Kaşağı - 5

Süzlärneñ gomumi sanı 839
Unikal süzlärneñ gomumi sanı 573
43.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
57.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
65.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
aldı. Tamam, yeri gayet güzeldi. Şimdi Rum askerlerinin ve
subaylarının geçmesini bekleyecekti. Öyle bir ateş açacaktı
ki, hiçbirini sağ bırakmayacaktı... Biraz düşündü. “Hayır”
dedi, “bu alçaklar kaçacaklar...” Evet, ya sokağın iki tarafına
kaçışırlar ve o hiçbirini vuramazsa... Bu hiç vuramama
ihtimali onu titretti. Revolveri masanın üzerine bıraktı.
Pancurun kanatlarını itti. Eğildi, dışarıya baktı. Ve daldı... Ah,
bahçeye girselerdi!..
O zaman kaçamayacaklar ve kendisiyle savaşmaya mecbur
olacaklardı. Fakat bahçeye nasıl gireceklerdi? Babasını
almaya geldikleri gün bir görev için girmişlerdi. Çağırsa...
Fakat ne diye çağıracaktı? Bir sebep bulmak gerekiyordu.
Düşündü. Boş bakışlarla iki belki üç saat dışarıya baktı.
Düşündü, düşündü. Sonunda güldü. Ve ellerini çırparak
döndü. Evet, birçok Yunan askerini yalının bahçesine
doldurmanın yolunu bulmuştu. Ama acele etmemeliydi. Onun
intikamı, gerçek Bir Türk’ün intikamı ağır ama müthiş
olmalıydı. “Yarın, yarın...” diye mırıldandı. Yarın, erken...
Hem işte yarın pazardı... İntikamını alırken bütün bu muzaffer
düşmanların bir pazarlık zevk keyiflerini bozacaktı. Aşağıya
indi. Ellerini ve yüzünü yıkadı. Ceketini giydi ve kapıyı
kilitleyerek dışarıya çıktı. Pususunun, savaşacağı sevgili
yurdunun etrafını bir gözden geçirdi. İki tarafı da yalıydı.
Öndeki bahçenin bir kapısı vardı. Başka kaçacak yer yoktu.
Ah, anlayacaklardı!.. Göğsü kabarıyor, heyecan ve sevinçten
nefesi daralıyordu. Depoya doğru yürüdü. Yalnız kalmak,
kapılarda gezmek, planını zihninden daha çok geliştirmek
istiyordu... Abdülhamit’in köşkünü geçti. Filoka’nın
kahvesinde tatil giysilerini giymiş Yahudiler oturuyorlardı.
Orasını da geçti. Uzunali’ye giden yolu takip etti. Bir yokuş
çıktı. Zavallı Türkler’in yeni yapıp bitiremedikleri büyük ve
muhteşem Ziraat Okulu’nu uzaktan görüyordu. Yolun
kenarına oturdu. Akşama kadar orada kaldı.
Yalıya girdiği zaman adeta ortalık kararmıştı. Odasına çıktı.
Sevgili silahını tekrar eline aldı. Ve öptü. Eğer o olmasaydı
yarın nasıl intikam alabilecek; nasıl Türklüğün ölmediğini,
Türk olduğunu bilen Türkler’in hala dünyada bulunduğunu
düşmana gösterecekti?.. Bu yüce aleti doldurdu. Boşalttı.
Dipçiğini omzuna koydu. Dışarıda bazı yerlere nişan aldı.
Tetiği çekti. Sarı kılıfta, kalın ve tırtıllı kaykasında, menekşe
rengindeki namlusunda öyle asil bir güzellik vardı ki... Primo
ona bakmaya doyamıyordu. Gece lamba yakmadı. Silahı
elinde, hep odasında gezindi. Yarını, yarınki zaferini
düşünüyordu. Artık düşmanlar “Beş yüz yıldır Türkler’in
elinde duran Selanik’i aldık da bize silah atılmadı”
demesinler. Ve bir Türk çocuğunun nasıl bir kahraman
olduğunu görsünler... Kendi kendine kumanda verir gibi:
“Şimdi yatalım...” dedi. Evet, yarın erken kalkmak
gerekiyordu. Hem kuvvetli olmalıydı. Onun için geceyi
uykusuz geçirmemeli, yatmalı, yorgunluğu çıkarmalı, sabaha
çelik gibi uyanmalıydı. Aşağıya indi. Yüzünü yıkadı. Odasına
geldi. Yatağına girdi. Revolverini de koynuna aldı. Yorganı
üzerine çekti. “Ah, mümkün olsa da, beni, yarın Türklüğün
görevini yapacak olan bu yüce silahla beraber gömseler...”
diye düşündü. Aklına mezar ve toprak geldi. Orası kimbilir ne
kadar karanlıktı. Tıpkı derin ve susuz bir kuyu gibiydi.
Ölüm... Ama bu eskilerin, ihtiyarların, namussuzların,
Yahudilerin, kadınların ve korkakların sandıkları gibi müthiş
ve korkunç bir şey miydi?.. Hayır, hayır... Okulda edebiyat
öğretmeni cahilleri o kadar korkutan bu ölümün komik bir
rüyadan başka bir şey olmadığını söylemişti. Komik bir rüya
ile derin bir uyku... Bir uyku ki ezeli... Artık ondan
uyanılmaz. Halbuki hayat... Kişisel hayatın hiç önemi yoktu.
Çünkü bir insan ne kadar çok yaşasa yetmiş, en fazla seksen
yıl yaşayabilirdi. Ölüm mutlak ve zorunluydu. Ondan kaçmak
mümkün değildi. Genel ve milli hayata gelince... Örneğin
Türklük... Dünya durdukça binler, yüz binlerce yıl Türklük en
mükemmel şekilde yaşayabilirdi. Asıl işte bu milli hayatın,
gelenekleriyle, kutsallığıyla, şanlarıyla, şöhretleriyle, tarihiyle
bir önem ve değeri vardı. Yoksa bir insan yetmiş yıl tembel,
esir ve rezil yaşamakla övünemezdi. Fakat büyük bir millete,
şanlı bir kavme, yüce bir vatana ait olmak ve onun yolunda
ölmek... Övünülecek şey buydu. Yine edebiyat öğretmeninin:
“Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş (Kalıcı olan tek
şey güzel bir esermiş)” diye yaptığı açıklamayı hatırladı.
Kişisel ve geçici hayatta ancak bir mutluluk, bir umut, bir
kıvanç vardı. O da, ismini tarihe geçirmek. Bizden sonra
gelecek kavimdaşlarımızın aklında bir iz bırakmak...
Unutulmamak... Bu nasıl olurdu? Babası söylemiyor muydu:
“Gayet büyük bir şey yapmakla... Herkesi hayretten
şaşırtacak bir kahramanlık, dehşetli bir cesaret göstermekle...”
İşte büyük Türklük için o, önemsiz, değersiz hayatını feda
edecekti. Bu değersiz, geçici hayatı saklasa ne olacaktı?
Hakaretler, küfürler, tokatlar, lanetler içinde yaşlanacak,
sonunda bir gün hasta ve kuvvetsiz, yatağında bir bunak ve
iğrenç bir kocakarı gibi gebermeyecek miydi?
O zaman onun ismini tarihler yazar mıydı? Hayır... Asla...
Ve böyle bir erkek ölümünün, dünyada birçok atın, eşeğin,
köpeğin ölümünden ne farkı vardı? Birçok at, eşek ve köpek
doğuyor, yaşıyor ve ölüyordu. Ama hepsi büyük bir hayatları
olmadığından ölümleriyle beraber unutuluyorlardı. Kimbilir,
dünyadan ne kadar at, eşek, köpek geçmiş ve hiçbir iz
bırakmamışlardı. Halbuki kahramanlar öyle miydi? Dört bin
yıl önceki bir kahramanın methiyesi bugün okunuyordu.
Primo bunları düşünüyor, gözlerini kapatıyor ve sevgili
mavzer revolverine daha sıkı sarılıyordu. Uyudu, birçok rüya
gördü. Dumanlı ve seraplı rüyalar... Kırmızı ve sıcak kanlara
bürünmüş geniş vadilerden, milyonlarca düşman leşiyle
dolmuş savaş meydanlarından geliyor... Sarp uçurumlarda
beyaz bir atı oynatıyor... Sonra geceler... Doğudan, Turan
tarafından bir hilal mavi göğe yükseliyor... İçinde minimini
bir yıldız var... Primo hayretle bakıyor... Ayaklarında bir
ıslaklık... Eğiliyor, bir de görüyor ki, dizlerine kadar kan
içinde... İşte bu, Türk düşmanlarının kanı... Koca bir göl
olmuş.. Kırmızı ve sonsuz bir göl... Gökyüzündeki ayın ve
yıldızın hayali, üstüne yansıyor. Ah, bayrağımızın canlısı, asıl
bayrağımız, kutsal bayrağımızın anlamı...
* Bitmedi *
Sez Törek ädäbiyättän 1 tekst ukıdıgız.
  • Büleklär
  • Kaşağı - 1
    Süzlärneñ gomumi sanı 3972
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2179
    30.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    44.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kaşağı - 2
    Süzlärneñ gomumi sanı 3896
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2315
    28.4 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    42.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    50.5 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kaşağı - 3
    Süzlärneñ gomumi sanı 3830
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2089
    30.5 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    45.6 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.8 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kaşağı - 4
    Süzlärneñ gomumi sanı 3806
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 2020
    31.2 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    44.8 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    52.7 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.
  • Kaşağı - 5
    Süzlärneñ gomumi sanı 839
    Unikal süzlärneñ gomumi sanı 573
    43.6 süzlär 2000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    57.9 süzlär 5000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    65.0 süzlär 8000 iñ yış oçrıy torgan süzlärgä kerä.
    Härber sızık iñ yış oçrıy torgan 1000 süzlärneñ protsentnı kürsätä.