Turkisharrow-right-bold-outlineTurkish Learn Turkish

Literature examples of 'sana' in Turkish language

Sonra, arkada oturan karısına dönüyor: "Ulan Haçça; Aymelek'i de temelli sana havale ederim gayri!

"Ben çizmeyi sana geçen yıl da alırdım, ama bir yıl daha beklesin, ondan

Açık saçık iki laf söylemeye imkan yok, derhal çehreler değişiyor ve birisi kulağıma eğilerek: -Bırak bu lafları Allah aşkına, ortalığı düzeltmek sana mı kaldı?

– Dördüncü defadır ki sana buralarda rastgeliyorum.

Kulaklarım uğulduyor: – Benim için ne dedi, o sana?

Bu cüce, sana koca olamaz.

Ya, sana ne oluyor?

Sana söyledim, beni her işte Mehmet Ali'nin yerine koy diye.

Sana ne mi, diyeceksin?

ÖNCESİZ önce seni gördüm seni sevdim adını öğrendim adını Nisan yağmuru gibi yaşamıma girdin birden bire birden bire yaşamıma girişini sevdim ne kötü ki gidişin de birden bire oldu birçok yaşanmamış varken yaşamıma girdin Nisan yağmurunun bahara kattığı güzelliği yaşamıma kattın geride birçok yaşanmamış bırakarak gün batımında beni terk ettin yaşamak istediklerimi güzel bir insanla yaşamayı kurarken bana nazlanmanı sevdim sana şımarmayı düşlerimi sana kurmayı sevdimm düşlerimin sende kırıldığını sevdim düşlerimin geri dönmesini sana düş kurmayı sevdiğimle sevdim bir fırtına sonrası gelişin gidişinin habercisiymiş bilemedim baharla gelip kışa kalmamak için sonbaharda sararan yapraklarla birlikte aceleyle gitmeni hiç istememiştim oysa geldin ben önce seni sevdim adını öğrendim adını geldiğin gibi gittin gidişine üzüldüm ama ben gidişini de sevdim Ankara, 5 Eylül 1996 ŞAFAK BEKLEYENLERE Siz hiç şafak beklediniz mi yalnız bir dostunuzla Şafağın yeni umutlara gebe olduğunu dinlediniz mi hiç büyüklerinizden Yeni bir günün başlangıcı değil sadece Şafak Yeniden doğduğunun habercisi güneşin Bir yerlerde bir güneşin battığının Şafak bekleyemeyecek birinin beklediği şafağın geldiğinin O da sizler gibi umutla beklerdi çok uzaktı beklediği zaman Ne kadar uzak olsa da Küt küt atardı yüreği Yeni bir aşka başlayacaktı İlk kez çıkacaktı bir kızla -sevgilim- diyecekti Elini tutacak öpecekti Güzel gözlerine bakıp aydınlıklara çıkacaktı Yurdunun Halkının yarınlarını görecekti Bir savaşta en önde olacağının heyacanıydı Beklerken şafağı içinde hissettiği Halkı için bayrağını taşıyacaktı emeğin alın terinin Şafağın halkına yeni umutlar getireceğini içinde duyardı Uyuyamazdı Görmek isterdi bu anı tarihe tanık olmak Ve şimdi o En uzun şafağını bekliyor bekliyordu Belki son şafağını -Sonlar başlangıçtır belki ilk şafağımı İçi yine kıpır kıpırdı Yeni bir sevgiliyi kucaklayacak kelepçeli elleriyle Heyecanlı yüreğini beyaz gömleği üç metre ucuz patıskadan kolsuz beyaz gömleği altında duyumsuyordu Kendini önemsiyordu haklıydı Tek başınaydı en öndeydi ve dahası Halk savaşının bayrağını sonsuzluğa taşıyandı Kişiliğini yitirmedi Savaşını bırakmadı Direndi yine direndi ve yeniden direndi Geldi çıktı sehpaya bir kahraman edasıyla O bir kahramandı Halkının savaşına omuz verendi Halkının savaşında bayrağı en önde taşıyandı Düşmana kurşunu en amansız sıkandı Ve başını bu yola koyandı Başını kaldırıp gökyüzüne baktı baharın günlerinde şafak erken gelirdi ölümde Ve güneşi görmeye izin yoktu son bir kere Başı yukarda son kez düşündü şafağı karşıladığı yerleri Atatürk Bulvarını.

Rize, Eylül 1989 BENİ ANLAMAYAN DOSTUMA çağla'ya Adını yazmıyorum ama beni anlamayan dostum Sen kendini bilirsin Bir gün belki anlarsın beni Ben olmasam da sen ardımdan söyle -Haklıymışsın, de Ben duyarım Ben ki seni görmeden gözlerimin önünde hep hayalinle yaşadım Ben ki seni işitmeden kulağımda hep sesin yankılandı Şimdi beni anacaksın da ben duymayacağım Olur mu olur mu hiç Söylenmeyeni duyan söyleneni duymaz mı Aslında üzgün değilim beni anlamadığın için Belki şuç bende yeter derecede anlatamadım Ya da yanlış insan seçtim Yanlış insan seçmiş olsam da üzgün değilim Seni tanımış olmak bana yeter Üzüdüğüm tek şey kendimi sana anlatamamam Üzüldüğüm tek şey -haklıymışsın, dediğinde üzüleceğin olman O zaman filozofu anımsa "Pişman olacağın şeyi yapıp sonra pişman olma" diyen filozofu Üzüleceğim tek şey pişman olacağın Ve o zaman senin üzüleceğin geç kalmış olman filozofun haklı olması geçmişe dönememen Sana bugünden söyleyeceğim üzüleceğini bildiğim halde üzülmemen olacak Ben hiç pişman değilim güzel bir insanı tanımaktan Hiç pişman olmayacağım beni anlamasalar da güzel insanları tanıyacak olmaktan Dileğim birgün bu gerçeği de görmen Hoşçakal anılarımda kalacak güzel insan Hoşçakal beni anlayamayan ne ilk ne de sonuncu insan Hoşçakal Hoşçakal demeden önce güzelim demek istediğim güzel insan hoşçakal Ankara, 24 Aralık 1993 SONSUZLUK Ağlamak istiyorum ağlayamıyorum Kendi içimde kalmışım kapalı kendime ulaşamıyorum Her yanım açık ama ben hapsedilmişim Mavi gökle sınırlı sonsuz bir evrende Yalnız bedenimle kaplı tenimin içinde Ankara, Ocak 1992 YOL GEÇİT VERMEZ herkes bu yolda çınar olamaz kilometretaşı olamaz örneğin her insan kimileri çakıltaşı kimileri harcı kumu olacak bu yolun kimileri alanlarda bir çiçek bir heykel bir korkuluk belki herkes çınar olmak için diretmesin kilometretaşı olmak için birilerimizin de çakıl kum beton olması gerek herkes çınar olursa yol geçit vermez herkes kilometretaşı olursa hedefe ulaşıldı sanılır geri dönülür ama bir çakıl olmazsa yol geçit vermez eğer çakıllar çok olmazsa harç eksik olursa yol sağlam olmaz o yol ki bizi hedefe ulaştıracak olan yoldur onun için yolu sağlam kuralım hedefi hep önümüzde tutalım kimileri çınar kimileri çakıl olsun çınarlar çok olursa yol geçit vermez bir eksik çakıl geçitin önünü tıkar ben kendi adıma istemeyenlerin yerine bile çakıl olurum yolunu yapmak için hedefin ve o yolla ulaşmak için hedefe amacımız bu değil mi öyle ya da böyle o hedefe ulaşmak çakıl olmak istemeyenler engel olmasınlar yeter hem de anımsasınlar engellerin nasıl aşıldığını her engel gibi onların da aşılacağını unutmasınlar bu yolda herkes çınar olamaz kilometretaşı olamaz örneğin her insan kimimiz çınar kimimiz çakıl olup bizi hedefe taşıyacak yolu kuracağız sonra önümüze çıkan engelleri aşarak sağlam adımlarla hedefe yürüyeceğiz bir çakıltaşı bile olsak hedefe ulaşmanın onurunu yaşayacağız birileri insanları yarı yolda bırakmanın onursuzluğunu yaşarken Ankara, 1 Eylül 1995 YAŞAM SEVMEKTİR İNSAN GİBİ seda'ya bağlanmak korkusu yok artık üstümde bu yükten kurtuldum kurtulamadığım bu yükten dolayı istemeden kurtulduğum nice güzellikten sonra yitirmemek için yenilerini şimdi herzamankinden çok bağlanmak istiyorum sevda tadında umut tadında yaşam tadında bağlanmak yitirdiklerimi geri almak coşkusuyla sana bağlanmak sevdana umuduna umutsuzluğuna ortak olmak yanlızlığimda yanımda sıcaklığıni teninin ve umudunun hissetmek istiyorum dokunmak ellerimin arasında tutmak istiyorum yaşamı sevinçli günlerimizde sevinçle üzüntülü günlerimizde üzgün ama yitirmeden umudumuzu omuz omuza verip dolaşmak yağmur sonrası baharında sokakların dallarda yeşeren bizim umudumuz yapraklara bakarak kaldırımları kaplayan içimizden yitip giden sararmışlıklara bir tekme de biz atarak ve çocuklar gibi şen kucaklamak dünyayı kahkahayla coşkuyla heyecanla hiç bitmeyecek ve koyun koyuna paylaşmak yaşamı bütün yorgun günlerin sonunda doğacak güneşi ortak düşlerimizle yeşeren umutlarımızla güneşin temizliğinde karşılamak yanımda yeni bir güne merhaba diyen gülen gözlerle seni görmek işte bütün bunlar için bu ben ve bunlar var artık o ben neden bunları yapamadı bırakın bu da orada kalsın o ben gibi ama aşık olmak zor işmiş anlıyor musun yaşam zorlukları aşmaktır anlıyor musun tek umudum yaşam sevmektir sevmek hiç birşey beklemeden çocuk saflığında sevmek insan yüceliğinde sevmek sevmek anlıyor musun ve beni gerçekten anlıyor musun anlıyor musun tek umudum sende bunu bil yeter umudumun kır çiçeği kardelenim Ankara, Şubat 1995 YAŞAMDAN AYRILMAYA HAZIRIM Ölmekten korkmuyorum Ölmekten korkmuyorum ama bu yılanlara bu çiyanlara karşı verdiğimiz savaşta dostlarımı yalnız bırakmaktan korkuyorum Ölmekten değil ama bu onurlu savaşın zaferini görememekten korkuyorum o coşkulu mutluluk dolu günde halkımın sevincini paylaşamamaktan korkuyorum Yine de mutluyum Savaşı sürdüren yoldaşlarımı zaferini paylaşacak halkımın bırakıyorum geride Hiç korkum yok ama beklenilen zaferin gelmemesinden Ankara, 21 Kasım 1994 YALNIZLIK ŞEHRİNDEN devrim'e sen beni bu şehirde yalnız bırakıp gittin ama dostluğunu hep yanımda duyuyorum ve unutma dostluğum hep seninledir bütün doğallığı içtenliği ve beni tanıdığın gibi bu kocaman yalnızlık şehrinde hem de betimleyemediğim şu kötü günlerimde tek neşe kaynağım seni de yitirince iki gün bile dayanamaz oldum ama bana yakışanın senin yakıştırmanla direnmek direnç göstermek zorluklara yenilmeden onlari aşmak olduğunu anımsadım senin dostluğuna gerçekten layik olmak için en azından bunu yapmam gerektiğine kendim için olmazsa bile senin için karar verdim senin sorunlarına belki çözüm olamadım sana ulaşamadığımdan biz bu kadar uzak mıydık bunu da öğrenmiş oldum böylece güzelim inan bütün içtenliğimle sorununu paylaşmak olabilirsem çözüm olmak istedim öyle laf olsun diye söylenenlerden değil bunlar zaten sen beni bilirsin ya da bildiğini sanıyorum gerçekten çok üzgünüm nedeni ben olmasam da senin bu şehirden üzgün ayrıldığını bilmekten bu yalızlık şehri inan senin yokluğunu hissedecek o şen ve hiç dinmeyen kahkahanı dudaklarından eksilmeyen tebessümünü arayacak ben de bu da bir soruna yanıt oldu böylece bu yalnızlık şehri sensiz bir o kadar daha yalnızlaşacak içinde ki binler için değilse bile bu bir tek kalp için bir daha bu yalnızlık şehrinden sorunlarından kaçmak için ayrılmaya karar verdiğinde bir kere düşün yine de gitmeye karar verirsen sorununu çöz öyle git döndüğünde seni karşılayan o olmasın diye sorunlardan kaçmakla kurtulamazsın bunlar sana dost sözleridir güzelim Ankara, 27 Haziran 1995 DOSTA SON SESLENİŞ Dostluklarından her zaman onur duyduğum ve duyacağım dostlarıma Dostluklardır insanı ayakta tutan Ona yaşama gücü Zorlukları aşma gücü Yarınlara ulaşma umudu veren Ve bizlerin gereksinimi var dostluklara Suya gereksinimi olduğu gibi çiçeğin Aydınlığa gereksinimi olduğu gibi umutların Benim gereksinimim var dostluklara ve dostluğuna Şaraba ekmeğe ışığa ve umuda olandan fazla Dostluklara ve dostluğuna bunca önem şaraba verdiğimdendir Yıllar sonra azalan değil artan olduğu için güzelliği Sevgiye önem verdiğimin nedenidir Bölüşüldükçe dostlarla artan tek güzellik oluşu dünyada Yüreğimde seviler taşıyorum dostlar ve beni sevenler için Hep güzellikler mutlu yarınlar güzele ulaşılan günler Yaşanmaları için birlikte ya da ayrı Ve istediğim bir şey yok Gülen bir yüz insanları seven bir yürek ve beni unutmaman en azından kısa bir süre için Şarabını yudumlarken Sevdayı yaşamın doruğunda içinde duyarken Yurdumun güzelliklerinde beni anımsa en azından olsa bile İnsanları düşünürken Taşların arasında güneşi görmeye çalışan doğa parçası beni de anımsa bir parça dostlukla Ve Türkiye'mi sensiz elleri düşünürken Sensiz ellerde bir başına bıraktığını da bir düşün Ulaşmak istediğin Yarın için umut kurduğun yurdun dostların ve kendin için Kurduğun umutları yaşamın doruğunda mutluluklar içinde Ülkenin şafağında karşılaman görmen ve yaşaman dileğiyle Tüm yaşamın düşlediğin gibi Yaşamın bir düş gibi olsun Ankara, 7 Temmuz 1993 ULAŞILAMAYANA MEKTUP Bir kaçışın ezgisi değil bunlar öyle olsa ayrılık türküleri çalardı Bir korkunun bir yalnızlığın sözleri de değil Bütün bu duydukların belli ki uzakta bir yerlerde bir gönüle bir sevgiye bir dosta ulaşamamanın sevgisizliğidir Sevdanın yürekte dokuduğu kırmızı gülün solduğu anda Sana ulaşmanin istemidir Anlama bütün bunları sevginden kaçış dostluğundan kopuş Bütün bunlar sana ulaşmadır Bütün bunlar dostluğunadır Ve bütün bunlar insanın insanı bir bahar gibi bir güneş gibi ve gökkuşağının renkleri gibi ayrı ayrı ve hepsini ayrı bir doyumla sevmenin ulaşmasıdır Güzelim bu sana ulaşmanın türküsüdür Bir insan olarak benden bir umut olarak sana sevdalarım sevdalı yarınım Ankara, 4 Haziran 1993 DOSTA ÖĞÜTLER Ezilmiş bir insan görürsen adını Özgür koy Ezilmişliğin içinde özgürce yaşayan ezilmişlikte özgür olan Bir savaşın içinde sonunu bekleyen bir çocuk görürsen Adını Barış koy çok beklemeden gülsün diye Güneşli bir bahar günü Kırlarda bir kız görürsen koşan çiçek toplayan Onu Burcu diye çağır Çiçeklerden güzel koktuğunu anlasın diye Ve dostum Kavgamızda bitkin düşenleri Umut diye çağır Yarının umudu güç verir onlara savaşma azmi Onlar bilir yarının bizim olduğunu Ankara, 25 Temmuz 1990 -GREVİN ANISINA- ZONGULDAK MADEN İŞÇİLERİNE Umut dolu yürekleriniz yer altında körelmesin İnanın o sevginizdir ki yeryüzünü aydınlatan Unutmayın işçi dostlar Sizin gücünüz sizin yarınınız olacak Savaşarak aldığınız kazanacağınız mevziler Aşağıda yalnızsınız yukarıda kenetlenmiş yüreklerle Yürüyün yollar sizin olsun Haykırın haksızlığı bütün sözcükler sizin olsun Savaşın bütün alanlar sizindir Ama dönmeyin dönmeyin hakkınızı almadan Çocukların umutlarını kırmayın Geri dönmeyin Ne olursunuz umutsuzluğa kapılmayın Yaşamımın umutsuzluğu umutlarında çözülecek Sevgilerin tadı yaşanmışlıkta belirecek İnsanlığın yarınları güneşle değil Senin savaşımınla doğacak kendini bulacak Ve senin gücünün doruğunda olan yaşam halka taşınacak ODTÜ, Aralık 1990 RÜZGAR ÖLÜSÜ Ölümü rüzgara bırakın Rüzgar eser bazen şiddetli alıp götürür beni uzaklara düşümde Rüzgar bazen çok durgun yaşarken duymadığım melodiyi fısıldar Rüzgara bırakın beni ki Doğayla bir bütün canlılarla kardeş olayım Zaten yaşa mıyormuyuz kardeş olmak için doğayla Yaşamda ulaşamadığım kardeşliğe Doğayla Düşümde ulaşayım ölüm ulaşsın Ölüm yapamadıklarımı yapsın benimle kardeş olsun Ben ben olamazken O ben oldu rüzgar altında Rüzgar bizi ayıran bizi birleştiren kardeşliği yok eden kardeşliği kuran Rüzgar hey rüzgar Birleştir beni ölümle ayır beni ölümden Ben sözünde durmayan bir neyim Bilmiyorum belki ölüm belki yaşamım belki hiç biriyim ama ben senin bir parçanım Rize, 14 Nisan 1988 BENİMLE.

Ortaçgil'in Benimle Oynar Mısın şarkısı üzerine Dilerim hep bir oyun arkadaşın olur Arkadaşsız kalınca üzülme Duygularına kulak ver bir yerlerde sana herzaman eşlik edecek bir oyun arkadaşı bulacaksın -benimle oynar mısın diye soran gözlerle Ankara, 30 Mayıs 1995 ADINI ÖYKÜ KOYDUM o'na Adını bilmiyorum Neyi sevip neyi sevmediğini de Usundan ve içinden neler geçirdiğini de Bu kadar çok bilinmeyen içinde Bildiğim tek birşey var o da seni sevdiğim adın ne olursa olsun usundan ve içinden neler geçirirsen geçir Adını bile bilmiyorum ama bir adın olmalı seni herkesin çağırdığından farklı olmalı Usumda seni imgelerle anlatmaktansa Düşündüm sana Öykü demeye karar verdim senin adın bundan sonra Öykü olsun bundan sonra sen güzel olan ne varsa onun öyküsü ol Birgün gerçek adını öğrenirsem Seni yine Öykü diye çağırmama izin verirsin değil mi birgün biryerlerde senin ya da benim ya da bir başkasının öyküsünü yaşarken tanışırız olur olur dünya hali belli mi olur ben o zaman kırk yıllık dostmuşuz gibi sana öykü diye sesleneceğim şaşırmayasın diye şimdiden anımsatıyorum anlaştık Neyin öyküsü ol Senin kadar güzel bir günde parkta oynayan güzel çocukların gelecek güzel yarınlarının öyküsü ol Omuz omuza verip tüm engelleri aşarak sevgiye ulaşılacağına inananların öyküsü ol Neyin öyküsü ol Bizim sevgimizin öyküsü ol yetmez mi Benim usumda sen ulaşamamanın değil ulaşma isteminin öyküsüsün ayrılığın değil bir arada olmanın Peki biz neden ulaşamıyoruz birbirimize neden ayrıyız o zaman bir yerlerde bir sorun var ama.

Ankara, 6 Ekim 1995 BİRGÜN birgün yolun düşerse o diyara eski günleri bir an anımsa gez dolaş sonra bir çeşme başında otur iki kadeh kendin için bir tane de benim için iç eski güzel günlerimizin anısına deyip ulu çınarı da tanık tut hep yıllar sonra o topraklara birlikte dönmeyi düşlemez miydik birlikte kurduğumuz düşleri canlandır usunda geriye kalanları düşün bu diyardan göçüp gidenleri yadet kaç kişiydik kimler kaldı neler düşledik neler oldu birgün güneşin doğduğu yerlere gidersen hele bir de başakların yeşerdiği zaman gidersen önce güneşin doğuşunu izle öyle bir izle ki hiçbir rengini hiçbir demini kaçırma senin gözlerinle izleyeceğiz doğuşunu güneşin benim yerime de kokla Anadolumun güzel toprağını benim yerime de yüzünde hisset başakları nazlı bir gelin gibi sallayan rüzgarı ve o temiz havasıyla doldur ciğerlerini hepsini hemen kullanma bir nefeslik de bana getir sen orada benim özlemli olduğum ne varsa hepsini yaşayacaksın doya doya yaşa kendin için yaşa ama ne olur eski güzel günlerin anısına benim için de gez dolaş sonra çeşme başına dön soğuk akan kaynak suyundan önce kendin için sonra benim için kana kana iç çölde susuz kalmış gezginin suyu buluş sevinciyle başaklar arasında otur bir zaman sonra sonra son demlerini al ve yüzünü dön güneşin battığı yere günü güneşin batışıyla bitir ama o güzelliği bedeninin her hücresinde hissederek yaşa bir daha bulamaya bilirsin birgün yolun düşmese bile o diyara mutlaka git kendin için olmazsa bile bizim için git bizim için olmazsa bile eski güzel günlerimiz için git yaşadıklarımız düşlediklerimiz için anılarımızı yaşatmak için en azından ama mutlaka git bir sen kaldın o diyarları dünya gözü ile bir daha görebilecek ne mutlu sana ki yıllar sonra birlikte dönmeyi kurduğumuz toprakları son bir kere bile olsa sen göreceksin ne mutlu sana senin yerinde olmak için neler vermezdim neler Hoşcakal güzel dostum birgün mutlaka görüşeceğiz görüşemezsek bile düşlediklerimizde usumuzda anılarımızda zaten hep birlikteyiz hoşcakal güzel dostum Ankara, 10 Ekim 1995 DÜŞ HIRSIZI Ne olduğunu üç tekerlekli bisikletin askerlik sonrası çalışmaya başladığım fabrikadan hırsızlık yaptım diye kovulduğumda öğrenmiştim Çocukların düşlerini çalıyormuşum Ankara, Mart 1996 GÖZLERİM BİRİLERİNİ ARIYOR Boş sokaklarda gözlerim hep birilerini arıyor Neden boş sokaklarda ayrıldığımızda sokaklar boş muydu şafağın boş sokakları mıydı yoksa gecenin boşluğu mu Onun her an çıkıp gelerek boşluğu dolduracağını mı umut ediyorum kimbilir Yoksa sokakların boşluğunda içimde ki boşluğu mu görüyorum Sokaklar bomboş uzayıp gidiyor Gözlerim hep birilerini arıyor Kalbim bomboş bir zamandır Gözlerim hep birilerini arıyor Ankara, 3 Nisan 1996 SİYAH BEYAZ ÖYKÜLER siyah kirlenme ise beyaz da kirlenmenin habercisi beyaz temizlikse siyah da yüzü ağartılacak olandır siyah Afrika ise utanması gerekendir beyaz beyaz Türkiyemse sokaklarında yaşananlar siyahtır beyaz o insanlarsa siyah yöneticilerin vicdanıdır Ankara, Şubat 1996 HADİ DÖNSENE o kadar uğraştım gülen yüzde ağlamanın nasıl durduğunu merakımdan seni ağlatamadım oysa sen gidişinle beni ağlattın ne vardı sanki gidecek bunu bilerek mi yaptın benim yaptıklarıma inat mı beni ağlatmak için mi tamam başardın o halde hadi dönsene neden uzaklardasın yine söz seni ağlatmak için uğraşmayacağım eğer tek neden buysa Ankara, 3 Haziran 1996 KENDİMLE HESAPLAŞMAM beni buralara bağlayan ne bir umut mu yeşerecek bir dal mı beni buralara bağlayan ne neden kopamıyorum bu yurttan bataklığın içine batar gibi her kaldığım zamanda daha kötü bağlanıyorum kurtulamıyorum beni bu yurda bağlayan ne bir dostlarım geliyor aklıma bir sevdiklerim bunca çirkefe bunca iğrençliğe karşın beni bu yurda sıkı sıkıya bağlı tutan bir dostlarım geliyor aklıma bir sevdiklerim bir de bu yaşlı kalbi vatanı çağırıyor ölümü yaklaşan filleri atalarının çağırdığı gibi ah bu kalbim getirdi beni buraya nereye götürecek olmaz bu kadar duygu yüklü olmaz bu kadar duygusal olmaz mı olmazdı be dostum bu kalp olmasaydı nasıl yaşardım bunca güzelliği bir tek yurdundan kopmak için onca güzelliği nasıl bir yana itersin itemezsin bilirim fare olamayacağını da batıyorsa bu ülke kalan son nefer sen olmalısın sana öyle diyor geleneğin bulacaksın doğru olanı kalbini çağıran yurdunun topraklarına kulak ver neden kopamadığım orada yatıyor Ankara, 29 Mart 1996 YALNIZ SANA Müjgan'a Ama ben en çok şeyi En kısa zamanda sana söyledim.

Yalnız sana.

Asaf Gözlerimi sensiz bir Ankara sabahına açıyorum Ağzımda acı bir tütün tadı Başımda akşamdan kalma bir ağrı Dilimde yarı acı yarı tatlı bir ıslık Gözlerimi sensiz bir Ankara sabahına açıyorum Havada sıkıcı kurşuni bir ağırlık İçimde boğucu bir karanlık Birazdan yağmur yağacak Gözlerimi sensiz bir Ankara sabahına açarken Sonbahar gelmiş kapıya dayanmış İlkbahar gelmiş aşkı getirmiş kaç yazar Ben sana özlemli kaldıktan sonra Ankara, 22 Ağustos 1997 ARANMA gelip de kapımı çaldığında ben yoksam bulama diye değil gelip de kapımı çaldığında ya istediğin yerde olacağım ya da düşlediğim yerde ama düşündüğün yerde olmayacağım gelip de kapımı çaldığında ben yoksam geç kalmışsın gelmek istersen benimle kapıyı çalmadan önce gel düşlediğim yere isterdim düşündüğün yerde olmayı nerede olduğumu bil diye ama olmayacağım Ankara, Haziran 1996 UNUTUNCA UĞRAŞMA ANIMSAMAYA unutacaksın biliyorum bunun için seni suçlamam bir fazla gün anımsanmak bir gün önce unutulmak neyi değiştirir beni unutma demeyeceğim ama beni unutma sevdiğim dizeleri bensiz okuyunca bahar yüzün olsun beni anımsadığın sevdiğim ezgiler kulağına ulaştığında ıslıkla onlara eşlik etmenin adı olsun beni anımsadığın beni anımsa demeyeceğim ama beni anımsa birlikte yürüdüğümüz sokaklarda tek başına yürüdüğünde sana eşlik eden yalnızlığın olsun beni sana anımsatan yalnızlığınla kurduğun dostluğun saçlarını okşamasını ben söylemeyeceğim melteme ama saçlarını okşamayı sevdiğim olsun beni sana anımsatan yağmurda sırılsıklam ıslanınca bedenindeki üşüme olsun beni sana anımsatan üşüyen bedenini ısıtanın yokluğu yorgun günlerin akşamında cansız bir eve girdiğinde duyduğun içindeki boşluk beni sana anımsatsın içindeki boşluğu dolduracak birinin istemi güneşin ilk ışıklarıyla uyandığında özlemini duyduğun beni anımsatan olsun sana usumda bunlarla varlığın yazmam ondandır beni unutma demeyeceğim ama beni anımsa beni anımsa demeyeceğim ama beni unutma Ankara, 2 Haziran 1996 YAP BOZMA Yapboz tahtana en son beni koy son parça olduğundan bütüne anlam veren Yap ama bozma Yap boz tahtana en son beni koy sürdürüyorsa ben olmayı bir parça Ve ilk beni çıkar güzü beklerken sararmamak için hep yeşil kalmak için Rize, 28 Ağustos 1997 YARINLAR SENİN İÇİN unutma iki gözüm umudum yarınlar senin için güzel olacak güneş hep doğacak bulutlar ak kalacak biz kızıla boyanırken bizim kızıllığımız yarının aklığı olacak inan yarınlar senin için güzel olacak iki gözüm yoksa bu savaş boşuna mı Ankara, 4 Nisan 1996 BEN ÖLÜNCE bir menekşe gibi yaşadığıma inanırsanız ben ölünce başucuma bir menekşe dikin dünyaya kattığım renkte açsın çiçekleri sulamaya gelmeyin o menekşe oraya dikimişse benim sevgim onu büyütür ben ölünce başucuma bir menekşe dikin benim bıraktığım yerden yaşamımı o sürdürsün diye benim kattığım rengi o katsın diye dünyaya bir menekşe gibi yaşadığıma inanırsanız yapın bunları vasiyetim saymayın uygularınıza sevginize inanıyorum Ankara, 3 Haziran 1996 BEN ÖLÜNCE II bir menekşe gibi yaşadığıma inanırsanız ben ölünce başucuma bir menekşe dikin gönlünüzde edindiğim renkte açsın çiçekleri ben ölünce başucuma bir menekşe güneşin doğduğu yeri gösteren dallarıyla bir çınar dikin ayaklarımın uzandığı yere menekşe yaşadıklarım olsun çınar bir ömür boyu ulaşmak istediğim yaşamda ulaşamadığım ölmüşlüğümde ulaşacağım olsun çınar yaşarken önümde tuttuğum hedef olsun ben olmasam da birilerinin ulaşacağı olsun Ankara, 1 Ağustos 1996 BAHARLARI BUNCA SEVMEM baharları ölüm erken geldiği için mi bunca sevmem idamlık şuç işlemediğimden karabasanlarla uyanmayacağımdan mı şafak vakti uykumun bölünmeyeceğini bildiğimden mi beklediğim utku sesinin en erken geleceğinden mi baharları bunca sevmem baharları bunca sevmem demir parmaklılar arasındaki dost insanların göremedikleri güzellikleri iğde kokusuyla onlara taşıdığından mı mezarlarındaki dost insanların gönüllerini ferahlatmak onlara savaşan dostlarından haber götürmek için seherde tatlı tatlı ruzgarlar estiğinden mi baharları bunca sevmem en çok da bir bahar sabahı sana ulaşmayı düşlediğimden Ankara, 29 Mayıs 1996 AKLAR Saçlarımdaki akları sevdiğinden değil ağarması isterdim öyle olsun yokluğunun boşluğundan besbelli Ankara, 3 haziran 1996 SORMADAN YAŞIYORUM güzel bir insanın adını sormaktan daha doğal ne olabilir ki benden yanıt beklersin neden sorusuna hem unutma yeni insanların yeni muhabbetler yeni muhabbetlerin yeni demler olduğunu yaşamıyor muyuz demlenmek için bu dünyada şarapla demlenişimizle aynı değil mi insandan aldığımız dem neden arama doğallığın dışında insana yabancı olmayan bir yabanın güzel bir insanın adını öğrenme isteğinde neden arama bırak da herşey doğallığında sürsün bırak da başaklarla eş salınsın saçların bırak da sözlerle kısıtlamayalım konuşmayı bırak da yeni bir insan tanıyayım demimiz kıvamında olsun diye Ankara, 29 Haziran 1997 BOZKIRDA YOLLAR Yolda olmanın tadını ayrılığın hüznünü paylaşamayalım diye mi insanlarla yolları ıssız bozkırlardan geçirmeleri boşuna bu çaba bozkır rüzgarı taşıyor onu en uzak köşesine ovanın Ankara, 24 Ağustos 1996 USTA Ustam Deniz'e Ben ustalığı yirmiüçümde üç yaşında bir çocuktan aldım sizin vereceğiniz ustalığı neyleyeyim Ankara, 5 Kasım 1997 DEVRİM OYUNU Devrimcilik bir oyun gibidir zamanı gelince herkes oynar oyun bozanlar dışarda kalır içindeki çocuğu öldürenler oyun dışı kalırlar birer birer kimileri oyun bozanlarla aynı yerden izlerler kimileri mızıkçıların safından bir yerinde çocuk kalanlar bu oyunu hep sürdürür inadına inadına oyun bozanlara inat mızıkçılara inat Devrimcilik bir oyun gibidir değiştirebileceğini düşünebilmeli insan dünyanın düzenini oyunun kurallarını değiştirebileceği gibi Ankara, 20 Ağustos 1996 MENEKŞE YAKINLIĞI sen hep bana en yakın olan yerde olacaksın bana verdiğin her yer bir menekşenin yaprakları altında duyduğum mutluluğu verecek bana Ankara, Temmuz 1996 ELLERİM ellerim bir çocuk gibidir görünce seni gizlenecek yer ararlar al tut onları küçük pamuk ellerinle ısıt aslında senden istedikleri budur isteyip söyleyemedikleri Ankara, 18 Haziran 1996 ÇIPLAK YALINLIK Çıplak geldik Kefensiz gideceğiz Sözün özü geldiğimiz gibi gideceğiz Çıplak geldik Kefensiz gideceğiz belki Ankara, 20 Ağustos 1997

NAFTALİN Eksik olan bir yanı vardı aşkımızın bir filminde üç beş figüran dövüp ata binmemesi gibi cüneyt arkın'ın Haberin olsun vermedim eskiciye yırtık ayakkabılarımı nasıl ayrılırım ki onlardan kapınızın önünde az mı çıkarıp giymiştim Naftalinledim bende kalan yün kazağını söylemiş miydim size naftalin ki güvelere karşı kullandığı kimyasal silahıdır anıların SANA YAKIN Bir dostun sıcaklığına öylesine yaslamak istiyorum ki başımı ya omuzunu uzat sevgilim ya da telleri kopuk bir kemanı Kanadının altına sığınacak bir kuş arayan eskimiş saçak gibiyim sensiz ya da bütün balinaların kıyıya vurup intihar ettiği bir deniz Bir hitit çanağıyım toprağa gömülü ve sen ilk kazısını yapan bir arkeolog ürkekliğiyle ellerinin arasına al beni Tek dileğimdir çünkü benim sana yakın bir sunay akın DÜĞME Gözyaşları içinde birkaç dakika aradı kürtaj masasından kalkarken takılıp kopan düğmesini ALFABE Sağır ve dilsiz ki okşarken sevgilisinin tenini elleriyle hem sevişir hem konuşur YALNIZLIK Şemsiye yapımcıları ıslanmaktan tek kişiyi koruyacak genişlikte kesince kumaşları yağmur değil yalnızlıktır yağan Daha da hüzünlendirir her gece kentin sokaklarını bekçinin nefesiyle düdüğün içinde dönen nohut taneciğinin yalnızlığı Ne çok sevinirim bilseniz bir yılan mezarıma girerde göğüs kafesimin kemikleri içinde kış uykusuna yatarsa BÖCEK Usulca verir misiniz son nefesinizi yolunu şaşırmasın diye yastığınızda gezinen böcek SARMAŞIK Gökdelene tırmanan sarmaşığın kaçıncı kata ulaştığını görmeye yeter yaşantım ŞAMANDIRA Hayırsız oğluyum babamın hiç büyümeyen hala Topkapı'ya doğru uzanır kimsecikler görmeden hınzır bir çocuk gibi kapısını çalıp kaçarım İstanbul'un Hayırsız oğluyum babamın ticareti sevmeyen para için koşturulan yarış atlarının terlerini bir akvaryumda toplar içinde denizatı beslerim Hayırsız oğluyum babamın yollarda dalgın yürüyen ama adliyenin çöplüğünde bulduğu dolmakalemi çocuklarına getirmek için ortasından yapıştıran temizlik işçisi kaçmaz gözlerimden Hayırsız oğluyum babamın bir parka dikilirse bir gün şairlerin heykelleri benim yerim boş kalsın ve payıma hayırsız ada açıklarına bir şamandıra bırakın

" "Niye vereyim sana herkesten gizli tuttuğum adresimi?

" "Laciverti, dayağı, karanlığı, nüfus kâğıdını, vatandaş olma şaşkınlığını, paslı su borularını, kara ayakkabıları, yıldızsız geceleri, asık suratları, metafizik bir hareketsizlik duygusunu, talihsizliği, Türk olduğunu, damların aktığını ve tabii ölümü hatırlatıyordu sana.

" "Attarın sana sordukları?

" "Bu sırrı elde etmek için bir okurun sana bütün ömrünü vermesini gerektiğini düşünüyor musun?

Ben bunu sana verdim.

Mahşer gecesinde, yer sarsılır, gök yarılırken, evlerinin kapalı pencereleri arkasından dışardaki uğultuyu dinleyecek zavallı vatandaşlarımızın, kenar mahallelerin kaldırımlarındakî bu tunçtan, bronzdan ve mermerden çizme ve nal seslerine nasıl bir korkuyla kulak kesileceklerini anlattığın yazıyı, yanımda oturan bu tutkulu delikanlı da zamanında okumuş ve o kadar coşmuştu ki, hemen sana sabırsızlıkla o mahşer gününün ne zaman geleceğini soran bir mektup yazmıştı.

Adresini ver, bunun ne anlama geldiğini sana hemen anlatayım.

Adresini ver, sana senden aldıkları imzalı fotoğrafları değiştokuş eden İmam Hatip Lisesi

O adam İlhan'ı öperken kulağına, ulan eşşek, başka yerde olsak, arkamda da bekleyen bulunmasa, ben sana yapacağımı bilirdim ya, diye fısıldamış olmalı.

Sana kalırsa, kız için en iyi kısmet, bugüne bugün bir general oğludur.

Sana da sorup sorup bunu sorarım.

Ahh gençliğim, ah sana saçımı süpürge ettiğim gençliğim de diyecek değilim.