Kırık Mızrak - 5

Общее количество слов 3001
Общее количество уникальных слов составляет 1840
22.6 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
33.0 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
38.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
Kaldıkça baş ucundakiler hep hafakanlı;
O aşılmaz zirven kalacak dâim dumanlı..!











ZAMAN ASİMETRİSİ

Zaman gelip geçmiş hissizlere ne!
Tulûu, gurûbu gözsüz ne bilir!
Körler üzerinden geçse de sene,
Zaman der inler, zaman der esirir..

Zaman kaynayan bir güğüm,
Zaman iç içe bir düğüm.

Geçen günler defterlerde hâtıra,
Defterler hesaplaşma kefesinde..
Sıkıştırılmış bir-iki satıra,
Hüzünlü melodi ölgün sesinde.

Ve, hazan vurmuş bir yaprak,
Yerlerde sürünen bayrak...


Zaman fıkır fıkır her yanı işve,
Çapkınlara tuzak bir karadelik;
Farkedinceye dek hep tatlı neşve,
Beylik sayılan bir sefil kölelik..

Aydınlık rûhlar öğünsün,
Gafletli başlar döğünsün...

Onda sonsuzluğa uzanan yollar,
Onda meknî ebediyet şuuru;
Bizi kucaklayan ışıktan kollar,
Kapalı fânusta sırlar menşuru...

O “Ben O’yum” dediği sır,
Darda kalmışlara Hızır...












ÇEKİŞEN DÜNYALAR

Acıyan O, gözeten O, gerisi hep hissiz,
Yaratan merhametli, gerisi merhametsiz.

Kalbler derin bir şevkle O’nu hecelemekte..
İnançsız dimağlarsa, ömür boyu hayrette:

Yapayalnızlar, beşikten tâ mezara kadar,
Bilsen bu kara yalnızlıkta ne ızdırap var..?

Dünyası derin kuyu, sonu ölüm çukuru,
Yollar zaman tüneli, boru içinde boru.

Önde karadelik, arkada ölüm ejderi,
Ne bir adım ileri, ne de bir adım geri...

Ufku şafak bilmez, hazan sarmış baharını,
Bedbinlik, ümitsizlik karartmış her yanını.
* *
Bizim dünyamız tül pembe: Mavi, kırmızı, mor,
Her yerde renkten cümbüşler O’nu heceliyor.

Çevremiz pırıl pırıl nûr, buğu buğu huzûr,
Yer-gök tam armoni, her yanda ayrı bir sürûr!..

Kevserler çağlıyor, kevserler etrafında biz,
Suyu kesilmez çeşme akıyor sessiz sessiz...

Hiç durma sen de yürü bu iklime ve kurtul..!
Kulluklardan sıyrıl, sadece Allah’a kul ol!

Her şeyde bir ölgünleşme, her şeyde tükeniş,
Tek çare; koş ölümsüzler kervanına yetiş!











İNANCIN AK İKLİMİNDE

Kuşlar gibi pervâz etmekte sonsuzluğa rûh;
Gönlündeki o iç içe sırlı menfezlerden.
Her taraf aydınlık, her yanda ayrı bir vuzûh;
Bin bir çeşit ışık dalgasıyla ötelerden.

Önünde sonsuzluk, ilerde nûrdan ırmaklar;
Burada rûhânîler ebedî sükûna dalmış.
Asla hazan görmeyen zümrüt gibi yapraklar;
Bu ölümsüz ülkede olduğu gibi kalmış...

Hiçbir karanlığın uğramadığı bu yerde,
Ukbâya uzayıp gidiyor apaydınlık yollar;
Dostun cemâline erildikçe perde perde,
Vuslat şevkiyle yaylar gibi gerilen kullar..

Dalgalanır ve denizler gibi köpürürler;
Binlerce mevce kovalar binlerce mevceyi.
Yok olarak gelenler varlığa bürünürler,
Çözülmüş bulurlar o çözülmez bilmeceyi...

Yıldızlarla diz dize.. rûhsa o Bilinmez’le,
Başlar; hayal edilen âlemler belirmeye.
İç içe girer artık “sezilen” “sezilmez”le;
Rûhlar ezelden teşne bu menzile ermeye.

Hülyâ bu âlemlerin altın kanatlı kuşu,
Engelleyemez onu ne deniz ne de kara;
Kanat çırpar yükselir ve sürdürür uçuşu,
Gün gelir sığmaz olur o sonsuz ufuklara...


















HAYALLERDEKİ MÂNÂLAR

Şevkle şahlanmış rûhların gezdiği yerlerde,
Gördümdü yıldızlar arası taht kuranları.
Her gece bir başka visal ile perde perde,
Girip Dost harîminde mahrem dolaşanları.

Aşkın “hay-hûy”uyla inleyen sînelerinde,
Bir ebedî sükûnun nağmeleri duyulur;
Bin bir güneşin kol gezdiği iklimlerinde,
Her gün yıldızlardan ayrı bir otağ kurulur.

Bu mavilik içinde uzayıp gider yollar..
Ve ışığın ilk kaynağı, herkesin maksadı,
Her lâhza vuslat arzusuyla gerilen kullar,
“Hayret”e ermekti hemen hepsinin muradı.

Şimdi üstûre sayılan o renkli levhalar,
Tarihsiz nesillere göre birer ham hayal..
Ey hayallerde hâlâ parıldayan mânâlar;
Yetişir, gelin! Gelin, artık bitsin bu melâl!

















BİR KAŞIK İRFAN

Haberi yok çoğunun bu yaşanan dünyadan,
Hezeyanla geçiyor sabahlar ve akşamlar.
Seyrediyor varlığı sisli-paslı bir camdan,
Dolaba bağlı yolda, yolunu kesmiş yollar...

Birşey gördüm sanıyor, gördüğü sis ve duman,
Zannınca yol alıyor, mesafeler ayarsız;
Bir ömür boyu alıp satıyor hiç durmadan;
Ama, kantarlar vefâsız, kıstaslar vefâsız...

Hakikata kapalı, rüyâlarla avunur,
Büyüklüğü sadece ikindi gölgesinde;
Çukur yanında, düz yerdeki çalım ve gurur,
Sanıyor kendini zirvelerin zirvesinde...

Âlemi hor görme, bencillik, kibir ve caka,
Küçüklüğe emâre ne varsa hepsi onda.
Ne halka yararlı bir işi var ne de Hakk’a;
Bir pesbayağı rûh ki görünme sevdâsında.

Çehresine bakarsan kömür elenmiş gibi,
Mânâsız bakışlarında mecnûnca gülüşler;
Bir kaşık çalsan irfanına görünür dibi,
Sırf bir aldatmaca o aydınca görünüşler.



















GENÇLİĞİM

Dalmıştım rengârenk hülyâlara bir dönemde,
Dinleyerek rûhumda sonsuzluk mûsıkîsi;
Coşmuş ve haykırmıştım çelikten sadâ ile..
Bir sürü düşünce tüllenirken benliğimde;
Ama bilmem ki kaçının duyulmuştu sesi,
Hâlâ bir sır yumağı sanki o günkü çile.















Görmüştü o günleri bir bir idrak edenler,
Hayalin kollarında şimdiyi kucaklarken;
Doğrusu o gün bir rüyâ sanıyordu bunu,
İnsiyaklarına bağlı hareket edenler.
Henüz âlem uykudayken; hatta daha erken,
Göremezdik onlar ve ben bu rengârenk sonu.

Kutlu horoz ötüyordu bir ezan sesiyle
Ve sadâsı çarpıyordu mezar taşlarına;
Bir karanlıklar yumağı içindeydi eşyâ,
Hayat üflüyordu ilham kokan nefesiyle;
Işık ordusundan nûrlu arkadaşlarına.
Artık diriliş solukluyordu bütün dünyâ...






DÜŞÜNCE TOKMAĞI

Düşünce bir tokmak, dövülen rûhum,
Tıpkı mercanlar gibi sînemde kan..
Yutkunup yutkunup hep inliyorum,
Dudağım buruk, rûhumda heyecan.

İçimde tasa, şakaklarımda ter,
Bir çıldırtan dert ki her dertten beter:
Bunu anlamak için idrak ister..
Ve ızdıraptan şerha şerha vicdan...

Gamsıza hâl anlatmak zorlardan zor,
Bedenin kulları bitevî mahmur..
Çakırkeyf, serâzat, gamsız ve mağrur,
Gülüp geçiyorlar sana arkadan.

Çileyle başbaşa sonsuza kadar,
Kal ki “ateş düştüğü yeri yakar”
Varsın anlamasın derdini ağyâr,
Meydanlar er ister, erler de meydan.



























SOYUMUN ŞARKISI








































SOYUMUN ŞARKISI

Soyumun gezdiği bahçede güller açarmış,
Dudağında kıpkızıl kan, yanağında jâle;
Sabâyla salınan zülüfler koku saçarmış,
Alev alev yanan sînelerdeki âmâle...

Yaprak sesleri arasında bülbül nağmesi,
Gelip kulaklara çarpan mâhûr âhengiyle;
Âdetâ Cennetin akseden latif ma’kesi,
Ölümsüz güzelliği ve solmayan rengiyle...

Her yanı “Bağ-ı İrem” bu bahar ülkesinde,
Tıpkı buhurdan gibi tütüp-durdu sîneler,
Solukladıkları ölümsüzlük bestesinde,
Hep huzûr mırıldandılar aylar ve seneler.














Güneş bir başka duyulurdu onun bağrında;
Goncalarla baş başa çiçekler arasında,
Her gün bir başka fasıl bahçesinde, bağında,
Renk atmayan ovası, obası ve dağında...

Böyle bir dünya bugün hayal sayılsa bile,
Ölümsüz sesler duymuştuk o altın günlerden,
Geçerken evlâd-ı fâtihân debdebesiyle,
Tarih ürpererek ayağa kalkmıştı birden.

Harıl harıl at üstünde bir karanlık gece,
Uçmuştuk üveyk gibi ışıktan kanatlarla..
Işığımızla aydınlanmıştı her bilmece,
Yıllarca savaşmıştık köhne kanaatlarla...












HÂTIRALAR

Yine kendimi eski hatıralara saldım;
Bir tatlı çağıltıyla yerimde kalakaldım.

Her devri ayrı bir ihtişam ve ayrı bir şan,
Bir hamlede dünyayı saran ışıktan tûfan...

Birkaç düzine çadırken devrinde Osman’ın;
“Devlet-i âliye oldu” elinde Orhan’ın.

Yürüdü garbın karanlık âfâkına emîn,
Gürledi gülbanklarla her yanda “feth-i mübîn”...

Derken her yerde tek yürek evlâd-ı fâtihân,
Yürüdü dört yana önünde Yavuz Selim Hân...














Çağlar ve çağlar boyu böyle kükreyip durduk,
Dünyada tıpkı bir uhrevî saltanat kurduk.

Hülyâm hâlâ meshûr cedlerin velvelesiyle,
Ve meydanları dolduran at kişnemesiyle...

Her taraf Bağ-ı İrem’di o kutlu devirde,
Âdeta Cennetler tüllenirdi perde perde.

Meğer kadrini bilmişler zamanın çok erken,
Henüz hiçbir yerde onun sırrı bilinmezken.

Nûrdan ırmaklar gibi akmışlar çağlar boyu,
Çağıltılarla her yanda; Cennetlerden suyu...









ESKİ GÜNLER

Hep eski yamaçlarda yeni güller,
Arayıp durmuştun bir ömür boyu..
Çiçeklerde geçmiş günlerin bûyu,
Mâziden renkleri, mâziden suyu,
Gelir sanmıştın o masmavi dünler...

Mecnun gibi hep bir âhû peşinde,
Çölden çöle koştun tâ doğuşundan,
Çıkmadı asla hayalinden cânân;
Hayatın bir nişan, ölümün bin şan,
Varı atıp hep yoku seçişinde...

Sessizdi rûhun derinliklerinde,
Hayalindeki o mavi dünyalar,
Yol gösteriyordu sana semalar,
Ya o rûhunu haykıran sadalar,
Ne ra’şeler vardı akislerinde..!

















Sen coşkun, mevsim de tam müsaitti,
Çiçek koklamak için her bucakta..
Ve ak horoz ötüyordu şafakta,
Yankılandı nağmesi her dudakta,
Gökler de bu armoniye şâhitti...

Bilmedin hayatta baharı-güzü,
Zevk u safâ bir yanda, sen bir yanda,
Herkes serâzâd olduğu zamanda,
Âdeta esir yaşadın cihanda,
Gece gibi geçirmiştin gündüzü...

















ŞİMŞEKLER GİBİ

Şimşekler gibi zuhur etmiştik bir devirde,
Her yanda karanlığı delerek perde perde...
Işıktan dünyalar kurmuştuk çok ötelerde,
Tuna boylarında ve daha bir sürü yerde.

Her bucakta bir zafer tâkı, bizler de şendik,
Yıldırımlar gibi dünyanın bağrına indik..
Allah’a tevekkül olup hep O’na güvendik..
Zâlimleri te’dip için gönderilen bizdik...












MÂZİ

Gittiğin yollarda yıllarca bekleyip durdum,
Bir muştu ümidiyle herkese seni sordum;
Mutlaka bir gün dönüp gelecektir diyordum:
Hülyâlarımdaki gül yüzlü kâmet-i bâlâ...

Hicranla yanıyor sînem hayli zaman oldu,
Çevremi hazan sardı, güllerim bir bir soldu;
Elimde ümit kâsem kıpkızıl kanla doldu,
Mevsimler geçiyor gelmeyecek misin hâlâ..!

Bir ben değilim herkes yollarda seni bekler
Bu serin yolculukta düşer-kalkar-emekler..
Ayyûka ulaştı âhlar ve dilde dilekler:
“Gel” diyoruz mâzi denilen gözleri şehlâ..!


















MİLLET RÛHU – 1

Beklerim onu her sabah erken,
Ak hülyâlara yelken açarken;
Dönmüş geliyor kolunda cepken,
Beklerim onu her sabah erken...

Gözlerim yoruluncaya kadar,
Rûhum yollarda hep onu arar..
Şu hüzünlü mavilikte zâr zâr,
Beklerim onu her sabah erken...

















MİLLET RÛHU – 2

Gönlüm hasretinle yanar, derdime derman gel!
Tabibim Sen ol yine, ey canıma cânan gel!
Sönmeye yüz tuttu, ümit meş’alem, aman gel!
Feryâdıma rahmeyleyip efendim heman gel!

Gül açıp bülbül öteli hayli zaman oldu,
Her yanda ağaran hayalin rûhuma doldu;
Rahmetler indi, sular akıp akıp duruldu,
Bekletme bu mevsim, tam mevsim-i âşiyan.. gel!


























ORTA FASIL










































BİLİR

İddiadır görmemişin haberi,
Her şeyi rûhuyla görenler bilir.
Ermemişte yoktur ilim eseri,
Hakk'ın sırlarını erenler bilir.

Hakikat semtine varmayan bilmez,
Sırr-ı “allemnâ”(*)yı görmeyen bilmez,
Mârifet güllerin dermeyen bilmez,
O’nun has bağına girenler bilir.


(*) Kehf sûresinin 65. âyetinde geçen “Nezdimizden, ona bir ilim öğretmiştik”
âyetiyle işaret edilen ilm-i ledün..

















Dünyayı dolaşan seyyahlar değil,
Alev alev yanan Emrahlar değil,
Mihrab değiştiren ham rûhlar değil,
“Yâr yâr” deyip canın verenler bilir.

Aşk yolunda hep itilip kakılan,
Görülmedik belâlara takılan,
Horlanıp hep hor gözlerle bakılan,
Gün gelince gâra (**) girenler bilir.


(**) Kehf ashabına atıf yapılıyor.














KARANLIKLAR BOZGUNDA

Bir gün yine hüzünle dolup taştım ard arda;
Mecnûnun hasret ve yalnızlığıyla sahrâda..

Dolaştığı gibi dolaştım gamlı, derbeder,
Her yer bitevî simsiyahtı ben de mükedder...

Bir ümitsiz tablo ki, yer demir, gökler bakır,
Çevredeki kasvetten rûh sağır, gönül sağır.

Eğildim imanıma baktım; o ne tecellâ !
Sînemde yanan ışık pırıl pırıldı hâlâ..














Karanlığa meydan okuyan bir edâ ile,
Haykırıyordu “tın tın” çelikten sadâ ile..

Sarsılıyordu zulmetler yorgun ve bitkin;
Her an daha coşkundu aydınlık, daha gergin...

İrademe fer geldi ışıktan buğularla,
Beraberim sandım, sulardaki kuğularla.

Derken bu sessiz şölen bütün varlığı aştı,
Bir büyüyle gidip tâ âsumâna ulaştı.

Rûhum bu renk ve sesler içinde dirilirken,
Düşündüm ki duymuştum bu cümbüşü çok erken.














Madem ki, öteler sır verdi kendi sesinden,
Kurtulmaya koştum benliğin dar kafesinden.

Sıçradım son bir azimle ummana ulaştım;
Sırtımda taşıdığım “ten” lâşesini aştım.

Yıllarca süzgün bakışlarla rûhumu emen.
O insafsız kirpikleriyle gönlümü delen;

Bir fettân ki, her anışımda kalbim ürperir..
Yeter! Ey ihânet bakışlı cevrin elverir!

Sonsuza ulaşıyor artık beklediğim yol,
Gel artık sen de yollar yoluna gir ve kurtul!
















HİLÂFET (*)

Gel ey, gül yüzlü, gümüş tenli, gözleri elâ!
Gel ey, gül bahçemde salınan kâmet-i bâlâ!
Uçup gittiğin günden beri hiç göz yummadan,
Hayalinle söyleşiyorum gurûpta hâlâ...

Dönüp geleceksin diye hep bekleyip durdum,
Uçup gittiğin yolda herkese seni sordum,
Bilsen rûhumda senin’çün neler neler kurdum..!
Hayalinle söyleşiyorum ey gül-i rânâ...

(*) Allah’ın ilk insanın şahsında insanoğluna lütfettiği mânevi pâye.








ESKİ ŞARKI

Rûhlarımızı saran mânâlarda,
Şanlı mâzimizden bin râyiha var..
Güzelliklere açık koylarda,
Başka türlü esiyor şimdi rüzgâr,
Rûhlarımızı saran mânâlarda...

Bir düzine zafer tâkı önünde,
At koşturuyoruz soluk soluğa..
Hızır’la arkadaş, Musa yanında;
Vardık “âb-ı hayat” akan musluğa,
Bir düzine zafer tâkı önünde.

İç içeyiz soyumuzla, pür-neş’e!.
Coşturan gülbankların gölgesinde;
Rûhlara ilham iniyor peş peşe,
Tıpkı eski şarkılar güftesinde..
İç içeyiz soyumuzla pür-neş’e...















GELİR

Ne gelirse bize dâhilden gelir,
Haddini bilmeyen câhilden gelir.

Mefsedet taşıp alınca her yanı,
Hem dağ-tepe hem de sâhilden gelir.

Dudağına geldi milletin canı,
Çıkacak canlar Azrâil’den gelir.

Millet perişan, ahâli derbeder,
İdâre bilmez nâehilden gelir.















Nesiller adına yaşanan keder,
Bazen gençten bazen kâhilden gelir.

Aldatma, hıyânet bir mergûb metâ,
Kimi soysuz, kimi asilden gelir.

Hayâ ve edebe artık elvedâ,
Öteler bilmeyen gâfilden gelir.

Deliler bitevî tımarhânede,
Delilik bize hep âkilden gelir.

Küfre yollar açık hemen her yerde,
Kimi câhil, kimi âlimden gelir.










VEFÂYA ELVEDÂ

Artık vefâya eyledik vedâ,
Sızlıyor içim her şeyden cüdâ,
Çehrelerde yalancı bir edâ..

Bir zamanlar canlı ve ataktık,
Çaylar gibi sonsuzluğa aktık;
Her tarafta bir meş’ale yaktık.

Biz neş’eliyken herkes de şendi,
Derken bir şeâmet iniverdi
Ve rûhlara uğursuzluk sindi..

Kalmadı eski günlerin tadı,
Bilinmez nedir Hakk’ın murâdı..
Her yanı bir belirsizlik sardı...









BATI HAYRANLIĞI

Batı hayranlığı sis gibi rûhları sardı,
Tıpkı bir ölüm şoku insanımızın hâli;
Ülkenin geleceği karardıkça karardı,
Sorulmaz kime ait bu yanlışın vebâli?
Batı illizyonu bitevî rûhları sardı.

Mesafelere takılmış iddialı rûhlar,
Hep yanıyor görünen yalancı mumlara denk.
Bir oraya bir buraya bu şaşkın gürûhlar;
Hedefe varamayacaklar ölünceye dek,
Mesafelere takılmış iddialı rûhlar...

Yüce Yaradan’a karşı küstahça bir yarış,
Tarıyla, “her şeyi yarattım” iddiasında;
İlim adına aldığı yol henüz bir karış,
Zavallı aşılmaz bir tepenin cefâsında:
Yüce Yaradan’a karşı küstahça bir yarış...











Fezâda milyonlarca ışık yılı her yana,
Görüp sezdiklerin nedir bu müthiş boşlukta.!
Bildiklerinle Hakk’ı ilân düşüyor sana;
Yoksa boğulacaksın bu ürperten çoklukta.!
Fezâda milyonlarca ışık yılı yan yana...

Seni Yaradan’a ulaştırmayan mârifet,
Rûhuna şaşılık verir ilimler adına;
Öğrenip ışığa ermektir en büyük hikmet..
Sanmam insanoğlunu erdirsin murâdına,
Onu Yaradan’a ulaştırmayan mârifet...

Gözlerini kapayıp gerçeği görmeyenler,
Asırlarca koştular bir serap arkasında.
Bugün kalplerindeki ışığı söndürenler,
Anlayacaklar dünyanın öbür yakasında,
Gözlerini kapayıp gerçeği görmeyenler..!







ÇARKIMIZ

Durur her sistem miâdı dolunca,
Bizim dünya sürer-gider âhenkle..
Döner hep çarkımız yollu yolunca,
Işık zulmetleri geçer âhenkle.

Bir gün yollar gelip çıkınca düze,
Hicran olur, hasret olur köksüze..
Hasımlar gelince bitevî dize,
Nûrlar karanlığı siler âhenkle.

Günü gelince silinecek inan,
Tarihe savrulan o büyük yalan!
Şafak ortalığı sardığı zaman,
Ünümüz göklere erer âhenkle.

Ülke evlatları bir bir dönecek,
Asırlık mahzunlar o gün gülecek.
Hızır, Musa bir araya gelecek,
İşte o gün devran döner âhenkle...







HER ŞEY SENDEN

Her şey Senden, Sen ganîsin,
Rabb’im Sana döndüm yüzüm!
Hem evvelsin hem âhirsin,
Rabb’im Sana döndüm yüzüm!

Bulduğumu Sende buldum,
Bâtıl şeylerden kurtuldum;
Gelip kapında kul oldum;
Rabb’im Sana döndüm yüzüm!

Ayân ışığın her yerde,
Gözsüzlere eşyâ perde;
Huzûrun dermân her derde,
Rabb’im Sana döndüm yüzüm!

Dünyalar Seninle Cennet,
Nimet Senden kime minnet?
Gel kuluna merhamet et!
Rabb’im Sana döndüm yüzüm!









Gönüllere hayat iman,
Mü’minlerde tam itminan;
Gâfillerin hali yaman,
Rabb’im Sana döndüm yüzüm!

Işığınla aydın her yan,
Şaşkınlar arıyor burhan,
Tecellin her yerde ayân,
Rabb’im Sana döndüm yüzüm!

Âlem kitap eşyâ ap-ak
Otlar ağaçlar ve toprak,
Seni söyler yaprak yaprak,
Rabb’im Sana döndüm yüzüm!

Ârif gönlün bağlayarak;
Aşık her dem ağlayarak,
Kulun bağrın dağlayarak,
Rabb'im Sana döndüm yüzüm!
















SOKAKLAR
–Anarşiye pey çekildiği dönem–


Sokaklar gördüm, sokaklar tıpkı bir karnaval,
Yığınlar üst üste, yığınlar sersem ve aval...

Toplum hezeyan içinde ve her yanı titrek,
Bu illetli bünyeye sağlam bir neşter gerek!

Yoksa buhranlarla inleyip duracak her rûh,
Buhranlara doğru yelken açacak her gürûh...

















Baktım bir an onun şimdiki hazin hâline,
Burkuldu yüreğim o bitmeyen melâline...

Izdıraplı yok; ızdırapsız soluklar, sesler,
Bize yazık! Sessiz kalanlara da esefler..!

Gamsız dolaşıyorlar yangının çevresinde,
Dolaşıyorlar; her biri bir âhû peşinde...

Parça parça sîne ister dert mûsıkîsine,
Yepyeni bir ses katsın ızdırap bestesine...











GÖK KUŞAĞINDAN TÂKLAR

Işıktan gelmiş nizam beğenmeyen beğenmez,
Herkes yıkılsa da o tahtından asla inmez.

Gelip geçti her fikir, geçenleri kaldır at!
Çıkmazlarda tek menfez Allah yolu hakikat...

Yençerice düşünce dikiş tutmaz sökülür,
Kulaktan dolma irfan öte uçtan dökülür.

Millete rağmen her şey bir akılsızlık dengi,
Yollar içinde yolumuz doğruluk mehengi.

Sönmez ışık kaynağı, peygamber yedeğinde,
"Ballar balı" denilen hep O’nun peteğinde...














Ondan bize vasiyet sahip çıkın cihana!
Tutun irfanı elde hükmeyleyin zamana!

Çıksın öne artık, dünü-bugünü bilenler,
Savulup gitsin, hepsi bir baskınla gelenler..!

Gariplere bayram; belki bugün belki yarın!
Hele şu hamuru, bir miktarcık daha karın!

İlhat çöküyor gayrı, ona gerek bir mezar.
Siz kazmasanız dahi, zaman bir çukur kazar..

Çoktan yolları doldurdu ışıktan atlılar,
Gök kuşağından tâklar, bayramınızı kutlar...












DELİ SANIR

Dost ile dost olmak gâyem,
Başka şey istemez gönlüm!
Aşk u şevk olsun sermâyem,
Tambur-ney istemez gönlüm.

Tek O’nunla dost olayım,
Kadehler gibi dolayım,
Gül bahçesinde kalayım,
Nam almak istemez gönlüm.

Şöhret ü şandan geçeyim,
O’nun yolunu seçeyim,
Kulu olup hep sekeyim,
Şah olmak istemez gönlüm.








Hem yazımı hem kışımı,
Bırakayım meâşımı (1)
Koyam yoluna başımı,
Can u ten istemez gönlüm.

Sezmesin dostlar hâlimi,
O'na bağlı âmâlimi,
Duymasınlar melâlimi,
Bilinmek istemez gönlüm.

Zaten bir bahtı karayım
İçi-dışı hep yarayım,
Derdim dildâra varayım,
"Kîl u kâl" istemez gönlüm.

Kimi beni deli sanar;
Dertli kalbim O’nu anar ..
Şeker-şerbetlere banar,
Başka bal istemez gönlüm.

(1) Dünyaca yaşamak





ZİYÂ VE ZULMET

Sanki toplum bir girdap etrafında dönüyor,
Şaşkın, kararsız, bitkin bir yok olma göçünde;
Her lâhza biraz daha ümit mumu sönüyor,
Ufkunu saran perde perde kaos içinde.

Çatırtılar geliyor sürekli tepemizden,
Her yanımızda âdeta ateşten bir tûfan;
Çevre alev alev yanıyor, kibriti bizden;
Şimdi bu kapkara yangından titriyor âsmân.

Toplumda hakikatler tepetaklak bitevî,
Bir sisli gurbet içinde genci, ihtiyarı;
Hezeyan içinde çarşısı, pazarı, evi,
Çılgınlık zinde güçlerin en bâriz şiârı,

Evler, birbirinden kopmuş fertlere aşhâne,
Baba yamak bu gamhânede, anne de aşçı..
Sokaklarda gaseyân, her köşede meyhâne,
Şanlı bir millet için bu âkıbet ne acı!









Geçtik çılgınlıkta Roma'yı, Bizans'ı çoktan,
Zamanın çiğneyip attığı talihsizleri..
Bizim bahtsızlığımız bir düzine kopuktan,
Nesepsiz düşünceleri, nesepsiz özleri...

Peylendi ahlâksızlık bir mergûb metâ gibi,
Sefilleşti düşünce faziletlere inâd.!
Horlanıp hor görüldü yurdun asıl sahibi,
Şimdi millî rûh hakîr, kozmopolitlik âbâd...

Tıkalı bize yollar, hiçbir yana geçit yok,
Farelere şehrâyîn, yollar onlara göre..
Kalkıp kış uykusuna yatmış ararsan pek çok;
Bir zamanlar hak fikri, şimdiyse sükût töre...

Âlimler hissiz, ilim yuvaları desteksiz,
Yaşasın pâyeler nişanı! Şiltler, formalar;
Mektepler “Hayd Parkı” talebe ilme isteksiz..
Ve "Batı uygarlığı" diye hayal kurmalar...















Öğretenler silme dilsiz, öğrenenler sağır,
Kime ne anlatırsın düşünceler karanlık..
Toprak simsiyah çorak, gökler demir, yer bakır
Yetişin yurdun sahipleri, yetişir artık!..

Emâreler var tüllenen şafağın bağrında,
Nâralar duyuluyor dağların ötesinden.
Karanlık şimdi derdest tam ışığın ağında,
Sürpriz nağmeler tın tın zamanın bestesinden.

Artık her bucak bu neslin rüyâlarıyla şâd,
Ve herkesin elinde bahardan bir demet gül..
Âbâd ol ey Nûr adam; bizleri ettin âbâd..!
Şimdi zirvelerde bir başka ötüyor bülbül...







DOSTLA HALVET

Hakk’a kul olanlar kula kul olmaz;
Kulluğa erenler yollarda kalmaz.
Rûhlarında vuslat, rûhlarında haz,
Âlem aldansa da onlar aldanmaz.

Hak eşiğine baş koyup bekleyen,
Dost düşünüp, dost deyip, dost söyleyen;
Şevklerle şahlanıp aşkla inleyen,
Yüz hazan görse de sararıp solmaz.

Bir üveyk gibi şahlanmış rûhuyla,
Pür neş’e ve meleklerle kolkola,
Uzayıp Sonsuza ulaşan yola,
Girip yol alanlar asla yorulmaz...

Rûhâniler gibi kanat çırparak,
Akıl ermez ufuklarda uçarak;
Gidip sır kapılarını açarak,
Hak’la halvet olur; olur ayrılmaz.















ZULMET ÇÖZÜLÜYOR

Her tarafta bir ışık, karanlık çözülüyor,
İzbelerde uğultu, yarasalarda telaş...
Yalan balonları büzüldükçe büzülüyor,
İlhat kayıyor ölüm ufkuna yavaş yavaş,
Her tarafta bir ışık, karanlık çözülüyor.

Milyonlarca yıldızdan, milyonlarca gizli nûr,
İniyor sessiz sessiz zulmetlerin bağrına..
Ve inançla ışıldayan çehrelerde huzûr,
Koşup ebediyet üflüyorlar dört bir yana,
Milyonlarca yıldızdan milyonlarca gizli nûr...

















Her gün daha da enginleşiyor mavi ümit,
Baykuşlar her yanda ölüm marşları söylüyor..
Ve işte ufukta levent boylu "Nesl-i cedît"!
Gecelerde hırıltı, geceler boğuluyor;
Her gün daha da enginleşiyor mavi ümit...

Ürpertiyor karanlıkları esen rüzgârlar,
Toprak rahmete döndü çölün enginlerinde..
Kabarıyor denizlerde masmavi dalgalar;
Renkli baharlar müjdesiyle günün birinde..
Вы прочитали 1 текст из Турецкий литературы.
Следующий - Kırık Mızrak - 6
  • Части
  • Kırık Mızrak - 1
    Общее количество слов 3722
    Общее количество уникальных слов составляет 2020
    21.1 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    31.2 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    38.0 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 2
    Общее количество слов 3166
    Общее количество уникальных слов составляет 1877
    23.1 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    34.7 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    40.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 3
    Общее количество слов 3086
    Общее количество уникальных слов составляет 1804
    21.3 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    32.7 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    39.6 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 4
    Общее количество слов 3068
    Общее количество уникальных слов составляет 1880
    22.7 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    33.0 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    39.4 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 5
    Общее количество слов 3001
    Общее количество уникальных слов составляет 1840
    22.6 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    33.0 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    38.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 6
    Общее количество слов 3079
    Общее количество уникальных слов составляет 1887
    22.1 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    33.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    40.7 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 7
    Общее количество слов 3472
    Общее количество уникальных слов составляет 1920
    19.5 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    30.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    36.6 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 8
    Общее количество слов 3347
    Общее количество уникальных слов составляет 1869
    22.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    33.2 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    39.6 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 9
    Общее количество слов 3444
    Общее количество уникальных слов составляет 1930
    21.7 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    33.0 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    39.7 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 10
    Общее количество слов 245
    Общее количество уникальных слов составляет 211
    31.7 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    46.7 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    55.1 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов