Turkisharrow-right-bold-outlineTurkish Learn Turkish

Literature examples of 'öyle' in Turkish language

Rize, Eylül 1989 BENİ ANLAMAYAN DOSTUMA çağla'ya Adını yazmıyorum ama beni anlamayan dostum Sen kendini bilirsin Bir gün belki anlarsın beni Ben olmasam da sen ardımdan söyle -Haklıymışsın, de Ben duyarım Ben ki seni görmeden gözlerimin önünde hep hayalinle yaşadım Ben ki seni işitmeden kulağımda hep sesin yankılandı Şimdi beni anacaksın da ben duymayacağım Olur mu olur mu hiç Söylenmeyeni duyan söyleneni duymaz mı Aslında üzgün değilim beni anlamadığın için Belki şuç bende yeter derecede anlatamadım Ya da yanlış insan seçtim Yanlış insan seçmiş olsam da üzgün değilim Seni tanımış olmak bana yeter Üzüdüğüm tek şey kendimi sana anlatamamam Üzüldüğüm tek şey -haklıymışsın, dediğinde üzüleceğin olman O zaman filozofu anımsa "Pişman olacağın şeyi yapıp sonra pişman olma" diyen filozofu Üzüleceğim tek şey pişman olacağın Ve o zaman senin üzüleceğin geç kalmış olman filozofun haklı olması geçmişe dönememen Sana bugünden söyleyeceğim üzüleceğini bildiğim halde üzülmemen olacak Ben hiç pişman değilim güzel bir insanı tanımaktan Hiç pişman olmayacağım beni anlamasalar da güzel insanları tanıyacak olmaktan Dileğim birgün bu gerçeği de görmen Hoşçakal anılarımda kalacak güzel insan Hoşçakal beni anlayamayan ne ilk ne de sonuncu insan Hoşçakal Hoşçakal demeden önce güzelim demek istediğim güzel insan hoşçakal Ankara, 24 Aralık 1993 SONSUZLUK Ağlamak istiyorum ağlayamıyorum Kendi içimde kalmışım kapalı kendime ulaşamıyorum Her yanım açık ama ben hapsedilmişim Mavi gökle sınırlı sonsuz bir evrende Yalnız bedenimle kaplı tenimin içinde Ankara, Ocak 1992 YOL GEÇİT VERMEZ herkes bu yolda çınar olamaz kilometretaşı olamaz örneğin her insan kimileri çakıltaşı kimileri harcı kumu olacak bu yolun kimileri alanlarda bir çiçek bir heykel bir korkuluk belki herkes çınar olmak için diretmesin kilometretaşı olmak için birilerimizin de çakıl kum beton olması gerek herkes çınar olursa yol geçit vermez herkes kilometretaşı olursa hedefe ulaşıldı sanılır geri dönülür ama bir çakıl olmazsa yol geçit vermez eğer çakıllar çok olmazsa harç eksik olursa yol sağlam olmaz o yol ki bizi hedefe ulaştıracak olan yoldur onun için yolu sağlam kuralım hedefi hep önümüzde tutalım kimileri çınar kimileri çakıl olsun çınarlar çok olursa yol geçit vermez bir eksik çakıl geçitin önünü tıkar ben kendi adıma istemeyenlerin yerine bile çakıl olurum yolunu yapmak için hedefin ve o yolla ulaşmak için hedefe amacımız bu değil mi öyle ya da böyle o hedefe ulaşmak çakıl olmak istemeyenler engel olmasınlar yeter hem de anımsasınlar engellerin nasıl aşıldığını her engel gibi onların da aşılacağını unutmasınlar bu yolda herkes çınar olamaz kilometretaşı olamaz örneğin her insan kimimiz çınar kimimiz çakıl olup bizi hedefe taşıyacak yolu kuracağız sonra önümüze çıkan engelleri aşarak sağlam adımlarla hedefe yürüyeceğiz bir çakıltaşı bile olsak hedefe ulaşmanın onurunu yaşayacağız birileri insanları yarı yolda bırakmanın onursuzluğunu yaşarken Ankara, 1 Eylül 1995 YAŞAM SEVMEKTİR İNSAN GİBİ seda'ya bağlanmak korkusu yok artık üstümde bu yükten kurtuldum kurtulamadığım bu yükten dolayı istemeden kurtulduğum nice güzellikten sonra yitirmemek için yenilerini şimdi herzamankinden çok bağlanmak istiyorum sevda tadında umut tadında yaşam tadında bağlanmak yitirdiklerimi geri almak coşkusuyla sana bağlanmak sevdana umuduna umutsuzluğuna ortak olmak yanlızlığimda yanımda sıcaklığıni teninin ve umudunun hissetmek istiyorum dokunmak ellerimin arasında tutmak istiyorum yaşamı sevinçli günlerimizde sevinçle üzüntülü günlerimizde üzgün ama yitirmeden umudumuzu omuz omuza verip dolaşmak yağmur sonrası baharında sokakların dallarda yeşeren bizim umudumuz yapraklara bakarak kaldırımları kaplayan içimizden yitip giden sararmışlıklara bir tekme de biz atarak ve çocuklar gibi şen kucaklamak dünyayı kahkahayla coşkuyla heyecanla hiç bitmeyecek ve koyun koyuna paylaşmak yaşamı bütün yorgun günlerin sonunda doğacak güneşi ortak düşlerimizle yeşeren umutlarımızla güneşin temizliğinde karşılamak yanımda yeni bir güne merhaba diyen gülen gözlerle seni görmek işte bütün bunlar için bu ben ve bunlar var artık o ben neden bunları yapamadı bırakın bu da orada kalsın o ben gibi ama aşık olmak zor işmiş anlıyor musun yaşam zorlukları aşmaktır anlıyor musun tek umudum yaşam sevmektir sevmek hiç birşey beklemeden çocuk saflığında sevmek insan yüceliğinde sevmek sevmek anlıyor musun ve beni gerçekten anlıyor musun anlıyor musun tek umudum sende bunu bil yeter umudumun kır çiçeği kardelenim Ankara, Şubat 1995 YAŞAMDAN AYRILMAYA HAZIRIM Ölmekten korkmuyorum Ölmekten korkmuyorum ama bu yılanlara bu çiyanlara karşı verdiğimiz savaşta dostlarımı yalnız bırakmaktan korkuyorum Ölmekten değil ama bu onurlu savaşın zaferini görememekten korkuyorum o coşkulu mutluluk dolu günde halkımın sevincini paylaşamamaktan korkuyorum Yine de mutluyum Savaşı sürdüren yoldaşlarımı zaferini paylaşacak halkımın bırakıyorum geride Hiç korkum yok ama beklenilen zaferin gelmemesinden Ankara, 21 Kasım 1994 YALNIZLIK ŞEHRİNDEN devrim'e sen beni bu şehirde yalnız bırakıp gittin ama dostluğunu hep yanımda duyuyorum ve unutma dostluğum hep seninledir bütün doğallığı içtenliği ve beni tanıdığın gibi bu kocaman yalnızlık şehrinde hem de betimleyemediğim şu kötü günlerimde tek neşe kaynağım seni de yitirince iki gün bile dayanamaz oldum ama bana yakışanın senin yakıştırmanla direnmek direnç göstermek zorluklara yenilmeden onlari aşmak olduğunu anımsadım senin dostluğuna gerçekten layik olmak için en azından bunu yapmam gerektiğine kendim için olmazsa bile senin için karar verdim senin sorunlarına belki çözüm olamadım sana ulaşamadığımdan biz bu kadar uzak mıydık bunu da öğrenmiş oldum böylece güzelim inan bütün içtenliğimle sorununu paylaşmak olabilirsem çözüm olmak istedim öyle laf olsun diye söylenenlerden değil bunlar zaten sen beni bilirsin ya da bildiğini sanıyorum gerçekten çok üzgünüm nedeni ben olmasam da senin bu şehirden üzgün ayrıldığını bilmekten bu yalızlık şehri inan senin yokluğunu hissedecek o şen ve hiç dinmeyen kahkahanı dudaklarından eksilmeyen tebessümünü arayacak ben de bu da bir soruna yanıt oldu böylece bu yalnızlık şehri sensiz bir o kadar daha yalnızlaşacak içinde ki binler için değilse bile bu bir tek kalp için bir daha bu yalnızlık şehrinden sorunlarından kaçmak için ayrılmaya karar verdiğinde bir kere düşün yine de gitmeye karar verirsen sorununu çöz öyle git döndüğünde seni karşılayan o olmasın diye sorunlardan kaçmakla kurtulamazsın bunlar sana dost sözleridir güzelim Ankara, 27 Haziran 1995 DOSTA SON SESLENİŞ Dostluklarından her zaman onur duyduğum ve duyacağım dostlarıma Dostluklardır insanı ayakta tutan Ona yaşama gücü Zorlukları aşma gücü Yarınlara ulaşma umudu veren Ve bizlerin gereksinimi var dostluklara Suya gereksinimi olduğu gibi çiçeğin Aydınlığa gereksinimi olduğu gibi umutların Benim gereksinimim var dostluklara ve dostluğuna Şaraba ekmeğe ışığa ve umuda olandan fazla Dostluklara ve dostluğuna bunca önem şaraba verdiğimdendir Yıllar sonra azalan değil artan olduğu için güzelliği Sevgiye önem verdiğimin nedenidir Bölüşüldükçe dostlarla artan tek güzellik oluşu dünyada Yüreğimde seviler taşıyorum dostlar ve beni sevenler için Hep güzellikler mutlu yarınlar güzele ulaşılan günler Yaşanmaları için birlikte ya da ayrı Ve istediğim bir şey yok Gülen bir yüz insanları seven bir yürek ve beni unutmaman en azından kısa bir süre için Şarabını yudumlarken Sevdayı yaşamın doruğunda içinde duyarken Yurdumun güzelliklerinde beni anımsa en azından olsa bile İnsanları düşünürken Taşların arasında güneşi görmeye çalışan doğa parçası beni de anımsa bir parça dostlukla Ve Türkiye'mi sensiz elleri düşünürken Sensiz ellerde bir başına bıraktığını da bir düşün Ulaşmak istediğin Yarın için umut kurduğun yurdun dostların ve kendin için Kurduğun umutları yaşamın doruğunda mutluluklar içinde Ülkenin şafağında karşılaman görmen ve yaşaman dileğiyle Tüm yaşamın düşlediğin gibi Yaşamın bir düş gibi olsun Ankara, 7 Temmuz 1993 ULAŞILAMAYANA MEKTUP Bir kaçışın ezgisi değil bunlar öyle olsa ayrılık türküleri çalardı Bir korkunun bir yalnızlığın sözleri de değil Bütün bu duydukların belli ki uzakta bir yerlerde bir gönüle bir sevgiye bir dosta ulaşamamanın sevgisizliğidir Sevdanın yürekte dokuduğu kırmızı gülün solduğu anda Sana ulaşmanin istemidir Anlama bütün bunları sevginden kaçış dostluğundan kopuş Bütün bunlar sana ulaşmadır Bütün bunlar dostluğunadır Ve bütün bunlar insanın insanı bir bahar gibi bir güneş gibi ve gökkuşağının renkleri gibi ayrı ayrı ve hepsini ayrı bir doyumla sevmenin ulaşmasıdır Güzelim bu sana ulaşmanın türküsüdür Bir insan olarak benden bir umut olarak sana sevdalarım sevdalı yarınım Ankara, 4 Haziran 1993 DOSTA ÖĞÜTLER Ezilmiş bir insan görürsen adını Özgür koy Ezilmişliğin içinde özgürce yaşayan ezilmişlikte özgür olan Bir savaşın içinde sonunu bekleyen bir çocuk görürsen Adını Barış koy çok beklemeden gülsün diye Güneşli bir bahar günü Kırlarda bir kız görürsen koşan çiçek toplayan Onu Burcu diye çağır Çiçeklerden güzel koktuğunu anlasın diye Ve dostum Kavgamızda bitkin düşenleri Umut diye çağır Yarının umudu güç verir onlara savaşma azmi Onlar bilir yarının bizim olduğunu Ankara, 25 Temmuz 1990 -GREVİN ANISINA- ZONGULDAK MADEN İŞÇİLERİNE Umut dolu yürekleriniz yer altında körelmesin İnanın o sevginizdir ki yeryüzünü aydınlatan Unutmayın işçi dostlar Sizin gücünüz sizin yarınınız olacak Savaşarak aldığınız kazanacağınız mevziler Aşağıda yalnızsınız yukarıda kenetlenmiş yüreklerle Yürüyün yollar sizin olsun Haykırın haksızlığı bütün sözcükler sizin olsun Savaşın bütün alanlar sizindir Ama dönmeyin dönmeyin hakkınızı almadan Çocukların umutlarını kırmayın Geri dönmeyin Ne olursunuz umutsuzluğa kapılmayın Yaşamımın umutsuzluğu umutlarında çözülecek Sevgilerin tadı yaşanmışlıkta belirecek İnsanlığın yarınları güneşle değil Senin savaşımınla doğacak kendini bulacak Ve senin gücünün doruğunda olan yaşam halka taşınacak ODTÜ, Aralık 1990 RÜZGAR ÖLÜSÜ Ölümü rüzgara bırakın Rüzgar eser bazen şiddetli alıp götürür beni uzaklara düşümde Rüzgar bazen çok durgun yaşarken duymadığım melodiyi fısıldar Rüzgara bırakın beni ki Doğayla bir bütün canlılarla kardeş olayım Zaten yaşa mıyormuyuz kardeş olmak için doğayla Yaşamda ulaşamadığım kardeşliğe Doğayla Düşümde ulaşayım ölüm ulaşsın Ölüm yapamadıklarımı yapsın benimle kardeş olsun Ben ben olamazken O ben oldu rüzgar altında Rüzgar bizi ayıran bizi birleştiren kardeşliği yok eden kardeşliği kuran Rüzgar hey rüzgar Birleştir beni ölümle ayır beni ölümden Ben sözünde durmayan bir neyim Bilmiyorum belki ölüm belki yaşamım belki hiç biriyim ama ben senin bir parçanım Rize, 14 Nisan 1988 BENİMLE.

Ankara, 6 Ekim 1995 BİRGÜN birgün yolun düşerse o diyara eski günleri bir an anımsa gez dolaş sonra bir çeşme başında otur iki kadeh kendin için bir tane de benim için iç eski güzel günlerimizin anısına deyip ulu çınarı da tanık tut hep yıllar sonra o topraklara birlikte dönmeyi düşlemez miydik birlikte kurduğumuz düşleri canlandır usunda geriye kalanları düşün bu diyardan göçüp gidenleri yadet kaç kişiydik kimler kaldı neler düşledik neler oldu birgün güneşin doğduğu yerlere gidersen hele bir de başakların yeşerdiği zaman gidersen önce güneşin doğuşunu izle öyle bir izle ki hiçbir rengini hiçbir demini kaçırma senin gözlerinle izleyeceğiz doğuşunu güneşin benim yerime de kokla Anadolumun güzel toprağını benim yerime de yüzünde hisset başakları nazlı bir gelin gibi sallayan rüzgarı ve o temiz havasıyla doldur ciğerlerini hepsini hemen kullanma bir nefeslik de bana getir sen orada benim özlemli olduğum ne varsa hepsini yaşayacaksın doya doya yaşa kendin için yaşa ama ne olur eski güzel günlerin anısına benim için de gez dolaş sonra çeşme başına dön soğuk akan kaynak suyundan önce kendin için sonra benim için kana kana iç çölde susuz kalmış gezginin suyu buluş sevinciyle başaklar arasında otur bir zaman sonra sonra son demlerini al ve yüzünü dön güneşin battığı yere günü güneşin batışıyla bitir ama o güzelliği bedeninin her hücresinde hissederek yaşa bir daha bulamaya bilirsin birgün yolun düşmese bile o diyara mutlaka git kendin için olmazsa bile bizim için git bizim için olmazsa bile eski güzel günlerimiz için git yaşadıklarımız düşlediklerimiz için anılarımızı yaşatmak için en azından ama mutlaka git bir sen kaldın o diyarları dünya gözü ile bir daha görebilecek ne mutlu sana ki yıllar sonra birlikte dönmeyi kurduğumuz toprakları son bir kere bile olsa sen göreceksin ne mutlu sana senin yerinde olmak için neler vermezdim neler Hoşcakal güzel dostum birgün mutlaka görüşeceğiz görüşemezsek bile düşlediklerimizde usumuzda anılarımızda zaten hep birlikteyiz hoşcakal güzel dostum Ankara, 10 Ekim 1995 DÜŞ HIRSIZI Ne olduğunu üç tekerlekli bisikletin askerlik sonrası çalışmaya başladığım fabrikadan hırsızlık yaptım diye kovulduğumda öğrenmiştim Çocukların düşlerini çalıyormuşum Ankara, Mart 1996 GÖZLERİM BİRİLERİNİ ARIYOR Boş sokaklarda gözlerim hep birilerini arıyor Neden boş sokaklarda ayrıldığımızda sokaklar boş muydu şafağın boş sokakları mıydı yoksa gecenin boşluğu mu Onun her an çıkıp gelerek boşluğu dolduracağını mı umut ediyorum kimbilir Yoksa sokakların boşluğunda içimde ki boşluğu mu görüyorum Sokaklar bomboş uzayıp gidiyor Gözlerim hep birilerini arıyor Kalbim bomboş bir zamandır Gözlerim hep birilerini arıyor Ankara, 3 Nisan 1996 SİYAH BEYAZ ÖYKÜLER siyah kirlenme ise beyaz da kirlenmenin habercisi beyaz temizlikse siyah da yüzü ağartılacak olandır siyah Afrika ise utanması gerekendir beyaz beyaz Türkiyemse sokaklarında yaşananlar siyahtır beyaz o insanlarsa siyah yöneticilerin vicdanıdır Ankara, Şubat 1996 HADİ DÖNSENE o kadar uğraştım gülen yüzde ağlamanın nasıl durduğunu merakımdan seni ağlatamadım oysa sen gidişinle beni ağlattın ne vardı sanki gidecek bunu bilerek mi yaptın benim yaptıklarıma inat mı beni ağlatmak için mi tamam başardın o halde hadi dönsene neden uzaklardasın yine söz seni ağlatmak için uğraşmayacağım eğer tek neden buysa Ankara, 3 Haziran 1996 KENDİMLE HESAPLAŞMAM beni buralara bağlayan ne bir umut mu yeşerecek bir dal mı beni buralara bağlayan ne neden kopamıyorum bu yurttan bataklığın içine batar gibi her kaldığım zamanda daha kötü bağlanıyorum kurtulamıyorum beni bu yurda bağlayan ne bir dostlarım geliyor aklıma bir sevdiklerim bunca çirkefe bunca iğrençliğe karşın beni bu yurda sıkı sıkıya bağlı tutan bir dostlarım geliyor aklıma bir sevdiklerim bir de bu yaşlı kalbi vatanı çağırıyor ölümü yaklaşan filleri atalarının çağırdığı gibi ah bu kalbim getirdi beni buraya nereye götürecek olmaz bu kadar duygu yüklü olmaz bu kadar duygusal olmaz mı olmazdı be dostum bu kalp olmasaydı nasıl yaşardım bunca güzelliği bir tek yurdundan kopmak için onca güzelliği nasıl bir yana itersin itemezsin bilirim fare olamayacağını da batıyorsa bu ülke kalan son nefer sen olmalısın sana öyle diyor geleneğin bulacaksın doğru olanı kalbini çağıran yurdunun topraklarına kulak ver neden kopamadığım orada yatıyor Ankara, 29 Mart 1996 YALNIZ SANA Müjgan'a Ama ben en çok şeyi En kısa zamanda sana söyledim.

Asaf Gözlerimi sensiz bir Ankara sabahına açıyorum Ağzımda acı bir tütün tadı Başımda akşamdan kalma bir ağrı Dilimde yarı acı yarı tatlı bir ıslık Gözlerimi sensiz bir Ankara sabahına açıyorum Havada sıkıcı kurşuni bir ağırlık İçimde boğucu bir karanlık Birazdan yağmur yağacak Gözlerimi sensiz bir Ankara sabahına açarken Sonbahar gelmiş kapıya dayanmış İlkbahar gelmiş aşkı getirmiş kaç yazar Ben sana özlemli kaldıktan sonra Ankara, 22 Ağustos 1997 ARANMA gelip de kapımı çaldığında ben yoksam bulama diye değil gelip de kapımı çaldığında ya istediğin yerde olacağım ya da düşlediğim yerde ama düşündüğün yerde olmayacağım gelip de kapımı çaldığında ben yoksam geç kalmışsın gelmek istersen benimle kapıyı çalmadan önce gel düşlediğim yere isterdim düşündüğün yerde olmayı nerede olduğumu bil diye ama olmayacağım Ankara, Haziran 1996 UNUTUNCA UĞRAŞMA ANIMSAMAYA unutacaksın biliyorum bunun için seni suçlamam bir fazla gün anımsanmak bir gün önce unutulmak neyi değiştirir beni unutma demeyeceğim ama beni unutma sevdiğim dizeleri bensiz okuyunca bahar yüzün olsun beni anımsadığın sevdiğim ezgiler kulağına ulaştığında ıslıkla onlara eşlik etmenin adı olsun beni anımsadığın beni anımsa demeyeceğim ama beni anımsa birlikte yürüdüğümüz sokaklarda tek başına yürüdüğünde sana eşlik eden yalnızlığın olsun beni sana anımsatan yalnızlığınla kurduğun dostluğun saçlarını okşamasını ben söylemeyeceğim melteme ama saçlarını okşamayı sevdiğim olsun beni sana anımsatan yağmurda sırılsıklam ıslanınca bedenindeki üşüme olsun beni sana anımsatan üşüyen bedenini ısıtanın yokluğu yorgun günlerin akşamında cansız bir eve girdiğinde duyduğun içindeki boşluk beni sana anımsatsın içindeki boşluğu dolduracak birinin istemi güneşin ilk ışıklarıyla uyandığında özlemini duyduğun beni anımsatan olsun sana usumda bunlarla varlığın yazmam ondandır beni unutma demeyeceğim ama beni anımsa beni anımsa demeyeceğim ama beni unutma Ankara, 2 Haziran 1996 YAP BOZMA Yapboz tahtana en son beni koy son parça olduğundan bütüne anlam veren Yap ama bozma Yap boz tahtana en son beni koy sürdürüyorsa ben olmayı bir parça Ve ilk beni çıkar güzü beklerken sararmamak için hep yeşil kalmak için Rize, 28 Ağustos 1997 YARINLAR SENİN İÇİN unutma iki gözüm umudum yarınlar senin için güzel olacak güneş hep doğacak bulutlar ak kalacak biz kızıla boyanırken bizim kızıllığımız yarının aklığı olacak inan yarınlar senin için güzel olacak iki gözüm yoksa bu savaş boşuna mı Ankara, 4 Nisan 1996 BEN ÖLÜNCE bir menekşe gibi yaşadığıma inanırsanız ben ölünce başucuma bir menekşe dikin dünyaya kattığım renkte açsın çiçekleri sulamaya gelmeyin o menekşe oraya dikimişse benim sevgim onu büyütür ben ölünce başucuma bir menekşe dikin benim bıraktığım yerden yaşamımı o sürdürsün diye benim kattığım rengi o katsın diye dünyaya bir menekşe gibi yaşadığıma inanırsanız yapın bunları vasiyetim saymayın uygularınıza sevginize inanıyorum Ankara, 3 Haziran 1996 BEN ÖLÜNCE II bir menekşe gibi yaşadığıma inanırsanız ben ölünce başucuma bir menekşe dikin gönlünüzde edindiğim renkte açsın çiçekleri ben ölünce başucuma bir menekşe güneşin doğduğu yeri gösteren dallarıyla bir çınar dikin ayaklarımın uzandığı yere menekşe yaşadıklarım olsun çınar bir ömür boyu ulaşmak istediğim yaşamda ulaşamadığım ölmüşlüğümde ulaşacağım olsun çınar yaşarken önümde tuttuğum hedef olsun ben olmasam da birilerinin ulaşacağı olsun Ankara, 1 Ağustos 1996 BAHARLARI BUNCA SEVMEM baharları ölüm erken geldiği için mi bunca sevmem idamlık şuç işlemediğimden karabasanlarla uyanmayacağımdan mı şafak vakti uykumun bölünmeyeceğini bildiğimden mi beklediğim utku sesinin en erken geleceğinden mi baharları bunca sevmem baharları bunca sevmem demir parmaklılar arasındaki dost insanların göremedikleri güzellikleri iğde kokusuyla onlara taşıdığından mı mezarlarındaki dost insanların gönüllerini ferahlatmak onlara savaşan dostlarından haber götürmek için seherde tatlı tatlı ruzgarlar estiğinden mi baharları bunca sevmem en çok da bir bahar sabahı sana ulaşmayı düşlediğimden Ankara, 29 Mayıs 1996 AKLAR Saçlarımdaki akları sevdiğinden değil ağarması isterdim öyle olsun yokluğunun boşluğundan besbelli Ankara, 3 haziran 1996 SORMADAN YAŞIYORUM güzel bir insanın adını sormaktan daha doğal ne olabilir ki benden yanıt beklersin neden sorusuna hem unutma yeni insanların yeni muhabbetler yeni muhabbetlerin yeni demler olduğunu yaşamıyor muyuz demlenmek için bu dünyada şarapla demlenişimizle aynı değil mi insandan aldığımız dem neden arama doğallığın dışında insana yabancı olmayan bir yabanın güzel bir insanın adını öğrenme isteğinde neden arama bırak da herşey doğallığında sürsün bırak da başaklarla eş salınsın saçların bırak da sözlerle kısıtlamayalım konuşmayı bırak da yeni bir insan tanıyayım demimiz kıvamında olsun diye Ankara, 29 Haziran 1997 BOZKIRDA YOLLAR Yolda olmanın tadını ayrılığın hüznünü paylaşamayalım diye mi insanlarla yolları ıssız bozkırlardan geçirmeleri boşuna bu çaba bozkır rüzgarı taşıyor onu en uzak köşesine ovanın Ankara, 24 Ağustos 1996 USTA Ustam Deniz'e Ben ustalığı yirmiüçümde üç yaşında bir çocuktan aldım sizin vereceğiniz ustalığı neyleyeyim Ankara, 5 Kasım 1997 DEVRİM OYUNU Devrimcilik bir oyun gibidir zamanı gelince herkes oynar oyun bozanlar dışarda kalır içindeki çocuğu öldürenler oyun dışı kalırlar birer birer kimileri oyun bozanlarla aynı yerden izlerler kimileri mızıkçıların safından bir yerinde çocuk kalanlar bu oyunu hep sürdürür inadına inadına oyun bozanlara inat mızıkçılara inat Devrimcilik bir oyun gibidir değiştirebileceğini düşünebilmeli insan dünyanın düzenini oyunun kurallarını değiştirebileceği gibi Ankara, 20 Ağustos 1996 MENEKŞE YAKINLIĞI sen hep bana en yakın olan yerde olacaksın bana verdiğin her yer bir menekşenin yaprakları altında duyduğum mutluluğu verecek bana Ankara, Temmuz 1996 ELLERİM ellerim bir çocuk gibidir görünce seni gizlenecek yer ararlar al tut onları küçük pamuk ellerinle ısıt aslında senden istedikleri budur isteyip söyleyemedikleri Ankara, 18 Haziran 1996 ÇIPLAK YALINLIK Çıplak geldik Kefensiz gideceğiz Sözün özü geldiğimiz gibi gideceğiz Çıplak geldik Kefensiz gideceğiz belki Ankara, 20 Ağustos 1997

Öyle bir havası vardı Cass'ın.

Sadece o gülebilirdi öyle.

Hafta öyle geçti.

Öyle bir öp ki Ruhumun eriyip, Bedenimi terk ettiğini Hissedeyim Öyle bir öp ki Ayların verdiği hasreti Bir kerede Silebileyim.

Öyle bir öp ki.

Beynimde kopan fırtınayı Dindirebileyim Öyle bir öp ki Sana olan aşkımı Sonsuza dek Perçinleyebileyim.

Öyle miydin.

»Acı acı gülmek» deyimi vardır ya, işte öyle, acı acı güldüm.

Başımızdan öyle olaylar geçer ki, o durumlarda «Anlatsan, kimse inanmaz!

İnsanoğlu öyle katı gerçekler yaşar ki, bunları yaşamadan uydurmanın olanağı yoktur.

O günler öyle.

Öyle- mi acaba?

» Eh vallahi de öyle.

Bizim öyle bir derdimiz yok.

Çünkü büyük çoğunluk öyle.

Biz de onları öyle çırılçıplak durumda alkışlamıştık!

Öyle hiç kıpırdamadan duruyor.

Hem Japon sahneleri neden öyle çok uzun sürüyordu?

4 Gondolo della Rıva'nın söz ettiği mektup büyük boyutlarda, daha keskin bir mizahla yeniden ele alacaktır Ne var ki daha bu öyküde, konuya ilerde pembe gözlükle bakmayacağı kesinlikle belli olmaktadır Amerikan toplumunda basın çok büyük bir güce sahiptir, insanlara gelince, edilgen birer tüketicidir, her bin mekanik bir kuklaya indirgenmiştir, öyle ki, genç bir bilgin insan yaratmayı düşlemektedir "Eksik kalacak olan yalnızca ruhu olacaktır " diye ekler Jules Verne Fransızca baskıda Dünyanın geleceği, büyük güçler arasında kurulacak bir denge olacaktır Rusya, Amerika, Fransa ve onları tehdit eden Çın "Yeni buluşlar göz önüne alındığında", savaş çıkmasının bundan böyle olanaksız görünmesine karşın, Çin'deki doğum oranının düşürülmesi düşünülmektedir Jules Verne, ingiltere'ye takılmadan edemez Bu ülke bir Amerikan sömürgesi olmuştur Kendi sömürgelerinin tümünü yitirmiş, elinde yalnızca Cebelitarık kalmıştır, Jules Verne, ingiltere'nin elinde tuttuğu bu sömürgeyi birçok yapıtında alaya almıştır (özellikle Hector Serva-dac, [1877] ile Gıl Braltar, [1887] başlıklı metinlerinde) Amerikan toplumunda yazarların rolü bile sınırlandırılmıştır Yazarlar gerçekliği açımlamak uğruna, duş kurmaktan ve üslup yaratmaktan vazgeçmişlerdir Oysa edebiyat bir silahtır Jules Verne bunu, kaleme aldığı metinle kanıtlamaktadır Amacının 29 yüzyıldaki günlük yaşamı betimlemek olmadığı açıktır, sözünü ettiği buluşlar- dan bazıları, bu metni kaleme aldığı sırada zaten gerçekleştirilmiş durumdadır Hayır, 2890 yılı doğrudan 1890 yılını hedef almaktadır, Jules Ver-ne'ın içinde yaşadığı donemi eleştirir kapitalizmin doğuşu, sahte ilerlemeler, tıp alanındaki çaresizlikler, modanın tuhaflıkları, ulusçuluk peşinde koşmalar, vb Jules Verne, sonuçta tüm yapıtlarının çizgisini bütünüyle sürdüren bu öyküsünde, içinde yaşadığı zamanın yol aldığı geleceğe karşı duyduğu karamsarlığı çağdaşlarından çok daha ağırlıklı olarak gözlerimizin önüne sermektedir DANIEL COMPERE 2890 Yılında Şu yirmi dokuzuncu yüzyıl insanı sonsuz düşler dünyasında yaşıyor ama bunun farkında değil.

Amerikalılar öyle ya da böyle bir hükümdarın egemenliğini kabul edebilecek zihniyette olsalardı, gazeteciler kralı Francis Bennett çoktan her iki kıtanın da kralı ilan edilirdi.

Çok değerli bir buluştu bu, öyle ki Francis Bennett o sabah, ikisini birbirinden ayıran onca mesafeye karşın karısının görüntüsü telefotun aynasında belirdiğinde, bu buluşu yapana dua edenlere bir kişi daha eklenmiş oldu.

Evet, Corley, siz yirmi yıldır bu gezegen üzerinde çalışıyorsunuz, bana öyle geliyor ki.

öyle sanıyorum, çünkü bu ayrıntı üzerinde henüz bir karar alınmadı.

"Ph" çift harfine gelince, Yunanca'nın F harfini Avrupalılar öteden beri böyle gösterirler; eski Romalılar da öyle göstermişler; demek ki o harfin söylenişi Romalıların "ƒ" harfinin söylenişine tümüyle uymuyormuş.

Bana öyle geliyor ki, geleceği düşünmek boynumuza borçtur.

Bu adamlar, eleştirilere, kimilerinin sandığı gibi, pek öyle gönülden değil, tersine, istemeye istemeye katlanıyorlar.

Başkaları, kendilerini tanıtmak için ülke ülke dolaşmak zorundadırlar; ama sen öyle bir durumdasın ki (böyle bir şey söylemek abartma olmazsa) bütün dünya gözlerini bir yere, o yer de sana çevirmiştir.

İyilikler, Bana öyle geliyor ki, yararlanmasını bilirseniz, eliaçık ve iyiliksever bir Tanrı, size güzel bir yazgı hazırlıyor.

Aylarca hayâl içinde kaldık; Zannımca Erenköyü'nde artık Görmez felek öyle bir bahârı.

VERA'NIN UYKUDAN UYANIŞI İskemleler ayakta uyuyor masa da öyle serilmiş yatıyor sırtüstü kilim yummuş nakışlarını ayna uyuyor pencerelerin sımsıkı kapalı gözleri uyuyor sarkıtmış boşluğa bacaklarını balkon karşı damda bacalar uyuyor kaldırımda akasyalar da öyle bulut uyuyor göğsünde yıldızıyla evin içinde dışında uykuda aydınlık uyandın gülüm iskemleler uyandı köşeden köşeye koşuştular masa da öyle doğrulup oturdu kilim nakışları açıldı katmer katmer ayna seher vakti gölü gibi uyandı açtı kocaman mavi gözlerini pencereler uyandı balkon toparladı bacaklarını boşluktan tüttü karşı damda bacalar kaldırımda akasyalar ötüştü bulut uyandı attı göğsündeki yıldızı odamıza evin içinde dışında uyandı aydınlık doldu saçlarına senin dolandı çıplak beline ak ayaklarına senin.

Fazıl Hüsnü Dağlarca (1914- ) SEVGİCEK Severdim Severdim onu geceleri Aydınlık taşlar sanki uyurdu Sessizliğinde Daha ötelere giderdi yeşilden Ellerinde otlar İnanırdı yıldızların birliğine Mutluluğuna suyun yalazın Öteki kuşları yaşardı Dallar serçelerle doluyken Yiterdi kendi aklığında Uçsuz bucaksızdı düşü Severdim Düşünürdüm düşünürdüm ayrılışında onu görürken de Baktıkça azalırdı Öyle ince bir yüzü vardı ki SÖYLE SEVDA İÇİNDE TÜRKÜMÜZÜ Söyle sevda içinde türkümüzü Aç bembeyaz bir yelken Neden herkes güzel olmaz Yaşamak bu kadar güzelken?

Üzgün değilim kanmayı öğrendimse Senden seni kıskanmayı öğrendimse Gelsin beni çepçevre kuşatsın o ateş Yüz yıl yanarım yanmayı öğrendimse BEYAZ GÜVERCİN Süzülüp mavi göklerden yere doğru Omuzuma bir beyaz güvercin kondu Aldım elime, usul usul okşadım Sevdim, gençliğimi yeniden yaşadım Bembeyazdı tüyleri, öyle parlaktı Açsam ellerimi birden uçacaktı Eğildim kulağına; dur, gitme dedim Hâreli gözlerinden öpmek istedim Duydum; avuçlarımda sıcaklığını Duydum; benden yıllarca uzaklığını Çırpınan kalbini dinledim bir süre Ve uçmak istedim onunla göklere Ak güvercinin iri gözleri vardı Güzelliğinden fışkıran bir pınardı Soğuk sularından içtim, serinledim Çağlayan bir nehrin sesini dinledim Belki buydu sevmek hayat belki buydu Işıl ışıldım, gözlerim dopdoluydu Bir nağme yükseldi sevinçten ve hazdan Bir nağme yükseldi, güzelden beyazdan Uzattı sevgiyle pembe gagasını Birden öğrendim hayatın mânâsını Kaderde sevgiyi sende bulmak varmış Seninle bir çift güvercin olmak varmış BİR PINARSIN Bir pınarsın, içilen ama hiç kanılmayan Seveni yanıltmayan, sevince yanılmayan Özlenen sen, özleyen sen, özleten sen Varken doyulmayansın, yokken dayanılmayan.

İç ürperten sesin her gece odama dolar Bir buğu yükselircesine göğe kadehten Nasıl başım döner nasıl mest olurum bilsen Ağlarım saçlarında gün doğuncaya kadar Mutluluk bir ateştir uzaklarda yaktığın Ki binlerce yay çekilircesine derinden En hazin şarkıları dinlerim gözlerinden Büyür gitgide hüznü içimde yalnızlığın Dinlerim o hiç susmak bilmeyen çiganları Ve bir musiki halinde geçen zamanları Turgut Uyar (1927 - 22 Ağustos 1985) ÇOKLUK SENİNDİR özenle soyduğum şu elma söyle şimdi kimindir özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir suya giden bir adam meselâ omuzunu eğri tutsa güneş su ve adamın omzundaki eğrilik senindir ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir kararan dünya, yeni bir güle bir ateş parçasıdır bir ateş parçasından arta kalan soylu karanlık senindir bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir benim sevdiğim su senin suyunun öz kardeşidir senin soyunun bıraktığı güçler artık senindir çünkü bir silâh gibi tutarsın tuttuğun her şeyi her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir senindir ey sonsuzveren ne varsa hayat gibi tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir KESİKSİZ ÖVGÜ Esmer güzeli Neclâ'nın baktıkça 'bayıldım' dediği gökyüzü İşte ben bunu mutlak yazmalıyım dedim Karanlıkta dünyayı bir bir hatırlamak Ben yeter dedikçe şehirlerin güzelleşmesi Bir anda kendi kendime bulduğum mutlu gerçek Bir kadın var beni onun iki eli iki gözü kurtarır yaşamamakta Öyle hoşlanırım ki onunla yatmaktan utanırım artık Sabahları acıkmayı ondan öğrendim Ahmed Arif (1927 - 2 Haziran 1991) HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM Seni, anlatabilmek seni.

Can Yücel (1926 - ) ÖYLE Bİ.

Temiz gömleğimi giydim talimden sonra Ayaklarını yıkıyor çeşme başında erler İşte sen öyle bir serindin Tuzladan kaptılarla inerken şehre ne güzel şey sivil denmesi çıplağa Ve gün-açık penceresinden meşelerin Yamacın kuytusuna sokulmuş mavi Ufacık bi parça deniz gibiydin Şipka biberleriyle konmuş okulun camlarına Arnavut Köyünün o muhacir güneşi İşte sen öyle bi cumartesiydin Sahanlıkta saçlarını tarıyor kızlar Raylar ondan böyle kıvılcımlanıyor Köşeleri dönerken, önlükleri altından Dünyaya başlar gibi aybaşlarının kokusu Kalkan al tramvaydın ergenlik durağımdan Meyvahoşun orda bir sabahçı kahvesi Gün ağarmıştı ama ben günaydın dedim İşte sen öyle ışıklı bi yerdin.

Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık Sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti Yoktu dünlerde evelsi günlerdeki yoksulluğumuz Sanki hiç olmamıştı Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı Istanbullar Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti Çünkü iki kişiydik Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra Sonrası iyilik güzellik.

Ahmet Necdet (1933 - ) SENİ SEVMEK seni sevmek seni tükenmek mi biraz kırılıp dökülmek mi yoksa gökyüzünün bittiği yerde hep seninle beslenen o sensiz saatlerde yangın yerine dönmek mi biraz bilirsin aşka benzer yıkıntıdır bu güneşi düşman sayıp geceyle unutulan gün ışıdı mı karanlıkta tutulan yıkıntısız bir aşkı yaşamanın umudu intihar gibi bir şey bir ben'de yanmak için belki de bir cinayet kanda uyanmak için bir kere bin kere milyon kere seni sen de bilirsin ama ne önemi var asıl önemli olan sonuna kadar dağların yürüyüşüdür denizlere ALTI MEVSİM GAZELİ 3 / BAHAR sevdiceğim sana sözüm dildendir laledendir sümbüldendir güldendir yüreğini kuşatan bahar sevinci nisan yağmurundan esen yeldendir seher vakti saçlarına düşen çiğ dağların başını saran tüldendir salınıp yürüyüşün gerdan kırışın yuvarlak topuktan ince beldendir ya ceren bakışların canlar yakışın kirpiğe sürülen mor rimeldendir ahmet necdet uzun söze ne hâcet sitem o güzelden söz gazeldendir Gülten Akın ( 1933 - ) UZUN YAĞMURLARDAN SONRA Sen yağmurlu günlere yakışırsın Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler Islanan yapraklar gibi yüzün ışır Işırsa beni unutma Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra birgün Bir yer sızlar yanar içinde büsbütün Her şeye rağmen ellerin üşür Üşürse beni unutma Yeni dostlar yeni rüzgârlar gelir geçer Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular Kahredersin başın önüne düşer Düşerse beni unutma YORGUN SEVİ Susarak, iki komşu gibi güne değerek Asıl söyleneceklerin üstünden aşarak Sevdiğim Ayrı ayrı uzakta, yanyana Birbirimizi derinden gözlediğimiz yazlarda ve üstünkörü baktığımız kentlerde Güllerin güllerimiz Hüzünlerimse hüzünlerimiz değil Bir deli kuzgun gibiyim yaşlı teleğimle Göğü siliyorum duraksamadan Yorgunluktan değil, öyle sanıyorum Yalnızlıktandır Hızla dökülüyor tüyüm teleğim Orda öyle aramızda soluyor işte Ayrı ayrı uzakta, yanyana Hangi yangın hangi deprem becerebilir?

HİLMİ YAVUZ Bütün o aşkları yazdı da ne oldu Gülleri çocukları denizleri tuttu da elinden Hep bir ceviz yaprağı gibi belirdi ince yüzü Bırakılmış gemilerin su kesimlerinden Afşar Timuçin (1939 - ) DENİZİN BEKLEDİĞİ Seni sevmek mor denizlerdi biraz Ne kadar gidilse bir o kadar bitmeyen Umutlar ve yıkılmalar ardında direnilen Seni sevmek mevsimler içinde en güzel yaz Seni sevmek yaşamanın aşılmaz büyüklüğü Seni sevmek kan dolu yüzyılları korkutan Ve sığınıp ılık kıyı kentlerine biraz akşam Seni sevmek çocukların düşlerinde gördüğü Varılırdı daha saydam günlere isteseler İsteseler yalnızlık giremezdi evlere Seni sevmek bir kırlangıç olacak bekleseler Ve uçacak durmadan adasız denizlere Kim bulacak cam kırığı gözlerinde sevgimi Sonra yalnız kalmak gibi yoksulca uğuldayan Bütün okyanusların baş eğdiği tek kaptan Sana verdim geç diye bütün denizlerimi DEĞİŞİM Çocuk ders çalışıyor görünüşte Sayfaları yavaş yavaş çeviriyor Çocuk deniz çalışıyor gerçekte Gözlerini ufuklara dikiyor Durup durup adını anıyor Aşkın sözlüğünü ezberlemekte Bütün nöbetçilerle yarışıyor Gözleriyle gelişini beklemekte Biz şimdi aşk öğrenelim İnsan dersi sonra da öğreniyor Yüzyıllık kitaplarda bilgi kendi malınıız Haritadan şehirler kaçmıyor ya Sevinmek yaşarlığa dokunmaktır Atlı gibi dört nala içimizden gidiyor Bazen her şey yanılmaksa bile Sevişmek en az yanılmaktır Metin Altıok (1941 - 9 Temmuz 1993) GÜNLERDEN ÖYLE BİR GÜN Günlerden öyle bir gündü; Üstüne tarih düştüğüm.