Çin Gezisi - 1

Общее количество слов 4064
Общее количество уникальных слов составляет 2197
26.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
39.1 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
46.8 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
• YOLCULUK
Yolculuğa başlarken bilgisizdim...
• BEIJING'DE İLK GÜN
İlk izlenimler ve gördüklerim.
• EL EMEĞİ GÖZ NURU
El sanatlarında Çinlilerin becerisi ve sanata yansıyan simgeler.
• TRAFİKTE BENZERLİK
Düzensiz trafik nedense Türkiye'ye çok benziyordu...
• ÇARPIKLIK
Geçiş döneminde çarpık ilişkiler...
• WANG FUJING CADDESİ (KENT İÇİ)
Alış Veriş Merkezinde gördüklerim.
• ÇAY TÖRENİ
Çin'de Çay Töreni...
• ALIŞ VERİŞTE DİNLENME
Açık havada dinlenmeye kalktım.
• GEZİNEN ÇİNLİ'LER
Alış Veriş yapan Çinlileri izledim.
• SAĞLIK
Çin'de Sağlık...
• RESİTAL
Dans eden fiskiyelerin resitali.
• SON GÜN'DE KAHVALTI
Çin'de kahvaltı.
• İSTENMEYEN İNSAN (GÜL İLE BÜLBÜL)
Bülbül aşıkmış güle, Gül naz edermiş Bülbüle...
• QUI MEI (KIZIL ALAN)
Tainan Mei'ye ne olmuş?
• DİĞER NOTLAR (KOKU,KORKU ve PARA)
Kısaca kokusuyla, korkusuyla Çin...
• ARTIK DÖNÜYORUM...
Yolculuk biterken
• ÇİN'DEN ÇIKIŞ (UÇMADAN ÖNCE)
Havaalanında karşılaştığım dedikodu ve eleştiriler...
• GELİNCE ÇİN'DEN ANIMSADIKLARIM
Gördüklerimi karşılaştırdım.
• BAKIŞIM DEĞİŞTİ
Bende değişen neydi?

YOLCULUK
- Nereye gidiyorsun?
- Pekin'e.
- Aaa! Pekin Ördeği...
Nedense herkes için Pekin, öncelikle Pekin Ördeğini çağrıştırıyor. Belki de Çin hakkında başka bilgimiz yok (Başkalarını bilmem ama, benim gerçekten yok). Çevremdekilerden öğrenmek istediğimde, kimse Çin hakkında konuşamadı. Belki de onlar da Çin'e hiç gitmemişler. Çin üzerine yazılmış okunabilecek bilgiye de ulaşamadım...
Aslında Orta Çağdan bu yana Çin herkes için gizemli bir Dünya... Marco Polo, Çin gezisinde gördüklerini yazdıktan sonra, Avrupa kendi dünyasından çıkıp, Çin'deki gelişmelere ayak uydurmak istemiş. Bu düşünceden yola çıkınca, İpek Yolu bulunmuş. Avrupa'nın köhnemiş toplum düzeni değişmiş. Toplumsal dengeler bozulmuş... O günlerden bu güne her Çin'e giden eline kalemi almış, gördüklerini yazmaya çalışmış...
Benim önümde dört günlük bir süre var. Bu sürede Çin'de görebileceklerim, kocaman bir odayı küçücük bir delikten izlemek gibi... Belki de çok anlamsız izlenimlerle dolacağım...
Bildiğim kadarıyla Çin'de görkemli bir yaşam biçimi yok. Yine bildiğim kadarıyla çalışkan ve akıllı olan Çinliler sessizce yaşamlarını sürdürüyorlar. Onların yaşamında önemli bir değişim söz konusu olsaydı, yayım organları bir çok haber üretir, ilgimizi Çin'e çekmiş olurdular. Sanırım Çin'de toplum, koşullara alışmış. Milyarı bulan nüfusuyla Çin bugünkü Dünya koşullarına ayak uydurmaya çabalıyor. Bu konuda aklımdaki bir kaç küçük bilgiyle onlara hakkında bir şeyler yazmam olanaksız. Açıkçası göreceklerimi değerlendirebileceğimi sanmıyorum. Önümü görmeden, ne olacağını kestiremeden geçecek dört günlük yolculuğun, dilini, yazısını bilmeden ve anlamadan gezineceğim yerlerde başıma dert açmamasını dilemekten başka bir beklentim yok...

* * *
Uçak kalkmadan biraz önce yolcu bekleme salonuna geldiğimde, buradaki diğer yolculara bakınca, değişik bir ortama doğru yolculuk yapmak üzere olduğumu hemen anladım. Çevremdeki insanların çoğu; Düz siyah saçları, düz göz kapakları altındaki çekik gözleriyle değişikti. Sanırım onların İstanbul'daki izlenimlerinin tersini bende Çin'de yaşayacaktım...
Kocaman iri gözleri, kalkık burnu ve uzun siyah saçlarıyla hoş görünümlü Çinli bayana bakınca, bugün için benim anladığım biçimde güzel denebilecek özellikleri olduğunu düşünüyorum. Bana göre çevremdekilerin en güzeli. Ama, onların bakış açısından aynı derecede güzel görünüyor mu? Bunu bilemiyorum. İnsanların anlayışları ve yorumları çok değişiktir. Yaşadığınız çevrenin beğeni kuralları, gelenekler ve görenekler, dış görünüşün güzelliğini etkileyebilir. Yalnız dış görünüşüne bakınca güzel olan birinin, davranışlarını ve kişiliğini öğrenince iğrenç görünebildiğinin bilincindeyim. Dilini, konuşmasını ve davranışlarını yorumlayınca, (Bu konuda benim hemen hiç şansım yok) aynı bayanın nasıl biri olduğunu doğrusu, öğrenmek isterdim.
Uçaktaki hosteslere bakınca, dört gün sonra ülkeme döndüğümde, çevremdekilerin görüntüsünü nasıl yorumlayacağımı düşünmeye başladım. Belki de hiç birini beğenmeyeceğim. Belki hepsi çok güzel görünecek...

* * *
Önümdeki koltukta oturan, kısacık sarı şort ve ince askılı bluz giymiş uzun saçlı esmer tenli bayan hemen herkesin ilgisini çekti. Yakın koltuklarda oturan gençler, bayanın çevresinde toplandılar. İstanbul barlarındaki gibi topluca ayakta durup, kendi aralarında konuşup bira içiyordular. Konuşma uzayınca boşalan bira kutularını yenilediler. Sanırım ortalama üçer kutu bira içtikten sonra iyice oldular, ya da kendilerine olan güvenleri arttı. Önce yüksek sesle konuşmaya başladılar. Sonra hemen her koşulda kadına bakıp, gözleriyle onu soydular. Aslında bunca emeğe gerek yoktu. Çünkü bayanın üzerinde soyulacak fazla bir şey yoktu. Neden onca uğraş gösterdiklerini anlamış değilim. Kadın, elindeki Çince kitabı okurken, uzun saçlarıyla açık kalan omuzlarını örtmeye çalışarak, kitabın üzerine iyice eğilip bedeninin açık bölümlerini örtmeye çalışıyordu. Koltuğunda iki büklüm oturmuş olması kimsenin umurunda değildi. Alkol, gençlerin kanına karıştığı anda, onların gözleri dönmüş, kadına kur yapmaya başlamıştılar. Bu olanak bir daha ellerine geçmeyecek gibi davranıyordular. Kadın onları istemediğini bir çok kez belli etti ama, onlar kadının davranışına saygı gösterecek durumda değildiler. Belki alkol etkili olmuştu, belki de kalıtımsal barbarlık...
Uçak durduğunda, yaşı gençlerin başında olduğunu gösteren biri, hosteslere dert yanarak aylarca çölün ortasında kalacaklarını söylüyor, yol boyunca davranışlarına yansıyan taşkınlığa neden göstermeye çalışıyordu...

BEIJING'DE İLK GÜN
Güneş doğduktan sonra 10200 metreden uçağın camına yapışarak aşağıya bakarken, amacım Çin Seddi'ni görmekti. Aşağıda görebildiğimse, uzun Gobi Çölü'nden sonra bile kum tepelerinin eksilmemiş olduğuydu. Çok geniş bir alan kızıl sarı renkli kumla kaplıydı. Bazı yerleşim birimlerinin varlığı, kumlar arasında düzeltilmiş ekili alanlardan anlaşılıyordu. Bu alanların çevresindeki tek tük evin, karayolu bağlantısını göremedim. Ne oraya doğru uzanan ince bir çizgi vardı, ne de oradan bir başka yerleşim birimine bir bağlantı. Çöl ortasında Dünya ile hiç bağlantısı olmadan yaşayan Çinliler olduğunu düşünmek bile istemedim. Sonra ülkenin büyüklüğünü bakıp, bu yerleşim birimlerine ulaşan yollar yapmanın, sınırlı gelir kaynaklarının paylaşımı açısından, hiç bir zaman olurlu olmayacağını anladım. Geniş bir bölümü düzlük olan Çin hakkında ilk gördüklerim: Hala yolu bile olmayan yerleşim birimleriydi...
Ülkeye girerken hiç bir zorlukla karşılaşmadık. Hemen tüm yolcular benim gibi ellerini kollarını sallayarak gümrükten geçtiler. "Kimse Çin'e bir şey getirmez" diyerek, boşuna bavul incelemenin bir anlam taşımadığını biliyor olmalıydılar. Bu konuda bizim gümrük kapılarında karşılaştığımız sorunlar aklıma gelince (son zamanlarda bizimkilerin de umursamadıklarını söylemem gerekir), Çinlilerin bize göre biraz daha ileri oldukları kanısına kapıldım. Daha önce yaşamış oldukları düzenin etkilerinden biriyle karşılaştığımı anlayıp, onları kıskandığımı söylemek isterim...
Tüm ülkelerde havaalanlarını benzer yapıyorlar: Çelik bağlantılar, borular, camla ya da metalle kaplı duvarlar havaalanlarının genel görüntüsü... Sanırım bunda amaç: Yolcuların ortam değişimini görüp paniğe kapılmalarını önlemek. Çin'de görüntü Atatürk Havaalanı gibi olunca, ülke değiştirmemiş olduğum kanısına bile kapıldım. Çok şükür yedi saatten uzun süren yolculuğun çoğunda uyumamış olduğun için birçok ülkenin üzerinden geçtiğimizi görmüştüm. Yoksa bizi saatlerce İstanbul üzerinde uçurup sonra "Geldik" diye yine İstanbul'da havaalanına indirebilirdiler. Bilirsiniz bazı taksi sürücüleri bunu pek çok ülkede yaparlar. "Taksimetre daha çok yazsın" diye otelin çevresinde dolanıp durarak müşteriye uzun yol aldıkları izlenimini vermeye çalışırlar (artık bu tür sahtekarlıklar tüm müşteriler tarafından bilindiği için taksi sürücüleri, yine yöntemler geliştirmişler. Bu konuya daha sonra değineceğim). Yolcu taşıyan uçak şirketleri bu tür hileler kullanmadıkları bilindiği için Pekin'e geldiğime inandım. Ama yine de Atatürk Havaalanıyla Beijing hava alanının benzerliği şaşırtıcıydı. Yalnız görevliler değişmişti. Kalın kaşlı, sert sakallı, kıvırcık siyah saçlı görevlilerin yerine oval yüzlü, çekik gözlü, düz siyah saçlı Çinliler vardı.
Havaalanındaki gönüllü Çinli vatandaşın yardımıyla dolarlarımı Çin parasına (Yuan) çevirdim. Aynı hayırsever vatandaş beni kendi özel arabasıyla otele değin götürdü. Yol boyunca bana Çin hakkında bilgi veren bu uyanık Çinli taksi ücretinin iki katından çok para kazanırken, onun sağladığı olanaklarla havaalanından otele değin kliması çalışan bir araçta sigara içerek yolculuk yaptığım ve sürücüden ayrıntılı bilgi alabildiğim için ödediğim paranın karşılığını almış olduğumu düşünerek, kazıklanmış biri gibi üzüntüye kapılmadım. Sonuçta bana hizmet sunan Çinli de mutluydu ben de keyifliydim...
Otele yerleşince biraz yatağa uzanıp dinlenmek istedim. Ama uyuyup kalmaktan korkarak hemen giyindim ve bir taksiyle Sergi Alanına gittim.
Dikkatimi çeken, gözlemlediğim bir çok konu var; Çinlilerin genel görünümü, Türklere olan benzerlikleri (Belki de benim beklentim benzerlik olabileceği konusunda yoğunlaştığı için böyle düşünüyor olabilirim), yapıların görkemli görüntüsü, yollar ve araçlar... Sonra Sergi Alanında gördüklerimi, ara sokaklardaki satıcıları ve diğer ilginç izlenimleri unutmamak için defterime yazmak istedim. Aklımda bir çok konu var. Saatlerdir onları sıralamaya çalışıyorum. Geçmişte hiç bilgi edinmemiş olduğum bir ülke hakkında bir şeyler yazmak doğru olmayabilir. Ama unutulmamalıdır ki ben burada kendi bakış açımdan gördüklerimi anlatıyorum. Böyle olduğu halde sayfalarca yazabilecek bilgi topladım. Çünkü benim için otelde çalışanlardan, taksi sürücülerinden, dükkandaki satıcıdan, yolda yürüyen vatandaştan, otobüs bekleyene değin herkes ilgi çekici, herkes değişikti.
Burada en belirgin özellik, bana baktıklarında Çinli olmadığımın hemen anlaşılması. Bu nedenle ilk sorulan soru: "Nerelisin?" oluyor. Bana soruyu soranların çoğu Türkiye sözcüğünü anlamıyor. Ben ilk anda Türkiye'yi bilmediklerini düşünüp "İstanbul" diyorum. İşte o zaman hafif bir gülümsemeyle "Yaa!" diyerek tuhaf bir biçimde (biraz acıyarak) bana bakıyorlar. Ben Çin'i ne kadar biliyorsam onlar da Türkiye'yi o kadar tanıyorlar. Ama bir çok genç Çinli için durum aynı değil. İstanbul dediğimde Avrupa Kupası'nı çağrıştırıp hemen futboldan söz ediyorlar. Türkiye'yi değil de Milli Takımımızı tanıyorlar. Hemen hepsi İtalya-Türkiye futbol karşılaşmasını izlemiş. Onlar: "Türkiye'yi biliyoruz" derken futbol takımımızı bildiklerini, Türkiye konusunda en ufak bir bilgileri bile olmadığını anlıyorum. Bu o kadar önemli değil. Aslında benim durumum daha kötü. Ben de Çin'i bilmiyorum ve de şu anda Çin'de bulunarak onlardan biraz daha olumsuz koşullar altındayım...
İyi ki futbol takımımız Avrupa Kupası'nda oynama hakkını kazanmış. Dünyadaki bir çok kişi takımızın maçını izledikten sonra haritadan Türkiye'nin yerini öğrenmeye çalışmış olmalı. Ben futbol meraklısı değilim ama, futbolun tanıtım acısından ne kadar önemli olduğunu şimdi daha iyi anladım. En azından Çin'de çok önemli. Siyasetle uğraşmak yerine futbol maçlarında stres atmak, ya da maçı izlerken heyecanlanmak Çinli için önemli bir konu. Bu nedenle futbol Dünya için de çok önemli olmalı (Buradaki gerekçem: Dünyadaki her dört kişiden birinin Çinli olmasıdır). Bayanlar, futbola ilgi duymuyorlar. Çin'de genel olarak bayan ve erkek ayrımı yok ama, futbol konusunda bir ayrıcalıktan söz etmeliyim: Avrupa Kupası Çinli bayanların ilgisini çekmemiş. Ya da benim gördüklerim futboldan ve kupadan söz etmediler...
Kendi ülkemde olsun, bazı Avrupa ülkelerinde olsun sokaktaki insanların yüzlerine bakınca, bakımlı, alımlı, geliri yüksek, fakir, üzüntülü ya da sevinçli gibi yorumlar yapabilirim. Sanırım bunu herkes yapabilir. İçinde yaşadığınız toplumun değer yargılarını bilince, karşınızdakine bakarak yorum yapmak kolaydır... Çin'de sokaktaki vatandaş için aynı gözlemi yapmaya çalıştığımda beceremediğimi söylemek isterim. Kimse hakkında yorum yapamadım. Dediğim gibi toplumun değer yargılarını bilmeyince yürüyen bir insanın bakışlarını yorumlamak olanaksız...Bu nedenle ben, sokaktaki Çinli'nin beden yapısından ve yürüyüşünden başka bir şeyden söz edemeyeceğim.
Çinlilerin beden yapıları bizimkinden farklı. Bacak boyları bedenlerine göre biraz daha kısa. Böyle olunca yürüyüşlerinde tuhaflık var gibi geldi. Bacaklarını biraz daha fazla yukarı kaldırarak yürüyorlar. Ördeklerin perdeli kısa bacaklarını kalçadan oynatırken popolarını sağa sola oynatmalarına benzeyen bir yürüyüşleri var... Bu nedenle ya yüzer gibi kısa adımlarla yürüyorlar ya da ördekler gibi paytak, paytak yürümek zorunda kalıyorlar. Her iki yürüyüş biçimi de benim için değişik...
Sarı ırkın teni düzgün ve pürüzsüz. Kalın bacaklı, kalın ayak bilekli Çinli kadınların duru beyaz tenlerini sergileyen kısa etekler onlara yakışıyor. Daha güzel bacakları olanların eteğin yanındaki yırtmaçtan görünen bölümü erkek gözüyle bakınca, oldukça hoş. Uzun etek giyen Çinli kadınların yırtmaçları oldukça yukarılara çıkabiliyor...
Eskiden (Mao döneminde) tek tür Çinli giysileri varmış. Kadın ve erkek aynı tür giysi giyermiş. Şimdi herkes kendine uygun gelebilecek giysiler seçebiliyor. Tül gibi incecik (saydam) giysilerle sokaklarda dolananlardan, daha sıradan giysilerle yetinenlere değin her türlüsünü görebiliyorsunuz. Lüks mağazalarda bayanlar için takımlar ve çok şık ipek giysiler var ama halk daha çok işporta malı sayılabilecek giysileri seçmişler. Sokaklarda şık giysilerle dolaşmıyorlar. Çoğunluğun giysileri spor. Çok az kişide (belki de görevi nedeniyle) takım sayılabilecek giysi var. Çin askerlerinde, polislerde ve diğer güvenlik görevlilerinde (otel çalışanlarını unutmak istemem) üniforma var. Bunlar rütbe, unvan ve yapılan işe göre değişik biçim ve renklerde. Hepsinde mutlaka apolet var.
İstanbul'daki gibi taksi kalabalığı olan Beijing'de, her on beş arabanın dokuzu (ya da daha çoğu) taksi. Taksi ücretleri de İstanbul'daki gibi... Çok pahalı değil (Pahalılık göreceli bir kavram olduğundan, Avrupa'yla karşılaştırma yaptığımı söylemeliyim). Taksi sürücüsü çelik bir kafesin içinde oturuyor. Çelik kasa onları araç içindeki müşterilerden koruyor olmalı. Daha sonra bu konuya değineceğim ama, taksi sürücüsünün müşterisine davranışı iyi olmadığı için bu tür bir korunmaya gereksinim duyulmuş olmalılar. Taksilerde sürücünün hemen yanına oturmak bir ayrıcalık olmalı. Ben bu kültürü biliyorum... Taksilerdeki taksimetre oldukça gelişkin. Yalnız görüntü değil yasal belge de verebiliyor. Eğer yabancı olduğunuz halde taksimetreyi çalıştırtabilirseniz bu belgeyi alma mutluluğuna erebilirsiniz. Belgenin üzerindeki damgalar bizim ülkemizdeki faturaları öyle andırıyor ki...
Araçların çoğunda klima var. Sıcakta taksiye binen müşteri baygınlık geçirmeden serinlik içinde yolculuk yapabiliyor. Bu konuda taksi sürücüsü müşteriyi mutlu etmeye çalışıyor. Yoksa ödeme konusunda çıkacak bir sorunda, müşterinin sıcaktan tepesinin atmış olması, taksi sürücüsünü ağız dalaşına yenik başlamasına neden olurdu...
Bazı özel araçlarda camlar çok koyu renk, ya da perdeyle kaplı. İçindeki ayrıcalıklı kişinin dışarıdan görünmesini istememiş olduklarını düşünüyorum. Bizde bu tür araç pek yoktur. Perdeli araçların sayıca çok olması bana tuhaf geldi.
Çinliler uzun yıllar kendi mağazalarını açamamış. Devletin mağazalarında çalışmışlar. Devlet görevlisi olarak çalışınca, (Özveri gösterince gelirleri değişmediğinden) hizmetin kalitesini düşünmemişler. Belki de müşteriyi hiç umursamamış olabilirler. Bugün banka çalışanlarında ve gümrükteki görevlilerde görünen önemsememe, belki de o zamanlar herkes için geçerliydi... Bugün Çinli, artık kendi dükkanında kendisi için çalışabiliyor. Çinlinin üstün satıcılık yeteneğini uzun süre kullanmamış olması, kuşkusuz Çinli'lerin yararına olmamış ama, sanırım bizim açımızdan bakınca, bu engel bize yaramış. Yoksa Çinliler tüm Dünyadaki satış zincirlerini çoktan ellerine geçirmiş olurdu. O zaman bizim gibi alıcıların da aldatılmak gibi önemli bir sorunu bulunurdu. Belki bizim için yararlı olacak en önemli kavram, çok ucuza istediğimizi sağlayabiliyor olmamız olurdu. Onların açısından bakınca, daha önce kendileri için sağlayamadıkları birikimi, şimdi tüm güçlerini kullanarak hızla oluşturma yarışına girmişler. Geliri çoğaltmak ve birikimlerini arttırmak en önemli hedefleri olmuş...
Birikimi olmayan girişimci Çinlilerin küçük dükkanlarından oluşan sokakları dolaşırken, ülkemdeki küçük kasabaların vitrini olmayan dükkanları anımsadım. Çeşidi ve malı az dükkanların kepenklerini kaldırınca üç duvardan oluşan alanlarında, duvarlara askıyla dizilmiş giysiler ve diğer mallar, burada alıcının seçeneklerinin ne kadar az olduğunu göstermekteydi. Dükkanlarda birikim olmamasının yanı sıra, halkın da alım gücü sınırlı olduğu için gösterişli mağazaların bu sokaklarda müşteri bulma olasılığı da yok gibiydi...
Sokakta yürürken kendimi küçük bir kasabanın çarşısında dolaşıyormuş gibi hissettim...
Karpuz sergisinde dağ gibi yığdığı karpuzları ve diğer meyveleri satan Çinli, yatağını serginin arkasındaki tahta kerevete katlamıştı. Orada yatıp kalkıyor olmalı... Kocaman ampullerle aydınlattığı sergi alanı, hava karardığında müşterilerin karpuz seçmelerine yardımcı oluyordu. üst üste konmuş karpuzların arasında kesilmiş duran yarım karpuzun görüntüsüne bakıp Çince: "Kesmece bunlar" diye bağırdığını bile düşünebiliyorum...
Güzellik salonları ve berber dükkanları sayıca çok. Bekleyen müşteriler olsun, çalışanlar olsun hiç de alışık olmadığım bir görüntü oluşturuyor. Bayan ve erkek karışık. Bir koltukta erkeğin saçını keserlerken hemen yanında bayanın saçını yapıyorlar... Daha çok Amerika'da olduğunu sandığım döner helezon, bu dükkanların da önünde var. Biraz abartılı boyutlarda olanlarını gördüğüm gibi çok sıradan ve küçüklerini de gördüm. Hepsinin işlevi aynı: Burası berber dükkanıdır...
Sokaktaki sigara satıcıları bizim ölçülerimize göre daha büyük. Gösterişsiz dükkanlarda yalnız sigara satıyorlar.
Bazı dükkanlardaki boş yatakların önce ne anlama geldiğini pek anlayamadım. Kullanılmış yatak örtüleriyle, çarşaflarıyla ne tür iş yaptıklarını çıkaramadım. Bu görüntünün bazı berber dükkanlarında da olduğunu görünce güzellikle ilgili bir şey olabileceğini düşünürken, böyle bir dükkanın önüne oturmuş olan güzel bir bayan "Hello! Masaj" diyerek ne iş yaptığını söyledi. Evet bu dükkanlarda müşterilere masaj yapıyorlar. Çinliler de bizim gibi kendilerini yumuşatacak, rahatlatacak hünerli ellerin önüne uzanıveriyorlar. Sanırım bu konuda hizmet iyi olduğu için istek de var. Çünkü masaj dükkanının sayısı oldukça çok.
Dükkanlarda masaj yaptıranları görmediğim için nasıl çalıştıklarını izleme olanağım olmadı.
Yolda yürürken kaldırıma bırakılmış bisikletlerin çokluğundan, bu düz alanda halkın çoğunun ulaşımını hala bisikletle sağladığını söyleyebilirim. Aslında Beijing düz bir alana yayılmış olduğundan burada bisiklet kullanmak oldukça kolay. Bayır çıkmıyorsunuz, ya da bayırdan aşağıya hızla inip bir kazaya neden olmuyorsunuz. Sürekli pedal çevirerek evden işe, işten eve giderken, bir de spor yapmış oluyorsunuz. "Bisiklet keşke bizim ülkemizde de yaygın bir ulaşım aracı olsaymış" diye düşündüm. İstanbul trafiği rahatlardı. Kocaman araçlarıyla trafikte yer alanlar, bisikletleriyle hem yolları kaplamazdılar, hem de spor yaparak daha sağlıklı yaşam sürmüş olurdular... Çin'de gördüğüm bisikletlerin çok bakımsız, eski ve paslı olduklarına bakıp: "Halkın bir bisiklet bile alacak parası yok herhalde" diye düşündüğümü anımsıyorum. Ama, gerçekte bisikleti yenilemek bu sorunu çözecek gibi değil. Bisiklete bakım yapmak da anlamlı değil. Bu bir dünya görüşü, bir düşünce biçimi. Çinli bakım ve temizlik yapmayı pek sevmiyor. Kültüründe "Çok temiz olmak" diye bir kavram yok. Belki de temizlik için kullanabilecekleri yeterli su olmadığı için temizliğin üstüne çok düşmüyorlar...
Yolun kenarında durup çevreme bakınırken, çok yakınıma değin sokulan bir minibüsün yavaşlayıp kapısı açıldı. İçinden çıkan sürücü yardımcısı yüksek sesle gideceği yol üzerindeki yörelerin adlarını söyleyerek, yolcu aramaya başladı. Bizim E-5 üzerinde çalışan dolmuşlarda da aynı biçimde sürücü yardımcısı kapıdan başını uzatıp: "Erenköy! Göztepe! Bostancı! Haydi! Hemen kalkıyor..." diye bağırır. Sınırların kapalı olması, Bazı insanların binlerce yıl hiç bir kültürel ilişkide olmaması, temelde Çin ve Türk toplumları arasındaki benzerliği yok edememiş... Dolmuş minibüse bakarken onlar mı bize benzemiş, yoksa biz mi onlara benzemişiz pek çıkaramadım...
Otelde Çince konuşulanlara kulak kabarttığımda bazı sözcüklerin Türkçe'ye benzediğini, hatta aynı anlama geldiğini görüp, Çince'yi kolay sökebileceğimi düşündüm. Örneğin önümden hızla otele giren bir bayan, lobideki komiye bir şeyin nerede olduğunu sordu. O sorduğu şeyin ne olduğunu anlamadım ama, kominin eliyle göstererek "Burada" dediğini anladım. Sanırım "Bu" gibi tek heceli işaret sıfatlarının bir çoğu Çince'de de aynı. Önümden yürüyen bayan benimle asansörlere ulaşınca, biraz önce sorduğu şeyin, asansör olduğunu anladım. Bilindiği gibi asansör Fransca'dan Türkçe'ye geçme. Sanırım Çinli'ler ona başka bir ad vermişler. Asansör de çok yıllar önce bulunmuş olsaydı, sanırım Çinlilerle aynı adı kullanıyor olurduk.
Çinli'lerin yakın komşuları olan Türklere "Türkçe" gibi bir şey söylüyorlar. Önce "Türkçe" sözcüğünün ad babası Çinliler olmalı diye düşündüm. Çünkü "Türkçe" bizim dilimize uygun bir ad değil. Türkiye'nin Çince söylenişini yinelerken tüm diller için "ce" ya da "ca" eki getirdiğimizi anımsadım (Almanca, İngilizce gibi). Bir türlü konunun aslını bulamadım. Daha sonra bana tarif etmeye çalıştıkları bir yerin adını Latin harfleriyle yazdıklarında, Türkiye için neden "Türkçe" dediklerini öğrenebildim. Latin harfleriyle bazı dillerde Türkiye "Turquie" biçiminde yazılıyor. Çince'de "Qui" harfleri "Ç" sesini çıkartmak için kullanılıyor. Bu durumda (k harfi olmadığı için) Çinliler Türkiye'yi "Turğçe" biçiminde okuyorlar. Bu gerçeği öğrenince, nasıl sevindiğimi bilemezsiniz. Yoksa bizim ad babamızın Çinliler olduğunu düşünmek, Türklerin de bunu kabullenmiş olduğunu binlerce yıl sonra öğrenmek, bana çok dokunacaktı. Kolay değil, geçmişte kocaman imparatorluklar kurmuş bu insanların kendilerine bir ad bile bulamadıklarını düşünmek kadar üzücü hiç bir şey olamazdı... İlk anda sokaklarda dolaşırken, otelde gezinirken kimselere bakamadığımı, gözlerimi otelin tabanından kaldıramadığımı da söylemek isterim... O günlerde kendimi "Hindi" gibi hissetmiştim...
"Yıllar önce, İstanbul'un Topkapı surlarında bittiği yıllarda (1960'lı yıllar), zamanın yönetimi İstanbul çevresinde oluşan gecekonduları önlemek için Topkapı surları dışında sosyal konutlar yapmış. Bu konutların kirası diğer yerlere göre daha ucuzmuş. Bir arkadaşı, evliliği iyi gitmediği için karısından ayrılmak durumunda kalmış. Yeni bir ev kurmak ve bir an önce eski evinden çıkmak zorunda olduğundan, bu sosyal konutlara bulduğu ilk kiralık eve yerleşmiş. O zamanlar İstanbul'da yapılaşmanın hiç olmadığını (ya da hiçe yakın olduğunu düşünürsek, hemen bir boş ev bulmak her kula nasip olmazmış. Bana olayı anlatan dostum, arkadaşını ziyaret etmek istemiş. Yeni evinin adresini öğrenmiş ve bir pazar öğleden sonra ona uğrayacağını söylemiş. O zaman telefonla haber verme olanağı olmadığını, bu tür görüşmelerin çok önceden saptandığını, birinin elinde çizilmiş bir krokiyle sokak aralarında dolaşıp doğru adresi bulmak için çok emek harcadığını da söylemek isterim. Uzatmayayım, dostum epeyce uğraşıp, dört katlı apartmanı bulmuş. Sokak kapısına gelip girişteki zillerde arkadaşının adını ararken hemen kapının üzerindeki balkondan gelen homurtunun nedenini anlamak için başını kaldırdığında, o daracık balkonda yaşayan bir ayı olduğunu görüp donakalmış. Adam (ayının sahibi) gecekonduda yaşarken bir ayı besliyormuş. İşi ayı oynatmak olduğu için sosyal konuta taşınınca ayıyı bırakamamış. Almış onu da sosyal konuta götürmüş. Sosyal konutta ayının oturabileceği bir yer olmadığından, onu balkona yerleştirmiş. Balkon da öyle büyük bir yer değilmiş. Üç beş metre kare kadarmış."
Çin'de gördüğüm yapılarda balkonda yaşayan ayılar, aslanlar ya da ejderhalar yoktu. Ama, iki olay arasındaki benzerliği anlatmadan bir başka konuya geçmek istemedim... Daha sonra bu konuya ilişkin yorumlarım olacak. Burada daha fazlasına değinmeyeceğim.
Otelin uzun koridorlarındaki hediyelik eşya mağazalarının süslü vitrinlerini görünce, bakmadan geçip gitmemek için koridorda yürümeye başladım. Satıcı bayanlar birer ikişer mağazalardan çıkıp, beni içeriye çağırdılar. Hiç bir şey almayacağımı söylediysem de onların ısrarları bitmedi. Ben açlığımı bastıracak bir yer aradığım için satıcıların Kapalı Çarşı esnafı gibi beni zorla kolumdan tutup mağazaya sokmalarını önledim ve hızla oradan uzaklaşmaya çalıştım. arkamdan bana seslenen satıcı bayanı duymamazlıktan gelirken diğeri onu uyarıyordu: "Gelmiyor. Israr etme". Bana seslenen bayanın da "Ben bu adamı sevdim ama" dediğini duydum. Benim duyduğum kadarıyla aralarında İngilizce konuştular. Belki de düşüncelerini açıkça belli etmek için aralarında benim anladığım bir dilden konuşmları gerekiyordu. Ama bana kalırsa, kullandıkları yöntem benim de çok iyi bildiğim, amacına ulaşmak için kadının dişiliğini kullanmasından başka bir şey değildi. Açlıktan başım dönmeden, kadınların tüm çabalarına karşın otelin cafe'sine doğru yürüdüm.
Dünyanın bir başka yerinde olsam ve önümdeki iki seçenekten biri Çin lokantası olsa, hiç düşünmeden Çin lokantasını seçerdim. Ama Çin'de alışageldiğimiz bir cafe'de Avrupa koşullarında yemek yemeği seçmiş olduğumu öğrenip "Ne tuhaf adam" demeyin. Çin lokantasında yiyeceğim yemeğin adını bile okuyamayacağımı düşünüp, olmadık bir şeyler seçmek ve zorla yemek istemediğim için bu seçimi yaptım. Halbuki her tür gelir düzeyine ve damak tadına uygun istemediğiniz kadar çok Çin lokantası vardı. Ama bu lokantaları bana tanıtacak, beni gezdirecek ve bana kılavuzluk edecek bir Çinli yoktu. Böyle biri olsa Çin Lokantaları ve yiyebileceğim yemekler konusunda sayfalarla yazı yazabilirdim. Sonunda cafe'deki menüyü okuyup, anlayabildiğim yemeklerden birini seçerek açlığımı bastırmanın kolayına kaçtım...
Çin'de cafe'de de olsam makarna iyi bir seçim olur diye düşündüm. Ne de olsa makarna Çin'den tüm Dünyaya yayılmıştı. Domates soslu makarna İtalya'nın spagettisi gibi değil de bizim alıştığımız haşlanmış makarnaya daha çok benziyordu. Uzun süre burada kalıyor olsam, ülkemi ve evimi özlediğimde Çin makarnası yerim. Sıla özlemimi makarna giderebilir. Karnımı doyurduktan sonra yatmak için en az iki saatim daha olunca, koridora dönüp hediyelik eşya mağazalarını gezmenin iyi olabileceğini düşündüm. Hem orada beni bekleyen ve mallarını satmaya çabalayan satıcıları görüntümle bile mutlu etmiş olacaktım.

EL EMEĞİ GÖZ NURU
Alım yapmam gerekmediği konusunda güvence vermelerine inanarak ilk mağazaya girdim. Bir başka dostumun bana: "Sen adamı bir kez abdest almamış da olsa camiye sok, nasıl olsa ona namaz kıldırırsın" dediğini anımsadım. Kendime hiç bir şey almayacağım konusunda telkinde bulunmaya başladım. Yol yorgunluğunu hala üzerimden atamamış olmam, sanırım bu kararımı değiştirmemi engelledi. Yoksa satıcıların beceriklilikleri karşısında bir çok hediyelik eşya almış, paketlerle odama dönmüş olacaktım. Mal satın almak sorun değildir. Sorun; Bunca malı küçücük bavullara tıkıştırmak, yer kalmadığı için ucuzundan yeni bavul satın almak ve onları havaalanına değin taşımaktı. Bu kez bavullarla dolu bir yolculuk yerine küçücük bir valiz ve el çantasıyla eve dönmek istiyordum.
Çin'deki hediyelik eşya dükkanları, bu ülkede yaşayanlar için sıradan, bizler için olağan üstü bir çok el emeği malla doluydu. Ben bu mallara bakıp nasıl bu kadar ince işçilik kullandıklarını öğrenmeye çalışırken, satıcıların gözünde hiç bir değeri olmadığını, aynı türden bir çok kopyayı peynir ekmek gibi sattıklarını söylemek isterim...
Girdiğim ilk dükkanda gencecik iki satıcı hemen çevremi sardılar. Ben yalnız çevreyi taradığımı söyledimse de onlar bana yardım etmeyi akıllarına koymuş olduklarından benim söylediklerimi hiç dinlemediler. Hemen bana mallarını tanıtmaya başladılar. Bildikleri İngilizce'yle, bir çok malı uzunca bir süre tanıttılar... Çin'de kullanılan simgelerin her birinin ne anlama geldiğini, ne için yapıldığını ayrıntılarıyla anlatmalarının en önemli nedeni o gün mutlaka bana bir satış yapma isteğinde olmalarıydı... Bu konuda ne kadar ısrarcı olduklarını anlatamam. Malın bedelini indirmek, en güzel paketi yapmak gibi akla gelebilecek her türlü çareyi düşündüler... Ben alış veriş yapmama kararında olduğum için onların ısrarlarına hiç aldırmadım.
Çin'de "pilly" zenginliği simgelermiş. Zengin ve mutlu bir yaşam beklentisi, eşyalarda kırmızı pilly süsleriyle simgelenirmiş... Gül dişiliğin simgesiymiş... Ben mallarda simgeleri görünce, Çinli'lerin evlenince mutlu ve zengin olabileceklerini düşündüklerini çıkarttım. Mutluluğun, bereketin ve bolluğun evlenmekle ilişkisini bu biçimde yorumlamak, onların köklü kültürünün bir parçası olmalı. Biz bu kültürü neden onlardan almamışız, aldıysak bile nasıl yozlaştırmışız onu bilmiyorum... Bu konuda biraz daha uzun kalıp Çin'de aile yaşamının bize yansıyan bölümlerini incelemek gerekir.
Çinliler aslan ve ejderha gibi hayvan figürlerini erkeğin gücünü simgelemek için kullanmışlar. Ama tüm hayvanlar salt erkekleri simgelemezmiş. Bazıları kadınları da simgelermiş. Yapıların kapı girişlerindeki aslan heykellerinde biri (genelde soldaki aslan) erkeği simgelermiş. Ayağının altında bir küre (top) bulunurmuş. Küre Dünyayı simgelediği için bu aslan Dünyaya egemen olan erkeğin gücünü gösterirmiş. Kadını simgeleyen aslan ise kapının diğer yanında oluşmuş. Ayağının altındaki bebek aslan (yavru aslan), kadının üretkenliğini ve sevecenliğini yansıtırmış...
Satıcı bir cam küre gösterdi. Kürenin içi resimlerle süslenmişti. Altındaki delikten küçük fırçalar sokularak boyama yapılmıştı. Bu tür işlemenin kolay olmadığını bildiğim için malın neden bu kadar değersiz olduğunu anlayamadım. Çin'de emek para etmiyor, ya da Çinliler akıllarını kullanıp, harcanan emeği en aza indirgeyerek ederini azaltıyorlar. Ucuz ürün, bol satış onların politikası olmalı. Yoksa malın ederini bilmemeleri olanaksız. Özellikle satıcılık konusunda kalıtımsal becerilerini, malın bedelini saptamada kullanamadıklarını söylemek biraz tuhaf olur.
Birden rafta duran bir porselen fincan dikkatimi çekti. Çok güzel süslenmişti. İncecikti... Hatta porselen değil de boyanmış cam fincan olduğunu bile düşündüm. Eğer porselen üzerinde küçük pirinç tanelerini görmeseydim cam olduğunu iddia edebilirdim. Küçük pirinç taneleri porselen yapılırken hamurun içine yerleştiriliyor, fincan üzerindeki boya porselen pişirildikten sonra yapılıyormuş. Elle işlenmiş çok hoş bir porselen fincan. Satıcı benim pirinç tanesi olarak bildiklerimin, pirinç tanesi olmadığını söyledi. Porselenin tüm özelliklerini kullanarak, onu bana anlatmaya çalışarak, boyaların kabartma olduğunu söyleyerek, porseleni ışığa tutunca nasıl aydınlandığını göstererek (porselen alırken bunun yapılması gerektiğini ayrıca belirttiğini eklemek isterim) beni kandırmak için çok uğraştı. Sonunda "İşlerin iyi olmadığını, bugün bana mutlaka bir şey satmak istediğini" söyleyerek bu mağazadan mutlaka bir şey almadan çıkmamı istedi. Çünkü dışarıya çıkınca bir daha dönmeyeceğimi ve mağazasından başka bir şey almayacağımı o da biliyordu....

TRAFİKTE BENZERLİK
Вы прочитали 1 текст из Турецкий литературы.
Следующий - Çin Gezisi - 2
  • Части
  • Çin Gezisi - 1
    Общее количество слов 4064
    Общее количество уникальных слов составляет 2197
    26.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.1 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.8 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Çin Gezisi - 2
    Общее количество слов 4020
    Общее количество уникальных слов составляет 2200
    27.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    39.4 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    46.1 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Çin Gezisi - 3
    Общее количество слов 3574
    Общее количество уникальных слов составляет 2043
    29.0 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    42.8 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    50.0 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов