Çin Gezisi - 2

Общее количество слов 4020
Общее количество уникальных слов составляет 2200
27.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
39.4 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
46.1 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
Yollarda sürekli korna çalan araçların sesini duyunca, kornayı uyarıdan çok çalmış olmak için kullandıklarını sanıyorum. Bu benim hiç de yabancı olmadığım bir konu... Bu nedenle Beijing trafiğini incelediğimde, benim yaşadığım kentin trafiğine çok benzediğini gördüm... Burada yakın zamana değin sokaklarda çok araç yokmuş. Gelirlerini çoğaltabilen Çinlilerin hemen bir araç edinmeleri trafikte kullanılan araçların sayısını hızla arttırmış. Araçların birden çoğalmasının sonucu olarak trafik kurallarını hala sindirememiş olduklarını önemsemezsek, tümüyle bizim duyarsızlığımıza benzer bir trafik karmaşasıyla karşılaşınca, benzerliği yadırgadım. Ama, trafik karmaşasına çok alışık olduğum için ortam beni pek etkilemedi...
Dolmuşların kuralları önemsemeden durup yolcu almaya çalışmasındaki, araçların hemen kornalarına basarak diğer araç sürücülerini ve bisiklet kullananları taciz etmeye kalkmasındaki benzerlik bana, ülkemdeki insanların davranışlarını anımsattı. Trafik kurallarını üreten ülkelerle, o kuralları alıp kullananlar arasında çok önemli bir fark olduğunu gördüm. Belki tüm ülkeleri bu genellemenin içine katmak doğru olmayabilir. Ama Çin ile Türkiye arasında çok yakın bir benzerlik olduğunu söylemeliyim.
Yaya geçitleri konusuna gelince, abartıyor olmak istemem ama bu kadar yakın bir benzerlik beklemiyordum. Önemli ve tehlikeli büyük kavşaklar dışında yaya geçidi görmedim. Yayalar bir kaldırımdan diğerine, diledikleri anda geçebilme özgürlüğüne sahipler. Bunu her yerde yapmasınlar diye, yoğun trafik olan yollarda şeritler arasına konan demir parmaklıklı engellerin yalnız bizim ülkemizde olmadığını söylemek isterim. Çektiğim resimleri dostlarıma gösterdiğimde bana sordukları ilk şey "Parmaklıkların üzerinden atlayan var mıydı?" oldu. Kimse, demir parmaklıkları yadırgamadı. Herkes parmaklıklara aldırmadan üzerine tırmanmaya çalışan Çinliler olup olmadığını sordu. Artık hangisinin tuhaf olduğunu kestiremiyorum. Benim kafam karıştı...
Polis araçlarının siren çalarak, içindeki polislerin yollardaki araç sürücülerine megafonla uyarıda bulunarak ilerlemesini görünce, eğitimlerini Türkiye'de tamamlamış olabileceklerini bile düşündüm. Emir veren, dediği dedik olan, uyarılarıyla baskı rejimlerinin yansımasını kullanan trafik polisi, bizim ülkemizdekilere ne çok benziyordu... Geceleri yolları kesip alkol denetimi yapıp yapmadıklarını bilmiyorum ama, aynı yöntemi kullandıklarını duysam hiç yadırgamazdım...
Yoğun akşam trafiğinde polis aracının hemen arkasında duran çekiciyi görünce, "Bu da mı aynı?" diye söylendiğimi anımsıyorum...

ÇARPIKLIK
Söz bir kez trafikten açılmışken, Çin'de gördüğüm çarpıklıkları araçlar ve trafik kurallarıyla anlatmaya çalışmam belki bu yazıları okuyanlar için en iyi örnekleme olur. Çünkü bu tür çarpıklıkları görerek alışmış olan Türk'ler, onların etkilerini kanıksadıklarından yaşamlarına yansıtmıyor olabilirler. Çarpıklıklar durağan yönetimlerin ve gelişmesi beklenen sosyal düzenin yanında yer almazlar. Çarpıklıklar, insanca yaşamak isteyenler için en önemli engeldir. Ya da şöyle diyeyim: Benim için en önemli engeldir. Böylece düşüncelerime başkalarını katmamış olurum.
Yolda yürürken, bir aracın içinden sonuna değin açılmış müzik aygıtından yayılan Çin müziğini duyunca, gülümsemeden edemedim. "Bu özellikleri bize ne çok benziyormuş" diye söylendim.
Yol boyunca dizilmiş lokantaların önünde biriken özel araçları ve kapılardaki güvenlik görevlilerine bakınca, Çin'de de kalbur üstü olmaya özenen "iş adamlarının" bulunduğunu söyleyebilirim. Sanırım buradaki güvenlik görevlileriyle bizim ülkedekiler arasında görevleri açısından önemli bir ayrılık var. Benim bildiğim kadarıyla bizdekiler kendini sınıf atlamış varsayanların, ulu orta üst sınıftan insanların arasına girmelerini engellemek için kapıda beklerler. Aslında "Çiğ" kaçanın nerede olduğunu anlamak çok zor. Kökten soylu olmayınca (Kuşaklar boyu soyluluk kültürüyle yaşamayınca) zengin olsun, üst düzey olsun pek fark etmiyor. Bir yerde, genlerle gelen ve kısacık bir ömür içine sığdırılamadığı için sindirilemeyen içgüdüler, beklenmedik bir anda ortaya çıkabiliyor. Bu nedenle bizim güvenlik görevlilerinin gerçekte ne yaptıklarını pek anlamıyorum. Bunların asıl amacı, içeriye girmiş olanlara göz dağı vermekse, bu kez içerdekilerin neden orada bulunduğunu anlamıyorum... Bunca ayrıntıya neden girdiğimi anlatmak zorundayım. Bizimkilere benzer özel güvenlik görevlilerine Beijing'de neden bulunduklarını açıklamak istiyordum. Buradakilerin amacı doğal olarak bizimkilerden farklı...
Yıllarca toplumda sınıf ayrıcalıklarını yok etmek için çabalamış Çin yönetimlerinin, en az iki kuşak boyunca bu kavramları işlemiş olduğunu (eskiden buna beyin yıkama denirdi) anımsarsak, yeniden sınıf farkı oluşturmaya çalışanların, toplumun tepkisinden korunması için özel güvenlik görevlilerine gereksinim duyulmaktadır. Belki toplumdan biri çıkıp onları kınayabilir ve tüm mutlulukları yok olabilir diye birilerinin çevreyi gözetmesi, onların güçlü korunmasına gereksinim duyulması zorunluluğu vardır. Benim yargım ne derece tutarlıdır bilemem. Ama gördüğüm kadarıyla cebinde birazcık parası olan Çinlilerin, kendi ayrıcalıklarını kanıtlamak istercesine "Şımarık" davranışlarda bulunduklarını söylemeden geçemeyeceğim... Benim gözlemlerine göre, yıllarca sınıfsız toplum düzeninin yıkılmasını bekleyip, akıllarını kullanarak "köşe dönme" emeliyle birden su yüzüne çıkanlar, eskiden aynı düzeyde bulundukları toplumun geneline karşı alaylı bir tavır içindeler. "Bunu nereden anladın?" diyebilirsiniz. "Gördüklerimden" diye yanıtlayabilirim.
Özel araçların çoğunda, sürücünün görüşünü engellemeyecek tüm camların kapalı olduğunu gördüm. İçeride kimin olduğu belli olmuyor. İçerideki halkın gözünden ırak yaşamak istiyor... Tüm araçlarda, lokantalarda hatta birçok evde klima var. Ama bu araçlardaki ayrıcalığı, yirmi beş yıldan uzun süredir İstanbul'da gördüğüm sınıf ayrıcalıklarından edindiğim deneyimlere dayandırabilirim. Aslında sınıf farkını yalnız araçlara bakıp yorumlamak yanlış olur. Araç değiştirerek sınıf atlamak bizim ülkemizdeki insanların küçük bir yanılgısıdır. Çin'de benim gördüğüm; boşalmış olan soyluluk koltuğuna (elli yıldan uzun bir süredir boş) birilerinin oturmak için gösterdiği çaba... Bu yarış, son yıllarda artan bir hızla uygulandığı için çarpık görüntüler oluşmuş, oluşmayı sürdürüyor...
Kaldırımda yüksekçe bir yere kırmızı Çin halısı döşenmiş ve siyah bir araç buraya park etmişti. Aracın hemen yanında küçük bir tabure vardı. Belli ki aracın sürücüsü bu tabureye oturup bekleyecekti. Araçtakiler, kırmızı Çin halısı serilmiş merdivenleri tırmanarak lokantaya girmişler. Kuytu bir köşede söyleşilerini sürdürüyor olmalılar...
Toplumun giremediği bazı yerlerde (Otel lobilerinde, Cafe'lerde) Çinli iş adamları cep telefonlarıyla sipariş alırken en yüksek ses tonu kullanmaya çalışıp, çevresindekilere iş ağının genişliğini duyurmaya çalışıyor. Soyluluk yarışında kendisine yandaş kazanmayı düşünüyor olmalı...
Eski bir Çin konağının önünden geçiyorum. Çok eskilerde geniş ağaçlı bahçesiyle kent dışında soyluların oturduğu konaklardan biri olmalı. Bugün çok ünlü bir Çin lokantası. Ön bahçede park etmiş özel araçlar var (bizdeki kadar çok değil ama yine de sayısı çok). Gece yarısına gelinmiş olduğundan araçların çevresinde lokantadan çıkan Çinliler var. İyi giyimli Çinli bay ve bayanlar gecenin güzelliğini ve mutluluğunu düşünerek birbirleriyle vedalaşıyorlar. Birkaç taksi demir parmaklıklı ön kapının hemen dibinde bekleşiyor. Özel güvenlik görevlisi taksileri giriş kapısından içeriye bırakmamış... Yoldan geçerken düşünüyorum. Görünüşümden yabancı olduğun en az üç kilometreden belli olduğu halde, yabancı olduğum ve param olduğu için bu ayrıcalıklı yere girebilir miyim? Doğrusu denemek isterdim. Ancak, biraz önce kusursuz bir akşam yemeği yemiş ve daha önce buradan yer ayırtmamış olduğum için girişimde bile bulunmadım. Görünüşe bakılırsa, beni içeriye almama olasılıkları çok yüksekti...
Otel ana yolun hemen kıyısında. Yandaki sokağa sapınca, toplumun genelinin yaşamını yansıtan bir görüntü ile karşılaşıyorsunuz... Biraz önce anlattıklarıma hiç uymayan bir yaşam biçimi... Bizim gecekondu bölgelerindeki yaşamla karşılaştıramam ama, yine de ilkel bir yaşam biçimi olduğunu söyleyebilirim...
Bu daracık yolda halkın alış veriş yaparken, bisiklet kullanırken, evine yürürken güldüğünü görmedim. Kısacası mutlu görünen yok gibiydi. Bizim ülkemizdeki gelir düzeyi düşük toplum katmanlarının görüntüsünü andırıyordular. İçindeki isyan, isteksizlik, yetiştirememe ve biran önce her şeye kavuşma isteği, nasıl yapacağını bilememe, gerektiğinde her tür özveride bulunmayı göze alan bir iç yaşamın dışa yansıyan görüntüsü...
Bu sokakta gördüğüm en belirgin özellik, toplumdaki isteksizlik. Tepki göstermeyip sessiz kalınca (belki dolaylı bir baskı buna neden olmuştur) yaşama katılma isteklerini yitirmişler. Onlar için yaşam çok sıradan sürüp gidiyor... İstedikleri değişim gerçekleşmeden (belki de istemedikleri değişim gelişerek) sürüyor... Aldatılmaktan, isteklerinin olmamasından, yenilgiden yılmışlar da diyebilirim... Olmamış. Değişen Dünya koşullarına yeterince ayak uyduramamışlar... Yanılgıya düşmüşler...
Yanılgı sanırım toplumun her kesimini insanca yaşatacak düzeye getirme çabasında yatıyor. Binlerce yıldır yapılamayan, birkaç kuşakta aşılmak istenmiş. Toplumdaki açık (parasal, kültürel ve gelişmişlik açığı) bu kadar kısa sürede kapanamamış. Topluma çok yüce vaatler verilmiş (Bizim siyasetçilerimiz de aynısını yapıyorlar). Toplumun tüm kesimleri umutlarını gelecekteki mutluluğa bağlamış. Kapanamayan açık ülke yönetimini güçsüz bırakmış. Teknolojik gelişme istenilen düzeye çıkamamış. Kaynaklar, genel olarak, toplumu insanca yaşam düzeyine yükseltmek için kullanılmış... Sonunda düşünce, yeterince uygulanamamış ve tükenmiş. Toplum, umudunu yitirmiş olmanı çöküntüsüne gömülmüş... Binlerce yıl uyuşturucuyla uyutulan Çin halkı, şimdi umutla uyutulmuş olduğunu görmüş olmalı... Sigara gibi alışkanlıklara tepki gösteren genç Çinlilerin yanında, duygusal çöküntünün belleklerde bıraktığı bulanık düşüncelerle miskinleşen orta yaşlıların isteksiz davranışları içler acısı... Bizde on yıl kadar önce yaşanan "köşe dönme" yarışının burada gençler arasında sürdüğünü düşününce, yeni koşullara kendi başlarına ayak uyduramayacaklarını anlıyorum. Çinlilerin çok uluslu şirketlerden beklentileriyle içerideki şirketlerin görüşleri farklı. Milyarı bulan (hatta geçen) nüfusuyla Çin çok büyük bir pazar. Ama sanırım unutulan en önemli özellik, toplumun yeterince bilinçli olmadığı... Yeni teknolojik gelişmelere çok yakın değiller... Belki de benim sınırlı gözlemlerim yanılgı doludur (umarım öyledir). Gençlerden ümitliyim. Gördüğüm kadarıyla genç kuşak çok istekli. Sanırım onlar yeni koşullara ayak uydurabilecekler. Gerçi bizim ülkemizdeki gibi atılgan, her yere girip çıkan bir gençlik görmedim ama, şu anda 20-25 yaşında olanların bir çabası var gibi...
İşi neden bu kadar dolandırdım ki? Benim yazmak istediğim: İsteksiz toplumun davranışlarına yansıyan dağınıklıktı. Çinli'ler çok dağınık. Bunun sonucu olan pislik ve pasaklılık her yanı sarmış. İsteksiz olunca evinizi temizlemezsiniz, isteksiz olunca kendinize bakmazsınız, isteksiz olunca çevrenin pisliğine aldırmazsınız...
Ara sokaklarda, kalabalık konutların (büyük apartmanlardan söz ediyorum) arasında dolanırken gördüklerimden yukarıda açıklamaya çalıştığım yorumu yaptım. Aslında su sorunu yaşadıkları için (Çöl çok yakın) Çinli'ler gereğinden az su kullanmaya alışmış olmalılar. Su az olduğu için kullanmamış olmaları bir dereceye kadar kabul görebilir ama, yapıların yıpranmış olması, camların yıllardır silinmemiş olması ve bir çoğunun kırık olması, bahçelerin bakımsız olması suyla ilgili olmasa gerek... Dün yağan sağanak yağmur yollarda çamur göletleri oluşturmuş. Yürürken çamura batmamaya özen gösteriyorum. İnsanı eski evinden çıkarıp, toplu konutlara yerleştirmek yetmiyor. Ona, konut içinde yeni koşullara göre nasıl yaşayacağını öğretmek de gerekiyormuş. Yoksa binlerce yılın alışkanlıklarını sürdürenler, yeni koşulları isteseler de istemeseler de eskiye dönüştürüyorlar...
İnsanlara (bebeklerden esinlenerek bunları yazıyorum) bir şeyleri: önce azıcık, sonra biraz daha çok, her geçen gün artan oranlarla vermeli. Birden sunulan olanaklar insanın geçmişine uyum sağlamıyor, aksaklık oluyor... Geçmişte Fransız devriminde de böyle olmuş. Daha önceleri de, daha sonraları da...

WANG FUJING CADDESİ (KENT İÇİ)
Günüm boş olunca, otelde pineklemektense, kent içinde gezinerek daha çok görmek ve öğrenmek olanağı bulurum diye düşündüm. Taksiye bindiğimde kapıdaki görevli gideceğim yeri taksi sürücüsüne söylemişti. Artık taksilerde bulunan taksimetre sayacında yazan kadarını ödemeye çalışıyorum. Gerçi bazı koşullarda 5 Yuan fazla ödeme yapmak durumunda kalabiliyorum ama, bunu taksi sürücüsüne verdiğim bahşiş olarak değerlendirip üzerinde durmamaya çalışıyorum. Nedense hangi ülkede olursanız olun taksi sürücüsü yabancı olduğunuzu anladığı an fiyatını yükseltmeye çalışır. Buna kendi ülkemde başka kentlere gittiğimde de tanık oluyorum. Taksi sürücülerinin tüm ülkelerin turizm anlayışını baltalayan bu davranışı evrensel bir sorun. Taksi sürücüleri, o küçük kişisel çıkarın, nelere mal olduğunu biliyorlar mı? Örneğin benim Çin hakkında yazdıklarımı okuyanlar "Taksi sürücülerine dikkat!" diye bir uyarı algılamazlar mı? Dünyada kimse aptal yerine konmaktan hoşlanmaz. Kendini akıllı sanarak yabancıları dolandıranlar, bunu en çok bir kez yaparlar. Araç içinde yol alırken yolun ne kadar tuttuğunu bilmediğim için taksimetreye bakınıyorum ama sürücü çoktan onu kapatmış ve ön koltuğun altına saklamış bile. Yine onun parmaklarıyla gösterdiği ücreti ödemek zorunda kalacağım. Ben de salt eğlence olsun diye on beş Yuan hazırladım. Taksimetre on Yuan'la açılıyor. Gittiğim yere en az 20 Yuan yazar. Bakalım ne olacak. Taksi bir ara sokakta durdu ve ücretini isterken eliyle ara sokağın ilerisinin benim gitmek istediğim cadde olduğunu söyledi. Ödediğim ücreti az bulunca taksimetreyi sordum. Ne yazdıysa onu ödeyeceğimi söyledim. Taksimetre hiçbir şey yazmamış olduğu için ödeme yapmam gerekmeyecekti. Sürücü tartışma uzadığında görevli polis gelince, haksız olduğunu bildiği için caddede durmamış, ara sokakta durmuştu. Amacım taksiye ödenecek ücretin doğruluğunu araştırmak olmadığı, bu sayfalara yazacak bilgi toplamak olduğu için daha çok uzatmanın gereği olmadığını düşünerek verdiğim on beş Yuan'ı aldım yerine 50 Yuan ödedim. Taksi sürücüsü üstünü vermemek için çok direndi. Ben Türkçe, o Çince karşılıklı söylendik. Para üstü almak için direndiğimi görerek istemeden bana biraz ödeme yaptı. Dönüşte aynı yol için yarısı kadar ücret ödediğimi düşününce, o adamın para üstü ödememek için neden bu kadar çok direndiğini, nasıl söylendiğini anlamakta güçlük çekiyorum... Bu kadar çok uzatmanın bir gereği yok. Taksi sürücülerini bu davranışı Çin'de yapacağım alış verişi en aza indirmem için yeterli oldu. Eşe dosta, ancak küçük bir anı olacak hediyelik eşya türünden alış veriş yaptım...
Bizim taksi sürücülerimizin aynı davranış içinde olduklarını düşününce onları anımsamadan geçemedim. Onların ülke turizmine ne kadar çok zarar verdiğini şimdi daha iyi anlıyorum. Benim gençliğimde İstanbul turistten geçilmezdi. Hemen her sokakta gezinen turistler vardı. Artık yazın bile turist yüzü görmüyoruz. Onların İstanbul'a gelmemesinde tüm satıcıların ısrarlı mal satma çabalarının etkisi kadar, taksi sürücülerinin kendi çıkarları uğruna verdikleri zarar da eklenmeli... Çinli sürücülerinin benzerlerini kendi ülkemde ve ABD'de gördüğümü söylemek isterim. Onlardan kurtulmak olanaksızdır. Taksi sürücüsünün cebinizdeki tüm parayı almasını engellemekten başka bir seçeneğiniz yoktur. Hele gideceğiniz yere ne ödeyeceğinizi bilmiyorsanız, ödeme yapmak için bozuk paranız yoksa, fazla para ödemekten kurtulmanız olanaksızdır. Taksilerin bu davranışı özellikle Avrupa'da engellenmiş. Bence bizim gibi turizm gelirine gereksini olacak Çin, bizim taksi sürücülerini örnek alacaklarına (yalnız taksi sürücüleri değil, hemen her şeyi örnek almışlar) Avrupalıları örnek almalıymışlar.
Yalnız taksi sürücüleri değil turistleri etkileyenler. Bir de satıcılar var. Her koşulda size zorla bir şeyler satmak isteyenlerden söz ediyorum. Kapalı çarşıdaki çığırtkanlar gibi her dilden konuşup size zorla bir şeyler satmak isteyenler oluyor. Kısacası kolunuzdan tutup tezgah başına sürükleyerek, üç kağıtçı örneğinde olduğu gibi "Bul karayı al parayı" diyerek sizden para sızdırmaya çalışanlar çok olunca, alış veriş yapmanız olanaksızlaşıyor. Bu alış veriş merkezinde vitrinlere bakınırken yanıma gelip ne aradığımı soran Çinli'nin düşüncelerinde yatan gerçek: "Keriz turist geldi. Onu yolalım." olmalı. Yerli halka benzemeyince, çevremdekilere bakmak için durmam bile onlara yeterli bir işaret olmalı. "Alış verişe çıkmış. Ona hemen bir şeyler satmalı..." Benim için ilginç olması ya da olmaması önemli değil. Onların satmak istediğini almalıyım. Sanırım her turist için bu geçerlidir. Salt alış veriş merkezlerini gezmek, bilgi edinmek isteyebilirler. Satıcıların onları rahat bırakması gerekir. Böyle zor bir ortamda Wang Fujing caddesinde gezinmeye çalışıyorum. Hiçbir şey almadan, çevremdekileri inceleyerek dolaşmaya çalışıyorum... Kolay değil. Yolda yürürken bile önünüze çıkıp nereli olduğunuzu soran, bir şey almak isteyip istemediğinizi öğrenmek isteyen ve yalnız "merhaba" demiş olmak için sizinle konuşanlardan kurtulmaya çalışmak çok zor. Eskiden turistlerin casusluk yaptıklarını düşünüp polis onları izlermiş. Anladığım kadarıyla tipi yerli halka benzemeyenlerin bu nedenle peşlerine düşmenin bir gereği yok. Satıcılar onları öyle bunaltıyor ki, kendilerini bir tutuk evinin avlusunda gezinir gibi hissediyor olmalılar...
Görkemli büyük yapıların tümünün alış veriş merkezi olduğunu görünce bu caddenin ne kadar ünlü olduğunu anlamamak olanaksız. Ancak hemen arka sokakta yaşamın ne kadar fakirlik içinde sürdüğünü söylemenin sanırım bir gereği yok... Yol, otobüs ve bisiklet dışındaki araçların trafiğine kapalı. Çarşı iyi düzenlenmiş. Çin'de sigara içme alışkanlığı pek yok gibi. Açık havada bile birkaç kişi dışında kimse sigara içmiyor. Yere izmarit atamazsınız. Cadde çok temiz ve yerde çöp bile yok...

ÇAY TÖRENİ
Çay satan bir mağazanın içine girdim. Tezgahtar bayandan yeşil çay istedim. İngilizce bilmediği için hemen bir başka arkadaşını çağırdı. Ondan çay almak istediğimi söyledim. Büyük bir kutudan yeşil çay çıkarıp tarttı. Bu arada bana "Oturun lütfen" dedi. Onun paketi hazırlaması bitinceye dek oturmadan ayakta bekledim. Sonra satıcı bayanın ısrarı üzerine oval bir masanı önündeki tabureye oturdum. Karşıma oturan bayan arkadaşından biraz çay istedi. Çay gelinceye dek masaya bardakları yerleştirmek ve fincanları düzenlemek türünden hazırlık yapmaya başladı. Arkadaşı çayı getirince, çayı özel kaşığıyla kutudan fincana boşaltmadan önce fincanı (Avrupalının kahve kupası büyüklüğünde) sıcak suyla doldurdu. Biraz çalkaladıktan sonra içindekini hemen yanındaki cam şişeye boşalttı. Ben, bu işlemi bizim çay ocaklarında çaycının soğuk çay bardaklarını sıcak suyla çalkalamasına benzettim. Onlar bardağı sıcak suyla çalkalayıp, birden dökülen sıcak çayın bardağı çatlatmasını engellemeye çalışırlar. Burada işlem benzer ama, sonuç farklı olmalıydı. Bayan (adının Mei Xing olduğunu sonra öğrendim) fincana koyduğu çayı koklamam için bana uzattı. Çok güzel bir çiçek kokusu aldım. Koku yasemin çiçeğinin kokusundan farklıydı. Daha önce alışık olmadığım bir koku... Mei, fincana sıcak su ekledi ve çiçek yaprakları sıcaktan açılıncaya dek fincanın kapağıyla karıştırdı. Sonra karışımı daha önce sıcak su döktüğü cam şişeye aktardı. Bu ara yaprakların şişeye geçmemesine özen gösteriyor, fincanın kapağı ile onları süzüyordu. Çam şişenin dibindeki sarı renkli suya biraz daha sıcak su ekledi ve cam şişeyi önümde duran iki porselen fincandan likör bardağı gibi ince uzun olanına döktü. Benim salt izlediğimi daha önce böyle bir töreni hiç yaşamamış olduğumu anlayıp, uzun fincandan sapsız Türk kahvesi fincanı büyüklüğündeki diğer fincana içeceğim kadar çay dökmemi ve çayımı ikinci fincandan içmemi istedi. Önümde duran iki porselen fincandan kadeh gibi olanına o servis yapıyor, ben kadehten içeceğim kadar çayı kahve fincanına aktarıyorum ve kahve fincanından içmeye başlıyorum. Kadehi kokladığımda aynı çiçek kokusunun çaya da geçtiğini gördüm. O ilk demde, çiçek yapraklarının güzel kokusu vardı. Kadeh boşaldığında çay buharı kadehin ağzından yükselirken Mei, kadehi gözüme götürmemi söyledi. Çiçek yapraklarının buharı göze iyi gelirmiş... Onun dediğini yaparken yaşamımda bu tür bir kür yapma olanağım olmadığı için ilk uygulamanın gözlerime pek yarar sağlamayacağını bildiğimi ama, satıcıyı kırmanın bir gereği olmadığını düşünmeden edemedim. Sonra kahve fincanındaki kokulu çayı içtim.
Çin çayının (Yasemin, yeşil çay ya da çiçek çayı) rengi açık sarı. Şekersiz içiliyor. Ben genelde tüm sıcak içecekleri şekersiz içtiğim için bir sorunum olmadı. O an şekersiz çay içemeyenlerin bu törende nasıl zorlanacaklarını düşünmek bile istemedim: Çinli'den şeker isteyecek, Çinli nedenini anlamayacak, tüm tören bozulacak... Çay töreni, cam şişedeki tüm sarı su bitinceye dek sürdü. Mei Xing içirdiği çayın "Osmanfun" adlı bir çiçek çayı olduğunu söyledi. Belki de aynı çaydan satın almamı istiyordu. İngilizce'si çok iyi olmadığı için böyle bir dilekte bulunmadı. Ama bir Çinli olarak elindeki bir başka ürünü tanıtmasının altında yatan gerçek, ürünü satmaya çalışması olmalıydı. Ben de kötü bir alıcı olarak, sunulan çaydan satın alma girişiminde bulunmadım (Bunu biraz da Çinli satıcılara tepki olsun diye yapığımı belirtmek isterim). Çay töreni bitince, resimlerimizi çektirirken bunu Internet'te yayımlayacağımı söylemeye çalıştım. Mie Xing söylediklerimi anlamadı ama iş yerinin kartını verip adını söyledi (Okunuşu Mayi Mayi imiş). Tüm çalışanlara özellikle Mei Xing'e teşekkür edip çay mağazasından ayrıldım.

ALIŞ VERİŞTE DİNLENME
Nerede satılan mallara baksam, ya da bir malı inceleme kalksam, yanımda türeyen kısa boylu bir Çinli başka ürünü de bana tanıtmaya, zorla satmaya kalkıyor. Bu tuhaf anlayış Çinli'lerin satış politikası olmalı. Bu davranışa bakarak, bir dükkandan yalnız bir mal alarak çıkabilmek mucize olmalı. Birkaç seçenek daha var; Ya çok kararlı olup almak istediğin maldan başkasına ilgi bile göstermeyebilirsiniz, ya da tüm mağazayı kocaman bir konteynere yükleyip onları rahatlatabilirsiniz. Konteyner ülkenize kadar gelir mi bilemem ama, en azından tüm mağazayı satın almanın mutluluğunu yaşayabilirsiniz. Satıcı hemen peşinizden aynı malı bir başka alıcıya satabilir, ya da develere yükletip İpek Yolundan size ulaştırmaya kalkabilir. Bu fantezileri çoğaltmak elinizde. Çin'i gördükten sonra benim aklıma gelmeyecek bir çok yeni yöntemden söz etmeye başlayabilirsiniz... Burası Çin. Bu da onların satıcılık becerisi... Benim bu konuda bir deneme yapma olanağım olmadı. Ama, Karun kadar zengin olsam, sokağa atılacak param olsa (şu anda bile bir çoğunu gereksiz yere harcamak zorunda kalıyorum), bir deneme yapmak isterdim...
Sıcaktan ve yürümekten yorulunca, yol üzerindeki masalara oturup soğuk bir şeyler içmek istedim. Çin'de kolanın tadı çok farklı. İçinde daha çok şeker var. Bizim alıştığımız kola tadını burada bulamadım. Çin serbest piyasa ekonomisine geçmeye kalktığı yıllarda ülkeye ilk girenlerden biri olan Coca Cola, fiyat ve maliyete uygun bir ürün çıkartmış, ya da Çinli'lerin damak tadına uysun diye genelde tadını değiştirmiş. Benim hoşuma gitmedi... Hem Coca Cola, hem de Pepsi Cola denedim. İkisi de benim alışkanlıklarımı bana anımsatmadı... Belki biraz buz olsa daha kolay içebilirdim. Buz konusuna değinmeden geçemedim. Türkiye'de buz istediğinizde bardağa, zorla bir kalıp (top) buz koyarlar. Çin de o da yok. Bizim buz kullanmama konusundaki tuhaf davranışımıza hiç aklım ermezdi. Çinli'lerden miras kaldığını anlayınca bundan böyle bu konusunda eskisi kadar tepki göstermeyeceğim. Binlerce yılın kalıtımsal alışkanlığını yıkamam... Bu kadar sıcak bir ülkede bardağı ağzına değin buzla doldursanız kolayı yeterince soğutamazsınız ama, Çinli'ler hiç buz kullanmıyorlar. Sabahtan beri alış veriş yapmak amacıyla dolanıp durduğumdan çok yorulmuştum. Çinli'ler gibi kapalı yerlerde dinlenmektense açıkta oturmak istememin en büyük nedeni, sokaktaki Çinli'leri daha kolay izlemekti...

GEZİNEN ÇİNLİ'LER
Beraberce gezinen Çinli'lerin çoğu alış verişte beraber karar veriyorlar. Daha doğrusu erkek kadına danışıyor, onun kabul ettiğini alıyorlar. Buna kısaca, kadın karar veriyor diyebilirim. Bu konuda kadının belirgin bir üstünlüğü var... Özellikle gençlerde bu özellik açıkça görünüyor. Erkek ve kadın beraber alış verişe çıkmışlar. Orta yaşlı kadınlar daha çok çocukları olan genç kızlarla alış veriş yapıyorlar. Genç erkeklerin kendi başlarına alış veriş yaptıklarını görmedim. Sanırım bu konuda bayanlar uzman. Erkeklerin yerine de onlar karar verip alış veriş yapıyorlar... Belki kadınlar, erkeklere oranla daha zor aldatıldıkları (ya da çok daha fazla şüpheci oldukları) için alış veriş işini üstlenmişler. Bu onların görevi olmuş. Tüm Dünyada alış verişi sevmeyen kadın olmayacağı için bu seçimi yaparken gönüllü olduklarını bile düşünebiliriz. "Sen karışma. Anlamazsın. Çürük bozuk şeyleri alırsın" diyerek erkeği bu işlerden uzaklaştırmış bile olabilirler...
Bilirsiniz Çinli'ler piyasayı vur-kaç türü ürünlerle doldururlar. Bir keresinde tüm Dünyanın ilgisini çeker, birkaç ayda salgın her yeri sarar, sonra birden mal piyasadan çekilir. Bu kez gördüğüm topaç, her köşe başında satılıyordu. Her yerde dönüp duran çok ilkel bir oyuncak... Yakında tüm ülkelere yayılır...

SAĞLIK
Sağlık konusu Çinli'ler için tutku boyutuna ulaşmış. Sağlığa verdikleri önem sokaklara taşınmış. Alış veriş merkezlerinde, çok katlı mağazalarda, sokak köşelerinde beyaz önlüklü görevliler tansiyon ölçüyor, masaj yapıyor, hatta akapunktur yapanları bile var. Sokakta saçlarına ilaçlar sürülmüş, bedeninin birçok yerine bağlanan tellerle elektronik bir cihaza bağlanmış, sağına soluna batırılan iğnelerle sandalyede sessizce oturan Çinli'ler görüyorsunuz. Alış verişe gelmişken bir de "Check-Up" yaptırayım der gibi bir şey olmalı... Bir Çinli'ye reçete yazmakta olan görevlinin yanından geçerken, "Gel sana da bakayım" dediğini duydum...
Caddede Güneşin etkisi azalıp, yüksek yapıların gölgesi kaldırımları kaplayınca, birkaç masayı birleştiren beyaz gömlekli görevliler, hemen orada bir açık hava polikliniği oluşturdular. Halk, yoldan geçerken elindeki torbasına aldırmadan, satın aldığı malları kucağına, ya da yanına koyup görevlinin karşısında şikayetini anlatmakta, onu dinleyen görevli de uygun öneriler sunmaytaydı. Hatta ilaçlarını nasıl kullanacağını anlatıp sonra reçete yazdıklarını bile gördüm. Bu tür sağlık hizmetini özellikle seçim dönemlerinden önce bizim gezici sağlık ekipleri gecekondu yöreleri için yapar ve konuyu seçim yatırımına dönüştürürler. Ama kentin en büyük alış veriş merkezlerinin hemen önünde böyle bir hizmet sunulduğunu ben görmedim. Görsem de pek hayra yormam...
Sağlık konusunda Çin halkı çok duyarlı. Bir mağazada satılan mallara bakarken öksürdüğümü gören satıcı bayan "Üşüttün mü?" diye sordu. "Hayır sigaradan" dediğimde tuhaf bir biçimde yüzüme bakıp "Neden içiyorsun" demek istediğini gözleriyle söylüyordu. Sonra benim işime karışmış olmamak için sustu. Ama ben bir Çinli olsaydım, kolumdan tutup beni en yakın otacıya görür, sağlık sorunuma bir çözüm bulunmasını sağlardı... Bunu bir insanlık görevi olarak yapacağına eminim...

RESİTAL
Sokak iyice gölgelendi. Güneşin etkisi pek kalmadı. Güneşin kavurucu sıcaklığı biraz azalır gibi oldu. Birden tüm sokağı dolduran klasik müzik konseri dinlemeye başladık. O anda Çin'de Avrupa tarzı klasik müziğin ne anlama geldiğini pek çıkaramadım. Önce halkı çok sesli müziğe alıştırmak için olabilir diye düşündüm. Özgün müziklerini ve ezgilerini dinletmelerinin çok daha iyi olabileceğini düşünerek yürümeye başladım. Birçok Çinli'nin büyücek bir yapının önünde toplandıklarını görünce onlara doğru hızımı arttırdım. Ben de aralarına katıldığımda, biraz önce yapının önünden geçerken fark ettiğim geniş alanda şimdi fıskiyelerden su fışkırdığını gördüm. Müziğin eşliğinde "Dans eden su fiskiyelerine" bakıp herkes gibi olayı izlemeye başladım. Görüntü (Suyun yükselişinin müziğin ezgisine uyumu) olağan üstüydü. En güzeli bu kadar geniş bir alanda sesin kalitesini bozmadan yaptıkları müzik yayınıydı. Ses birkaç kilometre uzunluğundaki yolun her yanından aynı yükseklikte duyuluyordu... Herkesi etkisi altına alan "Dans eden fıskiyeler" yerine beni büyüleyen, sesin bu kadar geniş alanda bozulmadan yayılabilmesini sağlayan elektronik düzen oldu... Çok güçlü bir ses düzeni kurmuş olmalıydılar...

SON GÜN'DE KAHVALTI
Beden saatimi bir türlü düzene sokamamış olduğumdan sabah kahvaltıya yetişemiyordum. Sonunda başardım ve Beijing'de kaldığım son gün oteldeki kahvaltıya yetişebildim. Çin'de kahvaltı da benim için çok değişik olaylarla doluydu. Aslında Çin, beklediğimden daha ilginçti. Doğrusu hemen her koşulda Türkiye'ye benzeyen bir çok özellikle karşılaşmayı beklemiyordum...
Kahvaltı... Çinli'ler de kahvaltıyı bizim Anadolu'da yaygın olan çorbayla yapıyor olmalılar. Oteldeki açık büfeye yaklaşınca yumurta, omlet, domuz salamı ve özel kahvaltı sosisinin hemen yanında bolca çorba çeşidiyle karşılaştım. Otelde kalan Çinli'ler de çorbaya çok ilgi gösteriyordular. Kaselerle çorba içtiler. Hani şöyle iyi bir peynir tabağı, biraz kahveyle Avrupa kıtasına uygun kahvaltı yapmak isterseniz hevesiniz kursağınızda kalır. Çin'de peynir yok... Açık büfenin her köşesine baktım. Tüm meyve suları taze sıkılmış. Bizim otellerimizdeki gibi sulandırılmış yoğunlaştırılmış meyve suyu değil... Yumurta ve omlet her ülkenin damak tadına uygun değişik biçimlerde sunuluyor. Avrupalıların sevdiği domuz salamı da en güzel örnekleriyle açık büfede yer alıyor. Ama, büfede hiç peynir yok. İthal olduğu belli olan reçel, tereyağı gibi diğer kahvaltılıklar var da peynir yok. Poğça, ya da benzeri ekmek ve kurabiyeler var ama peynir yok... Çarşıda dolanırken hiç peynir satıldığını görmemiştim. Yalnız büyücek çok katlı bir mağazada, küçük bir buzdolabına yerleştirilmiş ithal peynirler (birkaç küçük teker) vardı. Çin'de yaşayan yabancılar için getirilmiş olmalı. Fiyatları yüksekti... Sonra birden anımsadım. Çin'de süt satıldığını da görmedim. Belki süt satmıyorlar, belki de hiç yok. Süt, yoğurt ve peynir olmayınca, hayvansal yağların da olmadığını söylememe gerek yoktur herhalde. Çin'de büyük baş, ya da küçük baş hayvan yetiştirilmiyor olmalı. Et gereksinimlerini domuz etinden karşılıyor olmalılar...

İSTENMEYEN İNSAN
Şimdi biraz geçmişe dönelim. Yıllar öncesine, hani Türklerin Orta Asya'da yaşadığı dönemlere değin gidelim... Sanırım benim bu ülkede gördüğüm benzerliklerden esinlenerek aşağıdaki kurguyu yapabilirim. Belki tarihçiler ve toplum bilimciler bu konuları bilimsel dayanakların ışında çok daha doğru bir biçimde yapmış olabilirler. Ama benim yorumlarımda çok büyük yanılgılar olduğunu sanmıyorum...
Вы прочитали 1 текст из Турецкий литературы.
Следующий - Çin Gezisi - 3
  • Части
  • Çin Gezisi - 1
    Общее количество слов 4064
    Общее количество уникальных слов составляет 2197
    26.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.1 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.8 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Çin Gezisi - 2
    Общее количество слов 4020
    Общее количество уникальных слов составляет 2200
    27.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.4 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.1 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Çin Gezisi - 3
    Общее количество слов 3574
    Общее количество уникальных слов составляет 2043
    29.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    42.8 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    50.0 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов