İstanbul Hatıralar ve Şehir - 11

Общее количество слов 3175
Общее количество уникальных слов составляет 1889
26.3 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
39.4 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
47.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
ya da kopya edip çantasında, dosyalarında, zarflarda sakladığı her parçayı yıllar
sonra -ayıplanmaması gereken bir koleksiyoncu yanılsamasıyla- belki de
kendisinin sandığı için de huzursuzluk duymuyordu.
Doğum tarihleri arasındaki kırk yıla (1865 ve 1905), şehirde ilk gazetelerin
çıkması, yoğun Batılılaşma çabası ve siyasi baskıyla geçen Abdülhamit dönemi,
üniversitelerin açılması, Jön Türklerin muhalefeti ve yayınları, edebiyatta Batı
hayranlığı ve ilk Türkçe romanlar ve büyük göçler, yangınlar giren İstanbul'un
bu en büyük ve tuhaf iki yazarını, Ahmet Rasim ile Reşat Ekrem Koçu'yu
birbirlerinden ayıran temel şey ise Batı'dan öğrendikleri yazma felsefesine
gösterdikleri tepki oldu. Gençliğinde Batı etkisiyle romanlar, şiirler yazan Ahmet
Rasim erken yaşta başarısızlığa uğrayınca aşırı Batı etkisini bir çeşit
"taklitçilik", züppelik, Müslüman mahallesinde salyangoz satmak olarak
görmeye başladı.
Daha önemlisi, orijinallik, ölümsüzlük, sanatçıya tapınma gibi düşünceleri de
fazla Batılı ve "yabancı" bulup daha rindane, alçakgönüllü, derviş tarzı bir yazı
felsefesi benimsedi: Gazetelere yazdığı yazılarını ekmek parası için ve içinden
geldiği gibi ve gücünü İstanbul'un bitip tükenmez canlılığından alarak, fazla bir
zahmete girmeden ve kendini herhangi bir kalıcılık ve "sanat" derdiyle hırpalamadan,hiç zorlanmadan yazıyordu. Koçu ise Batı'nın yazı biçimlerini,
sınıflama usûllerini ve bilimsellik ve edebiyatta "büyüklük" fikrini bir türlü
içinden atamıyordu. Sevdiği konulara, tuhaf şeylere, saplantılara, kenarda
köşede kalmış acaipliklere bağlılığı ile kafasındaki Batı ve "Batılı" söylem fikrini
bağdaştırmakta zorlanıyordu.
Batı edebiyatının romantik, kenara itilmiş, sapkın ürünlerini İstanbul'da
yaşadığı için yeterince tanıyamamasının bunda payı olmuştu. Ama tanışa bile
hâlâ içinde yaşadığı, Osmanlı'nın damgasını taşıyan kültürün bir yazardan,
öğretmenden, kitap yayımcısından beklediği, metinlerine kenarda, yeraltında
sapkın bir yer araması değil, toplumun merkeziyle, iktidar ve kültür odaklarıyla
eğitici bir diyaloga girmesi, o merkeze seslenmesiydi.
Koçu da önce üniversitede profesör olmak, oradan atılınca da büyük bir
ansiklopedi yayımlamak istemişti. Bilgiye hâkim olan, onu sınıflayan ve bir
iktidar merkezi olarak kullanan bu kurumların kendisine bir başka yararı
olacağını da seziyordu: İçinden kendiliğinden gelen "tuhaflıkları" meşrulaştırıp
bir otorite ve "bilim" halesiyle koruması.
Oysa aynı tuhaflıkları, şehir ve güzel oğlan sevgisini hisseden Osmanlı yazarının
böyle bir korumaya ihtiyacı yoktu hiç. On yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda çok
kullanılan bir edebi biçim olan şehrengizlerde, Osmanlı yazarları bir yandan
tıpkı Koçu gibi bir şehrin özelliklerini sayar, güzelliklerini överlerken, bir yandan
da o şehrin önde gelen güzel oğlanlarına (mahbuplara) da sayfalar ayırıyorlardı.
Üstelik şehrengizlerde güzel oğlanlara ayrılan mısralar şehrin anıtları ve
özellikleri arasına mahcubiyetle gizlenmiyordu.
Tam tersi, Koçu'nun ansiklopedisinde bol bol alıntı yaptığı şehrengizler zaten bir
şehrin önde gelen güzel oğlanlarını yarı şaka yarı ciddi bir edayla övmek için,
Koçu'nun deyişiyle "Kalenderi meşrep şairler" tarafından geliştirilmişti. Evliya
Çelebi'nin Seyahatname''sine modern Türk devletinin "kısaltmaları" ve üstü
örtülü sansürlerine takılmadan şöyle gelişigüzel bir bakınca, bu en "klasik"
Osmanlı yazarının bile, herhangi bir şehri tasvir ederken ve evleri, camileri,
havası, suyu ve tuhaf hikâyelerinden söz ederken, her seferinde bir şehrin güzel
oğlanları -mahbupları- bahsi açtığını görürüz.
Modernleşme ve Batılılaşma çabasının getirdiği merkezileşme, birörnekleşme,
disiplin ve kontrol altına alma gayretlerinin, İstanbul yazarına kendi
tuhaflıklarını, saplantılarını, "orta sınıf aile ahlakının kabul edemeyeceği cinsel
takıntılarını" ifade etme yollarını da tıkadığının farkında olduğu için de Reşat
Ekrem Koçu bir İstanbul ansiklopedisi yayımlamaya girişti.
Bende içten bir saygı uyandıran bu cesaretinin arkasında bir kültür ve uygarlık
ürünü olarak ansiklopedi hakkında çok saf ve çocuksu bir fikre sahip olması da
vardı elbette, İstanbul Ansiklopedisi'nin birinci yarıda kalışından sonra çıkardığı
Osman Gazi'den Atatürk'e'nin bir yerinde Koçu, 15. yüzyılda Arapçadan
Türkçeye çevrilen, Kazvinli Zekeriya'nın Acaibü'l-Mahlukat adlı kitabının "bir
nevi ansiklopedi" olduğunu yazar. Bu, Koçu'nun milliyetçi bir dürtüyle
Osmanlıların da Batı etkisine girmeden önce, bir zamanlar ansiklopedi benzeri
biçimleri bulup kullandığını kanıtlama çabası kadar, ansiklopediyi her türlü
bilginin yanyana geldiği bir çeşit alfabetik güldeste (antoloji) olarak gördüğünü
de gösteriyor.
Bilgiler ya da "hikâyeler" arasında bir düzen, bir önem ilişkisi ve uygarlığın
özüne ya da işleyişine işaret eden mantıklı bir hiyerarşi olması gerektiği, bu
yüzden bir ansiklopedide bazı maddelerin kısa, bazılarının uzun olması ve bazı
maddelerin de -hep aynı mantıkla- hiç olmaması gerektiği ve aslında bu yüzde.
kendisinin tarihe değil, tarihin kendisine hizmet etmesi gerektiği sanki Koçu'nun
aklına hiç gelmiyordu. Bu bakımdan Koçu, Nietzsche'nin Hayat için Tarihin
Faydaları ve Zararları'nda anlattığı, geçmişin ayrıntılarına takılarak kendi
şehrinin tarihini, kendi benliğinin tarihine çeviren "güçsüz" tarihçiye
benzetilebilir.
Bu güçsüzlüğün bir nedeni -tıpkı topladıkları şeyleri piyasa değerleriyle değil,
kendi duygularıyla değerlendiren gerçek koleksiyoncularda olduğu gibi-
Koçu'nun yıllar boyunca hayattan, gazetelerden, kütüphanelerden ve Osmanlı
belgelerinden bulup çıkarttığı hikâyelere duygusal bir şekilde bağlanmasıydı.
Ama mutlu koleksiyoncu (çoğu zaman "Batılı" bir erkektir) ister çok kişisel bir
nedenden yola çıksın, ister mantıkla yapılmış bir planla hareket etsin, bütün bir
ömür verdiği koleksiyonunu en sonunda, -tıpkı bir ansiklopedi gibi- her şeyi
sınıflayan, birbiriyle ilişkisini kuran ve bir mantık ve sistemle anlamlandıran bir
düzenle sergileyebilir.
Müze denir bu kurumlara ve Koçu'nun yaşadığı yıllarda İstanbul'da kişisel bir
koleksiyona dayanan tek müze yoktu (hâlâ yok gibidir). Arkalarında yüzlerce yıl
yatan büyük müzeleri ve benzer bir birikimi toplayan ansiklopedileri, bilgi ve
nesnelere bir toplama, sınıflama ve sergileme mantığıyla anlam ve düzen veren
şeyler olarak görüyorsak eğer, Koçu'nun İstanbul Ansiklopedisi'ni bir müzeye
değil, ilk müzelerin arkasında yatan "tuhaflıklar dolaplarına" benzetmek daha
yerinde olur. İstanbul Ansiklopedisi'nin sayfalarını çevirmek, özellikle on altı ile
on sekizinci yüzyıl arasında Avrupa prensleri ve sanatçıları arasında moda olan
bir tuhaflıklar dolabının vitrinlerindeki deniz kabuklarına, acaip hayvan
kemiklerine, maden numunelerine bugünün gözüyle bakmaya benziyor: Hem
hayretle, hem gülümseyerek.
İstanbul Ansiklopedisi benim kuşağımdan kitapseverler arasında işte bu
gülümseyişle çok sevildi önce. Bu gülümsemede, Koçu'dan daha çok "Batılı" ve
"modern" olmakla övünen ve ondan yarım yüzyıl genç bir kuşağın, onun bu tuhaf
eserine "ansiklopedi" deyişine dudak büküşü var elbet. Batı medeniyetinin
yüzyıllarla geliştirdiği bir kavramı bir gelişigüzellik içinde bir hamlede
sahiplenme isteğinin saflığına, iyimserliğine şefkat ve anlayış duymak da var.
Ama daha arkada, modernlik ile Osmanlı uygarlığı arasında bölünmüş
İstanbul'un hiçbir sınıflamaya, hiçbir disipline sığmayan tuhaflığına,
karışıklığına, anarşisine ve garipliğine denk düşen bir kitaba sahip olmanın
mutluluğu da var. Hem de piyasada bulunmayan on bir koca cilt!
Bazan bu on bir cildin hepsini okumak zorunda kalan birisine rastlarım:
İstanbul'un yıkılmış tekkeleri üzerine bir araştırma yapan sanat tarihçisi bir
arkadaşım ya da kimsenin bilmediği İstanbul hamamları hakkında bir araştırma
yapan bir başkası... O zaman aynı hüzünlü gülümsemeyi kaybetmeden İstanbul
Ansiklopedisinden biraz söz etmek için içgüdüsel bir istek duyarız. Eski İstanbul
hamamlarının erkekler kısmının kapısında hamamda yıkananların delik
ayakkabılarını, eşyalarını onaran birer eskici olduğunu araştırmacı arkadaşım
okumuş mu diye bir sorarım ben. İstanbul'da çıkan bir tür eriğe niye türbe eriği
dendiğini aynı ciltteki "Eyyubsultan Türbe Eriği" maddesine gönderme yaparak
bana sorar arkadaşım.
Bahriyeli Ferhad kimdir? diye masanın üzerindeki cildi karıştırıp bir yeni soru
sorarım. (Cevap: 1958 yılında bir yaz günü ada vapurundan denize düşen on yedi
yaşındaki genci denize atlayıp kurtaran cesur bahriye neferidir.) Bir süre
özellikle son ciltlerdeki kalıplaşmış bir ifadeyi gülümseyerek hatırlarız: "Sokağın
son haline, madde yazılırken gidip bakılamadı." Konuşmamız, 1961 yılında,
Beyoğlu gangsterlerinden Arnavud Cafer'in, amansız rakibinin fedaisini nasıl
öldürdüğü üzerine ("Dolapdere Cinayeti" maddesi) ya da özellikle İstanbul'un
Rum, Yahudi ve Ermeni azınlıklarının çok sevdiği domino oyununa meraklı
olanların bir zamanlar toplandığı "Dominocular Kahvehanesi" (maddesi)
hakkında konuşuruz.
Bu noktada sohbet, mesela benim çocukluğumda bizim apartmanda da domino
oynandığı, Nişantaşı ve Beyoğlu'nun oyuncakçı, tütüncü ve kırtasiyecilerinin
eskiden domino takımı sattıklarını anlatmam üzerine hatıra ve geçmişe özlem
kıvamını da bulabilir. Ya da "simsarlığım yaptığı beş kız ile memleket memleket
dolaşan ve kendisi ve kızları Anadolu'dan gelen tüccarlar tarafından çok iyi
tanınan" estetik sünnetli "Don Adam" maddesinden ya da on dokuzuncu yüzyıl
ortalarında Batılı turistlerin gözdesi Beyoğlu'ndaki Emperiyal Oteli'nden ya da
"Dükkân" maddesinde uzun uzun anlatıldığı gibi, İstanbul'daki dükkân adlarının
nasıl ve hangi mantıkla değiştiğinden söz ederiz.
Sohbetimizin bir noktasında konumuzun İstanbul Ansiklopedisi olmasına
rağmen, heyecan ve sevgimizin Reşat Ekrem Koçu'ya yönelik olduğu
gülümseyişimizden anlaşılır. Ama bir süre sonra gittikçe yoğunlaştığını
hissettiğimiz hüzün, asıl konunun bu da olmadığını hissettirir bize. Asıl konu,
İstanbul'un karmaşasını Batılı "bilimsel" sınıflama ve açıklama usulleriyle
anlama gayretinin başarısız olduğunu görmektir. Bunun bir nedeni elbette
İstanbul'un diğer Batı şehirlerinden farklılığı, karmaşası, anarşisi, kat kat
tuhaflığı, alışılagelmiş sınıflamalara direnen düzensizliğidir. Ama bu "tuhaflık",
benzersizlik ve başkalıktan şikâyetimizin havası bir noktadan sonra bunun bir
şikâyet değil övünme ve aslında Koçu'nun ansiklopedisini sevenlerin hoşlandığı
cinsten bir çeşit İstanbul milliyetçiliği olduğunu sezdirir bize.
İstanbul'un tuhaflığıyla övünmenin tuhaflığına düşmemek için Koçu'nun
ansiklopedisinin yarıda kalmasının ve "başarısızlığının" nedeninin, hüzünlü
yazarımızın Batılı anlama ve sınıflama usûllerine yeterince hâkim olamaması,
yeterince Batılı olmaması olduğunu düşündüğümüzde de, aslında onu tam da bu
nedenlerden, "başarısızlığı" sayesinde sevdiğimizi hatırlarız. İstanbul Ansiklopedisi'ni
-ya da dört hüzünlü yazarın eserlerini- yarım bıraktıran,
başarısızlığa uğratan şey, bu yazarların sonuna kadar Batılı olamamalarıdır.
Ama şehrin kendisini ve manzaralarını başka bir gözle farkedebilecek kadar da
geleneksel kimlikten sıyrılmışlar, Batılı olmak için en sonunda kendilerini Batı
ile Doğu arasında bırakan geri dönüşsüz bir yolculuğa da cesaretle çıkmışlardır.
Koçu'nun ve diğer üç hüzünlü yazarın eserlerinin en "güzel" ve derin sayfaları,
bedeli yalnızlık, ödülü özgünlük olan bu iki dünya arasında kalmış sayfalardır.
Koçu'nun ölümünden sonraki yıllarda, 1970'lerin ortasında, Kapalıçarşı'ya her
gidişimde uğradığım Beyazıt Camii bitişiğindeki Sahaflar Çarşısı'nda İstanbul
Ansiklopedisi'nin ciltlenmemiş fasiküllerinin, Koçu'nun hayatının son yıllarında
kendi parasıyla bastırdığı kitaplarının, sararmış, solmuş, nemlenmiş, ucuz ve
eski kitaplarla beraber sergilendiğini görürdüm. Babaannemin kütüphanesinde
bulup okumaya başladığım bu ciltlere, kiloyla çöp kâğıt fiyatına satılmalarına
rağmen hiç alıcı çıkmadığını söylerdi tanıdık kitapçılar.
19
FETİH Mİ, DÜŞÜŞ MÜ: CONSTANTİNOPLE'UN TÜRKLEŞTİRİLMESİ
İstanbullu Türklerin çoğu gibi, çocukluğumda Bizans ile çok az ilgiliydim.
Çocukken Bizans deyince aklıma Rum Ortodoks papazlarının korkutucu kıyafet
ve sakalları, şehrin içine dağılmış Bizans kemerleri ve kırmızı tuğladan eski
kiliseler ve Ayasofya gelirdi. Bütün bunlar, zaten bilinmesine gerek kalmayacak
kadar eski bir zamanda kalmıştı. Bizans'ı fethedip yok eden Osmanlı bile çok
arkada kalmış gibi gelirdi bana. Bizler onlardan sonra İstanbul'a gelen "yeni
uygarlığın" ilk kuşağıydık. Reşat Ekrem Koçu'nun tuhaflıklarını anlattığı
Osmanlıların hiç olmazsa bizimkine benzer adları vardı. Bizanslılar ise Fetih ile
birlikte yok olmuşlardı.
Onların torunlarının torunlarının torunları ise Beyoğlu'ndaki manifaturacı,
ayakkabıcı ve pastacı dükkânlarını işletiyorlardı. Çocukluğumun önemli
eğlencelerinden biri, annemle Beyoğlu'na alışverişe gitmek, Rumların işlettiği
çeşit çeşit dükkâna girip çıkmaktı. Bazı kumaşçı dükkânlarında babaanne-
kızları bütün bir aile çalışır, annem perdelik bir kumaş ya da yastık kılıfına
kadife seçmek için oraya gittiğinde, bütün aile aralarında hızlı hızlı Rumca
konuşmaya başlardı.
Daha sonra bu tuhaf dili ve tezgâhtar kızlarla babalarının heyecanlı
hareketlerini evde taklit ederdim. Yaptığım taklitlere gösterilen ilgi, gazetelerin
onlardan söz ediş şekli, arada bir "Türkçe konuşun!" diye Rumların azarlanması,
tıpkı şehrin yoksulları ve gecekondularda oturanları gibi, Rumların da "itibarlı"
kişiler olmadığını bana sezdirirdi. Fatih'in İstanbul'u fethedip, şehri onların
elinden almasının bunda bir payı olduğunu düşünürdüm. Arada bir "büyük
mucize" diye anılan İstanbul'un Fethi'nin beş yüzüncü yılı benim doğumumdan
bir yıl sonra, 1953'te kutlanmıştı, ama bu vesileyle çıkarılan pul dizisinden başka
bir şey ilgimi çekmezdi. Bu pullarda gemilerin karadan ilerletilmesi, Bellini'nin
yaptığı Fatih portresi ya da Rumelihisarı gibi Fetih ile ilgili bütün kutsal
hayaller bir resmi geçit yapıyordu.
Bazı olayların nasıl adlandırıldığına bakarak dünyanın neresinde, Doğu'da mı,
Batı'da mı olduğumuzu çıkarabiliriz. 29 Mayıs 1453'te olan şey, Batılılar için
Constantinople'un Düşüşü, Doğulular içinse İstanbul'un Fethi'dir. Kısaca
"Düşüş" ya da "Fetih". Yıllar sonra New York'ta Columbia Üniversitesi'nde
okuyan karım bir ödevinde "Fetih" kelimesini kullandığı için Amerikalı profesör
tarafından milliyetçilikle suçlanmıştı. Liseyi Türkiye'de okuduğu için olaya Türk
milli eğitiminin kelimeleriyle bakan, anne tarafından Rus kökenli karımın kalbi,
oysa biraz da Ortodokslardan yanaydı. Ya da, belki de olayı aslında ne fetih ne de
düşüş olarak görüyordu, ama ya Hıristiyan ya da Müslüman olmaktan başka bir
seçeneği olmayan kimi bahtsız harp esirleri gibi iki dünya arasında kalmıştı.
İstanbullular olayı "Fetih" olarak kutlamayı 20. yüzyıl başında Batıcılık ve Türk
milliyetçiliği sayesinde öğrendiler. Geçen yüzyılın başında İstanbul'un
nüfusunun yarısı Müslüman değildi ve gayri müslim nüfusun çoğunluğ.
Bizans'ın devamı olan Rumlardı. Çocukluğumda ve ilkgençliğimde
Constantinople kelimesinin kullanımından Türklerin bu şehre ait olmadığı,
buranın ilk sahiplerinin bir gün geri gelip biz beş yüz yıllık işgalcileri
kovalayacağı, en azından bizleri ikinci sınıf vatandaş yapacağı gibi sonuçlar çıkaran
kuvvetli bir Türk milliyetçisi hareket vardı. Onlar "Fetih" fikrini
önemserdi. Oysa Osmanlılar da şehre bazan Constantinople derlerdi.
Batılılaşmayı önemseyen Türkler ise Fetih'in altını çizmekten hoşlanmazlar.
1953'teki Fethin beş yüzüncü yıl törenlerine, yıllar süren hazırlıklara rağmen
Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes Batılı dostları ve
Yunanlıları gücendirmemek için son anda katılmaktan caymıştı. Soğuk savaşın
ilk yıllarında, NATO üyesi Türkiye, Fetih'i dünyaya hatırlatmak istemiyordu. Üç
yıl sonra ise, 1955'te Türk hükümetinin el altından kışkırttığı kalabalıklar
denetlenemeyince İstanbul'daki Rum ve diğer azınlıkların malları yağmalandı.
Kiliselerin tahrip edildiği, papazların öldürüldüğü bu olaylar, Düşüş'ün "Batılı"
tarihçilerin anlattığı yağma ve acımasızlık olaylarına benzer. Milli devletlerin
kurulmasından sonra kendi azınlıklarına "rehin" muamelesi yapan Türk ve
Yunan devletlerinin yanlışları yüzünden son elli yılda İstanbul'u terkeden
Rumların sayısı, 1453'ten sonraki elli yılda terkedenlerden fazladır.
1955 yılında İngilizler Kıbrıs'tan çekilir, Yunan hükümeti adayı bütünüyle
devralmaya hazırlanırken Türk gizli servislerinden bir ajan, Selanik'te,
Atatürk'ün doğduğu eve bir bomba attı. Bu haber ikinci baskı yaparak olayı
büyüten İstanbul gazetelerince bütün şehre duyurulunca gayri müslim
azınlıklara düşman bir kalabalık Taksim Meydanı'nda birikti ve önce
Beyoğlu'nu, annemle gittiğimiz bütün o dükkânları, sonra bütün İstanbul'u
sabaha kadar yakıp yıkıp yağmaladı.
Ortaköy, Balıklı, Samatya, Fener gibi şehrin Rum nüfusunun yüksek olduğu
mahallelerinde de uyguladıkları şiddetle dehşet uyandıran yağmacı çeteler, kimi
yerlerde fakir küçük Rum bakkal dükkânlarını yıkıp yağmaladıkları,
mandıraları yaktıkları, evleri basıp Rum-Ermeni kadınlarının ırzına geçtikleri
için, Fatih Sultan Mehmet'in Fetih'ten sonra İstanbul'u yağmalayan askerleri
kadar acımasız davrandıkları söylenebilir. Şehre iki gün dehşet saçan ve
İstanbul'u Hıristiyanların ve Batılıların en kötü oryantal kâbuslarından da daha
cehennemi bir yere çeviren yağmacıları harekete geçirmek için, devlet destekli
örgütçülerin, onlara yağma serbesttir dedikleri de daha sonra ortaya çıktı.
Sokaklarda Müslüman olmayan herkesin linç edilme tehlikesi geçirdiği gecenin
sabahında, Beyoğlu ve İstiklal Caddesi, vitrinleri, kapıları kırılıp yağmalanmış
dükkânlardan götürülemeyen, ama zevkle tahrip edilen eşyalarla doluydu. Renk
renk, top top, cins cins kumaşların, halıların, elbiselerin üzerine o zamanlar Türkiye'de
yeni yeni yaygınlaşan buzdolapları, radyolar, çamaşır makineleri
devrilmiş; cadde kırılmış, parçalanmış, porselen takımları, oyuncaklar (zamanın
en iyi oyuncakçı dükkânları Beyoğlu'ndaydı), mutfak eşyaları, o zamanların
modası akvaryumlar ve avizelerin cam kırıklarıyla kaplanmıştı. Şurada burada
bisikletler, devrilmiş ya da yakılmış otomobiller, parçalanmış bir piyano ya da bir
büyük mağazanın vitrininden kumaş kaplı caddeye devrilerek gökyüzünü
seyreden kırık mankenler ve olayları yatıştırmaya geç de olsa gelen tanklar gözüküyordu.
Bütün bunlar yıllarca evin içinde uzun uzun anlatıldığı için kafamda kendim
görmüşüm gibi bütün ayrıntılarıyla canlıdır. Hıristiyan aileler evlerini ve
dükkânlarını temizlerken, bizim evde daha da çok konuşulan konu, yağmacı
saldırgan çeteleri bizim apartmanın önüne gelip, caddede bir aşağı bir yukarı
koşar, dükkânların vitrinlerini parçalar, Rum, Hıristiyan ve zengin karşıtı sloganlar
atarken, amcamın, babaannemin evin bir penceresinden öbürüne koşarak
olup bitenleri telaşla seyretmeleriydi. O günlerde yükselen Türk milliyetçiliği
yüzünden, Alaaddin'in dükkânında da satılmaya başlayan bezden küçük Türk
bayraklarından birini ağabeyim birkaç gün önce özenip, satın alıp içine astığı
için, amcamın Dodge arabasını ne ters çevirdiler, ne de camlarım kırdılar.
20
DİN
On yaşıma kadar kafamda çok belirgin bir Allah hayali taşıdım: Yüzü belirsiz,
aşırı yaşlı, beyaz çarşaflar içinde çok muhterem bir kadın görüntüsüydü bu. Bir
insana benzemesine rağmen, bu görüntü hayallerimdeki öteki insanlar gibi,
sokakta rastlayabileceğim herhangi biri gibi gözümün önünde belirmezdi. Çünkü
baş aşağı ve biraz da yanlamasına dururdu. Kafama biraz merak biraz da huşu
içerisinde takılınca, aklımdaki bütün görüntüler arkaya doğru gider, görüntü de,
kimi reklam filmlerinde ya da film jeneriklerinde olduğu gibi, kendi etrafında
zarafetle bir iki kere dönüverdikten sonra biraz keskinleşir, biraz da yukarılara,
ait olduğu yere, bulutların arasına çıkardı.
Beyaz çarşafının kıvrımları, tarih kitaplarında resimlerini gördüğüm kimi
heykellerdeki gibi çok iyi işlenmişti. Eli, kolu, gövdesinin hiçbir yeri gözükmeyen
bu hayal gözümün önünde belirdikçe, çok güçlü, çok saygın ve üstün bir varlığın
aklıma düştüğünü hissederdim ama ondan çok fazla korkmazdım. Bir günahkâr
olduğuma hiç inanmadığım ya da sütten çıkmış ak kaşık olduğumu sandığım için
değil, bu uzak ve önemli varlığın benim saçma hayallerimle ve suçlarımla
ilgilenmeyeceğini hissettiğim için. Onu hiç yardıma çağırdığımı, ondan bir şey
dilediğimi de hatırlamıyorum. Çünkü benim gibilerle değil, yoksullarla ilgili
olduğunun fazlasıyla farkındaydım.
Bizim apartmanda bu görüntüyle yalnızca hizmetçiler, aşçılar ilgilenirdi. Allah'ın
yalnız yoksullarla değil, apartmandaki bütün kalabalıkla ilgili olduğunu, en
azından durumun kuramsal olarak böyle olması gerektiğini hissederdim biraz,
ama bizler ona ihtiyaç duymayacak kadar talihliydik. O canı yananların,
çocuklarını okutamayacak kadar yoksul olanların, onun adını ağızlarından hiç
eksik etmeyen sokaktaki dilencilerin ve başı darda olan saf ve iyilerin yardımcısıydı.
Annem bu yüzden radyo kar fırtınasında yolları kesilmiş uzak köylerden ya
da bir depremde yersiz yurtsuz kalan yoksullardan söz ederken, "Allah onlara
yardım etsin!" derdi. Bu söz bu dileğin karşılanmasından çok, halimiz vaktimiz
yerinde olduğu için o an hissettiğimiz geçici suçluluk duygusuyla, zorda olanlara
pek bir şey yapamamanın verdiği boşluk duygusunu geçiştirmek için kullanılırdı.
Zaten hayalimdeki o beyaz çarşaflı yaşlı ve yumuşak varlığın bizim dileklerimize
kulak asmayacağını da hesaba kitaba, matematiğe açık mantığımızla bilirdik.
Onun için hiçbir şey yapmıyorduk çünkü. Oysa apartmandaki aşçılar, hizmetçiler
ve tanıdık diğer bütün yoksullar, Allah'la ilişkiye geçmek için her fırsatı çalışkanlıkla
değerlendiriyor, senede bir ay oruç tutuyor, bizim Esma Hanım bizlere
hizmet etmekten kalan vakitlerinde, küçük odasına seccadesini serip namaz
kılıyor, sevinç, keder, mutluluk, korku ve öfke anlarında, hatta bazan kapıyı
açarken, kaparken, bir şeyi ilk defa ya da son defa yaparken ve başka pek çok
fırsatta O'nu hatırlıyor, adını anarak birşeyler fısıldıyordu.
Yoksulların, çaresizlerin Allah'la kurdukları bu ısrarlı ilişki onların yardıma
muhtaç olduğunu hatırlatmaktan öteye gitmediği zamanlarda beni ve evdekiler.
fazla tedirgin etmezdi. Bizden başkalarına da güvendikleri, böylece "yüklerini
taşıyacak" başka bir güç olduğu için rahat ettiğimiz bile söylenebilir. Ama bu
rahatlık, Allah'ı, bizim gibi olmayanların bir gün bize karşı kullanabilecekleri bir
güç ya da en azından bir kıskançlık konusu yaparak bizleri bazan tedirgin de
ederdi.
İç sıkıntısından çok meraktan, yaşlı hizmetçiyi namaz kılarken birkaç kere
dikkatle seyrettiğimi ve benzeri bir tedirginliğe kapıldığımı hatırlıyorum. Kapı
aralığından bakan bana göre, tıpkı kafamdaki Allah hayali gibi, baş aşağı ve
yanlamasına duran seccadesinin üzerinde Esma Hanım'ın ağır ağır eğilip kalkışı,
alnını secdeye getirişi, eğilip kalkarken yaptığı hareketlerin birden yavaşlaması,
bana yalvarma, kendi sınırlılığını bilme jestleri gibi gözükür, nedenini tam
çıkaramadığım bir öfkeyle huzursuzluk verirdi. Evde kimse olmadığı ve bir iş
yapılmadığı zaman kılınan bu namazlar sırasında, gölgeli odayı kaplayan ve
arada bir dua fısıltılarıyla bölünen sessizlik de beni sinirlendirirdi. Pencerenin
camında ağır ağır ilerleyen bir sineğe takılırdı gözüm. Sinek sırtüstü düşer,
doğrulmak isterken telaşla çırpınan yarı saydam kanatlarının vızıltısı Esma
Hanım'ın dua fısıltısına karışınca bu sinir bozucu oyunu bozmak ister, kadının
başörtüsünü çekerdim.
Namaza müdahale etmenin onu "bozacağını" daha önceki deneyimlerimden
bilirdim. Yaşlı kadın namazını bozulmadan bitirmek için bütün iradesini
kullanarak hiçbir şey olmamış gibi duaya devam ederken, aklım bir yandan
yaptığı şeyin yapmacıklı, oyun yanına takılır (çünkü şimdi yalnızca namaz
kılıyormuş gibi yapıyordu), bir yandan da ruhsal gücünü yaptığı işe bütünüyle
vermekteki kararlılığına içerler ve onunla bir irade savaşına girerdim. Beni her
zaman çok seven, her fırsatta kucağına alıp okşayan, sokakta beni çok sevimli
bulan yabancılara "torunum" diye tanıtan bu kadınla aramıza Allah'ın girmesi,
tıpkı aşırı dindarlardan bütün ailenin rahatsız olması gibi huzursuz ederdi beni.
Gene de namazına devam edebilmek için gösterdiği kararlılığa saygı duyar, bizim
dışımızdaki bir başka varlığa gösterdiği bu bağlılıktan huzursuz olup korkardım.
Hissettiğim korku, Türk laik burjuvazisinde hep olduğu gibi Allah'tan korkmak
değil, Allah'a fazla inananların öfkesinden korkmaktı.
Bazan da Esma Hanım namaz kılarken, ondan bir iş isteyen annem içeriden
seslenmeye başlar ya da çalan bir telefonu onun açması beklenirdi. O zaman
bana düşen, hemen koşup onun namaz kıldığını anneme söylemekti. Bazan iyi
yüreklilikle bunu yapar, bazan da aynı tuhaf huzursuzluk, kötülük etme isteği ve
kıskançlık karışımı duyguyla yapmaz, ne olacak diye beklerdim. Hizmetçi
kadının bize olan bağlılığının mı, Allah'a olan bağlılığının mı daha kuvvetli olduğunu
ölçmek kadar, onun kapılıp gittiği ve bazan öfkeli tehditlerle geri geldiği
âlemle bir savaşma isteği de vardı bunda.
"Namaz kılarken başörtümü çekersen elin taş kesilir!" derdi Esma Hanım.
Вы прочитали 1 текст из Турецкий литературы.
Следующий - İstanbul Hatıralar ve Şehir - 12
  • Части
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 01
    Общее количество слов 3332
    Общее количество уникальных слов составляет 1879
    27.8 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    48.4 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 02
    Общее количество слов 3262
    Общее количество уникальных слов составляет 1957
    26.6 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.8 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    47.4 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 03
    Общее количество слов 3262
    Общее количество уникальных слов составляет 1891
    24.9 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    37.9 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    45.5 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 04
    Общее количество слов 3222
    Общее количество уникальных слов составляет 1927
    26.8 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.1 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.5 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 05
    Общее количество слов 3323
    Общее количество уникальных слов составляет 1940
    26.4 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.3 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 06
    Общее количество слов 3216
    Общее количество уникальных слов составляет 1886
    26.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    38.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.8 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 07
    Общее количество слов 3221
    Общее количество уникальных слов составляет 1831
    27.1 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    38.9 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    47.4 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 08
    Общее количество слов 3314
    Общее количество уникальных слов составляет 1956
    29.6 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    43.1 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    50.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 09
    Общее количество слов 3223
    Общее количество уникальных слов составляет 1940
    27.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.5 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.8 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 10
    Общее количество слов 3216
    Общее количество уникальных слов составляет 1797
    26.8 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.7 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    47.1 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 11
    Общее количество слов 3175
    Общее количество уникальных слов составляет 1889
    26.3 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.4 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    47.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 12
    Общее количество слов 3328
    Общее количество уникальных слов составляет 1880
    27.4 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    38.9 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.3 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 13
    Общее количество слов 3327
    Общее количество уникальных слов составляет 1907
    27.1 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    40.5 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    49.3 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 14
    Общее количество слов 3212
    Общее количество уникальных слов составляет 1929
    26.3 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    38.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    45.8 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 15
    Общее количество слов 3230
    Общее количество уникальных слов составляет 1764
    27.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    38.4 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 16
    Общее количество слов 3231
    Общее количество уникальных слов составляет 1737
    26.9 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    37.9 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    45.8 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 17
    Общее количество слов 3299
    Общее количество уникальных слов составляет 1766
    28.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    40.1 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    47.7 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 18
    Общее количество слов 3332
    Общее количество уникальных слов составляет 1830
    28.5 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    40.9 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    48.0 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 19
    Общее количество слов 3346
    Общее количество уникальных слов составляет 1917
    26.7 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.7 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.5 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 20
    Общее количество слов 3249
    Общее количество уникальных слов составляет 1855
    25.8 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    40.1 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    48.2 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 21
    Общее количество слов 3341
    Общее количество уникальных слов составляет 1873
    30.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    44.2 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    52.4 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 22
    Общее количество слов 3292
    Общее количество уникальных слов составляет 1916
    29.3 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    43.3 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    51.0 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 23
    Общее количество слов 3340
    Общее количество уникальных слов составляет 1801
    30.3 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    43.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    52.7 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 24
    Общее количество слов 911
    Общее количество уникальных слов составляет 647
    36.9 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    51.8 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    59.3 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов