Kırık Mızrak - 3

Общее количество слов 3086
Общее количество уникальных слов составляет 1804
21.3 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
32.7 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
39.6 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
Cennet yamaçları gibi renkli ve derindi;
Sanki şafağın ağaran dağları gerindi,
Derken gözümde bütün eşyâ bir bir silindi..

Yollar parıldıyordu az ötede gümüşten,
Yolda ışık vardı geçmişteki tatlı düşten..
Düşler, mesajlar sunuyordu öze dönüşten;
Tam sînelerdeki med vakti bu köpürüşten,
Bir yol parıldıyordu az ötede gümüşten.

Saldım kendimi bir âleme ki, yok serhaddi,
Silinip gitti hayalimden ne varsa maddî..
Hummâlı gözlerimde yaz rüyâları şimdi,
Çocukluğumdan beri kurduğum emelimdi.
Saldım kendimi bir âleme ki, yok serhaddi...


















GÜNEŞ DOĞACAK

Ey mâyesi nûrla yoğrulmuş millet!
Hele dişini sık az daha sabret!
Aman, sönmesin sînendeki himmet!
Son durağın “devlet-i ebed müddet”...

Hiç durma yürü ki, yollarda gözler!
Durmuş şehit baban yolunu gözler
Geril, koş! Seni bekliyor pürüzler
Yürü ki sevinsin kederli yüzler..!

Belli, dâvâ büyük yollar da uzun;
Ne gam! Yolcusu olmuşsun Sonsuz’un.
Kutlu Rehber bu yolda kılavuzun..
Lafı mı olur artık, karın-buzun..!

Nasıl olsa bir gün güneş doğacak;
Çevreye yeniden nûrlar yağacak;
Dağ-dere, ova-oba bucak bucak,
Işık gelip karanlığı boğacak...































































O’NUN DÜNYASINDA














































EZELÎ NÛR

Nûrdan çehrendeki bu nikâp da ne?
Güneşlere taç giydiren ışıkken,
Hep hicranla bunca yıl bunca sene
Geçmiş gidiyor.. baharlar beklerken...

Doğ rûhlara arştan gelen burhanla!
İnlet dört bir yanı altın sadânla!
Hayat üfle sihirli râyihanla!
Hak adına üfül üfül eserken.

Konuş ki hatipler haddini bilsin!
İlâhi nefhanla rûhlar dirilsin..
Erilecek zirvelere erilsin
Başlamış gökler de bunu dilerken..

Ey mukaddes Kitap, ey ezelî nûr,
Ey iklimi ziyâ, etrafı huzûr;
Son demde bir kere daha ne olur,
Ağar, ışık karanlığı boğarken.!

Bahar olmasa da sonbahar olsun,
Cihanlar tekmil âvâzınla dolsun;
Yeniden nâmın her yanda duyulsun!
Şu fâni ömürlerimiz biterken...












GÖNÜLLER TAHTIN

Rahmet olarak doğdun zahmetlerle büyüdün,
İnâyet oldun bize, inâyettin Ezelden..
Bir uğraktı bu dünya, gelip O’na yürüdün,
Işık verdin âleme, ışık aldılar Senden.

Karanlıktı cihanlar vilâdetinden evvel,
Çehrenden akan nûrdan aydınlandı dört bucak..
Rûhlara saldığın irfan dünyalara bedel,
Uyandık sayende, insanlık da uyanacak!.

Bir kurtuluş sabahında kurtuldu insanlık tekmil,
Takılıp yolda kalanlara yazıklar oldu..
Bir hamlede ettin zulmeti ışığa tebdil,
Silindi kasvetler her taraf nûrlarla doldu.

Otağın bütün cihan gönüllerimiz tahtın,
Bir sultanlık kurdun ki Süleyman’dan ileri;
Gıptalarla anılır gökte zümrütten bahtın,
Tebessümler yağıyor doğduğun günden beri.

Sayende cennete dönen bu düşkünler bağı,
Şimdi dağınık zülüflerin gibi târumâr;
Toprak nemrut bitiriyor, çağ firavun çağı,
Küfür ve ilhatla esiyor esince rüzgâr.

Teşrifinle şevke gelmişti bütün felekler,
Bugün simsiyah çehresiyle her zaman zâr zâr..
Yollar garip, yolcular düşüp kalkar, emekler,
Dudaklarının suyuna susamış yaz, bahar...

Bak kıyamet ışığı var aynalarda bugün;
İblis keyfinde; cehenneme körük çekiyor
Bu üstüste kasvetten göz nemli, gönül üzgün..
Kalk bunlara bir “dur” de, de ki zaman geçiyor.

Tanyeri ağaralı bir hayli zaman oldu,
Yolunu bekleyenlerin canları dudakta;
Bilmem yolda mısın, ışığın rûhlara doldu!
Ümitle çarpıyor sîneler, gözler ufukta...













BENİ YALNIZ BIRAKMA

Gönlüm gözüm Senin ile açılır,
Geçilmezler Senin ile geçilir,
Adın anılınca nûrlar saçılır;

Doğ rûhuma beni hasretle yakma!
Hak aşkına kulun yalnız bırakma!

Ben bir kapıkulu, Sen de Sultansın,
Yolda kalmışlara Hak’tan emansın,
Ben bir ceset isem, Sen onda cansın;

Doğ rûhuma beni hasretle yakma!
Dost aşkına kulun yalnız bırakma!

Âşıklar ararlar Seni her yerde,
Dudağın şerbeti dermandır derde..
Ben bir dertli isem dermanım nerde?

Doğ rûhuma beni hasretle yakma!
Hak aşkına kulun yalnız bırakma!

Bir yüzü karayım pek çok vebâlim,
Düşe-kalka, kalmadı hiç mecâlim..
Bilmem ki ötede ne olur hâlim..?

Doğ rûhuma beni hasretle yakma!
Hak aşkına kulun yalnız bırakma!

Bir zaman mevsimler bütün bahardı,
Korkarım o günler bir bir karardı..
Merhamet! Yollarım bir sarpa sardı..

Doğ rûhuma beni hasretle yakma!
Dost aşkına kulun yalnız bırakma!















GÖNLÜMÜN GÜLÜ

Seni seven her rûh uludur Yâ Resûlallâh!
Gözü-gönlü her an doludur Yâ Resûlallâh!

Cemâlin pertevinden zerre şevk alan billâh,
Kapının ayrılmaz kuludur Yâ Resûlallâh!

Bekler mi başka iltifat bezmine erenler,
Semtinde gözler buğuludur Yâ Resûlallâh!

Çevrende uçup şem’ine pervâne dönenler,
Rûhların onlar bir koludur Yâ Resûlallâh!

Uçuşur ikliminde altın kanatlı kuşlar,
İklimin kuşların yoludur Yâ Resûlallâh!

Huzûrunda senin her zaman buruktur başlar,
Rûhları sana kuruludur Yâ Resûlallâh!

Seni görmek mü’minlerin büyülü rüyâsı,
Gören gönül hep huzurludur Yâ Resûlallâh!

Dîdârın bu garip kıtmirin tatlı hülyâsı,
O hülyâ gönlümün gülüdür Yâ Resûlallâh!






AY YÜZLÜ

Ay yüzlüm, apaçık sözlüm rûhum Sana kurban;
Gönlüm Sana hayran!.

Nergis bakışlarının tesiri ne de yaman!
Sultânım el-amân..!

Bak sînemde bir ok var, derûnumda bir acı,
Sendedir ilâcı...

Ey varlığı nûr, dünyası sürûr, sözü Kur’ân!
Her derdime derman...

Pür âteşim bırakma beni hicranda zinhâr!
Rûhumda âh u zâr...

Hem mahzûn, hem de perişan dertlerle kıvrandım;
Kapına dayandım!

Bilmem başka kor, başka ateş, ben Sana yandım;
Seninle uyandım.

Ey dünyaya arştan gelen nûr, ey meh-i tâbân!
Aydınlattı ziyân...

Baktım şemâiline hep dîdârını andım;
Aşkınla kıvrandım.

Ey taptaze gül, kâkülü amber, saçı reyhan!
Câziben ne yaman!

Görmemiştir cihanda gözler Sen gibi dilber...
Güneşlerden enver...

Aç lütufla bağrını aç ki kıtmir kulundur!
Dergâhın uludur...

Deryâlara denk kereminden bir katre ihsân,
Ey gönlüme Sultân!

Lütfeyle ne olur bildiğim başka kapı yok!
Derdim herkesten çok.

















SEN

Bakıp seni gören âşık,
Başka cemâli neylesin?
Dostluğuna eren sâdık,
Başka visâli neylesin?

Kulaklar duymuşsa sesin,
Duyar mı ağyâr nefesin!
Gönüllere Sultan Sensin,
Gayri âmâli neylesin?

Ağızlara şerbet-şeker,
Sînelerde adın eser,
Sevgini tatmışsa eğer,
Kaymağı-balı neylesin?

Gönül Seni sevmiş ise,
Varıp Sana ermiş ise,
Harimine girmiş ise,
Mâl u menâli neylesin?

Fakirler Seninle ganî,
Âcizlerin tek güveni,
Şevk ile ananlar Seni,
Derd ü melâli neylesin?











YASLI DUDAKLARDA
TEBESSÜM

Her an ayrı bir bahar yaşar gönül Seninle,
Yüzüne nûr saçtığın gökkubbenin altında..
Güneşlere taç giydiren o Kutlu Elinle,
Araladın sır kapılarını Hak katında..

Şimdi yeryüzü bir Cennet varlık harmanıyla;
Tekmil bezmine ermişlerin başları tutkun.
Dünkü şu köhne cihan dahi dört bir yanıyla,
Sunduğu kadehin sermesti olmuş Sonsuz’un...

Yaslı dudaklarda beliren tebessümlerden,
Artık göklerin dünyaya yöneldiği belli..
Meltemler esiyor amber kokulu günlerden;
Ay kadehini toprağın bağrına dökeli.

Gece çengilerinin işi darmadağınık,
Aklın dizginleri semânın eline geçti..
Sözü Başbuğlar Başbuğu söylüyor uyandık,
Sevinin; kasvet dolu bir devir daha geçti!

Çözülüp gitti bir bir önü-sonu olanlar;
Sonsuz’un boyasıyla boyananlarda huzûr..
Ölüm diyarında ölümsüzlüğü bulanlar,
İçlerinde aydınlık, çevrelerinde hep nûr.

Onların hiç solmayan baharları yanında,
Sönük bir masaldan farksızdır İrem Bağları..
Ve gidip sonsuzla bütünleşen rûhlarında,
Tekmil duyar ve yaşarlar aydınlık çağları.

Eskiyen eskiyip gitti söz eskimeyende,
Ölenlere merasim, kalanlara tâziye..
Kaptırdı artık ilhad boynunu bir kemende,
Muştular geleceğe, selâm şanlı mâziye!

















MÜNÂCÂT (*)

Yâreli dilim zahmine bir çâre İlâhi!.
Aç kapını lütfet bu günahkâre İlâhi!

Yüzler süreyim eşiğine kovma ne olur!
Yeter artık dolaştığım âvâre İlâhi!

Yıllarca bâb-ı kereminde inleyip durdum;
Âh u efgânım hicrâna emâre İlâhi!



Gerçi isyanla âlûde yaşadım çok zaman,
Kıl keremler ne olur bu nâçâre İlâhi!

Yakma nâr-ı ağyâre yanayım ocağında,
Püryân-ı aşk olup erem şikâre İlâhi!

Dağlar kadar isyanla son kez geldi kapına,
Arza hâcet mi var tam bir bîçâre İlâhi!

Kıtmire lütfet dursun artık efgân u zârı;
Varsın her cilvesi binşevk Settâr’e İlâhi!..


(*) Çocukluk dönemine ait hüzünlü bir hâtıra ile yazılmıştı...















EY NEBÎ – 1

Hicranla yandı gönlüm hâlimi sormaz mısın?
Dil ucuyla olsun melâlimi sormaz mısın?
Bilmem ki yoksa, dost vefâsından şüphen mi var..!
Lütfedip bir kere hayâlimi sormaz mısın?

Dostlara ülfet yağdı, bize iltifat yok mu?
Kebap oldu sînem âhıma itimat yok mu?
Yüz sürüp izine bekledim bilmem kaç eyyâm.!
Yoksa bende Senin sevgine istidat yok mu..?

















RAVZA

Gördüğüm günden beri ey gül-i rânâ seni,
Gözlerim yollarda ol gözleri elâ seni..
İstemem kalsın artık gönlümde gül arzusu,
Ararım her yerde ey kâmet-i bâlâ seni.

Sarmıştı rûhumu köyünün amber kokusu,
Dolaştığım her yerde duymuştum cânâ seni..
Bahçenin içindeki yemyeşil fistanınla,
Gördüm güzeller arasında müstesnâ seni...

















EY NEBÎ – 2

Gözlerim yolunu sînemdeki tepelerde,
Gönlümde belirdin de daldım kaldığım yerde;
Hayalin ağarırken rûhumda perde perde,
Gözlerim yolunu sînemdeki tepelerde...

Sen, o ışıktan ikliminle en tatlı rüyâ,
Sen, mor, pembe renklerle rûhumu saran hülyâ..
Kararır, Seni duyup Seni görmezsem dünyâ,
Dostlarınla elele gezdiğin tepelerde...


























ZÜMRÜT TEPELER









































ZÜMRÜTTEN TEPELER

Yeryüzünü temâşâ mevsimi tam,
Zümrüt tepelere yaslanmış bahar.
Her yörede şenlik, her yanda bayram,
Buhur buhur sihirli râyihalar...

Canlılık taşıyor akan sulardan,
Nağmeler yükseliyor kuğulardan,
Vuslat arzusuyla yüksek dağlardan,
Çağıl çağıl denizlere ırmaklar...

Haliçeler gibi her yan rengârenk,
Âdeta bir hülyâ âlemi âhenk!
Ve rüyâlardaki Cennetlere denk,
Ovalar, obalar, altın çayırlar.

Göğe ser çekmiş ağaçlarda bin naz,
“Hû hû” nağmeleriyle âvâz âvâz;
Her saati ayrı bir telden niyaz,
Hür maviliğiyle mahmur sabahlar.

Hayatla tülleniyor su ve toprak,
Çiçeklerde tebessüm yaprak yaprak;
Neş’eyle dönüyor devreden bu çark,
Gamze çakıyor sevdâlı ufuklar.

Aşk u şevkin kaynaştığı bu yerde,
Vuslata açılır rûh perde perde;
Ayrı bir hazza erer her emelde,
Vicdanında her an Hakk’ı duyanlar.












BAHAR TÜRKÜSÜ

Mevsim gelince bir bakarsın nevbâhar olur;
“Gül açar, bülbül öter” her yer lâlezâr olur.

Binbir râyiha ile soluklanır çiçekler,
Sermest dolaşır bu iklimde kuşlar, böcekler...

Ağaçlar semâa kalkar, hep üfülder rüzgâr,
Rüzgâr nağmeleriyle her şey rakseder-oynar.

Ölümün ümitle gülümsediği bu yerde,
Bahar, Cennetin çehresinde ince bir perde.

Bu perdeyi aşan rûh Sonsuz’la bütünleşir,
Burada insan bütünüyle uhrevîleşir.

Artık çok sarp görünse de yollar ötelere,
Ne gam! Uçup giden rûhlar için Cennetlere...

Ufuklar daralsa, dünya sıksa da insanı,
Bambaşka genişlikler verir ona imanı.

Arayanlar bulur burada sonsuz sükûnu,
Anlar ancak inançla gerilen rûhlar bunu...

Bir başka türlü bâdeyle mahmurlaşan gözler,
Baharı seyreder hep Cennetlerde gezerler.

Ölürken de bunlar tohumlar gibi ölürler..
Sonra öteki baharda bir bir dirilirler...














BİZLER DE
DİRİLECEĞİZ

Bu ülke ki gâziler, şehitler diyârıdır,
Bütünüyle bize cedlerin armağanıdır.
Cennetleri andıran bağ ve bahçeleriyle,
Ovası, obası zümrütten tepeleriyle;
Muhteşem geçmişin değerli yâdigârıdır.

Nice firûze sütunlar üstünde kubbeler,
Dört bir yanda şâha kalkmış gibi minâreler;
Hiç eskimeyen bir mânâ ile hâlâ süzgün,
Gökte yıldızlarla mahyalaşan o şanlı dün
Ki sönük bir rüyâdır yanında efsâneler...

Ne şarklı İsfendiyâr, ne garbın İskender’i,
Hayal edememişti bu dünyayı hiçbiri...
Âlem henüz karanlıklar içinde yüzerken,
Ermiştik uhrevî aydınlıklara çok erken;
Seyrediyorduk hep bu dünyadan öteleri...

Şimdi hazana yenilmiş bu lâlezârda biz,
Ümit ve inkisârla yutkunuyoruz sessiz..
Hülyâlarımızda bir yeni şafaklar çağı,
Her gün bir kitap gibi okuyarak varlığı;
İhtimal ki bir gün bizler de dirileceğiz...













ÖTELER ÜZERİNDEKİ
KANAVİÇE

Zümrüt gibi yemyeşil tepelerin üstünde,
Neş’elerimizi gıcıklayan ses ve soluk;
Dört bir yanda Cennet çeşmeleri oluk oluk..
Sarıyor her an rûhları ayrı bir mutluluk
Ebedî vuslata açılan kapı önünde...

En sihirli renkleriyle gül, papatya, zambak,
Menekşe, yâsemin ve yapraklarda jâleler;
Mahmur bakışlarıyla sümbüller ve lâleler;
Renk-ışık arası gelip giden pervâneler,
Uçuşup cilveler çakıyorlar yaprak yaprak.

Güzelliklerin akıp gönlümü sarışında,
Pusular kurup bekleyen yanılmaz rehberim:
Duygular. Onlarla sezer onlarla severim;
Onlarla apayrı bir kâinat hissederim
Temâşâ ettiğim âlemin her karışında.

Rûhun sıçrayıp sonsuza açıldığı yerde,
Belirir hayalimde mânâlardan birer iz,
Gâipten gönlüme bir şeyler fısıldar sessiz,
Anlaşılmaz bir dille ki harfsiz, kelimesiz,
Sanki gök kapıları gıcırdar az ilerde...

Bu noktada durup varlığı dinlerken insan,
Gönlünde hep Sonsuz’un nağmelerini duyar;
Ovalar, obalar ve sahillerde her bahar,
Bir zamanlar yitirdiği Cennetleri arar;
Duygularında yan yana ümit ve de hicran...

Mecnun gibi rastgeldiği her şeyi kucaklar;
Otu, ağacı, taşı, toprağı, canlıları..
Ve hülyâlarındaki renkli hâtıraları,
Sonra bir bir aralanan tatlı rüyâları,
Bir ömür boyu teselli der onlarla yaşar.














GEÇMİŞİN ŞEVK
AKŞAMLARI

Yeni bir mevsim tülleniyor az ötelerde;
Geçmişin şevk akşamları gibi perde perde.
Her yanda üfül üfül amber kokulu rüzgâr
Kış ortasında âdeta sımsıcak bir bahar,
Bayıltan soluklarıyla karşı tepelerde...

Şanlı mâzinin o muhteşem günlerine denk,
Füsunlu Cennet güzellikleri hevenk hevenk.
Her çizgisinde rûhları büyüleyen mânâ;
Her bucakta güzellikler birbirinden rânâ
Zambaklar, papatyalar, karanfiller rengârenk.

Üst üste doğuşlarla her taraf ağarırken,
Ağardı rûhlarda değişik mânâlar derken,
Canlandıran bir büyü duyuldu kulaklarda,
Şevkin o sihirli şarkısıyla dudaklarda;
Açıldık kendi dünyamıza bir sabah erken.

Önümüzde sır âleminin en tenhâ koyu,
Hülyâ gibi gezinenlerle bir ömür boyu..
Süzülüp göklerin semâvî dalgıçlarıyla,
Soluk soluğa sonsuzun kırlangıçlarıyla,
Zevk ettik -bitmesin- bitmeyen derin tutkuyu...

Bir bu kadar hazza ömürler verilse değer,
Bilmemişiz imandaki Cennetleri meğer..!
Tutsak gibi, hicranlı tahayyüllerle gamlı,
Yaşamışız her günü birbirinden buhranlı..
Artık bir Cennet bahçesi gördüğümüz her yer.
















ALTIN SAÇLI
BAHAR

Bu mevsim o kadar coşkun ki sular,
Çığlık çığlık vadi, dere inliyor.
Sular gibi köpürüyor duygular,
“Gel Sonsuz’a yelken açalım” diyor.

Nûr yağıyor, ışık sarmış her yanı,
Zaman artık sevinç, neş’e zamanı..
Beklemiştik mevsimlerce bu ânı,
Bir bir ölenler bir bir diriliyor...

Her yanda güzellik, her yanda âhenk,
Geçmişteki muhteşem günlere denk..
Ve bahçelerimizde hevenk hevenk,
Bir başka tatta meyveler eriyor...

Duygularla dolu esiyor rüzgâr,
Kabarıyor denizlerde dalgalar;
Enginlerde o altın saçlı bahar,
Bin bir renk ve desenle tülleniyor.

Ve yarınlar daha aydın olacak;
Dünya yeniden ışıkla dolacak..
Yıllanmış karanlıklar boğulacak,
Muştusu ULU DÎVÂN’dan geliyor.
















BEKLENEN NEVBAHAR

Mevsim döndü birdenbire bahar oldu hazan,
Gül kokularıyla esiyor esince rüzgâr.
Sonsuzluğa doğru akıyor tül pembe zaman,
Az ötede muhteşem günün şehrâyini var...

Pas tutmuş gündüzler artık bir bir çözülüyor;
Kara-buza inat ufukta sımsıcak bir yaz..
Her yörede murat üveykleri süzülüyor,
Rüyâları masmavi, ufukları bembeyaz...

Keşke güneş batmasa, asla gece olmasa!.
Yollar eklense uç uca ötelere kadar!.
Karanlıklar bassa da, renklerimiz solmasa!
Bir daha yalnız kalmasa asırlık yalnızlar..!

Doğan renk renk sabah sürsün de asırlar boyu,
Yaşayalım hülyâlarımızı doya doya.!
Ve hazır ısınmışken karanlıkların suyu,
Dalmasın iradeler o öldüren uykuya...

Kızıllık yaslandı gurûba gayri zor işi,
Diyalektik içi külle dolu mangal gibi..
Devriliyor peş peşe bâtılın dördü beşi,
Nihayet göründü yalancı hülyânın dibi...






ŞAFAKLAR TÜLLENİRKEN

Gafletle gezen her rûh hicranla yanar-ağlar,
Bir bir göçerken dostlar hiç arkaya bakmadan;
Ölüm şarkılarıyla eser esince rüzgâr
Ve söndürür geçer, tek meş'ale bırakmadan...

Ne yoldaş ne dost var, yapayalnızdır yollarda,
Zulmet zulmet üstüne ufukları kararmış;
Hazanla dökülen yapraklar gibi ard arda,
Düşenler uçup gitmiş, kalanlar da sararmış.

Rikkatle bakınca hasreti sîneme doldu;
Dalgındı durduğu yerde, bakışları ürkek..
Bugünü-yarını andı, andı ve burkuldu;
Yaşamak bu ise tam kabir azabına denk...

Korkuyla kıvranır, telaşla etrafı gözler,
Zihni allak-bullak, kalbi hüzünle burkulu;
Doğduğuna bin pişman, ölüp gitmeyi özler,
Dokunsan ağlayacak, bahtsız, o kadar dolu.
* *


.. Ve uyanıyor artık yıllardır uyuyanlar,
Dünyaları tıpkı Cennetler gibi sımsıcak..
Sînelerinde göklerin sesini duyanlar,
Rûhları huzur içinde, ufukları apak.

Gel imanla kanatlan ve süzül enginlere;
Sakın rûhuna dar gelen eb'âda takılma!
Sendedir sığmayan sır göklere ve yerlere,
Yaraşmaz sana; göğe, yere sıkışıp kalma!.

Şahlan daha coşkun, daha canlı, daha gergin;
Bir hayat üfle etrafa rûhunun sesinden!
Artık meydanlar senin, dem senin, devran senin,
Haykır ve anlat mâzinin altın nefesinden...

Panjurlar açılmışken zümrütten tepelere,
Şafaklar pırıl pırıl ufukta tüllenirken;
Kalk ömrün ikbâlini duyur, duyur her yere!
En erken kalktığın gecelerden daha erken...














EL DEĞMEMİŞ

BAHAR

Göründü ufku şûh tepelerin, mor dağların,
Yüzerken uyuyanlar en derin uykularda;
Mor, pembe şafaklar tülleniyordu ard arda..
Kuğuların süzülüp gittiği gün sularda,
Duyduk ürperten soluklarını nevbaharın.

Bir mavi sükûn sarmıştı hülyâlarımızı,
Gökyüzü ümitle göz kırpıyordu uzaktan..
Tam yapayalnız kaldığımız an dayanaktan;
İnâyet, azimle bütünleştiği kuşaktan,
Mesajlar morartıyordu rüyâlarımızı.

Suyu gürül gürül çeşme coşmuştu yeniden,
Esiyordu her yörede ikbâl meltemleri.
Bir nûrlu neş'e sarıyordu hemen her yeri..
Ve ömrün gönlümce geçen en mutlu günleri,
Yaşanıyordu bir kere daha en derinden.

O zümrüt rengiyle el değmemiş taze bahar,
Tıpkı mâzinin deseni ve mâzinin rengi..
Bulmuştu millet yitirdiği eski mihengi,
Hasretle aradığı büyük kaybın tam dengi;
Firdevsî tepeler üstünde mor erguvanlar...

Şimdi rüzgâr esiyor, çemenler ürperiyor,
Hazana uğrayan yerlerde dipdiri güller.
Sûr sesi duymuş gibi diriliyor ölüler;
Bu hülyâlı mavilikte onlarla beraber,
Hicranla yanan sîneler vuslata eriyor..
















KAMP GÜNLERİ

O hülyâlı günleri bizlerle yaşayanlar,
Cennet kokularının esip geldiği yerde.
Duydular Sonsuz’un bestelerini duyanlar,
Çelikten sadâlarla o sırlı tepelerde...

İnler hâlâ o yerler bir ulu velveleyle,
Tıpkı hasretmiş gibi o günkü gül yüzlere..
Şu ağaçlar, şu taşlar geliverseler dile,
Ne büyülü şeyler anlatacaklar bizlere...

Kuş cıvıltısı, yaprak sesi, insan âvâzı,
Geceleri yıldızlarla söyleşen sîneler..
Her yanda ayrı bir kalbi kırığın niyâzı;
O yeşil vâdi hâlâ bu nağmelerle inler...

Duâyla doğrulurdu başlar sabahlara dek,
Uyumamış gözlerde billûr billûr mânâlar..
Buradaki yakarış semâlardakine denk;
Yıllar geçse de gönlüm hep o günleri arar...

Akan çaya bakmış olsan ürperir ve dersin:
O şen bakışlar hâlâ gülümsüyor dibinde..
Hiç vakit fevt etmeden koşup sen de gidersin;
Gidersin, hemen olmasa da günün birinde...






GÖNÜLLERDE YEŞEREN
BAHAR

Gün dönüp her ufukta Sûr sesi duyulunca,
Fecrin ışık ordusu dört bir yana ulaştı.
Bin bir tedâiyle eski günleri anınca;
Hülyâlarım coştu, coştu ve bendini aştı.

Bir nûr tûfanıyla her yer ışığa büründü;
Ayrıldı birbirinden hak-bâtıl ve kara-ak.
Ağardı ufuk, altın saçlı bahar göründü,
Bütün yamaçlar gül, nergis, papatya ve zambak...

Yaslı dudaklar, lâle yanaklarına döndü..
Coştu bülbüller, nağmeleri her yanı sardı.
Hasretle yanan sînelerin hasreti söndü..
Bu bahar, gönüllerde yeşeren bir bahardı.

Gelin odasına benzeyen gül yuvasından,
Gözlerimize sihirli sürmeler çekildi.
Bu zebercet iklimin, suyundan, havasından,
Duygularımız coştu, gönüller deme geldi.

Aşkla yanan dudaklarda kevser kadehleri,
Cibril’in dolaşıp durduğu altın yollarda..
Varıp Cennete erenler ve daha ileri,
Sürprizler gördüler o Görünmez'den ard arda.

Kelebek kanadından renk almış ağaçlarda,
Çiçekler Cennet ıtırlarıyla burcu burcu.
Ebetle büyülü bu sihirli yamaçlarda,
Sonsuzla bütünleşir her şeyin diğer ucu...

Burada eşyâ bir başka nazla yatar-kalkar,
Burada bahar çemenleri selâmlar gezer;
Burada ırmaklar köpürür "Hû" deyip akar;
Burada Firdevsî renklerle tüllenir her yer.

Burada her gün bülbüller öter, güller açar,
Gonca gamzeler çakar, gamze yürekler deler..
Renkler dalga dalga gözlere güzellik saçar,
Bir gün burada Hızır seccâde sermiş meğer...
















GÖK KUŞAĞI

Gök mavi, yer yeşil, bambaşka renkler,
Her ufukta ayrı bir gök kuşağı;
Renk-ışık içinde duruyor insan...

Takdirle bakıyor ona melekler,
Yüzü yerde gönlü Hakk’ın otağı;
Ona gökler dâvetiyesi iman...

Topraktan-balçıktan bir yüce cevher,
Sonsuzu gösteren o eşsiz ayna;
Verâlara dönük derin ve parlak...

Haydi gayret et, sen de özüne er!
Bütünleş rûhunla, rûhunla kayna!
Biraz inleyip biraz ağlayarak...

Tıpkı filizler gibi yavaş yavaş,
Hep onu takip et erinceye dek..
Kök toprakta ama, gözler ışıkta...

Gökte başlamıştı bu sırlı savaş,
Kıyamete kadar devam edecek..
Hiç durma! Geril, koş zafer ufukta..!












MÜŞÂHEDE

Şimşekler çakıyor hep ve damla damla semâ,
Çiçeklerin gözlerinde sihirli jâleler.
Bir hülyâ maviliğinde dağ-taş, ova-oba,
Renk, ışık arası gelip giden pervâneler.

Her yanda bir büyüyle süzülüp uçan kuşlar..
Coştum bir esrarlı melodiyle O’nu andım;
Üstte gök kuşağı, altında sevdâlı başlar,
Gözlerim kamaştı kendimi Cennette sandım.

Bir şevk u târâb içindeydi baktım hilkate,
Yâ Rab çoklar hâlâ bu muammâdan habersiz.!
Dost’la baş başayken salmış kendini firkate,
Tut beni sımsıkı Dost; tut ki, edemem Sensiz..!



























GÖLGELER













































DÜNYA

Burada hiç kimse durucu değil,
Hepimiz dünyadan göçmeye geldik.
Kör olan bu işi görücü değil,
İyiyi kötüden seçmeye geldik.

Pazarcılar gibi alış-verişle,
Hem bağ tımarı hem meyve derişle,
Az bir sıkıntı, biraz bekleyişle,
Bir çetin köprüyü geçmeye geldik.

Gelmedik buraya boş dâvâ için,
Encâmı karanlık bir kavga için,
Dünyalara ait bir sevdâ için,
Bizler âb-ı hayat içmeye geldik.

Kehf ashâbı gibi mağaralarda,
O en Kutlu ile mübârek GÂR'da,
Henüz ölüp gömülmeden mezarda,
Bitmeyen çileyi çekmeye geldik.

Niceler düştüler dünya ağına,
Vuruldular bahçesine-bağına,
Anlarlar varınca son durağına,
Bizler bu dünyayı ekmeye geldik...












HİÇ
–Yûnus'un rûhuna–

Gönül Seni bulmuş ise,
Başkasını anar mı hiç!
Ateşine yanmış ise,
Başka nâra yanar mı hiç!

Seni bulanlar bulmuştur,
Akıp akıp durulmuştur,
Ârif Seninle doymuştur,
Başkasıyla kanar mı hiç!

Var eden Sensin cihânı,
Varlığın canların cânı;
Bulanlar Sende ummânı,
Başka göle dalar mı hiç!

Adı her yanda okunan,
Sînede dertlere derman,
Gönülden O'na inanan,
Başkasın Rab sanar mı hiç!

Cemâline hayran kalan,
O’na rûhun fedâ kılan,
Her zaman O’nunla olan,
Başka bala banar mı hiç!
Вы прочитали 1 текст из Турецкий литературы.
Следующий - Kırık Mızrak - 4
  • Части
  • Kırık Mızrak - 1
    Общее количество слов 3722
    Общее количество уникальных слов составляет 2020
    21.1 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    31.2 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    38.0 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 2
    Общее количество слов 3166
    Общее количество уникальных слов составляет 1877
    23.1 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    34.7 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    40.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 3
    Общее количество слов 3086
    Общее количество уникальных слов составляет 1804
    21.3 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    32.7 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    39.6 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 4
    Общее количество слов 3068
    Общее количество уникальных слов составляет 1880
    22.7 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    33.0 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    39.4 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 5
    Общее количество слов 3001
    Общее количество уникальных слов составляет 1840
    22.6 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    33.0 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    38.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 6
    Общее количество слов 3079
    Общее количество уникальных слов составляет 1887
    22.1 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    33.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    40.7 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 7
    Общее количество слов 3472
    Общее количество уникальных слов составляет 1920
    19.5 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    30.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    36.6 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 8
    Общее количество слов 3347
    Общее количество уникальных слов составляет 1869
    22.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    33.2 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    39.6 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 9
    Общее количество слов 3444
    Общее количество уникальных слов составляет 1930
    21.7 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    33.0 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    39.7 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Kırık Mızrak - 10
    Общее количество слов 245
    Общее количество уникальных слов составляет 211
    31.7 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    46.7 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    55.1 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов