordu.
Comyn ağır ağır:
— Hayır, dedi, Transuranik yeterli olmaz. Zaten bu kadarını Ballantyne'in vücut hücrelerinden Öğrendiniz. Fakat dahası da var.
Sessizlik. Çevresinde gözlerden kurulu bir çember, bakışlar sert ve arzulu...
— Balla.ntyne, gezegenden ayrıldığı zaman Rogers sağdı. Diğerlerinin de sağ olabileceğini düşünüyorum. Kendisini terk etmemesi için Paul'a yalvarmış... Geriye yalnız dönemeyeceğini söylemiş.
Soluk renkli dil, soluk dudakları yaladı.
— Şu halde inmiş. Vücudunda transuranik elemanlar bulduğumuz zaman bunu tahmin etmiştik. Devam et, devam et!
— Yanılmıyorsam Ballantyne'i körükleyen, kapının kilidini açmak için kullandıkları matkabın sesi oldu. Diğer sesleri de hatırlamasına sebep oldu. Yıldız yolculuğu hakkında konuştu.,. Cehennem asabı olmalı. Ve sonra...
Ballantyne'in sesini, yüzünü ve yüzündeki ifadeyi hatırlayın Comyn'in içi titredi.
— Bi rşey veya birisi Paul'e sesleniyor muş ve Bal-lantyne, dinlememesi için ona yalvarmış.
Joan, haşin bir ifadeyle sordu.
— Kim? Ne?
— Transuran dediği bir şey. Onlardan korkuyordu. Zannedersem diğerleri gitmişti ve PaPul da gitmek üzereydi. Onlardan korkuyordu ve korkusundan haykırdı.
Jonas:
— Ve hepsi bu kadar, dedi,
Gözleri buğulandı; perdeleri kapalı pencereyi andırıyordu.
— Zaten Öldüğü zaman haykırıyordu. Comyn, konuştuğu zaman sesi normaldi.
— Oh, hayır. Hepsi bu kadar değildi.
Sessizlik. Comyn bekledi. Jonas da bekliyordu Sanki çok derindi. Comyn, kalp atışlarının duyulduğunu düşünüyordu. Sanki bütün Cochrane'Ierin kalp atışlar im duyduğunu ve yalan söylediğini zannetti. Birden hepsinden nefret ettiğini düşündü. Hepsi çok büyük, çok kuvvetli ve kendilerinden çok emindi. Çok fazla şey istiyorlardı. Şu anda Paul'un ve diğerlerinin Ölmüş olduğunu bilse de Cochrane'lerle sırf plânlarını bozmak için mücadele edecekti. Başkalarını dama taşı gibi kullanmakta çok usta insanlardı .
Onlardan birinin kendisini öldürmek istediğinden emindi.
Jonas hâlâ, bekliyordu.
Comyn gülümsedi.
— Gerisini de anlatacağım, ama Barnard yıldızına indiğim zaman.
Stanley patladı.
— Blöf. Sadece aldatıyor. Cehenneme kadar yolu olduğunu söyleyin.
George Amca öfkeli öfkeli konuşuyor, Peter lâfa karışmaya çalışıyordu. Fakat koltuklta oturan yaşlı adam üç kelimeyle hepsini susturdu.
— Bir dakika durun.
Gözlerini Comyn'den ayırmamıştı...
— Bir dakika durun. Düşünülecek bir durum. Eğer blöf yapmıyorsa, orada faydalı olabilir. Eğer blöf büe yap-mcs olsa, onu da beraber götürmemiz doğru olur.
Aile efradı Jonas'm söyledikleri üzerinde düşündü. Stanley'den başka herkes tarafından olumlu kargılanmıg.
Comyn, Jonas'a baktı ve ağır ağır:
— Yaşlı kurtsun, değil mi?, dedi. Jonas güldü.
— Barnard yıldızına gitmek istiyor musun istemiyor musun?, diye sordu.
Comyn dişlerinin arasından:
— Pekâlâ, dedi. TeTklifini kabul ettim..
— Dünyaya gitmeyeceksin. Çevresinde oturanları teker teker süzdü.
— George dışında hiç biriniz buradan ayrılmayacaksınız. Yapacağımız her şeyi burada, Ay üzerinde yapmalıyız. İkinci gemi yola çıkmadan hiç bir aksaklık istemiyorum.
Stanley itiraz etti.
— Peki, kurul kararı ne olacak? United ve Trans-WorId uzaya açılmak için karar almak üzereler. Eğer elimiz kolumuz bağlanacak olursa...
Jonas:
— Kimse bize engel olamaz, dedi. George ve avukatlarımız onlara mani olacaklardır. Peter, hazırlıklara bağla. İşin sorumluluğunu sana veriyorum.
İhtiyar adam yorgunlukla gözlerini kapadı.
— Şimdi beni yalnız bırakın, hepiniz gidin. Yorgunum.
Comyn de diğerleriyle bsraber büyük hol a çıktı. Okul çocukları gibi teneffüse çıkmış olduklarını Öfkeyle düğündü,
Diğerleri ona aldırış bile etmediler. Hepsi yüksek sesle konuşuyordu. Stanley hâlâ itiraz ediyor, Sall Hatâ cırlak sesle yakınıyordu. Peter Cochrane'in otoriter sesi hepsinin susmasına sebep oldu.
— Hazırlığa başlasak iyi olacak. îşi burada yapacağımıza göre atelyenin kurulması ve teknik personelin bulunması gerekiyor. Nielsen ve Feîder işin bu yönünü hallederler. Onları buraya çağır, Bili.
Stanley yine itiraz etti.
— Fakat Eallantyne'in sürvitesini başka bir gemiye burada koymamız imkânsız...
Feter Cochrane, Stanley'in konuşmasını yarıda kesti.
— Burada çalışmamız şart. Yeni Pallar sınıfımızdan biri. Buradaki hücreler onu alabilecek durumda. Haydin çalışmaya başlayalım.
Comyn, arkasını döndü ve daima tartışa.n gürültülü gruptan uzaklaştı, Sydna'nın seslendiğini duyduğu halde dönüp bakmadı. Artık Cochrane'lerden usanmıştı. Cochra-ne'lerin arasına karışmış olması içini korkuyla- dolduruyor, tüylerini diken diken ediyordu. Bu işin içine gömülmüş olduğunu inkâr edemezdi.
Koridorların tavanları yüksekti. Adım sesleri sanki kendisiyle alay edermiş, gibi yankı yapıyordu. İstediği kadar yürüyebilir, bahçede dolaşabilirdi, ama. yine de Ay'ın üzerindeki bu kubbenin altından kurtulamazdı. Aynı zamanda, bu kubbenin altında kendisini ölüm bekliyordu. Daha önce öldürmeye teşebbüs eden kimse yine deneyecekti, hem de ölümünü garanti etmek üzere harekete geçecekti, yani Arch Comyn'in Bernard yıldızına gitmemesini garanti etmek isteyecekti.
Eğer oraya gidecek kadar yaşarsa, Ballantyne'in nereye inmiş olduğunu soracaklardı, O zaman ne cevap verecekti?
îşte, bu sorunun cevabını bilmiyordu.
7.
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Uzayda Büyük Sıçrayış - 4
  • Büleklär
  • Uzayda Büyük Sıçrayış - 1
    Süzlärneñ gomumi sanı 3777
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2054
    32.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    47.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    54.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Uzayda Büyük Sıçrayış - 2
    Süzlärneñ gomumi sanı 3805
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2054
    32.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    54.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Uzayda Büyük Sıçrayış - 3
    Süzlärneñ gomumi sanı 3724
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1911
    32.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    53.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Uzayda Büyük Sıçrayış - 4
    Süzlärneñ gomumi sanı 3760
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2043
    32.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Uzayda Büyük Sıçrayış - 5
    Süzlärneñ gomumi sanı 3713
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1996
    31.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Uzayda Büyük Sıçrayış - 6
    Süzlärneñ gomumi sanı 3708
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1900
    32.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    48.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    55.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Uzayda Büyük Sıçrayış - 7
    Süzlärneñ gomumi sanı 3710
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1979
    30.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Uzayda Büyük Sıçrayış - 8
    Süzlärneñ gomumi sanı 1490
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 958
    39.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    54.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    60.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.