Uzayda Büyük Sıçrayış - 6
Süzlärneñ gomumi sanı 3708
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 1900
32.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
48.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
55.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Nihayet iniş günü gelip çatmış ve aayısız deneyler yapılırken uzun bir bekleyiş dönemine girmişlerdi. Hava teneffüs edilebilecek gibiydi. Stanley'in yüzü mermer kadar sertti ve ağzım açmıyordu. Yalnız arada şurada, «Bana ödeyeceksin, Peter, ödemek zorunda kalacaksın.», diye söyleniyordu.
Adamlar uzay elbileri ile dışarı çıkıyorlar, ellerindeki geyger aletleriyle dolaşıyorlardı. İndikleri ovada radyasyon yoktu; gemidekiler rahatlıkla inip temiz hava alabilirlerdi.
Peter dağlara, bakıyor. «Orada mı?» o
Stanley cevap veriyor. «Söylerim, ama karşılığını vereceksin.»
Peter, «Yarın... , diyor.
«ödeyecek olursan,»
Comyn yatağında döndü. Sonra tekrar dağları ve dağların üzerindeki büyük yarıkları gördü. Bamard'ın yıldızı paslı bir top gibi duruyordu. Büyük çanlar çalıyor, çanlardan kan damlıyordu. Kanlı oldukları halde güzel görünüyorlardı. *
Sonra gece bastırıyor, her taraf kararıyordu. Karanlıklar in koynunda tehlike yatıyordu, sessiz adımlar gemiye doğru hızla yaklaşıyor, sonra bir haykırış duyuluyor: «Benim, ben, Paul! Ölüyüm, ama ölemem!»
Comyn sıçrayarak uyandı ve haykırdı. Tir tir titriyordu ve bütün vücudu terden sırılsıklam olmuştu. L»om-boz deliğinden küçük kamaraya gecenin hafif ışığı doluyordu, Küçük kamaranın duvarları arasında uzun müddetten beri yaşıyordu, ve artık sıkılmıştı. Sanki köşeleri kâbusla dolu küçük bir tabutun içinde yaşıyordu. Hemen kamarasından çıktı ve koridorda yürümeye başladı.
Hava odasının kapısı açıktı. Odada, kucağmda yüksek güçlü bir şok tüfeği ile oturan bir adam vardı.
Comyn:
— Dışarı çıkacağım, dedi. Adam kuşkuyla Comyn'e baktı,
— Emir aldım, dedi. Fakat patron dışarda. Ona sor.
Comyn, kaim duvarlı kapıdan geçti ve asma merdivenden aşağı indi. Bakır gibi parıldayan iki ay gökyüzünü aydınlatıyordu. Üçüncü bir ay ufuk çizgisinden doğru yükselmek üzereydi. Sadece ağaçların olduğu bölge karanlıkta kalıyordu. Biraz sol tarafta, otlar bitmesine rağmen Ballantyne gemisinin indiği yer belli oluyordu. k
Peter Cochrane, merdivenin dibinde ileri geri dolaşıyordu. Co.myn*i görünce durdu.
— Geldiğine memnun oldum. Yabancı bir dünyada yolnız kalmak zor.
Comyn'in koluna girerek, onu hava odasından vuran ışığın dışına doğru götürdü.
— Şuraya bak, dedi. Dar geçide doğru. Oradaki aydınlık, sadece ay'ın verdiği aydınlık mı?
— Tahmin etmesi çok güç...
Uç ay, daima hareket halindeydi ve ortalığı garip bir ışıkla aydınlatıyordu. Fakat Conıyn'in dikkatle baktığı
— 113
yerde, ay'ın ışığı olmayacak parlaklıkta başka bir soluk ışık vardı. Bilinmeyen şeylerin verdiği ürpertiyle titredi. Işığın garip parıltıları sanki büyüleyici bir etki yapıyordu, Soluk ışık birden üç ay'm verdiği kuvvetli aşığın arasında kayboldu. Comyn:
— Bilmiyorum, dedi. Emin olamam. Peter:
— Ne gariptir ki, hiç bir şeyden emin olamıyoruz, dedi.
Gemiye doğru yürümeye başladı, Comyn de arkasından yürüdü. Arkalarında kalan karanlıktan doğru hafif bir flüt sesi işitildi. Flütün tatlı nağmeleri vardı. Sanki flüt çalınırken birisi kahkahalarda gülüyordu. Peter başını sesin geldiği yöne çevrdi.
— Meselâ şu ses, dedi. Nedir,,, kuş mu, canavar ma, yoksa bilinmeyen bir yaratık mı? Kim bilir?
— Stanley'in bügisi olabilir. Stanley hakkında ne düşünüyorsun?
—- Bazen insanların inatçı taraflarını yumuşatmak imkânı olmaz, Comyn, Belki Stanley böyle kimselerden biri. Bilmiyorum.
Başını çaresizlikle salladı.
— Eğer iş bana ve Simon'a kalsa onu cehennem ateşinde canlı canlı kızartırız. Fakat diğerlerini de düşün-mak zorundayız.
Üç ay'ın ışığı altında pırıldayan geniş ovaya baktı.
— Şuraya bakıyorum da bir tehlike olabileceğini düşünemiyorum, Sıanki Cennet Bahçesi gibi, değil mi? Sonra Ballan tyne'i hatırlıyorum ve onun başına gelenlerin vneler olduğunu öğrenip kendimizi koruyabilmemiz için bütün Cochrane Şirketini ona bağışlamayı düşünüyorum.
— Ama bilgisi olduğuna güvenemiyorsun, değil mi?
.— Bilmiyorum, Comyn. Fakat kimsenin bügisi olduğunu da sanmıyorum.
— §u halde onunla anlaşma yoluna gideceksin. Peter, sanki kelimeler ağzına acı bir tat veriyormuş
gibi:
— Muhtemel ,diye cevap verdi.
Kuş cıvıltısını andıran ses daha hafif olarak duyuldu, ama bu sefer ses, daha yakından gelmişti. Otuz metre kadar ilerde küçük bir koru vardı, İki adam »geceleyin öten bu kuşu veya yaratığı görebilmek için bu koruya doğru baktılar. Ağaçların büyük dallarının altı koyu karanlık olmakla beraber gecenin aydınlığında kalan ufak, tefek düzlükler görmek mümkün oluyordu. Comyn, böyle düzlüklerin birinde, hareket eden bir şey gördüğünü zannetti.
Peter'in eli Comyn'in koluna, yapıştı.
— însanlar! Onları görüyor musun, Camyn? İnsanlar...
Kelimeler Peterln gırtlağında düğümlenip kaldı. Comyn, ağaç gövdeleri arasında kımıldanan fildişi renkli vücutları gördü. Daha önce görmüş olduğu rüyanın etkisi hâlâ geçmemişti. Kolunu Peter'in elinden kurtarıp haykı-rarak ağaçlığa doğru koymaya başladı.
— Paul! Paul Rogers!
Sanki gördüğü kâbus gerçekleşiyordu. Ayakların altındaki uzun otlar bacaklarına dolnıyor ve ağaçlık çok uzak gibi görünüyordu. Ağaçlanıl altındaki adamları yüzleri karanlıkta kaldığı için seçilemiyordu. Dört adam,.. Ballantyne'in tayfaları... Hayır, dört kişiden fazla adam vardı. Ağaçların arasında ince» uzun boylu, soluk fildişi renkli, çırılçıplak adamlar dolaşıyordu. Hattâ bazıları erkek bile değildi. Koşarak kaçarlarken bu uzaklıktan bile uçuşan uzun saçlarıyla kadınları açıkça görmek mümkündü, Comyn'in bağırması onları ürütmüştü ve birbirlerine kuş cıvıltılarını andıran seslerle bağırarak kaçışmaya başlamışlardı.
Comyn, yine haykırdı.
— Paul, kaçma! Ben, Arch Comyn!
Fakat beyaz vücutlar ağaçların gölgeleri altında, korunun derinliklerinde gözden kayboldular. Paul aralarında yoktu. Flüt sesini andıran bağırışlar da, yaratıkların kaybolması ile kesilmişti.
Peter, tam korunun kenarında Comyn'e yetişti.
— Sakın ormana girme, Comyn! Comyn, üzüntüyle başını salladı.
— Gittiler. Onları korkuttum. Paul değildi. İçlerinde Paul yoktu.
Derin bir ürpertiyle titredi. Sanki zorlukla nefes alıyordu,
— Peter, dedi. Bu insanların... Transuran olduklarını düşünür müsün?
-r
Comyn'in bağırması üzerine gemiden adamlar çıkıyordu.
Peter birden döndü.
— Stanley, dedi. Şimdi Stanley'le -konuşmanın tam sırasıdır.
Comyn, içinde büyük bir kırgınlık, Peter'in arkasından yürüdü. Rüzgâr ılıktı, havada ağır bir koku vardı, Üçay'ın ışıklarıyla büyük ova pırıl pırıl yanıyoıdu. Kendilerine gelen adamlar ne olduğunu sorarak sesleniyorlardı.
Peter'in dört kişiyi açğınp kısa emirler verdiğini duydu. Bu arada ağaçlığı işaret ediyordu. Adamların elinde tüfekler vardı. *
Comyn'in yanından geçerlerken, içlerinden iri yarı olan Fisher, Comyn'e sordu.
— Silâhları var mıydı? Saldıracaklar mı?
— Zannetmem. Görünüşlerine göre... sadece bakıyorlardı.
Fisher'in yüz ter içindeydi ve gömleğinin koltuk altlan
terden koyulaşmıştı. Kolunun yeniyle alnındaki terleri kurularken hoşnutsuz bir tavırla ağaçlara doğru baktı.
— Bu yolculuğun iyi sonuçlanması gerekiyor, dedi. Şimdiye kadar hiç hoşuma gitmedi.
Camyn'in yanından ayrılırken, Comyn:
— Sakm gevşek davranmayın, dedi,
Fisher, gözlerini ağaçlardan ayırmadan dikkatli ola^ cağını söyledi.
Comyn, geminin yanına geldiği zaman dört kişilik silâhlı grup ağaçların anasında kayboldu. Nöbetçilerin ağaçların arasına girmesi hiç de hoşuna gitmemişti.
Gemiye asılı olan merdivenin altında birkaç kişilik bir grup vardı. Peter ve Stanley de bu grubun içindeydi. Diğerleri, iki adamın konuşmasını dikkatle dinliyorlardı, ama gecenin durumundan hoşlanmadıkları hareketlerinden ve yüz ifadelerinden anlaşılıyordu.
Peter konuşuyordu.
— Durumu aydınlatmalıyız. Herkesin anlamasını istiyorum. Bunltar... bu insanlar hakkında bildiklerini söylemeyi reddeyiorsun. Bu yaratıkların tehlikeli olup olmadıklarını bizden neden saklıyorsun?
Stanley, dilinin ucuyla dudaklarını ıslattı.
— Bedava söylemem, Peter. Eğer başımıza bir şey gelecek olursa, bu benim hatam değil senin hatan olacak, çünkü, dürüst bir teklif yapmıyorsun.
Peter, konuşmaları dinleyenlere:
— Konuşmayı reddettiğini hepiniz duydunuz, dedi. Homurdanmalar duyuldu. Stanley, gitmek istermiş
gibi gemiye doğru dönünce yolunu kestiler. Peter:
— Pekâlâ, dedi. Stanley'i oraya götürelim. Birkaç kişi Stanley'in koluna yapıştı. Simon Cochra-
ne, pilotlardan biri, bir astrofizikçi, doktor French ve diğerleri Stanley'i itiyorlardı. Hiçbiri işlerinin Önemini düsunmuyorlardı,
çünkü, karşılarında daha önemli bir porb-lenı vardı, §imdi sadece, başlarına geleceklerden korkan ve kızgın adamlardı. Stanley, acıyla haykırdı. Peter, Stanley'in ağzına elinin tersiyle vurdu.
— Belki inanmayacaksın,-ama, Bili, buraya gelişimiz parayla oldu, fakat bundan sonrası için hayatımızın önemi büyük. Aradaki fark çok büyük.
Çimenlerin üzerinde sessizce yürümeye başladı,
— Stanley'i de getirin.
Comyn de onlarla beraber yürüdü. Peter'in ne yapmak istediğini biliyordu. Stanley de durumun farkındaydı, Fakat Stanley yine de sormaktan kendisini alamadı.
Peter:
— Hiç bir şey, dedi. Seni korudaki ağaçlardan birine bağlayıp geri çekileceğiz ve ne olacağını izleyeceğiz. Eğer bildiğini iddia ettiğin şeyleri gerçekten biliyorsan, onların tehlikeli olup olmadıklarını da bilmelisin. Eğer tehlikeli değülerse, korkmayacaksın ve sana bir şey omayacak. Eğer, tehlike varsa... eh, o zaman da nasıl olsa öğrenmiş olacağız.
Stanley'in ayaklan uzun otlara takılıyordu. Stanley'ı ağaçların yanına götürdüler ve ay'm bakırımsı ışıklan altında sarı san parlayan ilk daim altında durdular. Ağaçların arasındaki büyük sessizlik, sadece ılık ılık esen rügarın dalları arasında fısıldamasıyla bozuluyordu.
Peter:
— Buraya d eğil t dedi. Daha içerlere.
Korunun daha derinlerine doğru yürüdükleri zaman buradaki ağaç gövdelerinin daha düzgün olduğunu gördüler. Dağlık bölge ile korunun arasmda büyük ve karanlık bir orman vardı. Biraz önce görünen yaratıklar bu ormanın içinde kaybolmuşlardı.
Yumuşak adımlarla ilerlediler, şok tabancaları her
an ateşe hazırdı. Gözleriyle çevrelerini dikkatle araştırıyorlar ve. korunun derinliklerine doğru ilerliyorladı.
Beş adım, on adım, yimi adım... ve Stanley fazla dayanamayıp çözüldü.
— Yapma, Peter! Beni burada bırakma! Bilmiyorum.,. Bilmiyorum!
Peter durdu. Stanley'in yakasına yapışıp onu ay ışığının vurduğu bir boşluğa çekti. Stanley:
— Bilmiyorum, dedi. Ballantyne bu... bu insanları tarif etmiş. Onlarla karşılaşmış, fakat jurnalda başka bir şey yazılı değildi.
Comyn sordu.
— Bunlar Transuran mı?
— Zannedersem. İsimlerinden söz etmiyorum. Sadece bu yaratıkların varlıklarını yazayordu, o kadar,
— Onlardan korkuyor muydu?
— Yazmamıştı.
— Şu halde ne yazmıştı?
— Hepsi söylediklerimden ileri gitmiyor. Yaptıkları denemelerden, burasının nasıl bir yer olduğundan söz ediyordu, Sonra jurnal kesilmişti Başka bir yazı yoktu. Ancak bir şey yazılmıştı.
— Devam et.
— Tek kelimeydi ve tamamlanmarmştı. Transuran... Ve bütün sayfa mürekkep içindeydi.
Stanley, dişleri takırdayarak güldü:
— Jurnal defterlerini almama sebep sadece bu kelime olmuştu. Cochrane'leri kıskıvrak bağladığımı düşünmüştüm. Zaten Ballantyne de bu kısmını söylemişti. Buradan gidelim, Peter. Gemiye dönelim.
Peter, merhametsiz bir ifadeyle:
— Şu halde yalan söylüyordun, dedi. Maden filizlerinin nerede olduğunu bildiğini söylemiştin, oysa yalan söylü yormuşsun.
*
Stanley başıyla evetledi.
Peter, bir dakika daha. Stanley'in yükünü inceledi* Sonra arkasını dönüp yürümeye başladı. Diğerleri de onu takip ettiler, Peter, nöbetçilerle kısaca konuştu. Tekrar hep beraber ovayı geçtiler. Birbirlerinden biraz uzakça yürüyorlardı. Stanley de serbest bırakılmıştı.
Adamlardan bazıları gemiye girmişti ve diğerleri de girmek üzereydi. Tam o sırada ağaçların arasında patlayan ışınların sesleri duyuldu ve göz kamaştırıcı parlaklıkları görüldü. Bir adamın korkuyla haykırdığı işitildi; birden sağdan soldan gelen kuş cıvıltılarını andıran sesler duyuldu. Sesler bu sefer bir notayla tekrarlanıyor ve ormanın derinliklerine kadar uzanıyordu. Bu notada şikâyet ifadesi vardı. Şimşek gibi çakan ışınlar tekrar, tekrar göründü.
Kısa bir müddet sonra* her yer sakînleşti. Sesler, dağlara doğru fısıltı halinde uzaklaştı, sonra kesildi, Fisher ve nöbetçilerden biri, araLarına aldıkları beyaz bir şeyi sürükleyerek göründüler.
Fisher:
— Üzerimize saldırmaya kalktılar!, diye bağırdı. Saldırıyorlardı, ama geri püskürttük.
Yüzü terden pırıl pırıldı ve. sesi paslı çıkıyordu.
— Birini canlı olarak yakaladık. ^ Comyn, bir kere daha ağaçlara doğru yürüdü. Pe-
ter'Ia beraber gidiyordu ve gözlerini Fisher'le adamının arasındaki çıplak vücuttan aymamıyordu. Yaratığın başı önüne düşmüş, siyah saçları yüzünü örtmüştü. Bunun için yaratığın yüzünü görmelerine imkân yoktu.
îki grup ovanın tam ortasında buluştu. Fisher'le adamı yere bıraktılar. Comyn, yüzünü korumak istermiş gibi elini yüzüne doğru kaldırıp yerdeki adama baktı.
Peter, hayretle nefesini tuttu.
— Bu adamı tanıyorum, dedi, Vickrey!
12.
Geminin küçük reviri parlak bir şekilde aydınlatılmıştı. Her taraf bembeyazdı. Çelik âletler küçük dolaplarda tertemiz duruyordu. Vickrey, muayene masasında yatıyordu. Şok ışınının kenarına yakalanmıştı ve hâlâ kendisine gelememişti. Doktor French, ellerinde kauçuk eldivenleri olduğu halde, Vickrey'Ie uğraşıyordu. Dudakları incecik birer çizgi halini almıştı, Vickrey'in kolundan alman deri parçasının yerine bir bant yapıştırılmıştı.
Comyn, ayak altında bulunmamak için sırtını duvara dayamış duruyor ve dikkatle Doktor French'i izliyordu.
Uzun zaman ve milyonlarca kilometre sonra yine bir hastane odasında, baygın yatan bir adamı seyrediyordu. Adamın vücut hücreleri garip bir canlılıkla oynuyordu. Adamın hasta olduğu muhakkaktı.
Peter Cochrane fısıldadı,
— Ballantyn e de böyleydi. Comyn cevap verdi.
— Onu ilk gördüğüm zaman,,, ölmesinden önce.
Peter, Comyn*in yanında duruyordu. Sıkışık bir durumda oldukları için omuzları birbirne değiyordu. Uç Ay'ın ışıkları ortalığı ısıtmakla beraber içlerinin ürperdiğini hissediyorlardı. Vickrey'üı nefes alışları yavaş yavaş normale dönüyordu; vücutta kıpırdama hareketleri, adeleler-de hafif bir titreme görülüyordu. .Ballan tyne gibi bitik değildi,
çünkü, çelimsiz görünümüne göre hayat izleri güçlüydü.
Peter fısıldadı.
— Değişmiş. Daha genç -görünüyor. Anlayamıyorum. Roth, laboratuvarmdan çıktı, elindeki raporu Doktor
French'in önüne koydu.
— Darı numunesini inceledim. Ballantyne'in aynı, fakat transuranik elemanların yoğunlaşması daha* büyük. Çok daha büyük.
Doktor French:
— Susun, dedi. Kendisine gelmek üzere, Odada derin bir sessizük oldu.
Masada yatmakta olan adam başını çevirdi ve içini çekti. Bir dakika sonra gözlerini açtı. Önce, büyük bir merakla çevresine bakındı. Bakışları beyaz tavanda, duvarlarda, parlak madenden yapılmış âletlerde dolaştı, sonra baş ucunda bekleyen adamların üzerinde durdu.
Bakışlarındaki belirsiz merak birden korkuya döndü. Kafese alınmış bir hayvan gibi dehşete kapıldığı açıkça belli oluyordu.
Vickrey birden kalkıp oturdu ve kuş sesini andıran, flüt sesine benzeyen, insan gırtlağından çıkması garip karşılanan bir sesle.haykırdı.
Peter:
— Vickrey, Vickrey!, dedi. Korkacak bir şey yok, hepimiz dostuz.
İnsan sesine benzemeyen yardım haykırışı yine odayı doldurdu.
Comyn, sinirlerinin bozulduğunu hissediyordu, ama korkusu Vickrey'inki kadar büyük değildi.
Vickrey'in dudakları o sesi çıkartmak iç ;in ter ar büzülmek üzereydi, gözleri...
Comyn, bir insanın gözlerinin korkusunu böylesine açıklıkla belli ettiğine hiç şahit olmamıştı. Bu gözlerde
ne çılgınlık ne de tehdit ifadesi vardı. Fakat adamın bakışları ensesiadeki tüylerin diken diken olmasına sebep oluyordu.
Peter: ......
Vickrey!, diye tekrarladı. Beni hatırladın mı, Peter Cochrane? Artık emniyettesin, Vickrey. Korkacak bir şey yok.
Bir zamanlar Dünya'daki bilimsel alanda söz sahibi olan, evli ve iki çocuklu matematikçinin dudakları yine büzüldü, kuş sesi üçüncü defa duyuldu.
Peter »birden küfrü bastı.
— Bırak numarayı, Vickrey! O yaratıklardan biri değilsin. Dünyalısın, insansın ve benim kim olduğumu biliyorsun. Numara yapmayı bırak!
Vickrey inledi,
Comyn, bir zamanlar başka bir odada, başka bir adama sormuş olduğu soruyu tekrarladı.
— Paul Rogers nerede?
Vickrey, başını çevirdi ve garip bakımlı gözlerini Comyn'e dikti.
Büyük bir zorlukla kelimeleri bulmaya çalışarak konuştu.
— Öldürdüğünüz Strang'dı. Peter Cochrane hayretle:
— Strang!, dedi. O mu...
— Koruda. Silâhlı adamlar. Strang düştü. Onu kaldırdık ve gotürüyorduk. Sonra ben...
Başını şaşkınlıkla salladı. Saçları fazla uzamıştı ve aralarında yaprak, ot parçaları vardı. Muhtemelen yere yuvarlanıp sürüklendiği zaman olmuştu.
Peter ağır sesle:
— Adamlarım onlara saldırdığınızı söyledi, dedi. Vickrey'in ağzından kahkahayla inleme arası zır ses
çıktı.
— Hayırdedi hayır onları görmedik bile. Peter'in gözleri öfkeyle parıldadı.
— Ah, şu aptallar! Ranik Sadece paniğe kapıldılar. Onları oraya yollamam alıydım.
Comyn, Vickrey *e:
— Buraya sizi bulmak üzere geldik, dedi. Geri dönmeye mi çalışıyordunuz?
Hayır!
Vickrey dirseklerini dizlerine dayadı ve başım elleri- . nin araşma aldı.
— Geride kaldık. O adamların bizi geriye götürmek isteyebileceklerini düşündük. Fakat yaratıklar... o insanlar gemiyi görmek istemişlerdi. Bekledik, sonra biri Rogers'ın adını hay kırar ak söyledi. Paul duydu. Ve ismini bağıran adamı görmek istedi. Bir müddet sonra görmek üzere koruya süzüldük. Zorunlu değildim. Zannediyorum ki ben...
Bir kere daha cümlesinin yarısında sustu. Sonra büyük bir üzüntüyle:
— Strang öldü, dedi. Peter:
— Özür düerim, dedi. Çok üzüldüm. Adamlarımın böyle bir şeye niyetleri olduğunu sanmam. Transuranlar hakkındaki konuşmaları duya duya müthiş korktular.
Vickrey, sanki keskin ve sivri bir bıçağm ucuyla dürtülmüş gibi yerinden doğruldu.
— Transuranlar hakkında ne biliyorsunuz?
— Hiç bir şey. Bilgimiz Baliantyne'hı jurnala yazdıklarından öteye gitmiyor.
Vickrey ayağa kalktı. Gücünü anlaşümaz bir hızla yeniden bulmuş gibi görünüyordu.
— Fakat jurnali ondan sonra... Ballantyne! Şu halde, Dünya'ya döndü.
Peter başıyla evetledi. Vickrey:
— Ve,,, öldü, dedi,
— Evet. öleceğini biliyormuydunuz?
— Tabiî, Hepimiz biliyorduk. Fakat aklını oynatmıştı. Transuranların verdiklerini alamayacak kadar korkmuştu. Kalmak istemiyordu.
— Transuranlar ona ne verdiler, Viekrey? Vickrey:
— Hayat, dedi. Hayat veya ölüm. Kendi kendisine karar verdi. Yaşamasının doğru olmadığını söyledi.
— Seni anlayamıyorum.
— Eğer anlamış olsaydın, benim gibi, Ballantyne gibi olurdun. Seçim yapmak zorunda kalacaktın. Bak, gemini ve adamlarını al, mümkün olduğu kadar çabuk buradan uzaklaş. Rogers'in, Kessel'in ve benim var olduğumu unutun Başka bir yıldız bul, uzay yıldızlarla dolu. Aksi halde, bizim gibi olursunuz. Çoğunuz kalacak, fakat bir kısmınız geri gidecek... evet, yüzünde görebiliyorum. Çok çirkin bir ölüm.
ilk defa French söze karıştı. Roth'un verdiği raporu okuyor ve bakışları rapor üe Vickrey arasında gidip geliyor, hep düşünüyordu.
— Bir değişiklik ,değü mi? Ballantyne de bu değişiklik tamamlanmamıştı.
Viekrey:
— Evet, bir değişiklik, dedi, Ballantyne çok erken ayrıldı. O... Her nasılsa çok korkmuştu. Fazla dindar sanıyorum. Bununla beraber biraz daha beklemiş olsaydı...
French:
— Senin vücudunda değişiklik tamamlanmış, dedi. Vickrey buna cevap vermedi.
Peter Cochr&ne'e baktı.
— Beni bırakacak mısın?, diye sordu. Beni Dünya'ya geri götürmeyeceksin, değil mi? .
Peter, sanki yalvarırnuş gibi elini uzattı,
— Bu ilkel insanlarla beraber hayatının sonuna kadar burada kalamazsın. Sen Dünya'hsm, Vîckrey. Bir işin, karın ve çocukların var. Burada garip bir etki altında olduğunu biliyorum, fakat nasıl olsa kurtulursun. Hastalığın her neyse, tıbbî müdahale...
Vickrey acı bir haykırışla:
— Hastalık mı?, dedi. Hayır, anlamıyorsun. Hasta değilim ve hiç hasta olamam Yaralanabilir, öldürülebiîi-rim. F\akat bütün bunlar kazadır. Bunları önlediğim takdirde yaşayabilirim... tabiî ebediyen değil, fakat insanların anlayamayacağı bir sona kadar.
Peter Cochraneln önüne geldi. Gözlerinde müthiş bir korkunun izleri vardı.
— Artık buraya aitim. Beni geri gitmeye zorlayamazsınız.
Peter, nazik konuşabilmek için büyük bir gayret göstererek:
— Dinle, dedi. Kendine geldiğin zaman nasıl konuşacağını bitmiyordun. Şimdi konuşman benimki kadar düzgün. Eskiyi yine hatırlayacaksın ve karın...
Vickrey gülümsedi.
— Bana karşı çok iyi bir kadındı. Onu sevmiş olduğumdan şimdi emin değilim. Fakat şimdi biribirimize bir faydamız dokunmayacaktır.
Sonra korku izleri gözlerinin içini bürüdü,
— Beni bırakın!, diye haykırdı. Peter içini çekti.
— Burada kalıp dinlensen iyi olacak. Bir, iki güne kalmaz hislerin değişecektir. Ayrıca, yardımına ihtiyacımız var.
Vickrey:
— Size yardım ederim, dedi. İstediğiniz her şeyi söylerim... Fakat beni bırakmalısınız!
Peter başını salladı,
— Eğer seni bırakırsak, ormana dalacak ve yine transuranlarla beraber gideceksin, seni bir daha bulama-' yacağız.
Vickrey uzun bir dakika hareketsiz kaldı, sonra kahkahalarla gülmeye başladı. Kahkahası kuş sesini andıran garip çağırışa döndü ve duvarlarda yankı yaptı.
Peter, Vickrey'in kolunu tuttu ve sarstı.
—. Yeter, artık kas, dedi. Aptallık etme!
Vickrey birden sustu.
— Halkımın Onların transuran olduğunu düşünüyorsun, değil mi?
— Transuran değiller mi?
— Hayır.
Vickrey, kolunu silkeleyerek Peter'in elinden kurtardı ve arkasını döndü. Yumruklarım sıkmıştı ve bütün vücudu titriyordu.
— Onları biz de istedik. Transuranik filizleri. Fakat onları alamazsınız. Mümkün değil! Halen başkalarına ait.
— Kime ait?
— Transuranlara. Ve ben size onları rahat bırakın diyorum,ama beni dinlemiyorsunuz.
— Hayır. Sizden çok daha iyi donatılmış durumdayız. Her şeyle başa çıkabiliriz. Ancak ne ile karşılaştığımızı bilmemiz gerekiyor. Transuranlar nasıl bir şey? însan mı, yaratık mı, canavar mı?
Vickrey, merhametle Peter'e baktı. Yumuşak sesle:
— Tahayyül ettiğiniz gibi bir şey değil,dedi. Tarif edebileceğim gibi bir şey de değil. Bırakm gideyim. Böyle kapalı yerde kalmam. Size onların yerini tarif edeceğim. Maden filizlerini orada bulacaksınız. Bırakm gideyim.
Peter:
— Seni serbest bırakamayacağımı biliyorsun, dedi. Hem senin hem de diğerlerinin çıkarı bakımından. Rogers ve Kessel için.
Vickrey:
— Anlamıyorsun, diye fısıldadı. Artık insanların arasına dönemeyeceğimizi anlamıyorsun. Geri dönmek istemiyoruz!
Vickrey'in sesi, son kelimeleri haykırış halini almışr ti.
Doktor French:
— Dikkat et, Peter, dedi. Comyn:
— Vickrey'in doğru söylediğini sanıyorum, dedi. Maksatlı olarak Peter'le kapının arasına girdi.
— Bir kuş için fazla olan şeylerle Vickrey'in kafasını şişiriyorsun. Rogers'ı, Kessell'i veya diğerlerini, kimseyi düşündüğünü sanmıyorum. Bütün istediğin maden filizleri. Kaçar korkusu ile onu bırakamıyorsun, aksi halde maden filizlerine gidemeyeceğini düşünüyorsun. Bu bakımdan. ..
Kaçınmasına fırsat kalmadan kapının kenarı Comyn*-in sırtına çarptı. Dışardaki nöbetçilerin başında bulunan Sİmon Cochrane şimdi kapının Önünde duruyordu. Tüfek elindeydi, ama yüzünde korkulu bir ifade vardı.
— Peter, dedi» Dışarı gelsen iyi olacak. Hem onu da getir.
Başıyla Vickery'i işaret etti, sonra dağları gösterdi.
— Orada bir şeyler oluyor.
13.
Aylardan biri batmış olduğu için korunun gölgeleri daha koyulaşmı^tı. Hafif hafif esen rüzgâr kesilmişti ve hava ılık,, ortalık sakindi.
Simon elini kaldırdı,
— Dinleyin.
Hep beraber dinlediler. Comyn, kuş seslerinin tatlı nağmelerini duydu. Birbirlerine sesleniyor, dağıbyor, eonra sesler bir yerde tekrar toplanıyordu.
Siman:
— Toplanıyorlar, dedi. Ona sor bakalım bunun manası nedir?
Tatlı, insan sesine benzemeyen sesler yine duyuldu. Bu sefer korunun kenarına daha yakındı. Sanki hepsi bir yere toplanmış gibiydi. Comyn, buz gibi bir elin sırtında dolaştığını hissetti. Bu sesleri yine duyuyordu; ürperme-sinin sebebini bir türlü anî ayamı yordu.
Vickrcy'in yüzün ay ışığında bembeyaz görünüyordu.
— Strang'i gömmek üzere götürüyorlar. Kollarından tutan Peter ve Simon'm elinden kurtulmak için çaresizlikle çırpındı.
Peter:
— Nereye?, diye sordu. Transuranlarm yanına mı? Vadinin ağzındaki parlak, beyaz ışık biraz daha kuvvetlendi. Bu parlaklığın Ay ışığı olmadığı kolaylıkla anla-
şılıyordu. Sesler yavaş yavaş bu parlaklığa doğru uzakla-gıyordu,
Vickrey:
— Bir kere öldürdünüz, "yine öldürürsünüz, dedi. Beni aldığınız gibi diğerlerini de esir alacaksınız. Bırakın beni!
Çılgın gibi çırpınmaya başladı. Diğerleri de Peter'le Simon'un yardımına geldiler. Vickrey'ln sesi vahşi bir çığlık halini aldı, Comyn, bir kenara çekilerek bekledi.:
Simon nefretle:
— Bize faydası yok, dedi. Kendisine gelene kadar bir yere kapatın. Nasılsa, hepsi bir aradayken gidemeyiz. Strang'm intikamını almaya kalkacaklardır. Bize göre çok kalabalık sayılırlar.
Nöbetçiler korudan alınmışlardı. Fisher, korkulu gözlerle ormana bakıyordu. Herkes Vickrey'Ie meşguldü. Comyn,otlarm üzerinde gürültüsüzce Fisher'e yanaştı ve başına vurdu. Fisher düşerken tüfeği elinden aldı. Tüfeğin gok gücü son kademeye getirilmişti. Sessizce şok gücünü azalttı ve tüfeğin namlusunu Vickrey'le uğraşanlara
çevirdi,
— Tamam, dedi. Serbest bırakın.
Herkes şaşırmıştı. Önce kimse oralı olmadı, sonra Vickrey'i bırakmak zorunda olduklarını anladılar. Vick-ler diz üstü çökmüştü ve Siman, adamın kolunu arkaya kıvırmış- tutuyordu. Peter Cochrane yerinden doğruldu.
— Delirdin mi, Comyn? Comyn:
— Belki de, diye cevap verdi.
Nöbetçilerden birisi Vickrey'le uğraşırken yere bırakmış olduğu tüfeğe saldırdı Comyn tetiğe dokununca ince bir ışın tüfeğin namludan adama doğru uzandı ve adam sessizce düştü. Bundan sonra kimse tehlike doğuracak bir hareket yapmadı. Bayılmak ölümü gerektir mezdi,
ama eğlenceli de sayılmazdı. Simon, hâlâ VickreyU bırakmamıştı; birbirlerine öyle yakın duruyorlardı ki, Comyn, Vickrey *i de bayıltmadan Simon'u tesirsiz bırakamazdı. Simon Cochrane'in yüzünde inatçı bir ifade vardı ve bakışları sertti.
Comyn:
—- Vickrey'i serbest bırak, dedi.
Peter, bir iki adım atarak öne çıktı.
Konuşmak için ağzını açtı, fakat Comyn fırsat vermedi.
Bak, Peter, dedi. Maden filiziyle bir ilgim yok. İstersen hepsi senin olsun. Buraya Paul Rogers'i bulmaya geldim ve bundan Ötesi beni ilgilendirmez. Beni anlıyor musun, Vickrey? Paurun arkadaşıyım. Onunla konuşmak istiyorum, hepsi bu kadar. Eğer geri dönmek istemezse onu zorlayacak değilim. Beni Paul'a götürür müsün?
Vickrey başıyla olumlu bir işaret yaptı. Simon'un elinden kurtulmak için bir hareket yapınca Simon ona vurdu.
— Kımıldama.
Sonra etrafındakilere seslendi.
— Neden korkuyorsunuz? Birisi...
Peter'in eli gırtlağına yapışü ve kelimeleri Simon*un ağzında boğdu. Sonra Simon1 u, Vickrey'in yanından çekip öfkeyle bir kenara itti.
Sonra yere yuvarlanan Simona:
— Kalk, dedi. Akıllıca hareket etmek işine gelmiyor, değil mi? Cochrane'lerin ismini kötüye çıkaranların soyundan gelme olduğun belli. Kabadayılık yapılacak yer ^ve zaman değil. Hem de ona karşı.
Simon küfür ederek:
— Kaçmamasını söyleyen sen değil misin?, dedi.
Peter öfkeyle:
"— Ona vur demedim", dedi.
Sonra çevresindekilere döndü.
— Tüfeğin namlusunu indirebilirsin, Comyn, dedi. Vickrey ne isterse yapmakta serbesttir. Doğru söylediğini ve artık yapılacak bir şey. olmadığını düşünüyorum. Onun hayatını kurtarmak için başka birini öldürmeye lüzum yok.
Comyn gülümseyerek başını salladı. Tüfeğin namlusunu bir milim bile kimi İd atmamıştı.
Peter'e:
— Seni anlayamıyorum, dedi. Bazen namuslu bîr adam olduğunu bazen de namussuzluğunu Örtmeye çalıştığını düşünüyorum.
Tüfeğin namlusunu biraz oynatarak tüfeği hâlâ tuttuğunu anlatmak istedi.
Zir zırha ihtiyacım var.
— Deli olmalısın, Camyn! Yalnız başına...
— Üzerimde zırh olsa da olmasa da gideceğimi bilecek kadar beni tanımış olmalısın. Bana bir zırh bulacağını da biliyorsun. Bunun için vakit kaybetmekte mânâ
yok.
Peter, omuzlarını silk erek gemiye gitti. Simon da onun arkasından gitmek için bir hareket yapınca Comyn:
— Hayır, sen dur, dedi. Gözümün Önünden ayrılmanı istemiyorum.
Comyn bekledi. Vickrey ayağa kalkmıştı. Serbest bir hali vardı, çünkü artık esir değildi ve korkmuyordu. Vücudu titriyordu, ama sabırsızlığından titriyordu. Bakışları vadinin ağzına doğru kayıyor ve bir a.*ı önce gitmek istediği belli oluyordu. Gözleri pırıl pırıl parlıyordu. Comyn, bir insanın gözlerinin böylesine değişmesine bir türlü akıl erdir emiyordu.
Peter, radyasyona karşı kullanılan hafif madenden yapılmış bir elbiseyle döndü. Sudakları birer çizgi halin*
de kısılmıştı» Bakışları etrafındaki adamların üzerinde dolaştı.
— Bu elbiselerden biri kayıp, dedi. Birisi senden önce davranma, Comyn.
Comyn:
— Elbiseyi yere koy, dedi. Hemen önüne.
Peter söyleneni yaptı vebir adım geri çekildi, Comyn> uzanıp elbiseyi bırakıldığı yerden aldı. Sim on hâlâ huzursuz görünüyordu. Kimse konuşacak halde değildi.
Peter sordu.
— Bül Stanley'i gören var mı? Kimse görmemişti,
Peter öfkeyle söylendi*
Adamlar uzay elbileri ile dışarı çıkıyorlar, ellerindeki geyger aletleriyle dolaşıyorlardı. İndikleri ovada radyasyon yoktu; gemidekiler rahatlıkla inip temiz hava alabilirlerdi.
Peter dağlara, bakıyor. «Orada mı?» o
Stanley cevap veriyor. «Söylerim, ama karşılığını vereceksin.»
Peter, «Yarın... , diyor.
«ödeyecek olursan,»
Comyn yatağında döndü. Sonra tekrar dağları ve dağların üzerindeki büyük yarıkları gördü. Bamard'ın yıldızı paslı bir top gibi duruyordu. Büyük çanlar çalıyor, çanlardan kan damlıyordu. Kanlı oldukları halde güzel görünüyorlardı. *
Sonra gece bastırıyor, her taraf kararıyordu. Karanlıklar in koynunda tehlike yatıyordu, sessiz adımlar gemiye doğru hızla yaklaşıyor, sonra bir haykırış duyuluyor: «Benim, ben, Paul! Ölüyüm, ama ölemem!»
Comyn sıçrayarak uyandı ve haykırdı. Tir tir titriyordu ve bütün vücudu terden sırılsıklam olmuştu. L»om-boz deliğinden küçük kamaraya gecenin hafif ışığı doluyordu, Küçük kamaranın duvarları arasında uzun müddetten beri yaşıyordu, ve artık sıkılmıştı. Sanki köşeleri kâbusla dolu küçük bir tabutun içinde yaşıyordu. Hemen kamarasından çıktı ve koridorda yürümeye başladı.
Hava odasının kapısı açıktı. Odada, kucağmda yüksek güçlü bir şok tüfeği ile oturan bir adam vardı.
Comyn:
— Dışarı çıkacağım, dedi. Adam kuşkuyla Comyn'e baktı,
— Emir aldım, dedi. Fakat patron dışarda. Ona sor.
Comyn, kaim duvarlı kapıdan geçti ve asma merdivenden aşağı indi. Bakır gibi parıldayan iki ay gökyüzünü aydınlatıyordu. Üçüncü bir ay ufuk çizgisinden doğru yükselmek üzereydi. Sadece ağaçların olduğu bölge karanlıkta kalıyordu. Biraz sol tarafta, otlar bitmesine rağmen Ballantyne gemisinin indiği yer belli oluyordu. k
Peter Cochrane, merdivenin dibinde ileri geri dolaşıyordu. Co.myn*i görünce durdu.
— Geldiğine memnun oldum. Yabancı bir dünyada yolnız kalmak zor.
Comyn'in koluna girerek, onu hava odasından vuran ışığın dışına doğru götürdü.
— Şuraya bak, dedi. Dar geçide doğru. Oradaki aydınlık, sadece ay'ın verdiği aydınlık mı?
— Tahmin etmesi çok güç...
Uç ay, daima hareket halindeydi ve ortalığı garip bir ışıkla aydınlatıyordu. Fakat Conıyn'in dikkatle baktığı
— 113
yerde, ay'ın ışığı olmayacak parlaklıkta başka bir soluk ışık vardı. Bilinmeyen şeylerin verdiği ürpertiyle titredi. Işığın garip parıltıları sanki büyüleyici bir etki yapıyordu, Soluk ışık birden üç ay'm verdiği kuvvetli aşığın arasında kayboldu. Comyn:
— Bilmiyorum, dedi. Emin olamam. Peter:
— Ne gariptir ki, hiç bir şeyden emin olamıyoruz, dedi.
Gemiye doğru yürümeye başladı, Comyn de arkasından yürüdü. Arkalarında kalan karanlıktan doğru hafif bir flüt sesi işitildi. Flütün tatlı nağmeleri vardı. Sanki flüt çalınırken birisi kahkahalarda gülüyordu. Peter başını sesin geldiği yöne çevrdi.
— Meselâ şu ses, dedi. Nedir,,, kuş mu, canavar ma, yoksa bilinmeyen bir yaratık mı? Kim bilir?
— Stanley'in bügisi olabilir. Stanley hakkında ne düşünüyorsun?
—- Bazen insanların inatçı taraflarını yumuşatmak imkânı olmaz, Comyn, Belki Stanley böyle kimselerden biri. Bilmiyorum.
Başını çaresizlikle salladı.
— Eğer iş bana ve Simon'a kalsa onu cehennem ateşinde canlı canlı kızartırız. Fakat diğerlerini de düşün-mak zorundayız.
Üç ay'ın ışığı altında pırıldayan geniş ovaya baktı.
— Şuraya bakıyorum da bir tehlike olabileceğini düşünemiyorum, Sıanki Cennet Bahçesi gibi, değil mi? Sonra Ballan tyne'i hatırlıyorum ve onun başına gelenlerin vneler olduğunu öğrenip kendimizi koruyabilmemiz için bütün Cochrane Şirketini ona bağışlamayı düşünüyorum.
— Ama bilgisi olduğuna güvenemiyorsun, değil mi?
.— Bilmiyorum, Comyn. Fakat kimsenin bügisi olduğunu da sanmıyorum.
— §u halde onunla anlaşma yoluna gideceksin. Peter, sanki kelimeler ağzına acı bir tat veriyormuş
gibi:
— Muhtemel ,diye cevap verdi.
Kuş cıvıltısını andıran ses daha hafif olarak duyuldu, ama bu sefer ses, daha yakından gelmişti. Otuz metre kadar ilerde küçük bir koru vardı, İki adam »geceleyin öten bu kuşu veya yaratığı görebilmek için bu koruya doğru baktılar. Ağaçların büyük dallarının altı koyu karanlık olmakla beraber gecenin aydınlığında kalan ufak, tefek düzlükler görmek mümkün oluyordu. Comyn, böyle düzlüklerin birinde, hareket eden bir şey gördüğünü zannetti.
Peter'in eli Comyn'in koluna, yapıştı.
— însanlar! Onları görüyor musun, Camyn? İnsanlar...
Kelimeler Peterln gırtlağında düğümlenip kaldı. Comyn, ağaç gövdeleri arasında kımıldanan fildişi renkli vücutları gördü. Daha önce görmüş olduğu rüyanın etkisi hâlâ geçmemişti. Kolunu Peter'in elinden kurtarıp haykı-rarak ağaçlığa doğru koymaya başladı.
— Paul! Paul Rogers!
Sanki gördüğü kâbus gerçekleşiyordu. Ayakların altındaki uzun otlar bacaklarına dolnıyor ve ağaçlık çok uzak gibi görünüyordu. Ağaçlanıl altındaki adamları yüzleri karanlıkta kaldığı için seçilemiyordu. Dört adam,.. Ballantyne'in tayfaları... Hayır, dört kişiden fazla adam vardı. Ağaçların arasında ince» uzun boylu, soluk fildişi renkli, çırılçıplak adamlar dolaşıyordu. Hattâ bazıları erkek bile değildi. Koşarak kaçarlarken bu uzaklıktan bile uçuşan uzun saçlarıyla kadınları açıkça görmek mümkündü, Comyn'in bağırması onları ürütmüştü ve birbirlerine kuş cıvıltılarını andıran seslerle bağırarak kaçışmaya başlamışlardı.
Comyn, yine haykırdı.
— Paul, kaçma! Ben, Arch Comyn!
Fakat beyaz vücutlar ağaçların gölgeleri altında, korunun derinliklerinde gözden kayboldular. Paul aralarında yoktu. Flüt sesini andıran bağırışlar da, yaratıkların kaybolması ile kesilmişti.
Peter, tam korunun kenarında Comyn'e yetişti.
— Sakın ormana girme, Comyn! Comyn, üzüntüyle başını salladı.
— Gittiler. Onları korkuttum. Paul değildi. İçlerinde Paul yoktu.
Derin bir ürpertiyle titredi. Sanki zorlukla nefes alıyordu,
— Peter, dedi. Bu insanların... Transuran olduklarını düşünür müsün?
-r
Comyn'in bağırması üzerine gemiden adamlar çıkıyordu.
Peter birden döndü.
— Stanley, dedi. Şimdi Stanley'le -konuşmanın tam sırasıdır.
Comyn, içinde büyük bir kırgınlık, Peter'in arkasından yürüdü. Rüzgâr ılıktı, havada ağır bir koku vardı, Üçay'ın ışıklarıyla büyük ova pırıl pırıl yanıyoıdu. Kendilerine gelen adamlar ne olduğunu sorarak sesleniyorlardı.
Peter'in dört kişiyi açğınp kısa emirler verdiğini duydu. Bu arada ağaçlığı işaret ediyordu. Adamların elinde tüfekler vardı. *
Comyn'in yanından geçerlerken, içlerinden iri yarı olan Fisher, Comyn'e sordu.
— Silâhları var mıydı? Saldıracaklar mı?
— Zannetmem. Görünüşlerine göre... sadece bakıyorlardı.
Fisher'in yüz ter içindeydi ve gömleğinin koltuk altlan
terden koyulaşmıştı. Kolunun yeniyle alnındaki terleri kurularken hoşnutsuz bir tavırla ağaçlara doğru baktı.
— Bu yolculuğun iyi sonuçlanması gerekiyor, dedi. Şimdiye kadar hiç hoşuma gitmedi.
Camyn'in yanından ayrılırken, Comyn:
— Sakm gevşek davranmayın, dedi,
Fisher, gözlerini ağaçlardan ayırmadan dikkatli ola^ cağını söyledi.
Comyn, geminin yanına geldiği zaman dört kişilik silâhlı grup ağaçların anasında kayboldu. Nöbetçilerin ağaçların arasına girmesi hiç de hoşuna gitmemişti.
Gemiye asılı olan merdivenin altında birkaç kişilik bir grup vardı. Peter ve Stanley de bu grubun içindeydi. Diğerleri, iki adamın konuşmasını dikkatle dinliyorlardı, ama gecenin durumundan hoşlanmadıkları hareketlerinden ve yüz ifadelerinden anlaşılıyordu.
Peter konuşuyordu.
— Durumu aydınlatmalıyız. Herkesin anlamasını istiyorum. Bunltar... bu insanlar hakkında bildiklerini söylemeyi reddeyiorsun. Bu yaratıkların tehlikeli olup olmadıklarını bizden neden saklıyorsun?
Stanley, dilinin ucuyla dudaklarını ıslattı.
— Bedava söylemem, Peter. Eğer başımıza bir şey gelecek olursa, bu benim hatam değil senin hatan olacak, çünkü, dürüst bir teklif yapmıyorsun.
Peter, konuşmaları dinleyenlere:
— Konuşmayı reddettiğini hepiniz duydunuz, dedi. Homurdanmalar duyuldu. Stanley, gitmek istermiş
gibi gemiye doğru dönünce yolunu kestiler. Peter:
— Pekâlâ, dedi. Stanley'i oraya götürelim. Birkaç kişi Stanley'in koluna yapıştı. Simon Cochra-
ne, pilotlardan biri, bir astrofizikçi, doktor French ve diğerleri Stanley'i itiyorlardı. Hiçbiri işlerinin Önemini düsunmuyorlardı,
çünkü, karşılarında daha önemli bir porb-lenı vardı, §imdi sadece, başlarına geleceklerden korkan ve kızgın adamlardı. Stanley, acıyla haykırdı. Peter, Stanley'in ağzına elinin tersiyle vurdu.
— Belki inanmayacaksın,-ama, Bili, buraya gelişimiz parayla oldu, fakat bundan sonrası için hayatımızın önemi büyük. Aradaki fark çok büyük.
Çimenlerin üzerinde sessizce yürümeye başladı,
— Stanley'i de getirin.
Comyn de onlarla beraber yürüdü. Peter'in ne yapmak istediğini biliyordu. Stanley de durumun farkındaydı, Fakat Stanley yine de sormaktan kendisini alamadı.
Peter:
— Hiç bir şey, dedi. Seni korudaki ağaçlardan birine bağlayıp geri çekileceğiz ve ne olacağını izleyeceğiz. Eğer bildiğini iddia ettiğin şeyleri gerçekten biliyorsan, onların tehlikeli olup olmadıklarını da bilmelisin. Eğer tehlikeli değülerse, korkmayacaksın ve sana bir şey omayacak. Eğer, tehlike varsa... eh, o zaman da nasıl olsa öğrenmiş olacağız.
Stanley'in ayaklan uzun otlara takılıyordu. Stanley'ı ağaçların yanına götürdüler ve ay'm bakırımsı ışıklan altında sarı san parlayan ilk daim altında durdular. Ağaçların arasındaki büyük sessizlik, sadece ılık ılık esen rügarın dalları arasında fısıldamasıyla bozuluyordu.
Peter:
— Buraya d eğil t dedi. Daha içerlere.
Korunun daha derinlerine doğru yürüdükleri zaman buradaki ağaç gövdelerinin daha düzgün olduğunu gördüler. Dağlık bölge ile korunun arasmda büyük ve karanlık bir orman vardı. Biraz önce görünen yaratıklar bu ormanın içinde kaybolmuşlardı.
Yumuşak adımlarla ilerlediler, şok tabancaları her
an ateşe hazırdı. Gözleriyle çevrelerini dikkatle araştırıyorlar ve. korunun derinliklerine doğru ilerliyorladı.
Beş adım, on adım, yimi adım... ve Stanley fazla dayanamayıp çözüldü.
— Yapma, Peter! Beni burada bırakma! Bilmiyorum.,. Bilmiyorum!
Peter durdu. Stanley'in yakasına yapışıp onu ay ışığının vurduğu bir boşluğa çekti. Stanley:
— Bilmiyorum, dedi. Ballantyne bu... bu insanları tarif etmiş. Onlarla karşılaşmış, fakat jurnalda başka bir şey yazılı değildi.
Comyn sordu.
— Bunlar Transuran mı?
— Zannedersem. İsimlerinden söz etmiyorum. Sadece bu yaratıkların varlıklarını yazayordu, o kadar,
— Onlardan korkuyor muydu?
— Yazmamıştı.
— Şu halde ne yazmıştı?
— Hepsi söylediklerimden ileri gitmiyor. Yaptıkları denemelerden, burasının nasıl bir yer olduğundan söz ediyordu, Sonra jurnal kesilmişti Başka bir yazı yoktu. Ancak bir şey yazılmıştı.
— Devam et.
— Tek kelimeydi ve tamamlanmarmştı. Transuran... Ve bütün sayfa mürekkep içindeydi.
Stanley, dişleri takırdayarak güldü:
— Jurnal defterlerini almama sebep sadece bu kelime olmuştu. Cochrane'leri kıskıvrak bağladığımı düşünmüştüm. Zaten Ballantyne de bu kısmını söylemişti. Buradan gidelim, Peter. Gemiye dönelim.
Peter, merhametsiz bir ifadeyle:
— Şu halde yalan söylüyordun, dedi. Maden filizlerinin nerede olduğunu bildiğini söylemiştin, oysa yalan söylü yormuşsun.
*
Stanley başıyla evetledi.
Peter, bir dakika daha. Stanley'in yükünü inceledi* Sonra arkasını dönüp yürümeye başladı. Diğerleri de onu takip ettiler, Peter, nöbetçilerle kısaca konuştu. Tekrar hep beraber ovayı geçtiler. Birbirlerinden biraz uzakça yürüyorlardı. Stanley de serbest bırakılmıştı.
Adamlardan bazıları gemiye girmişti ve diğerleri de girmek üzereydi. Tam o sırada ağaçların arasında patlayan ışınların sesleri duyuldu ve göz kamaştırıcı parlaklıkları görüldü. Bir adamın korkuyla haykırdığı işitildi; birden sağdan soldan gelen kuş cıvıltılarını andıran sesler duyuldu. Sesler bu sefer bir notayla tekrarlanıyor ve ormanın derinliklerine kadar uzanıyordu. Bu notada şikâyet ifadesi vardı. Şimşek gibi çakan ışınlar tekrar, tekrar göründü.
Kısa bir müddet sonra* her yer sakînleşti. Sesler, dağlara doğru fısıltı halinde uzaklaştı, sonra kesildi, Fisher ve nöbetçilerden biri, araLarına aldıkları beyaz bir şeyi sürükleyerek göründüler.
Fisher:
— Üzerimize saldırmaya kalktılar!, diye bağırdı. Saldırıyorlardı, ama geri püskürttük.
Yüzü terden pırıl pırıldı ve. sesi paslı çıkıyordu.
— Birini canlı olarak yakaladık. ^ Comyn, bir kere daha ağaçlara doğru yürüdü. Pe-
ter'Ia beraber gidiyordu ve gözlerini Fisher'le adamının arasındaki çıplak vücuttan aymamıyordu. Yaratığın başı önüne düşmüş, siyah saçları yüzünü örtmüştü. Bunun için yaratığın yüzünü görmelerine imkân yoktu.
îki grup ovanın tam ortasında buluştu. Fisher'le adamı yere bıraktılar. Comyn, yüzünü korumak istermiş gibi elini yüzüne doğru kaldırıp yerdeki adama baktı.
Peter, hayretle nefesini tuttu.
— Bu adamı tanıyorum, dedi, Vickrey!
12.
Geminin küçük reviri parlak bir şekilde aydınlatılmıştı. Her taraf bembeyazdı. Çelik âletler küçük dolaplarda tertemiz duruyordu. Vickrey, muayene masasında yatıyordu. Şok ışınının kenarına yakalanmıştı ve hâlâ kendisine gelememişti. Doktor French, ellerinde kauçuk eldivenleri olduğu halde, Vickrey'Ie uğraşıyordu. Dudakları incecik birer çizgi halini almıştı, Vickrey'in kolundan alman deri parçasının yerine bir bant yapıştırılmıştı.
Comyn, ayak altında bulunmamak için sırtını duvara dayamış duruyor ve dikkatle Doktor French'i izliyordu.
Uzun zaman ve milyonlarca kilometre sonra yine bir hastane odasında, baygın yatan bir adamı seyrediyordu. Adamın vücut hücreleri garip bir canlılıkla oynuyordu. Adamın hasta olduğu muhakkaktı.
Peter Cochrane fısıldadı,
— Ballantyn e de böyleydi. Comyn cevap verdi.
— Onu ilk gördüğüm zaman,,, ölmesinden önce.
Peter, Comyn*in yanında duruyordu. Sıkışık bir durumda oldukları için omuzları birbirne değiyordu. Uç Ay'ın ışıkları ortalığı ısıtmakla beraber içlerinin ürperdiğini hissediyorlardı. Vickrey'üı nefes alışları yavaş yavaş normale dönüyordu; vücutta kıpırdama hareketleri, adeleler-de hafif bir titreme görülüyordu. .Ballan tyne gibi bitik değildi,
çünkü, çelimsiz görünümüne göre hayat izleri güçlüydü.
Peter fısıldadı.
— Değişmiş. Daha genç -görünüyor. Anlayamıyorum. Roth, laboratuvarmdan çıktı, elindeki raporu Doktor
French'in önüne koydu.
— Darı numunesini inceledim. Ballantyne'in aynı, fakat transuranik elemanların yoğunlaşması daha* büyük. Çok daha büyük.
Doktor French:
— Susun, dedi. Kendisine gelmek üzere, Odada derin bir sessizük oldu.
Masada yatmakta olan adam başını çevirdi ve içini çekti. Bir dakika sonra gözlerini açtı. Önce, büyük bir merakla çevresine bakındı. Bakışları beyaz tavanda, duvarlarda, parlak madenden yapılmış âletlerde dolaştı, sonra baş ucunda bekleyen adamların üzerinde durdu.
Bakışlarındaki belirsiz merak birden korkuya döndü. Kafese alınmış bir hayvan gibi dehşete kapıldığı açıkça belli oluyordu.
Vickrey birden kalkıp oturdu ve kuş sesini andıran, flüt sesine benzeyen, insan gırtlağından çıkması garip karşılanan bir sesle.haykırdı.
Peter:
— Vickrey, Vickrey!, dedi. Korkacak bir şey yok, hepimiz dostuz.
İnsan sesine benzemeyen yardım haykırışı yine odayı doldurdu.
Comyn, sinirlerinin bozulduğunu hissediyordu, ama korkusu Vickrey'inki kadar büyük değildi.
Vickrey'in dudakları o sesi çıkartmak iç ;in ter ar büzülmek üzereydi, gözleri...
Comyn, bir insanın gözlerinin korkusunu böylesine açıklıkla belli ettiğine hiç şahit olmamıştı. Bu gözlerde
ne çılgınlık ne de tehdit ifadesi vardı. Fakat adamın bakışları ensesiadeki tüylerin diken diken olmasına sebep oluyordu.
Peter: ......
Vickrey!, diye tekrarladı. Beni hatırladın mı, Peter Cochrane? Artık emniyettesin, Vickrey. Korkacak bir şey yok.
Bir zamanlar Dünya'daki bilimsel alanda söz sahibi olan, evli ve iki çocuklu matematikçinin dudakları yine büzüldü, kuş sesi üçüncü defa duyuldu.
Peter »birden küfrü bastı.
— Bırak numarayı, Vickrey! O yaratıklardan biri değilsin. Dünyalısın, insansın ve benim kim olduğumu biliyorsun. Numara yapmayı bırak!
Vickrey inledi,
Comyn, bir zamanlar başka bir odada, başka bir adama sormuş olduğu soruyu tekrarladı.
— Paul Rogers nerede?
Vickrey, başını çevirdi ve garip bakımlı gözlerini Comyn'e dikti.
Büyük bir zorlukla kelimeleri bulmaya çalışarak konuştu.
— Öldürdüğünüz Strang'dı. Peter Cochrane hayretle:
— Strang!, dedi. O mu...
— Koruda. Silâhlı adamlar. Strang düştü. Onu kaldırdık ve gotürüyorduk. Sonra ben...
Başını şaşkınlıkla salladı. Saçları fazla uzamıştı ve aralarında yaprak, ot parçaları vardı. Muhtemelen yere yuvarlanıp sürüklendiği zaman olmuştu.
Peter ağır sesle:
— Adamlarım onlara saldırdığınızı söyledi, dedi. Vickrey'in ağzından kahkahayla inleme arası zır ses
çıktı.
— Hayırdedi hayır onları görmedik bile. Peter'in gözleri öfkeyle parıldadı.
— Ah, şu aptallar! Ranik Sadece paniğe kapıldılar. Onları oraya yollamam alıydım.
Comyn, Vickrey *e:
— Buraya sizi bulmak üzere geldik, dedi. Geri dönmeye mi çalışıyordunuz?
Hayır!
Vickrey dirseklerini dizlerine dayadı ve başım elleri- . nin araşma aldı.
— Geride kaldık. O adamların bizi geriye götürmek isteyebileceklerini düşündük. Fakat yaratıklar... o insanlar gemiyi görmek istemişlerdi. Bekledik, sonra biri Rogers'ın adını hay kırar ak söyledi. Paul duydu. Ve ismini bağıran adamı görmek istedi. Bir müddet sonra görmek üzere koruya süzüldük. Zorunlu değildim. Zannediyorum ki ben...
Bir kere daha cümlesinin yarısında sustu. Sonra büyük bir üzüntüyle:
— Strang öldü, dedi. Peter:
— Özür düerim, dedi. Çok üzüldüm. Adamlarımın böyle bir şeye niyetleri olduğunu sanmam. Transuranlar hakkındaki konuşmaları duya duya müthiş korktular.
Vickrey, sanki keskin ve sivri bir bıçağm ucuyla dürtülmüş gibi yerinden doğruldu.
— Transuranlar hakkında ne biliyorsunuz?
— Hiç bir şey. Bilgimiz Baliantyne'hı jurnala yazdıklarından öteye gitmiyor.
Vickrey ayağa kalktı. Gücünü anlaşümaz bir hızla yeniden bulmuş gibi görünüyordu.
— Fakat jurnali ondan sonra... Ballantyne! Şu halde, Dünya'ya döndü.
Peter başıyla evetledi. Vickrey:
— Ve,,, öldü, dedi,
— Evet. öleceğini biliyormuydunuz?
— Tabiî, Hepimiz biliyorduk. Fakat aklını oynatmıştı. Transuranların verdiklerini alamayacak kadar korkmuştu. Kalmak istemiyordu.
— Transuranlar ona ne verdiler, Viekrey? Vickrey:
— Hayat, dedi. Hayat veya ölüm. Kendi kendisine karar verdi. Yaşamasının doğru olmadığını söyledi.
— Seni anlayamıyorum.
— Eğer anlamış olsaydın, benim gibi, Ballantyne gibi olurdun. Seçim yapmak zorunda kalacaktın. Bak, gemini ve adamlarını al, mümkün olduğu kadar çabuk buradan uzaklaş. Rogers'in, Kessel'in ve benim var olduğumu unutun Başka bir yıldız bul, uzay yıldızlarla dolu. Aksi halde, bizim gibi olursunuz. Çoğunuz kalacak, fakat bir kısmınız geri gidecek... evet, yüzünde görebiliyorum. Çok çirkin bir ölüm.
ilk defa French söze karıştı. Roth'un verdiği raporu okuyor ve bakışları rapor üe Vickrey arasında gidip geliyor, hep düşünüyordu.
— Bir değişiklik ,değü mi? Ballantyne de bu değişiklik tamamlanmamıştı.
Viekrey:
— Evet, bir değişiklik, dedi, Ballantyne çok erken ayrıldı. O... Her nasılsa çok korkmuştu. Fazla dindar sanıyorum. Bununla beraber biraz daha beklemiş olsaydı...
French:
— Senin vücudunda değişiklik tamamlanmış, dedi. Vickrey buna cevap vermedi.
Peter Cochr&ne'e baktı.
— Beni bırakacak mısın?, diye sordu. Beni Dünya'ya geri götürmeyeceksin, değil mi? .
Peter, sanki yalvarırnuş gibi elini uzattı,
— Bu ilkel insanlarla beraber hayatının sonuna kadar burada kalamazsın. Sen Dünya'hsm, Vîckrey. Bir işin, karın ve çocukların var. Burada garip bir etki altında olduğunu biliyorum, fakat nasıl olsa kurtulursun. Hastalığın her neyse, tıbbî müdahale...
Vickrey acı bir haykırışla:
— Hastalık mı?, dedi. Hayır, anlamıyorsun. Hasta değilim ve hiç hasta olamam Yaralanabilir, öldürülebiîi-rim. F\akat bütün bunlar kazadır. Bunları önlediğim takdirde yaşayabilirim... tabiî ebediyen değil, fakat insanların anlayamayacağı bir sona kadar.
Peter Cochraneln önüne geldi. Gözlerinde müthiş bir korkunun izleri vardı.
— Artık buraya aitim. Beni geri gitmeye zorlayamazsınız.
Peter, nazik konuşabilmek için büyük bir gayret göstererek:
— Dinle, dedi. Kendine geldiğin zaman nasıl konuşacağını bitmiyordun. Şimdi konuşman benimki kadar düzgün. Eskiyi yine hatırlayacaksın ve karın...
Vickrey gülümsedi.
— Bana karşı çok iyi bir kadındı. Onu sevmiş olduğumdan şimdi emin değilim. Fakat şimdi biribirimize bir faydamız dokunmayacaktır.
Sonra korku izleri gözlerinin içini bürüdü,
— Beni bırakın!, diye haykırdı. Peter içini çekti.
— Burada kalıp dinlensen iyi olacak. Bir, iki güne kalmaz hislerin değişecektir. Ayrıca, yardımına ihtiyacımız var.
Vickrey:
— Size yardım ederim, dedi. İstediğiniz her şeyi söylerim... Fakat beni bırakmalısınız!
Peter başını salladı,
— Eğer seni bırakırsak, ormana dalacak ve yine transuranlarla beraber gideceksin, seni bir daha bulama-' yacağız.
Vickrey uzun bir dakika hareketsiz kaldı, sonra kahkahalarla gülmeye başladı. Kahkahası kuş sesini andıran garip çağırışa döndü ve duvarlarda yankı yaptı.
Peter, Vickrey'in kolunu tuttu ve sarstı.
—. Yeter, artık kas, dedi. Aptallık etme!
Vickrey birden sustu.
— Halkımın Onların transuran olduğunu düşünüyorsun, değil mi?
— Transuran değiller mi?
— Hayır.
Vickrey, kolunu silkeleyerek Peter'in elinden kurtardı ve arkasını döndü. Yumruklarım sıkmıştı ve bütün vücudu titriyordu.
— Onları biz de istedik. Transuranik filizleri. Fakat onları alamazsınız. Mümkün değil! Halen başkalarına ait.
— Kime ait?
— Transuranlara. Ve ben size onları rahat bırakın diyorum,ama beni dinlemiyorsunuz.
— Hayır. Sizden çok daha iyi donatılmış durumdayız. Her şeyle başa çıkabiliriz. Ancak ne ile karşılaştığımızı bilmemiz gerekiyor. Transuranlar nasıl bir şey? însan mı, yaratık mı, canavar mı?
Vickrey, merhametle Peter'e baktı. Yumuşak sesle:
— Tahayyül ettiğiniz gibi bir şey değil,dedi. Tarif edebileceğim gibi bir şey de değil. Bırakm gideyim. Böyle kapalı yerde kalmam. Size onların yerini tarif edeceğim. Maden filizlerini orada bulacaksınız. Bırakm gideyim.
Peter:
— Seni serbest bırakamayacağımı biliyorsun, dedi. Hem senin hem de diğerlerinin çıkarı bakımından. Rogers ve Kessel için.
Vickrey:
— Anlamıyorsun, diye fısıldadı. Artık insanların arasına dönemeyeceğimizi anlamıyorsun. Geri dönmek istemiyoruz!
Vickrey'in sesi, son kelimeleri haykırış halini almışr ti.
Doktor French:
— Dikkat et, Peter, dedi. Comyn:
— Vickrey'in doğru söylediğini sanıyorum, dedi. Maksatlı olarak Peter'le kapının arasına girdi.
— Bir kuş için fazla olan şeylerle Vickrey'in kafasını şişiriyorsun. Rogers'ı, Kessell'i veya diğerlerini, kimseyi düşündüğünü sanmıyorum. Bütün istediğin maden filizleri. Kaçar korkusu ile onu bırakamıyorsun, aksi halde maden filizlerine gidemeyeceğini düşünüyorsun. Bu bakımdan. ..
Kaçınmasına fırsat kalmadan kapının kenarı Comyn*-in sırtına çarptı. Dışardaki nöbetçilerin başında bulunan Sİmon Cochrane şimdi kapının Önünde duruyordu. Tüfek elindeydi, ama yüzünde korkulu bir ifade vardı.
— Peter, dedi» Dışarı gelsen iyi olacak. Hem onu da getir.
Başıyla Vickery'i işaret etti, sonra dağları gösterdi.
— Orada bir şeyler oluyor.
13.
Aylardan biri batmış olduğu için korunun gölgeleri daha koyulaşmı^tı. Hafif hafif esen rüzgâr kesilmişti ve hava ılık,, ortalık sakindi.
Simon elini kaldırdı,
— Dinleyin.
Hep beraber dinlediler. Comyn, kuş seslerinin tatlı nağmelerini duydu. Birbirlerine sesleniyor, dağıbyor, eonra sesler bir yerde tekrar toplanıyordu.
Siman:
— Toplanıyorlar, dedi. Ona sor bakalım bunun manası nedir?
Tatlı, insan sesine benzemeyen sesler yine duyuldu. Bu sefer korunun kenarına daha yakındı. Sanki hepsi bir yere toplanmış gibiydi. Comyn, buz gibi bir elin sırtında dolaştığını hissetti. Bu sesleri yine duyuyordu; ürperme-sinin sebebini bir türlü anî ayamı yordu.
Vickrcy'in yüzün ay ışığında bembeyaz görünüyordu.
— Strang'i gömmek üzere götürüyorlar. Kollarından tutan Peter ve Simon'm elinden kurtulmak için çaresizlikle çırpındı.
Peter:
— Nereye?, diye sordu. Transuranlarm yanına mı? Vadinin ağzındaki parlak, beyaz ışık biraz daha kuvvetlendi. Bu parlaklığın Ay ışığı olmadığı kolaylıkla anla-
şılıyordu. Sesler yavaş yavaş bu parlaklığa doğru uzakla-gıyordu,
Vickrey:
— Bir kere öldürdünüz, "yine öldürürsünüz, dedi. Beni aldığınız gibi diğerlerini de esir alacaksınız. Bırakın beni!
Çılgın gibi çırpınmaya başladı. Diğerleri de Peter'le Simon'un yardımına geldiler. Vickrey'ln sesi vahşi bir çığlık halini aldı, Comyn, bir kenara çekilerek bekledi.:
Simon nefretle:
— Bize faydası yok, dedi. Kendisine gelene kadar bir yere kapatın. Nasılsa, hepsi bir aradayken gidemeyiz. Strang'm intikamını almaya kalkacaklardır. Bize göre çok kalabalık sayılırlar.
Nöbetçiler korudan alınmışlardı. Fisher, korkulu gözlerle ormana bakıyordu. Herkes Vickrey'Ie meşguldü. Comyn,otlarm üzerinde gürültüsüzce Fisher'e yanaştı ve başına vurdu. Fisher düşerken tüfeği elinden aldı. Tüfeğin gok gücü son kademeye getirilmişti. Sessizce şok gücünü azalttı ve tüfeğin namlusunu Vickrey'le uğraşanlara
çevirdi,
— Tamam, dedi. Serbest bırakın.
Herkes şaşırmıştı. Önce kimse oralı olmadı, sonra Vickrey'i bırakmak zorunda olduklarını anladılar. Vick-ler diz üstü çökmüştü ve Siman, adamın kolunu arkaya kıvırmış- tutuyordu. Peter Cochrane yerinden doğruldu.
— Delirdin mi, Comyn? Comyn:
— Belki de, diye cevap verdi.
Nöbetçilerden birisi Vickrey'le uğraşırken yere bırakmış olduğu tüfeğe saldırdı Comyn tetiğe dokununca ince bir ışın tüfeğin namludan adama doğru uzandı ve adam sessizce düştü. Bundan sonra kimse tehlike doğuracak bir hareket yapmadı. Bayılmak ölümü gerektir mezdi,
ama eğlenceli de sayılmazdı. Simon, hâlâ VickreyU bırakmamıştı; birbirlerine öyle yakın duruyorlardı ki, Comyn, Vickrey *i de bayıltmadan Simon'u tesirsiz bırakamazdı. Simon Cochrane'in yüzünde inatçı bir ifade vardı ve bakışları sertti.
Comyn:
—- Vickrey'i serbest bırak, dedi.
Peter, bir iki adım atarak öne çıktı.
Konuşmak için ağzını açtı, fakat Comyn fırsat vermedi.
Bak, Peter, dedi. Maden filiziyle bir ilgim yok. İstersen hepsi senin olsun. Buraya Paul Rogers'i bulmaya geldim ve bundan Ötesi beni ilgilendirmez. Beni anlıyor musun, Vickrey? Paurun arkadaşıyım. Onunla konuşmak istiyorum, hepsi bu kadar. Eğer geri dönmek istemezse onu zorlayacak değilim. Beni Paul'a götürür müsün?
Vickrey başıyla olumlu bir işaret yaptı. Simon'un elinden kurtulmak için bir hareket yapınca Simon ona vurdu.
— Kımıldama.
Sonra etrafındakilere seslendi.
— Neden korkuyorsunuz? Birisi...
Peter'in eli gırtlağına yapışü ve kelimeleri Simon*un ağzında boğdu. Sonra Simon1 u, Vickrey'in yanından çekip öfkeyle bir kenara itti.
Sonra yere yuvarlanan Simona:
— Kalk, dedi. Akıllıca hareket etmek işine gelmiyor, değil mi? Cochrane'lerin ismini kötüye çıkaranların soyundan gelme olduğun belli. Kabadayılık yapılacak yer ^ve zaman değil. Hem de ona karşı.
Simon küfür ederek:
— Kaçmamasını söyleyen sen değil misin?, dedi.
Peter öfkeyle:
"— Ona vur demedim", dedi.
Sonra çevresindekilere döndü.
— Tüfeğin namlusunu indirebilirsin, Comyn, dedi. Vickrey ne isterse yapmakta serbesttir. Doğru söylediğini ve artık yapılacak bir şey. olmadığını düşünüyorum. Onun hayatını kurtarmak için başka birini öldürmeye lüzum yok.
Comyn gülümseyerek başını salladı. Tüfeğin namlusunu bir milim bile kimi İd atmamıştı.
Peter'e:
— Seni anlayamıyorum, dedi. Bazen namuslu bîr adam olduğunu bazen de namussuzluğunu Örtmeye çalıştığını düşünüyorum.
Tüfeğin namlusunu biraz oynatarak tüfeği hâlâ tuttuğunu anlatmak istedi.
Zir zırha ihtiyacım var.
— Deli olmalısın, Camyn! Yalnız başına...
— Üzerimde zırh olsa da olmasa da gideceğimi bilecek kadar beni tanımış olmalısın. Bana bir zırh bulacağını da biliyorsun. Bunun için vakit kaybetmekte mânâ
yok.
Peter, omuzlarını silk erek gemiye gitti. Simon da onun arkasından gitmek için bir hareket yapınca Comyn:
— Hayır, sen dur, dedi. Gözümün Önünden ayrılmanı istemiyorum.
Comyn bekledi. Vickrey ayağa kalkmıştı. Serbest bir hali vardı, çünkü artık esir değildi ve korkmuyordu. Vücudu titriyordu, ama sabırsızlığından titriyordu. Bakışları vadinin ağzına doğru kayıyor ve bir a.*ı önce gitmek istediği belli oluyordu. Gözleri pırıl pırıl parlıyordu. Comyn, bir insanın gözlerinin böylesine değişmesine bir türlü akıl erdir emiyordu.
Peter, radyasyona karşı kullanılan hafif madenden yapılmış bir elbiseyle döndü. Sudakları birer çizgi halin*
de kısılmıştı» Bakışları etrafındaki adamların üzerinde dolaştı.
— Bu elbiselerden biri kayıp, dedi. Birisi senden önce davranma, Comyn.
Comyn:
— Elbiseyi yere koy, dedi. Hemen önüne.
Peter söyleneni yaptı vebir adım geri çekildi, Comyn> uzanıp elbiseyi bırakıldığı yerden aldı. Sim on hâlâ huzursuz görünüyordu. Kimse konuşacak halde değildi.
Peter sordu.
— Bül Stanley'i gören var mı? Kimse görmemişti,
Peter öfkeyle söylendi*
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
Çirattagı - Uzayda Büyük Sıçrayış - 7
- Büleklär
- Uzayda Büyük Sıçrayış - 1Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3777Unikal süzlärneñ gomumi sanı 205432.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.47.0 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Büyük Sıçrayış - 2Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3805Unikal süzlärneñ gomumi sanı 205432.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.6 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Büyük Sıçrayış - 3Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3724Unikal süzlärneñ gomumi sanı 191132.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.46.3 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.53.3 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Büyük Sıçrayış - 4Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3760Unikal süzlärneñ gomumi sanı 204332.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.4 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.4 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Büyük Sıçrayış - 5Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3713Unikal süzlärneñ gomumi sanı 199631.3 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.1 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Büyük Sıçrayış - 6Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3708Unikal süzlärneñ gomumi sanı 190032.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.48.7 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.55.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Büyük Sıçrayış - 7Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 3710Unikal süzlärneñ gomumi sanı 197930.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.45.5 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.52.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
- Uzayda Büyük Sıçrayış - 8Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.Süzlärneñ gomumi sanı 1490Unikal süzlärneñ gomumi sanı 95839.7 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.54.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.60.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.