Gülün Öteki Adı - 3

Общее количество слов 3934
Общее количество уникальных слов составляет 2315
24.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
36.9 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
43.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
Ama 1200 yılına doğru zengin Oksitanya'nın yaşam coşkusunu bozacak olan sadece Paris Kralı değildi. Toulouse Kontu, Carcassonne'lu, Beziers'li, Narbonne'lu ve Montpellier'li senyörler Roma Kilisesi konusunda tedirgindi. Her hasat sonunda kilise, memurlarını gönderiyor ve çiftçilerinin hasat ürünlerinin neredeyse üçte birini, hatta yarısını toplatıyor; "Hıristiyanlık adına" senyörlerin altınlarını alıyor; istediği doğrultuda kanun belirliyordu. Zevk yasak, aşk yasak, şu günah, bu günah... Zevk alınmayacaksa bu kadar zenginlik neye yarar? Üstüne üstlük hilale, İslam'a karşı yürütülen haçlı seferlerinin suyu çıkmaya başlamıştı. Çoluğu çocuğu, üstelik hanımı aşk divanlarında bırakıp gitmek kolay mıydı? Papanın tuzu kuruydu. Akan kan, papazların değildi.
Ok ülkesinin senyörleri ve halkı böyle zor durumdayken, Bogomil dini Türkiye'den yola çıkıp İtalya üzerinden iyice kök salacağı Oksitanya'ya doğru ilerlemeye başlamıştı. Şatoların gölgesinde, Kathar adında yeni bir insan türü oluşuyordu. Onlar, ikiyüzlü, katı ve fanatik Katolik Kilisesinin Oksitanya'nın yaşam coşkusuna saldırdığı bir dünyaya, barış güvercinleri gibi başka bir gezegenden gelmişlerdi. Kısa zamanda sayılar artmış, örgütlenerek yeni ve gerçekçi bir kurum oluşturmuşlardı. Katharlar, zanaata öncelik vermişler ve böylelikle doğa, hayvancılık ve dokumacılıkta gelişmişlerdi. Onlara "Dokumacılar" adı da veriliyordu. Kathar toplumu genellikle işçiler ve zanaatkarlardan oluşuyordu. Tüccarlar ya da soylular bu yeni inanca geçerken, o zamana kadar yaptıkları işleri emekçi topluluğun kurallarına uymuyorsa, her şeyi bırakıp alın teriyle ekmeklerini kazanacak işler edinmek zorundaydı. Ölmeden önce de kazançlarını Katharların ortak kasasına bırakıyorlardı. Aslında Kathar dininin insanların yaşam tarzlarını değiştirmek gibi bir amacı yoktu. Ölüm cezasından hele hiç söz etmemek gerek, çünkü onlar cezaya ve her türlü hukuki yargıya karşıydılar. Kitaplarında şu yazılıydı: "Yargılamayın. Siz de bir gün yargılanabilirsiniz." Topluluğa katılan herkes, bilinçli olarak ortak değerleri kabul ediyordu. Gerektiği zaman ve yerde Katharlarla Kathar olmayanlar, silah kullanmayan ve ilk kez kadınlarla erkekleri eşit gören din adamlarını, yani Kusursuzları savunmak için kılıçlarına sarılıyor ve kanlarını feda ederek savaşıyorlardı. Bu savaşçılara Kathar Şövalyeleri deniyordu. Neydi bu öğretinin etkileyici sihri? Peki ya bu dinin kitabı?
Benim Dinim Daha Beyaz Yıkar
Haça Tapmayan Hıristiyanlar
Katharların kitabı, incil'in yeni bir yorumudur.
Ortaçağda (bazı ülkelerde şimdi bile), "laik" bir toplum kavramı hayal bile edilemezdi.
Ve batı dünyasında yaşamın bir temeli sayılan, ötekinin dinine saygı, "hoşgörü" kavramı o dönemde, kısıtlı olarak Oksitanya ve Arap İspanyası'nın dışında hiçbir yerde yoktu. Hıristiyan ülkelerde herkes hükümdarın dinine aitti: "cujus regio, ejus religio".8
Daha sonra, Osmanlı İmparatorluğu'nda Türkler, Hıristiyanlarla Yahudileri özgür bırakmışlardır. Ama herkese bir etiket gerekliydi, herkesin bir dini olmalıydı (çok dindar olmamaları önemli değildi, ama ateist ya da dinsiz olmaları düşünülemez ve kabul edilemezdi) ve herkes haddini bilmeliydi. Çoğunlukla giyim tarzlarıyla, hatta bazı yerlerde evlerinin renkleriyle ayırt ediliyorlardı. Osmanlılar, İslam'ın dışında yalnızca Ortodoks ve Ermeni patrikleriyle Hahambaşı9 tarafından yönetilen dinleri kabul ediyorlardı (Katolik Ermeniler on dokuzuncu yüzyılda bundan haberdar olmuşlardır).
Bir başka deyişle "laiklik" ya da "hoşgörü" kavramları yeni ve daha çok Fransa kökenli kavramlardır. 1598'de VI. Henri tarafından yazılan ve 1685'te XIV. Louis tarafından tekrarlanan hoşgörü fermanı, daha doğrusu "Nantes Fermanı" yanlış anlaşılmıştır. Bu ferman, aslında yalnızca Protestanlara yönelikti; ne Yahudilerle ne de başka inançlarla ilgiliydi. Büyük yazar ve koyu Katolik olan Paul Claudel şöyle demiştir: "Hoşgörü mü? Bunun için genelevler vardır... !"ıc
Yakın zamanda, eski Yugoslavya'da bu "cujus regio, ejus religio" büyük bir şiddetle uygulanmıştır.
Konumuzun geçtiği dönemlerde laiklik ve hoşgörü var olmadığından, kurulu düzene muhalif olan bütün toplumlar tümcelerine, eğer Hıristiyan bir ülkedeyse "Asıl Hıristiyan biziz..." ya da Müslüman bir ülkedeyse "Asıl Müslüman biziz..." ifadesiyle başlamak zorundaydılar. Bunu bir kurnazlık olarak değil, gönülden inanarak söylüyorlardı. Ve eğer muhalif oldukları konuyu dile getirip tümcelerini "asıl... biziz," diye bitirdiklerinde, en azından bir süreliğine kellelerini kurtarmış oluyorlardı. Bir süreliğine diyoruz, çünkü tarih boyunca oturmuş düzenlerin, yaklaşan bir değişimin habercisi olan kişileri ya da grupları er ya da geç yok ettiğini biliyoruz. Aynen erken öten horozun öyküsünde olduğu gibi, güneş bir günlüğüne gerçekten zamanından önce doğmuş olsa bile.
Yusuf Şahin'in "Kader" (al Masir) adlı filmi, bu konuyla bağlantılı olarak, biraz fantezi olsa da gerçeğe yakın bir biçimde, Ispanyol-Arap filozof îbni Rüşd'ün (Averroes) Oksitanya'daki Hıristiyan, İspanya'daki Müslüman otoritelerle yaşadığı zorluklan işlemiştir.
İktidarlarını korumak isteyen, şüpheci din yönetimleri, Kathar öğretisini sapkın ya da Hıristiyanlık'a karşı olarak görmüşlerdir. 869'da Konstantinopolis'teki dini meclis sırasında Kilise, düzenli olarak geleneğe karşı da olsa sadece bedeni ve ruhu kabul etmek için bireysel aklı reddettiğinde asıl öğretinin kusursuz kalması gerekiyordu (Aziz Paul'un Selaniklilere birinci mesajı, 5, 23: "Yalnızca barışın tanrısı sizi kutsasın, et bedeninizin, ruhunuzun ve aklınızın tamamı Efendimiz İsa'nın gelişine kadar yargısızca saklansın. .." ya da Romalılara yönelttiği mesaj, 12, 2: "Yargınızın yenilenmesi sizi değiştirsin ve size Tanrının istediğini ve onun gözünde iyi, doğru ve kusursuz olanı göstersin"). Ruhsal Hıristiyanlık, "yeni adamın" tohumu olan bireysel ruhun varlığını, insanoğlunun "ruh olarak yeniden doğabilmesi" için kabul etmek zorundaydı, insanlar bedenleriyle, Kilise de insanların ruhuyla ilgileniyordu. Roma Kilisesinin katı öğretisi sayesinde baskın olan bu ortaçağ bağlamında Katharizmin yeniliklerinden biri, bu ruhsal özgürlüğün çerçevesini belirlemekti. Katolik kuralların karşısında ruh alanında yaşanan her türlü kişisel serüven, kendisini inancın koruyucusu ve Hıristiyanlığın sahibi olarak gören dini yönetim tarafından bir sapkınlık ve serkeşlik olarak görülüyordu. Bu, elbette öznel bir yaklaşımdı ve tarih içinde Hıristiyanlar, bunun aksini ispat etmeye ve İsa'nın öğretisinin çeşitli yönlere doğru gelişip farklı yorumlara açık olduğunu göstermeye çalışmıştır. İbrahim'den doğan üç ana din; Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam, öğretinin saflığını ve gerçekliğini kendi üstüne almakta zorlanmıştır.
Kilise ancak II. Vatikan Meclisi sırasında (1962-1965), tekelci tutumundan vazgeçmiş ve başka "gerçeklikler" in varlığını ve bunların "aydınlatıcı" güçlerini kabul etmiştir (Nostra Aetate açıklaması).11
Katharizm derin etkiler yaratmıştır, çünkü Katharlar en küçük köylere ve kasabalara giderek öğretilerini halka yaymışlardır. Ruhu taşıyan kişinin insanların arasında görünmesi, ruhun varlığını ispatlaması ve bu varlığın verimliliğinden söz etmesi gerekiyordu: Dünyayı tanımayan bilge, dünya tarafından tanınmaz. Katharlar herkesten uzak manastırlarda yaşasalardı, asla haçlı ordusunun saldırısına uğramazlardı.
Bir inançta; dışarıdan bakıldığında insan, öğretiden daha önemliyse, insan varlığı olmaksızın hiçbir etki var olamaz. Zaten Katolik, Dominikan daha sonra da Fransiskan rahipler, Katharların etkisine karşı ancak manastırlarından çıkarak ve halka gidip kendi öğretilerini tekrar yayarak din adamlarının imajını kurtarabilmişlerdir.
İslam dinine uygun bir tanrının peygamberi olduğunu düşünen Şeyh Bedreddin gibi, Katharlar da bütün tümcelerine şu sözlerle başlıyorlardı: "Asıl Hıristiyanlar biziz..." Ama aynı zamanda Hıristiyanlık'ın temelini oluşturan asıl kuralları reddediyorlardı:
Katharların mesajı basitti. Katharlar İsa'nın tanrısallığını reddediyor, ama Hıristiyanlık'ın temelini kabul ediyorlardı: İsa Tanrının habercisiydi ve insanlara aşk ve kardeşlik mesajını vermek için dünyaya gelmişti. İslam ve Şeyh Bedreddin de aynı inancı paylaşıyorlardı. Onlara göre İsa, Tanrının oğlu değildi ve gerçekten dirilmemişti. Onlar İsa'yı diğer peygamberlere eşit bir peygamber olarak görüyorlardı.
Katharlar haça, resim ve heykellere tapılmasını reddediyor ve haç simgesini kesinlikle kabul etmiyorlardı. Katoliklere şu soruyu soruyorlardı: "Senin babanı assalar, sen onun asıldığı ipe tapar mısın?" Müslümanlar da her türlü putperestliği reddediyordu.

Katharlara göre hiçbir zaman mucizeler olmamıştı; hatta İsa'nın bile mucize gerçekleştirdiği şüpheliydi. (İsa'nın mucizeler gerçekleştirdiği konusunda, Şeyh Bedreddin'le ayrılıyorlar.)
Şeyh Bedreddin'le Katharlar, ne tek tanrılı bütün dinlerin kabul ettiği kıyamet ve son yargı adını taşıyan hesaplaşma gününe, ne cennet ve cehennemin ödül ve cezasına, ne de İsa dahil herhangi bir insanın dirileceğine inanıyorlardı.
Halbuki Kur'an şöyle der:
"Ama kullar arasında inananlar ve inançtan uzaklaşanlar vardır. Ama uzaklaşanlara cehennem alevleri yeter. Bizim işaretlerimize inanmayanları biz aslında cehennemde yakarız. Derileri yandığında onlara her seferinde yeni bir deri veririz ki acıları unutmasınlar. Aslında Allah büyüktür ve bilgedir." (Nisa Suresi, 58-59)
Kur'an aynı şeyi farklı biçimlerde de belirtiyor (sure 23, Müminlerin suresi, 103 ve 106: "Ve borular çaldığında..." vb).
Bu konuda Şeyh Bedreddin ne diyor, bir bakalım:
"Bedenin devamlılığı yoktur, ölümden sonra bedenin bazı bölümlerinin canlanması olanaksızdır. Dirilmeyi bekleyen cahiller daha çok beklerler!"
Cennet, cehennem ve dirilme kavramlarını reddeden Bedreddin ve Katharlarm düşünceleri aslında, var oldukları döneme göre bir çeşit devrimdi. Katharların öğretisine göre, bedenin dışında yaşayan, hatta ölümden sonra devam eden bir ruh vardır. Bu inanış Manikeizme uygundur: Yaşam boyunca İyi'ye ulaşan ruh, sonsuz güç olarak tanımlanan Tanrı'ya gelir; halbuki Kötü'nün etkisiyle özgürleşemeyen ve dünyanın prensi ya da karanlık tanrı olarak tanımlanan ruh, herhangi bir hayvanın bedeninde varlığını sürdürür. Eğer bu dinin Kusursuzlarına et yememe şartı koşuluyorsa, bunun özel bir sebebi vardı (Orhon Yazıtları'nda belirtildiği gibi, eski Türklere de et yemeleri yasaklanmıştı): Bir ruhun ikinci yaşam sürecinde büyük bir kopuşa sebep olabilecek yırtıcı bir etki yaratmamak ve katil durumuna düşmemek gerekiyordu. Bir çeşit yeniden doğuşa benzeyen inançları yüzünden bir tavuğu bile öldürmeyen bu din adamlarından yüzlercesi, engizisyon ateşlerinde yakılmıştır.
Katharlar, Hıristiyanlık'ın temeli olan vaftizi de reddediyorlardı. Onların öğretisine göre bir din, anneden ya da babadan çocuğa kalan bir miras değil, bireyin özgürce inandığı için seçtiği bir inançtı. Bu yüzden, çocuklar asla Kathar olarak görülemezdi; ancak ergenlik çağına ulaştıklarında, gerçekten kendileri seçerlerse Kathar toplumuna dahil olabiliyorlardı.

21. Yüzyılda Ulaşılamayan Bir İnanç Özgürlüğü ve İntihar Hakkı
Batı dünyasının hiç olmazsa resmi belgeler üstünde yirmi birinci yüzyılda gerçekleştirebildiği, islam dünyasının ise henüz düşünmek aşamasına bile girmediği "vicdan özgürlüğü" değil de nedir?
Bir an için "dünümüze" dönelim ve 1980 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğü 4. Şubeye ikâmet izni almak için başvuran bir yabancı uyruklunun başından geçenleri anlatalım:
— Dinin yok mu senin?
— Hayır, yok.
— Olur mu canım dinsiz insan? İcaplarını yapmasan da bir dinin vardır?
— Hayır, yok. Dinsiz yazın.
— Senin gibi temiz yüzlü birine dinsiz yazar mıyım ben kardeş? Söyle bakayım senin anan baban hangi dindendi?
— Onlar da dinsizdi efendim.
İyi niyetli polisin aklı iyice karışır:
— Peki beyim, senin ülkende en çok hangi dinden adam var?
— Katolikler çoğunluktadır, herhalde.
Polis memuru çizgiyi silip kâğıda, "Katolik" yazar.
Şeriatla yönetilmeyen İslam ülkelerinde, insanların kimliklerinde din yazılmıyor artık. Türkiye'deki nüfus cüzdanlarındaki "din" hanesi ise hâlâ baki! Yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olan Lübnan'da üzerinde din yazmayan ilk manyetik kimlikler 1997 yılında verilmeye başlanmıştır. Kimliklerde din yazması, Lübnan'daki iç savaş sırasında binlerce kişinin ölümüne yol açmıştır. İslam'la yönetilmeyen hiçbir ülkede, kimlik kartlarına din yazılmıyor artık.
Katharlar ise kişinin çocukken hiçbir dinden sayılmayacağı kuralı ve inanç (ya da inançsızlık) özgürlüğünü, on ikinci yüzyılda uygulamaya koymuştu. Günah çıkarma dahil olmak üzere papazların bütün görevlerini ve ayin törelerini iptal eden Katharlar, Hıristiyanlık tabularına son darbeyi indirerek intiharı da günah olmaktan çıkardı.
Engizisyon mahkemeleri binlerce Katharı meydanlarda kurulan odun öbeklerinin üstünde yakarken...
Kaleler bitip de o güzelim dağlara çıktıklarında...
Herakles'in, yavuklusu Piren ile saklambaç oynadığı mağaralarda...
Kendilerini açlığa mahkûm ederek, ölüm orucuyla intihar etti yüzlercesi.
Zerdüşt öğretisinden beri varolan, İyi ve Kötü birlikteliğine dayalı çifte dünya görüşünü savunan Manikeizm dini ile Hıristiyanlığın bir sentezi diye tanımladığımız Kathar mezhebinin "ne olmadığına" bakarak, çağımıza uyan, şaşırtıcı yanlarını görmek olası. Ama "ne olduğuna" bakarak aynı şeyi söylemek zor. Bir kere bunca hoşgörülü, barışçı ve sevgiye yönelik bir öğreti, birbirini yiyen bizlerin çağdaşı olamaz!...

Şaka bir yana, tüm maddeci yanlarına karşın, Kathar dini elbette günümüzün mantık çerçevesine tam uyum göstermiyordu. Yoğrulduğu tarih diliminin toplumsal ve bilimsel koşulları kuşkusuz bunu gerektirmekteydi. Geliştiği dönemin abuk sabuk tabularına karşı geliştirdiği seçenek, olumlu yaklaşımlarının yanı sıra, yoluna baş koyanlardan belki de gereksiz ölçüde bir özveri isteyen, tutkulu ve zor bir dindi.
Örneğin, din görevlisi yani "Kusursuz" olmayan Kathar et yiyebiliyor, evlenip çocuk yapabiliyor, savaşabiliyordu. Ama temelinde bütün bunları "henüz Yabancı tanrının etkisinde" olduğu için yapabilmekteydi. Aşkı günah sayan nikâhı kutsayan Katolik Kilisesinin tersine; Kathar Kilisesi evliliği hoş görmekle birlikte din açısından kutsamayı reddediyor, bunu yapan Katolik papazları da "pezevenklikle" suçluyordu. Yani sokaktaki Kathar, Yabancı tanrının etkisiyle aile kurup âşık olabiliyor, ama evliliği din açısından geçerli sayılmıyordu. Dolayısıyla karı koca arasındaki aldatma olayı da ikinci bir günah değil, zaten sevap olmayan bir dünyanın parçasıydı. Artık bu anlayışın iyi mi, kötü mü olduğu yorumunu size bırakıyorum!
Zengin, Yoksul, Efendi ve Kölesi Olmayan
Bir Toplum, Hem de Ortaçağda!
Kendi halinde bir Kathar'dan beklenen yükümlülükler hem çok az ve kolay, hem de çok zordu. Mezhebe katılma töreni yoktu. Ne belli saat ve günlerde ayin vardı, ne de belli formüllerin uygulandığı dualar. Haç ve günah çıkarmayı reddettiklerini daha önce söylemiştik. Öğretinin tek kutsal töreni, ölüme hazırlamayı hedef alan Son Teselli duasıydı. Oksitanca "Consolament" adı verilen, bir çeşit "güle güle git, gözün arkada kalmasın" uğurlaması. Bir Kusursuz'un ölmekte olan insanı elleriyle tutarak okuduğu bu dua, Kathar dininin temel taşını oluşturuyordu. Ve bir inancı bilinçle yaşamak öylesine önemliydi ki Katharlar için, Teselli, ancak aklı başında ölenlere okunabiliyor, komada ya da ağır hasta olanlara verilemiyordu. Teselli'yi alan kişi ölmez de yaşarsa eğer, artık günlerini Kusursuzların arasında, din adamı olarak geçirmek zorundaydı. Engizisyona karşı dövüşerek ölmek zorunda kalınca, Kathar Şövalyeleri son ve tek dualarını savaş alanına giderken dinlemeye başladı. Ama ölmez de sağ kalırlarsa yaşamlarını din adamı olarak bitirmemek için Tesel-li'nin bağlayıcı öğesi dokunma eylemini gerçekleştirmi-yor; çarpışma sırasında ağır yaralanırlarsa, Kusursuz Kathar'dan yetişip kendilerini kucaklamasını istiyorlardı.
Ne kadar çocukça ve ne kadar hoş değil mi? İyice düşünülecek olursa "çağımızdaki uygulamalı" dinlerden daha da mantıksız değil üstelik.

İsviçre Bankası Sosunda
Bir Kolhoz Ekonomisi
Bu tek kutsamanın dışında sade Kathar, yaşamını istediği gibi düzenlemekte özgürdür, yanlış işler yapsa bile, kendisinden çok etkisinde bulunduğu Yabancı Tanrı sorumludur davranışlarından ve din görevlisi Kusursuz, sade Kathar'ı doğru yola sokmak, ruhunu kurtarmakla yükümlüdür.
Kadın-erkek, kendilerine "İyi insanlar" ya da "Kusursuz" adları verilen Kathar din görevlilerinin, elini eteğini dünya işlerinden çekip mutasavvıf düşüncelere dalan ya da gaipten haber almaya yatan ermişlerle ilgisi yoktu. Tam tersine; Kathar Kilisesi, toplumun yaşantısını yönlendiren ekonomik düzenin, "Komün" biçimi bir yönetimin kurucusu ve koruyucusuydu. Kathar Kilisesi, bir anlamda devletti. Ortak kasadan finanse ettiği işlikler yoluyla toplumsal ve ekonomik yaşantıya bütün ağırlığıyla katılıyor, işsize iş, aça aş veriyordu. Kathar mezhebi bir kurumdu, ama Roma Kilisesinin biçeminde değil. Roma Kilisesinin tam tersine, Kathar Kilisesi feodal yönetime katılmıyordu. Para getirecek han, hamam, tarla işletmeleri, gayri menkul spekülasyonları yoktu. Emekçi kesim üzerinde hiçbir hak ya da iktidar amacı gütmüyordu. Vergi toplamıyor ve serileri çalıştırmıyordu.
Kathar mezhebinde zengin, yoksul, efendi ve köle yoktu. Zaten kısa sürede bunca yandaş bulmasının sırrı da burada yatıyordu.
Kusursuz Katharlarm sürdükleri basit yaşantıya ve dünya nimetlerine yönelik olmayan tutumlarına karşın, kiliselerinin ortak kasası dolup taşıyordu. İşlikler yoluyla, isteyen Katharın ve tüm din adamlarının el emeklerinin karşılığı, para olarak bu ortak kasaya giriyor, ayrıca ölmeden önce Son Teselli'yi alan hemen tüm inananlar, servetlerini buraya bağışlıyorlardı. Ortak para, kilisenin yönetimindeydi ama kesinlikle halk için kullanılmaktaydı.
Katharların ortak kasası, günümüzün solcu(!) bir İsviçre bankasını akla getirmekte: Birikmiş tasarruflar kilise tarafından komün işliklerinin geliştirilmesinde kullanılıyor, Lombardiya'dan kaçmak zorunda kalan Kathar göçmenlerine yardım olarak gönderiliyordu; Katharlara arka çıkabilecek yüksek görevli Katolikleri satın almaktan, engizisyon zamanı bir yerden bir yere gizlice gitmek zorunda kalan din adamlarına eşlik edecek silahlı korumalara maaş ödemeye varına dek her işe yarıyordu.
Biriken parayı çalıştırmak için yandaş senyörlere düşük faizle borç verildiği bile oluyordu!
İleride anlatacağımız kartal yuvası, görkemli Montsegur şatosundan kaçırılan ve hâlâ bulunamayan o eşsiz Kathar hazinesi, işte bu bankanın varlığıydı. Oksitanya'daki Ortaçağ kasabalarında, bugün bile bu hazineyi bulmak düşüyle yaşayan insanlar, ağzının suyu akan defineciler var.

Önderi Olmayan Bir Örgüt ve
Barış Öpücüğü
Kathar Kilisesi "herkes eşittir" derken, gerçekten herkes eşitti. Muhbir adlarından en adi iftiralara değin bütün ayrıntıların yazıldığı Engizisyon tutanaklarında, Şeyh Bedreddin gibi, Spartaküs gibi hiçbir ad, önder ya da yol gösterici olarak öne çıkmıyor Kathar toplumunda. Tüm Kusursuzların kimliği biliniyor, ama hiçbiri diğerinden önemli değil.
Katharizm, tarihte yerleşik düzene karşı çıkan tek "öndersiz" toplum eylemi belki de. Ama bu başsızlık, hiyerarşi yok anlamına gelmiyor. Topluluk iki öğeden oluşuyordu: Din görevlileri ve inananlar. İnananlar, yaşamlarını kendilerine ve iyiliğe adayan din görevlilerine saygı göstermekle yükümlüydü. Bu saygının da üç biçimi vardı: Bir Kusursuz'a rastlayınca üç kez diz bükerek selam vermek ve halka açık sohbetler biçiminde gerçekleşen kilise toplantılarına katılmak. Toplantılarda din adamları, Katharlara ikili (İyilik-Kötülük) dünya görüşünü ve nasıl iyi olunabileceğini anlatıyor, İsa'nın son yemeğinin anısına ekmek paylaştırıyor, toplantı bittiğinde de her Kathar'ı "Barış Öpücüğü"yle uğurluyorlardı: Üç kez öperek.
Bugün Languedoc bölgesinde insanların Kuzey Fransa'dan farklı olarak üç kez öpüşmesi, işte bu Kathar geleneğinden kalmadır.
Kusursuzların kendilerine reva gördükleri yaşam biçimine bakınca; bu mezhep yaşasaydı, din adamı sayısının giderek azalacağını ve zaman içinde dini yanının yok olacağını düşünüyor insan.
Basit Kathar'a her türlü hakkı tanıyan din adamı kadın ve erkekler evlenmiyordu. Siyah ya da lacivert giyiniyorlardı; Oksitanca diline "lacilerini çekmek" anlamına gelen bir de deyim bırakmışlardı. Yalan ve yemin yasaktı. Ağızlarından çıkan söz, hangi tehdit karşısında olurlarsa olsunlar, tek, doğru ve yemini kesinlikle gerektirmeyen bir inançla söylenmeliydi. Öldürme eylemine karşı oluşları, "yargılama, sen de yargılanmazsın" kuralıyla birleşince, tarihin ilk şiddet karşıtı örgütüne mührü bastılar.
Et, yağ, yumurta, süt, tereyağı ve peynir yemiyorlar, zaten yılın dörtte birini oruçla geçiriyorlardı.
Öğretileri açısından en büyük günah, alçaklık ve korkaklıktı. Cesareti ise en büyük erdem kabul ediyor, acı ve ölüm korkusunun mutlaka üstesinden gelinmesi gerektiğine inanıyorlardı. Kathar halkına bütün bunları anlatırken aşılamak istedikleri en büyük cesaret ise, ateşten korkmamaktı.
Yerleşik düzenin koruyucuları harekete geçince başlarına gelecekleri az çok kestirdiklerinden, aralarına katılmak isteyen her kişi, günün birinde "ateşten gömleği" giyeceğinin bilinciyle kabul ediyordu Kathar mezhebini.
Kusursuzlar, toplu olarak "ev" adı verilen yurtlarda kalıyorlardı. Kadın erkek, ayrı ayrı elbette. Yeryüzü Prensi'ni (Şeytan) kışkırtmanın ne gereği vardı? Sınırsız özveri ve irade gücü gerektirmesine karşın din adamı olmak isteyen Kathar, bu evlerden birinde üç yıllık bir hazırlık döneminden geçiyor, bir yandan işliklerde çalışırken, bir yandan dinsel öğrenimini tamamlıyordu. Üç yılın sonunda eğer kendisini Kusursuzluğun gerektirdiği güçte görmezse, olağan yaşantısına dönüyor; din adamı kalmakta kararlıysa basit Katharların ölürken başvurduğu ünlü Teselli'yi diriyken alarak, yaşamını Kusursuz olarak sürdürüyordu.

İstanbul'dan Gelen Bogomil Başkan
Başlangıçta gizli gizli örgütlenen Kathar mezhebi, 1167 yılında Konstantinopolis'ten gelen Nicetas adlı Bogomil Metropolit'in yönettiği ve Toulouse yakınlarındaki "Saint Felix de Caraman" kasabasında toplanan Din Kurultayı ile birlikte dosta düşmana karşı açığa vuruldu. Motropolit Nicetas, Fransa'da altı Kathar Piskoposluğu, İtalya'nın Brescia bölgesindeki Desenzano kentinde de bir Patarin Piskoposluğu kurmuştu.
Oksitan senyörleri, Kathar Kusursuzları ile Katolik papazların tartıştıkları açıkoturumlar düzenlemeyi alışkanlık haline getirdi. Bu tartışmalardan hep Kathar öğretisi galip çıkıyor, yeni mezhep Oksitan topraklarında çığ gibi büyüyordu. "Sapkınlık" ilerledikçe kiliseler papazsız kalıyor, aileler çocuklarını vaftiz ettirmiyorlardı. Katharlar bazen terk edilen Katolik kiliselerine yerleşiyordu, inancından dönmeyen tek tük Katolik din adamı ise, toplumun tepkisinden korkarak dinsel etkinliklerinden vazgeçiyorlardı.
1198'de, otuz sekiz yaşında Papa olan III. Innocent, hem ikna, hem de güce başvurarak yeni mezheple baş etmeyi denedi. Daha sonra Aziz ilan edilen Dominique de Guzman -1170'lerde bugünkü ispanya'nın Burgos bölgesindeki Caleruega'da doğmuş, 1221'de İtalya'nın Bolon-ya kentinde ölmüştür- Katharlara sapkınlıklarını kabul ettirmek ve onları doğru yola döndürmekle görevlendirilmişti. Aziz Dominique, incil'in savunduğu yoksulluk ve alçakgönüllülük ruhuyla Katharların saygısını kazanmış, ama geç kalmıştı.
Aynı dönemde İtalya'da zengin bir ailenin çocuğu olup yine sonradan aziz ilan edilen François d'Assise (d.H82-ö.l226) da yoksul bir rahip yaşamı sürerek Katolik Kilisesi'nde şaşkınlık ve hatta skandal yaratmıştır.
Son olarak 1204 yılında Aragon Kralı'nın girişimiyle toplanan Kathar-Katolik Uzlaşma Kurulu'nda, Papalık temsilcisinin savurduğu tehditler sonucu, Katharlar için "ateşten gömlek" giymenin kaçınılmaz olduğu anlaşılmıştı. Oksitanya beyleri haçlı ordularını karşılamaya hazırlanırken, Katharlar da kendilerinden olan bir kont kızından, efsanevi Montsegur kalesini onartmasını istediler. Gerektiğinde son çare, o şahin yuvasına sığınacaklardı.
Bundan sonra olaylar çatışmaya doğru hızla gelişti.
1207 yılında Katharlara karşı sert önlem almayı reddeden Toulouse Kontu, aforoz edildi. Bir yıl sonra Toulouse kontuna bağlı bir subay, Montpellier kapılarında Vatikan'ın bir orta elçisini, Pierre de Castelnau'yu öldürdü.
Papa III. Innocent'in çağrısı üzerine, Fransa Krallığı'na bağlı Kuzeyli senyörlerden kurulu bir haçlı ordusu Oksitanya'ya inerek Beziers Kalesini aldıktan sonra Carcassonne'a doğru ilerlemeye başladı.

"Bu Topraklarda Dışlanan ve Horlanan
Tüm Lanetlilere
Bir Kent, Bir Barınak, Ekmeğimi, Suyumu
ve Kılıcımı Sunuyorum, Varsın Gelsinler!"
Tarihe geçen ünlü çağrısıyla Carcassonne Kalesi'ni
savunmaya hazırlanan Vikont Trencavel, 24 yaşında, gözü pek ve yakışıklı bir Oksitan şövalyesiydi. Kendisi Kathar olmamasına rağmen, onları halkından ayırmayı ve haçlılara teslim etmeyi reddetti.
15 gün süren bir kuşatma sonunda Beziers Kasabı Arnaud Amaury, barış görüşmeleri yapacağız, diye kaleden çıkarttığı genç Vikontu tutsak alınca, başsız kalan kent halkı bir gece yarısı gizlice Carcassonne'u terk ederek civar derebeyliklere sığındı. Trencavel'i kendi şatosunun zindanlarına atan Başpapaz Amaury, derebeyliğini de Beziers katliamında sivrilen Simon de Montfort adlı topraksız bir senyöre verdi. Birçok soylunun "pis iş" diye istemedikleri haçlı orduları komutasını da çok geçmeden bu sefere mal mülk edinmek için katılan, dolayısıyla da canla başla çarpışan bu yolsuz senyör aldı zaten.
Trencavel ise, tutsaklığının üçüncü ayında, sevdiği Arap dilberinin eline verilerek kendisine gönderilen zehirli şarabı içerek öldü. Efsaneye göre Oksitan Aşk Divanları'nda "La Loba" (Dişi Kurt) diye anılan bir senyör karısı, delicesine tutulup yüz bulamadığı Trencavel'in hile ile esir düşmesinde önemli bir rol oynadığı gibi, onun kendisine yeğlediği Arap kızının eliyle can vermesini de planlamış. Öykü hoş. Ama doğruluk derecesi bilinmiyor.



Ünlü engizisyon yargıcı Bernard de Caux tarafından sorgulanan Kathar senyörlerinden Jourdain ve Aribert'in işkence tutanaklarından bir bölüm. Toulouse Belediye Kitaplıgı'nın belgeleri arasında bulunan tutanaktan, işkencenin 13 mayıs'tan 8 Temmuz 1245 tarihine kadar sürdüğü anlaşılıyor.
Hitler'in Yahudilere Taktırdığı
Sarı Yıldızın Ağa Babası
Normandiya asıllı yeni Carcassonne senyörü Monfort; Oksitanya'yı kana bulayan Fransız ordularını dokuz yıl boyunca yönetir. 1210 yılının Haziran ayında, yedi aylık bir kuşatmadan sonra düşen Minerve Kalesi'nde yüz kırk Kusursuz'u canlı canlı ateşe atarlar, 1211 yılında Lavaur'u aldıktan sonra tam dört yüz Kathar din adamı alevlerde can verir.
Ama yanık insan eti dumanlarını Oksitanya göklerine savuran bu ateş, engizisyon yangınları değildir henüz. Olağan din ve düşünce ayrılıklarında başvurulan yöntemlerdir: Elebaşıları kurallara uygun olarak çatır çatır yakılır, göğüslerine kızgın demirle haç işareti dağlanan aklı çelinmiş; sade Katharlar ise serbest bırakıldıklarında tapmayı reddettikleri aynı Katolik haçını giysilerine çizerek dolaşmak zorunda bırakılır.
Görüldüğü gibi, anlattığımız tarih diliminden yedi yüzyıl sonra dünyayı kasıp kavuran Hitler, Yahudileri yakalarına sarı yıldız takmaya zorladığında ve daha sonra fırınlarda yaktığında yeni bir vahşet icat etmemiş, yalnızca bilimin sağladığı yeni teknik olanaklarla uygulamayı "çağdaşlaştırmıştı", o kadar.12
1233 yılından öteye engizisyon mahkemelerinde tek kişinin tanıklığıyla kemikleri kırılmaya mahkûm edilen Katharlar, gün geldi göğüslerine dağlanan kızgın demiri özlediler ve engizisyon mahkemesinin yaptırdığı işkencelerden geçmektense, birer Kusursuz gibi isteyerek ateşe attılar kendilerini.
Ama daha o günler gelmemişti, umut vardı henüz yürek çarpıntılarında.
Kaleden kaleye geçen Simon de Monfort, Oksitanya'yı ucundan ucundan kemirse de, sırtını döner dönmez yeniden bağımsızlığını kazanan, işgalcilere başkaldıran beylikler az değildi.
Tam yirmi altı yıl boyunca, Toulouse Kontluğu ve güneyden Oksitanya'nın yardımına gelen Katalonya Aragon Krallığı, Simon de Monfort komutasındaki Fransız ordularına karşı direndi. Kaleler alındı, kaleler verildi. İki kez el değiştirdikten sonra yine Oksitan sahibinde kalan "Pembe Kent"in Haçlılar tarafından son kuşatılması sırasında, Simon de Monfort, Oksitan kadınlarının fırlattıkları bir mancınık taşıyla öldürüldü. Kolayca anlaşılabileceği gibi bu savaş, artık Oksitanya için bir ölüm kalım meseleseydi, Katharlar ise bahane.
1226 yılında Papalığa gelen III. Honorius ile Fransa tahtına çıkan VIII. Louis, güneye karşı bu kez Kraliyet ordularından kurulu yeni bir haçlı seferi başlattı. Düzenli kuzey orduları, bastıkları her karış toprağı ateş ve kana bulayarak yeni Toulouse kontu VII. Raimond'u kayıtsız koşulsuz dize getirdi, tüm Languedoc bölgesini bir daha kopmamacasına Fransa Krallığı'na bağladılar. Bu arada, bölgede hakkından gelinemeyen, hatta giderek güçlenen Kathar mezhebini yok etmek için yepyeni bir silah icat ettiler: Tarihte ilk kez Guillaume Arnaud'un başkanlık ettiği engizisyon çarkı, dönmeye başladı.
Engizisyon mahkemelerinin özelliği, ne sivil ne de dinsel yargı organlarına hesap vermek zorunda kalmadan, Roma İmparatorluğu'ndan beri yerleşmiş bütün yargı kurallarından bağımsız işlemesiydi. Bir çeşit "olağanüstü hal" mahkemesi, yasa üstü bir kurum. İşkence ve tanıklık yöntemleriyle kendine özgü, kralın bile denetimi dışına taşıp, zamanla onun bile çekinir hale geleceği bir karabasan.
Oksitanya'da her köyde, her kentte bir engizisyon mahkemesi kuruldu, işkence altında tanıklık edenlerin suçlamalarını işkence altında itiraf eden suçsuzlar, meydanlarda kurulan odun öbeklerinin üstünde "tütsülenerek" temizliğe kavuşturuldu. Engizisyonun temelini oluşturan inanca göre, kişi suçsuz ise ateş onu yakamazdı.13 Tutuşturulan odunlardan kimse canlı çıkmadığına göre... Demek hepsi suçluydu. Böyle böyle, o alevlerde Katharların yanında tavuk hırsızları da yandı, komşusunun karısıyla fingirdeyip "Kathar" diye ihbar edilen köy çapkınları da.
Oksitanya'nın dört bir yanında insanlar komşularıyla yârenlik edemez, çocuğuna güvenemez, karısıyla dalaşamaz oldu. Pirene Dağları'nın yeşiline karanlık bir yağmur bulutu gibi çöktü hüzün.


Katharların Kalelerehdeh, bonuna kadar direnen, en ünlüsü: MONTSEGUR


Montsegur'un zirveye yakın bir yerden görünüşü.

Engizisyona Karşı Dağ Gerillası
Montsegur Kahramanları
Cellatlar inatçıydı ya, Katharların direnci de daha az değildi. Oksitan halkının arasında sessiz diş gıcırtılarının fon oluşturduğu bir tabloda, yüreklerdeki isyan giderek güçleniyordu. 1230 ile 1244 yılları arasında, engizisyon baskısının en alıp başını gittiği dönemde, orada, Pirene-ler'in tepesine tünemiş şahin gözü gibi bir şato parlamaktaydı karanlığın içinden: MONTSEGUR (Emindağ).
Pireneler'in doruklarında bugün açık pazar ve kış sporları merkezi olarak para kıran özerk bir Prenslik var: Andorra. Hafta sonları ya da tatillerde Andorra'ya akın eden Japon fotoğraf makinesi ve ucuz içki meraklısı orta sıklet Fransız turistlerinin, Toulouse'u Andorra'ya bağlayan ana yolun on kilometre açığına düşen Emindağ'ı {Montsegur) keşfetmeleri için televizyonun aracılığı gerekti. Bundan birkaç yıl önce, Oksitanya'nın acıklı öyküsünü ve Montsegur'un düşüşünü akşam yemeği yerken seyretti galip kuzey ordularının metro yolcusu torunları; sıra peynirlerini yemeğe geldiğinde, aptal kutusundaki Katharlar da ölüm orucuna başlamışlardı.
Вы прочитали 1 текст из Турецкий литературы.
Следующий - Gülün Öteki Adı - 4
  • Части
  • Gülün Öteki Adı - 1
    Общее количество слов 3840
    Общее количество уникальных слов составляет 2305
    22.5 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    34.1 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    40.0 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Gülün Öteki Adı - 2
    Общее количество слов 3938
    Общее количество уникальных слов составляет 2355
    23.4 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    35.4 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    41.6 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Gülün Öteki Adı - 3
    Общее количество слов 3934
    Общее количество уникальных слов составляет 2315
    24.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    36.9 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    43.9 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов
  • Gülün Öteki Adı - 4
    Общее количество слов 3524
    Общее количество уникальных слов составляет 2223
    24.2 слов входит в 2000 наиболее распространенных слов
    35.6 слов входит в 5000 наиболее распространенных слов
    41.7 слов входит в 8000 наиболее распространенных слов
    Каждый столб представляет процент слов на 1000 наиболее распространенных слов