İstanbul Hatıralar ve Şehir - 19

Общее количество слов 3346
Общее количество уникальных слов составляет 1917
26.7 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
39.7 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
46.5 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
düzenin bozulmasından, gene birşeyleri bölüşememiş olmamızdan, komşuların
gürültüden şikâyet etmesinden yakınırdı.
Yıllar sonra bütün bu kavgaları ve şiddeti anneme ve ağabeyime hatırlattığımda
bütün bunlar hiç olmamış da, ben, her zamanki gibi ilginç birşeyler yazabilmek
için kendime çarpıcı ve melodramatik bir geçmiş icat ediyormuşum gibi
davrandılar bana. Öylesine içtendiler ki onlara hak verdim ve her zamanki gibi,
beni hayatın değil hayallerimin daha çok etkilediğini düşündüm. Bu yüzden bu
sayfaları okuyan okur kimi zaman ölçüyü kaçırdığımı, kimi zaman da tıpkı hasta
olduğunu bilmesine rağmen takip edildiği yanılsamasından bir türlü
kurtulamayan kederli bir paranoyak gibi kendi kuruntularımdan bir türlü
çıkamadığımı aklında tutsun. Ama bir ressam için şeylerin gerçekliği değil
biçimi, romancı için olayların sırası değil düzeni ve hatıra yazarı için de geçmişin
doğruluğu değil, simetrisi önemlidir.
Bu yüzden kendimi anlatırken İstanbul'u, İstanbul'u anlatırken kendimi
anlatmaya çalıştığımı farkeden okur bu çocuksu ve acımasız kavgaların başka
birşeylere hazırlık olduğunu çoktan anlamıştır. Zaten ağabeyimle ilk
itişmelerimiz ve kavgalarımızda aralarındaki küçük anlaşmazlıkları içgüdüsel
bir şiddetle ifade etmeye çalışan çocukların "doğallığı"ndan fazla bir şey de
yoktu. On-on iki yaşma kadar ağabeyimle dışa kapalı bir dünya kurmuştuk.
Başka çocuklarla okul dışında fazla görüştürülmezdik. Çoğunu bizim icat
ettiğimiz ya da başkalarından öğrenip yeni kurallarla değiştirerek kendimizin
kıldığımız pek çok oyunla meşguldük.
Gölgelerle kaplı evin içinde korkutmaca, saklambaç, mendil kapmaca, yılan,
balıkçı kaptan, seksek, amiral battı, isim şehir, dokuztaş, dama, satranç,
kanatları açılan masa topu (çocuklar için yapılmış bir masada), büyük yemek
masasında pinpon ve daha pek çok oyun oynardık. Sıkıştırılmış gazete kâğıdı
dahil her çeşit malzemeden çeşitli büyüklüklerdeki toplarla evin her yerinde.
annem yokken, kan ter içinde kalıncaya kadar oynadığımız futbolun itiş ka-
kışları sırasında kavgalar çıkardı.
Erkeksi futbol dünyasını, bütün toplumsal yankıları ve efsaneleriyle
oyunlaştırdığımız "bilya maçı"na çok yıllar verdik. Tavla pullarıyla da
oynadığımız bu oyun futbolun kurallarını, oyuncuların sahaya yayılışını, hücum
ve savunma taktiklerini iyi taklit ettiği ve zamanla gelişen bir parmak hünerine
ve biraz da zekâ ve "taktiğe" dayandığı için zevkliydi. On birerlik tavla (ya da
bilya) takımlarıyla halı sahaya yerleşen iki takım, marangoza kestirip
yaptırdığımız ağlı kalelere, yüzlerce kavga sonunda bir düzen ihtiyacıyla
incelikle geliştirdiğimiz çeşitli kurallar içerisinde gol atmaya çalışırdı. Bilyaların
zamanın futbolcularından alınmış adları vardı, onları tekir kedileri sevgiyle
birbirinden ayıranlar gibi bir bakışta tanırdık.
Ağabeyim, tıpkı İstanbul radyosunda o zamanlar "naklen futbol maçı anlatan"
Halit Kıvanç gibi oynadığımız oyunu hayali bir seyirci kitlesine anlatır, gol
olunca da, atan taraf tribünlerdeki seyirci gibi "gool" diye bağırır, arkasından bir
de uğultu çıkarırdı. Hem futbol federasyonu, hem oyuncu, hem basın, hem de
taraftar rolünü başarıyla, hakem rolünü başarısızlıkla canlandırdığımız bu bilya
maçlarının sonunda, tıpkı futbolun bir oyun olduğunu unutarak birbirlerini
bıçaklayan ateşli taraftarların yaptığı gibi biz de oyunun oyununu oynadığımızı
unutur ve içtenlikle kavgaya tutuşur, birbirimizi yaralayıp canını yakana kadar
dövüşürdük. Çoğu zaman ben dayakla sinerdim.
Daha çok yenilgi, kıskançlık, kurallara uymama, aşırı alay edilme sonucu çıkan
bu ilk kavgaların belirleyici duygusu rekabetti elbette. Ama ahlakımızı,
kanaatkârlığımızı ya da terbiyemizi gösterme yarışından çok, hüner, güç, bilgi ve
zekâ rekabetiydi bu. Dünyanın ya da oyunun kurallarını bir an önce öğrenme
endişesiyle, akıl ve beceriyle hükmetme arzusunun renkleriyle yapılmıştı.
Amcamın apartmanda bizi durdurup sorduğu bilmecelerle matematik
problemlerinin ya da her katta bir başka futbol takımı tutulduğu için yarı şaka
yarı ciddi süren çekişmelerin, Osmanlı-Türk askeri zaferlerinin ballandırılarak
anlatıldığı okul kitaplarının ya da Keşifler ve icatlar Ansiklopedisi gibi
hediyelerin yavaş yavaş kurduğu bir kültürün gölgeleri vardı bu rekabette.
Elbette annemin günlük hayatı kendine kolaylaştırmak için ikide bir her türden
yarışma ilan etme alışkanlığının payı da hissediliyordu. "Kim erken pijamalarını
giyip yatağına girerse ona bir öpücük," derdi annem. "Kim üşütmeden,
hastalanmadan bu kışı geçirirse ona bir hediye alacağım." "Kim önüne dökmeden
yemeğini ilk bitirirse onu daha çok seveceğim." Ama bu anne kışkırtmaları olsa
olsa iki erkek çocuğu daha "erdemli", daha "uslu" ve "uyumlu" yapmaya yönelik
şeylerdi.
Oysa bizim kavgalarımızın arkasında iddiacı, yarışmacı, başarı elde etmeye ve
kendimizi özdeşleştirdiğimiz kimi kahramanlar gibi, hükmetmeye ve kazanmaya
yönelik bir yan vardı. Tıpkı derslerde parmak kaldırıp bildiğimizi gösterdikçe,
sınıf birincisi oldukça, kendimizi diğer "kafasızlardan" güvenle ayırdıkça
yaptığımızı sandığımız gibi, birbirimizi yenip, ezip geçmek isterken ruhlarımızın
karanlık bir yerinde İstanbul'un onulmaz kaderi yıkım ve hüzün duygusundan
uzaklaşabileceğimizin hayalini saklıyor olmalıydık. Çünkü biraz daha iler.
yaşlarda her İstanbullu, şehrin kaderiyle kendi kaderinin örtüşmesi durumunda
hayat diye kendisini kanaatkârlık, duygusallık ve en fazla küçük bir mutluluk
kılığına girmiş bir hüznün beklediğini hissetmeye başlar.
Ağabeyim derslerinde her zaman benden daha başarılıydı. Bütün adresleri bilir,
rakamları ve telefon numaralarını, matematik formülleri gibi gizli bir müzikle
aklında tutar (birlikte bir yere giderken ben vitrinlere, gökyüzüne, kafamın
takıldığına, o da apartman numaralarına ve adlarına bakardı), futbol kurallarını,
maç sonuçlarını, başkentleri, araba markalarını ve atletizm derecelerini kırk yıl
sonra kimi rakip profesörlerin yetersizliklerini ya da citation mdej'teki
(uluslararası bilimsel alıntı dökümü) sınırlı yerlerini bildiği heyecanla sayıp
dökebilirdi. Resim yapmaya o kadar bağlı olmamın, kâğıt kalem ile bir süre
yalnız kalma ihtiyacımın arkasında ağabeyimin bu işlere hiç ilgi duymamasının
payı vardı elbette.
Ama resimle saatlerce uğraştıktan sonra aradığım mutluluğu bulamadığımda,
ağır perdelerin ve eşyaların evin içinde biriktirdiği karanlık ruhuma hüzün gibi
çökmeye başladığında, kendime, bütün İstanbul'un düşü olan kısa yoldan bir
zafere ulaştıracak bir hayat fırsatı ya da onun yerini alacak yarışmalı bir oyun
aradığımda ona gider, o sırada hangi oyuna meraklıysak -bilya maçı, satranç ya
da bir zekâ oyunu- onu bir daha oynarız diye lafı bir dolandırırdım.
Başını kitaptan kaldıran ağabeyim "Gene kaşınıyorsun galiba," derdi, oyunun
sonunda çıkan kavgadan ve sonra gelen dayaktan çok, bu tür oyunların çoğunda
beni yendiğini kastederek. "Yenilen pehlivan güreşe doymazmış!" derdi, en son
oyunda da beni yenmiş olduğunu hatırlatarak. "Bir saat daha çalışayım, sonra."
Önündeki kitaba dönerdi.
Onun çalışma masası her zaman ne kadar düzenli, derli topluysa, benimkisi her
zaman o kadar dağınık, bir deprem sonrası görünümündeydi.
Bu ilk dönemin kavgaları tıpkı oynadığımız oyunlar gibi, hayatın kurallarını
onları taklit ederek öğrenmemizi sağlıyordu. Daha sonraları ise, yaşlarımız
ilerleyip şiddet, dayak ve yenilgi ruhumda izler bırakmaya başladığında, hayatın
kurallarının bizimle oynamaya başladığını hissettim. Sık sık ortalıktan yok olan
bir babanın eksikliğini doldurmaya çalışan, bu eksiklik yokmuş gibi yaparsa
şehrin hüznü evine girmeyecekmiş gibi davranan dikkatli bir annenin bakışları
ve öğüt yağmuru altındaki yoldaşça iki kardeşten, artık kendi dünyalarını
kurmaya kararlı iki ergen iddialı erkeğe doğru evriliyorduk.
Yıllar boyunca oyun oynarken ve evde yaşarken kavga çıkmasın diye aramızda
geliştirdiğimiz hukuk ve kurallar (kim ilk nereye oturacak, dolabın neresi kime
ait, hangi kitap kimin, arabada kim ne kadar süre babamın yanında oturacak,
gece yataklarımıza yattıktan sonra odamızın açık kalmış kapısını ya da
mutfaktaki lambayı kim hangi nedenle kapayacak, eve alınan Tarih dergisini ilk
kim okuyacak) yavaş yavaş yeni kavga nedenlerine dönüşüyordu. Küsmeler, alay
etmeler, tehditler, "oraya dokunma, o benim"ler, "bak sonra kötü olur" lar ile
çözülemeyen pek çok sorun, kol bükme, yumruk, dayak ve şiddetle
sonuçlanıyordu. Kendimi korumak için ben de tahta askı, sobanın maşası ya da
süpürgenin sapı, elime ne geçerse kılıç gibi elime alırdım.
Daha da kötüsü hayati olarak gördüğümüz bir oyunu (gerçek bir futbol maçını)
taklit eden bir bilya maçının sonunda gurur ve onur nedenlerinden çıkan
kavgalar artık doğrudan hayatla ilgili gurur ve onur sorunlarından da patlak
veriyordu. İkimiz de birbirimizin zayıf noktalarını fazlasıyla biliyorduk ve tuhaf
bir rekabetle birbirimizin kırılgan noktalarını acımasızca iğneliyorduk. Üstelik
artık şiddete bir anlık öfkeyle değil planlı bir acımasızlıkla başvuruyorduk.
Onu böyle yaralayabildiğim bu zamanların birinde ağabeyim "Akşam annemle
babam sinemaya gidince seni döveceğim!" demişti bana. Akşam yemeğinde
annemle babama sinemaya gitmemelerini, tehditler aldığımı söylediysem de,
böyle durumlarda olduğu gibi güvenlik güçleri olayların yatıştığını, tarafların
barıştığını sanarak bizi birlikte bırakıp gittiler.
Evde kimse yokken bütün gücümüzü verdiğimiz bu yoğun boğuşmaların bir
yerinde, kan ter içindeyken, bazan kapı çalınır, bir kavganın ortasında
komşulara yakalanmış karı-koca gibi bir anda kendimizi toparlar, ateşli
eğlencemizi orta yerinde kesen lüzumsuz misafiri ya da komşuyu "efendim"li,
"buyrun lütfen oturun"lu bir kibarlıkla içeri alır, ağabeyimle birbirimize neşeli
kaş göz işaretleri yaparken, annemin birazdan geleceğini söyler, ama yalnız
kaldığımızda, kavgasız yapamayan kan-kocaların aksine hiçbir şey olmamış gibi
mutlu ve dalgın günlük işlerimize dönerdik.
Bazan da ben çok hırpalandıktan sonra kendi cenazesini hayal edip içlenen
çocuklar gibi ağlaya ağlaya halıların birinin üzerinde uyuyakalırdım. İnsanlığı ve
iyi kalpliliği benden hiçbir zaman az olmayan ağabeyim masasında biraz
çalıştıktan sonra bana acır, uyandırır, kalkıp giyinip yatmamı söylerdi, ama ben
o masasında hâlâ ders çalışırken elbiselerimle yatağa kendimi atıp uyumayı
severdim. Ruhumda kendime acımayla hüzün arası karanlık bir yer olduğunu
keşfediyordum.
Elde etmek için "kaşındığım", sonunda hak ettiğim hüzün, yenilgi ve ezilmiş,
aşağılanmış olma duygusu beni, öğrenilmesi gereken bütün kurallardan,
çözülmesi gereken matematik problemlerinden, Karlofça Anlaşması'nın
ezberlenmesi gereken maddelerinden ve hayatın zorunluluklarından kurtarır,
her şeye boş verebilirdim. Dayak yiyip aşağılandıktan sonra kendimi özgür his-
sederdim. Her şeye boş verecek kadar özgürleştiğim için bazan bu dayakları
kendime rağmen isterdim; "kaşınma" diyen ağabeyim de bunu sezerdi. Bazan
bunu sezdiği, akıl ve iktidar da onda olduğu için onunla bütün gücümle
dövüşmek ister, dayağımı yerdim.
Her dayaktan sonra karanlık bir duygu, beni tek başıma yakalar, kötü olduğum,
beceriksiz, suçlu ya da tembel olduğum düşünceleriyle aklımda oynaşırdı. "Ne
var!" derdi içimden gelen bir ses, "Kötüyüm." Bir anda bana sarsıcı bir özgürlük
veren bu cevap önüme yepyeni dünyalar açardı. Kötü olmaya sonuna kadar razı
olursam istediğim zaman resim yapabileceğimi, derslere boş verebileceğimi,
elbiselerimle uyuyabileceğimi anlardım.
Öte yandan yenik, yıkık, ezik, kolu, bacağı morluklarla kaplı, bazan dudağı
patlamış, burnu kanamış, orası burası fena hırpalanmış, daha kötüsü karşı
koymaya yetişemediğim bir güçle göstere göstere ezilmiş, aşağılanmış ve gururu
kırılmış halimden tuhaf bir şekilde hoşlanırdım. Belki de o sırada zevkl.
kurduğum düşlerin renginin, hayallerin, bir rüzgâr gibi içimi saran bir gün
büyük bir şey yapma hırsının canlılığı, gerçekliği beni büyülerdi. Bütün bu
şiddetin, gururun ve hayallerin kötülük ya da ahlak gibi şeylerle hiç
ilişkilendirilemeyecek bir gücü, canlılığı vardı.
Bana derin bir mutluluk ve yeni bir hayat vaadeden ikinci dünya üstelik
şimdinin şiddetinden beslendiği için çok daha canlı ve çekiciydi. Böyle
zamanlarda şehrin hüznünü içimde hissetmeyi içgüdüler ve rastlantılarla
keşfediyor, bu hüzünle elime kâğıdı kalemi aldığım zaman hem çizdiklerimi daha
çok seviyordum, hem de duygunun karanlık yanı, oyunla, bütün dünyayı
unutmanın zevkleriyle ağır ağır arkada kalıyordu.
33
YABANCI OKUL, OKULDA YABANCI
Robert Kolej'de İngilizce öğrendiğim bir hazırlık yılıyla birlikte dört yıl lise
okudum ve çocukluğumun sona erdiğini, dünyanın benim çocukken sandığımdan
daha karmaşık, yetişmesi zor ve sınırsızlığıyla insana acı veren bir yer olduğunu
anladım. Bütün çocukluğumu anne-baba-ağabey-ev-sokak-mahalleden oluşan ve
benim için dünyanın merkezi olan bir yerde geçirmiştim. Liseye kadar olan
eğitimim, bu kişisel ve coğrafi âlemi hayatımın merkezi yapmak kadar, onun
dünyanın geri kalanının ölçüsü olduğuna kendimi inandırmakla geçmişti. Şimdi
lisede, bu yerlerin ne dünyanın merkezi ne de -bu daha da acıydı- her şeyin
ölçüsü olduğunu kavrıyordum.
Yerimin, bilgimin ve inançlarımın kırılganlığını ve dünyanın bitip
tükenmezliğini (kolejin Amerikalı laik hocalarca kurulan kütüphanesinin alçak
tavanlı ve hoş bir eskimiş kâğıt kokusuyla kokan labirentlerinde kaybolmayı,
saatlerce kitap karıştırmayı severdim) keşfetmek bana şimdiye kadar hiç
hissetmediğim bir yalnızlık ve güçsüzlük duygusu veriyordu.
Yalnızlık duygusunun bir kısmı ağabeyimin yokluğu yüzündendi. Onunla sürekli
çekişip dursam da, pek çok şeyi sınıflayıp, yargılayıp, kafamın içinde bir köşeye
yerleştirmekte benim için babamdan ve annemden daha güçlü bir anlama
merkezi olan ağabeyim, ben on altı yaşımdayken Amerika'ya, Yale
Üniversitesi'ne okumaya gitti. Hayal gücümü ve aylaklığımı özgürleştirdiği, ikide
bir yarışmaktan, aşağılanmaktan ve hırpalanmaktan beni kurtardığı için bu
yalnızlıktan fazla şikâyetçi olmadım. Ama gene de özellikle hüzne kapıldığım zor
zamanlarda onun yoldaşlığını arardım.
Zorluklar, içimdeki bir merkezin dağılması yüzündenmiş gibi gelirdi bana. Ama
kafamdaki, ruhumdaki bu merkezin tam ne olduğunu çıkaramıyordum. Bu
yüzden derslere, çalışmaya ya da hayata kendimi bütünüyle veremiyordum
sanki. Sınıfta eskiden alıştığım gibi hiçbir özel emek harcamadan en parlak
öğrenci olamamak da bazan kalbimi kırardı, ama hiçbir şey için yeterince üzülüp
sevinemeyecekmiş gibiydim. Mutlu olduğuma karar verdiğim çocukluğumda
hayat, kadife yumuşaklığında, masal havası da taşıyan eğlenceli ve meraklı bir
hikâye idi.
On üç-on dört yaşımdan sonra ise bu tek hikâye dağılarak ve solarak çeşit çeşit
parçalara ayrıldı. Bu parçaların her birine zaman zaman heyecanla inanır, tıpkı
her yeni okul döneminin başında sınıf birincisi olmaya karar verip bunu sonra
başaramamam gibi, bir süreliğine bu hayat parçacıklarından birinin sonuna
kadar gitmeye niyet eder, ama bir şekilde dağılırdım. Dünya benden uzaklaşıyor
gibi gelirdi bazan bana. Üstelik ona karşı tenimin, aklımın ve duyargalarımın en
iştahla açıldığı sırada.
Bütün bu akıl karışıklığı içerisinde bitip tükenmeyen cinsel düşler bana her
zaman geri dönüp sığınılabilecek bir âlemin var olduğunu hatırlatırdı. Cinselliği,
bir başkasıyla paylaşılan bir şey olarak değil, tek başına kurulan bir hayal olara.
tanıyordum. Okuma yazmayı ilk öğrendiğim günlerde kafamın içinde sürekli
konuşan harfleri seslendirme makinesi gibi, şimdi de her ipucundan bir cinsel
hayal ve haz imkânı çıkartan yeni bir makine kafamın içinde bütün renkleriyle
ve şaşırtıcı kararlılığıyla çalışmaya başlamıştı. Hiçbir kutsal tanımadan
çevremdeki herkesi ve gazete dergilerde gördüğüm her resmi hayalimdeki kesip
yapıştırma işlemleriyle dayanılmaz cinsel hayaller şekline soktuğum
zamanlarda, tek başıma odama kapanırdım.
Daha sonra, geride bıraktığım ortaokul yıllarından kalma, biri aşırı şişman, biri
de kekeme iki sınıf arkadaşımla yaptığım bir konuşmanın hatıraları suçluluk
duyguları içerisinde beni bulurdu. "Sen hiç yapıyor musun?" demişti kekeme
olanı zorlana zorlana konuşarak. Evet, ortaokuldayken de yapıyordum, ama
utancımdan ne evet, ne hayır anlamına gelen birşeyler mırıldanmıştım. "Sakın
hiç yapma!" demişti böyle şeyleri benim gibi akıllı, uslu, çalışkan birine
yakıştıramayan kekeme, kekeledikçe suratı daha da kızararak.
"Otuz bir çekmek çok korkunç bir alışkanlık, bir kere başladın mı hiç
bırakamıyorsun." Bu noktada, aşırı şişman olan arkadaşım da, hatırladıkça bana
daha da acıklı gelen o kederli bakışıyla bakmış, otuz bir dünyasından uzak
durmamı fısıltıyla öğütlerken, yüzünde, hiç vazgeçemediği bir uyuşturucuya
alışmış, bütün hayatı bu yüzden mahvolmuş ve bu korkunç sonucu da artık -
şişmanlık gibi- tevekkülle kabullenmiş birinin ifadesi belirmişti.
Aklımda o yılların hatıralarıyla birleşen, aynı suçluluk ve yalnızlık duygusuyla
yaptığım ve daha sonra Teknik Üniversite'de mimarlık okurken devam ettiğim
bir başka şey de, okuldan kaçmaktı. Oysa bu faaliyete de çok eskiden, ta
ilkokuldayken başlamıştım.
İlk başlarda, ilkokuldayken, sıkıldığım için, kimsenin farketmediği bir
eksikliğimden utandığım için ya da o gün okulda aşı yapılacağını bildiğim için
kaçardım. Okulun kendisiyle ilgisiz nedenlerle de okuldan kaçtım: Annemle
babam kavga ettiği için ya da düpedüz tembellik ve sorumsuzluktan ya da uzun
süren ve evde el bebek gül bebek ihtimamla bakıldığım hastalıklardan sonra
okula gitme alışkanlığımı kaybettiğim için.
Ezberlenmesi gereken bir şiir, ortaokuldayken başedilmesi zor bir kabadayının
hırpalamaları ve lise ve üniversitedeyken hüzün, iç sıkıntısı ya da egzis-
tansiyalist bunalım da okuldan kaçmak için bahaneydi. Bazan bir ev kedisi
olduğum için de okuldan kaçardım. Ağabeyim okuldayken annemle yalnız
kaldığım, odada kendi başıma dilediğim şeyleri daha iyi yaptığım, zaten
ağabeyim kadar iyi bir öğrenci olamayacağımı da çoktan anladığım için
kaçardım. Ama asıl neden daha arkalarda, hüzünle ilgili bir yerdeydi.
Babamın, dedemden kalan bütün paraları bitirmesinden, bir iş bulduğu
Cenevre'ye annemle gitmesinden sonraki kış, bize bakan babaannemin gücü
bana yetmediği için okuldan kaçmaya başladım. Her sabah ağabeyimle beni
okula götüren kapıcı İsmail Efendi zili çalınca, ağabeyim elinde çanta kapıdan
çıkar, sekiz yaşımdaki ben ise bir bahane mırıldanarak evin içinde dolanmaya
başlardım: Çantamı yapmayı bitirememiştim, son anda unuttuğum bir şey
aklıma gelmişti, babaanne bana bir lira verir miydi, karnım ağrıyordu,
ayakkabım ıslaktı, gömleğimi değiştirmem gerekiyordu... Benim kötü niyetim.
sezen ve sınıfa geç girmekten hiç hoşlanmayan ağabeyim, "Biz gidelim İsmail,"
derdi. "Sen sonra gelir, Orhan'ı alır götürürsün."
Kapıcının bizi götürüp getirdiği okul, Işık Lisesi, dört dakika uzaklıktaydı. İsmail
Efendi, ağabeyimi okula bıraktıktan sonra beni götürmek için geri geldiğinde
okulda ders artık başlamak üzere olurdu. Bir süre daha oyalanır, eksik ya da
hazır olmayan bir şeyden başkalarını suçluyormuş gibi yapar ya da kapıcı kapıda
beklerken karnımın ağrısından zilin çaldığını duymamış gibi davranırdım. Bütün
bu yalan dolan ve numaralar beni gerdiği ve bir de her sabah nefretle içtiğim ve
köpüklü kaynar sıcaklığını ve pis kokusunu genzimde tiksintiyle hissettiğim süt
yüzünden karnım gerçekten biraz ağrıyor olurdu. Bir süre sonra babaannemin
yufka yürekliliği tutardı:
"Peki İsmail, artık geç oldu, zil çoktan çalmıştır, bugün de gitmesin bari," der,
kaşlarını çatarak bana dönerdi. "Bak yarın gideceksin ama, anlaşıldı mı, yoksa
polis çağırırım. Annenle babana da mektupta yazarım."
Yıllar sonra, lisedeyken kaçaklığımı kimse bilmediği için, okulu kırmak daha
zevkli bir şey oldu. Suçluluk duygusu, şehrin sokaklarında attığım her adımı
hem bedeli ödendiği için daha kıymetli kılar,, hem de aklımda okulu kırmaktan
başka bir amaç olmadığı için, sokaklardaki gezintim sırasında gerçek bir
amaçsızın, bir aylağın, bir serserinin görebileceği şeylere takılırdım: Şu kadının
geniş kenarlı şapkası, her gün önünden geçtiğim halde farketmediğim bu
dilencinin yanık yüzü, dükkânlarında gazete okuyan berberler ve çırakları,
karşıdaki apartmanın yan duvarındaki konserve reklamındaki kız, ancak liseden
kaçıp bu saatte buraya gelirsen nasıl tamir edildiğini görebileceğin Taksim
Meydanı'ndaki kumbara şeklindeki saatin içi, hamburgerci dükkânlarının
boşluğu, Beyoğlu'nun arka sokaklarındaki anahtarcılar, eskiciler, koltuk
tamircileri, bakkallar, Yüksekkaldırım yokuşundaki pulcular, müzik malzemesi,
eski kitap, el damgası ya da daktilo satan dükkânlar, her şey, başka zamanlarda,
mesela çocukluğumda annemle gezerken ya da arkadaşlarımla oralardan
geçerken hissetmediğim kadar hakiki, güzel ve dokunmak isteyeceğim kadar
ilginç olurdu.
Sokaklarda gördüğüm satıcılardan simit, midye tava, pilav, kestane, cızbız köfte,
balık ekmek, un kurabiyesi, ayran, şerbet, canım ne istiyorsa alırdım. Bir köşede
durup, elimde bir şişe gazoz, sokakta futbol oynayan çocukları (onlar da benim
gibi okuldan mı kaçmışlardı, yoksa hiç mi gitmiyorlardı?) seyrettiğim ya da hiç
bilmediğim bir yokuştan aşağı yürüdüğüm aşırı mutluluk anlarım da olurdu,
gözüm saatimde, aklım o sırada okulda yapılan şeylerde, suçluluk duygularıyla
hüzne boğulduğum zamanlar da.
Lise yıllarımda derslerden kaçarak Bebek'i, Ortaköy'ün arka sokaklarım,
Rumelihisarı tepelerini, çoğu o zamanlar hâlâ işleyen Rumelihisarı, Emirgân,
İstinye vapur iskelelerini ve çevrelerindeki balıkçı kahvelerini, sandal çekme
yerlerini, oralardan binilen vapurlarla gidilebilecek yerleri, Boğaz vapurlarına
binmenin zevklerini, Boğaz köylerini, pencerede uyuklayan yaşlı teyzeleri, mutlu
kedileri ve sabah kapıları kilitlenmeyen eski Rum evlerinin hâlâ görüldüğü arka
sokakları keşfettim.
Bu suçlarımdan sonra beni doğru yola sokacak pek çok karar alırdım: Daha iyi
bir öğrenci olacak, daha çok resim yapacak, Amerika'ya gidip resim okuyacak,
her biri aşırı iyi niyetten birer karikatüre dönüşmüş Amerikalı hocalarla,
bezginlik ve kötü niyetten, can sıkmaktan başka bir şey yapamayan Türk
hocaların canını sıkacak şeyleri de yapmayacak, derslerden de atılmayacaktım.
Kısa bir sürede suçluluk duygularının da yardımıyla hırslı bir "idealist"
olmuştum. Bu idealizmle, yalan söyleyen, tembellik ya da iki yüzlülük eden,
numara yapan yetişkinleri, hocaları, büyükleri hiç duraksamadan mahkûm
ediverirdim.
O yıllarda benim için yetişkinlerin en sık işledikleri ve en affedilmez günah
yeterince dürüst, hakiki, özgün ya da samimi olmamaktı. Birbirlerinin hatırını
sormalarından biz öğrencileri tehdit etmeye, çarşı pazar alışverişinden siyasal
nutuklara kadar hayatın her anında yetişkinlerin sürekli iki yüzlü
davranmaları, bana hayat tecrübesi denilen ve bende eksik olduğu sürekli
hatırlatılan şeyin, insanın belirli bir yaşa geldikten sonra bu iki yüzlülükleri,
numaraları hiç zorlanmadan yapıvermesi, sonra da pişkinlikle hiçbir şey
olmamış gibi davranabilmesi olduğunu düşündürürdü.
Yanlış anlaşılmasın: Ben de pek çok hile yapıyor, iki yüzlülük ediyor, herkes
kadar yalan da söylüyordum ama bunları yaptıktan sonra çektiğim suçluluk
duyguları, yakalanma korkuları ve ruhumdaki sarsıntılar öylesine şiddetli
oluyordu ki, bir süre kendimi dengeli ya da "normal" hissedemiyor, bu da
yaptığım iki yüzlülüğün ya da söylediğim yalanın bedelini yükseltiyordu. Yeni
bir yalanı söylemekten ya da iki yüzlülük etmekten, vicdanım bunları kabul
etmediği ya da bu ikisi.aynı şey oldukları için değil, daha sonraki bu tuhaf
sarsıntılar beni çok yorduğu için kaçınmaya çalışırdım.
Gittikçe arttığını ve sıklaştığını farkettiğim ruhumdaki bu sarsıntılar yalnız
yalan söyledikten ya da yetişkinler gibi iki yüzlülük ettikten sonra değil, hayatın
içinde her an beni bulabilirdi. Bir arkadaşımla elle kolla şakalar yaparken,
Beyoğlu'nda bir sinemanın bilet kuyruğunda tek başıma beklerken ya da yeni
tanıştığım güzel bir kızın elini sıkarken, bir anda sanki içimden bir göz çıkar, bi-
raz ötede havada asılı kalır ve dikkatli bir film kamerası gibi o sırada yapmakta
olduğum her şeyi (elimi uzatmış kulübedeki kadına bilet için para veriyorumdur
ya da güzel kızın elini sıktıktan sonra umutsuzca söylenecek bir şey
arıyorumdur) ve söylemekte olduğum sıradan, iki yüzlü ve aptalca sözleri
(Rusya'dan Sevgilerle için ortalardan bir bilet lütfensiz de bu partilere ilk defa
mı geliyorsunuz?) dikkatle gözlemeye başlardı.
Bir anda kendimi bir filmin hem yönetmeni hem de oyuncusu, hem hayatın
içinde, hem de içinde olduğum hayatın alaycı bir gözlemcisi durumunda bu-
lurdum. Her şey "normalmiş" gibi davranmaya ancak birkaç saniye devam
edebildiğim bu anlardan sonra o utanç, korku, dehşet ve yabancı kalma
telaşından oluşan bir ruhsal sarsıntı beni bütünüyle kavrardı. Sanki ruhum
kendi içine doğru kapana kapana katlanarak küçülen bir kâğıt gibi kendi
kendine sarsıla sarsıla küçülürken bütün iç organlarım, her şeyim bu bunalım
sırasında sallanmaya başlardı.
Böyle durumlarda bana iyi gelecek tek ilacın bir odaya girip, kapısını kilitleyip,
orada tek başıma kalmak olduğunu bilirdim. Odada tek basınayken ruhumun
dayanamadığı, beni sarsan ânı yeniden yeniden düşünür, o ânı yeniden oynar,
bazan beni utandıran sıradan sözlerimi kendi kendime tekrarlardım. Elime kâğıt
Вы прочитали 1 текст из Турецкий литературы.
Следующий - İstanbul Hatıralar ve Şehir - 20
  • Части
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 01
    Общее количество слов 3332
    Общее количество уникальных слов составляет 1879
    27.8 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    48.4 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 02
    Общее количество слов 3262
    Общее количество уникальных слов составляет 1957
    26.6 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.8 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    47.4 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 03
    Общее количество слов 3262
    Общее количество уникальных слов составляет 1891
    24.9 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    37.9 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    45.5 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 04
    Общее количество слов 3222
    Общее количество уникальных слов составляет 1927
    26.8 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.1 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.5 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 05
    Общее количество слов 3323
    Общее количество уникальных слов составляет 1940
    26.4 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.3 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 06
    Общее количество слов 3216
    Общее количество уникальных слов составляет 1886
    26.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    38.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.8 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 07
    Общее количество слов 3221
    Общее количество уникальных слов составляет 1831
    27.1 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    38.9 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    47.4 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 08
    Общее количество слов 3314
    Общее количество уникальных слов составляет 1956
    29.6 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    43.1 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    50.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 09
    Общее количество слов 3223
    Общее количество уникальных слов составляет 1940
    27.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.5 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.8 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 10
    Общее количество слов 3216
    Общее количество уникальных слов составляет 1797
    26.8 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.7 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    47.1 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 11
    Общее количество слов 3175
    Общее количество уникальных слов составляет 1889
    26.3 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.4 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    47.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 12
    Общее количество слов 3328
    Общее количество уникальных слов составляет 1880
    27.4 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    38.9 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.3 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 13
    Общее количество слов 3327
    Общее количество уникальных слов составляет 1907
    27.1 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    40.5 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    49.3 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 14
    Общее количество слов 3212
    Общее количество уникальных слов составляет 1929
    26.3 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    38.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    45.8 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 15
    Общее количество слов 3230
    Общее количество уникальных слов составляет 1764
    27.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    38.4 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 16
    Общее количество слов 3231
    Общее количество уникальных слов составляет 1737
    26.9 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    37.9 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    45.8 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 17
    Общее количество слов 3299
    Общее количество уникальных слов составляет 1766
    28.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    40.1 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    47.7 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 18
    Общее количество слов 3332
    Общее количество уникальных слов составляет 1830
    28.5 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    40.9 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    48.0 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 19
    Общее количество слов 3346
    Общее количество уникальных слов составляет 1917
    26.7 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.7 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.5 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 20
    Общее количество слов 3249
    Общее количество уникальных слов составляет 1855
    25.8 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    40.1 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    48.2 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 21
    Общее количество слов 3341
    Общее количество уникальных слов составляет 1873
    30.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    44.2 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    52.4 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 22
    Общее количество слов 3292
    Общее количество уникальных слов составляет 1916
    29.3 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    43.3 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    51.0 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 23
    Общее количество слов 3340
    Общее количество уникальных слов составляет 1801
    30.3 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    43.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    52.7 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 24
    Общее количество слов 911
    Общее количество уникальных слов составляет 647
    36.9 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    51.8 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    59.3 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов