Uzayda Büyük Sıçrayış - 1

Süzlärneñ gomumi sanı 3777
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2054
32.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
47.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
54.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
Dünyalar arasında, Güneş Sisteminin bir ucundan diğer ucuna, tarihi titreten bir haber dolaşıyordu. Birisi Büyük Sıçrayışı yapmıştı. Birisi geri dönmüştü.
Binlerce hava limanlarındaki barlarda uzay adamları konuşuyorlardı. Sayısız şehirlerin caddelerinde halk konuşuyordu. «Birisi Büyük Sıçrayışı başarmış, birisi geri dönmüş. Şu son grup... Ballantyne'in takımı. Söylediklerine göre... a
Birbirine zıt, garip, mümkün olmayan, üzücü şeyler söyleniyordu. Fakat bütün bu sözlerin arkasındaki gerçek sadece söylentilerdi ,ve söylentilerin arkasında derin sessizlik vardı. Öyle bir sesizlik ki, Güneş Adasının çevresindeki sessizlik gibi. Çok fazla sessizlik vardı. Haberi duyduğa zaman Arch Comyn'in dinlediği de bundan başka bir şey değildi. Söylentilerin çoğu da Pluto'nun yörüngesinden Merih'e kadar uzanan çizgi üzerinde güçlüydü ve Sassizlik Merih'in çevresinde çok daha yoğundu.
** Ana kapıdaki nöbetçi:
— özür dilerim. Geçig iznini zolmah, dedi. Comyn sordu.
— Ne zamandan beri?
— iki haftadan beri.
— Öyle mi? Cochrane Şirketine birdenbire ne oldu böyle?
— Sadece bizim şirket değil, Merih üzerindeki bütün
uzay hatlarında da durum aynı. Gizli gizli yanaşan herkes bir sürü saçma soruy acevap verilmesini istiyor. Burada işiniz varsa, normal kanallardan izin almanız gerekiyor. Aksi takdirde, hiç yaklaşmayın.
Comyn, kilitli aha kapımn. yüksekliğine ve büyüklüğüne, sonra çelik ve cam karışımı nöbetçi, kontrol kulübesine seri bir göz attı.
— Pekala, dedi. Kaba davranmanız için bir sebep yok.
Geriye döndü ve kiralık arabasının beklediği yere giderek, arabasına bindi. Beton yoldan dört mil kadar ilerde olan dünya yapısı şehire doğru ağır ağır gitti. Bu a;ık Çölde Merih'in soğuk rüz-gçn hafif bir toz tabakasını havaya takıyordu. Yıldızsız koyu mavi gökyüzünde görünen uzak ufuk kızıl bir renk almıştı.
Comyn, biraz gittikten sonra üzerinde bulunduğu yoldan ayrılan başka bir yola saptı. Uzay Limanına giden kamyonların kullandığı bir yoldu ve kamyonların giriş kapısı sol tarafında sessiz bir karaltı halinde duruyordu. Cochrane'lerin, kontrol kulesi üzerindeki dokuz-kub-beli arması bulunduğu yerden bile görülüyordu.
Comyn, ana yolla kamyon kapısı arasına gelince kimseye görünmeyeceğinden emin olarak arabasını hehndeğin içine sürdü ve durdu. Arabasıın kapısını açık bırakarak dışarı çıktı ve tozların içine oturdu. Bu yol şirketin kamyonlarından başka vasıta tarafından kullanılmadığı için beklemekten başka çaresi yoktu.
Rüzgâr» yürürken zorluk çeken yaşlı bir adam gibi İnleyerek hafif hafif esiyordu. Comyn'in ayaklarının etrafına kırmızı kumlardan küçük birer yığmak meydana gelmişti. Comyn, oturduğu yerden kımıldamadan sabırla. bekliyor ve düşünüyordu...
«îki gün ve iki gece buradaki pis barlarda dolaştım. Kulaklarım rüzgârın sesinden başka bir şey duymuyordu.
Yalnız sarhoş çocuğu dinlemişti, tabiî çocuk doğru söylüyorsa...»
Yolda bir ses vardı. Şehirden gelen kamyonun üstünde Cochrane'in adı yazılıydı. Comyn, sessizce tozların üzerine uzandı.
Kamyon gürleyerek geldi, Comyn'i geçti, sonra acı bir frenle durdu ve geri geri geldi. Şoför hemen yere atladı. Şoför genç} iri yarı, kuvvetli bir adamdı, yüzü Merih rüzgârından yanmış bronz rengini almıştı. Yolun kenarında yatan Comyn'in üzerine doğru eğildi.
Comyn, yerinren fırladı ve adamın çenesine kuvvetli bir yumruk attı.
Şoför kolay kolay bayılacak insan değildi ve çok öfkeliydi. Comyn, onun öfkesini hoş görüyordu. Şoförün bayılması için ikinci, sert bir yumruk lazımdı. Comyn, şoförü arabanın arkasına çekti ve aceleyle ceplerini araştırdı. Adamın izin kâğıdı vardı. Comyn, şoförün tulumunu çıkartıp sırtına geçirdi ve yeşil, geniş viziyerli kasketini başına oturttu. Sonra şoförü kendi arabasının içine kilitledi. Buradan ancak başkası tarafından bulunduğu tkadirde kurtulabilirdi. Comy, kısa bir tereddütten sonra cebinden çıkardığı bir avuç dolusu buruşuk kâğıt parayı şoförün cebine tıkıştırdı.
Şoförün işitmeyen kulaklarına:
— Kendine bir içki ısmarlarsın, dedi. Benim tarafımdan.
Şirketin tulumunu giymig, basma geniş viziyerli kasketi geçirmiş olan ve şirketin kamyonunu kullanan Comyn, kapıya gelip durdu ve geçiş kâğıdını gösterdi. Nöbetçi büyük kapıyı açıp geçmesi için işaret etti.
Cochrhane'in sülün gibi gemilerinden biri bindirme rampasında duruyor ve yolcu alıyordu. Dokların çevresinde, hangarlarda, atelyede yoğun 'bir çalışma vardır. îşçi tulumu giymiş insanlar oraya buraya koşuşup duruyordu.
Comyn, ügisiz bir tavırla baktı, sonra kamyonu idare binasına doğru sürdü.
Ambarlar. Büro binaları. Küçük bir şehir yapabilecek kadar çok bina vardı. Comyn, işaretlere dikkatle bakarak ilerledi, fakat aradığını göremiyordu. Direksiyonu tutan elleri terliyordu. Ellerini- sık sık tulumuna silmek zorunda kalıyordu. Midesinde sanki yumru gibi bir şey vardı.
«Şu çocuk Allahtan ki doğru söylemiş olsun», diye düşündü. «Ben de haklı olmalıyım. İşin burasına kadar suçluyum ve suçumu bağışlatacak bir şeyler yapmalıyım.»
Kamyonun camından uzanarak geçmekte olan bir memura seslendi.
— Hastaneye nerden gidilir? Buralarda yeniyim.
Memur yolu tarif ettikten sonra, Comyn, birkaç köşe döndü dar bir yola girdi. Sadece şirket personeline bakan, küçük hastaneyi buldu. Hastane tenha bir yere inça edilmişti. Hastane binasının arka kısmında üzerinde «Teslimat Bu Kapıdan Yapchr» yazısı bulunan bir kapı vardı.
Comyn, kamyonu yanaştırdı, motoru durdurdu ve yere atladı. Kapı kendisinden ancak birkaç adım ötedeydi, fakat kapıya erişmeden önce kapının önüne bir adam çıktı.
Comyn gülümsedi. Midesindekı yumru birden kaybolmuştu.
Neşeyle: ................................................
— Merhaba dedi.
Sonra içinden «Seni seviyorum, küçük adam», dedi. Ceketin altında bir tabanca bile bulunsa senden hoşlandım.
Kapıda duran adam sordu.
— Kamyonda ne var? ,
Kamyonda muhtemelen bir gemiye verilecek olan bavullar vardı, ama Comyn:
— Hastane için maizemef dedi. Bozulabilen malzeme. Faturası var.
Gülümseyerek elini cebine soktu. Kapıdaki adam kuşkuyla:
— Neden bu kadar erken geldin. Teslimat için normal saat...
Comyn yumuşak sesle:
— Teslim edeceğim malzeme her zaman teslim edilebilir, dedi. Hayır, ellerini yine eski yerinde tut. Cebimde bir şey var, harekete geçtiği zaman ne olduğunu anlarsın, fakat hoşuna gideceğini sanmam.
Adam, birden donup kaldı, gözlerini Comyn'in sağ eline dikmişti. Dokuz değişik dünyada becerikli kimseler tarafından yapılan ve geliştirilen -kanunsuz silâh çeşitlerini düşünüyordu. Düşüncelerinden hiç hoşlanmadığı yüzünün ifadesinden belliydi.
Comyn:
— îçeri girelim, dedi.
Adam tereddüt etti. Bakışları Camyn'in bakışlarıyla karşılaştı, bu bakışların anlattığı ifadeyi çözmeye çalıştı. Sonra boğazlanan bir hayvan gibi bir ses çıkartarak arkasını döndü ve kapıyı açtı,
Comyn:
— Sessizce girelim, dedi. Eğer birisiyle karşılaşacak olursak benim yerime sen konuşursun.
Depo odalarıyla dolu arka koridorda kimseler yoktu. Comyn, nöbetçiyi odalardan birine soktu ve kapıyı topuğu ile kapadı.
— Şu silâhı alacağım, dedi.
Nöbetçinin silâhını aldı. Silâh en son model şok ta-bancasıydı. Comyn tabancayı sağ eline geçirerek bir adım geriledi. *
Şimdi daha iyi dedi. Bir dakika kadar blöfüme cevap vereceğini sanmıştım. Nöbetçinin yüzü öfkesinden kıpkırmızı oldu.
— Yani sende var.
— Şimdi var.
Comyn baş parmağı ile tabancanın ayar sürgüsünü öldürücü voltaja getirdi.
— Öfkeni sonraya saklarsın. Eallantyne nerede?
— Ballantyne mi?
— Şu halde kim Strang? Kessel? Vickrey? Comyn sustu, sonra sert sesle:
— Paul Rogers mi?, dedi. Cochraneler buraya kimi getirdiler?
— Bilmiyorum.
— Ne demek, bilmiyorum? Birisini koruyorsunuz, Kim olduğunu da bilmelisiniz.
Adamın yüzünde ter tanecikleri belirmişti. Car korkusundan Öfkelenecek durumda değildi ve bütün dikkati ile Comyne bakıyordu.
— Evet, buraya birini getirdiler. Nöbetçilerle koruyorlar. Sari hastalıklı, kendi adamlarımızdan biri olmalı. Buna belki inamrım belki inanmam. Fakat bütün bildiğim sekiz saat arka kap:da oturmaktır. Cochrane'ler yaptıkları işleri bana söylemezler. Sadece bana değil kimseye söylemezler.
Comyn:
— Evet, dedi. Odanın nerede olduğunu biliyor musun?
— Orası da korunuyor.
— işte sen orada işe yarayacaksın.
Comyn aceleyle anlattı. Nöbetçi, Comyn'in eliodeki kendi tabancasına bakarak mutsuz bir tavırla dinledi.
— Söylediklerini yapmak zorunda olduğumu biliyorum, dedi.
Nöbetçi, Comyn'in söylediklerini yaptı, onu ana koridorlardan geçirip üst kata çıkardı ve biri dışında diğer bütün odaların boş olduğu özel, küçük bir bölüme götürdü, Odanın önünde iri yarı, şişman, yarı uykulu bir adam oturuyordu.
Barda konuşmuş olduğu çocuğun öfkelendiği de bu durumdu- Onu bu özel odaların birinden sepetlemişler ve koğuşa koymuşlardı. Bu kattaki odalarda bulunan tek hasta olmasına rağmen onu neden gece yarısı koğuşa atmışlardı?
Kapının önündeki iri yarı adam hemen ayağa fırladı, bütün uykusu bîrden dağılmıştı.
Comyn'in yanında yürüyen nöbetçi:
— Endişe etmene lüzum yok, dedû Bu adam benim dostumdur.
Nöbetçinin sesinde inandırıcı bir ton yoktu. Diğer nöbetçi ileri doğru bir adım atarken:
— Sen delimisin, buraya yabancı„. Hey... hey, ne oluyoruz ?
Nöbetçinin refleksi son derece iyiydi, fakat Comyn zaten hazırdı. Elindeki şok tabancası hafif bir vızıltıyla çalışınca nöbetçi kalıp gibi yere serildi. Bir saniye sonra Comyn*in yanındaki nöbetçi de bilincinin yanında yatıyordu. İki nöbetçi de bayılmıştı, çünkü Comyn, gelirken çaktırmadan şok tabancasının voltajım düşürmüştü.
Genç doktor duyduğu hafif gürültülerin sebebini anlamak için başını odasının kapısından uzatıp baktığı zaman koridorda kimseler yoktu.
— Joe?
Doktorun sesinde sinirli bir ifade vardı. Cevap alamayınca kaşları çatıldı. Doktor, yandaki koridora bakmak üzere arkasını dönünce Comyn, son odanın kapısını açarak sessizce içeri süzüldü ve tapıyı arkasından kapadı.
Kapmın üstünde yepyeni bir kilit ve sürgü vardı. Comyn, böyle şeylerin hastane kapılarına konmadığını çok iyibiliyordu. Kapının sürgüsünü yuvasına oturttuktan BOnra yataktaki adama doğru döndü. Kalbi hızlı hızlı çarpıyordu, çünkü yataktaki adam başkası olabilirdi...
Bütün söylentiler doğruydu. Ballantyne başarmıştı. Büyük Sıçrayışı yapmış ve güneşin ötesindeki karanlıktan tekrar geri gelebilmişti. Yıldızlardan dönen ilk insandı.
Comyn, yatağın üstüne doğru eğildi. Elini hafif bir şekilde kemikli omza dokundurdu.
— Ballantyne, diye fısıldadı. Ballantync uyan. Paul nerede?
Comyn, parmaklarının altında sadece deri, kemik ve kalınlaşmış kan damarlarını hissediyordu. Damarlarda. akan kanın belli belirsiz hissedilmesi, adamın hâlâ hayatta o'duğuna bir işaretti. Adamm yüzünde hâlâ geçirmiş olduğu korkulu dakikaların izleri vardı... Bu yüzden ölümden korkan bir insanın ifadesi yoktu...
Comyn, garip bir korkuyla sarsıldığım hissetti. Birden kaçmak, bu odadan kurtulmak arzusuna kapıldı. Çünkü, adamın yüzünde başka yıldızlardan getirdiği şeytanî bir korkunun izleri vardı.
Fakat kaçmadı. Doktor kapının önüne geldi, kapıyı kurcaladı, vurdu, seslendi, sonra koşarak uzaklaştı. Comyn, yatağın üzerine eğilmiş fısıldıyor, içindeki korkuyu yenmeye çalışıyor, fakat adamm dudakları bile kıpırdamıyordu.
Kapının önüne daha fazla adam gelip bağırmaya, kapıyı yumruklamaya başladı. Bu sefer yanlarına aldıkları elektrikli matkapla kapının kilidini parçalayacaklardı.
— Ballan tyne! Paul'a ne oldu? Paul... duyuyor musun? Paul nerede?
Elektrikli matkap plâstik kapmın 'kilidini delmeye başladı.
Comyn sabırla:
— Paul, dedi. Paul nerede?
Matkabın sert sesi odanın bütün keçelerini doldum-yordu. Ballan ty ne başını kımıldattı.
CoCmyn, kulağı adamın mavi dudaklarına değecek kadar eğildi. Mavi dudaklar kımıldadı ve çok hafif bir ses duyuldu:
— ... çok dinledim. Çok uzun, çok uzak.,.
— Paul nerede?
— ... çok uzak, çok yalnız. Niyetimiz böyle değildi. Issızlık... karanlık... yıldızlar...
Comyn sertçe sordu. "r [
•— Paul nerede?
— Paul...
Matkabın ucu metale dokundu. Vınlama, şiddetli bir cızırtıya döndü.
Ballantyne adındaki nefes alan iskelet birden kasıldı. Dudakları Comyn'in kulaklarında kımıldadı, sanki acelesi varmış gibi konuştu.
— Dinleme, Paul! Geriye yalnız dönemem, yapamam! Onların seslenişine aldırma... Oh, Tanrım, neden transu-ranik oluyor, neden?
Matkabın sesi biraz daha inceldi ve yükseldi. Acık fısıltı da gittikçe yükseliyordu.
— Transuran! Paul, hayır! Paul, Paul, Paul... Ballantyne birden haykırmaya başladı.
Comyn birden geriye sıçradı, duvara yaslandı. Yüzünde soğuk ter damlacıkları vardı. Ballantyne sadece korkuyla haykırıyordu. Gözleri kapalı, ruhunun derinliklerinde hissettiği bir acıyla haykırıyordu.
Comyn elini kapmın koluna uzattı ve birden açtı. Matkabın ucu gürültüyle kırıldı.
Comyn odaya dolan adamlara haykırdı.
— Tanrı aşkına şunu susturun!
Kısa bir süre sonra Ballantyne'in çığlıkları kesildi, kalp atışları durdu.
Ballantyne ölmüştü.
Jmim
Zaman hafif hir sis tabakasının içinde kaybolmuş gibiydi, Comyn nerede olduğundan artık emin değildi. Ağzında, kavga ettiği zaman hissettiği kekremsi bir tat vardı. Ama kimseyle kavga etmiyordu. Görmeye çalıştığı zaman kuvvetli bir aşık altında hareket eden şekillerden başka bir şey göremiyordu.
Sorular birbirini izliyordu. Bu sorular evrenin bir parçası, var olmanın bir parçası gibiydi. Sorulardan nefret ediyordu. Yorgundu, çenesi ağrıyordu ve cevap vermekte güçlük çekiyordu. Fakat cevap vermek zorundaydı, çünkü cevap vermediği zaman birisi ana vuruyordu. Kendisine vurana yetişip onu öldüremiyordu ve dayak yemek hiç hoşuna gitmiyordu.
— Bunu yapman için sana para veren kim, Comyn? Ballantyne'ı bulmak için seni kim gönderdi ?
— Hiç kimse.
— Ne iş yaparsın?
— tnşaat âmiri, şantiye şefi.
Kelimeler dudaklarından zorlukla ve acıyla dökülüyordu. Aynı şeyleri söylemekten sanki dilinin üzerinde yaralar açılmış gibiydi.
— Kimin hesabına çalışıyorsun?
Of t soru. Hileli soru. Fakat »cevap yine aynıydı.
— Kimsenin hesabına çalıümayorum.
— Kimlerle çahşton?
— Dünyalar Arası Mühendislik Firması köprüler... barajlar... Uzay Limanları. İşi bıraktım,
— Neden?
— Ballantyne'i bulmak için.
— Ballantyne olduğunu sana kim söyledi?
— Kimse, Söylemedi. Herhangi biri de olabilirdi. Paul... da olabilirdi.
— Paul kim?
— Paul Roger3. Arkadaş.
— Ballantyne'in gemisinde uçuş mühendisiydi, değil mi?
Bu sorunun cevabı güçtü.
Hayır. Astrofizikçi... Yıldızlarla ilgili.
— Birleşmiş Ticaret Yolları Ballantynel bulman için kaç para verdi?
— Hiç bîr şey. Kendi fikrim.
— Paul Rogers'm öldüğünü mü öğrendin?
— Hayır.
Ballantyne hayatta olduğunu mu söyledi.
— Hayır,
îşin en zor kısma mirasıydı. En kötüsü buydu. Önce, İçgüdüsü ağzını sıkı tutmasını ihtar etmişti. Emin olmadıkları takdirde korkmana sebep kalmaz, seni öldüremez-ler. Ama şimdi sadece körleme bir içgüdüyle cevap veriyordu, Gomyn başını şiddetle sallayıp kurtulmaya, ayağa kalkmaya çalıştı, ama başaramadı, çünkü bağlıydı,
— Ballantyne sana ne söyledi, Comyn?
— Hiç bir şey.
Beyni hafifçe yoklanırmış gibi oldu,
— Onunla beraber yirmi dakika kadar aynı odada kaldın. Sesini duyduk. Ne söyledi, Comyn?
— Haykırdı, hepsi bu.
Kulağının üstüne yediği sert darbe sanki kafasını ikiye ayırdı, •
— Ne söyledi> Comyn?
— Hiç bir şey!
Birden nazik bir ses duyuldu.
-— Bak, Comyn, hepimiz yorulduk. Saçmalıkları bırakalım. Ballantyne'in ne söylediğini anlat, hepimiz evlerimize gidip yatalım. Rahat bir yatakta yatmak istersin herhalde, Comyn. Sadece söyle.
— Bir şey söylemedi, yalnız haykırdı. Başka bir metot denendi.
— Peki, Comyn, iri yarı bir adamsın. Yumruklarında yaptığın kavgaların izleri var. Sert bir insan olduğjınu düşünüyorsun... sertsin de... Ah, evet, güçlü kuvvetli kaim kafalı bir adamsın. Fakat yumuş atılamayacak kadar sert insan gok azdır, Comyn.
Bu sefer yumruk ya da her ne kullandılarsa, Yüzünün kenarından sızan kan ağzına doluyordu, gözlerine hücum ediyordu. Midesinde şiddetli acılar duyuyordu.
— Ballantyne ne söyledi?
Comyn'in dudaklarından hafif bir fısıltı döküldü.
— Hiç bir şey...
Sesler duyuldu. «Bırakın dinlensin, bayılmak üzere.» Başka bir ses duyuldu. «Dinlenmek mi... yok canım, şu amonyağı verin.»
Amonyağın yakıcı dumanlan... Öksürük,..
Sonra tekrar başladı.
— Ballantyne'in burada olduğunu kim söyledi? Ki* min hesabına çalışıyorsun? Ballantyne ne söyledi?
Comyn bir kapının açıldığını zannetti. Yeni bir ses duyuldu. Ses otoriterdi. Comyn, bir değişiklik olduğunun farkına vardı, içgüdüsü ellerinin çözüldüğünü söyledi. Ayağa kalktı ve bir şeye vurdu. Vurduğu gey haykırdı. Ellerinin arasına alıp parçalamak istedi, fakat karanlık her tarafını sarmıştı. Birden kendisini karanlıkların Ve büyük bir sessizliğin içinde buldu....
Sanki çok fazla uyumuş gibi yavaş yavaş uyandı. Çok rahat bir yatak odasındaydı. Üzerine doğru eğilmiş bir yabancı sabırla ona bakıyordu. Adam sarı saçlı, genç biriydi. Sanki bütün dünyanın yükünü omuzlarında tutuyormuş gibi duruyordu. Comyn, sanki fazla bir yüktü ve ondan bir an önce kurtulmak istiyordu.
Comyn, kımıldamadan yattı. Bütün gücünü ve düşün-çelerini toplamak istiyordu. Sonra dikkatle ağır ağır yerinde doğruldu.
Yabancı konuştu.
— îç zedelenme ve kırık kemik yok, Bay Comyn. Yaralarınız için elimizden geleni yaptık. îki günden beri buradasınız.
Comyn homurdandı. Hafifçe yüzünü yokladı.
— Doktorlarımız ellerinden geleni yaptılar. Yüzünüzde hiç bir yara izi kalmayacağına dair teminat verdiler.
Comyn boğuk sesle:
— îyi, dedi. Çok teşekkür ederim. Sonra başını kaldırıp baktı.
— Kimsiniz?
— îsmim Stanley, William Stanley. Cochrane Şirketinin Merih'teki işletme müdürüyüm Bakın, Bay Comyn...
Stanley, kaşlarını çatarak yatağın üstüne doğru eğü-di.
— Size yapılandan idarenin haberi yok. Bir iş İçin buradan ayrılmıştım, burada olsaydım bunların hiç biri olmayacaktı.
Comyn:
— İnanırım, dedi. Cochrane'ler ne zamandan beri merhamet duygularına sahip oldu?
Stanley içini çekti.
— iki asır önce bile olsa eski söylentilerin silinmesi çok güç oluyor. Bizim hesabımıza çalışan çok adam var,
Bay Comyn. Onlardan bazıları hata yapabiliyor. Bu hata -da onlardan biri Cochrane'le özür diliyor.
Sustu, sonra söylediklerinin iyice anlaşılmasından emin olmak istiyormuş gibi kelimelerini dikkatle seçerek:
— Oldukça cıdd îsayılabilecek bazı şeyler hakkında sizden davacı olmamakla en büyük özürünü dilemiş oluyor, dedi.
Comyn:
— Eh, demek ki ödenmiş oluyoruz, dedi.
— îyi. Kâğıtlarınız, pasaportunuz ve cüzdanının yanınızdaki komodinin üstünce duruyor. Şu kutularda, tamirine imkân bulamadığımız elbisenizin yerine alınan yeni elbise bulacaksınız. Dünyaya dönmek için Cochrane gemilerinden birinde yeriniz ayrıldı. Hepsi bu kadar sanıyorum.
Comyn, kemikleri ve adeleleri uyuşmuş bir halde yataktan kalkarken:
— Hepsi bu kadar değil, dedi.
Bütün oda gözlerinin önünde bir kere döndü, sonra her şey yerli yerini aîdı. Stanley'e bakarak bir kahkaha attı.
-— Oyundaki ikinci adım, ha? Beni döverek bir sonuca varamadınız, şimdi başka yönden harekete geçiyorsunuz. Kimi kandırdığınızı sanıyorsunuz?
Stanley'in dudakları gerildi.
— Sizi anlayamıyorum.
Comyn eliyle garip bir işaret yaptı.
— Bildiklerimle beni serbest bırakamazsınız ki, Stanley, meraklı bir tavırla ve nezaketle sordu. —Peki, ne biliyorsunuz, Bay Comyn?
— Ballantyne. Onu buraya aldınız, sakladınız, oysa bütün evren onun dönüşünü bekliyordu. Siz, Cochrane, onun bulmuş olabileceği şeyi Öğrenmek istediniz. Gemisi nerede? Onunla beraber giden adamlar nerede? Onları nereye sakladınız?
Comyn'in sesi öfkeliydi. Yanakları hırsından kızarmış-ti. Elleriyle garip hareketler yaparak konuşuyordu.
— Ballantyne, Büyük Sıçrayışı yaptı. O ve yanındakiler. İnsanlığın şimdiye kadar yapamadığ; şeyi yaptılar-Uzanıp yıldızları tuttular. Başardıkları zaferi kutlamalarına fırsat vermeden bunu saklamaya çalıştınız öğrendiklerini ondan çalmaya kalktınız. Demek ki, beni serbest bırakacaksınız ve ben bunları bütün sisteme yayacağım, öyle mi? Adam kandırmayın yahu! Çocuk mu aldatıyorsunuz?"
Stanley, uzun süren bir dakika karşısında yarı çıplak duran iri yarı, öfkeli adama baktı. Comyn'in yüzünde henüz iyileşmemiş. yaraların izleri vardı.
Stanley merhamet akan bir sesle:
— Hevesinizi kırdığım için özür dilerim, dedi. Ballantyne Ölür ölmez haberi hemen verdim. Onun bilgilerini çalmak istemediğimiz gibi hayatını kurtarmaya çalışıyorduk . Onu gazetecilerin ve sizin gibilerin elinden kaçırılmak istiyorduk. Herkes bize karşı büyük bir saygı besliyor,
Camyn yavaşça yatağına oturdu. Bir şeyler söyledi, ama söyledikleri anlaşılmıyordu. Stanley başım sallayarak:
— Diğer adamlarına gelince..., dedi. Gemisinde Ballantyne yalnızdı, Kontrollar hep otomatik olduğu için tek başına idare edebilirdi. Gördüğünüz gibiydi... Geri geldiğini hiç bîr zaman anlayamadı.
Comyn sakin sesle:
— Amma da iş ha!, dedi. Peki, geminin kendisinden ne haber... günlük defteri ne oldu? Ballantyne'in bületin defteri ne oldu? Bu defterde Paul Rogers için ne yazıyor?
— Bütün toplumun haberi var. Hangi gazeteyi okursan bunu öğrenebilirsin,
— Bilmek istiyorum. Paul Rogers'a ne oldu? Stanley, Comyn'i merakla süzdü.
— Böylesine ilgilendiğine ve her şeyi göze aldığına göre bu adamın senin için değeri büyük olmalı.
Comyn kısaca:
— Bir keresinde hayatımı' kurtarmıştı, dedi. Çok iyi arkadaştık.
Stanley omuz silkti.
— Size yardımım dokunamaz. Güneş sistemi dışına yapılan yolculuk ta f Eernard gezegenine yaklaştıkları zaman bületin defteri ve toplanan değişiklik bilimsel ayrıntıların hepsi çok açcktı, Ondan sonra... hiç bir çey yoktu.
— Hiç bir şey mi yoktu?
Comyn'in damarlarındaki kam hızla akmaya başla-di. Eğer adamm söyledikleri doğruysa, Ba.Ilantyne'den duyduğu şeylerin bir anlamı vardı, ama ne? Krallık, imparatorluk... muhakkak ki, Arch Comyn'in hayatından çok da.ha Önemliydi.
Stanley:
— Hayır, dedi. Ondan sonra olanlar hakkında en küçük bilgi dahi yok. Günlük defterin tutulmasına son verilmiş.
Comyn'in gözleri, bir kedinin bakışı kadar soğuk bakışlarla Stanley'i inceledi.
— Yalan söylediğini sanıyorum.d
S'anley'in dudaklarının kenarı çirkin bir ifadeyle büzüldü.
— Bakın, Bay Comyn, dedi. Son olarak ilgilendiğiniz her şey dikkatle incelendi sanıyorum. Sizin yerinizde olsam, kimsenin sabrını taşırmadan sükûnetle buradan çeker giderdim.
Comyn:
— Evet, dedi. Zannedersem.
Sandalyenin üzerinde duran kutulara doğru yürüdü ve kutuları açmaya başladı.
— Ballantyne yolculuğunda*n söz edecek olursam
sabrınızı taşıracağım, değil mi? Geliştirdiği gezegenler arası yolculuk, bcçarıya ulaşan tek teşebbüstü. Bunun derinliklerine indiniz mi hiç?
Stanley, birden Comyn'e döndü. Sözleri sert ve kesindi.
— Evet. Daha Öteye de gittik. Be.ni şaşırtıyorsun, Comyn. işin olmadığı bir yere zorla girmen ve herkesin başını belâya sokman beni hasta ediyor, midemi bulandırıyor. Bir Cochrane olarak, aileye girmiş bir insan olarak, şöyle açıklayacağım. Senin gibi iki paralık heriflerin firma hakkındaki düşüncelerinden bıktığım için bu aileye dahil oldum. Ballantyne'in gemisinin burun üstü Pluto'ya çakılmasına engel olduk. Tabiî, haftalarca devriye gemileri çıkarmıştık, başkalarından Önce davrandık. Gemiyi, asteroid kuşaktaki Cochrane Beta üzerinde bulunan, ani tehlikelerde kullanılmak üzere hazırlanmış olan alana götürdük ve Ballantyn'e gezintisini inceledik. Sonra Ay üzerindeki Cochrane Malikânesine gittik, ki orada bizi kimse rahatsız edemezdi. Neden olduğunu da söyleyeceğim.
Stanley derin bir nefes alarak konuşmasına devam etti.
— Büyük Sıçrayışı başarmak için denemeye kalkışan bütün teşebbüsler, ya bizim tarafımızdan, ya başka firmalar tarafından, ya da yatının yapabilecek bir hükümet tarafından desteklenmiştir. Özel kişiler böyle bir teşebbüse kalkışamazlar. Ballantyne bu teşebbüse Cochranc'in yatırımıyla atıldı, O parayla gemisini inşa etti, yolculuğu yaptı. Her şey satın alınmış ve ödenmiştir. Başka sorulacak bir sorun var mı?
Comyn kelimeleri teker teker söyleyerek:
— Hayır, dedi. Hayır, bir gün için yeterü olduğunu düşünüyorımı.
Elbisesini ve diğer giyeceklerini kutulardan çıkarma-
ya başladı. Stanley topuklarının üzerinde döndü ve kaptıya doğru yürüdü. Gözlerinde garip parıltılar vardı. Tam kapıya ulaştığı zaman Comyn:
— Benim de yalan söylediğimi düşünüyorsun, değil mi?, diye sordu,
Stanley omuz silkti.
— Söyleyecek bir şeyin olsa konuşabileceğini düşünmüştüm. Bütün doktorlar başarısızlığa uğradığına göre Ballantynel konuşturabîldiğini sanmıyorum.
Stanley odadan çıktıktan sonra kapıyı çarparak kapadı,
Comyn, işte kapı yüzüme kapandı, diye düşündü. Coch-rane'Ie kanunlara uyan kimseler, Ballantyne Öldü. günlük defterde bir şey yazılı değil... Peki, buradan sonra nereye gideceğim?
Muhtemelen eve gidecekti. Dünyadaki evine dönecek* ti. Kulaklarında Ballantyne'in «transuranik» fısıltısı, ruhunun derinliklerinde çığlıkları, evine dönecekti. Gezegenlere yetişen, yıldızlara ulaşan beş kişi oralarda ne bulmuştu ? însan bu güneşin al tında ne görebilir, Ballantyne'in yüzündeki korku izlerine sebep ne olabilirdi?
Ballantyne'in söylediği kesikli cümleyi ve bu cümlenin altındaki anlamı düşündü. Ballantyne, Barnard yıldızlarında bir yere inmişti. Orada S frang, Kessel, Vickrey ve Transuran denen bir şeyle beraber Paul Rogers'i de terk etmişti.
Comyn titredi. Derisinde bir karıncalanma ve ağzında kekremsi bir tat vardı. Birden, Ballantyne'i aramaya geldiğine ve kendisini zor duruma soktuğuna pişman oldu. Eğer Ballantyne baykırmamış olsaydı,,.
Ve şimdi Cochrane kendisini bir müddet serbest bırakıyordu. Ballantyne'in bir şey söjflemediğine inanamazlardı. Böyle bir tehlikeye giremezlerdi. Yıldızlar için onlar gîbi
daha bir sürü aç vardı, ve Comyn, bildiğini en yüksek fiât veren şirkete satarak çok zengin olabilirdi.
Comyn, kafasında şekillenen düşünceyi iyice tarttı. Aldanmıyorsa, akla uygundu. Diğer taraftan, Cochrane*-lerin Comyn'in ne bildiğinden haberleri yoktu: Comyn'in bildiklerini öğreninceye kadar onun yaşamasına izin vereceklerdi. Dayak yemesi ve böyle birdenbire serbest bırakılmasının başlıca nedeni buydu.
Comyn, başının belâda olduğunu biliyordu. Zaten Cochrane'lerin bölgesine gelmekle belâyı kendi kendisine v satın almış oluyordu. Fakat olayların gelişimi tahmin ettiği gibi çıkmamı, sonunun ne olacağını bilmediği bir çok-maza girmişti. Başına gelebilecekleri tahmin büe edemeyecek durumdaydı. Yıldızlar üzerine bir oyuna girişmişti ve elinde tuttuğu koz çok küçüktü...
Fakat, Cohrane'ler ne yaparlarsa yapsınlar Paul Ro-gers'in başına gelenleri öğrenmek amacındaydı.
3.
Dünyada heyecan almış yürümüştü. Comyn, üç günden beri Ne w York'taydı ve çevresinde heyecan büsbütün ateşeenmesine sebep oluyordu.
Kimse uyumuyordu. Kimse çalışır görünmüyordu. Hatta, kimse artık evine bile gitmiyordu. Barlarda, caddelerde ve video-ekran bulunan binalarda oturuyorlardı. Toplum haberleşme çıkışlarının Önüne yığılıyorlar, maksatsız bir karışıkhğa sebep oluyorlardı. Sanki New York'-un nüfusu birdenbire artmış gibi görünüyordu.
Büyük Sıçrayış yapılmıştı, insanlar nihayet yıldızlara erişmişlerdi, insanlığın bu büyük başarısını en küçük kâtipten en büyük 13 adamma kadar herkesi kıskandırıyordu. Herkes dikkatini haber merkezlerine çevirmiş, yeni bir şeyler öğrenebilmek umuduyla bekleşiyordu.
Konuşmalar vardı. Herkes içiyor, gülüyor, gruplar halinde kiliselere giderek dua ediyordu. Sanki birdenbire önlerinde kuşku kapıları açılmış gibiydi.
Comyn, New York'a adımını basar basmaz dört gününü caddelerde dolaşarak geçirmişti. Herkes gibi, Comyn de edasında kalamamış, huzursuz bir tavırla caddelerde dolaşmayı tercih etnikti. Fakat onun başka sebepleri vardı. Kalabalığın arasına karışarak onların gittiği yerlere sürüklenmiş, canı istediği zaman yolunu omuzlayarak açıp bir bara dalmış ve içmişti. Fakat fazla içmiyor ...Sadece* düşünüyordu.
Düşünecek çok şeyi vardı; hayat ve Ölüm, bir adamın son sözleri, Cochrane*ler ve yıldızları piyon gibi oynanan satranç oyunu.
Comyn, yıldızlar ve ben, liye düşündü. Herkesin önündeyim ve sıçrayacak doğru yönü bulamadığım takdirde devrilmek üzereyim.
Bunun için de bazı hesaplara girişmesi gerekiyordu* Dişlerini yıkarken bile yalnız olmadığı gerçeğiyle yüz yüzeydi. Kapıdan çıkar çıkmaz, her nereye giderse gitsin peşindeki gölge kendisini bir an için bile yalnız bırakmıyordu. Odasında, rahat mobilya döşeli odasında bile dinleyiciler, teypler ve bir sürü elektronik cihazlar vardı. Bunu biliyordu, ama aramak lüzumunu hissetmiyordu, çünkü, Cochrane'leri ne kadar kuşkuda bırakırsa kendisi için o kadar iyi olacaktı.
Bekliyorlar, diye düşündü.. Atacağım adımın ne olacağını izleyerek bekliyorlardı.
Peki, nasıl bir adım atacaktı? Cochrane'lerin dokuz gezegende yerleri vardı ve yıldızların idaresini ellerine almak istiyorlardı. Comyn, onların işlerinden sadece birine burnunu sokmuştu. Bütün arzusu Paul Rogers'in basma gelenleri öğrenmekti.
Akıllıca bir iş yapılmamıştı. Fakat Rogers da, parlak zekâlı bir kimse sayılamazdı. Comyn gibi deli dolu bir adamın başını belâya sokabileceğini düşünmesi gerekmez miydi? Böyle olmakla beraber Rogers, uzun zaman Önce Comyni'le beraber elma çalıp caddelerde dolaştığı zaman nasıl düşünmemişse, yine düşünmeden hareket etmişti,
Fakat düşünceli olsun veya olmasın bir kere ok yaydan çıkmıştı ve dönülmesi imkânsızdı. Yapacak tek şey Cochrane'leri tahrik etmekten ibaret olmalıydı.
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Uzayda Büyük Sıçrayış - 2
  • Büleklär
  • Uzayda Büyük Sıçrayış - 1
    Süzlärneñ gomumi sanı 3777
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2054
    32.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    47.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    54.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Uzayda Büyük Sıçrayış - 2
    Süzlärneñ gomumi sanı 3805
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2054
    32.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    54.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Uzayda Büyük Sıçrayış - 3
    Süzlärneñ gomumi sanı 3724
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1911
    32.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    46.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    53.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Uzayda Büyük Sıçrayış - 4
    Süzlärneñ gomumi sanı 3760
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2043
    32.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Uzayda Büyük Sıçrayış - 5
    Süzlärneñ gomumi sanı 3713
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1996
    31.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Uzayda Büyük Sıçrayış - 6
    Süzlärneñ gomumi sanı 3708
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1900
    32.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    48.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    55.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Uzayda Büyük Sıçrayış - 7
    Süzlärneñ gomumi sanı 3710
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1979
    30.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Uzayda Büyük Sıçrayış - 8
    Süzlärneñ gomumi sanı 1490
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 958
    39.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    54.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    60.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.