İstanbul Hatıralar ve Şehir - 08

Общее количество слов 3314
Общее количество уникальных слов составляет 1956
29.6 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
43.1 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
50.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
onu gene aynı yatakta çantalar, gazeteler, yastıklar ve gölgeler arasında
yatarken bulurdum. Odanın sabun, kolonya, toz ve ahşap karışımı benzersiz
kokusu hep aynı olurdu. Babaannemin yanından hiç ayırmadığı şeylerden biri de
her gün içine birşeyler yazdığı ciltli kalın bir defterdi. Hesaplar, hatıralar, yenen
yemekler, masraflar, planlar ve meteorolojik gelişmelerin yazıldığı bu defterin
bir de tuhaf bir "protokol defteri" özelliği vardı.
Belki de tarih okuduğu için, babaannemin kimi zaman alaycı bir "teşrifat" dili
kullanmasına yol açan bu protokol ve Osmanlı merakının bir başka sonucu da
torunlarınm her birine Osmanlı Devleti'nin muzaffer kuruluş yıllarındaki
padişahlardan birinin adının verilmesiydi. Onu her görüşümde elini öptükten,
bana her seferinde verdiği bir kâğıt parayı hiçbir utanç duymadan ve sevinçle
cebime indirdikten, annemin, babamın, ağabeyimin ne yaptığını tek tek
anlattıktan sonra babaannem o sırada defterine yazdığı şeyi okurdu bazan bana.
"Torunum Orhan beni ziyaret etti. Pek akıllı, pek şeker. Üniversitede mimarlık
okuyor. Kendisine on lira verdim. İnşallah bir gün çok muvaffak olacak ve
Pamuk ailesinin adını, tıpkı dedesi gibi, şerefle duyuracak."
Okuduktan sonra kataraktlı gözlerini daha da tuhaf gösteren gözlüklerinin
üzerinden esrarlı ve alaycı bir gülümseyişle bana bir bakar, ben de alaycılığının
arkasında kendisine yönelttiği bir mizah mı, yoksa hayatın saçmalığını keşfetmiş
olması mı olduğunu çıkaramadan ona aynı şekilde gülümsemeye çalışırdım.

13
OKULUN SIKINTILARI VE ZEVKLERİ

Okulda ilk öğrendiğim şey bazılarının aptal olduğu, ikinci öğrendiğim şey ise
bazılarının daha da aptal olduğuydu. Tıpkı din, ırk, cins, sınıf, servet (ve bu
listeye en son eklenen) kültür farkları gibi, hayattaki bu temel ve belirleyici farkı
farketmiyormuş gibi yapmanın bir olgunluk, bir incelik ve bir efendilik olduğunu
o yaşta kavrayamadığım için öğretmenin sınıfa her soru soruşunda, doğru cevabı
bildiğimi göstermek için çırpınarak parmağımı kaldırırdım.
Daha sonraki aylarda, yıllarda bu bir alışkanlık oldu. İyi, akıllı bir öğrenci
olduğumu sınıf da, öğretmen de anlamıştı biraz, ama ben gene her soruya bir
cevabım olduğunu kanıtlamak için parmağımı kaldırıyordum. Öğretmen pek
seyrek bana söz veriyor, çoğu zaman kalkan başka parmakları, onlar da
konuşsun diye işaret ediyordu. Bir süre sonra cevabını bileyim bilmeyeyim, her
soruya parmağım kendiliğinden kalkar oldu. Bunda, sıradan kıyafetler giyse bile,
çok pahalı bir takı ya da kravat takarak zengin olduğunun farkedilmesini isteyen
birinin huzursuzluğuna benzer bir kendini gösterme isteği ile, öğretmene karşı
duyulan bir çeşit hayranlık ve işbirliği etme dileği de vardı.
Çünkü okulda sevgiyle öğrendiğim bir başka şey de bir "otorite" olarak
öğretmenin iktidarıydı. Pamuk Apartmanı'ndaki aile kalabalığının dağınık ve
parçalı bir hali vardı, kalabalık yemeklerde her kafadan bir ses çıkardı. Aile
birbirine sevgi ve arkadaşlık, kalabalık ve sohbet ihtiyacı ve yemek ve radyo
saatleri gibi kimsenin tartışmadığı alışkanlık ve kurallarla sanki kendiliğinden
bağlanmıştı. Evde babam bir otorite ve iktidar merkezi gibi değildi hiç, az
gözükür, arada bir kaybolurdu. Daha önemlisi, ağabeyimle beni hiç mi hiç
azarlamaz, beğenmediği bir şey yaparsak kaşlarını bile çatmazdı. Daha sonraki
yıllarda arkadaşlarına bizi tanıştırırken söylediği "Bunlar da benim iki küçük
kardeşim" sözünü babam gerçekten hak ediyordu. Bu yüzden evde "otorite"
olarak yalnızca annemi tanımıştım. Ama onun benim üzerimdeki gücü de benim
dışımda, yabancı bir "iktidar merkezi" olmaktan çok, benim tarafımdan gelen
sevilme, okşanma ve beğenilme isteğinden kaynaklanıyordu. Bu yüzden
öğretmenin yirmi beş kişilik sınıf üzerindeki gücü beni ilgilendirdi.
Belki de onunla annemi biraz özdeşleştirdiğimden, içimde öğretmenden onay
almak için bitip tükenmez bir istek vardı. Yalnız her soruya cevap vermek
istemez, ödevlerimi iyi yapmak, öğretmen tarafından sevilmek, farklı ve akıllı
gözükmek de isterdim. "Ellerinizi böyle kavuşturarak konuşmadan oturun,"
derdi öğretmen ve ellerimi göğsümün üzerine kavuşturur, bütün ders sabırla
otururdum. Ama yavaş yavaş her soruya cevap yetiştirmenin, bir aritmetik
problemini herkesten önce çözmenin ya da en iyi notları almanın zevkleri
solmaya, derslerde vakit hiç geçmemeye, zaman bazan inanılmaz bir yavaşlıkla
akmaya başladı.
Gözlerimi tahtada birşeyler yazmaya çalışan yarım akıllı, şişman bir öğrenciden
ya da öğretmen, öğrenci, hademe bütün dünyaya aynı iyimser ve iyi niyetli, güle.
ve sağlıklı bakışlarla bakan kızdan ayırır, pencereden dışarıya, apartmanlar
arasında gözüken bir kestane ağacının üst dallarına çevirirdim. Dala bir karga
konardı. Dikkatle seyrederdim. Gövdesini alttan gördüğüm kargayla dalın
arkasında tek bir bulut hem şekil hem de yer değiştirirdi. Pencereden gördüğüm
bulutu bir tilkinin burnuna, kafasına, sonra bir köpeğe benzetirdim. Artık köpek
şekil değiştirmesin, bulut köpek olarak yoluna devam etsin isterdim, ama biraz
sonra bulut babaannemin büfesinin hiç açılmayan vitrinindeki ayaklı gümüş
şekerliklerden birine dönüşürdü, ve ben evde olmak isterdim.
Evin gölgeler içindeki sessizliği, güven verici hali aklıma takılmışken, birden o
gölgeler içinden, tıpkı bir rüyadaki gibi babam belirir, pazar günü hep birlikte
arabayla Boğaz gezintisine çıkardık. Derken karşı apartmanın penceresi açılır,
bir hizmetçi elindeki toz bezini silkeler, sonra o da benim gibi oturduğum yerden
göremediğim sokağı dalgınlıkla seyrederdi. Acaba sokakta ne vardı? Parke
taşlarının üzerinde ilerleyen bir at arabasının sesini duyar, kısık sesiyle bağıran
"eskiciiii"yi işitirdim.
Sokağı seyreden hizmetçi, bakışlarıyla eskiciyi izledikten sonra çekilir, onun
kapadığı pencerenin yanında deminki bulutun hızında ama ters yöne giden
başka bir bulut görürdüm. Yan pencerede de yansıyan bulut yoluna devam
ederken acaba bu deminki tilki-köpek-şekerlik bulut olmasın diye sorardım
kendime. Tam bu sırada sınıfta bir hareket olur, kalkan parmakları görünce
öğretmenin sorusunu işitmememe rağmen telaşla ben de parmağımı kaldırır ve
doğru cevabı bildiğimden çok emin bir pozla beklerdim. Öteki öğrencilerin
cevaplarından öğretmenin sorusunun henüz ne olduğunu çıkaramadığım o ilk
anlarda bile, hayaller içindeki aklımda cevabı çok iyi bildiğime ilişkin boş bir
inanç belirirdi.
Yıllar boyunca ikişer ikişer sıralarında oturduğumuz sınıfları eğlenceli bir yer
yapan şey derslerde öğrendiklerimle, öğretmenden aldığım onaylardan çok, sınıf
arkadaşlarımı tek tek tanıma zevki, onların benden ne kadar değişik olduklarını
biraz hayret, biraz hayranlık, birazcık da acımayla görmekti. Türkçe dersinde
birşeyler okurken, satır bitince, bir alttaki satırdan değil de iki alttaki satırdan
okumaya devam eden ve bütün dikkatine rağmen sınıfın güldüğü yanlışını bir
türlü düzeltemeyen o kederli çocuk vardı mesela.
İlkokul birde, bir süre yanımda oturan, uzun kırmızı saçları at kuyruğu yapılmış
kız vardı. Çantasının içi ısırılmış elmalar, simitler, dökülmüş susamlar,
kalemler, saç bantları ile karmakarışık ve pasaklıydı ama ondan ve çantadan
gelen hoş bir lavanta kokusu, beni ona bağlar, her şeyi adlı adınca söyleyerek,
cesaretle anlatabilmesine hayran olur, hafta sonları onu görmezsem özlerdim.
Bir çocuğun kafası babaannemin dediği cinsten tam taskafaydı, bir başka ufak
tefek, küçük kızın kırılganlığı ve narinliği beni büyüler, bir üçüncüsünün evinde
olup biten her şeyi hiçbir şey saklamadan anlatıvermesine şaşar, kendi kendime
nasıl böyle oluyor diye sorardım. Nasıl oluyor da bu kız Atatürk şiiri okurken
gerçekten ağlıyor, öteki herkesin anlayacağını bile bile yalan söyleyebiliyor, bu
üçüncünün çantası, defteri, önlüğü, saçları, sözleri, her şeyi bu kadar derli toplu
olabiliyor.
Tıpkı sokaklardaki çeşit çeşit arabanın lambalar, tampon, ön kaput ve
pencerelerinden oluşan burnunu aklım kendiliğinden bir şeye benzettiği gibi,
sınıftaki pek çok çocuğu da bir şeye benzetirdim: Mesela şu sivri burunluyu
tilkiye, iriyarıyı herkesin zaten dediği gibi ayıya, dik saçlıyı kirpiye... Mari adlı
bir Yahudi kızın uzun uzun hamursuz bayramından söz ettiğini, bazı günlerde
babaannesinin evdeki elektrik düğmelerine bile dokunmadığını anlattığını
hatırlıyorum. Başka bir kız da, bir akşam odasındayken hızla arkasına dönünce
bir meleğin gölgesini gördüğünü söylemiş, bu aklımda korkuyla yer etmişti.
Upuzun bacaklarına upuzun çoraplar giyen ve her zaman ağlayacakmış gibi
duran kızın bakan olan babası Başbakan Adnan Menderes'in elini kolunu
sallayarak çıktığı uçak kazasında ölünce, kızın, babası ölmeden de olacakları
bilip ağladığını sandım.
Pek çok çocuğun benim gibi, dişleriyle bir derdi vardı, bazıları diş teli takıyordu.
Lise yatakhanelerinin ve spor salonunun olduğu yan binanın üst katlarında bir
yerde, revirin yanında bir dişçi olduğu söyleniyordu, öğretmen öfkelenince
yaramazlık edeni oraya yollamakla tehdit ederdi. Daha küçük bir ceza, kara
tahtanın asıldığı duvarla kapı arasındaki köşede, sınıfa sırtını dönüp ayakta
durmaktı. Bu bazan "tek ayak" cezasına da dönüşür, ama bütün sınıf dersi değil,
cezalandırılan öğrencinin tek ayak üzerinde ne kadar durabileceğini izlediği için
uygulanmazdı. Tek ayak üzerinde durmasa da, köşeye sürülen haydutlar, çöp
tenekesine tükürmek, öğretmene çaktırmadan sınıfa kaş-göz işareti yapmak gibi
bende hayranlıktan çok kıskançlık ve öfke uyandıran şeyler yapardı.
Tembellerin, haydutların, aptalların ve arsızların öğretmen tarafından
azarlanması, cezalandırılması, hırpalanması, dövülmesi daha sonra içtenlikle
inanacağım cemaat ve dayanışma ruhuna rağmen bazan beni mutlu ederdi.
Herkesle son derece senli benli, girgin bir kız vardı mesela, okula şoförlü bir
arabayla gelir, öğretmen ondan her istediğinde gayet memnun tahtaya kalkar,
kırıtarak "Jingle bells, jingle bells, jingle all the bells" diye İngilizce bir şarkı
söylemeye başlardı. Öğretmenle arasının bu kadar iyi olmasına rağmen
ödevlerini ısrarla yapmadığı için aşağılanmasına, itilip kakılmasına tanık
olmaktan sıkılmazdım. Her ödev kontrolünde, birkaç kişinin ödevini yapmadığı
halde, yapmış da, şimdi defterin sayfaları arasında bir türlü bulamıyormuş
pozuna, öğretmen bunu hiç yutmadığı halde, neden başvurduğunu hiç
anlayamazdım. Bir anlık telaştan ve korkaklıktan, "Şimdi bulamıyorum
öğretmenim!" demek cezayı yalnızca birkaç saniye geciktirir, ama tokadın ya da
kulak çekmenin şiddetini daha da artırırdı.
Osmanlı okullarında atılan dayaklar, hocanın oturduğu yerden öğrenciye
indirdiği uzun değnek, Ahmet Haşim'in (1865-1932) Falaka, Gecelerim adlı
çocukluk ve okul anılarındaki falaka, daha sonraki yılların ders kitaplarında
Cumhuriyet ve Atatürk öncesinde kalmış kötülükler gibi sunulurdu bize. Ama
zengin Nişantaşı'ndaki paralı özel Işık Lisesi'nde bile, modernleşme denen
yeniliklerin bir kısmının güçsüzlere uygulanan baskının yenileşmesi demek
olduğunu; artık falaka ya da değnek yerine, kenarlarına ince ve sert bir mika
parçası geçirilmiş Fransız malı cetveller kullanan Osmanlı'dan kalma ihtiyar ve
aksi hocalar sezerlerdi sanırım.
Ödevini inatla yapmayan, yaramazlığıyla hocanın sabrını taşıran bir öğrenci
teşhir edilmek için herkesin önüne çıkarılıp, o içler acısı dayak ve aşağılama
dakikaları başladığında kalbim hızlanır, kafam karışırdı. Yaşımız büyüyüp tatlı
ve annemsi kadın öğretmenlerden, jimnastik hocası, din hocası, müzik öğretmeni
gibi hayattan bezmiş, öfkeli, yaşlı erkek öğretmenlerin eline düştükçe sıklaşan
bu cezalandırma törenlerini, önce sıkıcı dersin ortasında seyirlik birkaç dakika
diye memnuniyetle karşılardım.
Öğrenci, süt dökmüş kedi gibi önüne bakıp, suçunu itiraf edip, inandırıcı birkaç
özür sıralarsa cezası hafif olurdu. Ama özrü kabahatinden büyük olanlar, yalan
da olsa suçunu hafifletecek bir bahane uydurmayanlar, uyduramayanlar,
uydurmaya bile üşenip dayağı tercih edenler, öğretmen kendisini aşağılar,
hırpalarken arada kaş-göz işareti yapıp sınıfı güldürenler, bir yandan beceriksiz
yalanlar kıvırıp, bir yandan da "Bir daha yalan söylemeyeceğim öğretmenim"
diye içtenlikle yeminler edenler, dayak ve aşağılanmadan kan ter içinde
kalmışken, işkencelerini daha da artıran bir başka yanlışı kapana kısılmış bir
hayvan gibi bilmeden yapanlar bana insanlık ve hayat hakkında bütün Hayat
Bilgisi kitaplarından ve Sınıf Bilgisi dergilerinden daha derin şeyler öğretirlerdi.
Bazan tertipli, hoş ya da kırılgan haline uzaktan sevgi duyduğum bir kızın bu
aşağılanma ve özür anlarında yüzünün kıpkırmızı olduğunu, gözünde yaşlar
biriktiğini gördüğümde onun kurtulmasını isterdim. Teneffüslerde bana da eziyet
eden o sarı saçlı, şişko çocuğun konuştukça battığını, battıkça tokat yediğini
gördüğümde olayı kalpsizlikle zevk alarak seyrederdim. Umutsuzca aptal ve
duyarsız olduğuna karar verdiğim kara kuru, sessiz ve gururlu bir çocuğun
öğretmeni çileden çıkaran direnişinin nedenini çözemediğimde, çocuğun
gözlerinden yaşlar akarken, öğretmenle öğrenciye aynı anda hak vermekten
yorulurdum.
Bazı öğretmenler tahtaya çektikleri öğrencinin bilgisini sınamaktan çok
cehaletini sergileyip aşağılamaktan ne kadar hoşlanırlarsa, bazı öğrenciler de
durumu idare edip kurtarmaktan çok, aşağılanmaktan daha çok hoşlanır gibi
davranırlardı. Bazı öğretmenler bir defterin yanlış renkli bir kâğıtla kaplandığını
gördüklerinde kudurur, bazıları başka zamanlar hiç aldırmadıkları küçük bir
fısıldaşmaya bir tokatla karşılık verir, bazı öğrenciler cevabını bildikleri basit bir
soru karşısında gözleri araba lambasına yakalanmış tavşan gibi donup kalır,
bazıları da -en çok onları takdir ederdim- cevabı bilmeseler de bildikleri herhangi
bir şeyi iyi niyetle anlatırlardı.
Kimi zaman azarla ya da defterlerin, kitapların fırlatılmasıyla başlayan bu
korkutucu anlarda, bütün sınıfta başka tek çıt çıkmazken başına böyle
aşağılamalar gelmeyen talihlilerden olduğum için şükrederdim. Sınıfın üçte biri
bu ayrıcalıklılardandı. Yoksulla zenginin aynı sınıfta okuduğu bazı devlet
okullarının tersine bu özel okulda sürekli aşağılananlarla hiç hırpalanmayan
talihlileri ayıran gizli çizginin öğrencinin zenginliği ya da fakirliğiyle ilgisi yoktu.
Okula alışıp çocuksu bir kardeşlikle teneffüslerde koşturup oynarken mutlulukla
unuttuğum ve ruhumun da reddettiği bu gizli çizgi, öğretmen kürsüdeki yerine
bir iktidar anıtı gibi yerleşince birden ortaya çıkıverirdi ve ben de bu dayak ve
aşağılama anlarında basit ama güçlü bir merakla bazılarının neden öyle daha
tembel, onursuz, iradesiz, duyarsız, kafasız ya da işte "öyle" olabildiklerini
kendime sorardım. Ama hayatın karanlığına ve sınıf arkadaşlarımın ruhlarına
açılan bu soruya ne o sırada okumaya başladığım ve kötülerin hepsinin çarpık
ağızlı çizildiği resimli romanlar, ne de çocuksu sezgilerim cevap verir, ben de
soruyu unuturdum. Bütün bunlardan, okul denen yerin aslında temel soruları
cevaplamadığını, yalnızca onları hayatın gerçeği olarak benimsememize yardım
ettiğini çıkarmıştım. Bu yüzden parmağımı kaldırıp kendimi çizginin daha rahat
ve huzurlu tarafına atmaya lise yıllarına kadar özen gösterdim.
Gene de okulda öğrendiğim asıl şeyin hayatın sorgulanmayan "gerçeklerini"
kabul etmek değil, onlarla büyülenmek olduğunu sezerdim. İlk yıllarda olur
olmaz bahanelerle, ikide bir öğretmen dersin ortasında bize bir şarkı söyletmeye
başlardı. İngilizce, Fransızca sözlerini anlayamadığım, sevmediğim bu şarkıları
söylüyormuş gibi yaparken sınıf arkadaşlarımı seyretmekten hoşlanırdım.
(Türkçeye bekçi baba, bekçi baba, bayram geldi düdük çal, gibi çevrilen şeyler
söylerlerdi.) Yarım saat önce defterini gene evde unuttuğu için gözyaşı döken
kısa boylu tombul çocuk şimdi ağzını kocaman aça aça mutlulukla şarkı söylüyor
olurdu. Uzun saçlarını ikide bir kulaklarının arkasına atan kız, şarkının
ortasında gene aynı jesti yapardı.
Teneffüste koridorlarda beni kovalayan şişko haydutlardan biriyle, onun daha
sinsi, zeki ve bütün alçaklığına rağmen gizli çizginin benim tarafımda kalacak
kadar ihtiyatlı akıl hocası şimdi meleksi bir ifadeyle müziğin bulutları arasında
kaybolmuş gitmiştiler. Tertipli kız şarkının ortasında kalem kutularının,
defterlerinin yerini bir daha denetler, bahçeden sınıfa giderken ikişerli sıra
olmak için "Eşim olur musun?" diye her soruşumda yalnızca sessizce elimi tutan
çalışkan, zeki kız şarkıyı daha da iyi söylemek için dikkat kesilir, imtihanlarda
kimse bakmasın diye kâğıdına emzirdiği bebek gibi kapanarak sarılan pinti ve
şişko oğlan hiç kimseye açmadığı gövdesini açar gibi hareketler yapardı.
Her gün dayak yiyen umutsuz salaklardan birinin de istekle şarkıya katıldığını,
hınzırın tekinin öndeki kızın saçını çektiğini, ikide bir ağlayan kızın şarkıyı
dikkatle söylerken pencereden dışarı baktığını gördüğümüzde biz de kırmızı at
kuyruklu kızla bir an birbirimizin gözlerinin içine bakar, gülümserdik. Hiç
anlamadığım şarkının lay la lay la lay lay lay kısmına gelince ben de neşeyle
herkesin yükselttiği sese katılır, sonra pencereden dışarı bakarken, biraz sonra,
biraz sonra zilin çalacağını, bütün sınıfın bir anda bir uğultuyla paltolarına,
çantalarına sarılacağını ve bir elim çantamda bir elim beni ve ağabeyimi üç
dakikalık uzaklıktaki eve geri götüren kapıcının kocaman elindeyken sınıftaki
bütün bu insanlıktan yorgun olacağımı, ama annemi göreceğim diye de
adımlarımı hızlandıracağımı hayal ederdim.
14
ZİNİYEMRÜKÜT ERELREY
Okuma yazmayı öğrendikten hemen sonra, kafamın içindeki hayal dünyasına bir
de harf takımyıldızları eklendi. Bu yeni âlem anlamlı hayallerden, bir hikâye
anlatan resimlerden değil, harflerle onların çıkardığı seslerden oluşuyordu
yalnızca. Gözlerimin ulaştığı bütün yazıları, küllüklerin üzerindeki şirket
adlarını, duvar afişlerini, gazetelerdeki haberleri, reklamları, dükkânların,
lokantaların, kamyonların, ambalaj kâğıtlarının, trafik levhalarının, sofradaki
tarçın paketinin, mutfaktaki yağ kutusunun ve sabunların ve babaannemin
sigara ve ilaç paketlerinin üzerindeki her şeyi kendiliğinden okuyordum.
Bazan yüksek sesle de tekrarladığım bu kelimelerin anlamlarını bilmem de şart
değildi. Sanki beynimin içine bir yere, görmeyle anlama merkezi arasına bütün
harfleri hecelere ve sese çeviren bir makine yerleştirilmişti. Tıpkı gürültülü bir
kahvehanede kimsenin dinlemediği açık bir radyo gibi, kimi zaman benim bile
dikkatimi vermediğim bu alet sürekli yayın yapıyordu.
Okuldan eve dönerken, o kadar yorgun olmama rağmen gözlerim kendiliğinden
harfleri bulur ve PARANIZIN İSTİKBALİNİZİN EMNİYETİ İÇİN derdi
kafamdaki makine. İETT. İHTİYARİ DURAK. APİKOĞLU TÜRK SUCUKLARI.
PAMUK APT.
Evde gözüm babaannemin gazetesinin başlıklarına takılırdı: KIBRIS'TA YA
TAKSİM YA ÖLÜM, İLK TÜRK BALE OKULU, SOKAKTA TÜRK KIZIYLA
ÖPÜŞEN AMERİKALI LİNÇ EDİLMEKTEN ZOR KURTULDU, ŞEHRİMİZ
SOKAKLARINDA HULA-HOP ÇEVİRMEK YASAKLANDI.
Bazan da harfler, tuhaf düzenleriyle alfabeyi ilk hecelediğim günleri bana sihirle
hatırlatırdı. Nişantaşı'nda, bizim evden üç dakikalık yürüyüş uzaklığındaki
Valikonağı'nın çevresindeki kaldırımları kaplayan bazı karoların üzerine
yerleştirilmiş bir buyruk bunlardan biriydi. Annem ve ağabeyimle,
Nişantaşı'ndan Taksim-Beyoğlu yönüne doğru yürüyorsak, aralarına birer de boş
karo yerleştirilmiş bu harfleri, tıpkı sek sek oynar gibi, boşlukların üzerinden
atlayarak ve tersinden okurduk.
ZİNİYEMRÜKÜT ERELREY
Bu sihirli buyruk önce bende hemen yere tükürme isteği uyandırır, ama hemen
iki adım ötedeki Valikonağı'nı bekleyen polislerin kolladığı yere yazılmış emri ve
yazıyı evhamla düşünürdüm. Bu sefer açık ağzımdan, ben farkına varmadan bir
tükürük kaldırıma düşecek diye korkardım. Zaten bu yere tükürme işini, sınıfta
ikide bir öğretmenden dayak yiyen, akılsız, iradesiz arsızların cinsinden
yetişkinlerin yaptıklarını sezerdim.
Evet, sokaklarda yürürken, arada bir yere tüküren, hatta mendili de olmadığı
için sümküren kişileri gördüğümüz olurdu ama İstanbul'da böyle bir buyruğun
yerlere yazılmasını haklı çıkaracak kadar çok işlenen bir günah değildi bu.
Çinlilerin ünlü tükürük hokkaları, ikide bir yere tükürmeyi iş edinmiş çeşit çeşi.
kavimler hakkında daha sonraki yıllarda bilgiler edindiğimde, İstanbul'da öyle
çok da fazla ihtiyaç duyulmayan bu buyruğun hafızama niye hiç silinmemecesine
kazındığını kendime sordum. (Hâlâ, Boris Vian deyince aklıma bu Fransız
yazarın en başarılı romanları değil, Mezarlarınıza Tüküreceğim adlı kötü kitabı
gelir.)
Kendi kendine çalışan bir okuma makinesinin kafama yerleştiği ayların,
annemin ev dışındaki hayatta, yani yabancılar arasında nelerin yapılıp nelerin
yapılmayacağını yoğun bir şekilde işlediği zamana denk gelmesi Nişantaşı
kaldırımlarına yazılmış buyruğun hafızama kazınmasına asıl neden olmuştur
belki. Aynı günlerde annem ağabeyimle beni karşısına çekip sakın sokaklarda
pis satıcılardan bir şey alıp yemememiz, lokantaya gidince asla köfte iste-
mememiz gerektiği, çünkü köftelik kıymanın en kötü, en yağlı, en bayat etten
yapıldığı gibi pek çok öğütler vermeye başlamıştı.
Bu öğütler o sırada kafamdaki makinenin kendi kendine okuyup kaydettiği
başka bir duyuru ile karışırdı: ETLERİMİZ BUZDOLABINDADIR. Annem başka
bir gün, sokaklarda tanımadığımız insanlardan da uzak durmamızı bir daha
tembihlerdi. 18 YAŞINDAN KÜÇÜKLER GİREMEZ derdi kafamdaki makine.
Tramvayların arkasında yazan ASILMAK MEMNU VE TEHLİKELİDİR sözü
ise, hem annemin de katıldığı bir düşünceyi devlet buyruğu olarak duyurduğu,
hem de tramvayların arkasına asılarak bedava yolculuk etmek gibi bizlere çok
yabancı bir tutumu anlattığı için kafamı karıştırmazdı hiç.
Şehir hattı gemilerinin arkasına yazılan USKURLARA YAKLAŞMAK YASAK
VE TEHLİKELİDİR de öyle. Yere çöp atmamı yasaklayan annemin sesiyle ÇÖP
DÖKÜLMEZ diyen devletin sesi örtüşürken, başka bir duvara gayriresmi bir
elyazısının çarpık çurpuk harfleriyle yazılmış ÇÖP DÖKENİN ANASINI ifadesi
aklımı karıştırırdı. Annem, babaannenizden ve anneannenizden başka hayatta
asla kimsenin elini öpmeyin derken aklıma ançuvez tüpünün üstündeki yazı
gelirdi: EL DEĞMEDEN HAZIRLANMIŞTIR. ÇİÇEKLERİ KOPARMAYINIZ ya
da ELİNİZİ SÜRMEYİNİZ gibi yazılı buyruklarla o günlerde annemin sokakta
yürürken sık söylediği, parmakla gösterilmez yasağı arasında da bir ilişki vardı
belki. Ama hiçbir zaman içinde su görmediğim havuzların kenarında
HAVUZDAN SU İÇMEYİNİZ yazmasını ya da içinde tek bir ot kalmamış
çamurlu parklarda dikilmiş ÇİMENLERE BASMAYINIZ levhasını nasıl
anlamalıydım?
Şehri bir uyarılar, tehditler ve azarlar ormanına çeviren bu levhaların
"uygarlaştırıcı" mantığını daha iyi anlamak için İstanbul gazetelerinin köşe
yazarlarına ve onların ataları olan "şehir mektupçusu" denen kişilerin
yazdıklarına bir bakalım.





15
AHMET RASİM VE DİĞER ŞEHİR MEKTUPÇULARI

Abdülhamit'in İstibdat diye bilinen otuz üç yıllık baskı döneminin başlarında,
1880'lerin sonlarına doğru bir gün, Babıali'deki küçük Saadet gazetesinde bir
sabah erkenden oturmuş çalışan yirmi beş yaşlarındaki genç gazetecinin
odasının kapısı "birden" açıldı ve içeriye kolları kırmızı çuhadan "bir nevi asker
ceketi giymiş", kırmızı fesli, uzunca boylu biri girip genç gazeteciye seslendi.
"Gel buraya!" Genç gazeteci korka korka ayağa kalktı. "Fesini giy! Yürü!" Genç
gazeteciyle asker ceketli adam kapının önünde bekleyen bir at arabasına binip
yola çıktılar. Hiç konuşmadan köprüyü geçtiler. Yolun yarısında, kısa boylu,
sevimli suratlı genç gazeteci nereye gittiklerini sormaya ancak cesaret edebildi.
"Başmabeyinci beye! Bana 'Al gel' dediler."
Sarayda biraz bekletildikten sonra genç gazeteci, bir masada oturan kızgın,
öfkeli, kır sakallı bir adam gördü. "Gel buraya!" diye bağırdı adam. Masanın
üzerinde duran Saadet gazetesinin açık sayfasını hiddetle gösterip sordu. "Bu ne
demek?" Daha genç gazeteci gösterilen şeyin ne olduğunu anlayamadan da ona
bağırmaya başladı.
"Sizin kafanızı havanda ezmeli, hainler, nankörler!.."
Genç gazeteci korkuyla sinmesine rağmen öfke uyandıran yazının ölmüş bir
şairin "Bahar gelmeyecek mi, bahar gelmeyecek mi?" nakaratlı bir şiiri olduğunu
görünce "Efendim," diye açıklamaya girişti.
"Daha söylüyor... Çık dışarı," diye azarladı onu başmabeyinci. Dışarıda on beş
dakika tir tir titreyerek bekleyen genç gazeteci gene içeri alındı. Ama ağzını her
açışında, şiirin kendisinin olmadığını daha söyleyemeden hakaretlere, tehditlere
uğruyordu.
"Edepsizler, veledizinalar, utanmazlar, alçaklar, köpekler, melunlar,
asılacaklar!"
Genç gazeteci ağzını açamayacağını anlayınca, bütün cesaretini toplayarak
yeleğinin cebinden mührünü çıkarıp masaya koydu. Başmabeyinci mühürdeki
adı okuyunca bir yanlışlık olduğunu anladı hemen.
"İsmin ne?"
"Ahmet Rasim."
Kırk yıl sonra Muharrir, Şair, Edip adlı yazarlık anılarını topladığı kitabında
olayı anlatan Ahmet Rasim, getirilen kişinin yanlış olduğunu anlayınca
Abdülhamit'in başmabeyincisinin kendisine "Otur bakayım, sen benim
evladımsın," dediğini, masanın gözünü çekip, eliyle gel işareti yapıp, beş lira
verdiğini, "Hakkını helal et. Kimseye söyleme!" diye ekleyerek kendisini
gönderdiğini her zamanki ince mizahı ve hayatın ayrıntılarına inanılmayacak bir
güçle kendini bağlayan yaşama sevinciyle anlatır.
Bu yaşama sevinci, mizah duygusu ve yazma zevki Ahmet Rasim'i İstanbul
yazarlarının en büyüklerinden biri yaptı. Romancı Tanpınar, şair Yahya Kemal
ya da hatıracı Abdülhak Şinasi Hisar'ın "yıkım" yüzünden kapıldıkları hüznü,
Вы прочитали 1 текст из Турецкий литературы.
Следующий - İstanbul Hatıralar ve Şehir - 09
  • Части
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 01
    Общее количество слов 3332
    Общее количество уникальных слов составляет 1879
    27.8 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    48.4 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 02
    Общее количество слов 3262
    Общее количество уникальных слов составляет 1957
    26.6 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.8 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    47.4 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 03
    Общее количество слов 3262
    Общее количество уникальных слов составляет 1891
    24.9 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    37.9 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    45.5 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 04
    Общее количество слов 3222
    Общее количество уникальных слов составляет 1927
    26.8 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.1 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.5 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 05
    Общее количество слов 3323
    Общее количество уникальных слов составляет 1940
    26.4 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.3 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 06
    Общее количество слов 3216
    Общее количество уникальных слов составляет 1886
    26.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    38.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.8 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 07
    Общее количество слов 3221
    Общее количество уникальных слов составляет 1831
    27.1 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    38.9 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    47.4 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 08
    Общее количество слов 3314
    Общее количество уникальных слов составляет 1956
    29.6 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    43.1 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    50.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 09
    Общее количество слов 3223
    Общее количество уникальных слов составляет 1940
    27.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.5 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.8 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 10
    Общее количество слов 3216
    Общее количество уникальных слов составляет 1797
    26.8 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.7 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    47.1 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 11
    Общее количество слов 3175
    Общее количество уникальных слов составляет 1889
    26.3 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.4 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    47.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 12
    Общее количество слов 3328
    Общее количество уникальных слов составляет 1880
    27.4 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    38.9 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.3 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 13
    Общее количество слов 3327
    Общее количество уникальных слов составляет 1907
    27.1 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    40.5 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    49.3 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 14
    Общее количество слов 3212
    Общее количество уникальных слов составляет 1929
    26.3 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    38.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    45.8 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 15
    Общее количество слов 3230
    Общее количество уникальных слов составляет 1764
    27.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    38.4 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 16
    Общее количество слов 3231
    Общее количество уникальных слов составляет 1737
    26.9 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    37.9 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    45.8 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 17
    Общее количество слов 3299
    Общее количество уникальных слов составляет 1766
    28.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    40.1 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    47.7 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 18
    Общее количество слов 3332
    Общее количество уникальных слов составляет 1830
    28.5 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    40.9 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    48.0 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 19
    Общее количество слов 3346
    Общее количество уникальных слов составляет 1917
    26.7 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.7 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.5 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 20
    Общее количество слов 3249
    Общее количество уникальных слов составляет 1855
    25.8 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    40.1 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    48.2 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 21
    Общее количество слов 3341
    Общее количество уникальных слов составляет 1873
    30.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    44.2 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    52.4 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 22
    Общее количество слов 3292
    Общее количество уникальных слов составляет 1916
    29.3 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    43.3 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    51.0 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 23
    Общее количество слов 3340
    Общее количество уникальных слов составляет 1801
    30.3 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    43.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    52.7 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • İstanbul Hatıralar ve Şehir - 24
    Общее количество слов 911
    Общее количество уникальных слов составляет 647
    36.9 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    51.8 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    59.3 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов